hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE TEBYîNÜ'L -KUR'AN İŞTE KUR'AN ve VİDEOLARI Hakkı Yılmaz > İniş Sırası ile Sureler > 32.Hümeze Suresi

 
 
Seçenekler Stil
Alt 27. September 2008, 10:33 PM   #1
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart Hümeze Suresine Giriş

32 (104). HÜMEZE SÛRESİ MEKKÎ, 9 ÂYET


22 Haziran 2017 tarihinde yayınlandı
Klasik kaynaklarda sûrenin muhatapları olarak bildirilen şahıslar.
Kıyamet sûresinde anlatılan insan tipi ve bunların âkıbeti.
Veyl sözcüğünün anlamı. (Vay haline.!)
Hümeze (Sıkan,kıran, men eden) İnsanın arkasından yapılan davranış.
Lümeze (kaş,göz hareketleriyle moral bozan) İnsanın yüzüne karşı yapılan davranış.
Müslümanların ahlâkî boyuttaki seviyesizlikleri ise Hucurat sûresindedir.
Âl-i İmran 186 örneği. (Kur’ân ı anlatanlara bildirilen haber: İMTİHAN.
Halis dini anlatmak isteyenlere küçümseme eylemlerini yapanlar, toplumun belirli bir kesimi.
Addedeh. (Saymak, üst üste yığmak)
Ahledehu (Halin kesintiye uğramadan devamı)
Kalem 5-16 örneği. Malın kendisini ebedîleştirdiğini sanan.
İbretlik bir anekdot. (Bana karada ölüm yok.!)
Huld (Uzun süre kalmak)
Hutame. (Kırıp dökmek) Dünya’da örneği yok.
Fuad. (Şuur, irade merkezi)
Amed.(Direk, yerinden desteksiz kalkamayan hasta) Hapishane örneği.
Hakem bin As. (Taklit yapan adam)
Uyarılar.1-İslam düşmanlarının eline malzeme verilmemeli. (Karikatür örneği) 2-Müslüman Cehenneme girmez.


GİRİŞ

Adını 1. âyette geçen hümeze sözcüğünden alan bu sûrede, bir önceki Kıyâmet sûresi'nde, ...yalanladı ve geri durdu, sonra da gerine gerine ehline [ailesine, arkadaşlarına] gitti ifadeleriyle tanıtılan, şehvet düşkünü [şiddetli tutku sahibi] akılsız insan tipinin bir başka tutumu dile getirilmiş, sahibi oldukları mala mülke güvenerek her şeyden emin havalara bürünen bu zavallıların âkıbetleri sergilenmek sûretiyle tüm insanlık uyarılmıştır.
Sûrede işaret edilen kişinin kim olduğu konusunda klâsik kaynaklarda el-Ahnes b. Şerîk, Velîd b. Muğîre, Umeyye b. Halef ve Cemil b. Âmir es-Sakafî gibi kişilerin isimleri geçmektedir. Adı geçen kişilerin hepsi de benzer özelliklere sahip olduğundan, herkes kendi tanıdığı kişinin adını vermiş olabilir. Meselâ, burada nitelikleri açıklanan kişi ile Müddessir/11-30'da konu edilen kişi arasındaki benzerlik dolayısıyla, bu kişinin Velîd b. Muğîre veya Ebû Cehl olduğu ileri sürülebilir. Aynı şekilde, bizim de katıldığımız bir görüş olarak bu kişinin Kıyâmet sûresi'nde, kıyâmeti inkâr eden kişi olarak düşünülen Adiyy b. Ebî Rabia olduğu da söylenebilir. Ancak hitap genel olduğu için sûrenin hangi kişi sebebiyle indiğinin bir önemi yoktur. Sûrede malûm ve ma‘rûf kişiler değil, “malına güvenerek yaşlanmayacağını, hastalanmayacağını, ölmeyeceğini zanneden [kendini ölümden uzak gören], sorumsuz, başıboş yaşama sevdalısı” karakter yapısındaki herkes muhatap alınmıştır. Muhatap alınan bu karakterdeki insanların bir diğer niteliği de, toplumu aydınlatmaya çalışan iyi insanları, yüzlerine karşı veya arkalarından sıkıntıya sokmaya çalışan tipler olmalarıdır.
Sûreden net olarak anlaşılmaktadır ki, Kur’ân âyetleri, olayların akışına göre gelmekte, Peygamberimiz ve o'nunla birlikte olan inananlar, kendilerine karşı sinsî plânlar yapanların deşifre edilmesi sûretiyle yönlendirilmektedir. İnançsızlar ve yalanlayanlar ise; kalıbı, kafiyesi ve manası itibariyle giderek daha fazla dikkat çeken sözlerle ve şiddeti artan cezalarla tehdit edilmektedir. Yapılan uyarılarda kullanılan her sözcük, inançsız yalanlayıcıların kafalarına âdeta balyoz gibi inmekte, beyinlerine mermere kazınan yazı gibi kazınmaktadır.

RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA

MEAL:

1Arkadan çekiştirenlerin, kaş-göz hareketleriyle alay edenlerin hepsinin vay hâline!
2,3O ki, malı toplayıp ve malının gerçekten kendisini sonsuzlaştırdığını sanarak onu çoğaltan/ tekrar tekrar sayandır.
4Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Kesinlikle o, Hutame'ye fırlatılıp atılacaktır.
5Hutame'nin ne olduğunu sana ne bildirdi?
6,7O, Allah'ın, gönüllerin üzerine tırmanıp çıkan, tutuşturulmuş bir ateşidir.
8,9O, uzatılmış direkler içinde, onların üzerine kilitlenmiştir/kapatılmıştır.



TAHLİL:

1Arkadan çekiştirenlerin, kaş-göz hareketleriyle alay edenlerin hepsinin vay hâline!


VEYL: ويل [veyl] sözcüğü, “kınama, öfke ve tehdit” ifade eden bir sözcük olup sözcüğün aslı وى لفلان [vey li-fülânın=vay falancaya] şeklindedir. Ne var ki, Araplar tarafından sıkça kullanılan وى [vey] sözcüğü, zamanla kendisinden sonra gelen ل [lam] ile birleştirilerek ويل [veyl] şeklinde kullanılmaya başlanmıştır.
Araplar, gördükleri ileri derecedeki çirkinlik için veyl, küçük görmek için veys, acımak için de veyh sözcüklerini kullanırlar.1
Veyl sözcüğü, cehennemde bir dağın veya bir vâdinin adı olarak da rivâyet edilmiştir. Ama bu tarz rivâyetler kişisel yorum olmaktan öteye geçememişlerdir.
Rabbimiz veyl kelimesini burada nekre [belirsiz] olarak ifade etmiştir. Bu kullanımdan, veyl'in ölçüsünü hiç kimsenin bilmediği, bilemeyeceği, ancak Allah'ın bilebileceği anlaşılmaktadır. Bir başka ifade ile Rabbimiz, cezasının sadece Kendisi tarafından bilinebilecek ölçüde büyük olduğunu bildirerek inançsız insanlarca ortaya konulan bu davranışların ne denli çirkin olduğuna dikkat çekmiş olmaktadır.

HÜMEZE ve LÜMEZE: همزة [hümeze] sözcüğü, همز [hemz] kökünden türemiş, mübalâğa [abartı] kalıbında bir ism-i fail [etken isim] olup “sıkan, kıran, men eden, ayıplayan, vuran, döven” anlamlarında kullanılır. Ama asıl anlamı, “sıkan” ve “sakındıran” demektir. Zaman içerisinde “arkadan kınayarak, ayıplayarak, kötüleyerek birini bir şeyden sakındıran, o kişiyi sıkıntıya sokanlar” anlamında kullanılır olmuştur.2
لمزة [lümeze] ise “yüze karşı gizli sözle; kaş, göz, dudak hareketleri ile can sıkma, manevîyat bozma” anlamındakiلمز [lemz] sözcüğünden türemiş bir sözcüktür. Lümeze de tıpkı hümeze gibi mübalâğa kalıbında çoğul anlamlı bir ism-i fail olup “yüze karşı mimiklerle [kaş, göz ve dudak hareketleriyle] sıkıntı verenler” anlamına gelir.3
Lemz sözcüğünün türevleri, Hucurât/11 ve Tevbe/58, 79'da görülebilir.
Hümeze ve lümeze sözcükleri فعلة [fu‘aletün] kalıbında olup Araplar ضحكة [duhaketün=çok gülen], لعنة [lu‘anetün=çok lânet eden] gibi sözcükleri de bu kalıpla kullanmışlardır. Sözcüklerin farklı kıraatleri söz konusu olmasına rağmen, kıraatlerin hiç birinde anlam farklılığı yoktur. Bu nedenle burada farklı kıraatlerin ayrıntısına girilmeyecektir.
Hümeze ve lümeze sözcüklerinin manaları ile ilgili olarak klâsik eserlerde şu açıklamalar yer almıştır:
* Hümeze, “gıybet eden”, lümeze ise “ayıplayan ve eğlenen” demektir.4
* Hümeze, el-kol hareketleriyle; lümeze de dille yapılan alaya almalardır.5
* Hümeze, yüz yüze iken ayıplayıp alay eden, lümeze ise insanı arkasından ayıplayıp alay edendir.6
* Hümeze, açıkça ayıplayıp alay eden; lümeze ise gizlice, kaş-göz işaretleriyle ayıplayandır da denilmiştir.7
* Hümeze ve lümeze, insanlara hoşlanmadıkları lâkaplar takarak öyle çağırandır.8
* Hümeze, beraberinde oturan kimseyi göz ucuyla işaret ederek ayıplayıp alay eden; lümeze ise din kardeşini gıyâbında kötü şeylerle anıp ayıplayandır.9
* Bunlar [hümeze ve lümeze] koğuculuk yapanlar; dostların arasını açanlar ve insanlara kusur bulanlardır.10
* Hümeze dil ile, lümeze de göz ile yapılandır.11

Görüldüğü gibi, yukarıdaki açıklamaların hepsi de birbirine yakın anlamlar içermektedir. Ancak bize göre bunların içerisinde âyetin lâfzî yapısına ve Kur’ân'ın genel ilkelerine en uygun olanı, Lisânü'l-Arab'ın verdiği anlamlar doğrultusunda sözcüklerin orijinal anlamlarıyla yapılan açıklamadır.
Dikkat edilecek olursa, sözcükler hakkındaki açıklamaların tümü, “insanların şeref ve haysiyetiyle oynayıp onların kusurlarını ortaya koyma, onları sıkıntıya sokma, maneviyatlarını bozma” anlamlarında birleşmektedir. Bu demektir ki, hümeze ve lümeze olarak adlandırılanlar, İslâm tebliğcilerini sıkıştırmak, sıkıntıya sokmak, başarılarını engellemek için arkalarından girişimlerde bulunmakta, kulis yapmakta, lobiler oluşturmakta hatta bunlarla da yetinmeyip yüzlerine karşı sinir bozucu mimik hareketlerinde bulunmaktadırlar.


2,3O ki, malı toplayıp ve malının gerçekten kendisini sonsuzlaştırdığını sanarak onu çoğaltan/ tekrar tekrar sayandır.

Âyetlerin başındaki الّذى [ellezî] ism-i mevsulü, cümlenin devamında açıklanan gerekçe ile yanlış yapan kişilerin kimler olduğunu işaret etmektedir. Bu kimseler, 1. âyette sözü edilen hümeze ve lümeze'dir. Başka bir ifade ile, 1. âyette hemz ve lemz yaparak müminleri sıkıntıya sokan bu kimselerin cüretleri, biriktirdikleri mal sayesinde kendilerini bu dünyada ebedî zannetmelerinden kaynaklanmaktadır.
Âyetteki مالا [mâl] kelimesi, nekre [belirtisiz] getirilmiş ve böylelikle bu kelimenin anlamı geniş tutulmuştur. Çünkü nekrelik [belirtisizlik], çokluğa da azlığa da yorulabilir.
Nekrelik azlığa yorulur ise, bir insanın malı [sahip olduğu şeyler], bütün dünyanın malına nisbetle bir hiç değerinde olacağından, âyetteki vurgu, küçümseme ile malın azlığına yapılmış olur.
Nekrelik çokluğa yorulur ise, âyetteki vurgu, önemseme ile malın çokluğuna olur ve aynı zamanda bu küstahlığın da biriktirilen önemli miktardaki mala güven dolayısıyla yapıldığı kasdedilmiş olur.

MALI SAYMAK: عدّد [‘addede] sözcüğü, “biriktirmek, hazırlamak” anlamına gelen ve sesteş bir sözcük olan ‘udde kökünden türemiştir. İnsanların belli bir amaçla (meselâ, olası kötü hâdiselere karşı güvence olarak) bir şeyi biriktirmesi ‘udde sözcüğü ile ifade edilir.
‘Addede sözcüğü, kökünün sesteş bir sözcük olması sebebiyle birden çok anlama gelir.
Sözcüğün ilk anlamı, عدة [‘adet=sayı] demek olup cümledeki anlamı da, “tek tek saydı” manasına gelir. Sözcüğün tef‘îl babından [şeddeli] oluşu ise, sayılan şeyin çokluğunu anlatmaktadır.12
‘Addede sözcüğü, yine “sayı” anlamı ekseninde “çoğalttı” manasına da gelmektedir.13 Nitekim Arapça'da, “...'da [onda] oldukça adet, yani çokluk vardır” şeklinde kullanılır.
Âyetteki, عدّده [‘addedehü=onu tekrar tekrar sayandır] ifadesi, bazı kıraatlerde ‘addede sözcüğünün şeddesiz şekli ile ‘adedehü olarak yer almıştır. Bu şekle göre ise, kökün sesteşliği sebebiyle ifadenin anlamları şöyle olur:
“Mal biriktirdi ve o malın sayısını belirledi.”
“Malının, adamlarının adedini çoğalttı.”
Yukarıdaki âyetler, biriktirdiği mal-mülkle, yetiştirdiği evlâtla, elde ettiği makam-mevki ile övünüp böbürlenenlerin ve kendisini müstağni zannedenlerin neden böyle davrandıklarının gerçek sebebini açıklamak sûretiyle, bu zavallıların akılsızlığını ortaya çıkarmaktadır: O, malının kendisini gerçekten ebedîleştirdiğini sanıyor!
Hâlbuki tüm dünya metaı, gelip geçici şeylerden ibarettir. Kendisi ebedî olmayan şeyin insana ebedîlik sağlaması mümkün değildir. Dünya çapında kurulacak hâkimiyetler bile, her şeyi ile fânî olan bu dünyada yok olup gitmeye mahkûmdur. Dolayısıyla fânî dünyada sahip olunanlarla insanın kendini ebedî hissetmesi ancak akılsızlık göstergesidir.
خلد [huld=ebedîleşmek] sözcüğü, âhirete has bir kavram olup bu nedenle âhiretin bir adı da Dârü'l-Huld [Ebedîlik Yurdu]dur. Zaten Kur’ân'da cennet ve cehennemin ebedîliği de huld sözcüğü ile ifade edilmiştir.
Âyette geçen, اخلده [ahledehu] sözcüğü, huld kökünden türemiş olup “dışarı çıkmadan sürekli evde kalmak” anlamına gelir. Bu sözcük, bulunulan hâlin kesintiye uğramadan devam ettiğini anlatır.14 Nitekim Vâkıa/17'de, cennet ehline bir lütuf olarak verilecek çocuklar için muhalledûn [ebedîleştirilmiş] sıfatı kullanılmıştır ki, bu ifade de, o çocukların hiç büyümeyeceği ve yaşlanmayacağı anlamına gelir.
Ahledehü fiili, geçmiş zaman kipinde olduğu için âyetin anlamının da, kendisini ebedîleştirdi olarak verilmesi gerekmektedir. Sözcüğün geniş zaman ya da gelecek zaman kipinde “kendisini ebedîleştireceği” şeklinde çevrilmesi hem yanlıştır, hem de âyetteki ince anlamı yok etmektedir. Çünkü âyetin metnine göre, “o akılsız, malının kendisini ölümsüzleştireceğini değil, ölümsüzleştirmiş olduğunu” sanmaktadır.
Hatırlanacak olursa, Tîn sûresi'nde, ahsen-i takvîm üzere yaratılmış olan insanın, iman etmemesi ve sâlihâtı işlememesi sonucu, hayvandan beter edildiği, esfel-i sâfilîn'e itildiği bildirilmişti. 1-3. âyetlerde de bu inançsız insanın iğrençleşmiş, âdîleşmiş, küstahlaşmış portresi çizilmiştir. Bu portre, sadece âyetin indiği dönemdeki şu veya bu kişinin değil, her zaman ve her yerde görülen inançsız insanın portresidir: “Mala sahip olmakla insanlığın üstün ve ebedî değerlerine, onurlandırıcı her şeyine sahip olunacağını zanneden; şu veya bu şekilde elde ettiği malı hayattaki en büyük kazanç olarak değerlendiren; mala sahip olduğunda gönlünü tümüyle ona kaptıran; mal karşısında bütün kavramların önemini kaybettiğini, bütün değerlerin, bütün ölçülerin küçüldüğünü hisseden, onun karşısında kendine hâkim olamayan aşağılık bir tip...”
Bu patolojik kişilik, edindiği mal veya emtiayı her şeye gücü yeten, ölümü dahi baştan savıp ölümsüzlük sağlayan bir ilâh olarak görme eğilimindedir. Mal tutkusunun esiri olup iyice yozlaşan bu kişilik, elindeki ekonomik varlığı, hesaba çekilme ve yaptıklarının karşılığını verme zamanı olan âhirette Allah'ın vereceği cezayı bertaraf edebilecek bir güç zannedecek kadar da akılsızdır.
Bu kişilik hastalığındaki inançsız insan, yukarıda sıralanan güdülerin yönlendirmesiyle malın peşine düşmekte, onu ikide bir saymakta ve saydıkça da zevk almaktadır. Bu güdülerin kişiliğine yerleştirdiği çirkin duygular ise onu insanların yüce değerlerini ve onurlarını aşağılamaya itmektedir. Sonunda âyetlerde çizilen tablo gerçekleşmekte ve inançsız insan hem dili, hem de hareketleriyle alaya başlamaktadır. Yani, alay ettiği insanların gerek seslerini ve sözlerini, gerekse hareketlerini veya fiziksel özelliklerini alaylı mimiklerle taklit ve karikatürize ederek aklı sıra onları küçük düşürmek amacıyla bir nevi tiyatro sahnelemektedir.
Ne var ki, bu davranışları kendilerine pek pahalıya mal olacak ağır bir sonuç içermektedir:

4Kesinlikle onun düşündüğü gibi değil! Kesinlikle o, Hutame'ye fırlatılıp atılacaktır.

İşin, bu inançsız kimsenin inandığı gibi olmadığı, Rabbimiz tarafından كلاّ [kellâ=hayır hayır] sözcüğü ile ifade edilmiştir. Çünkü mal-mülk ne kadar çok olursa olsun, insanı ölümsüzleştiremez, ebedîleştiremez. Bu yanlış inanç, azgınlaşmış dürtülerine esir olan inançsız insanın, gerçeği algılama yetisini kaybederek düştüğü pişmanlık verici bir yanılsamadır.
Kesin olan şu ki, malın-mülkün çokluğu bu kişiye hiçbir fayda vermeyecektir. İnançsızlığından kaynaklanan yanlış davranışları yüzünden Müslümanlara sıkıntı verdiği ve toplumda manevî yıpranma oluşturduğu için, Kesinlikle o, Hutame'ye fırlatılıp atılacaktır.

Konu dost1 tarafından (15. January 2014 Saat 02:56 PM ) değiştirilmiştir. Sebep: Düzeltmeler yapmak.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
 

Bookmarks

Etiketler
giriş, hümeze, suresine


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 04:39 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam