hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > TEMİZLİK VE İBADET > İbadet > Namaz

Konu Kapatılmıştır
 
Seçenekler Stil
Alt 24. December 2009, 12:02 AM   #1
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart Cum'a(yerel gündem toplantısı,konferans,miting)

CUM‘A [YEREL GÜNDEM TOPLANTISI, KONGRE, KONFERANS, MİTİNG]
Cum‘a sözcüğü, “toplanma” anlamındaki ج م ع [c-m-a] kökünden gelir. Dilbilimcilerden A’meş الجمْعة [cum‘a], Âsım ve Hicazlı dil bilimciler الجُمُعة [cumu‘a] diye okurlar. “Cum‘a” diye okumak Ukayloğulları lehçesine göredir.
يوم الجمعة[YEVMU'L-CUM‘A]
Yevm [gün] ve cem‘ [toplanma] sözcüklerinden oluşan yevmu'l-cum‘a tamlaması, “toplanma günü, toplantı günü” demektir. Arapların haftanın günlerinden “el-Arube” dedikleri gün, sonradan يوم الجمعة [yevmu'l-cumu‘a/toplantı günü] olarak değiştirilmiştir.
“Arube” adını, “Cumu‘a”ya dönüştüren kişinin kimliği hakkında bir netlik yoktur. Bazıları bunu, Daru'n-Nedve'de toplantı için Kureyş'in, bazıları da Rasûlullah'ın atalarından Ka‘b b. Lüey'in değiştirdiğini ileri sürmüşlerdir. Doğruya en yakın olanı ise bunun Medîne'de Müslümanlar tarafından değiştirildiğidir.
Kılasik kaynaklarda olay şöyle yer alır:
İbn Sîrîn şöyle dedi:
-- Medîneliler Peygamber (s.a) Medîne'ye gelmeden ve cum‘a (farzı) inmeden önce cum‘a için toplandılar. Bugüne cum‘a adını verenler de onlardır. Şöyle ki: Onlar dediler ki: “Yahudilerin yedi günde bir ara ya gelip toplandıkları bir günleri vardır: Cum‘artesi; Hristiyanların da böyle bir günleri vardır: Pazar. Gelin biz de kendimiz için bir araya gelip toplanacağımız, Allah'ı anıp namaz kılacağımız ve birtakım hatırlatmalarda bulunacağımız bir gün kararlaştıralım”, ya da buna benzer sözler söylediler. Yine dediler ki: “Cum‘artesi yahudilerin, Pazar hristiyanlann günüdür; siz de bu günü Arube günü olarak tesbit ediniz. Bunun üzerine (Ebû Umâme künyeli) Es‘ad b. Zurâre'nin (r.a) etrafında toplandılar. O da o gün onlara iki rekât namaz kıldırdı, onlara öğüt verdi. Bir araya gelip toplandıkları vakit, bugüne “cum‘a” adını verdiler. Es‘ad onlara bir koyun kesti, sayıca az oldukları için öğlen ve akşam onu yediler. İşte İslâm târihindeki ilk cum‘a budur.
Derim ki: İleride de geleceği üzere rivâyet edildiğine göre o vakit 12 kişi idiler. Yine bu rivâyette belirtildiğine göre onları bir araya toplayıp onlara namaz kıldıran kişi Es‘ad b. Zurâre'dir. Abdu'r-Rahmân b. Ka‘b b. Mâlik'in babası Ka‘b'dan rivâyet ettiği hadiste de –geleceği üzere– böyledir.
el-Beyhakî de şöyle demektedir:
-- Bize Mûsâ b. Ukbe'den, o İbn Şibab ez-Zühri'den rivâyet ettiğine göre Mus‘ab b. Umeyr Rasûlullah (s.a) Medîne'ye gelmeden önce Medîne'de müslümanları Cum‘a namazı için toplayan ilk kişidir.
el-Beyhakî dedi ki:
-- Mus‘ab'ın Cum‘a namazı için müslümanları Es‘ad b. Zurâre'nin yardımıyla toplamış olması ve bundan dolayı Ka‘b'ın bu işi ona [Mus‘ab'a] izafe etmiş olması da mümkündür.
Hicretten önce Medîne'deki müslümanlara İslâm'ı öğretmek için gönderilmiş olan Mus‘ab İbn Umeyr'e mektup yazarak, “Yahudilerin açıktan Zebur okudukları güne bak, siz de kadınlarınızı ve oğullarınızı toplayın da zeval vaktinden sonra Allah'a iki rekât (namaz) ile takarrub edin.” Bu emir üzerine Mus‘ab, Medîne'de ilk Cum‘a kıldıran kişi olmuştur. Bu görevi Peygamber Medîne'ye gelinceye kadar sürdürmüştür." Mus‘ab'ın (r.a) Cum‘a namazı kıldırdığı ilk cemaatin sayısı, 12 idi.
Peygamberimiz henüz hicret etmeden Yesribli [Medîne'nin o zamanki adı] Müslümanlar Es‘ad ibn Zurâre ile birlikte toplanıp, istişarede bulunurlardı. “Yahudiler ve Hristiyanlar haftada bir gün toplanıyorlar, biz de haftada bir toplanalım” diye karar alıp toplanmaya başladılar. Ve toplantı gününün haftanın altıncı günü (bize göre beşinci gün) olmasına karar verdiler. Çünkü o gün Yesrib'de pazar kuruluyor; çevreden, yakın mesafelerden halk pazara geliyordu. Böylece toplantıya katılım daha çok olacaktı. İşte böylece “yevmu'l-arube”, “yevmu'l-cumu‘a/toplantı günü” oldu. Sonradan eski adıyla değil de yeni adı söylenir oldu.
Târihî belgelere göre Rasûlullah, ilk Cum‘ayı, Ranuna denilen yerde Sâlim ibn Avf mescidinde icra etmiştir. Rasûlullah, Medîne'ye hicret ettiğinde ilk olarak Kuba'da Amr ibn Avfoğulları'na misafir oldu. Orada pazartesi, salı, çarşamba ve perşembe günleri kalıp, Kuba Mescidi'nin temelini attı; sonra Cum‘a günü Medîne'ye gitmek için yola çıktı. Benu Sâlim yurduna gelince orada hutbe okuyup ilk defa Cum‘a günü salâtı icra etti. Bu, Rasûlullah'ın ilk Cum‘a salâtı uygulamasıdır.
يوم الجمعة [yevmu'l-Cum‘a] terkibini, “Cum‘a günü” şeklinde çevirmek, Arapça iki kelimenin birini Türkçeleştirip diğerini Arapça olarak bırakmaktır, ki bu, hem yanlıştır, hem de anlamın kapalı kalmasına sebeb olur. Bu da, beraberinde birçok yanlış inanç ve ameli getirir. O nedenle yevmu'l-Cum‘a terkibine, “toplantı günü” anlamının verilmesi gerekir.
Toplantı günü'nün hangi gün, hangi saat olacağı ve bu toplantıda salâtın nasıl icra edileceği, katılma koşulları vs. gibi detay Kur’ân'da verilmemiştir. Kur’ân'da öncelikle toplantı günü uygulanacak salât'ın, salâtların en hayırlısı olduğu ve bu salâtın kesinlikle korunması gerektiği bildirilmiştir.

Salâtları ve en hayırlı salâtı muhafaza edin [el birlik koruyun]. Ve Allah için sürekli saygıda durarak kalkın (işe koyulun; eğitim-öğretim ve sosyal yardım kurumunu işletin). Ama, eğer korktuysanız, o zaman yaya veya binekli olarak giderken işe koyulun. Sonra da güvene erdiğinizde, bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi Allah'ı hemen zikredin. (Bakara/238-239)
Cum‘ayı farz kılan âyet, işte budur, Cum‘a/9 âyeti değildir.
Sonra da toplantı günü, salât için çağrılınca, “Allah'ın anılmasına hemen koşulması” istenmiştir.
Ey iman etmiş kişiler! Toplantı günü salât için seslenildiği zaman, Allah'ın anılmasına hemen koşun, alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, işte bu, sizin için daha hayırlıdır. (Cum‘a/9)
Demek oluyor ki, toplantı günü, uygulanacak olan salâtta, “Allah'ın anılması” sağlanılacaktır. Mü’minler, bunun en iyi şartlarda gerçekleşmesi, en iyi verimin alınabilmesi için gerekli önlemleri alacaklardır. Toplantı günü yapılan salât için fıkıhçılar, “vücubunun şartları” ve “edasının şartları” adı altında birtakım koşullar belirlemişlerdir. Bunların detayı, fıkıh kitaplarında bulunmaktadır.
Bu koşulların ileri sürülmesinin nedeni, Cum‘a'nın [toplantının; kongrenin, konferans veya mitingin] en sağlıklı, en verimli şekilde gerçekleşmesini sağlayabilmektir.

Fıkıh kitaplarında Cum‘a'nın vücubunun şartları [zorunlu görev olmasının koşulları] şöyle sıralanır:

• Erkek olmak,
• Hür olmak,
• Şehirde oturmak,
• Sıhhatli olmak,
• Güvende olmak.

Ayrıca bu şartlar için de birtakım aklî nedenler, Rasûlullah, sahabe ve ilk dönem İslâm târihinden birtakım uygulamalar delil gösterilir.

Biz bu maddeler üzerinde kısaca açıklamalarda bulunacağız.

Hürriyet/özgürlük:

Bu şart, yerindedir. Zira salâtın icra edileceği mûsâllalar ve mescidler [toplantı yerleri], Allah evidir. Orada kral-köle ayırımı yoktur; herkes özgür ve eşit statüde olup özgürce fikrini beyan eder, kimsenin düşüncesi kısıtlanamaz ve fikrinden dolayı kimse takibata uğratılmaz. Özgür olmayan, bağlı bulunduğu efendinin; kişi ya da kurumun görüşüne karşıt bir görüş ileri sürdüğünde bundan kendisi zarar görür. O nedenle, özgür olmayan ya efendisinin fikri paralelinde fikir beyan eder, ya da çekimser kalır. Bu yüzden hukuken, siyaseten ve fikren özgür olmayıp güdümlü olanların böyle ciddi toplantılarda yer almalarına gerek yoktur.

Şehirde ikâmet:

Toplantı, beldenin yerli nüfusu için, kadın-erkek ayırımı olmadan zorunlu bir görevdir. Misafirler, yolcular için ise zorunlu bir görev değildir. Çünkü dışarıdan geçici olarak gelenler o beldenin sorunlarını bilmezler, toplantıya katılanları tanımazlar. Onun için toplantıya katılmasalar da olur. Katılmaları durumunda ise, dinleyici sıfatıyla bulunup bilgilenirler.
Sağlıklı ve güven içinde olma; kör, topal ve hasta olmama şartlarını açıklamaya gerek yoktur. Bunlar, her işte önemsenen hususlardır. Bizim üzerinde duracağımız husus, “erkek olma” şartıdır.
Klasik eserlerde bu konu ile ilgili şunlar yazılıdır:

Allah'a ve âhiret gününe inananlara Cum‘a namazı farzdır. Ancak yolcu, köle, çocuk, kadın ve hastalar bundan müstesnadır.
Cum‘a namazı kadınlara farz değildir. Ancak namazı cemaatle kılarlarsa bu yeterli olup, öğle namazını kılmaları gerekmez.
Allah Teâlâ tüm emir ve yasaklarını milliyet, ırk ve cinsiyet ayırımı yapmadan genel ve mutlak olarak bildirmiştir. İslâm, fıtrat dini olup evrenseldir; her ırkı, her toplumu, her cinsi ve her ülkeyi kapsar. Kulluk ve görev yönünden kadını erkekten ayırmamıştır. Kadını asla ikinci sınıf insan, aklı ve dini noksan Müslüman saymamıştır. (Bu tarz kabuller, kendini bilmezler tarafından İslâm'a maledilmiş, gâfiller tarafından da kabul görmüştür. Bu tip inanç ve kabuller büyük bir gaflettir.) Kur’ân'da kadının, toplantı günü uygulanan salâta katılmasının farz olmadığını bildiren bir âyet yoktur.
Sünen ve İslâm Târihi kitaplarına bakıldığında, Rasûlullah'ın, kadınların mescidlere gitmelerini ve eşlerinin bu duruma engel olmamalarını istediğini, Emeviler dönemine kadar da kadınların Cum‘a/Toplantı'lara iştirak ettiği görülür. Ama, siyasî otorite sağlayabilmek için yazdırılmış bazı kitaplarda hadis olarak nakledilen bir rivâyet, bu hususta malzeme olarak kullanılmıştır: Bu hadiste güya Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuş:
Cum‘a salâtı, cemaat içinde bulunan her Müslüman üzerine Allah Teâlâ'nın bir hakkı olup farzdır. Ancak köleler, kadınlar, çocuklar ve hastalar bundan müstesnadır.
Hadis bilginleri, bu hadisin râvîsi olan Târık b. Şihâb'ın Rasûlullah'ı gördüğü, ama o'ndan bir şey işitmediğini ifade ederler.
İşin aslı şu: O günkü siyasî otorite haksız iktidarlarını sürdürebilmek için, toplumdaki direnci kırmayı düşünür; toplumun yarısını oluşturan kadınları, fitneye sebep olabilecekleri bahaneleriyle Cum‘a'dan/toplantı'dan uzaklaştırıp evlerine kapatırlar. O gün bu gün böyle devam edip gidiyor...
Yine fıkıh kitapları birtakım târihî olayları delil kabul ederek, toplantı günü salâtının edasının şartları olarak şunları belirlemişlerdir:
• Veliyyu'l-emr,
• İzn-i âm,
• Vakit,
• Cemaat,
• Hutbe.
Bunları kısaca açalım:
1) Veliyyu'l-emr: Resmî otoritenin başı, devlet başkanı ya da nâibi.
2) İzn-i âmm: Toplantının yapılacağı yerin herkese açık olması ve mülkî âmirin izin verdiği yerde (miting izni gibi) uygulanması.
Bu ikisi, bugünkü siyâsî yapı gereği uygulama imkânı bulunmayan şartlardır. Esasan böyle şartlar İslâm'da zaten yoktur. Müslümanlar nerede olsa toplanır; (ilk Müslümanlar koyun ağılında toplanmışlardı) Cum‘a/toplantı başkanını [kongre divan başkanını] aralarından seçer; “Allah'ın anılması” işini icra eder, ardından da Allah'ın nimetlerini aramak üzere yeryüzüne dağılırlar. İslâm, Allah'ın koyduğu sınırlarda yaşanır; onun-bunun himmeti ve izni oranında değil. Bu iki şartı, resmî otorite ve mülkî idareye bağlayanlar, laik sistemde işin içinden çıkamamışlardır. İnançları gereği, “Bu şartlarda Cum‘a salâtı ikâme edilmez/Cum‘a namazı kılınmaz” diyemedikleri gibi, kıldıkları Cum‘a'nın kabul olmama endişesini de içlerinden atamamışlardır. Onun için iki rekât namaz ve hutbeden ibaret olan Cum‘a'yı/toplantıyı, hutbe ve 16 rekâta çıkarmışlardır. 16 rekâta nasıl niyet edileceği sorusuna ise bir türlü ikna edici bir cevap bulamamışlardır.
Bu şartlar, Müslümanları kontrol altında tutmaya çalışan sonraki siyâsîlerce İslâm'a sokulmuştur. Böylece arı-duru olan İslâm; Arap, Acem, Selçuklu, Osmanlı Müslümanlık'ı olarak dejenere edilmiştir. Her Müslüman bu toplantının doğal üyesidir. Hiçbir Müslüman'a katılımda kısıtlama konamaz. Herhangi bir nedenle katılımı kısıtlanmış kişiye, katılmadığı için sorumluluk yoktur.
3) Vakit: Bugünkü uygulamada haftanın beşinci günü Yevmu'l-Cum‘a'dır [Toplantı Günü'dür].
Cum‘a gününü Allah tesbit etmemiştir. İlk Cum‘a'yı uygulayan Medîneli Müslümanlar, içerisinde bulundukları sosyal ve ekonomik şartları dikkate alarak haftanın altıncı gününü (bize göre beşinci günüdür; zira Araplar haftayı Pazar'dan başlatırlar) Yevmu'l-Cum‘a/Toplantı Günü olarak kararlaştırmışlar; o günden bu güne aynı uygulama devam edip gelmektedir. Herhangi bir bölgedeki Müslümanlar, içinde bulundukları şartlar gereği Yevmu'l-Cum‘a'yı/Toplantı Günü'nü haftanın başka bir gününde veya günün değişik saatlerinde uygulamayı uygun görürlerse, buna da saygı duymak gerekir.
Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
Ey iman etmiş kişiler! Toplantı günü salât için seslenildiği zaman, Allah'ın anılmasına hemen koşun, alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, işte bu, sizin için daha hayırlıdır. (Cum‘a/9)
Bu âyette günün tümüne işaret edildiğine göre, günün herhangi bir vaktinde Cum‘a/Toplantı uygulanabilir. Bunu da yine bölge Müslümanları, sosyal ve ekonomik koşullarına göre ayarlayabilirler. Bugüne kadarki gün ve saat uygulamaları bir teâmüldür. Allah tarafından tesbit edilip zorunlu tutulmamıştır.
Fıkıh kitapları bu vakti, Cum‘a/Toplantı gününün öğle vakti olarak belirleseler de, Rasûlullah'ın (s.a) öğleden evvel, öğlen sonrası uyguladığı sahih hadislerde bildirilmektedir. Ayrıca, âyette “yevmu'l-Cum‘a/toplantı günü” ifadesi yer aldığına göre, günün herhangi bir saatinin olabileceğine ilâhî bir ruhsat var demektir.
4) Cemaat: Bu şart; âlimler arasında tartışılmış; ellerindeki rivâyetlere göre kimi 3 kişi, kimi 7 kişi, kimi 40 kişi olması gerektiğini söylemiştir. Bunlardan, Cum‘a'nın 3 kişiyle de 7 kişiyle de 40 kişiyle de uygulandığını anlıyoruz. Ama işin özü; Arapça'daki çoğul ifade eden sayıdır ki o da 3'tür. Âyette, çoğul olarak Allah'ın zikrine koşun diye buyurulduğuna, çoğulun en azı da 3 olduğuna göre, toplantı için 3 Müslümanın bulunması yeterlidir; bunların kadın ya da erkek olması, veya kadın-erkek karışık olması durumu değiştirmez.
Burada Müslümanların, yukarıda açıkladığımız salâta katılış şartlarını dikkate almaları; cünüb ve sarhoş olmamaları, ayrıca su; su bulamayanların ise temiz toprak ile temizlenmeleri, kirli, pis kokulu olarak toplantıya gelmemeleri, ziynetlerini takınarak gelmeleri gerekir.
Târih ve Sünen kitaplarından öğrendiğimize göre Cum‘a için Rasûlullah boy abdesti alıyor, beyaz ve temiz elbisesini giyiyor, güzel kokular sürünüyordu. Bunları herkese de tavsiye ediyordu.
5) Mısr/Yerleşim birimi: Her yerleşim biriminde tek bir yerde Cum‘a/Toplantı icra edilir. Bu günkü gibi her 100 metrede bir Cum‘a/Toplantı yapmak yanlıştır. Bir beldenin her camisinde ayrı ayrı Cum‘a/Toplantı yapmak, Cum‘a'nın/Toplantının amacına aykırıdır. Böyle uygulamalardan maksat hâsıl olmaz. Onun içindir ki, “Bir beldede birden fazla Cum‘a/Toplantı icra edilecek olursa, ilk Cum‘a'ya başlayan cemaatin Cum‘a'sı olur; diğerlerininki olmaz” denilmiştir. İmam A‘zam Ebû Hanîfe, bir beldede değişik yerlerde birden fazla cemaat olunup Cum‘a icra edilmez dedidiği halde, Hanefî mezhebinden olduklarını iddia edenlerin, diğer mezhep mensuplarından daha fazla bu hatayı yapmaları dikkat çekicidir.
6) Hutbe: Hutbe, Cum‘a/9'da geçen, “zikrullâh/Allah'ın anılması”dır.
Bu şart, mezhepler ve mezhep içi imamlar arasında değişik şekillerde yorumlanmıştır. Bunların en güzeli, İmam A‘zam Ebû Hanîfe'ye aittir. O, “Hutbe zikrullâhtır/Allah'ı anmaktır” demiştir ki, âyetin açık beyanı da bunu doğrulamaktadır. Ama Ebû Hanîfe'nin bu sözünü, “İmam minbere çıkıp ‘Allah’ derse hutbe tamam olur” diye anlamışlar.
Hutbe belirli bir gündemle icra edilir. Hutbeyi okuyan, bir nevi kongredeki divan başkanı görevini yürütür. Herkesin söz hakkı vardır; hem de sansürsüz. Orada görüşülen her konu Zikrullâh'a yönelik ve “Haksızlık karşısında susan, dilsiz şeytandır” anlayışı çerçevesinde olduğundan, hiçbir Müslüman görüş ve eleştirisinden ötürü takibata alınamaz, ayıplanamaz. Tam bir dokunulmazlık hakkına sahiptir.
“Mescidde dünya kelâmı konuşulmaz”, “Hutbe esnasında konuşulmaz” vb. sözler, İlmihallerde yer alsa da, bunlar, eleştiriye tahammülü olmayan güçler tarafından piyasaya sürdürülmüş şeylerdir. Böylece, toplantı mahallinde konuşmak yasaklanmış, katılımcıların diline kilit vurulmuştur. Buhârî'de yer aldığına göre katılımcılardan birinin arkadaşına “sus” demesi bile suç sayılmıştır.
İslâm'ın aslı ile alakası olmayan bu gibi şeyler; aktif, cevval ve uyanık olmaları lazım gelen Müslümanları koyun sürüsü haline getirmek için birileri tarafından icat edilmiş, bunda da muvaffak olmuşlardır: Mescidlerde bugün bilinçli cemaat yoktur; imamın söyledikleri yalan-yanlış da olsa ses çıkarılmaz. Halife Ömer, hutbe okurken “Susun ve beni dinleyin” dediğinde, “Üzerindeki elbiseyi nerden bulduğunu, nasıl ona sahip olduğunu bize açıklayıp bizi ikna etmeden sana itaat etmeyiz” diyen erkek cemâat da, “Allah'ın sınır koymadığı mehirde sen nasıl kısıtlamaya gidebilirsin ?” diye itiraz eden kadın cemâat da târih oldu.
Yukarıda, toplantının amacının, zikrullâh olduğunu ifade etmiştik. Zikrullâh hakkında A‘râf sûresi'nin sonundaki özel yazımıza bakılabilir. Kısacası zikrullâh/Allah'ın anılması, bir tesbîh alıp dil ile “Allah, Allah, Allah…” demek değil, “Allah'ın üzerimizdeki hakklarını, bize sunduğu nimetleri düşünmek, kul olarak O'na karşı sorumluluklarımızı yerine getirip getirmediğimizin muhâsebesini yapmak ve verdiği görevleri eksiksiz yerine getirmek, nimetlerine karşı şükredip nankörlük etmemek; daima bu bilinç içerisinde olmak”tır.
Böyle bir uygulama ile hiç şüphesiz Müslümanların bir nevi haftalık bakımları yapılıyor; inanç ve amelleri revize ediliyor; ileriki hafta için işleri programlanıyor; aralarındaki ihtilaflar, yaşamlarındaki aksaklıklar, yapılması lazım gelen işler, dertler, tasalar, eleştiriler orada hiç kimseye alet olmadan her Müslüman'ın katılımı ile özgürce ve tam bir dokunulmazlıkla istişare edilip karara bağlanıyor. Ayrıca bu toplantı vesilesi ile Müslümanlar tanışıp konuşuyorlar, dostluk tazeliyor; bilgileri, bilinçleri artıyor; kenetleniyor; güç birliği yapıyor ve bunu da dosta-düşmana gösteriyorlar. Sürü gibi câmiye doluşarak uyuklayıp uyuklayıp dağılmıyorlar. –İşte onun içindir ki toplantı günü salâtı, es-Salâtu'l-Vusta'dır [en hayırlı salâttır].– Sonra da, bu dinamizmle, Allah'ın nimetlerini aramak için yeryüzüne yayılıyorlar. Ne kadar güzel ve anlamlı...
Sahîh sünnete ve târihî belgelere bakılırsa Peygamberimizin mescidi, her türlü kamu hizmeti ve sosyal aktivite için kullandığı görülür. Bugün de mescidler/câmiler kongre, konferans, sergi solonu, kütüphane, eğitim-öğretim gibi tüm sosyal ve kültürel aktivitelere açık olmalıdır. Mescidler/câmiler uyuma ve uyutma mekânları, mahalleri ve merkezleri olmaktan çıkarılmalı, İslâm'daki özgün kimliğine kavuşturulmalıdır. Yâni, mescidler/câmiler salât mahalli; bilgilenme, bilinçlenme ve aydınlanma yerleri olmalıdır.
İşte İslâm'ın Cum‘ası... Müslümanların yerel gündem toplantısı böyle olmalı!

Kaynak:İşte Kur'an(Hakkı Yılmaz)

Devamı
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Konu Kapatılmıştır

Bookmarks

Etiketler
cemaat, cum'a, cumayerel, gündem, islam, konferans, kongre, medine, mekke, miting, toplantısı, yerel gündem


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 11:49 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam