hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > BİLİM VE TEKNOLOJİ > Bilim ve Teknik

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 26. April 2011, 05:21 PM   #1
pramid
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
pramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud of
Standart kurandan uzaklaşmada bilim kisvesi

Kurana atfedilen bilimsel yalanları inceleyeceğiz. Kuranın gerçek amacından saptırmak için yapılan çalışmanın bariz örneklerinden bir kısmını bakalım.



KURAN BİLİM KİTABI DEĞİL ÖĞÜT VE DERS KİTABIDIR.

DEMİRİN İNDİRLMESİ

”Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik… (Hadid Suresi, 25)(…)


Ağızları eğip bükerek Kitabın gerçek amacından saptıranların en bariz örneği bu ayetlerde görülecektir.

Hadid/25′te geçen ”enzelna” kelimesinin ”indirdik” anlamına gelebildiği de bilinmektedir. Aslı ise bahşetmek, nimet olarak vermek anlamındadır. Ancak sözün doğru anlamını (yani söyleyenin ne kastettiğini) anlamak için hiçbir zaman kelimelerin tek tek sözlük anlamına bakılmaz; cümle içerisindeki bağlamı, somut kullanılış şekli ve diğer cümlelerde nasıl kullanılmış olduğu gibi noktalar dikkate alınır.

Mucize iddaicıları buradaki ”enzelna” kelimesini sözlük anlamında olduğu gibi ”indirdik” -hem de ”dış uzaydan indirdik”- olarak yorumlamaktalar. Peki, gerçekten öyle midir? Şayet kelime ”gökyüzünden ya da uzaydan indirme” anlamına geliyorsa Kuran’ın başka bir bölümünde nasıl yer almaktadır. Kısaca bir göz atalım ve ”enzelna” sözcüğü yerine meali gereği ”indirdik” koyarak okuyalım:

enzelnâ-lhadîde. (Hadid 25)
Demiri indirdik.

vezallelnâ ‘aleyhimu-lġamâme veenzelnâ ‘aleyhimu-lmenne ve-sselvâ. (Araf 160)
Onlara kudret helvası ve bıldırcın eti indirdik.

enzele lekum mine-l-en’âmi śemâniyete ezvâ (Zümer/6)
Sizin için davarlardan sekiz çift indirdik.

Şayet bu kelime ”Dünya dışında oluştu”, ”uzaydan indirdik” anlamı taşıyorsa o zaman bıldırcın, kudret helvası, davar ve hattâ bazı ayetlerdeki elbise gibi şeylerin de uzaydan geliyor olması gerekir. Sadece ”enzelna” kullanılan yerlerin karşılaştırılması bile mucize iddiacılarının nasıl bir çarpıtma ve akıl fukaralığı içinde olduklarını göstermeye yeter.


İddianın Tutarsızlığı

Fakat biz yine de mucize iddiacılarının yorumunun doğru olduğunu yani ayetteki cümleden gerçekten de ”demiri gökten/uzaydan indirdik” anlamının kastedildiğini varsayalım. Durum böyle olsa bile bu ayetle söz konusu bilimsel bulguları ilişkilendirmek mümkün değil.

Bunun için mucizecilerin bu çarpıtmaya temel gösterdikleri bilimsel gerçeklere bir göz atmak da gerekiyor. Evrendeki tüm maddelerin kimyasal yapısında –yaklaşık olarak- % 70-73 hidrojen, % 25 helyum ve % 2 de diğer ağır elementler bulunur. Ağır elementlerin hepsi yıldızların içinde evrimle oluşmuş ve uzaya atılmıştır. Keza bunların füzyonu için gerekli ısı ancak bu yıldız patlamalarından elde edilebilir. Dünyamız bu oluşumu sağlayacak sıcaklığa erişemez.

O hâlde sadece demir değil pek çok diğer element de Dünyamızın oluşumundaki toz ve gaz bulutunun içinde yer almaktaydı; Dünyamız demiri de içinde bulunduracak şekilde katılaştı ve kabuklaştı. Demek ki Dünyamızın oluşumu sırasında zaten içinde demir vardı ve bugün de element yapısının % 5 i demirdir.

Dünya’nın oluşumu sırasında erimiş hâlde olan ağır metaller Dünya’nın merkezinde (biz ona çekirdek diyoruz) toplanmışlar ve yoğun bir şekilde çekirdeği oluşturmuşlardır. Bu çekirdeğin üzerinde “magma” diye tarif ettiğimiz ve viskozitesi yüksek yoğun bir sıvı bulunmaktadır. Bu mantonun üzerinde de yerkabuğu vardır. Bütün madenler yerkabuğundan elde edilmektedir. Yerkabuğundaki bu madenlerin oluşmasında en temel sebep magmadır. Çeşitli sebeplerle yeryüzünde bulduğu boşluklardan fışkıran magma atmosferik, kimyasal ve fiziksel etkilerle soğuyarak yerkabuğunu ve belirli yoğunluklarda bulunan madenleri oluşturmuştur.

O halde ”demirin Dünya’ya indirilmiş olması” söz konusu olamaz. Demir, gezegenimizin oluşum sürecinde zaten vardı. Yani doğumundan itibaren Dünya’da demir hep vardı; sonradan uzaydan indirilmedi. Ayrıca Dünya’nın oluşumu sırasındaki toz ve gaz bulutunun içinde bulunan demir dışındaki birçok element de güneş sistemimiz dışındaki patlamalar sonucu oluşmaktaydı.

Sonuç olarak Kuran’da ”Demiri gökten/uzaydan indirdik” yazıyor olması hiçbir bilimsel bulguyla bağdaştırılamaz. Çünkü, zaten bu bilgilerin dayandığı temel olan bilime göre demir Dünya’ya indirilmemiştir; Dünya’nın ve Güneş Sistemi’ndeki diğer gezegenlerin oluşumundan önce Güneş Sistemi dışındaki büyük patlamalar sonucu oluşmuştur. Patlamalarla ortaya çıkan toz ve gaz bulutları da gezegenimizi oluşturmuştur. Dolayısıyla patlamalarla ortaya çıkan demir için henüz ”indirdik” denebilecek bir Dünya ortada yoktur. Üstelik tüm bunlar sadece demir için değil diğer birçok element için de geçerlidir.

Hadid/25′teki ilgili sözcüğün anlamının ”gökten/uzaydan indirdik” olarak kabul edilmesi bir sorundur. Çünkü bu durumda Kuran’daki diğer ayetlere göre davarların, bıldırcının ve kudret helvasının da uzaydan indirilmiş olması gerekir. Ayrıca mucize iddiacılarının “demirin göklerden indirildiği” yorumunu o dönemin efsaneleri ve inançları bağlamında açıklamak da mümkündür.

GÖĞÜN GENİŞLEMESİ



Biz göğü ‘büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz biz (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47)

Birçok farklı meal ve tefsir örneğinden de görülebileceği üzere bizzat ayetteki ilgili kısım Kuran’ın dili olan 6-7. yüzyıl Arapçası’nda bir ifade kalıbı olarak öncelikle “kuvvet, güç, takat, genişlik” sahibi olmayı anlatmakta bunun yanısıra “bol bol nimet verme”, “darlıkları, sıkıntıları açma, genişletme” anlamına da gelmekte.

Mucize iddiacılarının yöntem olarak kullandığı dil cambazlığını şu örneklerle daha iyi anlayabiliriz: Her dilde bir veya birden çok kelimeyi asıl sözlük manâsından farklı bir anlam bütünlüğünde birleştiren kalıplaşmış ifade şekilleri ve deyimler vardır. Örneğin Türkçede “eli geniş” veya ‘eli bol’dan kastedilen cömertliktir; elin gerçekten geniş/enli veya bol oluşu değil. Aynı şekilde “gönlü geniş” ifadesi hoşgörülü olmayı, “mezhebi geniş” ifadesi ise namus/iffet konularında toplumun genel algısına göre daha rahat davranmayı ve düşünmeyi anlatır. Bu üç deyimde de “geniş” sözcüğünün asıl sözlük anlamı olan mekânsal genişlikle ilgisi yoktur.

Arapçada, dolayısı ile Kuran’da da buna benzer birçok deyim vardır. Örneğin Bakara/228’de “eli geniş” ifadesi (Türkçedeki gibi cömertlik değil) zenginlik anlamında kullanılmıştır (çünkü Arapçada “eli geniş” deyimi zenginlik ifade eder).

Mucize iddiacılarının yaptığı ise şuna benzemektedir: Mesela Türkçe bir eserde (aslında cömertlik anlamında) “onlar ki elleri geniştir” gibi bir cümle yer alıyor ve varsayalım ki günün birinde uzayda elleri gerçekten de (maddi anlamda) geniş/enli olan akıllı varlıklar bulunuyor. Bu durumda birisinin çıkıp da “Bakın işte, bu eserde “eli geniş” ifadesi geçmekte. Demek ki eserin yazarı bunu ta o zamandan bilmiş. Bu bir mucizedir” demesi ne denli gülünç ise “kuvvetli, takatlı” olma ve “bol bol nimet vererek sıkıntıları, darklıkları açma, çözme” anlamında kullanılan Arapça bir ifade kalıbını -günümüzün bilimi, evrenin genişlemesinden yola çıkıyor diye- sözlük anlamıyla yorumlamak o denli gülünçtür.

Oysa sonsuz güç ve bilgi sahibi bir yaratıcı, bu ayette 14 asır sonra keşfedilecek olan evrenin genişlemesi olgusuna işaret etmek istemiş olsa idi kuşkusuz bunu açık seçik bir ifade ile yapabilirdi. Örneğin “Bunu bugün tam olarak anlayamasanız da size vermiş olduğum akıl ile şüphesiz günün birinde keşfedeceksiniz. Eserim olan kâinatı incelemeye, araştırmaya gayret edin.” şeklinde ifadeler de ekleyebilirdi. Hatta bu, insanlar için hem bilime teşvik hem de bilimsel gayretlere yön verici bir ipucu olurdu. Fakat durum böyle değil. Ayette geçen ibare tıpkı “eli geniş”, “gönlü geniş” deyimlerinde olduğu gibi kalıplaşmış bir ifade biçimi ve mekânsal genişleme ile ilgisiz. Dolayısı ile ve doğal olarak bu ayette ileride bulunabilecek bilimsel bir olguya işaret olduğu, tarih boyunca hiçbir Müslüman’ın, alimin, müfessirin aklına dahi gelmemiş. Ta ki Müslüman olmayan bilim insanlarının araştırmaları sonucu evrenin genişlemesi teorisi bilim dünyasında kabul görmeye başlayana kadar… Bundan sonra ayetin anlamı birden bire değiştirilerek bu bulguya gönderme içerecek şekilde yeniden kurgulanmaya başlandı. Hem de tıpkı cömert (veya Arapça’da zengin) anlamında kullanılan “eli geniş” deyimini sözlük manâsında (yani maddi olarak geniş/enli el) yorumlar gibi. Ayrıca bu gayretlerin sahipleri açısından söz konusu bilimsel olgunun ne denli kanıtlanmış olduğu da mühim değil. Bilim dünyasındaki değişikliklere, revizyonlara, yeniliklere göre ayet her daim yeniden yorumlanabilir ne de olsa… Üstelik bütün bu gayretkeşliklerin ve işgüzarlıkların asıl motivasyon kaynağı, kâinatı veya hiç olmazsa Kuran’ı daha iyi anlama azmi bile değil! Tek niyet Müslüman olmayanları Kuran’ın gerçekten de Allah kelamı olduğuna ikna edebilmek (ve belki de daha çok, Müslümanların şüphelerini bertaraf edebilmek). Bütün bunları açık-seçik söylemekten de çekinmemekteler.

Sonuç olarak söz konusu ayette geçen ibareyi mekânsal bir “genişleme” olarak yorumlamak tıpkı “eli geniş” ibaresini geniş/enli el anlamında yorumlamak gibi anlam ve ‘anlambilim’e yapılan bir tecavüzdür.

Fakat bundan bağımsız olarak ayette gerçekten de bir şekilde “göklerin genişlemesi” kastedilmiş olsaydı bile Kuran’da “gökler”in nasıl tasavvur edildiğine, hangi tür bir evren algısının hakim olduğuna baktığımızda -bu ibareden- modern astrofizikteki evrenin genişlemesi kuramına bir gönderme çıkarmak ancak gülünç olarak nitelendirilebilir.

Denizlerin Karışmaması



Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler. (Rahman Suresi, 19-20)

Mucize iddiacılarının dayandığı ayet -yukarda görüldüğü üzere- Rahman 19 ve 20′dir.

Rahman 19/20
İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıvermiştir. Aralarında bir engel vardır; birbirine geçip karışmazlar.
Yukardaki mucize iddiasında geçmeyen fakat konu ile doğrudan ilgili olan diğer bir ayete de yer vermek gerekir:

Furkan/53
Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici diğerininki tuzlu ve acı iki denizi salıveren ve aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan O’dur.
İslam alimlerince bu iki ayetin çok farklı yorumları yapılmıştır. Kimisi Furkan/53′e uygun olarak Rahman/19-20′de de karışmayan denizlerin tatlı ve tuzlu sular olduğunu söylemiş kimisi Rahman/19-20′yi diğer ayetten bağımsız ele alarak bu ayette belli ve somut bir coğrafi noktanın kastedildiğini yazmıştır. Tefsir edenin yorumuna göre ”birbirine karışmayan denizler” somut iki ırmak, somut bir ırmak ile belli bir deniz veya genel olarak tatlı ve tuzlu sular olabilmiştir.

Birçok alim ise her iki ayeti de mecazi olarak ele almıştır. Örneğin Abdullah b. Abbas’a göre iki denizden kasıt ”göklerdeki deniz ile yerdeki denizdir”. Yine farklı bir yoruma göre iki denizden aslında ”hayır ve şer yolları” kastedilmiştir ve aralarındaki engel ilahi tevfiktir. Bu ikinci yorum takdire şayandır ama en iyisini Allah bilir.

Kısacası ayetlerin anlamı ve yorumu hiç de mucize iddiacılarının ima etmek istedikleri gibi açık ve net değildir. Daha da ilginci mucize iddiacılarının yukarda alıntıladığımız metinde tam olarak neyi kastettiklerini söylemeyişleridir. Tam olarak hangi iki deniz birbiriyle karışmıyor bu iddiaya göre? Veya genel olarak tatlı ve tuzlu sulardan mı bahsedilmekte? Bu sorulara somut yanıt vermekten itinayla kaçınılmış ve sadece ”denizlerin farklı yoğunluklarından kaynaklanan yüzey gerilimi” gibi ifadeler kullanarak bilimsel bir kesinlikten bahsediliyor izlenimi verilmek istenmiştir.

Ancak aşağıda görüleceği üzere ister somut iki deniz için ister genel olarak tatlı ve tuzlu sular için ele alalım bu iddianın bilimsel açıdan hiçbir geçerliliği yoktur. Aksine eğer ayeti gerçekten de mecazi değil de lafzi manâsıyla ele alırsak bu iddia Kuran’ı çürütmektedir. Buda kuranı mucize kitabı gösterip de asıl amacı öğüt ve ders çıkarmak olan kitap dan uzaklaştırma amacını gütmektedir.Çünkü Dünya’nın hiçbir yerinde aralarında ”adeta bir duvar” varmışçasına birbirine karışmayan denizler yoktur.

Kaptan Coustea’nun Müslüman Olduğu Yalanı


Konuyla ilgili olarak uydurulan bir diğer iddia da Kaptan Cousteau’nun Cebelitarık’ta gördüğü bu bulgu üzerine Müslüman olduğudur.

Fakat bu iddiayı destekleyecek hiçbir kanıt ya da herhangi bir işaret olmadığı gibi aksine Cousteau’nun Hıristiyan geleneklerine göre defnedildiği bilinmektedir. İddia sadece bazı İslami kitaplarda herhangi bir ciddi kaynak vermeden veya karşılıklı birbirini kaynak göstererek tam manâsıyla ”ortalıkta dolaşmaktadır”.

Cousteau Vakfı, yazılı olarak bu iddianın doğru olmadığını açıklamıştır..

İddianın Geçersizliği

Yüzey gerilimi su moleküllerinin birbirine çekim kuvveti uygulamasıyla oluşur. Üç boyutlu düşünürsek suyun ortalarındaki bir molekül her yönden çekim kuvvetine maruz kalır ve dengededir. Ancak su yüzeyindeki moleküller iç kısımdan çekilirken dıştan kuvvet etkimediğinden -hattâ hava basıncını da eklersek- içeri doğru çekilir ve itilirler. Dolayısı ile tüm sıvılarda olan bu yüzey gerilimi sıvılara toplu durma eğilimi kazandırır. Bir su damlasının boncuk gibi durmasının, birbirine çok yakın iki su damlacığının hemen birleşmesinin, deniz yüzeyinin bir jelatin gibi durmasının, ince kaplarda suyun bombeli durmasının (kapilarite) nedeni budur

Eğer tuz, su ile kimyasal reaksiyona girip bileşik oluştursaydı ve bu madde suda çözünmeseydi suyun yüzey gerilimi ve oluşan maddenin (sıvı olduğunu varsayarak) yüzey gerilimi durgun suda(!) önem arzedecekti. Ancak denizler arasındaki güçlü akıntılar ve dalgalar sebebiyle bu farazi durumda bile bir sınır oluşmazdı. Denizleri dalgasız ve akıntısız düşünürsek de oluşan sınır, dünya yüzeyine dik değil oluşan maddenin ve suyun yoğunluklarına göre biri altta diğeri üstte olacak 2 sıvının ayrı ayrı kendi yüzey gerilimlerinden oluşan hat, bu sıvılar arasında yer yüzeyine yatay bir sınır olacaktı. Yani denizlerin üstü tatlı su, altı da tuzlu su olacaktı. (bardaktaki su-yağ heterojen karışımı gibi) Ancak su ile tuz zaten bileşik oluşturmaz! Tuz, su içerisinde sadece iyonik olarak çözünür. Bu sebeple denizlerin içerisinde tuz, homojen olmak için sürekli difüzyon eder. Bu difüzyonun en yoğun olduğu yerler tuz oranı düşük ve yüksek olan suların buluştuğu yerlerdir. Ancak bunu keskin bir sınır ile ifade edemezsiniz.

Eğer denizlerin birbirine karışmadığını iddia ediyorsanız denizler arası akıntıları da inkar ediyorsunuz demektir. Ama denizler arası akıntılar bilinen bir gerçektir. Denizler arasındaki akıntıların (yani karışmalarının) başlıca nedenleri aşağıdadır.

1.Gelgitler,
2.Denizler arasındaki yükseklik farkı (yağışlar, buharlaşma ve akarsular nedeniyle),
3.Denizler arasındaki sıcaklık farkı,
4.Denizler arasındaki tuzluluk farkı,
5.Rüzgar,

Denizlerdeki tuz sürekli difüzyon halinde olmasına ve sürekli dalga ve akıntılarla karışmasına rağmen neden tuzluluk oranlarında ufak da olsa fark vardır? Çünkü denizlere sürekli bir su girdisi ve çıktısı vardır. Örneğin Karadeniz.. Akarsuların bolluğu, yağışın fazla ve buharlaşmanın az olması nedeniyle tuzluluk düşüktür. Ancak Kızıldeniz’e baktığımızda akarsuların azlığı, yağışların çok düşük olması ve buharlaşmanın çok fazla olması nedeniyle tuzluluk diğer denizlere göre yüksektir. Eğer denizler karışmasaydı Kızıldeniz’in kuruyup bitmesi gerekirdi.

7 Gök

Öncelikle Kuran Mucize değil öğüt ve hidayet rehberidir.

”Yedi Gök” (seb’a semâvât) tabiri yukardaki mucize yalanı metninde verilen Bakara/29, Fussilet/12, Nuh/15, Mülk 3 ayetlerinin yanısıra Talak/12, İsra/44, Müminun/86 ve farklı biçimleriyle Nebe/12, Müminun/17 ayetlerinde de yer almaktadır.

Önce ”yedi gök” tabirinin yorumunu bir de Elmalılı’dan okuyalım:

“Bu “yedi sema”nın tefsir ve yorumunda başlıca iki düşünce vardır:
Birisi yerden Venüs’e kadar bir; Venüs’ten Merkür’e kadar iki; Merkür’den Güneş’e üç; Güneş’ten Merih’e yahut yine yerden Merih’e dört; Merih’ten Jüpiter’e beş; Jüpiter’den Satürn’e altı; Satürn’den daha ilerisine kadar yedidir ki sonradan keşfedilmiş olan Üranüs ve Neptün gezegenleri ve daha keşfedilmesi mümkün olanlar hep bu yedinci hudud içinde demektir. Çünkü bu takdirde bu “yedi sema” özellikle yerin yaratılması üzerine tesviyeye dahil olanlardır. Bugün bu tesviyenin daha ileri gittiği ispat edilemez. Bu düşünce çoğunlukla astronomi ilmi görüşünü takip edenlerindir (…).
Yedi semâ’daki diğer düşünceye gelince: Dünyanın üstünde bütün yıldızların süslediği maddî âlemin hepsi bir semadır. Yedi semanın birincisidir. (…) Ve İslâm’da tefsir âlimlerinin en büyüklerinin kanââtleri budur. Sonra mi’rac hadiselerinde de semaların böyle ruhanî mânâlarına işaret vardır. Cenab-ı Hak her an bunların çeşitli durumlarını tesviye etmektedir. Ve bu tesviye maddî şeylere bağlı değildir ve hiç şüphesiz yeri yaratması üzerine de bunlara bir özel tesviye vermiş ve arz üzerinde yaratacağı insanların yaratılması ve sonra onların faydalanmaları için meleklerine emirler vermiş, tesirler yaptırmış, alemin fezasında cereyan eden yeni bir sünnet açmıştır.” (…)
Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili, Bakara/29

Görüldüğü gibi Elmalılı ”yedi gök” ifadesinin iki farklı yorumundan bahsetmektedir ve burada mucize yalancılarının ayetleri ilişkilendirmeye çalıştıkları ”Dünya’nın göğü/atmosfer” geçmemektedir! Birinci görüş, göklerin her birinin Güneş Sistemi’ndeki gezegenler arasındaki mesafe olduğu; -Elmalılı’ya göre daha muteber olan- ikinci görüş ise bu göklerden birincisinin -zaten- tüm evreni/kâinatı oluşturduğu, diğer altısının da ”manevi alem”e ait bulunduğu yorumunu savunlamaktadır.

Fakat biz yine de mucize yalancılarının yorumuna göre 7 gökten atmosferin kastedilmiş olması ihtimali üzerine duralım.

İlk dikkat çeken husus mucize iddiacılarının ayet yorumunda sergiledikleri pervasızlıktır. Kuran’da geçen ”gök” sözcüğünü işlerine geldiği zaman evren/kainat, işlerine geldiği zaman Dünya’nın göğü/atmosfer anlamında yorumluyor oldukları yukarıya alıntılanan metinde açıkça görülüyor. Üstelik bunu yaparken ne zaman ”evren”, ne zaman ”atmosfer” anlamı kastedilmiş olduğuna dair herhangi bir objektif-hermenötik kriter sunmaya da gerek duymuyorlar. Adeta ”Hangisi işimize gelirse onu kullanırız” demekteler…

Hadi bunu da kabul edelim! Yani diyelim ki, tefsir alimlerinin yazdıkları yanlış ve Kuran’da ”gök”ten bahseden ayetlerin -aynen mucize yalancılarının iddia ettikleri gibi- bazılarında ”evren/kainat” ve bazılarında da ”Dünya’nın göğü/atmosfer” kastedilmekte.

Bu durumda şunu da unutmamalıyız ki hangi anlam yüklenirse yüklensin ”7 gök” denince her halükarda Dünya’nın göğü (yani atmosfer) kastedilmiş oluyor. O halde mucize iddiacılarının savunuları olan Mülk/3 ayeti ile devamındaki ayetlere bir göz atalım:

Mülk/3
“O ki, birbiri ile ahenktar yedi göğü yaratmıştır. Rahman olan Allah’ın yaratışında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak; bir bozukluk görebiliyor musun?”
Yukarda alıntıladığımız metinde görüldüğü üzere bu ayette geçen ”yedi gök” mucizeciler tarafından atmosfer olarak yorumlanmaktadır. Şimdi devamındaki ayetleri okuyalım:

Mülk/4
Sonra gözünü, tekrar tekrar çevir bak; göz (aradığı bozukluğu bulmaktan) aciz ve bitkin halde sana dönecektir.
Mülk/5
Andolsun ki biz (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık.
Mucizecilerin genel yorumunu (bazan ”evren” bazan ”atmosfer” şeklini) kabul etsek bile bu bağlamda -yorumlar açısından bakıldığında- belli ki evrenden değil atmosferden bahsedilmekte. Ayetin devamında bahsi geçen tanıma birden bire ”en yakın gök” ifadesi giydiriliyor. Dolayısıyla mucize iddiacılarına göre en yakın gök olan atmosferin ilk tabakasının kandillerle (yani yıldızlarla) dolu olması gerekir. Yıldızlar bu kadar yakın yer almadığına göre bu iddia zaten bu ayetle kendiliğinden çürümüş olmaktadır. Yıldızlar en yakın gök olan troposferde bulunamayacağına göre, gök kelimesinden kastedilenin atmosferin katmanı olamayacağı son derece açıktır.
Bu, mucize iddiacılarının her zamanki çarpıtmaları için güzel bir örnektir. Onlar öncelikle Kuran ayetlerini istedikleri gibi eğip bükmekte, daha sonra da bazı bilimsel gerçeklerle diledikleri gibi uyumlayarak ortaya tezler koymaya çalışmaktadırlar.

Atmosferin Katmanları
Atmosferin 7 katmanı olduğu iddiası tamamen iradi bir tasniftir. Yani mesele, dünyada kaç kıta olduğu ya da Güneş Sistemi’nde kaç gezegen bulunduğu gibi objektif kriterlere dayalı olarak tespit edilemez. Konu, hangi kıstası/kriteri esas aldığımıza göre şekillenebileceği gibi ne kadar detaylı anlatmak istediğimize göre de değişecektir. Başka bir deyişle bu sınıflandırmalar tamamen insan ürünüdür.

Atmosfer katmanlarının belirlenmesinde havanın yoğunluğu, nem oranı, gazların çeşitliliği ve oranları, güneş ışınlarının kırılması-dağılması ve havanın sıcaklığı gibi kriterler birer ayrım unsuru olarak kabul edilir; bunlara göre bir sınıflandırma-ayrım yapma yoluna gidilir. Bu sınıflandırmalar da farklı her parametrik tespite göre farklılıklar gösterecektir.

Örnegin Ana Brittanica Ansiklopedisi, “atmosfer” maddesini el aldığı bölümde onu şu bölümlere ayırır :

1. Troposfer
2. Tropopoz
3. Stratosfer
4. Stratopoz
5. Mezosfer
6. Mezopoz
7. Termosfer
8. İyonosfer
9. Homosfer
10. Heterosfer
11. Egzosfer

Gene nefes almamız için gereken katmanları ayıracak olursak atmosfer şu bölümlerden meydana gelir :

1 – Troposfer
2 – Stratosfer
3 – Mesosfer
4 – Thermosfer
5 – Exospfer
6 – Tropopause
7 – Stratopause
8 – Mesopause
9 – Exobase
10 – Ionospfer
11 – Exosfer
12 – Magnetosfer
13 – Ozon tabakası
14 – Üst Atmosfer
15 – Van Allen radyasyon kemeri

Müslümanlar arasında çok yaygın olan bu mucize iddiasının savunulabilir hiçbir yanı yoktur.

Evvela ayetlerde geçen ”Yedi Gök” tanımını atmosfer olarak yorumlamak tefsir ilmine aykırıdır ve benzer ifadeleri kullanan diğer ayetlerle uyuşmamaktadır.

Hepsinden önemlisi atmosfer zaten 7 katmanlı değildir. Tamamen keyfi iradeyle oluşturulmuş bu sınıflama günümüzün teorik bilimlerinde, havacılık-meteoroloji gibi pragmatik disiplinlerinde, üniversitelerde, ders kitaplarında, ansiklopedilerde yer alan bir tasnif değildir.

Bu konudaki çok önemli ayrıntı da Kuran’daki ”7 Gök” ifadesi ibrani gelenekten devralınmış bir efsanenin kutsal kitapta devam ettirilmesinden ibarettir.

365 gün



Kuran’da “yevm” sözcüğünün 365 kere geçtiğini iddia edenler, sözcüğün dilbilgisel bazı hallerini listeye alıp, diğerlerini ise dışarda bırakarak tamamen keyfî davranmaktalar. Ayrıca bir yılın 365 gün olduğu mutlak ve sabit bir gerçek değil esas alınan takvim sistemine göre değişken ve izafidir. Örneğin İslam Dünya’sının kullandığı (Ay’ı baz alan) Hicri Takvim’de bir yıl 354 gündür. Esas alınan takvim değil de Dünya’nın Güneş etrafında dönerken kendi ekseninde kaç kez dönüyor olduğu ise bu rakam 365,25′tir. Hepsinden önemlisi de bütün bunların Kuran’dan -zaten- yüzyıllar önce biliniyor olmasıdır. Bu bilgilere dayanan bugün kullanmakta olduğumuz takvim bile Kuran’dan yüzyıllar önce kabul edilmiştir.



Bu mucize iddiasındaki basit çarpıtmaları inceleyelim:

Dikkat ediniz; her iki mucize yalanı metninde de herhangi bir takvim değil astronomik bir olgu olan “Dünya’nın Güneş etrafında dönmesi” referans alınmaktadır. Oysa takvimden bağımsız olarak salt astronomik olguyu ele alacak olursak bu süre 365 değil 365,25 gündür. Madem bir ”mucize” iddiasında bulunuluyor ve herşeyi bilen, herşeye gücü yeten mükemmel yaratıcının mucize olarak Kuran’a böyle bir rakam yerleştirdiği söyleniyor o halde bu mucizenin ”tam ve kesin” olmasını talep etmek hakkımız olmalı.

Bugün kullandığımız (Güneş’i baz alan) Gregoryen takvimine göre bir yıl üç defa 365, dördüncü yılda ise 366 gün sürer. Yani bu takvimi esas alacak olursak mucizemiz yine eksiktir. Ama zaten mucize iddiasında esas alınan nokta herhangi bir takvim (yani insanların kararlaştırdığı zaman birimleri) değil astronomik olgunun kendisi. Yani Dünya’nın Güneş’in etrafında bir kez dönmesi esnasında kendi ekseninde kaç kez döndüğü… Bu rakam 365,25′tir.

Keza mucize iddiasında esas alınan herhangi bir takvim olsa iddia zaten baştan suya düşmüş olurdu. Çünkü kullanılan takvim sistemine göre tanım gereği bir yıl içindeki gün sayısı da değişir. Örneğin İslam Dünya’sının kullandığı (Ay’ı baz alan) takvimde Hicri Yıl 354 gündür. Tarih boyunca kullanılmış olan farklı medeniyetlerin takvimlerinde de bir yıl farklı sayıda gün içermiştir. Yani bir yılın 365 gün olması mutlak değil sadece günümüzün çoğunluğu tarafından kullanılan (Güneş bazlı) Gregoryen Takvimi’ne göre (4 senede bir 366 gün çektiği için) kısmen doğrudur. Dolayısıyla mucizeciler mecburen ”yıl/sene” birimini değil astronomik olgunun kendisini esas almaktalar. İşte bu noktada da diğer bir çarpıtma su yüzüne çıkmakta:

Farzedelim ki bugün Hz. Muhammed (s.a)’den beri İslam Dünyası’nda kullanılmakta olan (Ay’ı baz alan) Hicri Takvim’i kullanıyoruz. Yani bir yıl 354 gün çekmekte. Farzedelim ki Dünya bu takvimi kullanıyor. Bu durumda Kuran’da ”gün” kelimesinin 365 kere geçmesinin ilginç hiçbir yanı olur muydu? Olmazdı elbette… Söz konusu astronomik olguya işaret etmeleri de anlamsız olurdu. Çünkü konuyla ilgili ayetlerde Dünya’dan, Güneş’ten, astronomiden değil herhangi şeylerden bahsediliyor. Yani iddianın bütün ”büyüsü/çekiciliği” bizim bugün -hasbel kader- 365 gün çeken bir takvim kullanıyor olmamızda.

Şundan emin olabiliriz ki eğer halâ Hicri Takvim kullanıyor olsaydık bu sefer de 354 rakamına uygun bir mucize yaratırlardı.

Niye? Amaç Kuranı Bilim Kitabı gibi gösterip gerçekliklerden uzaklaştırmak.



Mucize İddiacıları, ‘gün’ anlamına gelen ‘yevm’ sözcüğünün Kuran’da tam olarak 365 yerde geçtiğini iddia ederken bir takım gramatik oyunlara başvurur, aynı kelimenin çoğul halini veya belli durum hallerini listeye eklemezler. Sözcüğün hangi dilbilgisel hallerinin Kuran’da tam olarak kaç kez geçtiğini çok önemseyen okuyucumuz lütfen mucize iddiacılarının sayısız site ve forumlardaki iddialarını peşinen kabul etmeyip vakit ayırarak kendileri incelesin ve tatmin olsunlar. Aşağıda görüleceği gibi, bu mucize iddiasının çarpık olduğunu anlamak için tam rakamın bir önemi de yok. Mucizecilerin iddia ettikleri sayıyı varsayacak olsak bile, iddianın bir çarpıtmadan ibaret olduğu ortada.



AY YARILMASI



Saat (kıyamet vakti) yakınlaştı ve Ay yarıldı. (Kamer Suresi, 1)



İddia

“Kamer” kelimesinin Türkçedeki karşılığı “Ay”dır ve Kamer Suresi’nde “Ay” kelimesi birinci ayette yer almaktadır. Bu ayetten itibaren Kuran’ın sonuna kadar tam 1390 ayet bulunmaktadır. Hicri Takvim’de 1390 yılı Miladi Takvim’e göre 1969 yılına denk gelmektedir ki bu da Ay’a çıkış tarihidir. Bu surede insanlık tarihinin en önemli gelişmelerinden birine 14 yüzyıl evvel işaret edilmektedir. (koskoca yalan ve saptırma)



Gerçek nüzul sırasını değil de mucizeciler gibi şu anki Kuran tertibini baz alsak bile sayıların bariz şekilde çarpıtıldığını görürüz. Hicri 1390, Miladi 1969′a tekabül etmez. Ay’a ilk çıkış tarihi olan Miladi 20.7.1969, tam olarak hicri 5.5.1389′a denk gelir.

“Allah’ın insanları ‘doğru yola’ davet etmek için indirdiği” varsayılan ve kutsal kabul edilen kitabında bu gibi çocukça sayısal şifre ve göndermelere başvurduğu tezinin saçmalığı bir kenara, istendikten sonra bu gibi sayısal şifre ve kodlar her türlü edebi eserden de -hem de sayısal açıdan doğru olarak- çıkarılabilir. Gelin görün ki mucize yalancıları bunu bile başaramamıştır.

BAL



”Rabbin bal arısına vahyetti: Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır.” (Nahl Suresi, 68-69)



Mucize yalancılarının sunduğu gülünç iddialardan biri de yukarıya alıntıladığımız ”baldaki şifa mucizesi”dir. Dikkat ediniz, burada ”mucize” olarak adlandırılan balın özellikleri değil Kuran’da bunların geçiyor olmasıdır. Uzun uzun, bilimsel terimler kullanarak balın gıda özellikleri sıralanmış ve bu bilgiler ayetten çıkıyormuş gibi bir izlenim oluşturulmak istenmiştir. Oysa ayetten çıkan tek bilgi balın şifalı oluşudur.

Balın şifalı olduğunun henuz günümüzde tespit edildiğini, bunun da Kuran’da 1400 yıl önceden bildirilmiş olduğunu söylemek doğru olabilir mi? Balın tarihine baktığımız zaman 4000 yıl önceden şifasının bilindiğini ve hastalıklarda kullanıldığını görüyoruz.

Araştırmalar mağaranın duvarında bal toplayan kızın resminin 16 bin yıl önce yapılmış olduğunu göstermektedir. 7.000 Yıl önce orta Anadolu’da insanların planlı bir şekilde arıcılıkla uğraştığı bilinmektedir. Eski Mısırlılarda 4.000 yıl önce çok gelişmiş bir arıcılık kültürü mevcuttu. Yanı sıra günümüzde ilkel olarak yaşayan kabilelerin balın kutsallığına inandıklarını, dini törenlerde önemli yer verdiklerini izliyoruz. Hititlerin, Sümerlerin, Mısırlıların, Eski Yunanlıların, Romalıların ve daha birçok eski kültürün balı ilaç olarak kullandığını, tarihte ün yapmış hekimlerin her derde deva olarak kabul ettiklerini görmekteyiz. Hititlerin çivi yazısıyla yazdıkları toprak levhalardan günümüzden 4000 yıl önce arıcılığı tanıdığını öğreniyoruz. Levhalardaki reçeteler Sümerler ve Hititlerin balı hastalıklarda kullandıklarını göstermektedir. Papyrus Smith’de balla hazırlanmış birçok reçeteyle karşılaşmaktayız. Piramitlerde ağızları hava geçirmeyecek biçimde kapatılmış bal küpleri ve Kraliçe Hepçesut’un armasında arı bulunması Mısırlıların bala büyük değer verdiğini gösteren delillerdir. Romalı hekimler balın çok güçlü bir panzehir olduğuna inanıyorlardı. Mısırlı, YunanRomalı, ve Arap hekimler balı göz hastalıklarında kullanmışlardır. Hippokrates hava ve suyla eş değerli görüyor, tüm hastalıklara karşı kullanıyordu. Asklepiades ise ruhi ve sinirsel hastalıklarda kullanıyordu. Plinius, Dioskorides ve birçok hekimin çeşitli hastalıklara karşı yalnız bitkilerle karıştırarak veya şurup-merhem olarak da kullandıklarını görüyoruz.

Örneğin yukarda kısaltarak alıntıladığımız mucize yalanı metninde uzun uzun balın antibakteriyel özelliği vurgulanmış fakat önemli bir gerçek de bu arada hasıraltı edilmiştir:

Bal 1 yaşından küçük çocuklara niçin tavsiye edilmemektedir?
Nedeni balda Clostridium Botulinum bakterisinin bulunma ihtimalinin olması ve bu bakterinin bebeklerde “bebek botulizmi” denilen bir hastalığa neden olmasıdır. Bu bakterinin sporları çevremizdeki havada, toprakta, tozda ve ham tarımsal ürünlerde bulunmaktadır. Bu sporlar erişkinler ve çocuklardaki gelişmiş bağışıklık ve sindirim sisteminden dolayı problem teşkil etmezken 1 yaşından küçük bebeklerde bağırsak mikroflorasının yeterince gelişmemiş olmasından dolayı botulizme neden olabilmektedir.





Bal, Hz.Muhammed (s.a)’in yaşadığı dönemin Arap toplumunda da çok yaygındı. Hem şifa amaçlı yiyecek olarak kullanılırdı, hem de baldan türlü şerbetler yapılır ve içilirdi. Muhammed’in kendisi de birçok hadisinde baldan ve balın şifalarından bahsetmiştir. Kısacası Kuran’da balın ”şifalı” olarak vasıflandırılmasından herhangi bir mucize çıkarmaya çalışmak ancak okuyucunun zekâsına hakaret olarak adlandırılabilir.



Balın şifalı bir gıda olduğu henüz son yıllarda keşfedilmiş değil aksine zaten Kuran’dan çok önceki medeniyetler tarafından da bilinen ve kullanılan bir özelliktir. Günümüzün bilimi sadece bu şifa özelliğinin sebeplerini çözümleyebilmiştir fakat bunun yanısıra hiç de ”şifalı” olmayan etkilerini de bulmuştur.

Her halükârda Kuran’da balın şifalı olarak geçmesinin ”mucize” olarak adlandırılabilecek yanı yoktur.

BİG BANG

O gökleri ve yeri yoktan var edendir… (Enam Suresi, 101)

Böyle bir önermenin yanlışlığını anlamak için biraz olsun akletmek yeterlidir. Big Bang Teorisi mucizecilerin iddia ettiği gibi bilimsel açıdan ”yoktan varoluş” ile ilgili olsa bile (ki aşağıda gösterileceği üzere kesinlikle ilgili değildir) tarihsel açıdan ”yoktan varoluş” düşüncesinin ancak modern ”Big Bang Teorisi” ile mümkün olduğunu söyleyebilir miyiz hiç?

Dikkat ediniz! Burada iddia edilen mucize, Big Bang Teorisi ile -güya- yoktan varoluşun ispatlanmış olması değildir. Bu sözde gerçeğin Kuran’da 1400 yıl önce ve henüz teori ortada yokken yer almış olmasıdır mucize olarak adlandırılan.
pramid isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
pramid Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (27. April 2011)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
bilim, kisvesi, kurandan, uzaklaşmada


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 09:40 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam