hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE TEBYîNÜ'L -KUR'AN İŞTE KUR'AN ve VİDEOLARI Hakkı Yılmaz > İniş Sırası ile Sureler > 108.Teğabün Suresi

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 9. August 2010, 12:00 AM   #1
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart Teğabün Suresi

108 (64). Teğabün Suresi


https://youtu.be/G45P35oSKsI Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 481. Bölüm Teğabün ve Saff Suresi

MEDENÎ, 18 ÂYET

GİRİŞ

Adını 9. âyette geçen تغابن[teğâbün] sözcüğünden alan sûrenin, Medîne'de 108. sırada indiği kabul edilir. Bununla birlikte Mekkî, bir bölümünün Mekkî bir bölümünün Medenî olduğunu söyleyenler de vardır.[1]

Sûrede Allah değişik sıfatlarıyla tanıtılır, âhireti yalanlayan müşriklere âhiretle ilgili uyarılarda bulunulur. Temel konusu iman, Allah'a itaat ve güzel ahlâk olan sûrede, Allah'a ve Elçisi'ne itaat edip Allah yolunda infak etmenin gerekliliği vurgulanır; çocuklar, kadınlar ve malların infaka engel olmaması hususunda Müslümanlar uyarılır.


RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA

MEAL:

1. Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler Allah'ı tesbih eder. Mülk, yalnızca O'nundur, hamd de sadece O'nadır. Ve O, her şeye en iyi güç yetirendir.

2. O, sizi yaratandır. Artık, kiminiz kâfirdir, kiminiz mü’mindir. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.

3. O [Allah] gökleri ve yeri hakk ile yarattı ve sizi biçimlendirdi. –Biçimlerinizi de ne güzel yaptı!– Ve dönüş yalnızca O'nadır.

4. O, göklerde ve yeryüzündeki şeyleri bilir, gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri de bilir. Allah, göğüslerin özünü de en iyi bilendir.

5. Önceden küfretmiş olan kimselerin haberi size gelmedi mi? İşte, onlar, işlerinin vebalini tattılar. Onlar için acı bir azap da vardır.

6. Bu, kendilerine elçileri açık deliller ile geldiğinde, “Bir beşer mi bize yol gösterecek?” deyip de kâfirleşmeleri ve sırt çevirmeleri nedeniyledir. Allah muhtaç olmadığını gösterdi. Allah zengindir, övülmeye en iyi lâyık olandır.

7. Şu inkâr eden kimseler, kesinlikle diriltilmeyeceklerine yanlışça inandılar. De ki: “Aksine, Rabbime kasem olsun ki kesinlikle diriltileceksiniz, sonra kesinlikle yapmış olduğunuz şeyler size haber verilecektir. Ve bu, Allah'a göre çok kolaydır.”

8. Öyleyse, Allah'a, Elçisi'ne ve Bizim indirdiğimiz nûra [ışığa] inanın. Ve Allah yaptıklarınıza haberdardır.

9. Toplanma günü için sizi toplayacağı gün [zaman], –işte o gün, karşılıklı aldatma/aldanma günüdür.– Kim Allah'a inanır ve sâlihi işlerse O [Allah], onun kötülüklerini örter ve onu, içinde ebedî kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte bu, büyük kurtuluştur.

10. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler; işte onlar, içinde sürekli kalanlar olarak ateş'in ashâbıdırlar. O, ne kötü dönüş yeridir!

11. İsabet eden her musibet, sadece Allah'ın izni ile [bilgisi çerçevesinde] isabet eder. Kim Allah'a inanırsa, O [Allah], onun kalbini kılavuzlar. Ve Allah her şeyi en iyi bilendir.

12. Ve Allah'a itaat edin, Elçi'ye de itaat edin. Artık yüz çevirirseniz bilin ki, Elçimize düşen apaçık bir tebliğdir.

13. Allah, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır. Artık mü’minler, sadece Allah'a tevekkül etsinler.

14. Ey iman etmiş kimseler! Şüphesiz eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. O nedenle, onlardan sakının. Ve eğer affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki şüphesiz Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir.

15. Kesinlikle mallarınız ve çocuklarınız bir fitnedir. Allah ise, büyük ecir Kendi katında olandır.

16. O nedenle gücünüz yettiğince Allah'a takvâlı davranın, dinleyin ve itaat edin. Ve mallarınızdan, kendinizin iyiliğine olarak bağışlayın. Kim de nefsinin açgözlülüğünden korunursa işte onlar, başarıya ulaşanların ta kendileridir.

17-18. Eğer Allah'a güzel bir ödünç verirseniz, O, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Ve Allah, en iyi karşılık ödeyen, çok yumuşak davranan, görülebileni ve görülmeyeni bilendir, azîz'dir, hakîm'dir.

TAHLİL:

1. Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler Allah'ı tesbih eder. Mülk, yalnızca O'nundur, hamd de sadece O'nadır. Ve O, her şeye en iyi güç yetirendir.

2. O, sizi yaratandır. Artık, kiminiz kâfirdir, kiminiz mü’mindir. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir.

3. O [Allah] gökleri ve yeri hakk ile yarattı ve sizi biçimlendirdi. –Biçimlerinizi de ne güzel yaptı!– Ve dönüş yalnızca O'nadır.

4. O, göklerde ve yeryüzündeki şeyleri bilir, gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri de bilir. Allah, göğüslerin özünü de en iyi bilendir.

Gâyet açık ifadeleri içeren bu âyetlerde Allah Kendisini tanıtmaktadır. Şöyle ki:

• Gökler ve yerdeki şeyler Allah'ı tesbih eder.

• Mülk, yalnızca O'nundur.

• Hamd sadece O'nadır.

• O, her şeye güç yetirendir.

• O, insanları yaratan, sonra kâfir ya da mü’min olmaları için özgür bırakandır.

• Allah, insanların yaptıklarını görendir.

• Allah, gökleri ve yeri hakk ile yaratmış ve insanı biçimlendirmiştir.

• Bu biçimlendirme de eşsiz güzelliktedir.

• Dönüş, yalnızca O'nadır.

• O, gökler ve yerdeki şeyleri bilir, gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri de bilir.

• Allah, göğüslerin özünü bilendir.

Bu âyetlerdeki insana yönelik ifadeler şu âyetlerde de geçmişti:

Ey insan! Üstün kerem sahibi olan, seni yaratan, sonra da sana bir düzen içinde biçim veren, sonra da seni dengeleyen, dilediği bir sûrette seni tertip eden Rabbine karşı seni aldatan şey nedir? (İnfitâr/6-8)

Allah, sizin için yeryüzünü bir karargâh, göğü de bir bina yapan, size şekil veren –ki şekillerinizi ne de güzel kılmıştır– ve sizi temiz şeylerden rızıklandırandır. İşte O, Rabbiniz Allah'tır. –İşte, âlemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir!– (Mü’min/64)

Gerçekten Biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra iman edenler ve sâlihâtı işleyenler hariç –çünkü onlar için kesintisiz bir ödül var– onu alçakların en alçağına döndürdük. (Tin/4-6)

2. âyette, Artık kiminiz mü’mindir… ifadesiyle konu edilen inanç özgürlüğü, birçok âyette vurgulanmıştı:

Ve eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa yerin içinde bir delik, ya da gökte bir merdiven ara da onlara bir âyet getir! Allah dileseydi, kesinlikle onları hidâyet üzerinde toplardı. O hâlde sakın câhillerden olma! (En‘âm/35)

Oysa Rabbin dileseydi elbette yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırdı. Artık, inananlar olmaları için, insanları sen mi zorlayacaksın? (Yûnus/99)

De ki: “İşte, en kesin ve üstün delil, Allah'ındır. O nedenle eğer O [Allah] dileseydi, elbette hepinize kılavuz olurdu.” (En‘âm/149)

Ve de ki: “O hakk [gerçek], Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Şüphesiz Biz zâlimler için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O ne kötü bir içecektir! Dayanma/sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür! (Kehf/29)

Şüphesiz Biz, insanı karışık bir nutfeden yarattık. Onu belâlandıracağız [imtihan edeceğiz]. Bu nedenle onu çok iyi işitici, çok iyi görücü yaptık [iyiyi-kötüyü ayıracak bilgileri yollayarak bilgilendirdik]. Şüphesiz Biz ona yolu gösterdik; ister şükredici olsun, ister nankör. (İnsan/2-3)

Dinde zorlama/tiksindirme yoktur; rüşd ğaydan [iman küfürden, iyi kötüden, güzel çirkinden, doğruluk sapıklıktan] kesinlikle iyice ayrılmıştır. O hâlde kim tâğûtu tanımayıp Allah'a inanırsa, kopmak bilmeyen sapasağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir. (Bakara/256)

3. âyetteki, varlıkların “hakk ile yaratılma”sı; onların, oyun-eğlence için boşuna yaratılmayıp bir amacı olduğuna işaret etmektedir:

Ve Biz gökleri, yeryüzünü ve ikisi arasındakileri oyun oynayanlar olarak yaratmadık. Biz o ikisini sadece hakk/gerçek ile yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar. (Duhân/38-39)

Ve Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve aralarında olanları boşuna yaratmadık. Bu, şu küfretmiş olan kişilerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı vay şu küfretmiş olan kişilerin hâline! (Sâd/27)

Ve Biz göğü, yeryüzünü ve aralarındaki şeyleri, oyun oynayanlar olarak yaratmadık. Eğer Biz, bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu Kendi katımızdan edinirdik; eğer Biz yapanlar olsaydık. (Enbiyâ/16-17)

Ve O, gökleri ve yeri hakk ile yaratandır. Ve O, “Ol!” dediği gün hemen olur. O'nun sözü hakktır. Sûr'a üflendiği gün de mülk ancak O'nundur. O, gizliyi ve açığı bilendir. O, hakîm'dir, habîr'dir. (En‘âm/73)

Peki siz, Bizim sizi sadece boş yere yarattığımızı ve şüphesiz sizin yalnızca Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? İşte gerçek kral Allah, yüceler yücesidir. O'ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, saygın Arş'ın Rabbidir. (Mü’minûn/115-116)

Göklerin ve yeryüzünün yaratılışında, gecenin ve gündüzün ardarda gelişinde, elbette, ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde, “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen noksanlıklardan münezzehsin. Artık bizi ateşin azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen kimi ateş'e girdirirsen artık onu kesinlikle rezil etmişsindir. Zâlimleri için hiç yardımcılardan da yoktur. Rabbimiz! Şüphesiz ki biz, ‘Rabbinize inanın!’ diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi ebrâr [iyiler/yardımseverler] ile birlikte vefat ettir. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri ver, kıyâmet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen verdiğin sözden dönmezsin” diye tefekkür eden kavrama yetenekleri olanlar için nice âyetler vardır. (Âl-i İmrân/190-194)

4. âyette, Allah'ın ilminin sınırsızlığına vurgu yapılmıştır:

Ğaybın anahtarları da yalnızca O'nun katındadır. O'ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın. (En‘âm/59)

Onlar, insanlardan gizlemek isterler de Allah'tan gizlemek istemezler. Hâlbuki O [Allah], onlar, O'nun sözden razı olmadığı şeyleri gece plânlarlarken kendileriyle beraberdir. Ve Allah, onların yaptıklarını kuşatıcıdır. (Nisâ/108)

Şüphesiz takvâ sahipleri Rabb'lerinin kendilerine verdiği şeyleri almış olarak cennetlerde [bahçelerde] ve pınarlardadırlar. Şüphesiz onlar, bundan önce muhsinler [iyilik-güzellik üretenler] idiler. Onlar geceleyin pek az uyurlardı. Onlar, seherlerde bağışlanma dilerlerdi ve onların mallarında isteyen ve mahrum [isteyemeyen] için bir hakk vardı. (Zâriyât/15-19)

O, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş üzerine istivâ eden, yerküreye gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilendir. Ve nerede olursanız olun O sizinle beraberdir. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir. (Hadîd/4)

Göklerde olan şeyleri ve yeryüzünde olan şeyleri, Allah'ın bildiğini görmedin mi? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde O, mutlaka dördüncüleridir. Beşte de O, mutlaka altıncılarıdır. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar O, mutlaka onlarla beraberdir. Sonra kıyâmet günü onlara yaptıkları şeyleri haber verecektir. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir. (Mücâdele/7)

5. Önceden küfretmiş olan kimselerin haberi size gelmedi mi? İşte, onlar, işlerinin vebalini tattılar. Onlar için acı bir azap da vardır.

6. Bu, kendilerine elçileri açık deliller ile geldiğinde, “Bir beşer mi bize yol gösterecek?” deyip de kâfirleşmeleri ve sırt çevirmeleri nedeniyledir. Allah muhtaç olmadığını gösterdi. Allah zengindir, övülmeye en iyi lâyık olandır.

7. Şu inkâr eden kimseler, kesinlikle diriltilmeyeceklerine yanlışça inandılar. De ki: “Aksine, Rabbime kasem olsun ki kesinlikle diriltileceksiniz, sonra kesinlikle yapmış olduğunuz şeyler size haber verilecektir. Ve bu, Allah'a göre çok kolaydır.”

8. Öyleyse, Allah'a, Elçisi'ne ve Bizim indirdiğimiz nûra [ışığa] inanın. Ve Allah yaptıklarınıza haberdardır.

9. Toplanma günü için sizi toplayacağı gün [zaman], –işte o gün, karşılıklı aldatma/aldanma günüdür.– Kim Allah'a inanır ve sâlihi işlerse O [Allah], onun kötülüklerini örter ve onu, içinde ebedî kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte bu, büyük kurtuluştur.

10. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler; işte onlar, içinde sürekli kalanlar olarak ateş'in ashâbıdırlar. O, ne kötü dönüş yeridir!

Bu âyetlerde, geçmiş ümmetlerdeki inkârcıların itirazları ve âkıbetleri hatırlatılarak muhatap inkârcılar uyarılmaktadır.

Geçmişte küfredenlerin başlarına neler geldiği ilâhî mesajlarla size bildirildi, onların kalıntıları; ören yerleri de gözünüzün önündedir. Onlara azap edilmesinin nedeni, elçileri açık deliller ile geldiğinde, Bir beşer mi bize yol gösterecek? deyip küfretmeleri ve sırt çevirmeleridir. İyi incelerseniz Allah'ın muhtaç olmadığını, sınırsız zenginliğe sahip olduğunu ve övülmeye layık olduğunu, elçi göndermesinin ve kitap indirmesinin sizin yararınıza olduğunu anlayabilirsiniz.

Bu uyarıdan sonra, Şu inkâr eden kimseler, kesinlikle diriltilmeyeceklerine yanlışça inandılar buyurularak, sakat inançları bildirilip kâfirlere, Aksine, Rabbime kasem olsun ki kesinlikle diriltileceksiniz, sonra kesinlikle yapmış olduğunuz şeyler size haber verilecektir. Ve bu, Allah'a göre çok kolaydır denilerek ikinci bir uyarı daha yapılıyor.

Bunların ardından da evrensel çağrı geliyor: Öyleyse, Allah'a, Elçisi'ne ve Bizim indirdiğimiz nûra [ışığa] inanın. Ve Allah yaptıklarınıza haberdardır. Toplanma günü için sizi toplayacağı gün [zaman], –işte o gün, karşılıklı aldatma günüdür.– Kim Allah'a inanır ve sâlihi işlerse O [Allah], onun kötülüklerini örter ve onu, içinde ebedî kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte bu, büyük kurtuluştur. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalanlayan kimseler; işte onlar, içinde sürekli kalanlar olarak ateş'in ashâbıdırlar. O, ne kötü dönüş yeridir!

Âyette, toplanma günü, “teğâbün günü” olarak nitelenmiştir. Teğâbün sözcüğü aslında ticarette yapılan aldatmalar/aldanmalar hakkında kullanılır. Âhiret için bu ifadenin kullanılmasının nedeni, “aldananın kim olduğunun o gün açığa çıkacak olmasıdır, ki kâfirler mü’minlerin, Allah'a ve âhirete inanmaları nedeniyle aldandıklarını, enayilik ettiklerini, hesap verme korkusuyla bir sürü nimetten, zevk ve sefadan mahrum yaşadıklarını ileri sürmektedirler.

Küfrü tercih etme, iman ve sâlihâtı işleme, Kur’ân'da bir tür ticaret olarak nitelendiğinden, anlatımda bu ifade ile yer almıştır:

İşte onlar, hidâyet karşılığında sapıklığı satın alan kimselerdir de onların ticaretleri kâr etmedi ve onlar doğru yolu bulamadılar. (Bakara/16)

Şüphesiz Allah, tevbe eden, ibâdet eden, hamd eden, seyahat eden, o rükû eden, secde eden, ma‘rûfu emreden, kötülükten vazgeçiren, Allah'ın hududunu koruyan inananlardan canlarını ve mallarını, şüphesiz cenneti onlara verme karşılığında satın almıştır: Onlar, Allah yolunda savaşırlar; sonra öldürürler ve öldürülürler. Bu, O'nun [Allah'ın] Tevrât, İncîl ve Kur’ân'daki gerçek bir vaadidir. Ve sözünü, Allah'tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alış-verişle sevinin. Ve işte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. Ve mü’minlere müjde ver! (Tevbe/111-112)

İşte onlar, âhiret karşılığında basit yaşamı satın almış kimselerdir. Artık bunlardan azap hafifletilmez, onlar yardım da olunmazlar. (Bakara/86)

Elif [1], Lâm [30], Râ [200]. Bu, Bizim, insanları Rabb'lerinin izni ile karanlıklardan aydınlığa; Azîz'in, Hamîd'in; göklerde olan şeyler, yeryüzünde olan şeyler Kendisinin olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır. Ve dünya hayatını âhirete tercih eden, Allah'ın yolundan çeviren ve onun eğriliğini isteyen şu kâfirlerin, şiddetli bir azaptan dolayı vay hâline! İşte bunlar, çok uzak bir sapıklık içindedirler. (İbrâhîm/1-3)

Bu, onların dünya hayatını âhirete göre daha sevimli bulmalarından ve şüphesiz Allah'ın da inkâr eden bir topluluğu hidâyete erdirmemesi nedeniyledir. (Nahl/107)

Onlara, “Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden infak edin” denildiği zaman da o kâfirleşmiş kişiler, şu iman etmiş kişiler için, “Allah'ın dileyince doyurabileceği kimseyi biz mi doyuracağız? Siz ancak apaçık bir sapıklık içindesiniz” dediler. (Yâ-Sîn/47)

“Bizden bir tek insana mı, o'na mı uyacağız? O takdirde biz kesinlikle bir sapıklık ve çılgınlık içinde oluruz” dediler. (Kamer/24)

Onlar derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi de biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik.” (Mülk/9)

İşte onlar, hidâyet karşılığı sapıklığı, bağışlanma karşılığı azap satın alan kimselerdir. Bunlar, ateşe karşı ne kadar da sabırlıdırlar! (Bakara/175)

Ve Allah sizin düşmanlarınızı daha iyi bilir. Ve velî olarak Allah yeter, yardımcı olarak da Allah yeter. (Nisâ/45)

Seni gördükleri zaman da, “Bu mu Allah'ın elçi olarak gönderdiği? Şâyet tanrılarımıza inanmakta sebat göstermeseydik, gerçekten de bizi neredeyse tanrılarımızdan saptıracaktı” diye seni alaya almaktan başka bir şey yapmıyorlar. Ve onlar yakında azabı gördükleri zaman, kimin yolca daha sapık olduğunu bilecekler! (Furkân/41-42)

Gerçekten aldananın kim olduğunun ortaya çıkması nedeniyle mahşer gününe bu ad verilmiştir.

7. âyette, Aksine, Rabbime kasem olsun ki kesinlikle diriltileceksiniz, sonra kesinlikle yapmış olduğunuz şeyler size haber verilecektir. Ve bu, Allah'a göre çok kolaydır buyurularak bir ihtar yapılmıştır, ki bu ihtar daha evvel de yapılmıştı:

Ve “O [azap] gerçek mi?” diye senden haber almak istiyorlar. De ki: “Evet. Rabbime andolsun ki o, kesinlikle bir gerçektir. Ve siz âciz bırakanlar değilsiniz.” (Yûnus/53)

Ve o inkâr eden kimseler, “Bize o Sâ‘at [kıyâmetin kopuş ânı] gelmeyecektir” dediler. De ki: “Evet (gelecektir). Ğaybı bilen Rabbime andolsun ki, o, iman eden ve sâlihâtı işleyen kimselere –ki işte onlar kendileri için bir mağfiret ve kerîm bir rızık olanlardır– karşılıklarını vermek için size mutlaka gelecektir. O'ndan göklerde ve yerde zerre ağırlığı bir şey kaçmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi muhakkak açık bir kitaptadır.” (Sebe/3-4)

Şüphesiz âhiret azabından korkan kimseler için bunda muhakkak ki bir âyet [ibret] vardır. O, insanların kendisi için toplandığı bir gündür ve mutlaka görülecek bir gündür. (Hûd/103)

Âhiretin gerekliliği ile ilgili Nahl sûresi'nde yaptığımız açıklamayı aktarıyoruz:

Ve onlar [kâfirler], “Allah ölen kimseyi diriltmez” diye en kuvvetli yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. Hayır, Allah ölüleri, üzerine aldığı gerçek bir vaat olarak, onların, hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açığa koymak ve inkâr eden kimselerin yalancıların ta kendisi olduklarını bildirmek için diriltecektir. (Nahl/38-39)

Bu âyetlerde de yine akıllarını kullanmayan müşriklerin temelsiz inançları sorgulanmakta ve bu inancın geçersizliği ortaya konmaktadır. Müşriklerin Allah'a yemin ederek ısrarla âhireti reddetmelerine karşılık, Rabbimiz de onların bu inanışını reddederek, Hayır, Allah ölüleri, üzerine aldığı gerçek bir vaat olarak, onların, hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açığa koymak ve inkâr eden kimselerin yalancıların ta kendisi olduklarını bildirmek için diriltecektir ifadeleriyle gerçeği açıklamaktadır.

Müşriklerin kıyâmet ve öldükten sonra dirilmeyi kabul etmeyişleri daha evvel birçok yerde konu edilmişti: Bunlardan Yâ-Sîn sûresi'nde yaptığımız açıklamayı burada da naklediyoruz:

Ve o insan [o kişi], kendisini bir nutfeden [bir damla sudan] yarattığımızı görmedi mi de şimdi o, apaçık bir hasımdır [düşmandır]. Ve kendi yaratılışını dikkate almayarak Bize bir örnekleme yaptı. Dedi ki: “Kim diriltecekmiş o kemikleri? Onlar çürümüş iken!” De ki: “Onları ilk defa yaratan, onları diriltecektir.” Ve O, her yaratmayı çok iyi bilendir. O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş yapandır. Şimdi de siz ondan yakıp duruyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibilerini de yaratmaya kadir değil midir? Evet [elbette kadirdir]! Ve O, çok mükemmel yaratandır, çok iyi bilendir. Şüphesiz ki O bir şeyi dilediğinde, O'nun buyruğu/işi o şeye “Ol!” demektir; o da hemen oluverir. (Yâ-Sîn/77-82)

Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz tekrar dirilecekmişiz? (Saffat/16)

Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz zaman mı, gerçekten mi biz karşılık göreceğiz? (Saffat/53)

Ama kendilerine içlerinden uyarıcı geldiğine şaşırdılar da kâfirler, “Bu şaşılacak bir şeydir! Öldüğümüz ve bir toprak olduğumuz vakit mi? Bu uzak bir dönüştür” dediler. (Kaf/2-3)

Ve onlar, “Biz yeryüzünde kaybolduğumuzda mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışta olacağız?” dediler. Aksine onlar, Rabb'lerine kavuşmayı [O'nun huzuruna varacaklarını] inkâr ediyorlar. (Secde/10)

Ve onlar dediler ki: “Biz, bir kemik yığını olduğumuz ve ufalanıp toz olduğumuz vakit mi, gerçekten biz, yeni bir yaratılışla diriltilecek miyiz?” (İsrâ/49)

Bu, âyetlerimizi inkâr etmiş olmaları ve, “Sahi bizler, bir yığın kemik ve ufalanmış toz olduğumuz zaman mı, yeni bir yaratılışla diriltilmiş olacağız?” demiş olmaları nedeniyle onların cezasıdır. (İsrâ/98)

Size, gerçekten siz öldüğünüz, toprak ve kemik olduğunuzda, mutlak sûrette sizin çıkarılacağınızı mı vaat ediyor? (Mü’minûn/35)

Peygamberimizin tebliğine karşı yapılan bütün bu itirazlara ikna edici deliller gösterilerek her defasında cevap verilmiştir. Onları ilk defa yaratan, onları diriltecektir. Ve O her yaratmayı çok iyi bilendir ifadesi de bu cevaplardan biridir.

Aşağıdaki âyetler de diğer cevaplardan bazılarıdır:

Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ama insanların çoğu bilmiyorlar. (Mü’min/57)

Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz yoksa gök mü? Onu [göğü] O [Allah] yaptı: Boyunu yükseltti ve onu düzene koydu, gecesini kararttı ve kuşluğunu [ışığın parlaklığını] çıkarttı. Ve ondan sonra yeryüzünü döşedi; yeryüzünden suyunu ve otlağını çıkardı, dağları da sâbitledi [demirledi; sağlam bir şekilde yerleştirdi], sizin ve hayvanlarınız için bir faydalanma olmak [yararlanmak] üzere. (Nâzi‘ât/27-33)

Ölümü aranızda Biz takdir ettik Biz. Biz önüne geçilebilenler değiliz. Böylece sizin yerinize benzerlerinizi getiririz ve sizi bilmediğiniz bir şeyde inşa ederiz. (Vâkıa/60-61)

Rabbimiz Âdem'i anasız-babasız, Îsâ peygamberi de babasız yaratmıştır. Ayrıca Rabbimiz, Rûm/19-24'de bildirildiği gibi, ölüden diri, diriden de ölü yaratmaktadır. Bu konu daha evvel Yâ-Sîn sûresi'nin tahlilinde ele alındığından, detayın oradan[2] okunmasını öneriyoruz.

Âhiretin gerekliliği Yûnus sûresi'nde şöyle açıklanmıştır:

Hepinizin dönüşü sadece O'nadır. Allah bunu hakk olarak vaat etmiştir. Şüphesiz O, halkı ilk baştan yaratır, sonra iman eden ve sâlihâtı işleyen kimseleri kıst [nasipleri, hakkları olan payları] ile karşılık vermek için geri döndürür. Şu küfretmiş olan kimseler, küfretmeleri nedeniyle, kaynar sudan bir içki ve acıklı azap kendileri için olanlardır. (Yûnus/4)

Yeniden diriltilmenin mümkün olduğu Kur’ân'da günlük hayattan birçok aklî örnekler gösterilerek açıklanmış, her şeyi ilk defa yaratan ve bu yaratmayı sürekli devam ettiren Allah'ın, istediği her şeyi kıyâmetin ardından istediği biçimde yeniden yaratabileceği, bunun O'na çok kolay olduğu mukayeseler yapılarak defalarca tekrarlanmıştır:

Ve Allah rüzgârları gönderendir. Sonra onlar da bir bulutu harekete geçirip yukarılara kaldırır. Derken Biz onu ölmüş bir beldeye sevk etmişizdir. Böylece yeryüzüne ölümünden sonra onunla hayat veririz. İşte böyledir ölmüş çürümüş insanlara hayat vermek. (Fâtır/9)

Ve şüphesiz senin yeryüzünü boynu bükük görüp de Bizim onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman onun titreşmesi ve kabarması O'nun âyetlerindendir. Şüphesiz ki ona hayat veren kesinlikle ölüleri de diriltir. Şüphesiz O, her şeye gücü yetendir. (Fussilet/39)

Allah'ın gökten bir su indirip de onu bir yoluyla yeryüzündeki pınarlara koyduğunu, sonra onunla renkleri değişik bir ekin çıkardığını, sonra onun olgunlaşıp da senin onu sararmış gördüğünü, sonra da onu bir çöpe çevirdiğini görmedin mi? Şüphesiz bunda kavrama yeteneği olanlar için bir öğüt/hatırlatma vardır. (Zümer/21)

Sonra öldürdü onu, kabre koydurdu. Sonra dilediği zaman diriltip ortaya çıkardı onu. Hayır… Hayır… O, O'nun kendisine emrettiğini şimdiye kadar hiç yerine getirmedi. Hadi, bakıversin insan kendi yiyeceğine! (Abese/21-24)

Peki Biz ilk yaratmada âcizlik mi gösterdik? Hayır ama, onlar yeni bir yaratılıştan kuşku içindedirler. (Kaf/15)

Yoksa o insan başıboş bırakılacağını mı sanır? O, ayarlanmış meniden bir nutfe değil miydi? Sonra bir alak [embriyon] idi de, sonra onu yaratmış, sonra da düzene koymuştur; ki ondan da iki eşi; erkek ve dişiyi var etmiştir. Peki, bu [bütün bunları yapan] ölüleri diriltmeye kâdir [güç yetiren] değil midir? (Kıyâmet/36-40)

Ey insanlar! Eğer öldükten sonra dirilmekten şüphede iseniz, –(bilin ki) ne olduğunuzu size açıklamak için– şüphesiz Biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra bir alakdan sonra yapısı belli belirsiz bir et parçasından yaratmışızdır. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde tutarız. Sonra sizi bir çocuk olarak, sonra da olgunluk çağına erişmeniz için çıkartırız. Bununla beraber kiminiz öldürülür, kiminiz de önceki bilgisinden sonra hiçbir şey bilmemek üzere ömrünün en fena zamanına ulaştırılır. Bir de yeryüzünü görürsün ki kupkurudur; fakat Biz onun üzerine su indirdiğimiz zaman, harekete geçer, kabarır ve her güzel çiftten bitkiler bitirir. İşte bu (gösteriyor ki), şüphesiz ki Allah hakktır [gerçektir]. Şüphesiz ölüleri sadece O diriltir ve şüphesiz sadece O her şeye kadirdir. Kıyâmet ise şüphesiz gelicidir. Kesinlikle onda şüphe yoktur. Ve şüphesiz ki Allah bütün kabirlerde olan kimseleri tekrar diriltecektir. (Hacc/5-7)

De ki: “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun.” Sonra onlar, “Bizi kim geri döndürecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yaratmış olan.” Bunun üzerine sana başlarını sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki: “Çok yakın olması umulur! Sizi çağıracağı [diriltileceğiniz] gün, O'nu överek O'nun çağrısına uyacaksınız ve zannedeceksiniz ki, pek az kaldınız.” (İsrâ/50-52)

Onlar, gökleri ve yeri yaratan ve onları yaratmakla yorulmamış olan Allah'ın ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmediler mi? Evet şüphesiz ki, O her şeye gücü yetendir. (Ahkâf/33)

Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? Onu [göğü] O [Allah] yaptı. (Nâzi‘ât/27)

Ve O, sizi geceleyin vefat ettiren, gündüzün elde ettiğiniz şeyleri bilen, sonra adı konmuş ecelin [vâdenin] gerçekleşmesi için sizi kaldırandır. Sonra dönüşünüz yalnızca O'nadır. Sonra O, yaptıklarınızı size haber verecektir. (En‘âm/60)

Sonra kendi gerçek mevlâları Allah'a döndürülürler. Dikkatli olun, hüküm ancak O'nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir. (En‘âm/62)

Allah, o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra hakklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar, diğerlerini de adı konmuş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır. (Zümer/42)

Ölümü aranızda Biz takdir ettik Biz. Ve Biz, sizi benzerlerinize değiştirmemiz ve sizi bilmediğiniz bir şeyde inşa etmemiz üzerine önüne geçilenler değiliz. Ve andolsun, ilk yaratılışı bildiniz. Peki, düşünüp öğüt almanız gerekmez mi? (Vâkıa/60-62)
Bu âyetlerin ışığı altında, “âhiret”in gerekliliğini şu şekilde özetleyebiliriz:

• Âhiret korkusu, rahatını seven ve dünya nimetlerini arzu edecek bir yapıda yaratılmış olan insanı bu uğurda işleyeceği suçlardan caydırabilecek bir unsurdur. Çünkü menfaati için her türlü sorumsuz davranışı işleyebilecek nitelikteki insanoğlu ancak bir “mükâfat ve ceza yurdu”nun varlığı sayesinde kendisini denetleyebilmekte, böylece dünya yaşamındaki kötülükler bir parça da olsa frenlenebilmektedir. Âhiret korkusunun hiç olmadığı bir dünyada nasıl bir kargaşa, düzensizlik ve çürümenin hüküm süreceğini hayal etmek bile dehşet vericidir.

• Kendisine doğru yol gösterilmesine karşılık, insan, bu dünyada tam olarak özgür bırakılmıştır. Dolayısıyla insanlardan bazısı imanı, bazısı küfrü, bazısı da şükrü veya nankörlüğü tercih etmektedir. Mantıkî olarak düşünüldüğünde, tam bir serbesti içinde yapılan bu tercihlerin mutlaka mükâfat ya da ceza şeklinde karşılık bulması gerekmektedir. Bu karşılıkların verileceği yer âhirettir.

• İnsanın yaptıklarının tam karşılığını bu dünyada aldığını söylemek mümkün değildir. Zira birçok iyi davranış görülmediği veya görmezden gelindiği için karşılıksız kalır, birçok iyi kimse de hiç suçu yokken zulme uğrar, su-i istimale maruz kalır. Oysa adalet, karşılıkların tam olarak alınmasını gerektirir. O hâlde, yapılan zerre kadar bir hayır ve şerrin bile ihmal edilmediği, kesin adaletin sağlandığı bir başka dünya daha olmalıdır. İşte bu dünya, âhiret yurdudur ve orada bütün ameller, “hâkimler hâkimi”, “âdiller âdili” Allah tarafından karşılıklandırılacak, böylece hakk yerini bulmuş olacaktır:

O gün onlar cehennem ateşine itildikçe itilirler. –İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin, ister sabretmeyin artık sizin için birdir. Siz sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız!– (Tûr/13-16)[3]

11. İsabet eden her musibet, sadece Allah'ın izni ile [bilgisi çerçevesinde] isabet eder. Kim Allah'a inanırsa, O [Allah], onun kalbini kılavuzlar. Ve Allah her şeyi en iyi bilendir.

Bu âyette, insana isabet eden her musibetin Allah'ın izni/bilgisi çerçevesinde olduğu bildirilmektedir. İnsana isabet eden musibetin iki yönü vardır:

A) Kendi yaptıklarının karşılığı olması, ettiğini bulması:

Sana iyilikten-güzellikten isabet eden şeyler, işte Allah'tandır. Sana kötülükten isabet eden şeyler de senin kendindendir. Ve Biz seni insanlara bir elçi olarak gönderdik. İyi bir tanık olarak da Allah yeter. (Nisâ/79)

İnsanlar dönerler diye, kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/kargaşa ortaya çıktı. (Rûm/41)

Ve size musibetten isabet eden şeyler, işte kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. O da çoğunu affediyor. (Şûrâ/30)

Sonunda kazandıkları şeylerin kötülükleri, kendilerine isabet etti. Şunlardan o zulmetmiş olan kimseler; onların da kazandıkları şeylerin kötülükleri kendilerine isabet edecektir. Ve onlar aciz bırakanlar değildir. (Zümer/51)

Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman da, onunla şımarırlar. Ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle kendilerine bir kötülük isabet ederse, hemen onlar umutsuzluğa düşerler. (Rûm/36)

Ve kazandıklarının kötülükleri onlar için meydana çıkmış ve kendisiyle alay edip durdukları şeyler, kendilerini çepeçevre sarmıştır. (Zümer/48)

Ve Biz, seslendiğimiz zaman, Tûr'un [dağın] yanında da değildin. Bilakis senden önce kendilerine uyarıcı [peygamber] gelmeyen bir kavmi uyarman için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir musibet geldiğinde hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu, bize bir peygamber gönderseydin de âyetlerine uysak ve mü’minlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye Rabbinden bir rahmet olarak (orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik). (Kasas/46-47)

B) Allah'ın denemeye yönelik olarak musibet vermesi:

Ve de kesinlikle Biz, sizi korkudan, açlıktan bir şeylerle; ve mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile belâlandıracağız [imtihan edeceğiz]. Kendilerine bir musibet geldiği zaman, “Biz şüphesiz Allah'a aidiz ve yalnız O'na döneceğiz” diyen şu sabredenleri de müjdele! İşte onlar, Rabb'lerinden birtakım destekler ve rahmet kendilerinedir. İşte onlar, hidâyete erenlerin de ta kendisidir. (Bakara/155-157)

İnsanlar, fitnelendirilmeden, “İman ettik” demeleriyle, bırakılıvereceklerini mi sandılar? Ve andolsun ki Biz, onlardan öncekileri de fitnelendirmiştik. Artık elbette Allah doğru kimseleri bildirecektir ve elbette yalancıları da mutlaka bildirecektir. (Ankebût/2-3)

12. Ve Allah'a itaat edin, Elçi'ye de itaat edin. Artık yüz çevirirseniz bilin ki, Elçimize düşen apaçık bir tebliğdir.

13. Allah, Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayandır. Artık mü’minler, sadece Allah'a tevekkül etsinler.

Bu âyetlerde, insanlara isabet eden musibetlerin Allah'ın izni ile olduğu bildirilmekte ve buna rağmen Allah; bu musibetlerden savaş, savaşta öldürülme, yaralanma, sakat kalma, mal kaybı, çocukların mağduriyeti vs. gibi şeylerin olabileceğini bilerek savaşı emretmekte ve bu durumda da Allah'a ve Elçi'ye itaat edilmesini, sebat gösterilmesini, tevekkül edilmesini istemektedir.

13. âyetteki, Artık mü’minler, sadece Allah'a tevekkül etsinler ifadesiyle mü’minler, gönül rahatlığı ve samimiyetle Allah'a güvenmeye davet edilmektedir. Bu âyetin bir benzeri daha evvel geçmişti:

Doğunun ve batının Rabbidir O. O'ndan başka, tanrı diye bir şey yoktur. Bu nedenle O'nu vekil et! (Müzzemmil/9)

14. Ey iman etmiş kimseler! Şüphesiz eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. O nedenle, onlardan sakının. Ve eğer affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

15. Kesinlikle mallarınız ve çocuklarınız bir fitnedir. Allah ise, büyük ecir Kendi katında olandır.

16. O nedenle gücünüz yettiğince Allah'a takvâlı davranın, dinleyin ve itaat edin. Ve mallarınızdan, kendinizin iyiliğine olarak bağışlayın. Kim de nefsinin açgözlülüğünden korunursa işte onlar, başarıya ulaşanların ta kendileridir.

17-18. Eğer Allah'a güzel bir ödünç verirseniz, O, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Ve Allah, en iyi karşılık ödeyen, çok yumuşak davranan, görülebileni ve görülmeyeni bilendir, azîz'dir, hakîm'dir.

Bu paragraf, bir beyânname niteliğinde olup mü’minleri eş, evlat ve mal nedeniyle aldanarak hakktan ayrılmamaları konusunda uyarmaktadır: Ey iman etmiş kimseler! Şüphesiz eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. O nedenle, onlardan sakının. Ve eğer affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki şüphesiz Allah, çok bağışlayan çok merhamet edendir. Kesinlikle mallarınız ve çocuklarınız bir fitnedir. Allah ise, büyük ecir Kendi katında olandır. O nedenle gücünüz yettiğince Allah'a takvâlı davranın, dinleyin ve itaat edin. Ve mallarınızdan, kendinizin iyiliğine olarak bağışlayın. Kim de nefsinin açgözlülüğünden korunursa işte onlar, başarıya ulaşanların ta kendileridir. Eğer Allah'a güzel bir ödünç verirseniz, O, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar. Ve Allah, en iyi karşılık ödeyen, çok yumuşak davranan, görülebileni ve görülmeyeni bilendir, azîz'dir, hakîm'dir.

14. âyetteki, Şüphesiz eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. O nedenle, onlardan sakının. Ve eğer affeder, kusurlarını başlarına kakmaz, hoş görür ve bağışlarsanız, bilin ki şüphesiz Allah çok bağışlayan çok merhamet edendir ifadesiyle, mü’minlerin en yakınlarının düşman olabileceği, bu nedenle ihtiyatlı olmaları gerektiği bildirilmektedir.

Bu âyetlerin iniş sebebine dair şu nakledilmiştir:

Yüce Allah'ın, Ey iman edenler! Muhakkak ki eşleriniz ve evlâtlarınızdan size düşman olanlar vardır. O hâlde onlardan sakının buyruğu ile ilgili olarak İbn Abbâs şöyle demektedir: “Bu âyet-i kerîme Medîne'de Eşcalı Avf b. Mâlik hakkında inmiştir. Peygamber'e (s.a) hanımının ve çocuklarının kendisine karşı katı davrandıklarından şikâyet edince, bu âyet-i kerîme nâzil olmuştur.”[4]

17. âyete, Eğer Allah'a güzel bir ödünç verirseniz, O, onu sizin için kat kat artırır ve sizi bağışlar buyurularak infak görevi, Allah'a güzel bir ödünç verme olarak nitelenmiş ve böylece Allah yolunda infak edenler onurlandırılmıştır, ki bu başka âyetlerde de zikredilmiştir:

Kimdir o kişi ki Allah'a güzel bir ödünç versin de Allah da ona birçok katlarını katlayıversin. Allah darlık da verir, genişlik de verir. Ve yalnız O'na döndürüleceksiniz. (Bakara/245)

Kimdir o, Allah'a güzel bir ödünç verecek olan kişi ki, Allah da onun için kat kat artırsın! Onun için şerefli bir mükâfât da vardır. (Hadîd/11)

Şüphesiz sadaka veren erkekler, sadaka veren kadınlar ve Allah'a güzel bir ödünç verenler; kendilerine kat kat artırılacaktır. Onlar için çok şerefli bir ödül de vardır. (Hadîd/18)

Hiç kuşkun olmasın, Rabbin senin gecenin üçte-ikisinden daha azını, yarısını, üçte-birini ayakta geçirmekte olduğunu biliyor. Seninle beraber olanlardan bir grup da öyle. Allah, geceyi de gündüzü de ölçüye bağlar. Sizin onu kuşatamayacağınızı bildi de size tevbe nasip etti. O hâlde Kur’ân'dan kolay geleni okuyun! Sizden hastalar olacağını bildi. Bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah'ın fazlından bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. O hâlde ondan kolay geleni okuyun! Salâtı ikâme edin, zekâtı verin! Güzel bir ödünçle Allah'a ödünç verin! Öz benlikleriniz için önden gönderdiğiniz iyiliğin, Allah katında hayrını daha çok, ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan af dileyin! Hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok esirgeyicidir. (Müzzemmil/20)

İsrâîloğulları, yapılacak infakın, “Allah'a güzel bir ödünç” olduğunu umursamamış ve felakete sürüklenmişlerdir:

Ve andolsun ki Allah, İsrâîloğulları'nın misakını almıştı. Ve Biz, kendilerinden on iki nakip [müfettiş/başkan] göndermiştik. Ve Allah demişti ki: “Ben, muhakkak sizinle beraberim. Salâtı ikâme eder, zekâtı verir, elçilerime iman eder, onları destekler ve Allah'a güzelce ödünç verirseniz, andolsun ki sizden kötülüklerinizi örteceğim ve sizi altından ırmaklar akan cennetlere girdireceğim. İşte sizden her kim de, bundan sonra küfrederse, artık kesinlikle yolun doğrusunu kaybetmiş olur.” (Mâide/12)

Allah doğrusunu en iyi bilendir.



[1] Suyûtî, el-İtqân; Taberanî; Tirmizî; Hâkim; İbn Cerîr.

[2] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 3, s. 316-317.

[3] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 7, s. 246-251.

[4] Râzî, Mefâtihu'l-Ğayb; Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân; Taberî.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
suresi, teğabün


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:48 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam