hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Küfür ve Kafirler > Küfür

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 12. May 2015, 08:44 PM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart Nisa-136. Allah'a, Resulüne ve indirilene inanmak

NİSA–136 ALLAH VE RESULÜNE İNANMAK, RESULE İNDİRİLENE İNANMAK.

Kur'an nimetin var edilişinin insandan olmadığını, her şeyin hazinesinin Allah katında olduğunu hatırlattıktan sonra, mümin’e, "Kıst" kavram ve kurumunu tekrar birinci öncelikli değer yap ve devamlı ayakta tut diyor. Sonra, adalet kavramını kullanıyor ki, Kıst dışında bir adaletin olmadığını burada vurguluyor. Bunun evvelki vahyi ve vahilerde de, böyle olduğunu, yani tebliğ edilen dinin “Kıst” olduğunu vurguladıktan sonra, Allah inancı ve onun emirlerine uymanın da bir kıst olduğunu Nisa Suresinin 136. ayetinde şöyle açıklar:

"Ey iman edenler, Allah'a, O'nun Resulüne, Resulüne indirmiş olduğu kitap'a, daha önce indirilmiş olana inanın; kim Allah'ı, melekleri, O'nun resullerini ve ahret gününü inkâr ederse, geridönüşü olmayan bir sapıklığa gömülmüş olur"

Böylece, iki alanda kıst ve iki alanda küfrün ne anlama geldiği tarif edilir ve tanımlanır. Allah bu iki hususu ezelden beri din olarak tebliğ ve yeniden tebliğ ettiğini bildirir. Bir farkla ki, insan ve insanlığın gelişmesi oranında, daha az hayırlı veya zamanında hayırlı ama ilmin teknolojinin v.s’nin değişimi ile değişen iktisap biçimleri ve değişen ilişkilerde de "Kıst"ı sağlayacak daha hayırlı hükümlerle değiştirdiğini bize Kur'an’da bildirir. Bu da çok büyük bir lütuf ve yardımdır.

Hal böyle olunca, Kıst yapmayanlar inkârcılar olarak nitelendirilmektedir.
Evrensel hakikat olan Allah’ın varlık ve birliğini, onun Rabbü’l Âlemin olup, Mülkünde tek sahip olduğunu, her şeyi onun halk ettiğini, hiçbir şeyin ve kimsenin ona ne ortak, ne de Rab’lik sıfatından payı olmadığını bilmek ve Allah Hakkını noksansız vermek ulûhiyette Kıst’tır.
Hakkını Allah’a teslim etme, adaletin en mükemmeli olan Kıst olduğu bize bildirilir. Ayrıca Allah’ın "Rabb" ismi ile İnsanı eğitmek ve yönetmek hakkı bulunduğu, bunun için de vahyi göndererek üstün hukuk normlarını bildirdiği, bunlara da harfiyen uymak gerektiği bildirilir.

Eski İlahiyat ve bilhassa Hıristiyan ilahiyatında buna, Allah’ın Melekûtu denilir. Allah, görünür bir şekilde gelip bir makama oturmaktan münezzehtir. Onun üstün hukuk normlarını kabul ederek, “Başım üstüne “ deyip titizlikle uygulamaktır Allah Melekût’unu istemek.
Allah kural koyucu olduğuna göre, hesap sorucu olduğunu da bilip, ona göre davranmak ise Ahiret inancıdır. Kamil bir Mümin'in bunları kabul ve gereğini yerine getirmesi, "Ulûhiyette Kıst" etmesidir.
Allah varlığının teklik, bütünlük arz edip, "bir şey"den meydana gelmediğini, bölünmez bir bütün olup, kendisinden de bir şeyin bölünüp ayrılmadığını, her şeyi ilim ve iradesi ile yarattığını bilip kabul etmeye de, yine Vahdaniyet denilir. İman bunu da kapsamalıdır.
Aksi davranışların her biri küfürdür. Çünkü adaletsizlik zülümdür. Bunun aksi, imanda Kıst olacak “Hakkını eksiksiz teslim etme” de bir noksanlık, hata, inkâr zulmü varsa, bunun failine "Kâfir" dendiği hatırlatılır. İşte "Ulûhiyet alanında Kıst" yapmak yukarıda izah edilendir; yani Allah hakkını yalnız Allah’a noksansız teslim etmektir. Bunu yapanlar mümindir, muttakidir, vera sahibidir, Allah’a hakkı ile kulluk edenlerdir.
Bunları veya bunlardan birini inkâr etmek küfürdür, failine “el Kâfir” denilir. "Ulûhiyette Kıst" bunun için çok önemlidir. “Eskiden inene iman da” budur. Birinci sırada ki "Kıst" budur.

Burada hata yapan çoğunlukla, insanlar arasında Kıst’ta da hata yapar. Bu ikincisi ise, nimete nankörlük anlamında küfürdür. Buna da sadece "Kâfir(örtücü)" veya "Münker" denilir ki nimete nankörlük ederek maruf olmayan bir iş işlemiştir. Çünkü kendisine verilen nimete şükür edip, onu insanlara, kendisine reva gördüğü nispette dağıtarak, o insanları itidal seviyesine çıkartırken, kendisi itidal seviyesine inen ve ortada kalmayı kararlı hale getiren insan "Mümin"dir. Yaptığı şey de "Kıst"tır.

Nefsinin isteklerini doyurmak için bundan çekinmesi, mülkleşip zorbalaşması ise "Küfür"dür. Çünkü Kıst yapmamıştır. Nimetin üzerini örtmüştür. Kıst yine, infirattan, tefrikadan çekinip, bireycilik ve bencillik yapmayıp, insanların birlik ve beraberliğini savunmak ve bunun için işlerin birlikteliğini savunup onu istemektir. Toplum ve toplumculuktan kopmaya karşı duran ve birlik, kardeşlik ve eşitliği savunandır Mümin. Bu eşitlik ise, bütün insanların itidal ( İhtiyaçlarının karşılanması), kavam üzere birlik, eşitlik ve kopmaz bütünlüğüdür. Mümin olan kimse, hem Ulûhiyette vahdet, hem de insanlığın birlik ve eşitliğini isteyen ve savunanlarla birlikte olmak, Allah’tan sonra ancak, samimi dostluk anlayışıyla "karşılıklılık şartı ile" veli ve vekil edinmek zorundadır.
Karşılıklılık şartı ise ensariyet ve iysar üzere yaşamaktır. Bu anlayışta hiyerarşi yoktur. Yardımlaşma karşılıklıdır. Onun en güzeli ise iştirak halindeki mülk statüsünde yardımlaşmaktır. Bu şarta uymayıp, kıst yapmayan, Allah hakkında ve yukarıdaki şartlarla insani ilişkilerde kıst yapanları terk edip, kıst yapmayanlarla dostluk kurmaya, onları vekil ve veli edinmeye müteahhitlik, mültezimlik; alıp vermeye kalkışması ise münafıklık statüsünde olmaktır. Bunu adet ve sistem haline getirmek ise, fasıklık ve tâğutluktur.

Allah dini her yeniden tebliğ edişinden sonra, artık eski dini usuller yürürlükten kalkmış, yeni yasa yürürlüğe girmiştir. Hâlâ eski, tahrif olmuş, çeşitli şekillerde yorumları bozulmuş ve salim bir imanı oluşturmaya yetmeyen, kıst’a uygun olmayan durumdaki, kitaplara devam etmek, ona göre inanıp, amel etmek küfürde ısrardır; hem de Allah Hakkını vermemek, Kıst yapmamaktır. Tahrifat ve eksiklik bile olmasa, mademki âlemlerin rabbi o yasayı değiştirmiştir, artık insana yeni yasaya uymak düşer. Allah’tan gelen başım üzerine demesi gerekir.

Çünkü insanlar için dini Allah seçer. Allah seçimini yapmış, hak dinini yine Kıst şartlarına uygun olarak yeniden tebliğ etmiş ise, insana, buna "baş üstüne" demekten başka yapacak şey kalmaz. Çünkü Allah, İnsanlar için kötü bir şey irade etmez. Yeniden tebliğ mutlaka insanlar için daha çok hayırdır. Kist’i bırakıp ta, küfürde ısrar eden bu kesim, artık münafıklar hariç, müminin veli ve vekili olamaz.
Müminin, önceden inen inanacağı şeyleri de saydık. Allah vahyi göndermiştir, ezelden beri uygulaması budur. Allah insanın rızkını verir, ulûhiyette ve insanların Allah’ın verdiğiyle rızıklanmasında kıstın terki, inkâr ve küfürdür. Eski kitaplarda dikkat edilip araştırılacak hususlar bu ikisidir. Ulûhiyette kıst var mı? İnsanlar arası hukukta kıst var mı? .
Kıst’tır son din mensuplarının ezeli olduğuna inanmaları gereken husus… Allah daha öncede kıstı indirmiştir gerçeğini bilip, buna inanmaktır. Önceki kitapları tasdik budur. Bununla sınırlıdır: "Ulûhiyette kıst", "insani ilişkilerde kıst".
Öyle ise Nisa–136 ayetin inceliklerine bu anlatımları uyarlayalım.

Ayet hak dinin amentüsü gibidir. Allah’a, resullerine kitaplarına ve Ahirete inanmayı da kapsamına almıştır. Daha da önemlisi ancak sorumluluk duygusuyla hareket edecek bir insanın gerçek anlamda ahiret inancı vardır. Bu ayet öyle güzel bir sıralama yapmıştır ki, benzerleri için de özgün bir ayettir. Bununla demek istediğimiz şudur. Din amentüsü hakkında çokça ayet vardır. Burada ilave bir özellik vardır. Şöyle ki;

1- İster ümmi milletlerden, ister ehli kitaptan olsun Allah ve onun en son gelen elçisine inanacak ve itimat edecek.

2- O peygamberle gelen vahiye inanacak. Yani Resullüğüne inanması ayrı şey, ona izafe edilebilecek bir kitapla gelmesi ayrı şeydir. Bu ayetin özelliklerinden birisi de budur. Bunu da yine ikiye ayırarak izah edelim.

Önce ümmi ve ehli kitabın yeni gelen Resule ve yeniden vahyedilen kitaba ayrı ayrı inanması gerekecektir. Kuran ve onu getiren Muhammed söz konusu olduğunda, “Allahtan gelen başım üstüne” demesi gereken bir ehli kitap inanmaya meyletti. Bu arada öyle bir iman türü benimsedi ki, “Ben Muhammed’in resul olduğuna inandım, ama Kuran diye bir kitap var ya elden el dolaşan, bunun vahiy olduğuna inanmıyorum dedi. Veya Kuran diye bir kitap varmış ona da inanıyorum dedi. Her iki beyanda da sağlam bir imandan bahsedilemez. İster Kitabı kabul, isterse ret etsin, bir şeyi kabul etmiş veya ret etmiş değildir. Çünkü o kitapla tanışmamış, onu tetkik ederek makul ve maruf olduğu hakkında bir fikri oluşmadığı gibi aksine de bir fikri oluşmamıştır. Demek ki Allah kitaplarına inanmak öyle “falan peygamber kitap getirmiş diyorlar. Ben onun kitap getirdiğine inanıyorum. Öyle demişlerse doğrudur. Dememişlerse doğru değildir gibi bir kabul veya reddin “İnanma” kavramıyla alakası yoktur. Kitaba inanmak onu mutlaka tetkik ederek, en azından indiği söylenen kitap bu olabilir mi merak ve titizliğiyle tefekkür ve tedebbür edilerek beşer yapısı olmadığı konusunda tam bir vicdani kanaat oluşmasıdır inanma olayı. İşte bu ayetin özgünlüğü de bu inceliğe dikkat çekişidir.

Şimdi de Kuran ve onu getiren Allah elçisi Muhammed’e gereğini yerine getirerek tahkiki bir imanla inanan kimseyi ele alalım. Bu inanç da gerçeklik tespitinde aklın makulleri bağından kopmamak gerekir. Bununla şunu demek istiyoruz. Allah elçileri zamanında yaşamış ve vahyinin inişine de şahit olmuş birisin inanmasıyla, bu çağdan sonraki çağda inanmalar arasında elbetteki farklı şeylere bakılarak kanaat sahibi olunur. Ama bir şey var ki, illa da kanaat sahibi olmak gerekir. İşte burada insanda bunu oluşturacak şeyin ilk sırasında vahi içeriğinde adalet ve rahmet ilkesi "başat değer" mi? İşte Allah’ın benim halifem dediği kişilik ve kimlik sahibi insanın inanma yöntemi, önce fikir sahibi olmak için bilgi sahibi olmayı, sonra da iman sahi olmak için fikir sahibi olmayı ön şartlar yapan bir tahkiki imanla dolmaktır.

Yine ayete döndüğümüz de karşımızda, Allah ve onun resulüne hakkıyla inanan, ahiret gününde hesaba çekileceğini bilerek ölçülü hareket eden birisi var şimdi karşımızda. Bu durumda dahi iman için bütün şartlar oluşmamıştır. Bir şey daha var ki, öncekilerden hem peygamberlerin şahısları tasdik edilecek ve hem de onlara izafe edilen kitaplar eğer gerçekten onlara ait olduğu kanaati oluşmuşsa bu da imanı tamamlayan şartlardandır.
Yine burada da, neyi kabul ettiğini bilmeden “İncil İsa’ya gelmiştir” ben bunu kabul ediyorum demek yeterli değildir. Kuran bu kadarlık bilgiyi bize verir tabiî ki. Yani “Biz İsa’ya da İncili indirdik" der. Kuran incelenerek tam bir vicdani kanaatle, bunun Allah kelamı olduğu kabul edilmişse denebilir ki, “İncil İsa’ya indi” diyorsa siz de bunu Kuran'dan öğrenip kabul etmişseniz bu yeterlidir denebilir. Dikkat edilirse burada İncile inanmak değil Kuran’a inanmak olayı söz konusudur. Yani Kuran İncil İsa’ya indi dediği için ve siz de Kuran’a inandığınız için buna inandınız. Ama ayet Kuran’a inanmayı yeterli bulmuyor, İncili de bilerek, ona da inanmayı Nisa–136. ayette ayrıca getirmiştir.

Öyle ise Önceki kitapların Allah kitabı olup olamayacağını da yine bir ümminin veya ehli kitabın Kuran'a inanması söz konusu olduğunda yaptığı tetkik gibi ciddi bir tetkikten geçirip iki kritere bakması gerekir.
Birincisi ulûhiyette kıst var mı?
İkincisi de insani ilişkilerde adalet ve rahmet ve kıst var mı?
Bu iki kıstas açısından incelenir ve Maide–48 ayetin emri gereği Kuran, daha önce iyice özümsendiği için onun denetiminde önceki kitap bir temiz elemeden geçirilerek katıp karıştırılan doğru olmayan kapsamları atılarak bilgi arındırılır ve ona inanılır. Çünkü tam bir vicdani kanaat oluşmuştur. Yoksa selam ona İsa vahisi olduğu söylenen metinlerden birisine kapağını dahi açmadan “bunu İsa getirmiştir” diye inanmak maruf değildir. Neye inandığını ve inanman gerektiğini ciddi bir bilimsel araştırma belirleyecektir. Mücerret bir eski kitap diye size ismen bildirilene inanmak Nisa–136 ayette emredilenle alakası yoktur. Üstelik buna Müslüman mecburdur. Çünkü onun “Ümmet-i Vâsıt” olarak ehli kitaba uymak değil, Ehli kitabı hak, adalete davet etmek ve uydurmak sorumluluğu vardır. Çünkü bu ümmetin ve onu yönetenlerin başkalarına uymak ve hele Allah dışında veli edinmek salahiyetleri yokken, aksine başkalarına yol göstermek ve erdem ihraç etmek görevi varken aksini işlemek dalalettendir…

Hal böyle iken, münafıklar sureti haktan görünerek, "Uluhiyette Kıst" yapmayanlara eğilim gösterirse, imanın ve şeraitin ikinci sırasında bulunan insani ilişkilerde kıst yapmayanlar ile ( Aristokrasiyi, Oligarşiyi, liberal- Kapitalizmi savunup yaşayanlar) veli ve vekil ilişkisine girer ise, işte bunun niteliği münafıklıktır, zalimliktir, inkardır, adaletsizliktir. Çünkü iki alanda Kıst yapmayanların(hem uluhiyette ve hem de insani ilişkilerde kıst üzere hakları teslim etmemek) evrensel hukuktaki karşılığı “El Kafir” ve “Kafir”dir. İşte,“Öncekine iman” konusu ince ayrıntılarına göre açıklanmıştır. Nisa Suresinin 137. ayeti imanla inkâr arasında gelip gitmeyi hatırlattıktan sonra,138 ve 139 ayetlerinde bu kesimi şöyle tanımlar. Nisa suresi Ayet 138, 139

“İkiyüzlülere şunu muştula, kendileri için korkunç bir azap öngörülmüştür”.

Bunlar Maun suresinde tanımlanan herkesin muadil konumda maunet sahibi olmasına mani oldukları halde yinede kendilerini musalli olarak pazarlayanlardır. Birçok ayette de münafık diye tanımlanan ve ana karakterleri mülk kendilerine fitne yapılmış olan ferdiyetçi mülkperestlerdir. Nisa–139 ayet metnini de vererek bu güruhu teşhir edelim.

"Öyle kişiler ki onlar, müminleri bırakıp,“"kafirleri" veliler ediniyorlar. Onların yanında izzet mi arıyorlar? İzzetin tümü Allah'ındır."

Ayet çok açıktır. El Kâfirler, Allah’ın hak dini yeniden tebliği ve davetine rağmen, inat ve ısrarla taassup içinde direnen her insan ve toplumdur. Kıst yapmadıkları ve Allah hakkını Allah’a teslim etmedikleri için El Kâfir olmuşlardır.

Allah, Kâfir olanları da ne veciz bir şekilde El Kâfir kavramı ve onun kapsamında nimeti inkâr anlamında, cimrilik yapma anlamında “Kâfir”(Nimetlerin üzerine kapak koyan, örterek özelleştiren) içeriği de vermiştir. Zenginleşmek ve zenginler nezdinde İzzet aramak amaç ve niyeti var olduğunu ortaya koymuştur. Onur ve yüceliği insanlar nezdinde arayıp, izzeti yalnız Allah’a özgü kılmayan mülk şehveti yanlılarını ki onlar, insanlara da kıst yapmazlar, bu nitelikleri de birlikte zikretmiştir. Zamanımızda bu eğilimde olanlar, Globalleşmeye ( Müstebit Kralın yetki alanını bütün dünya olduğunu kabul etmek ve ona tazim ve hürmet etmek) yolunda Müminleri bırakarak, Allah hakkını Kıst esaslarına göre vermeyenlere yar olmaya çalışanlar.
Böylece El Kâfir sıfatını, insanların eşitlik ve kardeşliğini ret ederek, ferdiyetçilik, yani firak/ayrılık yoluna saparak, insanlara kıst yapmayıp, zülüm yapan bir şer akımın peşine takılanlara uyarak Nimete nankörlük yapanlara bir hatırlatmadır. Tarihte ise Firavun’a uyanlar böyledir. Şehvetlerinin peşinden gidenler, Hamanlar.

Globalleşmenin burada detayları verilmektedir. Üzerinde durduğumuz konu “önceki kitaplara inanmak” gibi Kuran ehlinin bir iman şartı vardır. Öyle ise sözü buraya getirip bağlamamız gerekir. Yani sadece sözde Müslümanların sosyo ekonomi politikte ehli kitaptan kâfir olanlara uymakla hataları sınırlı değildir. Allah değil de bu kâfir ve fasıkların veli ve vekil edinilmesi ve iç hukukun oluşmasında dahi hakem ve hâkim yapılmaları elbetteki hayâ edilecek çirkin işlerdendir. Hatta Maide–48 ayete göre onların ülkelerinde akademiler açarak onlara Kuran'la denetlenmiş incil'i bizim öğretmemiz gerekirken çok vahim işlerden medet umduk. Kuranı anlayacak aklı olmayan direksiyondaki bir kısım zevat, belki yeni ahit öğretirler diye kilise evleri açılmasından ve dini, ehli kitaptan öğrenmeyi plan ve projelerine alarak bizim dinimizi önemsiz addettiler. Oysa şunu önemine binaen vurgulayalım ki, ehli kitaba incili dahi bizim öğretmemiz gerekmekteydi. Ama biz onlara ne Kuran ve ne de Kuran denetiminden geçmiş incili öğretme görevini yerine getirdik. Aksine kilise evlerini teşvik ettik. Demek ki, önceki kitapları Müslüman’ın öğrenme zorunluluğu sadece imanın şartlarından değil, başka ayetlerle de yüklenen Vâsıt ümmet görevini yerine getirme mecburiyetinden doğan sorumluluğunun da icabıdır…

Ama bundan önce yapılacak iş vardır. Maide Suresinin 46. ayeti üzerinde tefekkür ederek, insanların ezelden beri ihtilafının, kıst yapmanın gerekli olup olmadığı üzerinde çıktığını, Resul-Nebilerin de bunun için geldikleri ve İnsanlar arasında kıstı savunan ve böylece “Sıddıklar”” ismini alan muttakiler kesimini haklı bularak, diğer taraftakilerin batıl delillerini Nesh, tashih ve hakkı yeniden tebliğ ettiklerini bu ayette açıklanmalı. Sonra da Halen Ankebut’un evine sığınmayı hak dinlere hile ile sokanların, ,rızkı Allah dışındakilerden istemeyi din içinde meşrulaştırdıklarının hazin hikâyesini ortaya konmalı. Ki bu hal kıstı değil, Aristokrasiyi ve onun gibi sınıflı toplumları ayakta tutmak olup, esası ise, zulmü ayakta tutmaktır.

Adalet ve Rahmet Sitesinden
Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (14. May 2015 Saat 12:00 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (12. May 2015)
Alt 13. May 2015, 02:17 PM   #2
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Maide-46; 47; 48.
Yukarıdaki bölümde konunun daha da açıklığa kavuşması için bu ayetlerin de açıklanması gerektiği anlatılmiştı. İşte şimdi de burada bu yapılıyor. Şöyle ki:


Selam ona İsa, Yahudilerin ellerindekini mi, yoksa sadece sıdk’a ilişkin olanları mı tasdik etti?
Diğer mevzuatı ve onların pratiğini yürürlükten kaldırdı mı?
Nedir “yanlarındakini tasdik” etmesinin hakiki anlamı?
Öyle ya, Hıristiyanlığın tebliğ edildiği henüz Kuran’ın tebliğ edilmediği dönemde de yeniden yapılandırılan ve Hıristiyanlık adı verilen dinin o zamanki inananları içinde de Nisa–136 ayetteki kurallar aynen geçerliydi.
Yani bir kimsenin Hıristiyanlık dininin mümini sayılabilmesi için Allah’a, selam ona İsa’ya, İsa’nın getirdiği kitap olan İncil’e inanıp amel etmesi ve önceki kitap olan Tevrat ve arada gelen elçilerin( İşaya, Yeramya, Eyüp, Zekeriya, Yahya ve diğerlerine verilen kitapları da tasdik etmeleri gerekiyordu.
Zaten bunların hepsinin bir kapak altında birleştirilerek "Kitab-ı Mukaddes" adı altında kodifiye edilmesinin(Mushaflaştırma) nedeni de budur. Bu kitapları incelemiş ve aşina olma derecesinde idrak etmeleri gerekir ki, o kısımlarına ait mevzuatın vahi olduğunu bilerek inanmaktır işte inanmak.
Yoksa canım bir Tevrat vardı O da baştan aşağı düzmecedir diyenler imanın şartı olan “eski kitaba da inanma mecburiyeti" olan imanın şartını yerine getirmiş sayılmazlar. Daha önce açıkladığımız gibi Kuran eski kitapların hangi hükümlerini uydurma buldu, hangisini tashih etti; hangi ayetlerin daha güzelini getirerek eskisini Nesh/nüsha etti ve nihayet hangi hükümlerini tasdik ettiği konusunda ciddi bir araştırma yaptıktan sonra lâfzen ve ruhen tasdik edilenleri bilerek Müslüman da tasdik edecek ki, kâmil imanın "eski kitaplara inanma" iman şartını yerine getirmiş olsun…

Yoksa “canım İncil bu yeni ahit kitaplarında hiç yoktur, buharlaşıp gitti; tahrifat yapıldı deyip, yinede ben eski peygamberlere ve onların getirdiği kitaplara inanıyorum demek saçma bir şey söylemiş yapar insanı........ Bütün bunlar için ise, Kuran lafzını ve ruhunu iyice özümsemiş olmak gerekir..........

Bu konuda Zuhruf suresin de yeterli bilgi olmasına rağmen, biz bunu Maide suresi 46. ayeti mehaz/öz-esas alarak inceleyeceğiz ki, başka yerlerde de yazılımı “Beyne Eydiye hi” (yanlarında bulunan) kavramının açılmasını sağlayacağız. Ayetin özet olarak verilen manası yani meali şöyledir.

"Adından o peygamberlerin izleri üzerfine Meryem-oğlu İsa'yı gönderdik. Tevrat'tan yanında bulunanı doğruluyordu. O'na İncil'i verdik. Hidayet ve Işık(Nur) vardı O'nda.Tevrattan yanında olanı doğruluyordu. Doğruya, güzele kılavuzdu. Takvaya sarılanlara bir öğüt."


Maide suresinin 47. ayeti ise, takva dininin bağlılarının, yani zenginleşmeden(kendini zenginleştirmeden) karşılıklı yardımlaşanlar, mülkte iştirak halinde yardımlaşanlar, azı (İtidal miktarını) kendilerine, çoğu halka infak ederek yaşamayı göze alan vera sahipleri ,-şimdiki ve ismi "Yeni Ahit" olanla değil- kavramsal ve kuramsal "İncil" ile hükmetsinler diyor.....
İncil kavramı Celle-Celile kavramlarıyla irtibatlı olup, bu da kazancın ihtiyaç kadarıyla(azı) I’yalini geçindirmek, artanını oran tutmadan infak amacına tahsis edilmek üzere Beytü’l Mal’e iade etmek olduğunu ispatlamıştık. Bu da Kasas–5 deki Allah muradı ve Haşr–9 ayette ki zenginleşmeden ensariyet içinde karşılıklı yardımlaşma ile eşitliğin tesisi, eşit kimse kendi rızasıyla hakkından vazgeçerek öncelikle dostlar toplumundaki yurttaş ve yoldaş dostlarını tercih ederek İysâr yapacak kadar gani günülüğü tercih etmesidir. İşte İncil bunun hak ve tek hak din sosyo ekonomi politiği olduğunun ilanıdır.

Selam ona İsa gelince az da olsa Havra ve manastırlarda böyle yaşayan "pozitif zühd" ehlinin minhacını/yolunu tasdik etti. Rekabetçi ve serbest yerci Liberalistleri ret etti. Şunu hatırlatalım ki, İncil eldeki Ahdi cedid demek değildir. Ama onda İncil diye gelen vahiden ve onun kavramsal anlamına uygun hükümlerden kırıntılar vardır. Kuran’ı hakkıyla anlamış olanlar, onları toz bulutları arasında bile olsalar çekip almasını bilirler.

Zaten 46. Ayet'teki fiil de geçmiş zaman sığası/çekimi ile verilmiştir. Eldeki Ahdi Cedide bu niteliğini içerten anti Aristokratik, anti Liberalist, anti Kapitalist hükümlerdir İncil. İşte bunlar, muttakilerin din anlayışı ve onların yoludur. İşte onu amellerine, fiillerine rehber edinerek yaşayanlardır.

Takvanın toplumsal hayata geçirilmesi ve takvaya uyan idealist bir toplum için, bunlar sosyo ekonomi politiktir diyor o güzel Kuran. "Ahdi Cedid"de bunların üzeri örtülmüş ise, İsrail hahamlarının ve cari dinin deforme olmuş diyanetine değil, İsa öncesi kitap bırakan ve Selam ona Musa sonrası gelen çokça peygamberlerin eserlerine baksınlar. Orada Tevrat ve İncil kavram ve kurumlarını tanıyacaklardır. Kalpleri ısınacak ve aşina çıkacaklardır.

Bunlar ise, İşaya, Yeramya, Amos, Daniel, Mika, Tesfenya, Zekeriya kitaplarıdır. Bunlar Tevrat’ı (Aristokratlaşmamanın Ta’zir v.s yollarla denetlenmesi ve bir nevi karma ekonomi) yolunda çokça öğütler vermişler, İncil yaşam biçimini de adres göstermişlerdir. Sion’a ( Siyyan’a; Eşitliğe) davetleri bu merkezdedir..Aristokrasinin hiç bulunmadığı sınıfsız toplumu da müjdelemişlerdir. Daha ziyade Isr üzere ubudiyet içersinde bulunan İsrail oğulları toplumunda ubudiyet muhtelifti. Zaten Isr kavramı bunu anlamları içersinde barındırır. Nezr, Itk ve talak içeren karmaşık nitelikte bir sosyo ekonomi politik idi. Isr, aynı zamanda günah(Ağırlık) anlamına gelir.... Şunu belirtelim ki, selam ona İsa, sadece Nezr edenleri/kendilerini Allah rızası için topluma adayanların ubudiyetini tasdik etti. Bunlar muttakiler manastırı, havrası hayat biçimini benimsemişlerdi. Itk kavramı ise çift anlamlıdır. Sadece anlamlarında biri takva içerir. O da cemal’dir. Beytü’l Atık da(havrada) mülkte iştirak içinde yaşanarak kölelikten toplumca azad olunur.

Allah’ın indirdiği İncil kavramı budur. Yani “İysar” ve Ensariyet içinde yaşamak, kodamanı bulunmayan, takvaya sarılmış sınıfsız imtiyazsız toplum.
Bunlardır ulûhiyette Kıst, insani ilişkilerde kıst yapanlar. İsa bunların izi, yolu, hak mesaj tebliğini tasdik etmek ve yaşamak yolları bakımından, “bu peygamberler haklıdır” demek için geldi. Çünkü servetle şımarmışların ve ikiyüzlü din adamlarının teşvik ve tahrikiyle bunu ilan eden peygamberleri taşlıyor, zindana atıyor ve öldürüyorlardı. Selam ona Zekeriya’yı da bu yüzden şehit etti liberalistler.
Kavramsal Tevrat dönemi karma ekonominin var olduğu sistemlerde, bir kısım müminler İsa’nın sonradan dinin hak ekonomi politiği olarak tek tip olarak yürürlüğe koyacağı muttakiler kollektivizmi üzerinde yaşıyorlardı. Diğer kısım ise, Liberalist bir ekonomi politik uyguluyorlar ama itidali aşmamaları için devlet denetimi altında ve âlimlerin kontrolünde “Azarlama” sistemi ile azarlanarak denetim altında tutuluyorlardı. İşte Tevrat kavramının anlamı budur. Yani onun kavramsal anlamı “Ta’zir” sistemidir. İşte "ısr" bu tazir sistemidir ki kapitalist bir sistem içerisinde kapitalistlerin "azarlanması" kolay iş olmatıp zor iş olduğundan "ısr"a zor iş denilmiştir. Selam ona İsa ile gelen sistem aristokrasiyi tasfiye esasına dayandığı için Ta’zir edilecek çıban başları kalmadığından sistem sınıfsız bir toplum haline geldi. Kollektivizm vera olarak uygulandı. Bunu İsa öncesi peygamberler haber verdiler. Buna Allah Melekûtu dediler.

Talak ise, yine bilinen bir kavramdır. Boşanmışlık-ayrılma durumu da(yalnızca karı-kocanın boşanmaları/ayrılmaları değil) bu kavramla anlatılır. Yani insanların eşleşme kültürünü terk etmesidir. Selam ona Resulullah, Medine medeniyetinde insanları eşleştirip, kardeşleştirdi, işte bu yoldan dönülmesidir Talak. Yani dayanışmalı topluma sırt çevirip, ferdiyetçilik yapmaktır. Selam ona İsa, bunları değil, Ensariyeti, Kıstı, İtidali ve İysar’ı benimseyip öyle yaşayanları tasdik etti.

Kıstın iki uygulama alanına da uygun hak din budur demiş ve muttakileri (İnanlarına Şirk ve putu karıştırmamak için Mülk şehvetini terk etmişleri) kendilerinde ne mülk, ne de cinsel şehvet bulunmayanları destekleyip “ İşte bunlar haklıdır” demesinden ibarettir..Kuran ise, Hakkı bütün detayları ile getirmiştir.Tevrat’ta inzal halinde var olanları ve bilhassa Kıst kavramına girenleri tasdik etmiş ve sebep ve sonuçlarını mufassal/etraflı bir şekilde açıklamıştır.Yine İncil, kavram ve kurumlarını çok detaylı açıklamış ve tasdik etmiştir. Çünkü insanlık evrim geçirmesi gerektiğinden realiteyi iyi takdir eden Kuran, hem ta’zir sistemini, hem de muttakiler kollektivizmini tasdik etmiştir. Muttakiler kollektivizminin resmi ve evrensel manada uygulanması için ahır zaman vaad edilmiştir. Mesih ve mehdi zamanı denilen zamanda tek sistem haline geleceği önceden bildirilmiştir.

Şunu belirtelim ki, sosyo ekonomik anlamda ki Ta’zir, kollektivizmi kurmamış ve halen özel teşebbüsü muhafaza etmekte olan sistemlerde, siyasi, soysal, ekonomik melelerin (ele başların) sınırlara çekilmesidir. Mizanda vezin kuralına göre İhtiyaç fazlasının infakı vardı ya, işte denetmen kadro veya yasalar, bu miktarı aşma eğilimde olanların, sınıra(İtidal ve kavamı aşmamalarını temin) çekilmesi konusunda devamlı bir izleme, gözleme ve hizaya getirme politikasıdır. Yani, zorunlu ihtiyaç fazlasının kazanan ve bunu hazineye muhtaç ve mahrumların infakı için tamamen iadesini ihlal ve ihmal edenlerden, vergilendirme yoluyla nefes aldırmamaktır. Yönetime soyunanları da, amacı aşan ve keyfi davranışlara sapan fazla özgürlüklerini sınırlamaktır.

Zaten bu hususlar, 48. ayette çok güzel ortaya konulmaktadır. Tümünde tasdik edilen Sıdk'tır. Adalet ve Kıst zaten Sıdk'da vardır. Onlardır Ahit ve Misaklarına bağlı olanlar. Şimdi Maide suresi 47. Ayetini hatırlatacağız. Hak yol budur; işte ispatı diye İncili göstermiştir. İncil Ehli de, "Ahdi cedit" ehli demek olmayıp, takvaya sarılıp, Allah hakkını da Kıst üzere veren, insan haklarını da Kıst üzere verip teslim edenlerdir. Bunların özel terimle ayrılıp “ İncil Ehli” denilmesinin sebebi budur. Dikkat edin, bunlara Hıristiyan genel ismi değil, İncil ehli denilmekle, onun kavram ve kurumlarının üstün tutularak, takvaya dayalı sınıfsız toplumun kollektivist insanlarıdır. Bunu insan haklarından korktukları ve sırf Allah rızasını kazanmak için mülk tutkusunu içinden atan ve kifaf ile de mutlu olabilenlerdir. Bunlardır hakkı tavsiye edenler, bunlardır insana helal olan miktara sabredenler.

Ehil kavramı, sahip kavramından farklıdır. Bir toplum Kuran sahibi olabilir, ama Kuran ehli olmak ayrı şeydir. Bu şey İncil, Kuran, Tevrat, kavram ve kurumlarının içiriklerini bilerek, onun uzmanı olarak yaşamayı kapsadığı gibi, onun orijinalini, Allah’ın indirdiği tazelik, zindelik ve doğruluk içinde olmasına layık iman ve ameli de kapsar. Ehli Beyt kavramının kapsamı gibi bir niteliği vardır. Bunu da, sadece Allah Rızasını kazanmak ve kullukta kemal üzere yaşamak için yapanlardır.Bunlara İslam denilir.Allah muttakilerine hem uluhiyet, hem de sosyal yaşamda kıstı size getirdim diyor..Eski Sıddıkları tasdik niteliğinde, yeniden vahyin tebliği demiştir. İşte Hükmedilecek İncil budur. O da Kuran da vardır. Allah’ın her gönderdiğine, başım gözüm üzerine demesi gereken bir mümin de; İncil hayat ve yaşam biçiminin daha bilimselini Kuran'daki sosyo ekonomi politiği uygulamakla erişebilir. Yeter ki bunu Kuran’dan istinbat etmesini bilsin.

Örneğin, İncille uygulaması tasdik edilen havra, orada(incilde) manastır şeklinde içeriği vurgulanarak ve Resul tarafından da orada bulunup yaşamak şeklinde uygulanırken, Kuran bunu gelecek çağların milyonları bulan insanları için, Medine gibi büyük yerleşim bölgesi içinde ve istisnasız herkesin takva üzere yaşaması şartı ile uygulamıştır. Medine medeniyeti ve Medine kriterleri burdur. Dacc-al ve Tâğut, dünyayı Kopenhag kriterlerine uymaya, her türlü baskı ile zorlarken, Ahır zaman yeniden yapılandırmacısı ve yapılandırmacıları, Medine Kriterleri ve onun erdemli kıst sistemine çağırırlar. Birisi Allah yolu, diğeri Tâğut yoludur. Bu ise muttakiler kollektivizminden başka bir şey değildir. Çünkü ahır zaman fitnesini başka türlü önleme yolu yoktur.

Son din de takva üzere gelmiştir. Onlar da Kuran'daki İncili, sosyo ekonomi politik olarak uygulayacaklardır Nahl:71-Mu'minun:4, 5). Müslüman’ın İncili tasdiki, Kuran'daki İncili keşfedip onu sosyo ekonomi politik yapmasıdır. Çünkü geçmiş zaman sığası/çekimi ile verilen haberin hakikati Kuran’da yeniden vazedilmiştir. Selam ona İsa’nın da adres göstermesi ile "İncil Nuru" Kuran’la tamamlanıp mufassal/ayrıntılı-geniş kapsamlı hale getirilmiştir.
İslam’ın Kuran'daki Tevrat’ı tasdiki ise, birici sıradaki ideal sistem olan, iç hukukunda Ensar ve iysar üzere yaşamı (Kıst) sistemleştirdikten sonra, dünya faslıklarını yola getirmek için, onlara vazetmek, azarlayıp yola getirmeye çalışmaktır. Bu da Tevrat’ın tasdikidir. Yani kavramsal ve metotsal anlamda.Yine bu Havranın tasdiki anlamına gelir.

Onu tasdik etmek ama oralarda kalmamak, daha mufassalını ,”Müheymin/korkudan koruyan” olanı uygulamak. Hem Allah emretmişken eskide direnmek olmaz, hem de Müheymin olan ve yolu bulmakta ve hayata geçirmekte daha kolay olanı uygulamak marufu emretmektir. Böylece çevreden de fitneyi söküp atarak, tökezleri yok etmek, ancak Kuran’ın Müheymin niteliği ile mümkündür.

İç hukukta Fasık’ın azarlanması yetmez, hem de abesle iştigaldir. Hak dinini gönüllü kabul etmiş sayılanlar Ta’zir edildikten sonra, başkasına söz söylemeye kalkmak yanlış şeydir. Ancak takvaya sarılıp, her iki alanda Kıstı pekiştirenler yabancıları Ta’zir edebilirler. Yoksa adama demezler mi ki,”âleme verirsin telkini, kendin yutarsın salkımı”? Çünkü Onun metodu geçmişte “Isr” üzere (Karma ubudiyet toplumunda) uygulanmış, İncil kavram ve kurumuna uyarak, Havralarda takvaya dayalı yaşayanlar olmuşsa da, İncil’e uymak toplumun bütün kesimlerinin Allah Rızası için bir tür kollektivizm içinde yaşamaları genelleşmemiştir. Neyin tasdik, neyin iptal edildiğini iyi bilinmesi için, bunlara özet olarak değindik.

Maide suresi 47: "Ehl'i İncil Allah'ın indirdiği ile hükmetsinler. Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyen, fasıkların ta kendileridir."

Burada ne Hıristiyan kelimesi, ne de Nasranîler denilmiştir.”İncil ehli” kavramı her şeyi netleştiriyor ve özel maksadı ortaya koyuyor. Demek ki, Allah İncil kavramı ile fıska giden yolun kapatılıp, Aristokrasiye, Oligarşiye, Plutokrasiye yer vermeyen bir sosyo ekonomi politiği kasd etmiştir. Ehli İncil olmayan (Çoğu verip itidal içinde yaşayan mülkçe zayıf bireylerden olmayıp, çoğu kendisine ayırıp azını veren bencil ve cimri) veya olmayı terk edince, uygulanan sosyo ekonomi politik ve onun her alandaki ahlaki değerleri Fısk oluyor.

Zaten geçmiş zaman sığası/çekimi ile anlatım yapılması, ayetin, Ne Christo( Apollon kâhini) ne atfedilen, ulûhiyette kıtsan uzak ontolojik hatalarla dolu eldeki ahd-i cedidi, ne de üzerlerinde bulundukları dinin “İncil’le” ters olan Sosyo ekonomi politik ve onun globalleştirilmesi gayretlerini tasdik ettiği falan yoktur. Tarihi ve etimolojik İncil’i ki, her din yenilenmesi sonrası, Selam ona Nuh Nebi'den bu yana, ümmetten takva sahiplerinin iki şehvetten de uzak küçük topluluklar halinde yaşadıkları vera dini kasd edilmiştir. Yani, hem Ulûhiyette kıst, hem de, sosyo ekonomi politikte kıst üzere hak dini tam yaşayanların iman ve amel sistemi kasd edilmektedir. Kuran bunu daha büyük toplumlarda ve giderek dünya çapında uygulanmasını emretmiştir. Onun için Kuran’daki İncil bu çağın incilidir. Yani itidal ve kavamla yetinip, fazlayı olduğu gibi topluma iade ederek yaşamak ve karşılıklı yardımlaşmak. Kuran onun için ayrıca ve son vahi olarak indirilmiştir. Çünkü onda her şey açıklanmış, açıklanmadık bir şey bırakılmamıştır. Buna İncil de dâhildir.

Bu anlamından başka anlamlar düşünüp, siz "ahdi cedid"e bağlı kalın ve bu vaziyette "İncil ehli" olun, biz de Kuran iman ve sosyo ekonomi politiğine iman ve uygulamaya geçelim, ikisi de kabuldür demek, Kuran’ın birçok ayetleri ile çeliştirerek ayete anlam vermektir. Çünkü ne eldeki kitaplar tam olarak İncildir, ne de üzerinde bulunulan din İncil ile örtüşür. Çünkü İncil kavramı ile Yeni ahit aynı şeyi ifade etmez. Oysa gördük ki, Selam ona Muhammed’le hakikatin yeniden ve detaylı vahyi ve onun tebliği ile dünyada tek geçerli din olarak Allah’ın itibar ettiği din “Kuran’daki İslam’dır”. İman ve sosyo ekonomi politik ( İnsanlar arasında Kısta göredir) tek hakikat olup, bunun dışındakilerin kabul edilmeyeceği Kuran’la sabittir. Ayette somut olarak incil geçmesine rağmen, bunu İncil Kavram ve Kuramı dışında geniş yorumlayıp, ne İncil’in saf şekli olan ve o sığa/çekim ile işaret edilen muttakiler kollektivizmin Ahdi ceditle örtüşmesi mümkündür, ne de Hıristiyan diyaneti ile şimdiki Fasıkça yaşam arasında bir ilinti vardır.

Kaldı ki, Selam ona İsa kitabı tahrif olmasa idi bile, İsa, Yuhanna kitabı nakline göre, kendi getirdiğinin çok noksan olduğunu, gelecek nura (Kurana ) iman edin, onda olanın hiç birisi bende yoktur” diyerek kâmil manada İncil’in Kuran’ın içersinde çok mufassal olarak getirileceğine işaret ederek buna uymayı vasiyet etmiştir. Hem uyun ve hem de Kuran dininin yayılmasına fiilen yardım edin şeklinde vasiyet etmiştir.

Zaten sonra gelen ayet maksadı açıklamaktadır. Nasıl İncil Selam ona İsa gelmeden biliniyor ve bir azınlık muttaki tarafından havralarda uygulanıyor, Selam ona İsa onu yeniden vazetmemek için geldi. Ve böylece, sosyo ekonomik ihtilafı, yani bir bakıma diyaneti veya şeriattaki bu mühim ihtilafı çözmek için İncil’i yeniden ve kesin çizgileri ile vazedip, muttakilerin tarafını tutmuştu. Selam ona Muhammed de yine İncili( muttakiler kollektivizmi) yeniden vazeden bir kitapla gelmiştir.
Onun için devam eden ayet, sende İncil ehli olan muttakiler gibi insanlar arası kıst uygulamasında İncile göre hükmet demiyor. Etmezsen Fasık’sın da demiyor. Aksine Kuran ile hükmet diyor.
Çünkü din yeniden vazedilirken, İncil ( Aza kanaat getirip çoğunu vermek, Ensar ve iysara sadık kalmak) zaten hem orijinali, hem bütün kavram ve kurumları ile mufassal bir şekilde ve sebep ve sonuçları iyice açıklanarak yeniden vazedilmektedir.

Kısacası, sana verdiğimiz kitap bizim vakti ile indirdiğimiz, orijinal İncilin kavram, kurum ve sâir ayetlerini ihtiva etmektedir. Hüküm ve amelleri Musaddak olandır. Şöyle ki, işte o şey sana verilmiştir. Bunu tatbik etmen, yeterlidir. Sözü çok güzel bir şekil de yine Maide suresinin 48. ayetinde şöyle ifade edilir:

"Sana kitabı hak olarak indirdik. Kitaptan O'nun(İncilin içeriğinin) yanında bulunanı, tasdikleyici, O'nu denetleyip güvenliğini sağlayıcı olarak. O halde onlar arasında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Haktan sana gelenden uzaklaşıp, onların keyfine uyma. Sizden her biri için bir yol ve metod belirledik. Allah dileseydi sizi, elbette ki bir tek ümmet yapardı. Ama size vermiş oldukları ile sizi imtihana çeksin diye öyle yapmıştır. O halde hayırlarda yarışın. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. O size tartışmış olduğunuz şeylerin esasını bildirecektir."

Önemle vurgulanan şey, Kuran, İncil kavram ve kurumunu tasdik etmekle kalmamış, onu denetleyip kemale erdirmiş, güvenirlik unsunu teminat altına almıştır. Bir önemli konu ise, bütün ümmetlerin, deni/değersiz şeyler için rekabet ve yarıştan men edilip, yarışın sadece “Hayır'da” olması gerektiğini vurgulamıştır. Zaten İncil kavramı da budur. Hayırda yarışmanın en müsait ve mükemmel kurumu muttakiler kollektivizmidir. Çünkü bunun dışında ki sistemlerin hiç birinde, dünyevi şeyler için yarış sona ermez. Bu ise, hayır değil, şerdir.

Dünya milletleri hak dini ve onun sosyo ekonomi politiğini tersine çevirmişlerdir.

Şunu belirtelim ki, Öncelikle bu ayetlerde söz konusu olan şey, şeraittir. Yani hak din sosyo ekonomi politiğidir.
Suya(Rızık kaynaklarına) ulaşma ve insanlar arasında Kıst esasına göre paylaşmaktır. Bunu hakkı ile başaran ve kıst’tan ayrılmayanlar, Ahiret'te bu kez, "âbu hayat suyu"na kavuşacaklardır. Şeriatin iki anlamı budur.
Öyle ise, herkesi kapsayacak şekilde ve insanlığın çocukluk, gençlik ve olgunluk yaşına göre denenmesinde bilimsel olan, zaman ve gelişen bilim ve sanata göre İnsanın denenmesi gerçeğidir… Fitnelerin(Cazibe merkezlerinin) yoğunluğuna göre denemeye uygun usul ve metotlar olduğu ayette ne de güzel anlatılır. Deccal fitnesi tarihte emsali görülmemiş bir fitnedir.
Bu fitne ile başa çıkmak ve doğruların doğru kalabilmesi için muttakiler kollektivizmi vacip olmuştur.

Adalet ve Rahmet Sitesinden
Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (26. April 2017 Saat 10:00 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
allaha, inanmak, indirilene, nisa136, resulüne


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 01:20 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam