hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE TEBYîNÜ'L -KUR'AN İŞTE KUR'AN ve VİDEOLARI Hakkı Yılmaz > İniş Sırası ile Sureler > 103.Hacc Suresi

 
 
Seçenekler Stil
Alt 8. August 2010, 11:54 PM   #1
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart Hacc Suresi

103 (22). Hacc Suresi

https://youtu.be/uJrinBUAkFY Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 475. Bölüm Hacc Suresi 1. Bölüm


MEDENÎ, 78 ÂYET

GİRİŞ

Adını 27. âyetteki الحج[el-hacc] sözcüğünden alan sûrenin Medîne'de 103. sırada indiği kabul edilir. Sûrenin tamamının veya ekserisinin Mekke'de indiği; tamamının veya ekserisinin Medîne'de indiği, bir kısmının Mekke'de bir kısmının da Medîne'de indiği yönünde nakiller mevcuttur.[1]

Sûrenin çoğu âyetlerinin, üslup olarak Mekkî âyetlere benzediği gerçektir. Ama bunun nedeni, bizce bu âyetlerin Mekke'de inmesi değil, Mekkelileri muhatap almasıdır.

Bu sûrede; iman, tevhid, Sâ‘at/kıyâmet, öldükten sonra dirilme, haşr, hesap, ceza konuları işlenmiş. Ayrıca mü’minlerin cennette; inkârcıların ise cehennemde olacağı beyân edilerek özendirme ve uyarılar yapılmıştır.


RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA

MEAL:

1-2. Ey insanlar! Rabbinize takvâlı davranın; şüphesiz o Sâ‘at'in sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vaz geçer. Ve her hamile (kadın) taşıdığını bırakır. Ve sen, insanları sarhoş olmadıkları hâlde sarhoş görürsün. Velâkin Allah'ın azabı çok şiddetlidir.

3-4. İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgisizce tartışıyor ve her azılı şeytânı izliyor. –Onun [azılı şeytânın] hakkında, “Şüphesiz kim onu [şeytânı] velîleştirirse artık o, kesinlikle onu [şeytânı velîleştireni] saptırır ve onu saîr'in [cehennemin] azabına kılavuzlar” yazıldı.–

5. Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, bilin ki, ne olduğunuzu size ortaya koymak için, şüphesiz Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra bir embriyondan, sonra yapısı belli-belirsiz bir et parçasından yaratmışızdır. Ve Biz, dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak, sonra da olgunluk çağına erişmeniz için çıkartırız. Bununla beraber kiminiz vefat ettirilir, kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki sönmüştür; sonra Biz onun üzerine su indirdiğimiz zaman, harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir.

6. İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın hakk olması, şüphesiz sadece O'nun ölüleri diriltmesi ve şüphesiz sadece O'nun her şeye en iyi güç yetiren olması nedeniyledir.

7. Kıyâmet ise şüphesiz gelicidir. Kesinlikle onda şüphe yoktur. Ve şüphesiz ki Allah, kabirlerde olan kimseleri diriltecektir.

8. İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgisizce; kılavuz olmadan, aydınlatıcı bir kitap olmadan tartışırlar.

9. Onun belini eğip bükmesi [çalım satması], Allah yolundan saptırmak içindir. Bu dünyada ona bir rüsvaylık vardır. Ve Biz Kıyâmet gününde ona yakıcı'nın azabını tattıracağız.

10. İşte bu, kendi iki elinin öne çıkardığı şeyler ve şüphesiz Allah'ın, iyi kulluk edenlere zulmeden olmayışı sebebiyledir.

11-13. İnsanlardan kimi de Allah'a belirsiz bir taraf üzerinde ibâdet eder. O nedenle eğer kendisine bir iyilik gelirse onunla mutmain olur. Ve eğer kendisine bir fitne gelirse yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı da âhireti de kaybetti. İşte bu, apaçık kaybın ta kendisidir. O, Allah'ın astlarından kendine zarar ve menfaat veremeyecek şeylere yalvarır. İşte bu, çok uzak sapıklığın ta kendisidir. O, zararı faydasından daha yakın olana yalvarıyor. O [yalvardığı şey] ne kötü mevlâ [yardımcı, koruyucu] ve ne kötü yoldaştır!

14. Şüphesiz Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Şüphesiz Allah dilediği şeyleri yapar.

15. Kim, Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanıyor idiyse, hemen semaya bir sebep uzatsın, sonra, … kessin. Sonra da baksın bakalım bu plânı, kendisini öfkelendiren şeyi [kafasındaki takıntıyı] giderecek mi?

16. Ve işte Biz, onu [Kur’ân'ı] böylece, apaçık âyetler hâlinde indirdik. Ve şüphesiz Allah dilediği kimselere/dileyen kimseleri hidâyet eder.

17. Şüphesiz o iman etmiş kimseler, Yahûdi olmuş kimseler, Sâbiîler, Hristiyanlar, Mecûsiler ve eş koşmuş olanlar; şüphesiz Allah, kıyâmet günü bunların arasını ayıracaktır. Şüphesiz Allah her şeye en iyi tanıktır.

18. Göklerde ve yeryüzünde olan kimselerin, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, kıpırdayan canlılar ve insanların çoğunun Allah'a secde ettiklerini görmedin mi? Bir çoğu da üzerlerine azap hakk olmuş olanlardır. Ve Allah kimi hor kılarsa, artık onun için bir yücelten yoktur. Şüphesiz Allah dilediğini işler.

19-24. Şu ikisi, Rabb'leri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık küfretmiş kimseler; kendileri için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler. Ve “Yakıcı azabı tadın!” Şüphesiz Allah iman eden ve sâlihâtı işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere girdirecek. Onlar orada altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. Onlar, sözden, güzel-hoş olana kılavuzlanmışlardır da. Hem de Hamîd'in [övülmeye layık olan Allah'ın] yoluna kılavuzlanmışlardır.

25. Şüphesiz inkâr eden, Allah'ın yolundan insanlar –orada ibâdete kapanan veya dışarıdan gelen eşit olmak üzere– için kılınan Mescid-i Harâm'dan [dokunulmazlığı olan mescitten] alıkoyan kimseler ve orada zulümle yanlış yola sapmak isteyen kimse; Biz ona pek acıklı bir azaptan tattırırız.

26-29. Ve hani Biz, bir zamanlar, “Sakın Bana hiçbir şeyi ortak koşma; dolaşanlar, orada kıyam edenler [zulme baş kaldıranlar], rükû edenler, secde edenler için evimi tertemiz et, kendilerine ait birtakım menfaatlere tanık olmaları ve Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerinde belli günlerde O'nun adını anmaları için insanlar arasında haccı duyur. Yürüyerek veya incelmiş [yorgun düşmüş] binekler üstünde her derin vâdiyi aşarak sana gelsinler! Sonra kirlerini giderip temizlensinler. Adaklarını yerine getirsinler. Eski evde/özgür evde [Ka‘be'de] dolaşsınlar” diye, o evin [Ka‘be'nin] yerini, İbrâhîm için hazırlamıştık. –Siz de onlardan yiyin ve zorluk çeken fakiri doyurun.–

30-31. İşte böyle! Ve kim Allah'ın dokunulmaz kıldıklarına saygı gösterirse, artık bu, kendisi için Rabbinin katında hayırdır. Size bildirilegelenden başka bütün hayvanlar size helâl kılınmıştır. O hâlde Allah'a yönelmişler olarak, O'na şirk koşanlar olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de kaçının. Allah'a kim ortak koşarsa artık o kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgârın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir.

36. Büyükbaş hayvanları da, Biz onları sizin için Allah'ın varlığının işaretlerinden kıldık. Sizin için onlarda hayır vardır. O nedenle ön ayaklarının biri bağlı hâlde keserken/saf hâlindelerken üzerlerine Allah'ın adını anın. Sonra yanları yere yaslandığı vakit de onlardan yiyin, ihtiyacını gizleyene ve isteyene de yedirin. Böylece Biz onları şükredesiniz diye size boyun eğdirdik.

32-33. İşte böyle! Her kim Allah'ın varlığına işaret olan şeylere saygı gösterirse, –ki şüphesiz bu [saygı gösterme], kalplerin takvâsındandır– sizin için onlarda belli bir süreye kadar birtakım faydalar vardır. Sonra, bunların varış yeri; Beyt-i Atik'edir [eski eve, özgür eve; Ka‘be'yedir].

34-35. Ve Biz, her ümmet için, Allah'ın kendilerine hayvanların behiminden rızık olarak verdikleri üzerine O'nun adını ansınlar diye bir mensek [ibâdet yeri/ibâdet biçimi] kıldık. İşte, sizin ilâhınız, bir tek ilâhtır. O nedenle, yalnız O'nun için Müslüman olun. Allah anıldığı vakit onların kalpleri titreyen, kendilerine isabet edene sabreden, salâtı ikâme eden ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak eden o Allah'a içtenlikle boyun eğenlere müjdele.

37. Onların etleri ve kanları kesinlikle Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak, O'na, sizden takvâ ulaşır. Size kılavuzluk ettiği üzere Allah'ı büyükleyesiniz diye onları, size işte böyle boyun eğdirdi. Ve muhsinleri [iyilik-güzellik üretenleri] müjdele.

38. Şüphesiz Allah, inanan kimseleri savunur. Şüphesiz Allah, aşırı hâin ve son derece nankörlerin tümünü sevmez.

39-41. Kendilerine savaş açılan kimselere kendileri zulme uğramaları; onlar, başka değil, sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için hakksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle izin verildi. Ve şüphesiz ki Allah onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yerle bir edilirdi. Allah, Kendisine yardım edenlere; eğer kendilerine yeryüzünde bir güç verilirse salâtı ikâme eden, zekâtı veren, ma‘rûfu emreden ve münkerden alıkoyan kimselere kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, kavî'dir [çok güçlüdür], azîz'dir [mutlak gâliptir]. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir.

42-44. Ve eğer onlar seni yalanlıyorlarsa bil ki onlardan önce Nûh'un kavmi, Âd, Semûd, İbrâhîm'in kavmi, Lût'un kavmi, Medyen ashâbı da yalanlamışlardı. Mûsâ da yalanlandı da Ben, o kâfirlere bir süre verdim. Sonra da onları yakalayıverdim. Peki, Beni tanımamak nasılmış!

45. Sonra nice kentler de vardı ki, zulüm yaparlarken biz onları helâk ettik. Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır; nice terk edilmiş kuyularla bomboş kalmış yüksek saraylar!

46. Peki, onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, kendisiyle akledecekleri kalpleri ve kendisiyle işitecekleri kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur.

47. Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah sözünden asla caymayacaktır. Ve şüphesiz Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir.

48. Ve zulmedip duran nice kentler; Ben kendilerine mühlet verdim, sonunda onları yakalayıverdim. Dönüş, sadece Banadır.

49-50. De ki: “Ey insanlar! Ben, sizin için sadece apaçık anlatan/açıklayan bir uyarıcıyım. Artık, iman etmiş olanlar ve sâlihâtı işleyenler; mağfiret ve kerim rızık sadece onlar içindir.”

51. Âcizleştirme yarışı yaparak âyetlerimiz hakkında koşan kimseler; işte onlar, cahîm'in ashâbıdır.

52-54. Ve Biz senden önce hiçbir elçi ve hiçbir peygamber göndermedik ki o bir şey arzuladığı zaman, şeytân onun arzusuna bir şeyler atmış olmasın. Bunun üzerine Allah şeytânın attığı şeyleri giderir. Sonra da Allah, o Allah, şeytânın bıraktığını, kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan kimseler için fitne kılmak, –şüphesiz zâlimler de kesinlikle uzak bir ayrılık içindedirler.– Ve kendilerine ilim verilmiş olan kimseler, onun [Kur’ân'ın] şüphesiz Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilsinler de ona iman etsinler, sonra da kalpleri ona saygı duysun diye âyetlerini tahkim eder [güçlendirir]. Ve Allah alîm'dir, hakîm'dir [yasalar koyan, güçlendirendir]. Ve şüphesiz Allah, iman eden kimseleri dosdoğru yola kılavuzlayandır.

55. Şu küfretmiş olan kişiler de, kendilerine ansızın Sâ‘at [kıyâmetin kopuş anı] gelinceye veya akîm [kısır, yararsız, verimsiz] bir günün azabı gelinceye kadar, ondan [Kur’ân'dan] kuşku duymaya devam edeceklerdir.

56. O gün hükümranlık Allah'ındır. Aralarında O hüküm verir. Artık iman eden ve sâlihâtı işleyen kimseler nimet cennetlerindedirler.

57. Ve inkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler; artık işte bunlar, alçaltıcı azap kendileri için olanlardır.

58-59. Ve Allah yolunda hicret eden sonra öldürülmüş veya ölmüş olanlar; kesinlikle Allah onları güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır. Ve şüphesiz Allah, kesinlikle rızık verenlerin en hayırlısının ta kendisidir. Kesinlikle onları hoşnut olacakları bir yere girdirecektir. Ve şüphesiz Allah, kesinlikle alîm'dir, halîm'dir.

60. İşte böyle! Ve kim kendisine yapılan cezayı aynı ile cezalandırırsa, sonra yine kendisine hakksızlık yapılırsa, kesinlikle Allah ona yardım eder. Şüphesiz Allah, kesinlikle çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.

61. İşte böyle! Şüphesiz Allah'ın, geceyi gündüzün içine sokması, gündüzü de gecenin içine sokması sebebiyledir. Şüphesiz Allah, semî'dir [çok iyi işitendir] basîr'dir [çok iyi görendir].

62. İşte bu, şüphesiz Allah'ın, hakkın ta kendisi olması ve müşriklerin O'nun astından yaptıkları şeylerin bâtılın ta kendisi olması ve şüphesiz Allah'ın yüceler yücesi olması, en büyüğün Kendisi olması sebebiyledir.

63. Şüphesiz Allah'ın, gökten su indirip de yeryüzünün yemyeşil oluverdiğini görmedin mi? Şüphesiz Allah, çok lütufkârdır, en iyi haberi olandır.

64. Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O'nundur. Ve şüphesiz Allah, muhtaç olmayandır, övülmeye en çok layık olandır.

65. Sen, Allah'ın yeryüzündekileri size boyun eğdirdiğini ve Kendisinin emriyle denizlerde akıp giden gemileri görmedin mi? Göğü de Kendi izni olmaksızın yere düşmekten O tutuyor. Şüphesiz Allah insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.

66. Ve O, size hayat vermiş olan, sonra öldürecek olan, sonra da diriltecek olandır. Şüphesiz insan, kesinlikle çok nankördür.

67. Biz her ümmet için bir ibâdet yolu tayin ettik. Onlar ona göre ibâdet etsinler. O hâlde bu işte seninle hiçbir zaman çekişmesinler. Sen de Rabbine çağır. Şüphesiz sen, dosdoğru bir kılavuz üzeresin.

68-69. Ve eğer seninle tartışırlarsa, hemen de ki: “Allah yapmakta olduğunuz şeyleri, en iyi bilendir. Allah, ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında kıyâmet günü aranızda hüküm verecektir.”

70. Gökte ve yeryüzünde olan şeyleri Allah'ın kesinlikle bildiğini bilmez misin? Şüphesiz bu, bir kitaptadır. Şüphesiz bu, Allah'a çok kolaydır.

71. Ve onlar, Allah'ın, hakklarında hiçbir delil indirmediği ve kendilerinde de onlara dair bilgiler bulunmayan Allah'ın astlarından bir şeylere tapıyorlar. Ve zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur.

72. Ve kendilerine âyetlerimiz apaçık olarak okunduğu zaman, o küfretmiş kimselerin yüzlerinde münkeri tanırsın. Neredeyse, kendilerine âyetlerimizi okuyan kimselere saldıracaklar. De ki: “Peki, size ondan daha kötü olanını haber vereyim mi? Ateş! Allah bunu [ateş'i] küfreden kimselere vaat etti. O, ne kötü bir dönüş yeridir!”

73. Ey insanlar! Bir misal verilmektedir, şimdi ona kulak verin: Sizin Allah'ın astlarından şu yakardıklarınız bir araya gelseler bile, bir sineği asla yaratamazlar. Ve sinek onlardan bir şey kapsa onu kurtaramazlar. İsteyen ve istenen güçsüzdür.

74. Allah'ı gereği gibi ölçemediler [değerlendirip bilemediler]. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, her şeye üstündür.

75-76. Allah meleklerden, elçiler seçer, insanlardan da. Şüphesiz Allah en iyi işiten, en iyi görendir, ellerinin arasında olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve işler yalnızca Allah'a döndürülür.

77-78. Ey iman etmiş kimseler! Felâh bulmanız [zafer kazanmanız, durumunuzu korumanız] için rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin, iyilik yapın ve Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin. O, sizi seçti ve dinde; babanız İbrâhîm'in milletinde sizin için bir zorluk kılmadı. O, daha önce ve işte bunda [Kur’ân'da], Elçi'nin size şâhit olması, sizin de insanlara şâhit olmanız için, sizi “Müslümanlar” olarak isimledi. Öyleyse, salâtı ikâme edin, zekâtı verin ve Allah'a sarılın. O, sizin mevlânızdır [yol gösteren, yardım eden, koruyan yakınınızdır]. O, ne güzel mevlâ ve ne güzel yardımcıdır!

TAHLİL:

1-2. Ey insanlar! Rabbinize takvâlı davranın; şüphesiz o Sâ‘at'in sarsıntısı çok büyük bir şeydir. Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vazgeçer. Ve her hamile (kadın) taşıdığını bırakır. Ve sen, insanları sarhoş olmadıkları hâlde sarhoş görürsün. Velâkin Allah'ın azabı çok şiddetlidir.

3-4. İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgisizce tartışıyor ve her azılı şeytânı izliyor. –Onun [azılı şeytânın] hakkında, “Şüphesiz kim onu [şeytânı] velîleştirirse artık o, kesinlikle onu [şeytânı velîleştireni] saptırır ve onu saîr'in [cehennemin] azabına kılavuzlar” yazıldı.–

Bu âyetlerde, insanlar, gerçeği kabul ederek geleceklerini kurtarmaya davet edilmektedir. Ardından da kıyâmetin korkunç dehşeti anlatılarak insanların yanılgıları ortaya konulmaktadır. Kıyâmetin kopuşunu tasvir eden âyetlerden birkaçını sunuyoruz:

Yeryüzü, kendi sarsıntısıyla sarsıldığı, yeryüzü, ağırlıklarını çıkardığı ve insanın, “Buna [yeryüzüne] ne oluyor!” dediği zaman…(Zilzâl/1-3)

Sûr'a bir tek üfleme üflendiği, yeryüzü ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpılarak darmadağın olduğu zaman, işte o gün, “o olay” olmuştur. Ve gök yarılmıştır, artık o, o gün dayanaksızdır. Melekler onun [semanın] çevresindedirler. O gün Rabbinin Arşını da bunların fevkinde, bitenler [yok edilenlerin yerine getirilen daha üstün varlıklar] taşır. (Hakka/13-17)

Olacak o vaka olduğu zaman –ki onun [o vakanın] oluşu için yalan söyleyen yoktur. O [o vaka], alçaltıcıdır, yükselticidir–, yeryüzü şiddetle sarsıldıkça sarsıldığı ve dağlar ufalandıkça ufalanıp da toza-dumana dönüşüverdiği zaman. (Vâkıa/1-6)

Ve bunlar devenin iki sağımlığı kadar dahi gecikmesi olmayan bir çığlıktan başkasını beklemiyorlar. (Sâd/15)

Yine o iman etmiş olan kimse, “Ey kavmim! Şüphesiz ben sizin hakkınızda Ahzâb'ın günü benzerinden; Nûh Kavmi'nin, Âd'ın, Semûd'un ve daha sonrakilerin maceralarının benzerinden korkuyorum. Ve Allah, kulları için bir zulüm istemez. Ey kavmim! Şüphesiz ben size gelecek o çağrışma-bağrışma/kaçışma gününden; arkanıza dönüp kaçacağınız günden korkuyorum. Sizin için Allah'tan koruyan biri yoktur. Her kimi de Allah şaşırtırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur. Ve andolsun ki bundan önce size Yûsuf delillerle gelmişti. O zaman da o'nun size getirdiği şeylerde şüphe edip durmuştunuz. Nihâyet o helâk olduğunda [vefat ettiğinde] da, “Bundan sonra Allah asla elçi göndermez” dediniz. Allah, şu kendilerine gelmiş bir güç olmaksızın, Allah'ın âyetleri hakkında mücâdele eden, aşırı giden, şüpheci olan kişileri işte böyle şaşırtır. (Bu durum,) Allah katında ve iman edenler yanında buğz olarak büyüktür. İşte Allah, her böbürlenen zorbanın kalbi üzerine damga basar” dedi. (Mü’min/30-35)

Ve Sûr'a üflendiği gün; artık Allah'ın diledikleri hariç olmak üzere göklerde ve yerde kimler varsa hepsi dehşete kapılırlar. Ve hepsi hor-hakirler olarak O'na gelirler. (Neml/87)

O günde ki yer ve dağlar sarsılır ve dağlar eriyip akan bir kum yığınına dönüşür. Şüphesiz ki, Biz size üstünüze tanık olan bir Elçi gönderdik. Tıpkı Firavun'a bir elçi gönderdiğimiz gibi. Ama Firavun elçiye isyan etti de Biz de onu korkunç bir tutuşla tutuverdik. Buna rağmen eğer küfrederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çeviren o günden nasıl korunacaksınız? Gök bile onunla [o günün şiddeti ile] parçalanır. O'nun vaadi gerçekleşmiştir. (Müzzemmil/14-18)

O gün sarsan sarsacak. Onu ikinci bir sarsıntı izleyecek. Yürekler o gün titreyerek çarpar. Onların gözleri saygılıdır. (Nâzi‘ât/6-9)

3-4. âyetlerde, kesin bir bilgiye ve apaçık bir kanıta dayanmaksızın Allah hakkında; Allah'ın eşinin, benzerinin ve ortağının olmadığı; rabbliği [tüm evreni kontrol edişi] hakkında tartışan densizler eleştirilerek bu konularda bilgilenmeye çağrılmaktadırlar.

Burada konu edilen azılı şeytân da iblistir. Bu husus Tekvîr ve Cinn sûrelerinde detaylıca işlenmiştir.[2] İblis ile ilgili kader de şu âyetlerde ifade edilmişti:

(Allah,) “Haydi sen belirli bir vakte kadar bakıtılanlardansın [karşıda duranlardansın/mühlet verilenlerdensin]” buyurdu. (İblis,) “Öyle ise izzet ve şerefine yemin ederim ki, ben onların hepsini mutlaka azdıracağım, ancak içlerinden arıtılmış kulların müstesnâ” dedi. (Allah) buyurdu ki: “Hakk budur. Ben de şu hakkı söylüyorum: Andolsun ki, cehennemi mutlaka senden ve onların sana uyanlarından; hepinizden dolduracağım.” (Sâd/81-85)

O [İblis], “Öyleyse, beni azgınlığa itmene karşılık, andolsun ki, ben onlar için Senin dosdoğru yoluna oturacağım, sonra yine andolsun ki onların önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve Sen, çoklarını şükredenler bulmayacaksın” dedi. O [Allah], “Haydi, sen, yerilmiş ve itilmiş olarak oradan çık. Onlardan sana kim uyarsa, andolsun ki, sizin hepinizden cehennemi dolduracağım” dedi. Ve (Allah), “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette iskân edin, dilediğiniz yerden de yiyin ve şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zâlimlerden olursunuz” (dedi). Derken o [İblis], onların kendilerinden gizli kalan çirkinliklerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi. Ve “Rabbiniz, başka bir sebepten dolayı değil, sırf ikinizin de birer melek/melik olmanız ya da ebedî kalıcılardan olmanız için sizi şu ağaçtan men etti” dedi. Ve “Elbette ben size öğüt verenlerdenim” diye onlara yemin etti/kanıtlar ileri sürdü. Böylece onları aldatarak zillete düşürdü. Ağacı tadınca, çirkinlikleri kendilerine belli oldu ve cennet yapraklarından üstüste yamayıp üzerlerine almaya başladılar. Rabb'leri onlara seslendi: “Ben sizi o ağaçtan menetmedim mi ve size, ‘Bu şeytân kesinlikle sizin için apaçık düşmandır’ demedim mi?” (A‘râf/16-22)

O [Allah] dedi ki: “Git! Sonra onlardan kim sana uyarsa, bilin ki, şüphesiz ki, cezanız yeterli bir ceza olarak cehennemdir. Onlardan gücünü yetirdiklerini sesinle sars. Ve atlılarınla ve yayalarınla onların üzerine yaygara kopar! Mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol! Ve onlara vaatlerde bulun. –Ve şeytân onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez.– Şüphesiz ki, Benim kullarım; senin için onlar aleyhine hiçbir güç yoktur.” –Vekil olarak da Rabbin yeter.– (İsrâ/63-65)

5. Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten kuşkuda iseniz, bilin ki, ne olduğunuzu size ortaya koymak için, şüphesiz Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra bir embriyondan, sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından yaratmışızdır. Ve Biz, dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak. sonra da olgunluk çağına erişmeniz için çıkartırız. Bununla beraber kiminiz vefat ettirilir, kiminiz de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki sönmüştür; sonra Biz onun üzerine su indirdiğimiz zaman, harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir.

6. İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın hakk olması, şüphesiz sadece O'nun, ölüleri diriltmesi ve şüphesiz sadece O'nun her şeye en iyi güç yetiren olması nedeniyledir.

7. Kıyâmet ise şüphesiz gelicidir. Kesinlikle onda şüphe yoktur. Ve şüphesiz ki Allah, kabirlerde olan kimseleri diriltecektir.

Bu âyetlerde bilgisizce fikir yürütenlere, kıyâmetten kuşku duyanlara, inatçı şeytân kişilere uyanlara bazı açıklamalar yapılmaktadır.

Öldükten sonra dirilmekten kuşku duyanlar, yaratılışlarını mercek altına almalıdırlar: Topraktan, sonra nutfeden, sonra bir alekadan [embriyondan], sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından yaratılma… Belli bir süreye kadar rahimlerde tutulma, sonra bir çocuk olarak çıkarılma, sonra olgunluk çağına eriştirilme… Kiminin çocuk yaşta vefat ettirilmesi, kiminin de önceki bilgisinden sonra, hiçbir şey bilmemek üzere, ömrünün en rezil zamanına ulaştırılması [ihtiyarlatılması]… Sönmüş yeryüzünün üzerine su indirilip harekete geçirilmesi, kabartılması ve her güzel çiftten bitkiler bitirilmesi… İşte bu, şüphesiz ki Allah'ın hakk olması, ölüleri sadece O'nun diriltmesi ve her şeye sadece O'nun güç yetiren olması nedeniyledir. Kıyâmetin geleceğinde de şüphe yoktur. Şüphesiz ki Allah, kabirlerdekileri diriltecektir.

Burada, ilk yaratılış referans verilerek yeniden şekillenmenin daha basit olacağı vurgulanmaktadır:

De ki: “Onları ilk defa yaratan, onları diriltecektir. Ve O her yaratmayı çok iyi bilendir. O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş yapandır. Şimdi de siz ondan yakıp duruyorsunuz.” (Yâ-Sîn/79-80)

De ki: “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun.” Sonra onlar, “Bizi kim geri döndürecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yaratmış olan.” Bunun üzerine sana başlarını sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki: “Çok yakın olması umulur! Sizi çağıracağı [diriltileceğiniz] gün, O'nu överek O'nun çağrısına uyacaksınız ve sadece pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.” (İsrâ/50-52)

Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden [sülale'den], basbayağı bir sudan yapmıştır. (Secde/7-8)

8. İnsanlardan bazıları da Allah hakkında bilgisizce; kılavuz olmadan, aydınlatıcı bir kitap olmadan tartışırlar.

9. Onun belini eğip bükmesi [çalım satması], Allah yolundan saptırmak içindir. Bu dünyada ona bir rüsvaylık vardır. Ve Biz Kıyâmet gününde ona yakıcı'nın azabını tattıracağız.

10. İşte bu, kendi iki elinin öne çıkardığı şeyler ve şüphesiz Allah'ın, iyi kulluk edenlere zulmeden olmayışı sebebiyledir.

Bu âyetlerde, Allah hakkında bilgisizce ileri-geri konuşan, kılavuzu ve aydınlatıcı bir kitabı olmayan, üstelik de Allah yolundan insanları döndürmek için çalışan kimseler kınanıyor ve başlarına dünya ve âhirette gelecek azaplar; dünyada rezil ve aşağılık bir hayat yaşayacakları, âhirette ise yakıcı azaba çarptırılacakları beyân ediliyor.

11-13. İnsanlardan kimi de Allah'a belirsiz bir taraf üzerinde ibâdet eder. O nedenle eğer kendisine bir iyilik gelirse onunla mutmain olur. Ve eğer kendisine bir fitne gelirse yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı da âhireti de kaybetti. İşte bu, apaçık kaybın ta kendisidir. O, Allah'ın astlarından kendine zarar ve menfaat veremeyecek şeylere yalvarır. İşte bu, çok uzak sapıklığın ta kendisidir. O, zararı faydasından daha yakın olana yalvarıyor. O [yalvardığı şey] ne kötü mevlâ [yardımcı, koruyucu] ve ne kötü yoldaştır!

Bu âyetlerde, yanlış inançlarına dikkat çekilen müşrik ve münâfıklar uyarılmaktadır.

İnsanlardan kimi de Allah'a belirsiz bir taraf üzerinde; ne yaptığı belli olmadan ibâdet eder. Bunlar ortama göre tavır alırlar; kendilerine bir iyilik gelirse onunla mutmain olur, kendilerine bir fitne gelirse yüz üstü dönüverir. Bunlar, Allah'ın astlarından kendine zarar ve menfaat veremeyecek şeylere; zararı faydasından daha yakın olana yalvarırlar. (O, dünyayı da âhireti de kaybetti. İşte bu, apaçık kaybın ta kendisidir. İşte bu, çok uzak sapıklığın ta kendisidir. O [yalvardıkları şey] ne kötü mevlâ [yardımcı, koruyucu] ve ne kötü yoldaştır!)

Bu tipler birçok kez tanıtılmıştı:

İnsana gelince, Rabbi onu her ne zaman sınayıp da kendisini üstün kılar ve nimetler verirse, “Rabbim beni üstün kıldı” der. Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa, “Rabbim beni aşağıladı” der. (Fecr/15-16)

Ve O [Allah], size Kitap'ta [Kur’ân'da], “Allah'ın âyetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze dalmadıkları sürece onlarla beraber oturmayın. Aksi hâlde siz de onlar gibi olursunuz” diye indirdi. Şüphesiz Allah, sizi gözetleyip duran kimselerin; münâfıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayandır. Artık Allah tarafından size bir zafer olursa onlar, “Biz sizinle beraber değil miydik?” derler. Kâfirler için bir pay olunca da, “Size üstünlük sağlamadık mı, sizi mü’minlerden korumadık mı?” derler. Artık Allah, kıyâmet gününde aranızda hükmünü verecektir. Allah, mü’minlerin aleyhine kâfirlere asla bir yol kılmayacaktır. Şüphesiz ki münâfıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Hâlbuki O, onların aldatıcısıdır. Ve onlar, salâta doğru kalktıkları zaman, ikisi arasında gidip gelen kararsızlar olarak, tembel tembel kalkarlar, onlarla [mü’minlerle] ve şunlarla [kâfirlerle] olmazlar, insanlara gösteriş yaparlar. Ve Allah'ı ancak, pek az olarak anarlar. Ve Allah kimi saptırırsa, sen artık ona bir yol bulamazsın. (Nisâ/141-143)

Bu âyet grubunun iniş sebebine dair şu bilgiler aktarılmıştır:

1) Kelbî şöyle der: “Bu âyet, çöllerinden hicret edip, Medîne'ye Hz. Peygamber'in (s.a) yanına gelen, bazı bedevîler hakkında nâzil olmuştur. Onlardan birisi sıhhat ve rahat üzere olup, atı güzel bir tay, hanımı bir oğlan doğurup, malı ve sürüsü çok olduğunda, hâlinden memnun olur ve bununla itminan bulur. Ama başına bir belâ gelir, hanımı kız yahut atı kısrak doğurur, malı-mülkü elinden gider ve sadaka veremeyecek kadar düşkünleşirse, şeytân ona gelir ve “Bütün bu belâlar, bu din yüzünden başına geldi” der. Böylece o kimse de dinden döner. Bu, İbn Abbâs (r.a), Sa‘îd b. Cübeyr, Hasan el-Basrî, Mücâhid ve Katâde'nin görüşüdür.

2) Dahhâk'a göre, âyet müellefe-i kulûb hakkında nâzil olmuştur ki, Uyeyne b. Bedr, Akra b. Habis, Abbâs b. Mirdâs bunlardandır. Bunlar birbirlerine, “Muhammed'in dinine girelim. Eğer hayır elde edersek, onun hakk olduğunu anlarız. Yok eğer başımıza belâ gelirse, onun bâtıl olduğunu anlarız” dediler.

3) Ebû Sa‘îd el-Hudrî şöyle demiştir: Bir Yahûdi Müslüman oldu. Derken gözleri kör oldu, malı ve evlâdı yok oldu. Bunun üzerine o, “Ey Allah'ın Rasûlü! Beni muaf tut. Çünkü bu dinden bir hayır görmedim. Zira gözlerimi, malımı-mülkümü, çoluk-çocuğumu kaybettim” dedi. Hz. Peygamber (s.a) de, “İslâm'dan istifa edilmez, nasıl ki ateş, demir, altın ve gümüşün posasını çıkarırsa, İslâm da insanı öylesine arındırır” dedi. İşte bunun üzerine bu âyet nâzil oldu.[3]

İsrâîl'in Ebû Husayn'dan, onun Sa‘îd b. Cübeyr'den, onun da İbn Abbâs'tan rivâyet ettiğine göre İbn Abbâs, İnsanlardan bazıları (dinin) bir tarafından Allah'a ibâdet eder buyruğu hakkında şöyle demiştir: Adam Medîne'ye gelirdi. Şâyet hanımı erkek çocuk doğurur, atları yavrulayacak olursa, “Bu iyi bir dindir” derdi. Hanımı doğurmaz, atları da yavrulamazsa bu sefer, “Bu kötü bir dindir” derdi.

Müfessirler de şöyle demektedir: “Bu âyet-i kerîme, Peygamber'in (s.a) huzuruna gelerek İslâm'a girdiklerini bildiren birtakım bedevî Araplar hakkında nâzil olmuştur. Bunlar bolluk ile karşılaşacak olurlarsa, Medîne'de kalmaya devam ederlerdi. Şâyet darlık ve sıkıntıyla karşı karşıya kalırlarsa, irtidad eder dönerlerdi.”[4]

14. Şüphesiz Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Şüphesiz Allah, dilediği şeyleri yapar.

15. Kim, Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanıyor idiyse hemen semaya bir sebep uzatsın, sonra, … kessin. Sonra da baksın bakalım bu plânı, kendisini öfkelendiren şeyi [kafasındaki takıntıyı] giderecek mi?

16. Ve işte Biz, onu [Kur’ân'ı] böylece, apaçık âyetler hâlinde indirdik. Ve şüphesiz Allah, dilediği kimselere/dileyen kimseleri hidâyet eder.

Yukarıda kâfir, müşrik ve münâfıkların durum ve âkıbetleri açıklanmıştı. Burada da mü’minlerin âkıbetine dair bilgi verilmektedir:

• Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere girdirecektir.

• Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanan kimse semaya bir sebep uzatsın, sonra eski kul-köle olduklarıyla ilişkisini kessin de Allah'ın yardım edip etmeyeceğini bir denesin.

• Kur’ân, herkesi ikna edecek apaçık âyetler hâlinde indirilmiştir. Bununla birlikte Allah, dileyen kimseleri hidâyet eder.

Muhteşem bir belagat örneği olması sebebiyle 15. âyet hakkında farklı görüşler mevcuttur. Buna dair bazı açıklamalar yapmayı uygun görüyoruz.

Bir meydan okuma olan bu âyetin, 11-13. âyetlerle birlikte ele alınması gerekir. Bu durumda anlam şöyle olur: Allah'a tutarsız, ciddiyetsiz inananlar, yararlarına olan gelişmelerde mutlu, zararlarına olan gelişmelerde mutsuz olurlar. Kendilerine bile zarar ve yarar sağlamayan varlıklara yakaranlar da, sapıkların en sapığıdır. Peki, Allah Kendisine yönelenlere yarar sağlar mı, inkârcılara zarar verir mi? Bu sorunun cevabı, “Şüphesiz Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Şüphesiz Allah, dilediği şeyleri yapar” şeklinde veriliyor. Ardından da onlara meydan okunuyor: Kim, Allah'ın, kendisine dünyada ve âhirette yardım etmeyeceğini sanıyor idiyse hemen semaya bir sebep uzatsın, sonra, … kessin. Sonra da baksın bakalım bu plânı, kendisini öfkelendiren şeyi [kafasındaki takıntıyı] giderecek mi?

Âyetteki, sonra, kessin ifadesinin tümleci mahzuf olup “o yarar sağlamayan şeylere ibâdeti kessin” demektir. Âyetteki ثمّ [sümme/sonra] edatı ise, zamanda sonralığı değil, kelâmda sonralığı ifade eder.

Sebeb, “kendisi ile başkasına ulaşılan şey”dir.[5] Bu durumda sebeb ile الوسيلة [vesîle] eş anlamlıdır. Burada sebeb ile, insanın kendisini tavana asacağı “ip” değil, “Allah'ın rızasını kazanacak yolları araması” kastedilmiştir. Burada sebeb olarak ifade edilen araç, Mâide sûresi'nde vesîle olarak ifade edilmiştir:

Ey iman etmiş olan kişiler! Felâha ermeniz için, Allah'a takvâlı davranın, O'na, yaklaştıracak/ulaştıracak şeyleri arayın ve O'nun yolunda gayret gösterin. (Mâide/35)

Âyetlerde geçen sebeb ve vesîle, “sağlam bir iman ve sâlihâtı işlemek”tir.

Hayır, hayır! Ona itaat etme! Secde et [teslim ol, boyun eğ] ve yakınlaş. (Alak/19)

Ve sizi huzurumuza yaklaştıracak olan, mallarınız ve evlâtlarınız değildir. Ancak kim iman eder ve sâlihâtı işlerse, işte onlar; kendileri için yaptıklarına karşı kat kat karşılık olanlardır. Ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. (Sebe/37)

Yine bedevî Araplardan kimi de vardır ki, onlar, Allah'a ve âhiret gününe inanır ve harcadığını Allah katında yakınlıklar ve Elçi'nin destekleri edinir [sayar]. Gözünüzü açın! Şüphesiz bu, onlar için bir yakınlıktır. Allah onları yakında rahmetine girdirecektir. Şüphesiz Allah, gafûr'dur, rahîm'dir. (Tevbe/99)

Şüphesiz şu, Rabb'lerinin haşyetinden [Rabb'lerine duydukları derin hayranlık ve saygı sonucu O'ndan uzaklaşma korkusundan] tirtir titreyen kimseler, Rabb'lerinin âyetlerine inanan kimseler, Rabb'lerine ortak tanımayan kimseler, şu, şüphesiz kendileri, Rabb'lerine dönecekler diye verdiklerini kalpleri ürpererek veren kimseler; işte onlar, iyiliklerde yarışanlardır ve onun [iyilikler] için önde gidenlerdir. (Mü’minûn/57-61)

Muhâcir ve Ensâr'dan ilk önce öne geçenler ve iyileştirme-güzelleştirme ile onları izleyen kimseler; Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı oldular. Ve O [Allah], onlara, içlerinde temelli kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur. (Tevbe/100)

Öne geçenler de, öne geçenlerdir. İşte onlar [öne geçenler], yaklaştırılanlardır. (Vâkıa/10-11)

Ve yeryüzünde hiçbir dâbbeh/canlı yoktur ki, rızkı Allah'a ait olmasın. O [Allah], onun yerleşik yerini de geçici bulunduğu yeri de bilir. Hepsi apaçık bir kitaptadır. (Hûd/6)

Ve andolsun ki, Biz, sizi güçlü kılmadığımız şeylerde onları güçlü kılmıştık [size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik]. Onlara da kulaklar, gözler ve duygular kılmıştık [vermiştik]. Buna rağmen kulakları, gözleri ve duyguları onlara hiçbir fayda sağlamadı/kendilerinden hiçbir şeyi uzaklaştıramadı. Çünkü onlar Allah'ın âyetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşatıverdi. (Ahkâf/26)

Hayır, hayır! “Ebrâr”ın kaydı, kesinlikle illiyyîn'dedir. –İlliyyîn'in ne olduğunu sana ne bildirdi?– Yaklaştırılmışların tanık olduğu rakamlanmış/yazılmış bir kayıttır! Şüphesiz ki “ebrâr”, elbette naim'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mührü/neticesi misktir. Karışımı tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. –Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.– (Mutaffifîn/18-28)

Âyetteki sema sözcüğü, genellikle “tavan” olarak ele alınmış ve ibareden, kişinin kendisini tavana asarak intihar etmesi anlamı çıkarılmıştır. Hâlbuki burada sema ile, “rahmet ve yardımın kapılarının izafe edildiği yücelik” kastedilmiştir:

Biz, yüzünü semaya evirip çevirdiğini kesinlikle görüyoruz. Artık seni hoşnut olacağın bir kıbleye [hedefe, stratejiye] çevireceğiz. Haydi, yüzünü Mescid-i Harâm yönüne çevir. Siz de, nerede olursanız olun, yüzünüzü onun tarafına çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olan kimseler de kesinlikle, şüphesiz onun, Rabbinden gelen bir gerçek olduğunu bilirler. Ve Allah, onların yapıp durduklarından gâfil değildir. (Bakara/144)

Ve eğer o kentlerin halkı inansalardı ve takvâ sahibi olsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden olan bollukları açardık. Velâkin onlar yalanladılar. Biz de onları kazanmakta oldukları şeyler sebebiyle [yaptıklarına karşılık] yakalayıverdik. (A‘râf/96)

Şu, âyetlerimizi yalanlayan ve onlara karşı büyüklenenlere, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve/halat iğne deliğinden geçmedikçe onlar cennete girmeyeceklerdir. Biz suçluları işte böyle cezalandırırız. (A‘râf/40)

Artık inanan ve sâlihâtı işleyen kimseler; O [Allah], onların ödüllerini tam verecek ve lütfundan onlara fazlalıklar da bağışlayacaktır. Kulluktan çekinip büyüklük taslayan kimseler de, onlara çok acıklı bir azapla azap edecektir. Onlar, kendileri için Allah'ın astlarından bir velî ve bir iyi yardımcı bulamazlar. (Nisâ/173)

Allah, inananlara muhakkak yardım eder:

Ve onlar eğer inansalardı ve takvâlı olsalardı, kesinlikle Allah'tan bir ödül, daha iyi olacaktı. Keşke biliyor olsalardı! (Bakara/103)

Ve eğer insanlar bir tek ümmet olmayacak olsalardı, Biz, Rahmân'ı inkâr eden kimselerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler, onların evleri için kapılar, üzerine yaslanacakları koltuklar ve altından süs eşyaları yapardık. Bunların hepsi basit hayatın kazanımından başka bir şey değildir. Âhiret ise Rabbinin katında takvâ sahipleri içindir. (Zuhruf/33-35)

Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma‘rûfu emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız. Kitap Ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mü’mindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler. (Âl-i İmrân/110)

Yahûdileşmişlerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden/öz anlamlarından değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (Peygamber'e karşı), “İşittik ve karşı geldik/iyice sarıldık”, “dinle, dinlemez olası”, “râinâ” derler. Eğer onlar, “İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet” deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha sağlam/doğru olacaktı; fakat küfürleri [gerçeği kabul etmemeleri] sebebiyle Allah onları lanetlemiştir. Artık pek az inanırlar. (Nisâ/46)

Ve Biz, her elçiyi sadece, Allah'ın izniyle itaat olunsun diye gönderdik. Ve eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmalarını isteselerdi, Rasûl de onlar için bağışlanma isteseydi, kesinlikle Allah'ı tevvâb [tevbeleri çokça kabul eden], rahîm [en çok merhamet eden] bulurlardı. Artık, hayır! Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadıkça ve tam bir güvenlikle güvenlik sağlamadıkça iman etmiş olamazlar. Eğer Biz onlara, “Kendinizi öldürün veya yurtlarınızdan çıkın” diye yazmış olsaydık, içlerinden pek azı hariç, bunu yapmazlardı. Ve eğer onlar, öğütlendikleri şeyleri yapsalardı, elbette kendileri için daha hayırlı ve sebat etmede daha kuvvetli olurdu. (Nisâ/64-66)

Ve eğer Kitap Ehli iman etmiş ve takvâ sahibi olsalardı, kesinlikle onların kötülüklerini örter ve kesinlikle nimeti bol olan cennetlere koyardık. Ve hiç kuşkusuz eğer onlar Tevrât'ı, İncîl'i, ve kendilerine Rabb'lerinden indirileni [Kur’ân'ı] ayakta tutsalardı, elbette üstlerinden ve ayaklarının altından yiyeceklerdi [besleneceklerdi]. Onlardan bir kısmı orta yol tutan [bazısına inanıp bazısına inanmayarak orta yol tutan] bir ümmettir. Ve onlardan çoğunun yapmakta oldukları ne kötüdür! (Mâide/65-66)

Yine o küfretmiş olan kimseler, “Ona Rabbinden bir âyet indirilmeli değil miydi, eğer kendisiyle dağların yürütüldüğü, yerin parçalandığı veya ölülerin konuşturulduğu bir Kur’ân olsaydı…” diyorlar. De ki: “Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtır ve gönülden bağlanan kimseleri; inanan ve kalpleri Allah'ı anmakla yatışan kişileri kendisine kılavuzlar.” Gözünüzü açın! Kalpler yalnız ve yalnız Allah'ı anmakla yatışır/tatmin olur. İman etmiş ve sâlihâtı işlemiş kimseler; tuba [güzellikler, müjdeler] ve güzel dönüş yeri sadece onlar içindir. Aslında emrin tümü Allah'ındır. İman edenler hâlâ anlamadılar mı ki, eğer Allah dilemiş olsaydı, kesinlikle insanların tümüne hidâyet ederdi. İnkâr eden kimseler, Allah'ın vaadi gelinceye kadar, yaptıkları dolayısıyla ya başlarına çetin bir belâ çatacak veya yurtlarının yakınına inecek. Şüphesiz Allah verdiği sözden dönmez/miadını şaşırmaz. (Ra‘d/27-29, 31)

Ve tâğûta kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a yönelen kimseler, kendileri için müjde olanlardır. Haydi, müjdele, sözü dinleyip de en güzeline uyan kullarımı! İşte onlar, Allah'ın kendilerine hidâyet verdiği kimselerdir. Ve işte onlar kavrama yeteneği [temiz akıl sahibi] olanların ta kendileridir. (Zümer/17-18)

17. Şüphesiz o iman etmiş kimseler, Yahûdi olmuş kimseler, Sâbiîler, Hristiyanlar, Mecûsiler ve eş koşmuş olanlar; şüphesiz Allah, kıyâmet günü bunların arasını ayıracaktır. Şüphesiz Allah her şeye en iyi tanıktır.

Bu âyette; Müslüman, Hristiyan, Yahûdi, Sâbiî ve müşriklerin âhiretteki durumları açıklanmaktadır. Her ne kadar burada Müslüman, Hristiyan, Yahûdi, Sâbiî ve müşrikler zikredilmişse de, dinî akım ve mezheplerin tümü bu ifadenin kapsamına girer. Öyleyse Allah, farklı inançlara sahip olan tüm insanların arasını ayıracak, herkes yaptığı işlere göre yargılanacaktır.

Sâbiîler hakkında Bakara sûresi'nde yaptığımız açıklamaya bakılabilir.[6] Mecûsilere gelince: Kur’ân'da sadece bu âyette yer alan Mecûsiler, “ateşperestler”dir. Kur’ân'ın indiği dönemde çoğu İran'da yaşıyordu. Bununla birlikte Yemen, Bahreyn ve Arap Yarımadası'nın kuzey-doğusundaki bazı Arap kabilelerinin de Mecûsilik inancına bağlı olduklarından söz edilir.[7]

18. Göklerde ve yeryüzünde olan kimselerin, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, kıpırdayan canlılar ve insanların çoğunun Allah'a secde ettiklerini görmedin mi? Bir çoğu da üzerlerine azap hakk olmuş olanlardır. Ve Allah kimi hor kılarsa, artık onun için bir yücelten yoktur. Şüphesiz Allah dilediğini işler.

Bu âyette, inançsızların [Yahûdi, Hristiyan Mecûsi, Sâbiî, müşrik] cezalandırılma nedeni açıklanmaktadır. Yeryüzünde her varlık; insanların bir çoğu, ay, güneş, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, kıpırdayan canlılar Allah'a teslim olup O'na boyun eğerken, insanların çoğu yan çizmektedir. İşte bunlar, Allah'ın cezalandıracağı kesimdir.

Evrendeki her şeyin Allah'a teslimiyet gösterdiği birçok âyette bildirmiştir:

Göklerde ve yeryüzünde bulunanların, dizi dizi uçanların [kuşların, arıların, bulutların, boranların] Allah'ı tesbih ettiklerini görmedin mi? Hepsi kendi tesbihini ve salâtını mutlaka bilmektedir. Allah da, onların işlemekte olduklarını en iyi bilendir. (Nûr/41)

Sonra duman hâlinde bulunan göğe yerleşti/egemenlik kurdu da ona ve yeryüzüne, “İsteyerek veya istemeyerek gelin!” dedi. İkisi de, “Biz isteyerek geldik” dediler. (Fussilet/11)

Ve gece, gündüz, güneş ve ay O'nun âyetlerindendir. Güneş'e ve ay'a secde etmeyin. Ve eğer sadece Allah'a kulluk yapıyorsanız, onları yaratmış olan Allah'a secde edin. (Fussilet/37)

Ve yerde ve göklerde olan kimseler ve gölgeleri, ister istemez sabah-akşam [sürekli olarak] yalnızca Allah'a secde ederler. (Ra‘d/15)

Ve göklerde ve yeryüzünde bulunan canlılar ve melekler, kibirlenmeden Allah'a boyun eğerler. Kendilerinin üstündeki Rabb'lerinden korkarlar ve emrolundukları şeyleri yaparlar. (Nahl/49-50)

19-24. Şu ikisi, Rabb'leri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık küfretmiş kimseler; kendileri için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler. Ve “Yakıcı azabı tadın!” Şüphesiz Allah iman eden ve sâlihâtı işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere girdirecek. Onlar orada altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. Onlar, sözden, güzel-hoş olana kılavuzlanmışlardır da. Hem de Hamîd'in [övülmeye layık olan Allah'ın] yoluna kılavuzlanmışlardır.

Bu âyet grubunda iki hasım gruba: mü’minler ve kâfirlere dikkat çekilmiştir. Bunlar arasındaki mesele, Allah'ın varlığı hususunda değil, rabbliği hususundadır. Müşrikler, Allah'ın varlığını kabul ettikleri hâlde O'nun rabbliğini, evrene müdahalesini, terbiye edip eğittiğini, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak birtakım hedeflere götürdüğünü, gelişmeyi programlayıp yönettiğini kabul etmemektedirler.

İşte bu iki gruba ait iki âhiret sahnesi:

• Küfretmiş kimselere ateşten elbiseler biçilir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır; demirden topuzlarla bedenleri dağlanacak, kemikleri kırılacaktır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler. Ve kendilerine, “Yakıcı azabı tadın!” denir.

• Allah, iman eden ve sâlihâtı işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Onlar orada altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. Onlar, sözden, güzel-hoş olana kılavuzlanmışlardır da. Hem de Hamîd'in [övülmeye layık olan Allah'ın] yoluna kılavuzlanmışlardır.

Mü’minler için yapılan, Altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir nitelemesi, o günün anlayışını yansıtmaktadır. Zira bu tür giyim, krallara mahsustur. Böylece mü’minlerin cennette krallar gibi ağırlanacağı beyân edilmektedir.

Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler; Allah'ın ahdini yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan, Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştiren, Rabb'lerine haşyet duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler, Rabb'lerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş, salâtı ikâme etmiş ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak etmiş ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!” (Ra‘d-19-24)

(Onlar) yaptıklarına karşılık olarak; mücevherlerle işlenmiş tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı onların üzerinde yaslanırlar. Üzerlerinde [çevrelerinde], kaynağından doldurulmuş testiler, ibrikler, kadehler –ki ondan ne başları ağrıtılır, ne de akılları giderilir– beğendiklerinden meyveler, canlarının çektiğinden kuş eti ile; süreklileştirilmiş [hep aynı bırakılmış] çocuklar, saklı inciler gibi iri gözlüler dolaşırlar. Orada lağv [boş söz, saçmalama] ve günaha sokan işitmezler. Sadece söz olarak, “Selâm, selâm!” (Vâkıa/15-26)
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
 

Bookmarks

Etiketler
hacc, suresi


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 02:57 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam