hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE TEBYîNÜ'L -KUR'AN İŞTE KUR'AN ve VİDEOLARI Hakkı Yılmaz > İniş Sırası ile Sureler > 94.Hadid Suresi

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 8. August 2010, 11:27 PM   #1
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart Hadid Suresi

94 (57). Hadid Suresi
MEDENÎ, 29 ÂYET

GİRİŞ

Medîne'de inen Hadîd sûresi'nin, 94. sırada indiği kabul edilir. İçeriğinden anlaşıldığına göre bu sûre, Uhud savaşı ile Hudeybiye antlaşması arasındaki bir dönemde nâzil olmuştur.

Adını 25. âyetteki الحديد[hadîd] sözcüğünden alan ve değişik necmlerden oluşan sûrede, imanın gereği olan ve sosyal var oluşun devamlılığının teminatı mesâbesinde bulunan infak üzerinde durulur, kibirli cimriler kınanır, cömert mü’minler övülür. Ayrıca, elçilik müessesesi; elçinin gönderiliş nedeni ve görevleri, inanıp da inançlarının gereğini yapanların dünya ve âhirette ödüllendirileceği, inanmayanların cezalandırılacağı, Kitap Ehlinin yanlış inanç ve davranışları beyân edilmekte, Allah'a tevekkül ederek hayırda yarışa teşvik edilmektedir. Kısacası sûre baştan sona uyarı ve teşvik içermektedir.

https://youtu.be/_hBCPv38WyY Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 265. Bölüm Hadid Suresi 1. Bölüm.

RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA

MEAL:

1. Göklerde ve yeryüzünde bulunan şeyler Allah'ı tesbîh ettiler. Ve O, azîz'dir, hakîm'dir.

2. Göklerin ve yeryüzünün yönetimi sadece O'nundur. O, diriltir ve öldürür. O, her şeye en iyi güç yetirendir.

3. O, evvel'dir [ilktir], âhir'dir [sondur], zâhir'dir [açıktadır], bâtın'dır [gizlidir] ve O, her şeyi en iyi bilendir.

4. O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş üzerine istivâ eden, yerküreye gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilendir. Ve nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir.

5. Göklerin ve yeryüzünün yönetimi yalnızca O'nundur. Ve bütün işler yalnızca Allah'a döndürülür.

6. O, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. O, göğüslerin özünü en iyi bilendir.

7. Allah'a ve Elçi'sine inanın. Sizi, kendisine sonradan sahip kıldığı şeylerden harcayın. Artık sizden, inanan ve harcayan kimseler; kendileri için çok büyük karşılık vardır.

8. Size ne oldu da, Elçi, sizi Rabbinize inanmanız için davet ettiği hâlde Allah'a inanmıyorsunuz? Oysa O, –eğer siz inananlar iseniz– sizden mîsâkınızı [kesin sözünüzü] almıştı.

9. O [Allah], sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetleri indirendir. Ve şüphesiz Allah, size çok şefkatli, çok merhametlidir.

10. Göklerin ve yerin mirası Allah'ın olmasına rağmen neden siz Allah yolunda harcamıyorsunuz? Sizden, fetihten önce harcayan ve savaşan kimse eşit olmaz. Onlar derece bakımından, sonradan infak eden ve savaşan kimselerden daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de “en güzel”i vaad etmiştir. Ve Allah yaptıklarınıza haberdardır.

11. Kimdir o, Allah'a güzel bir ödünç verecek olan kişi ki, Allah da onun için kat kat artırsın! Onun için şerefli bir mükâfât da vardır.

12. O gün, inanan erkekleri ve inanan kadınları nûrları, ellerinin arasında ve sağlarında koşuyor göreceksin. –Bugün müjdeniz, altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacağınız cennetlerdir. İşte bu, çok büyük kurtuluşun ta kendisidir!–

13. O gün münâfık erkekler ve münâfık kadınlar, o iman eden kimselere, “Bize bakın da sizin nûrunuzdan alalım?” derler. Denildi ki: “Arkanıza dönün de nûr arayın!” Sonra da aralarına içinde rahmet, dışında da kendi yönünden azap olan kapılı bir sûr vurulur [çekilir].

14-15. Onlara, “Biz sizinle beraber değil miydik?” diye seslenirler. Onlar [mü’minler], “Evet ama, siz kendi canlarınızı ateşe attınız, gözlediniz, kuşkuya düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. Nihâyet Allah'ın emri gelip çattı. O çok aldatan da sizi, Allah ile aldattı. Bu gün artık sizden fidye alınmaz, kâfirlerden de. Sizin varacağınız yer ateştir. O, size yaraşandır. O, ne kötü bir dönüş yeridir!”

16. İnananlar için hâlâ vakti gelmedi mi ki, kalpleri Allah'ı anmak ve Hakk'tan gelen için ürpersin de, daha önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmiş, dolaysıyla kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu da yoldan çıkmıştır.

17. Allah'ın, yeryüzünü, ölümünden sonra dirilttiğini biliniz. Belki aklınızı kullanırsınız diye Biz, sizin için âyetleri açıkça ortaya koyduk.

18. Şüphesiz sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar ve Allah'a güzel bir ödünç verenler; kendilerine kat kat artırılacaktır. Onlar için çok şerefli bir ödül de vardır.

19. Allah'a ve Elçisi'ne inanan kimseler; işte onlar, Rabb'leri nezdinde sıddîkların ve şehidlerin ta kendilerdir. Onlar için karşılıkları ve nûrları vardır. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler de; onlar cahîm'in ashâbıdırlar.

20. Bilin ki, iğreti yaşam ancak bir oyun, tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünüş, mal ve çocuklar konusunda bir çoğaltma yarışıdır. –Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir.– Âhirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk vardır. İğreti yaşam, aldanış metaından [malından, malzemesinden] başka bir şey değildir.

21. Rabbinizden bir bağışlanmaya, Allah'a ve elçilerine inananlar için hazırlanmış, genişliği gökle yerin genişliği gibi olan cennete müsabaka yapınız. İşte bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Onu dilediğine verir. Ve Allah, büyük lütuf sahibidir.

22-24. Yeryüzünde ve kendilerinin içinde musibetten isâbet eden şeyler, –elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve O'nun [Allah'ın] size verdiği şeylerle şımarmayasınız diye– Bizim onu yaratmamızdan önce, mutlaka bir kitaptadır. Şüphesiz bu, Allah'a göre çok kolaydır. Ve Allah, cimrilik eden ve insanlara da cimriliği emreden kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez. Kim yüz çevirirse de, biliniz ki şüphesiz Allah, ğanî'nin, hamîd'in ta kendisidir.

25. Andolsun ki Biz, elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların hakkaniyeti ayakta tutmaları ve Allah'ın, Kendisine [dinine] ve elçilerine görmeden yardım edenleri belirlemesi için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz, kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar bulunan demiri de indirdik. Şüphesiz Allah, kavî'dir [çok kuvvetlidir], azîz'dir [mutlak üstündür].

26. Ve andolsun, Nûh'u ve İbrâhîm'i elçi gönderdik, peygamberliği ve kitabı bu ikisinin soyları içinde kıldık. Sonra da onlardan bir kısım doğru yolu bulan, onlardan bir çoğu da fâsıklardır.

27. Sonra, bunların izinden ardarda elçilerimizi gönderdik. Meryem oğlu Îsâ'yı da arkalarından gönderdik; kendisine İncîl'i verdik ve o'na uyan kimselerin kalplerine bir şefkat ve merhamet kıldık. Uydurdukları ruhbânlık; onu, onların üzerine Biz yazmadık. Sadece Allah rızasını kazanmak için (ortaya çıkardılar). Sonra da buna gereği gibi riâyet etmediler. Sonra da Biz, onlardan iman eden kimselere karşılıklarını verdik. Onlardan pek çoğu da fâsıklardır.

28-29. Ey iman etmiş kimseler! Allah'a takvâlı davranın, O'nun Elçisi'ne inanın ki, –Kitap Ehli, Allah'ın lütfundan hiç bir şey elde edemeyeceklerini ve şüphesiz lütfun Allah'ın elinde olduğunu, onu dilediğine verdiğini bilsinler diye– O [Allah], size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nûr yaratsın ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. Ve Allah, büyük lütuf sahibidir.

TAHLİL:

1. Göklerde ve yeryüzünde bulunan şeyler Allah'ı tesbîh ettiler. Ve O, azîz'dir, hakîm'dir.

2. Göklerin ve yeryüzünün yönetimi sadece O'nundur. O, diriltir ve öldürür. O, her şeye en iyi güç yetirendir.

3. O, evvel'dir [ilktir], âhir'dir [sondur], zâhir'dir [açıktadır], bâtın'dır [gizlidir] ve O, her şeyi en iyi bilendir.

4. O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş üzerine istivâ eden, yerküreye gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilendir. Ve nerede olursanız olun O, sizinle beraberdir. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir.

5. Göklerin ve yeryüzünün yönetimi yalnızca O'nundur. Ve bütün işler yalnızca Allah'a döndürülür.

6. O, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar. O, göğüslerin özünü en iyi bilendir.

Bu âyetlerde, evrendeki tüm varlıkların Allah'a ait olduğu ve O'nu tesbîh ettiği, evrenin yönetiminin de Allah'a olduğu bildirilmek sûretiyle âlemlerin Rabbi tanıtılmaktadır:

Buna göre:

• Göklerde ve yeryüzünde bulunan şeyler Allah'ı tesbîh etmektedirler.

• Göklerin ve yeryüzünün yönetimi sadece Allah'ındır.

• O, diriltir ve öldürür.

• O, her şeye en iyi güç yetirendir, e iyi hüküm koyandır.

• O, evvel'dir [ilktir], âhir'dir [sondur], zâhir'dir [açıktadır], bâtın'dır [gizlidir] ve O, her şeyi en iyi bilendir

• O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş üzerine istivâ eden, yerküreye gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilendir.

• Nerede olunursa olunsun varlıklarla birlikte olan ve yapılanları en iyi görendir.

• Bütün işler yalnızca Allah'a döndürülmektedir.

• O, geceyi gündüzün içine sokar, gündüzü de gecenin içine sokar.

• O, göğüslerin özünü en iyi bilendir.

Âyetlerin anlamı gâyet açık birlikte birkaç noktaya dikkat çekmek istiyoruz. Paragraf, göklerde ve yerde var olan her şeyin Allah'ı tesbîh ettiğinin beyânı ile başlamıştır, ki tesbîh, “Allah'ı, O'na yakışmayan şeylerden tenzih etmek/uzak tutmak, yani Allah'ı yüceltmek, O'nun her türlü kemal sıfatlarla donanmış olduğunu kavramak ve bunu her vesile ile yüksek sesle söylemek” demektir. Yeryüzündeki varlıkların tesbîhi hakkında İsrâ sûresi'nde yaptığımız açıklamaya bakılabilir.[1] Burada sadece âyeti hatırlatmakla yetiniyoruz:

Yedi gök, yeryüzü ve bunların içinde bulunanlar, Allah'ı tesbîh ederler. O'nu hamd ile tesbîh etmeyen hiç bir şey yoktur. Fakat siz, onların tesbîhlerini iyi kavramıyorsunuz. Şüphesiz ki O, halîmdir, çok bağışlayandır. (İsrâ/44)

Başka âyetlerde yüklem, tesbîh eder şeklinde geniş zaman kipiyle gelmişken, konumuz olan âyette yüklem, tesbîh etti şeklinde geçmiş zaman kipiyle gelmiş ve böylece tesbîhin herhangi bir vakte mahsus olmayıp sürekli olduğuna ve bunun gerçek olduğuna işaret edilmiştir.

Daha sonra Allah zâtını, zaman ve mekân açısından tanıtmıştır. Şöyle ki:

• O, evveldir [ilktir]: Hiç bir şey yok iken Allah vardı, yani O'ndan önce olan hiç bir şey yoktur.

• O, âhirdir [sondur]: O'ndan sonra kalacak olan hiç bir şey yoktur.

• O, zâhirdir [açıktadır]: Sıfatlarının tecellisi olarak meydandadır. Evrende algılanan her şey O'nu gösterir, O'nun imzasını taşır.

• O, bâtındır [gizlidir]: O'nun zatının duyularla bilinmesi ve görünmesi imkânsızdır.

Burada Allah'ın duyularla bilinemeyeceği, O'na alâmetler, âyetler aracılığı ile inanılması gerektiği bildirilmektedir.

Âyetteki, Göklerin ve yeryüzünün yönetimi sadece Allah'ındır ifadesi, birçok sûrede detaylı olarak incelenmişti.

Âyetteki, O, diriltir ve öldürür ifadesiyle Allah, ilk ölümü yaratıp, sonra ölülerden dirileri yarattığını, sonra onları öldürüp yeniden dirilteceğini, Kendisinin bunları yapan, daima yapabilecek bir güce sahip olduğunu bildirmektedir. Buradaki öldürür diriltir ifadesinden, hem evrendeki hem de insan bünyesindeki değişim ve oluşumlar anlaşılabilir.

Burada konu edilen nitelikler şu âyetlerde de zikredilmektedir:

Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş üzerine istiva eden, gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah'tır. İyi biliniz ki yaratma ve emir sadece O'na özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir! (A‘râf/54)

Mülk [hükümranlık] elinde bulunan o zat [Allah], ne cömerttir! Ve O, her şeye güç yetirendir. O, hanginizin amelce daha iyi-güzel olduğunu sınamak için ölümü ve hayatı yarattı. O, azîz'dir, gafûr'dur. O, yedi göğü, birbiri üzerine uyumlu olarak yaratandır. Rahmân'ın yaratmasında bir çatlaklık-uygunsuzluk görmezsin. Haydi gözünü döndür, bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha döndür. Gözün, aciz olarak ve çok bitkin olduğu hâlde sana dönecektir. (Mülk/1-4)

De ki: “Ey mülkün mâliki Allahım! Sen mülkü dilediğin kimseye verirsin, dilediğin kimseden de mülkü çeker alırsın, dilediğin kimseyi güçlü kılarsın, dilediğin kimseyi de zelil edersin. Hayır, Senin elindedir. Şüphesiz Sen, her şeye güç yetirensin! Sen geceyi gündüzün içine sokarsın, gündüzü gecenin içine sokarsın; Sen ölüden diri çıkarırsın, diriden ölü çıkarırsın. Sen dilediğine de hesapsız rızık verirsin.” (Âl-i İmrân/26-27)

Hamd, göklerde olan şeyler, yerde olan şeyler kendisi için olan Allah içindir. Âhirette de hamd yalnızca O'nun içindir. Ve O, hakîm ve habîr'dir. O [Allah], yere gireni ve ondan çıkanı; gökten ineni ve onda yükseleni bilir. Ve O, rahîm'dir, gafûr'dur. (Sebe/1-2)

Âyetteki, Ve nerede olunursa olunsun varlıklarla birlikte olan ve yapılanları en iyi görendir ifadesindeki beraberlik, mekân ve cihet açısından olmayıp, bilgi ve ihata açısındandır. Bu husus, Kaf sûresi'nde [16-18. âyetler] şöyle açıklanmıştı:

ALLAH'IN YAKINLIĞI: Kur’ân'ın buraya kadarki bölümünde, kendisini tanıttığı ifadelerden öğrendiğimize göre Allah'ın zatının kullarına mesafe itibariyle yakınlığı söz konusu değildir. Âyette geçen Allah'ın yakınlığı, mecâzî bir ifadedir. Bu ifade ile kastedilen mana, “insan üzerinde kudret yürütüp bir etki meydana getirme konusunda ona kendisinden daha yakın, daha mâlik, daha çok tasarruf sahibiyiz, onun nefsindeki vesveseyi de ondan daha iyi bilmekteyiz” demektir.

Allah'ın yakınlığı konusu, klâsik kaynakların bazılarında şu şekillerde değerlendirilmiştir:

Allah Teâlâ'nın ilminin kemalini, genişliğini beyândır. Allah ilmi ile ona damarındaki kandan daha yakındır. Çünkü damara bir engel vardır. O, ona gizli kalabilir. Fakat Allah Teâlâ'nın ilmine engel mümkün değildir. Buna şu mana da verilebilir: Kudretimizin eşsizliği itibariyle Biz ona “habl-i verîd”den daha yakınız. Emrimiz onda, damarlarındaki kanın akışı gibi cereyan eder.

Biz ona daha yakınız ifadesi mecâzdır. Bundan maksat, Allah'ın ona ilmen yakınlığıdır. Allah her yerdedir ifadesiyle de O'nun ilminin her yeri kuşatmış olduğu kast edilir. Zira yakınlık mekân ve mesafe itibariyledir; Allah ise mekândan münezzehtir.

Yani, “Biz onun hâlini, ona “habl-i verîd”den daha yakın olandan daha iyi biliriz” demektir. Zatın yakınlığı ile ilmin yakınlığına mecâz yapılmıştır. Çünkü o onun gerekçesidir.[2]

7. Allah'a ve Elçisi'ne inanın. Sizi, kendisine sonradan sahip kıldığı şeylerden harcayın. Artık sizden, inanan ve harcayan kimseler; kendileri için çok büyük karşılık vardır.

8. Size ne oldu da, Elçi, sizi Rabbinize inanmanız için davet ettiği hâlde Allah'a inanmıyorsunuz? Oysa O, –eğer siz inananlar iseniz– sizden mîsâkınızı [kesin sözünüzü] almıştı.

9. O [Allah], sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetleri indirendir. Ve şüphesiz Allah, size çok şefkatli, çok merhametlidir.

10. Göklerin ve yerin mirası Allah'ın olmasına rağmen neden siz Allah yolunda harcamıyorsunuz? Sizden, fetihten önce harcayan ve savaşan kimse eşit olmaz. Onlar derece bakımından, sonradan infak eden ve savaşan kimselerden daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de “en güzel”i vaad etmiştir. Ve Allah yaptıklarınıza haberdardır.

11. Kimdir o, Allah'a güzel bir ödünç verecek olan kişi ki, Allah da onun için kat kat artırsın! Onun için şerefli bir mükâfât da vardır.

Bu paragrafta, nitelikleri ile kendisini tanıttıktan sonra Allah, kullarından istediklerini zikretmiştir.

Bu âyetlerde önce insanlara, Allah'a ve Elçi'sine inanın. Sizi, kendisine sonradan sahip kıldığı şeylerden harcayın. Artık sizden, inanan ve harcayan kimseler; kendileri için çok büyük karşılık vardır diye hitap edilerek, onların âhirete hazırlanmaları istenmiş, sonra da, Size ne oldu da, Elçi, sizi Rabbinize inanmanız için davet ettiği hâlde Allah'a inanmıyorsunuz? Oysa O, –eğer siz inananlar iseniz– sizden mîsâkınızı [kesin sözünüzü] almıştı. O [Allah], sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetleri indirendir. Ve şüphesiz Allah, size çok şefkatli, çok merhametlidir. Göklerin ve yerin mirası Allah'ın olmasına rağmen neden siz Allah yolunda harcamıyorsunuz? Sizden, fetihten önce harcayan ve savaşan kimse eşit olmaz. Onlar derece bakımından, sonradan infak eden ve savaşan kimselerden daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de “en güzel”i vaad etmiştir. Ve Allah yaptıklarınıza haberdardır diye uyarılar yapılmış, paragrafın sonunda da, Kimdir o, Allah'a güzel bir ödünç verecek olan kişi ki, Allah da onun için kat kat artırsın! Onun için şerefli bir mükâfât da vardır denilerek kullar infaka teşvik edilmiştir.

Âyetteki, Sizi, kendisine sonradan sahip kıldığı şeylerden harcayın ifadesiyle, mülkün Allah'a ait olduğu, bunu kullarına hayatlarını idame ettirtmeleri için verdiği vurgulanmış ve aslında Allah'a ait olan şeyleri Allah için harcamaktan kaçınanlar azarlanıp kınanmıştır.

Âyetteki, (Allah,) sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetleri indirendir. Ve şüphesiz Allah, size çok şefkatli, çok merhametlidir ifadesiyle de, inanıp Elçi'ye destek vermelerinin ve infakta bulunmalarının gerekçesi açıklanmıştır. Bütün bunlar, insanların cehâlet, şirk, küfür, mutsuzluk, zulüm, ve fesat gibi karanlıklardan aydınlığa çıkarılması içindir:

Allah, inananların velîsidir [yakın kimsesidir]; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfretmiş kimseler de; onların velîleri tâğûttur ki, kendilerini nûrdan karanlıklara çıkarır. Bunlar, cehennem ashâbıdır. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar. (Bakara/257)

Allah onunla [kitapla] Kendi rızasına uyanları selâmet yollarına kılavuzlar. Onları Kendi bilgisi ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola kılavuzlar. (Mâide/16)

Elif [1], Lâm [30], Râ [200]. Bu, Bizim, insanları Rabb'lerinin izni ile karanlıklardan aydınlığa; Azîz'in, Hamîd'in; göklerde olan şeyler, yeryüzünde olan şeyler Kendisinin olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. Ve dünya hayatını âhirete tercih eden, Allah'ın yolundan çeviren ve onun eğriliğini isteyen şu kâfirlerin, şiddetli bir azaptan dolayı vay hâline! İşte bunlar, çok uzak bir sapıklık içindedirler. (İbrâhîm/1-3)

O, sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size destek verendir. O'nun melekleri de (destek verirler). Ve O, mü’minlere çok merhametlidir. O'na kavuşacakları gün onların selâmlamaları, “selâm”dır. O [Allah] da onlar için saygın bir ödül hazırlamıştır. (Ahzâb/43-44)

Allah onlara şiddetli bir azap hazırlamıştır. O hâlde ey kavrama yetenekleri olan iman etmiş kimseler! Allah'a karşı takvâlı olun. Kesinlikle Allah, iman etmiş ve sâlihâtı işlemiş kimseleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için, size bir öğüt, size Allah'ın açık açık âyetlerini [mucizelerini] okuyan bir elçi indirdi. Ve kim Allah'a inanır ve sâlihi işlerse O [Allah], onu, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlere girdirir. Allah onun için rızkı güzelleştirmiştir. (Talâk/10-11)

7. ve 11. âyetlerde, Allah'a ve Elçi'sine inanın. Sizi, kendisine sonradan sahip kıldığı şeylerden harcayın. Artık sizden, inanan ve harcayan kimseler; kendileri için çok büyük karşılık vardır. Kimdir o, Allah'a güzel bir ödünç verecek olan kişi ki, Allah da onun için kat kat artırsın! Onun için şerefli bir mükâfât da vardır buyurularak, önemine dikkat çekilerek infak teşvik edilmiştir.

10. âyetteki, Göklerin ve yerin mirası Allah'ın olmasına rağmen neden siz Allah yolunda harcamıyorsunuz? ifadesiyle, yeryüzünün son sahibinin Allah olduğu, onun herkesin elinden çıkacağı uyarısı yapılmaktadır, ki bu husus defalarca hatırlatılmıştır:

Şüphesiz Biz yeryüzüne ve onun üzerindeki kimselere vâris olacağız. Ve onlar yalnızca Bize döndürüleceklerdir. (Meryem/40)

Ve Allah'ın, kendilerine fazlından verdiği nimetlere karşı cimrilik edenler, bunun, kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Bilakis o, kendileri için şerrdir. Cimrilik ettikleri şey, kıyâmet gününde boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası yalnızca Allah'a aittir. Ve Allah yaptıklarınıza bilgi sahibidir. (Âl-i İmrân/180)

Ve yalnızca Biz, elbette diriltiriz ve Biz öldürürüz! Ve Biz vâris olacaklarız. (Hicr/23)

Âyetteki, Sizden, fetihten önce harcayan ve savaşan kimse eşit olmaz. Onlar derece bakımından, sonradan infak eden ve savaşan kimselerden daha büyüktür. Bununla beraber Allah hepsine de “en güzel”i vaad etmiştir. Ve Allah yaptıklarınıza haberdardır. Kimdir o, Allah'a güzel bir ödünç verecek olan kişi ki, Allah da onun için kat kat artırsın! Onun için şerefli bir mükâfât da vardır ifadesi, bu âyetlerin Mekke'nin fethi için yapılan hazırlık aşamasında indiğini göstermekte ve infakın en makbulünün, en zor zamanlarda/kara günde yapılan olduğuna dikkat çekmektedir, ki bu kara gün dostları Allah'ın hoşnutluğu ile müjdelenmişlerdir:

Muhâcir ve Ensâr'dan ilk önce öne geçenler ve iyi amellerle onları izleyenler; Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah'tan razı oldular. Ve O [Allah] onlara, içlerinde temelli kalacakları altlarında ırmaklar akan cennetler hazırladı. İşte bu, büyük bir kurtuluştur. (Tevbe/100)

İnfakın önemi ve şekli ile ilgili birçok âyet mevcuttur. Bunlardan bir kaçını hatırlatıyoruz:

Ve Allah yolunda infak yapın, ellerinizi [kendinizi] ellerinizle tehlikeye bırakmayın ve iyileştirin-güzelleştirin. Şüphesiz Allah, iyileştirenleri-güzelleştirenleri sever. (Bakara/195)

Kimdir o kişi ki Allah'a güzel bir ödünç versin de Allah da ona birçok katlarını katlayıversin. Allah darlık da verir, genişlik de verir. Ve yalnız O'na döndürüleceksiniz. (Bakara/245)

Allah, İsrâîloğulları'ndan söz almıştı. İçlerinden on iki nakib [müfettiş/başkan] göndermiştik. Ve Allah demişti ki: “Ben, muhakkak sizinle beraberim. Salâtı ikâme eder, zekâtı verir, peygamberlerime iman eder, onları destekler ve Allah'a güzelce ödünç verirseniz andolsun ki sizin günahlarınızı örteceğim ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere girdireceğim. İşte sizden her kim de, bundan sonra küfrederse, gerçekten dosdoğru yoldan sapmış olur. (Mâide/12)

Eğer Allah'a güzel bir ödünç verirseniz, O, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Ve Allah, en iyi karşılık ödeyen, çok yumuşak davranan, görülebileni ve görülmeyeni bilendir, azîz'dir, hakîm'dir. (Teğâbün/17-18)

Salâtı ikâme edin, zekâtı verin, güzel bir ödünçle Allah'a ödünç verin! Öz benlikleriniz için önden gönderdiğiniz iyiliğin, Allah katında hayrını daha çok, ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan af dileyin! Hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok esirgeyicidir. (Müzzemmil/20)

Ey iman etmiş kimseler! Kazandıklarınızdan, gerek sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden infak edin. Kendinizin göz yummadan alıcısı olamayacağınız pis şeyleri vermeye yeltenmeyin. Ve şüphesiz Allah'ın ğanî ve hamîd olduğunu bilin. Şeytan, sizi fakirlikle korkutur ve size aşırılığı [çirkinliği-hayasızlığı] emreder. Allah ise, size Kendisinden bağışlama ve bol ihsan vaad eder. Ve Allah vâsi'dir [ilmi ve rahmeti sonsuz geniş olandır], en iyi bilendir. O [Allah], dilediğine hikmet [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler] verir. Ve kime hikmet verilirse, gerçekten ona pek çok hayır verilmiştir. Kavrama yetenekleri olanlardan başkası da iyice düşünmez. Nafaka cinsinden neyi infak ettiyseniz veya adak türünden ne adadıysanız şüphesiz Allah onu bilir. Ve zâlimler için herhangi bir yardımcı yoktur. Sadakaları açıkça verirseniz, artık o, ne iyi olur; ve eğer onları gizlerseniz, fakirlere verirseniz artık bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmını kapattırır. Ve Allah, işlemiş olduğunuz şeylere haberdardır. (Bakara/267-271)

Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve son güne inanmadığı hâlde malını insanlara gösteriş için bağışlayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakarak ve eziyet ederek boşa çıkarmayın. İşte onun durumu, üzerinde biraz toprak bulunup da üzerine bir sağanak isâbet ettiği zaman, sağanağın cascavlak olarak bıraktığı kayanın durumu gibidir. Onlar, kazandıklarından hiç bir şey elde edemezler. Ve Allah, kâfirler topluluğuna hidâyet etmez. (Bakara/264)

Kimseden karşılık beklemeden, sadece yüce Rabbinin rızasını umarak, arınmak için malını veren çok takvâlı kişi ondan uzak tutulacaktır. Ve yakında o mutlaka hoşnut olacaktır. (Leyl/17-20)

Sevdiğiniz şeylerden bağışlamadıkça asla birr'e/iyi kimseliğe eremezsiniz. Siz her neyi bağışlarsanız da kesinlikle Allah onu en iyi bilendir. (Âl-i İmrân/92)

Bu pasajın iniş sebebi hakkında şu bilgiler nakledilmiştir:

Âlimler, bir Yahûdinin, bu âyet nâzil olduğunda, “Muhammed'in tanrısı fakir düşmüş olacak ki borç istiyor” diye alay ettiğini, bunun üzerine Hz. Ebû Bekr'in (r.a) onu tokatladığını, derken Yahûdinin bunu Hz. Peygamber'e (s.a) şikâyet ettiğini; Hz. Peygamber'in (s.a), Hz. Ebû Bekr'e (r.a), “Böyle yapmakla ne kasdettin?” dediğini, Hz. Ebû Bekr'in (r.a) de, kendine hâkim olamayıp, onu tokatladığını söylediğini, dolayısıyla Hakk Teâlâ'nın, Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve müşriklerden, nice eziyetler duyup göreceksiniz (Âl-i İmrân/186) âyetinin nâzil olduğunu söylemişlerdir. Muhakkik âlimler şöyle demişlerdir: “Yahûdi bu sözü, Tanrı'nın fakir olabileceğine inandığından ötürü değil de, (Müslümanlarla) istihza için söylemiştir. Onların, Allah fakir, biz ise zenginiz (Al-i İmrân/181) şeklindeki sözleri de aynı mahiyettedir.[3]

12. O gün, inanan erkekleri ve inanan kadınları nûrları, ellerinin arasında ve sağlarında koşuyor göreceksin. –Bugün müjdeniz, altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacağınız cennetlerdir. İşte bu, çok büyük kurtuluşun ta kendisidir!–

13. O gün münâfık erkekler ve münâfık kadınlar, o iman eden kimselere, “Bize bakın da sizin nûrunuzdan alalım?” derler. Denildi ki: “Arkanıza dönün de nûr arayın!” Sonra da aralarına içinde rahmet, dışında da kendi yönünden azap olan kapılı bir sur vurulur [çekilir].

14-15. Onlara, “Biz sizinle beraber değil miydik?” diye seslenirler. Onlar [mü’minler], “Evet ama, siz kendi canlarınızı ateşe attınız, gözlediniz, kuşkuya düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. Nihâyet Allah'ın emri gelip çattı. O çok aldatan da sizi, Allah ile aldattı. Bu gün artık sizden fidye alınmaz, kâfirlerden de. Sizin varacağınız yer ateştir. O, size yaraşandır. O, ne kötü bir dönüş yeridir!”

Bu âyetlerde, uyarı amaçlı olarak mü’minler ve münâfıklara ait âhiret tabloları sergilenmektedir.

• O gün, inanan erkek ve kadınların nûrları, ellerinin arasında ve sağlarında koşuyor görülecektir.

• O günün müjdesi, altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalınacak cennetlerdir.

• İşte bu, çok büyük kurtuluşun ta kendisidir.

• O gün münâfık erkek ve kadınlar, iman edenlere, “Bize bakın da nûrunuzdan alalım?” diye yalvaracaklardır.

• Münâfık erkek ve kadınlara, “Arkanıza dönün de nûr arayın!” denilecektir.

• Sonra da aralarına, içinde rahmet, dışında da azap olan kapılı bir sur çekilecektir.

• Münâfık erkek ve kadınlar, “Biz sizinle beraber değil miydik?” diyecekler.

• Mü’minler de, “Evet ama, siz kendi canlarınızı ateşe attınız, gözlediniz, kuşkuya düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. Nihâyet Allah'ın emri gelip çattı. O çok aldatan da sizi, Allah ile aldattı. Bu gün artık sizden fidye alınmaz, kâfirlerden de. Sizin varacağınız yer ateştir. O, size yaraşandır. O, ne kötü bir dönüş yeridir!” diye karşılık vereceklerdir.

Burada sergilenen tablolar, mahşerde ayırım yapıldıktan sonraki hâdiselerin canlandırılmasıdır. Kâfirler karanlıklar içinde sevk edilirken, mü’minler aydınlık içinde sevk edilmektedir. O gün herkes ışık beklentisi içinde olacaktır:

Ey iman etmiş kimseler! Nasuh [saf, katışıksız; samimi] bir tevbe ile Allah'a tevbe edin. Umulur ki Rabbiniz, Peygamber'i ve o'nunla birlikte iman edenleri utandırmayacağı, nûrlarının önlerinde ve sağlarında koşacağı, “Rabbimiz! Nûrumuzu tamamla, bizi bağışla, çünkü Sen her şeye güç yetirensin” diyecekleri günde sizin kötülüklerinizi örter ve sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere sokar. (Tahrîm/8)

12. âyetteki, Bugün müjdeniz, altlarından ırmaklar akan, içlerinde ebedî kalacağınız cennetlerdir. İşte bu, çok büyük kurtuluşun ta kendisidir ifadesiyle, mü’minler, Allah yolunda samimi ve duyarlı olmaya çağırılmaktadır. Mü’minlerin müjdelenmesine dair birçok âyet mevcuttur:

İnanmış ve sâlihâtı işlemiş kimselere de, “Şüphesiz kendiler için altlarından ırmaklar akan cennetlerin olduğunu” müjdele. Onlar, oradaki herhangi bir meyveden her rızıklandırılışlarında, “Bu, bizim daha önce rızıklandığımız şeydir” derler. Ve onlara onun benzeşenleri verildi. Orada çok temiz eşler de yalnızca onlarındır. Ve onlar, orada sürekli kalanlardır. (Bakara/25)

Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler; Allah'ın ahdini yerine getirirler ve antlaşmayı bozmayan, Allah'ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştiren, Rabb'lerine haşyet duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler, Rabb'lerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş, salâtı ikâme etmiş ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak etmiş ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!” (Ra‘d/19-24)

13. âyetteki, Sonra da aralarına, içinde rahmet, dışında da kendi yönünden azap olan kapılı bir sur vurulur [çekilir] ifadesiyle; geçişin-kaçışın imkansızlığı vurgulanmaktadır. Hümeze sûresi'nde de, O, onların üzerine kilitlenmiştir/kapatılmıştır; uzatılmış direkler içinde şeklinde tasvir edilmişti:

Hayır, hayır... Kesinlikle o, hutame'ye fırlatılıp atılacaktır. Hutame'nin ne olduğunu sana ne bildirdi? (O,) Allah'ın tutuşturulmuş bir ateşidir. O, gönüllerin üzerine tırmanıp çıkar [ulaşır]. O, onların üzerine kilitlenmiştir/kapatılmıştır; uzatılmış direkler içinde. (Hümeze/4-9)

Bu tasvir, Ehl-i Kitabın yabancı olmadığı bir tasvirdir:

O zaman göklerin egemenliği, kandillerini alıp güveyi karşılamaya çıkmış olan on kıza benzeyecek. Bunların beşi akılsız, beşi de akıllıymış. Akılsızlar kandillerini almışlarsa da, yanlarına yağ almamışlar. Akıllılar ise, kandilleriyle birlikte kaplar içinde yağ da almışlar. Güvey gecikince hepsini uyku tutmuş ve dalıp uyumuşlar. Gece yarısı bir ses yankılanmış: “İşte güvey geliyor, onu karşılamaya çıkın!” Bunun üzerine kızların hepsi kalkıp kandillerini tazelemişler. Akılsızlar akıllılara, “Kandillerimiz sönüyor, bize yağınızdan verin!” demişler. Akıllılar, “Olmaz! Hem bize hem size yetmeyebilir. En iyisi satıcılara gidin, kendinize yağ alın” demişler. Ne var ki, onlar yağ satın almaya giderlerken güvey gelmiş. Hazırlıklı olan kızlar, onunla birlikte düğün şölenine girmişler ve kapı kapanmış. Daha sonra gelen öbür kızlar, “Efendimiz, efendimiz! Aç kapıyı bize!” demişler. Güvey ise, “Size doğrusunu söyleyeyim, sizi tanımıyorum” demiş. Bu nedenle uyanık durun. Çünkü o günü ve o saati bilemezsiniz.[4]

Bu pasajın iniş sebebine dair şu bilgiler verilmiştir:

Bu âyetin, hicretten bir yıl sonra münâfıklar hakkında indiği de söylenmiştir. Şöyle ki: Onlar Selmân'dan Tevrât'taki hayret verici hususlardan kendilerine özetmesini istediler. Bunun üzerine, Elif, Lâm, Râ. Bunlar apaçık kitabın âyetleridir... Biz sana bu Kur’ân'ı vahyetmekle en güzel kıssayı sana anlatacağız (Yûsuf/1-3) buyrukları indi. Böylelikle onlara okunan Kur’ân'ın başka kitaplardan daha güzel ve onlar için daha faydalı olduğunu bildirdi. Onlar da Selmân'dan böyle bir şey istemekten vazgeçtiler. Daha sonra yine, birincisinin benzeri bir istekte bulununca bu sefer de yüce Allah'ın, İman edenlerin kalplerinin Allah'ın zikrine ve inen hakka karşı yumuşayarak saygı ile boyun eğecekleri zaman... gelmedi mi buyruğu indi.[5]

Âyetin mü’minler hakkında indiği de söylenmiştir. Sa‘d dedi ki: “Ey Allah'ın Rasûlü! Bize kıssa anlatsan” denince, Biz sana en güzel kıssayı anlatıyoruz (Yûnus/3) buyruğu nâzil oldu. Aradan bir süre geçtikten sonra bu sefer, “Bize bir şeylerden söz etsen” dendi, bu sefer de, Allah sözün en güzelini... indirmiştir (Zümer/23) buyruğu nâzil oldu. Aradan bir süre geçtikten sonra; “Keşke bize hatırlatmada bulunsan, öğüt versen” dediler. Bunun üzerine de, İman edenlerin kalplerinin Allah'ın zikrine ve inen hakka karşı yumuşayarak saygı ile boyun eğecekleri zaman... gelmedi mi? buyruğu indi.[6]
Âyetlerdeki, önlerindeki ve yanlarındaki ışıklar eşliğinde cennete gitmekte olan mü’minlerin, karanlıklar içinde yalvaran ikiyüzlülere, Evet ama, siz kendi canlarınızı ateşe attınız, gözlediniz, şüpheye düştünüz ve kuruntular sizi aldattı. Nihâyet Allah'ın emri gelip çattı. O çok aldatan da sizi Allah ile aldattı. Bugün artık sizden fidye alınmaz, kâfirlerden de. Sizin varacağınız yer ateştir. O, size yaraşandır. O, ne kötü bir dönüş yeridir! şeklinde verdikleri karşılıkta, münâfıkların o hâle düşmesinin nedenleri sayılmıştır. Şöyle ki:

• Münâfıklar bu duruma kendi kendilerini düşürmüşlerdir.

• Kimse onlara zulmetmemiştir.

• Hep, “İleri de bakalım ne yaparız” diye gerçekle yüzleşmekten kaçmışlardır.

• Kur’ân, Elçi ve âhiret hakkında kuşkuya düşmüşlerdir.

• Aldatan da Allah ile, Allah'ı kullanarak, Allah adına yalan uydurarak, “Allah nasıl olsa bağışlayacak” vs. diyerek aldatmıştır.
Âyetteki, Bugün artık sizden fidye alınmaz, kâfirlerden de ifadesiyle, fidye vererek oradan kurtulmanın imkansızlığına dikkat çekilmiştir. Zira, bu âyetlerin muhatapları, paralarıyla her işi gördüren, her kapıyı açtıran varlıklı münâfıklardır.

Müşriklere, münâfık ve kâfirlere âhirette fidye kabul edilmeyeceği onlarca kez bildirilmiştir, ki bunlardan bazıları şunlardır:

Kimsenin kimse yerine bir şey ödemeyeceği, kimseden adl [fidye] kabul edilmeyeceği, şefaatin hiç kimseye yarar sağlamayacağı ve onların yardım olunmadığı güne takvâlı davranın. (Bakara/123)

Ey İsrâîloğulları! Size verdiğim nimeti ve şüphesiz Benim sizi âlemlere fazlalıklı kıldığımı hatırlayın. Ve hiç bir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiç bir kimseden şefaatin kabul edilmediği, kimseden fidyenin alınmadığı ve onların [hiç bir kimsenin] yardım olunmadığı güne takvâlı davranın. (Bakara/47-48)

Şüphesiz ki şu inkâr etmiş ve inkârcı oldukları hâlde de ölen kişilerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altın –onu fidye verseler bile– asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar, dayanılmaz azap kendileri için olanlardır. Onlar için yardımcılardan da yoktur. (Âl-i İmrân/91)

Ve eğer ki, zulüm yapmış olan herkes yeryüzünde ne varsa kendisinin olsa onu feda ederdi [kurtulmalık verirdi]. Ve onlar azabı görünce pişmanlık duyardı. Ve aralarında adalet gerçekleştirildi. Ve onlar hakksızlığa uğramazlar. (Yûnus/54)

Rabb'lerine uyanlar için daha güzeli vardır. O'na uymayanlar ise, yeryüzünde bulunan ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli daha kendilerinin olsa, onu kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte onlar, hesabın kötüsü kendileri için olanlardır. Varacakları yer de cehennemdir. Orası da ne fena yataktır! (Ra‘d/18)

16. İnananlar için hâlâ vakti gelmedi mi ki, kalpleri Allah'ı anmak ve Hakk'tan gelen için ürpersin de, daha önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmiş, dolaysıyla kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu da yoldan çıkmıştır.

17. Allah'ın, yeryüzünü, ölümünden sonra dirilttiğini biliniz. Belki aklınızı kullanırsınız diye Biz, sizin için âyetleri açıkça ortaya koyduk.

18. Şüphesiz sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar ve Allah'a güzel bir ödünç verenler; kendilerine kat kat artırılacaktır. Onlar için çok şerefli bir ödül de vardır.

19. Allah'a ve Elçisi'ne inanan kimseler; işte onlar, Rabb'leri nezdinde sıddîkların ve şehidlerin ta kendilerdir. Onlar için karşılıkları ve nûrları vardır. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler de; onlar cahîm'in ashâbıdırlar.

20. Bilin ki, iğreti yaşam ancak bir oyun, tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünüş, mal ve çocuklar konusunda bir çoğaltma yarışıdır. –Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir.– Âhirette ise şiddetli bir azab, Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk vardır. İğreti yaşam, aldanış metaından [malından, malzemesinden] başka bir şey değildir.

21. Rabbinizden bir bağışlanmaya, Allah'a ve elçilerine inananlar için hazırlanmış, genişliği gökle yerin genişliği gibi olan cennete müsabaka yapınız. İşte bu, Allah'ın, dilediğine verdiği lütfudur. Onu dilediğine verir. Ve Allah, büyük lütuf sahibidir.

Bu âyetler, Allah'ın rahmet tecellilerini ifade etmesinin yanısıra, insanları da kurtuluşa erebilmeleri için akıllarını kullanmaya davet eden beyanname niteliğindedir.

16. âyetteki, Kalpleri Allah'ı anmak ve Hakk'tan gelen için ürpersin de, daha önce kendilerine kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmiş, dolaysıyla kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu da yoldan çıkmıştır ifadesiyle, inananların Yahûdileşmemeleri gerektiğine işaret edilmektedir.

18. âyette konu, sosyal varlığın bekasını sağlayacak olan infak faktörüne getirilerek, Şüphesiz sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar ve Allah'a güzel bir ödünç verenler; kendilerine kat kat artırılacaktır. Onlar için çok şerefli bir ödül de vardır buyurulmuştur. Bu konu 10-11. âyetlerde açıklanmıştı.

19. âyette, Allah'a ve Elçisi'ne inanan kimseler; işte onlar, Rabb'leri nezdinde sıddîkların ve şehidlerin ta kendilerdir. Onlar için karşılıkları ve nûrları vardır. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler de; onlar cahîm'in ashâbıdırlar buyurularak verilen müjde, Nisâ sûresi'nde de geçmiş ve orada ‘sıddîk’ ve ‘şehid’ kelimeleri ile ilgili detay sunmuştuk:

Kim de Allah'a ve Elçi'ye itaat ederse artık onlar, Allah'ın, peygamberlerden, sıddîklardan, şehidlerden ve sâlihlerden kendilerine nimet verdiği kişilerle beraberdir. Ve bunlar arkadaş olarak ne güzeldir! Bu, Allah'tan bir lütuftur. En iyi bilen olarak Allah yeter. (Nisâ/69-70)

20. âyette, Bilin ki, iğreti yaşam ancak bir oyun, tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünüş, mal ve çocuklar konusunda bir çoğaltma yarışıdır buyurularak, dünya yaşamının geçiciliğine ve değersizliğine dikkat çekilmiştir:

Ve basit hayat [dünya hayatı], sadece eğlence ve oyundur. Son Yurt [Âhiret yurdu] ise, takvâlı davrananlar için kesinlikle daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız? (En‘âm/32)

Ve bu iğreti yaşam, sadece bir eğlence ve oyundur. Şüphesiz son yurt ise kesinlikle hayatın ta kendisidir. Keşke onlar, bilmiş olsalardı. (Ankebût/64)

Bu, onların, Allah'ın indirdiğini beğenmeyen kimselere, “Bazı işlerde biz size itaat edeceğiz” demeleri sebebiyledir. Oysa Allah onların gizlediklerini biliyor. (Muhammed/26)

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, en‘âma [etinden ve sütünden yararlanılan hayvanlara] ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet, insanlara süslü-çekici kılındı. Bunlar basit hayatın kazanımıdır. Ve Allah, varılacak güzel yer Kendi katında olandır. De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi?” Takvâ sahibi olan; “Rabbimiz! Şüphesiz biz inandık, artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi Ateş'in azabından koru!” diyen, sabreden, doğru olan, sürekli saygıda duran, infakta bulunan ve seherlerde istiğfâr eden kişiler için Rabb'lerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah'tan hoşnutluk vardır. Ve Allah kulları en iyi görendir. (Âl-i İmrân/14-17)

Dünya hayatının misali, “Bizim gökten indirdiğimiz su gibidir. Ki gökten indirdiğimiz suyla insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Nihâyet yeryüzü süslerini takınıp süslendiği, sahipleri de kendilerinin ona gücü yetenler olduklarına inandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzleyin, ona emrimiz gelivermiştir de ansızın, sanki dün orada hiç bir şenlik yokmuş gibi onu ta kökünden biçivermiştir.” Biz âyetlerimizi düşünecek bir toplum için işte böyle detaylandırırız. Ve Allah, selâm yurduna çağırıyor ve O, dilediği/dileyen kimseye kılavuz olur. (Yûnus/24-25)

Rabb'lerini inkâr eden kimselerin durumu; onların yaptıkları tıpkı fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiç bir şeyi elde tutamazlar. İşte bu, uzak sapıklığın ta kendisidir. (İbrâhîm/18)

Ve sen onlara basit hayatın misalini ver: O [basit hayat], gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sebebiyle yeryüzünün bitkileri birbirine karışmış, sonra da rüzgârın savurup durduğu bir çöp kırıntısı oluvermiştir. Ve Allah her şeye muktedirdir. Mal ve oğullar, basit hayatın süsüdür. Bâkî [kalıcı] sâlihât ise, Rabbinin katında sevapça daha hayırlıdır, ümit bağlama yönünden de daha hayırlıdır. (Kehf/45-46)

Ve şu küfretmiş olan kişilere gelince, onların amelleri, ıssız çöllerdeki serap gibidir ki, susayan onu su zanneder, ona vardığında da orada herhangi bir şey bulamaz. Yanında Allah'ı bulmuştur. Allah ise onun hesabını tastamam ödemiştir. Allah hesabı çok çabuk görür. (Nûr/39)
21. âyetteki, Rabbinizden bir bağışlanmaya, Allah'a ve elçilerine inananlar için hazırlanmış, genişliği gökle yerin genişliği gibi olan cennete müsabaka yapınız ifadesiyle, dünyanın değersiz kazançları için değil, âhiretin sonsuz nimetleri için müsabaka yapılması tavsiye edilmiştir.

Âyette, cennetin genişliğinin, “gökle yerin genişliği gibi” olduğu ifade edilmiştir, ki bu, cennetin sınırını değil, insan aklının ötesinde bir genişliği, sonsuzluğu ifade eder:

Ve Rabbinizden bağışlanmaya, eni göklerle yer kadar olan, bollukta ve darlıkta infak eden, öfkelerini yutan, insanları affeden, çirkin bir hayâsızlık işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyen, –Allah'tan başka günahları bağışlayan kimdir?– yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyen muttakiler için hazırlanmış olan cennete koşuşun. Ve Allah, muhsinleri [iyilik-güzellik üretenleri] sever. (Âl-i İmrân/133-135)

22-24. Yeryüzünde ve kendilerinin içinde musibetten isâbet eden şeyler, –elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve O'nun [Allah'ın] size verdiği şeylerle şımarmayasınız diye– Bizim onu yaratmamızdan önce, mutlaka bir kitaptadır. Şüphesiz bu, Allah'a göre çok kolaydır. Ve Allah, cimrilik eden ve insanlara da cimriliği emreden kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez. Kim yüz çevirirse de, biliniz ki şüphesiz Allah, ğanî'nin, hamîd'in ta kendisidir.

Bu âyetlerde, ekolojik bozukluklar, deprem, yangın, kıtlık, kuraklık salgın, hastalık, ekonomik kriz, iflas, ağrı ve hastalıklar, mal ve can noksanlığı, kaza-bela, hapis, sürgün, yenilgi gibi yeryüzünde ve insan bünyesinde vukû bulan tüm olumsuzluk ve musibetlerin Allah'ın kitabında olduğu beyân edilmektedir. Âyetten açıkça anlaşıldığına göre kullara isâbet edecek her şeyin niçin isâbet edeceği, kullar üzülmesin ve şımarmasın diye önceden bildirilmiştir:

İsâbet eden her musibet, sadece Allah'ın izni ile [bilgisi çerçevesinde] isâbet eder. Kim Allah'a inanırsa, O [Allah] onun kalbini kılavuzlar. Ve Allah her şeyi en iyi bilendir. (Teğâbün/11)

İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/kargaşa ortaya çıktı. (Rûm/41)

Şüphesiz Biz, emâneti [bütünlüğü, kusursuzluğu, mükemmelliği] göklere, yere ve dağlara yaydık-yaygınlaştırdık da, onlar, onu taşımaya yanaşmadılar, ondan [bütünlüğün, kusursuzluğun, mükemmelliğin alıp götürülmesinden] korktular. Ve onu insan taşıdı [ona ihânet etti]. Şüphesiz o [insan], çok zâlim ve çok câhildir. (Ahzâb/72)

Kendilerine, “Elinizi çekin, salâtı ikâme edin, zekâtı verin” denilenleri görmedin mi? Sonra savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, Allah'ın haşyeti gibi yahut haşyetçe daha şiddetli olarak insanlara haşyet duyarlar. Ve “Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?” dediler. De ki: “Dünyanın kazanımı, çok azdır. Âhiret ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz “bir hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik kadar” bile hakksızlığa uğratılmayacaksınız. Her nerede olursanız olun ölüm size yetişir, son derece sağlam kaleler içinde bulunsanız bile.” Ve onlara bir iyilik isâbet ederse, “Bu, Allah'tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa, “Bu, sendendir” derler. De ki: “Hepsi Allah'tandır.” Bunlara rağmen bu topluma ne oluyor ki, hepten söz anlamaz olayazıyorlar? Sana iyilikten-güzellikten isâbet eden şeyler, işte Allah'tandır. Sana kötülükten isâbet eden şeyler de senin kendindendir. Ve Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik. İyi bir tanık olarak da Allah yeter. (Nisâ/77-79)

Ve siz, Allah'ın bilgisi ile düşmanlarınızı doğrarken O [Allah], size olan vaadini doğru olarak gerçekleştirdi. Allah size sevdiğiniz şeyleri gösterdikten sonra zaafa düştünüz, o iş hakkında çekiştiniz ve isyan ettiniz. Sizden kimi dünyayı istiyordu, kiminiz de âhireti istiyordu. Sonra O [Allah] sizi, belâlandırmak [denemek] için onlardan geri çevirdi ve kesinlikle sizi bağışladı. Ve Allah mü’minlere karşı çok lütuf sahibidir. (Âl-i İmrân/152)

Ve size musibetten isâbet eden şeyler, işte kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. O da çoğunu affediyor. (Şûrâ/30)

Buna rağmen eğer onlar yüz çevirirlerse bilsinler ki, Biz seni onların üzerine bir bekçi olarak göndermedik. Sana düşen sadece tebliğdir. Ve Biz, şüphesiz insana tarafımızdan bir rahmet tattırdığımız zaman ona sevindi; eğer elleriyle yaptıkları yüzünden kendilerine bir kötülük isâbet ederse de, o zaman görürsün ki şüphesiz o insan çok nankördür. (Şûrâ/48)

Onlar kendilerine, meleklerin gelmesinden veya Rabbinin emrinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar! Kendilerinden öncekiler de böyle yapmışlardı. Ve Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendilerine zulmetmişlerdi. Bunun için, sonunda yaptıklarının kötülüğü [cezası] kendilerine isâbet etti. Alay edip durdukları şey de kendilerini kuşattı. (Nahl/33-34)

Ve kazandıklarının kötülükleri onlar için meydana çıkmış ve kendisiyle alay edip durdukları şeyler, kendilerini çepeçevre sarmıştır. (Zümer/48)

Sonunda kazandıkları şeylerin kötülükleri, kendilerine isâbet etti. Şunlardan o zulmetmiş olan kimseler; onların da kazandıkları şeylerin kötülükleri kendilerine isâbet edecektir. Ve onlar aciz bırakanlar değildir. (Zümer/51)

Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman da, onunla şımarırlar. Ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle kendilerine bir kötülük isâbet ederse, hemen onlar umutsuzluğa düşerler. (Rûm/36)

Ve Biz, seslendiğimiz zaman, Tûr'un [dağın] yanında da değildin. Bilakis senden önce kendilerine uyarıcı [peygamber] gelmeyen bir kavmi uyarman için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine uysak ve mü’minlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye Rabbinden bir rahmet olarak (orada geçenleri sana bildirdik/seni elçi olarak gönderdik). (Kasas/46-47)

Burada ifade edilmek istenen şudur: Herkese, başına gelecek şeyler daha evvel bir kitapla bildirilmiş, herkes uyarılmıştır; yani, ateşin yaktığı, suyun boğduğu… öğretilmiştir. Kim elini yakarsa, kendisi yakmıştır; “Kendim ettim kendim buldum” der teselli olur, üzülmez. İradesi dışında ateşe atılan yakılan kimse de, Allah'ın kendisini denediğini kabul ederek sabreder yine üzülmez:

Ve de kesinlikle Biz, sizi korkudan, açlıktan bir şeylerle; ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile belâlandıracağız [imtihan edeceğiz]. Kendilerine bir musibet geldiği zaman, “Biz şüphesiz Allah'a aidiz ve yalnız O'na döneceğiz” diyen şu sabredenleri de müjdele! İşte onlar; Rabb'lerinden, birtakım destekler ve rahmet kendilerinedir. İşte onlar, hidâyete erenlerin de ta kendisidir. (Bakara/155-157)

25. Andolsun ki Biz, elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların hakkaniyeti ayakta tutmaları ve Allah'ın, Kendisine [dinine] ve elçilerine görmeden yardım edenleri belirlemesi için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz, kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar bulunan demiri de indirdik. Şüphesiz Allah, kavî'dir [çok kuvvetlidir], azîz'dir [mutlak üstündür].

26. Ve andolsun, Nûh'u ve İbrâhîm'i elçi gönderdik, peygamberliği ve kitabı bu ikisinin soyları içinde kıldık. Sonra da onlardan bir kısım doğru yolu bulan, onlardan bir çoğu da fâsıklardır.

27. Sonra, bunların izinden ardarda elçilerimizi gönderdik. Meryem oğlu Îsâ'yı da arkalarından gönderdik; kendisine İncîl'i verdik ve o'na uyan kimselerin kalplerine bir şefkat ve merhamet kıldık. Uydurdukları ruhbânlık; onu, onların üzerine Biz yazmadık. Sadece Allah rızasını kazanmak için (ortaya çıkardılar). Sonra da buna gereği gibi riâyet etmediler. Sonra da Biz, onlardan iman eden kimselere karşılıklarını verdik. Onlardan pek çoğu da fâsıklardır.

Bu âyetlerde, Allah'ın rahmeti gereği insanlar için yaptıklarının bir bölümü; yukarıda konu edilen, musibetlerin kitapta yer alışı beyân edilmektedir. Buna göre Allah, insanların dünya ve âhirette kendilerini musibetlerden koruyabilmeleri için onlara iyiyi-doğruyu, yararlıyı-zararlıyı öğretecek apaçık kitabı, kitabın içinde de insanları dünya ve âhirette tüm musibetlerden kurtaracak ilkeleri indirdiğini ve elçi gönderdiğini bildirmektedir. Burada, elçiliğin misyonun da ortaya konulmuştur.

Âyetten açıkça anlaşıldığına göre elçilerin görevi, sadece tebliğ edip kenara çekilmek değil; ilâhî ilkeleri yaşatmak için organize olmak, Allah'tan gelen ilkeleri hayata geçirerek insanları zulümden, kargaşadan, kan dökmekten kurtarmak, mutlu ve huzurlu yaşamalarını sağlamaktır.

25. âyetteki, Allah'ın, Kendisine [dinine] ve elçilerine görmeden yardım edenleri belirlemesi için ifadesiyle, inananların Allah'ın dininin yayılmasında görev almaları gerektiğine işaret edilmiştir. Öyleyse her mü’min, Allah'ın dininin yayılması için yardımcı olmak durumundadır, ki böylece Allah da onlara yardım eder:

Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz, O'da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar. (Muhammed/7)

Sonra Îsâ, onlardan inkârcılıklarını sezince, “Allah yolunda benim yardımcılarım kimlerdir?” dedi. Havariler, “Allah'ın yardımcıları biziz, biz Allah'a iman ettik, bizim şüphesiz müslimler olduğumuza tanık ol. Rabbimiz! Biz senin indirdiğine iman ettik, Elçi'ye de uyduk. Artık bizi şahitlerle beraber yaz” dediler. (Âl-i İmrân/52-53)

Ey iman etmiş kişiler! Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu Îsâ havarilere, “Allah'a benim yardımcılarım kimdir?” demişti. Havariler, “Allah'ın yardımcıları biziz” dediler. Sonra İsrâîloğulları'ndan bir zümre inandı, bir zümre inkâr etti. Sonra da Biz inanmış kimseleri, düşmanlarına karşı destekledik de onlar üstün geldiler. (Saff/14)

DEMİR

Biz, kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar bulunan demiri de indirdik buyruğunda zikri geçen demirin indirilmesi, iki şekilde anlaşılabilir:

A) Demirin indirilmesi, –Zümer/6'daki gibi– “demirin yaratılması” anlamına alınabilir:

O, sizi tek bir nefisten yarattı, sonra ondan eşini kıldı [yaptı]. Ve sizin için hayvanlardan sekiz eş indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, yaratılıştan sonra bir yaratılışla yaratıyor. İşte bu, mülk [krallık/hâkimiyet] yalnız Kendisinin olan Rabbiniz Allah'tır. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Öyleyse, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? (Zümer/6)

B) Demirin indirilmesi, “demirin gerçekten indirilmesi” anlamına alınabilir.

Zira dünyadaki mevcut demirin yer küreye sonradan; uzaydaki diğer gök cisimlerinden indirildiği biliniyor. Bu durumda Kur’ân'ın evrensel bir mucizesi daha ortaya çıkmış olur.

Kur’ân'da geçen inzâl fiili, genellikle dünya dışından yapılan indirme ve gelişleri ifade eder. İnzâl fiili, dünyadaki bir yaratılışın dünya dışındaki oluşumlar sayesinde meydana geldiğini anlatır. Dünyanın ilk sıcaklığı demirin oluşumuna uygun değildir. Hatta güneş tipi orta büyüklükte yıldızlar bile demirin üretimi için yeterli ısıya sahip değildir. Bu yüzden demir, sırf dünyaya değil, güneş sistemine bile indirilmiştir [inzâl edilmiştir]. Şu anda dünyada var olan demir, güneş sistemine yüksek ısılı yıldızlardan gelmiştir. Kur’ân'ın demirin oluşumunu anlatırken inzâl fiiliyle “indirilme” olayına dikkat çekmesi mucizevî niteliktedir.[7]

Demir dünya üzerindeki üçüncü en yaygın elementtir ve yer kabuğunun % 5'ini oluşturur. Demir elementi, dünyada bu kadar fazla miktarda bulunmasına karşın, demirin oluşumu dünya dışında gerçekleşmiştir. Modern astronomik bulgular, dünyadaki demir madeninin dış uzaydaki dev yıldızlardan geldiğini ortaya koymuştur.[8]

Âyette demir, “kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar bulunan” diye nitelenmiştir. Gerçekten demir, insanın iğneden otomobile, ondan devasa yapılara her türlü kişisel, ziraî, sınaî, askerî gereksinimin temel maddesidir. Kükürt ve oksijen gibi metallerle kolayca birleşir. Başka herhangi bir metalden çok daha büyük miktarlarda, alaşımlarda kullanılır. En yararlı ve ucuz metallerden biri olan çelik de demire küçük bir miktar karbon katılmasıyla elde edilir. Tüm bitkilerin, hayvanların ve insanların, yaşamak için demire ihtiyaçları vardır. İnsanlarda en büyük demir yüzdesi, kırmızı kan hücrelerinde bulunur. Hemoglobinin temel bölümlerinden birini oluşturur. Kaslarda ve dokularda, küçük miktarlar hâlinde bulunur. Demirin tıptaki en önemli kullanım yeri, hipokromik kansızlıkların tedavisindedir. Demir eksikliği durumu, hemoglobin oluşumunu engeller ve kırmızı kan hücrelerinin öteki işlevlerini yerine getirmesini de güçleştirir. Çok sayıdaki demir bileşiklerinden herhangi biri tedavide kullanılabilir. Dünyada altının yokluğu, kimseye bir zorluk çıkarmaz, ama demirin yokluğu insanın belini büker.
MİZÂN

Âyette geçen mizan, “adalet ilkeleri”dir. Bu hususa şu âyette işaret edilmiştir:

Allah, bu kitabı ve teraziyi/ölçüyü hakkla indiren Zat'tır. Ve sana ne bildirir ki, belki de o Sâ‘at [kıyâmet] çok yakındır! (Şûrâ/17)

Bu paragrafta, Uydurdukları ruhbânlık; onu, onların üzerine Biz yazmadık. Sadece Allah rızasını kazanmak için (ortaya çıkardılar) ifadeleriyle dikkat çekilen dikkat çekilen ruhbânlık üzerinde biraz durmak istiyoruz.

RUHBÂNLIK

الرّهبان [ruhbân] sözcüğü, رهبة [rehbet], رهب [rühb] ve رهب [rehb] köklerinden türemiştir. Sözcüğün kök anlamı “korkmak” demektir.[9] Kullanıldığı âyetler dikkate alındığında sözcüğün, “mutlak korku” anlamında olmayıp, “sakınmayla, tedbirli ve ihtiyatlı olmayla, tedirginlikle birlikte korkma” anlamında olduğu anlaşılır. Sözcük anlamıyla Kasas/32 [الرهب/er-rehb], Haşr/13 [رهبة/rehbeten], Enbiyâ/90 [reheben], A‘râf/154 [ترهبون/türhibûne], Bakara/40 [فرهبون/ferhebûnî], Nahl/51 [ferhebûni], Enfâl/60'ta [ترهبون/türhibûne] yer alır.

İsm-i fâili olan râhib sözcüğü, “sakınmayla, tedbirli ve ihtiyatlı olmayla, tedirginlikle birlikte korkan, çekinen kimse” demek olup çoğulu رهبان'dır [rahbân-ruhbân'dır] ve رهبانيون'dur [ruhbâniyyûn'dur]. Bu durumda ruhbânlık, “çekingen bir hayat sürme” demektir.

KAVRAM OLARAK RUHBÂNLIK

Ruhbânlık, “daha fazla ibâdet, daha fazla zühd hayatını seçmek” demektir. Genel anlamda, “dünyadan el-etek çekmek, ibâdet ile meşgul olmak”tır. Ruhbânlar bu anlayışla, evlenmeyi hoş görmez ve dünya işlerine önem vermezler, akıllarınca rûhu yüceltmeyi ön planda tutarlar.

Kur’ân-ı Kerîm, dinde ruhbânlığı, yani dini daha iyi yaşamak için bir tarafa çekilmeyi, nefsi en doğal ihtiyaçlardan bile mahrum etmeyi icat edenleri ve bunu sürdürenleri tenkit eder:

Sonra, bunların izinden ardarda elçilerimizi gönderdik. Meryem oğlu Îsâ'yı da arkalarından gönderdik; kendisine İncîl'i verdik ve o'na uyan kimselerin kalplerine bir şefkat ve merhamet kıldık. Uydurdukları ruhbânlık; onu, onların üzerine Biz yazmadık. Sadece Allah rızasını kazanmak için (ortaya çıkardılar). Sonra da buna gereği gibi riâyet etmediler. Sonra da Biz, onlardan iman eden kimselere karşılıklarını verdik. Onlardan pek çoğu da fâsıklardır. (Hadîd/27)

Ey iman etmiş kişiler! Kesinlikle, hahamlardan, rahiblerden bir çoğu insanların mallarını hakksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Ve kesinlikle altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar; hemen olara acıklı bir azabı müjdele! (Tevbe/34)

Ruhbânlık, târihî akış içerisinde Hristiyan din adamlarının daha iyi teşkilatlanmalarını ve daha etkin çalışmalarını sağlayan bir kurum hâline gelmiştir. Hristiyan geleneğinde özel bir sınıf olan, din konusunda özel yetkileri bulunan Ruhbânlar, dini temsil eder ve din adına karar verirler. Kur’ân'ın ifadesiyle onlar kendilerini ilâhlık ve rabblık makamına çıkartan kimselerdir. Kendilerine de, “Rûhânîler” de denilen bu kimseler, Allah ile kullar arasında aracı durumundadırlar.

Câhil zümreler, rûhbânlara hakk etmedikleri nitelikleri yakıştırdılar ve onların din adına söylediklerini itirazsız kabul ettiler. Kur’ân bu hususa şöyle işaret eder:

Onlar, Allah'ın astlarından bilginlerini, rahiblerini ve Meryem oğlu Îsâ'yı kendilerine rabbler edindiler. Oysa onlar sadece bir tek olan ilâh'a ibâdet etmekle emrolunmuşlardı. Allah'tan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, müşriklerin ortak koştuğu şeylerden de münezzehtir. (Tevbe/31)

Ruhbânlar, halka bir şeyi emrettikleri, haram ya da helâl kıldıkları zaman insanlar bunu kabul eder ve Allah'ın o konudaki hükmünü düşünmezler. Bu gibi insanlar Allah'ın dinine ve hükümlerine değil, kişilere tâbi olurlar; Allah'a rağmen onların peşine düşerler. Bu ise, İslâm'ın şirk saydığı sapık bir inançtır.

İslâm'ın ilk yıllarında Müslümanlara karşı iyi davranan rahibler Kur’ân'da övülmüştür:

Sen kesinlikle iman eden kişilere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak Yahûdileri ve ortak koşan kimseleri bulursun. Ve kesinlikle iman eden kimselere sevgi bakımından en yakın olarak da, kendi içlerinde keşişler ve rahibler olduğundan ve onlar büyüklük taslamadıklarından “Biz Hristiyanlarız” diyen kimseleri bulursun. (Mâide/82)

İslâm'da ruhbânlık ve ruhbanlığa ihtiyaç yoktur. Müslümanlar daha iyi ibâdet edebilmek için bir köşeye çekilmek durumunda olmadıkları gibi, mübah olan şeyleri kendilerine haram da kılamazlar. Bilakis, dinlerini hayatın akışı içerisinde toplumla beraber doğal bir şekilde yaşarlar.

İslâm'da ruhbân sınıfı da yoktur. Bütün Müslümanlar din önünde eşittir. Hiç kimsenin din adına bir ayrıcalığı olmadığı gibi, hiç kimsenin başkalarını İslâm'a kabul etme, İslâm'dan çıkarma veya günahını bağışlama yetkisi de yoktur.

Kimi Müslümanların, hocasını, üstadını, şeyhini veya liderini dinin temsilcisi sayması, onların her dediğini dini bir emir gibi algılaması ve onların masum ve lâyüs’el olduklarına inanması ise, Hristiyanlardaki sapıklığın Müslümanlardaki yansımasıdır.

Takvâ, İslâmî ölçüler içerisinde yaşanmalıdır. İfrat ve tefrit, telafisi mümkün olmayan zararlar getirir, kişiyi şirke bulaştırır.
Âyetteki, Uydurdukları ruhbânlık; onu, onların üzerine Biz yazmadık ifadesiyle, kendi kendine din uyduranlar kınanmaktadır. Rabbimiz din adına her ne ilke koyduysa, hepsi insan fıtratı çerçevesindedir; aşırılıklar ilâhî ilke olmaktan uzaktır:

Ey Ehl-i Kitap! Dininizde aşırılığa gitmeyin. Ve Allah hakkında gerçek dışı bir şey söylemeyin. Meryem oğlu Îsâ Mesih, sadece Allah'ın elçisi ve Meryem'e ilka ettiği/ulaştırdığı kelimesi ve Kendisinden bir rûhtur. Artık Allah'a ve elçilerine inanın. Ve “Üçtür” demeyin. Son verin, sizin için daha iyi olur. Allah, ancak bir tek ilâhtır. O, Kendisi için bir çocuk olmasından arınmıştır. Göklerde olan şeyler ve yeryüzünde olan şeyler yalnızca O'nundur. Vekîl olarak Allah yeter. (Nisâ/171)

De ki: “Ey Kitap Ehli! Dininizde aşırılığa; hakktan başkasına gitmeyin. Daha evvel sapmış, bir çoklarını sapıtmış ve yol'un ortasından uzaklaşmış toplumun tutkularına da uymayın.” (Mâide/77)

28-29. Ey iman etmiş kimseler! Allah'a takvâlı davranın, O'nun Elçisi'ne inanın ki, –Kitap Ehli, Allah'ın lütfundan hiç bir şey elde edemeyeceklerini ve şüphesiz lütfun Allah'ın elinde olduğunu, onu dilediğine verdiğini bilsinler diye– O [Allah], size rahmetinden iki pay versin, sizin için ışığında yürüyeceğiniz bir nûr yaratsın ve sizi bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. Ve Allah, büyük lütuf sahibidir.

Bu âyetlerde muhatap alınan mü’minlere, Allah'a ve Elçisi'ne güvenerek sabırla görevlerini sürdürdükleri takdirde çifte ödüle sahip olacakları müjdelenmektedir; ki sabırlılara çifte ödül verileceği daha evvel de ifade edilmişti:

Ondan [sözden; vahiyden, Kur’ân'dan] önce kendilerine kitap verdiğimiz kimseler; onlar, ona [söz'e; vahye, Kur’ân'a] da inanırlar. Ve onlara o [söz; vahiy, Kur’ân] okunduğu zaman onlar, “Biz ona [söz'e] inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden gelen gerçektir. Kesinlikle biz ondan önce teslim olanlardık [Müslümanlardık]” dediler. İşte onlar; sabretmelerinden ötürü onların mükâfatları iki kere verilecektir. Ve onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler. (Kasas/52-54)

Bu âyetlerde, hakikatin bütün açıklığıyla ortada olmasına rağmen Rasûlullah'a ve Kur’ân'a iman etmeyen Kitap Ehline mesaj verilmektedir. Târih kayıtlarına göre Yahûdiler, bir peygamberin gelmesini beklemekteydiler. Ancak bu Peygamber Araplar arasından çıkınca o'nu inkâr ettiler. Onun için burada, Kitap Ehli, Allah'ın lütfundan hiç bir şey elde edemeyeceklerini ve şüphesiz lütfun Allah'ın elinde olduğunu, onu dilediğine verdiğini bilsinler diye buyurularak Kitap Ehline gönderme yapılmıştır.

Allah, doğrusunu en iyi bilendir.



[1] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 4, s. 346-348.

[2] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 2, s. 99-100.

[3] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb.

[4] Matta, 25:1-13.

[5] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[6] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[7] Kur’ân Araştırmaları Grubu, Kur’ân hiç Tükenmeyen Mucize.

[8] Ansiklopediler.

[9] Lisân, “Rhb” mad.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
hadid, suresi


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 05:17 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam