hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > AHLAK > Ahlakı kavramlar > Emanet

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 3. July 2013, 08:50 AM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart Emanet'i kime teslim etmeliyiz?

İslam diye isim alan hak bir dinin toplumsal hayattaki göstergesi işlerin şûra ile yapılmasıdır. Dalalet ehli veya yoldan çıkmış bir toplumun dünya hayatındaki işareti istibdattır. İstibdat ister monarşi ve hatta veraset yoluyla olsun, isterse, cuntacılık şeklinde olsan “lider sultası” ve “fikir tekeli" varsa şûra dışı ve şûra karşıtı olarak isimlenmesi için yeterli şart oluşmuş olur.

MÜLKÜN SİYASİ AYAĞININ İŞTİRAK HALİNDE KULLANILMASI.

Bu hal, yani mülkün siyasi ayağının iştirak halinde kullanılması elbette ki Şûra’dır.
İstişâre ise katılımcı ve tam demokrasiden temsili türüne geçildiğinde kamuoyuna, muhalefete, baskı guruplarına, diğer baskı guruplarına danışmaktır. Âdet yerini bulsun diye değil, gerçekten hata yapmamak ve kendisini desteklememiş olan insanları üzerek insan(Kul) hakları vebâlini yüklenmemek için bunu yapmalıdır. Bunu yapmayıp kendi bireysel aklı, eğilimi ve hatta görüşü doğrultusunda hareket etmesi hak dinde kerih(iğrenç) görülenlerdendir.

Teknik danışman anlamındaki danışman bulundurmaya gelince; bu, hiç bir zaman ne gerek Kur'an "şura suresi"ndeki mülkü yönetmekte katılımcı demokrasi mecburiyeti olan iştirakın yerini tutan şeydir; ne de zaten kendi kafasına uygun özel danışman atayıp ona sorması hak mânâda şuradır; ne de teknik danışman bunun yerini tutar. Teknik danışman kullanmakta bir sakınca olmasa da, emaneti vereceğimiz insanın bir devlet tecrübesi olmalıdır. Özel alandan tepeden inme kimseler getirilmemelidir. Böyleleri devleti de "tüccar kafası"yla yönetirler ve "kamu görevi ilkesi"ni daima ihlâl ederler.
Öte yandan her müminin ilimle ve gerekli her türlü bilgiyle donanımlı olması mecburiyeti "ata-sözlerinde ve deyişlerde de vardır. Bir kimse eğer ülke yönetmeye kalkmışsa onun ilimle donatılmış olması kat kat farzdır. Bu bakımdan teknik anlamda danışman bulundurmakla ne tam demokrasi anlamına gelen şûra ve ne de istibdattan vazgeçerek her fikre açık olmak ve fikrin muhalif veya yandaş olan kimseden çıkıp çıkmadığına bakmamak suretiyle mutlaka değerlendirmeye alması gerekir. Bunu yapmayan herkes Kur'an dili olan Arap lisanında müstebittir. Müstebit ise çatık kaşlı, bed sözlü kaba şaki kimsedir. Böyle olanların da bizden olmadıklarına dair bir ata-sözü, deyiş de sunalım.:

“Kim ki, bir iş yapmak istediğinde Müslüman bir kimseyle istişare ederse, Allah onu işlerin en doğrusuna iletir.”

Dikkat edilirse burada bir iş yapmak söz konusudur. Yani eyleme geçilecektir. Bu eylem ister kişinin kendi nafakasını karşılamak veya ailesini yönetmek konusunda olsun, isterse ülke yönetmek gibi bir iş olsun danışmak hak dinin emridir. Bu genel fikir "sorma" olduğu için bir "danışma" niteliği taşır. Yaygın olan bu olduğu için de Şura denilince bu anlaşılmaktadır. Hâlbuki Kur'an ve ata-sözleri bu kavramın kullanırken sadece bu fikir alma, işine gelirse uygulama, işine gelmezse uygulamama nitelikli danışmayı kastetmez. Sözü bu dar kalıpları içinde yorumlanması için söylemez vahiler ve resuller. Zaten müsteşara da isim olan istişare şuradan ayrı bir şeydir. Bir teknik bilgi almak amacıyla müstebitin iş olsun diye danışman kullanmasıdır "istişare".

Maalesef, Kur'an’da koskoca bir sure bu isimle anılmasına rağmen içeriğine dikkat edilmeden yasak savma kabilinden ve her hâkimin-egemenin kendisinin atadığı bir teknik danışmana sorar gibi yapması olarak geçiştirilmiştir. Mülkün iştirak haklinde kullanılması hak dinde ideal yol olmasına rağmen, hususileştirmek ve tekelleştirmek kural haline gelmiştir. Halifelik bahane edilerek verasete dayalı istibdat katılımcı demokrasinin(Şûra’nın) yerini almıştır. Böylece de hak dinde hiç yeri olmayan anti demokratik istibdatlar süre gelmiştir. Demokrasiye bile aldırmadan kendi fikrinin ya halkın fikridir veya dinin emridir yalanıyla ve abartısıyla ısrarla dayatan müstebitler liberalizmi de tek iktisadi doktrin haline sokarak kul haklarının ihlaline dayalı bu sistemi küçük bir azınlığın lehine olan sistemi sürdüre geldiler. Sonuçta “bizden” görünen ama bizden olmayanlar çok miktarda türediler. İşte onlar bizden değildir. Bunu da iki ata-sözü saptayarak devam edelim.

SOYGUNCU BİZDEN DEĞİLDİR.

” Soygun yapan bizden değildir.”

BİZİ ALDATAN BİZDEN DEĞİLDİR

“Bizi aldatan bizden değildir. Hile yapıp tuzak kuranlar cehennemdedir.”

"Mülkün iştirak halinde kullanıldığı Medineler" dışında kalan hadarat(yeşillenme, kendine yontma) rejimlerinde genellikle otokratlar hükümdardır. Hakkı yenilen kesimi dinlemeye bile tahammül edemezler. Huzurlarından kovarlar. Bu eskide kalmış bir uygulama da değildir. Yoz kültürden kurtulamamış ve hak arayan vatandaşına hor bakan ve kovan kimselerin tavırları göz önünde durmakta, halen yaşanmaktadır. Onun için şura kendilerine danışman olarak belletilen bir kültürün akıllarını da çalıştırmayan elemanlarının "şûra suresi"ndeki katılımcı demokrasiye intibak etmeleri elbette ki beklenmez. Çünkü yukardan dayatmacılık, iliklerine işlediği halde bunu kabul etmeyerek başkalarını jakobenlikle suçlamakla "mağduriyet edebiyatı"nı sürdürecekleri aymaz bir kamuoyları ekmeklerine yağ sürmektedir. İşte burada emaneti veren “Bizden” değil ki, alanlar bu nitelikte olsunlar. Bunların bu horlayıp küçük görme tavırlarını anlatan bir ata-sözü verelim öyle devam edelim.

YAN BAKMAK BİLE GÜNAH OLARAK YETER.

“Kim din kardeşine haksız yere onu korkutacak bir gözle bakarsa, Allah da Kıyamet Günü kendisini korkutur.”

Burada verilen misal “Bir kimse” olarak dile getirilmiştir. Düşününüz ki, bu kimse özel biriyse, Kamu erglerinden birisini veya üçünü de birden kullanıyorsa!. Onun böyle kaba saba, katı kalpli, bed sözlü olmasının vahametini düşünelim. Ne büyük azabdır emanetin böylelerine geçmesi.

MERHAMETSİZLİK KARŞILIKSIZ KALMAZ.

“Kim yerdekilere merhamet etmezse, göktekiler de ona merhamet etmez.”

Yukardaki mizaç sahipleri bizden değildirler. Bir mümin adayı bunlardan kaçınmalı, emaneti de böylelerine vermemelidirler. Gerçek mümin aşağıdaki ve benzerlerinde nitelendiği gibi olmalıdır.

“Kim ki din kardeşine sevgi dolu bir gözle bakarsa, Allah onun günahlarını bağışlar.”

İslam toplumsal ilişkide öyle önemli esas ve detaylar vermiştir ki, müslümanın yüksek ahlakı nedeniyle yasa koyucuya bile ihtiyaç duymaz. Şeraitin kalbe yazılması da budur. Bu temiz alanda istismarcı da barınamaz.

Saygılarımla.
Galip Yetkin
(Av ilhami Çetin'den)

Konu galipyetkin tarafından (14. November 2014 Saat 11:53 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Bilgi (13. September 2013), dost1 (11. September 2013)
Alt 3. July 2013, 12:13 PM   #2
merdem
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 1.606
Tesekkür: 667
710 Mesajina 1.305 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
merdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud of
Standart

Elestiri yapip kalp kirmak gibi bir art niyetim yok emin olabilirsiniz.

Söylemek istedigim bir kac söz olacak konu hakkinda.

Madem ki KURAN ODAKLI DINDARLIK SITE'sindeyiz, bu yüzden en azindan Dini Konularin Kur'an isiginda/Ayetler ile aciklanmasi daha uygundur diye düsünüyorum.

Her ne sekilde olursa olsun Hadisleri Ata Sözü olarak sunmak Rivayetlerden olusan aciklamalar niteligini tasir.

Makale yazari pekala da Ayetlerle örnekler verebilirdi.

Kur'an Müslümanligini Gelenekcilerle karistirmisa benziyor.

Selam ve Dua ile.
merdem isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 3. July 2013, 02:03 PM   #3
mustafabey
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Aug 2012
Mesajlar: 108
Tesekkür: 19
41 Mesajina 61 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
mustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud of
Standart

Bize verilen emanet nedir?

Canımız ve bedenimizdir.

İnsana Allah tarafından verilen bu emanetleri yine Allah yolunda harcaması gerekir.

Allaha teslim olan(Müslüman), kendine verilen emanetleri Allah yolunda harcayandır.

Bilecek görecek olan İNSAN’dır. İnsanın vasıfları nelerdir.

Düşünme, akletme, idrak etme, iradeye sahip olma, öğrenme…
Bu vasıflara sahip olabildik mi?

Emanet sahip çıkacak olan İNSAN’dır. Eğer toplum insani vasıfları sergileyecek bireyleri yetiştiremiyorsa toplum insanlıktan uzaklaşırız. İstek arzularının , hayallerinin ve duygularının peşinden giden bireyler emanete sahip çıkmazlar, insanlığı(Müslümanlık) ortaya çıkaramazlar.

Her insana Allahın verdiği ayetler nelerdir?

Göz, ağız, kulak, beden, akıl, düşünce, idrak etme, irade…

Allahın insanlığa verdiği ayetler incelenmezse, göz ardı edilirse, ön plana insani vasıflar değil hayvani(içgüdüsel) vasıflar alınırsa ilerleme sağlayamayız.

Ayetlere bakmak, okumak için gören göz, işiten kulak, konuşan ağız gereklidir. Okumamız yazmamız olmayınca KURAN(okunan)ı nda sözlerini tekrar etmiş oluruz.

Rehber(KURAN) diyor ki; OKU , neyi okuyacağız?
mustafabey isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
mustafabey Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (11. September 2013)
Alt 3. July 2013, 09:41 PM   #4
merdem
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 1.606
Tesekkür: 667
710 Mesajina 1.305 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
merdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud of
Standart

Alıntı:
mustafabey Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Bize verilen emanet nedir?

Canımız ve bedenimizdir.

İnsana Allah tarafından verilen bu emanetleri yine Allah yolunda harcaması gerekir.

Allaha teslim olan(Müslüman), kendine verilen emanetleri Allah yolunda harcayandır.

Bilecek görecek olan İNSAN’dır. İnsanın vasıfları nelerdir.

Düşünme, akletme, idrak etme, iradeye sahip olma, öğrenme…
Bu vasıflara sahip olabildik mi?

Emanet sahip çıkacak olan İNSAN’dır. Eğer toplum insani vasıfları sergileyecek bireyleri yetiştiremiyorsa toplum insanlıktan uzaklaşırız. İstek arzularının , hayallerinin ve duygularının peşinden giden bireyler emanete sahip çıkmazlar, insanlığı(Müslümanlık) ortaya çıkaramazlar.

Her insana Allahın verdiği ayetler nelerdir?

Göz, ağız, kulak, beden, akıl, düşünce, idrak etme, irade…

Allahın insanlığa verdiği ayetler incelenmezse, göz ardı edilirse, ön plana insani vasıflar değil hayvani(içgüdüsel) vasıflar alınırsa ilerleme sağlayamayız.

Ayetlere bakmak, okumak için gören göz, işiten kulak, konuşan ağız gereklidir. Okumamız yazmamız olmayınca KURAN(okunan)ı nda sözlerini tekrar etmiş oluruz.

Rehber(KURAN) diyor ki; OKU , neyi okuyacağız?


Degerli Kardesim Mustafabey,

Kas göz kulak vücut ve can'dan ziyade kamu göreviyle ve toplumun tutumuyla ilgili bahsedilen EMANET burada. Ameliyat masasinda yatarsak, ancak operatöre emanet edebiliriz vücudumuzu bu fani dünyada Muhakkak ki her bir organimiza da deger vermemiz, gözetmemiz gerekir. O baska bir konu.

Nisâ /58

Şüphesiz Allah size, emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Şüphesiz Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah, en iyi işiten, en iyi görendir.



Burada konu edilen emânet, sözcüğünün terimsel anlamlarından biri olan, “kamu görevi”dir. Âyetteki, Şüphesiz Allah size, emânetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor ifadesinin birinci cümlesi topluma, ikinci cümlesi de toplumsal görev alanlara yöneliktir.

Adaletle davranma ve emânete riâyet birçok âyette zikredilmiştir:

Şüphesiz Allah, adaleti, iyileştirmeyi-güzelleştirmeyi ve yakınlara vermeyi emreder; hayâsızlıktan, kötülükten ve azgınlıktan nehyeder. O, düşünüp öğütlenirsiniz diye size öğüt verir. Ve sözleşme yaptığınızda Allah'ın ahdini yerine getirin. Yeminlerinizi [sözleşmelerinizi] sağlama aldıktan ve Allah'ı kendinize kesin olarak kefil kıldıktan sonra da onları bozmayın. Şüphesiz ki Allah işlediğiniz şeyleri bilir. (Nahl/90-91)

Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve Elçi'ye ihânet etmeyin. Bile bile kendi emânetlerinize de ihânet etmeyin. Şüphesiz mallarınızın ve evlâtlarınızın, kesinlikle fitne olduğunu ve kesinlikle de Allah katında çok büyük ecir olduğunu bilin. (Enfâl/27-28)

Yetimin malına da yaklaşmayın; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (malına) en güzel biçimde hariç [bu şekilde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz]. Ve ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapın. Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa adil olun ve Allah'a verdiğiniz sözü tastamam tutun. İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye O'nun [Allah'ın] size vasiyet ettikleridir. (En‘âm/152)

Ey Dâvûd! Gerçekten Biz seni yeryüzünde bir halîfe kıldık [yaptık]. O hâlde insanlar arasında hakk ile hüküm ver [hakk aracılığıyla zulüm ve kargaşayı engelleyip adaleti sağla]. Hevâya [keyfe, arzuya] uyma. O takdirde seni Allah'ın yolundan saptırır. Muhakkak Allah yolundan sapanlar, hesap gününü umursamadıklarından kendileri için çok şiddetli bir azap vardır. (Sâd/26)

Ey iman etmiş kimseler! Kendiniz, ana-babanız ve yakın akrabanız aleyhine de olsa, Allah için tanıklık eden kimseler olarak hakkaniyeti oldukça ayakta tutanlar/gözetenler olun. İster zengin olsun, ister fakir olsun, bilin ki Allah, ikisine de daha yakındır. Artık adaleti yerine getirebilmek için hevânıza uymayın. Eğer eğip bükerseniz veya geri durursanız, biliniz ki, şüphesiz Allah yaptıklarınıza haberdardır. (Nisâ/135)

Ve onlar [kurtulan mü’minler], emânetlerine ve ahidlerine riâyet eden kimselerdir. (Mü’minûn/8) H.Yılmaz

Selam ve Dua ile.
merdem isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 4. July 2013, 08:50 AM   #5
mustafabey
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Aug 2012
Mesajlar: 108
Tesekkür: 19
41 Mesajina 61 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
mustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud of
Standart

Selam Merdem Kardeşim;

Kuranda değişik meselerle ilgili örmekler vardır. Bu örnekler birer konu başlığıdır. Konu başlıklarının içini insanlar yaşamdan elde ettikleri bilgilerle doldururlar. Tüm bilgilerin kaynağı yaşamdır. Kuran rehberdir, örnekler var, konu başlıklarından yola çıkıp işin derinliğine inecek olan akıldır, buralardan elde edilecek olan bilgidir. İnsanları ilerleten işte elde edilen bilgilerdir.
Kuranda yeralan kelamları tekrar etmekle, sadece konu başlığı sunulmuş olur, insanları doyurmaz! İçeriği nasıl doldurulacak? Önemli olan budur. İşte bu mücadeleyi yapmadığımız için toplum olarak ilerleyemiyoruz.

Göz, Kulak, Ağız(Dil) kavramlarının Kuranda kullanımını incelersek ne kadar önemli olduğunu görürüz. Burda bahsedilen kavramları kaş gibi bir organ ile karşılaştıramayız. Ameliyatla da körün gözü açılmaz, kulağına da duyma kazandırılamaz, dilede doğruyu, hakikati söyletemez.

Bakara 18;
Onlar sağır, dilsiz ve kördürler. Artık onlar dönemezler.

Bakara 171;
Ve o inkâr edenlerin (kâfirlerin) hali, haykırması sebebiyle bağırıp çağırmadan başka bir şey işitmeyen (anlamayan) kimsenin durumu gibidir. (Onlar) sağır, dilsiz ve kördürler. Bu yüzden onlar akıl edemezler (idrak edemezler).

Bakara 7;
Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.


Sağırlık, körlük ve dilsizlik bunların zıttı nedir?
Duyma, görme ve konuşmadır.
Kulak duymuyorsa, gözde göremiyorsa dil zaten doğru konuşamaz. Kalp ve kulak mühürlü gözde de perde var. Genel olarak içinde bulunduğumuz durum budur, ama kimse üzerine alınmaz.

Buradan anlayacağımız insanların ayakta uyduğudur, akıl körleşmiştir, aklın ortaya çıması için, ayetlerin anlaşılması için gözlerin açılması, kulakların duyması ve ağzında gördüğü ve duyduklarında doğruyu söylemesi gerekir. O zaman akıl önündeki perde açılmaya başlar. Yoksa yapılan her şey taklitten öteye geçmez. Emanetin ne olduğu zaten anlaşılmaz.

Öncelikle insan kendindeki emanetlerin farkına varacak. Aklı bütün edecek, insan(Müslüman) olacak. Akleden, düşünen, idrak edebilen, öğrenmeye açık insanlar çoğaldıkça toplumdaki problemler çözülür. Yoksa benliklerin, bencilliklerin istek arzuların, hayallerin, duyguların hakim olduğu toplumlar dengeye ulaşamazlar, sorunlarını çözemezler, azap çekerler, kamu malını korumaz, kamu görevlerini de çıkarları için kullanırlar.


Ali İmran 75
Kitap ehlinden öyle kimseler var ki; ona kantar kantar emanet etsen onu sana iade eder. Ve yine onlardan öyle kimseler var ki; eğer ona bir dinar emanet versen başında devamlı dikilmedikçe onu sana iade etmez. Bu onların: “Ümmiler(okuma yazma bilmeyenler) hakkında bizim üzerimize bir yol (sorumluluk) yoktur.” demelerindendir. Allah'a karşı bilerek yalan söylüyorlar.

Enfal 27-28
Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber’e ihanet etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize de ihanet etmeyin.
Bilin ki mallarınız ve çoluk çocuğunuz birer fitnedir(imtihan). Allah katında ise büyük bir mükâfat vardır.

Azhab 72
Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir.


Kelamlarda bize geçmişten kalan bir mirastır, emanettir. Emaneti düzgün bir şekilde teslim etmek demek, kelamları yaşamda görmektir, üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmektir. Yoksa dil ile söylemek değil. Dil ile tekrar, ben görevi yerine getiremedim, bir sonraki kuşağa aktarıyorum, siz yapın, anlayın yerine getirin demektir, zaten böyle olduğu için sorunlar çözülmemiş, kendini İslam zanneden toplumlarda sorunlar artmıştır, zamanın gerisinde kalınmakta helak olma süreci devam etmektedir.
mustafabey isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
mustafabey Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Bilgi (13. September 2013), dost1 (11. September 2013)
Alt 11. September 2013, 06:54 AM   #6
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

NİSA–59: VE EMANETİ VERECEĞİMİZ KİMSELER DE “BİZDEN" OLMALI.

Önce itaat kavramını bilmek gerekir. Çünkü "emaneti ehline verin" diyen Nisa–58 ve 59 ayetler Allah ve Resul'üne itaatten de bahseder. Öyle ise itaat bilinecek ki, ayetin içeriğinde olan adalet ve adil insanlara emaneti verin emri iyi anlaşılsın. Yani "sakın ehil olmayanlara emaneti vermeyin bu zulümdür" denmektedir.
Yine "Ehl" kavramının anlamları arasında “sahip” anlamı vardır. Bu malik olma anlamında olmayıp, bir niteliğin kişinin zatında/kendisinde bulunmasıdır; güzel ahlâk gibi, ilim gibi, hikmet gibi. Bu da bize ayette geçen “Sizden” kelimesine vereceğimiz doğru anlamı bulmamıza yardımcı olur. Resulullah hadisleri içinde “bizdendir-bizden değildir” hükmüyle biten hadisler vardır. Ayrıca övülen ve yerilen karakterler de vardır. Bizim kim olmamız gerektiği ve bizim olmamız gerektiği gibi olmamız ve yönetimi emanet edeceğimiz kimselerde de bu özelliklerin bulunup bulunmadığını aramamız gerekir. Bu özelliklerin başında erdem, bilgelik, doğruluk, itidal ve yiğitlik gelmektedir.
Yiğitliğin Arapça anlatımı ise “Fityan” olup takva(şerden ve günahtan akıl yolu ile kaçınmak yani adaletsizlik yapmamak), vera(para ve mülk şehvetinde olmamak, şehvetleri denetim altına almak) ve züht(mülkten uzak durma) ehli olmak, yine zulme karşı mücadelede tereddüt etmemek vardır. Yiğitliğin en hafiflerinden birisi zalim hükümdara “sen zalimsin” diyebilmektir. En yiğit olanlar ise zulmün kökünün kazınmasıyla adalet ve rahmete dayalı hukukun üstünlüğü nizamının yeryüzünde hakim olması için canını dişine takarak çalışmaktır. Önce ilim ve bilgiyle donanmak ve sonra da güzel ahlak ve doğrulukta karar kılmaktır.

İtaat(Tav’dan):Boyun eğme, dinleme; Alınan emre göre davranma.
Allah insana bu konuda insana öğütler vermiştir. Yine onun Resulü de öğütler vermiştir. Bu öğütleri:

1-Adalet ve merhamete ilişkin öğütlerden a)adalet, b)ihsan, c)vermeye ilişkin çok tipik ve üçünü de birden ihtiva eden ayet Nahl–90 ayetidir. Alıcı değil verici olun demekte; adil olun demekte ve üç çirkinlikten de kaçının diye öğüt vermektedir. Buradaki adalet genel bir adil olma emridir.
Nisa–58 ayette bize bir konuda hükmederken adil olun diyor. Hüküm ise Hâkimin fillerindendir. Yani bireyde bulunan hâkimiyetin üç ergi olan şeydir: yasama, yürütme ve yargı ergi. Bu yetkilerin devletleşme ve temsili kullanmada yetki verme, istendiği zaman azledilebilme yetkisinin adil kullanılması söz konusudur; ki bu da üst yöneticiyi seçerken onda hangi nitelikleri aramamız gerektiği ve vicdani bir kanaate varmamız yolundaki adalettir. Yine üst yöneticiyi seçerken bu sorumlulukla seçme hatırlatılırken, bu yetkiyi alarak hükümet olanlara da yine yönetimin yargı erkinin ajanlar/memurlar(hakimler) eliyle kullanılmasındaki atamalarda adalet emredilmektedir. Hakem olarak yetkili olanların da hakeza bu sorumluluğu taşımaları gerekir. Ama biz hâkimiyetin asıl sahibi olan milletin bu hakkını kullanırken adil olması gerektiğinin yanında muhsin olması da ayetle emredilmiştir. Muhsinlik hem maddi cömertliğin en âlâsını ve hem de en güzel ahlâk sahibi olunmasınıı anlatır bize.
İki ayette de hitap emaneti alana değil, onu verecek olan herhangi bir insanadır.

2-Allah ve Resulünü dinleme ve vahiylerden alınan emre göre emaneti “bizden olan” bir heyete emaneten vermek yolundaki emre boyun eğmek için öncelikle "biz olmamız gereken biz kimiz?" bunu bileceğiz ki, bizden olan konusu netleşsin.
Öncelikle şunu belirtelim ki, "Ehl" kavramının anlamlarını yazarken “bir yerde oturan” anlamına şimdi dikkatimizi yoğunlaştıralım. "Biz", bir ulusal devleti olan, içimizde oturan ve bizi gözeten, milli menfaatlerimizi her türlü düşüncenin üzerinde tutan birisi olması Bakara–104 ayetin hükmüdür ki, şahsi çıkarları ve koltuk hevesi uğruna müstevlilerle(toprağı,ekonomiyi ve sosyal hayatı işgal edenlerle) şahsi menfaatini birleştirerek bize ihanet etmeyecek, ecnebilerden tavsiye ve talimat almayacak. Mademki emaneti verecek olan bizler Resulullah sözü dinleyeceğiz öyle ise onun millicilik ve ulusalcılık hakkındaki emir ve tavsiyesini dinleyeceğiz. Kabilecilik ve aşiretçilik yapmayacağız. Asabiyetten (taraftarlıktan) uzak durmak koşuluyla yurttaşlık sevgi ve bağlılığını ecnebi bağlılığıyla kirletmeyeceğiz ve kirletmeyecek olanları seçeceğiz. Çünkü biz Resulullah sözü dinleyenleriz.

"En hayırlınız, günaha girmemek şartıyla milletini savunandır" ”(Suyuti-Camius sağır)
Demek ki, ülkenin ulusal çıkarlarını savunan ve bundan dolayı ulusalcı ismini alanlar bizden, şahsi çıkarları için ecnebilerle sıkı fıkı olup dış temaslarında kendi toplumunun faydasını yeteri kadar savunmayan kimse “Biz” kavramının içinde olamaz. Bu guruptan birisi emanete talip olduğunda bizden olmadığı için emaneti ona vermek Allah ve resulüne itaat etmemektir. Kuran beyanı olan “Allah Muhsinleri sever” hükmüyle biten ayetleri aklımızda tutarsak, zaten Resulullah’ın güzel ahlakı tamamlamak için geldiğini de bildiğimize göre hadislerle vereceğimiz hatırlatma yetecektir.


ÂLİM OLMAYAN VEYA İLİM ÖĞRENMEYE ÇALIŞMAYAN BİZDEN DEĞİLDİR.
"Alim olmayan veya ilim öğrenmeye çalışmayan BİZDEN DEĞİLDİR" (Suyuti, Camius sağır)
Aklı ve ilmi yeterli olmayan bizden değildir. Kaldı ki ilim çoğumuzun yerine getirmediği farz ibadettir. İlim denince de sadece din bilimi değil, sendelemeden yürüyebilmek için gerekli ilimlerin öğrenilmesi farzdır.


MÜMİN AKILLI BASİRETLİ VE TEDBİRLİDİR
"Mümin akıllıdır, basiretlidir ve tedbirlidir." (Suyuti-Camius Sağır)


CENNET MERHAMETLİ OLANADIR
"Merhametli olan kimseden başkası cennete giremez" (Suyuti-Camius Sağır)


İLİM VE EDEPTEN UZAKLIK REZALETTİR
"Allah bir kulun rezil olmasını isterse, ilim ve edepten mahrum bırakır (Suyuti-Camius Sağır)


KİŞİNİN AKLI İSTİKAMET ÜZERE OLMADIKÇA, DİNİDE İSTİKAMET ÜZERİNDE OLMAZ.
"Kişi, sahibini doğru yola götüren veya bir kötülükten sakındıran ve ilimden daha faziletli bir kazanç elde etmemiştir. Kişinin aklı istikâmet üzere olomadıkça, dini da istikâmet üzere olmaz" (Suyuti-Camius Sağır)


ALLAH’IN BİR KULU SEVEN, ALLAHA SAYGI GÖSTERMİŞTİR
[b]"Bir kul, Allah'ın diğer bir kulunu severse, ancak rabbine saygı göstermiş olur."[/B (Suyuti-Camius Sağır)


BİR KİŞİ ALLAH İÇİN KARDEŞLİK KURARSA ALLAH ONU CENNETTE DERECELENDİRİR.
"Bir kişi Allah için bir kardeşlik kurarsa, Allah ona cennette bir derece verir."“ (Suyuti-Camius sağır)


ALLAH NEZDİNDE EN MAKBUL SADAKA HAK SÖZDÜR
"Allah'a hak sözden daha sevimli gelen bir sadaka yoktur."“ (Suyuti-Camius sağır)


Gerçekten de doğruluk bir insanda bulunması gereken en yüce fazilettir. Doğruluk da güzel ahlaktır.
Adalet ve Rahmet Sitesinden Saygılarımla.
Galip Yetkin.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Bilgi (13. September 2013)
Alt 11. September 2013, 08:14 PM   #7
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleyküm! Değerli Galip yetkin Kardeşim!
Allah razı olsun . emanetler asla müslüman olmayanlara verilemez.

"Mü’minler, kendilerinden seviyesiz, Allah’ın ilâhlığını, Rabliğini örten kimseleri yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmesinler; yönetici yapmasınlar, yaşamlarını onların ellerine teslim etmesinler. Artık onu her kim yaparsa Allah’tan hiçbir şeyi yoktur. Ancak onlardan bir korunma yapmanız başkadır. Allah sizi Kendisinden sakındırıyor. Ve oluş/varış yalnızca Allah’adır. "89/3 [Âl-i Imran, 28]

"Ey iman etmiş kimseler! Kendinizden seviyece düşük olan, Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğini örten kimseleri yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyin; yönetici yapmayın. Kendi aleyhinizde Allah’a apaçık bir kanıt vermek mi istiyorsunuz? 92/4 [Nisa, 144]
Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu yardımcı, koruyucu; yönetici yapanları görmedin mi; hiç düşünmedin mi? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Ve onlar bilerek yalan yere yemin ediyorlar. " 105/58 [Mücadile, 14]

"Ey iman etmiş kimseler! Eğer Benim yolumda cihat etmek ve Benim rızamı kazanmak için çıktınızsa, size haktan gelen şeyleri örttükleri; inanmadıkları halde, onlara sevgi ulaştırarak; onlara sevgiyi gizleyerek Benim düşmanımı ve kendinizin düşmanını yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyin; onları yönetici yapmayın. Onlar, Rabbiniz Allah’a inandığınızdan dolayı elçiyi ve sizi çıkarıyorlar. Oysa Ben sizin gizlediğiniz şeyleri ve açığa vurduğunuz şeyleri en iyi bilenim. Ve sizden kim bunu yaparsa artık o, kesinlikle yolun ta ortasından sapmıştır.
Eğer onlar sizi ele geçirirlerse, sizin için düşman olacaklardır, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatacaklardır. Ve onlar, “keşke Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğini örtseniz; inanmasanız” diye arzu etmektedirler.
Kıyamet günü akrabalarınız ve çocuklarınız size asla yarar sağlamazlar. Allah, aranızı ayırır. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir. " 91/60 [Mümtehıne, 1- 3]

"Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık beslemekte olduğunuz kimseler arasında bir sevgi oluşturur. Allah, en iyi güç yetirendir. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara hakkaniyetle davranmaktan men etmez. Şüphesiz ki Allah, hakkaniyetle davrananları sever.
Allah, ancak sizi, sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardımlaşan kimseleri velîleştirmenizi [koruyucu, gözetici, yönetici yapmanızı] yasaklar. Kim onları velîleştirirse, işte onlar, yanlış yapanların ta kendileridir."(91/60, Mümtehine/7-9)

"Ey iman etmiş kimseler! Allah’ın gazap ettiği toplumu velileştirmeyin; yönetici, gözetici yapmayın. Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğini örtenlerin mezarlık halkından ümit kestiği gibi, kesinlikle onlar, ahiretten ümit kesmişlerdir." 91/60 [Mümtehıne, 13]

"Ey iman etmiş kimseler! Yahudileri ve Hıristiyanları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyin. Onlar birbirlerinin koruyucu, yol gösterici yakınıdırlar. Sizden kim onları mütevelli; koruyucu, gözetici, yönetici yaparsa, artık o, şüphesiz onlardandır. Şüphesiz Allah, şirk koşarak, küfrederek yanlış yapanlar topluluğunu kılavuzlamaz." 112/ 5 [Maide, 51]

"Ey iman etmiş kimseler! Kendi seviyenizde olmayanlardan sırdaş/sıkı arkadaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar. Onlar, sıkıntıya düşmenizi istediler. Kesinlikle kinleri ağızlarından dışa vurmuştur. Göğüslerinde gizledikleri şeyler de daha büyüktür. Eğer siz, aklınızı kullanacaksanız, Biz, sizin için âyetleri/alâmetleri/göstergeleri kesinlikle açığa koymuşuzdur." (Al-i Imran; 118)

Meseleyi özetlersek, velâyet ve vekâlet vermek velâyet verilen kişinin, kurumun, ülkenin vesâyeti altına girmek demektir.

Bu ayetlerin bize verdiği mesajlara göre Mü'minler kesinlikle velâyetlerini [korunmalarını, gözetilmelerini, yönetimlerini; hak ve özgürlüklerini], müşriklere-kâfirlere, Yahudi ve Hıristiyanlara veremezler, teslim edemezler. Bu, kesinlikle yasaklanmıştır. Müslümanlar, korunma, gözetilme, yönetilme; bekalarını ve geleceklerini etkileyecek işlerine; hak ve özgürlüklerine Müslüman olmayanları el sürdürmemelidir. Onlara ne velâyet ne de vekâlet verilebilir.
Allah’ın koyduğu bu, velâyetin, Yahudi, Hıristiyan, kâfir ve münafıklara verilmemesi kuralı, bağımsızlığın, özgürlüğün, varlığı sürdürmenin ve gelecekte de var olmanın teminatıdır. Bir Müslüman erkek, Yahudi veya Hıristiyan bir kadınla evlenebilir. Bunda her hangi bir sakınca yoktur. Yahudi veya Hıristiyan kadın, Müslüman erkeğin eşi, çocuklarının anası olabilir ama aile bünyesinde “Velî” olamaz. Nitekim Tevbe suresinin 71. âyetinde de şu ifadeler yer alır: “İnanan erkekler ve inanan kadınlar; bunların bazısı bazılarının velîsi; koruyucu, yol gösterici yakınlarıdırlar. ……”.
Şu âyetlere de bakılabilir: Enfal; 72, 73, Mâide; 51, 57, 80–82, Âl-i İmrân; 28, Tövbe; 23, Mümtehine; 1–2, 8, 9, Nisâ; 89, 144.
Bu ilkeye ters davrananların ve önemsemeyenlerin ibretlik akıbetleri tarih kitaplarında bolca görülebilir.


Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Bilgi (13. September 2013)
Alt 14. September 2013, 11:52 AM   #8
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

EMANETİ YÜKLENECEK OLANIN VASIFLARI-NİTELİKLERİ.

Kuran, yönetimi emânet edeceğimiz kimselerin iki niteliğini önemsemiştir. Birisi EMİN şahıs veya şahıslardan oluşmuş bir heyet olacak. Diğeri ise EHİL olacak.
Ehliyet bilindiği gibi iki şeyi içerir: Birisi her türlü sorumluluk rüştüne ermiş, faruk ve mümeyyiz olmaktır. Çocuk veya deli veya geri zekâlı olmayacaktır. Zaten sistem saltanat ve veraseti meşrulaştırmışsa bu tür ehliyetsizlerin iş başına gelmesi de mukadderdir. Allah bize “şu niteliktekine verin “diye emir vermişse, yönetim el konulacak ve hanedanlaştırılacak bir şey değil, mutlaka seçerek iş başına getirilmesi gereken bir emanettir. Suudi Arabistan Krallığı bu açıdan Allah kitabına aykırıdır. Çünkü liyakate göre bir seçim bulunmadığı gibi sulta ve sultanlık veraset yoluyla devam etmektedir. Eğer saltanat ve veraset varsa Nisa suresi 58 ve 59. ayetler ihlal edilmiştir. Çünkü "VERİN" emrinin uygulanması için müsait ortam yoktur ki, insanlar yönetim emanetini verebilsinler.
Öyle ise öncelikle bu ayetlerin emrini ortaya koyalım ki, sultan hangi dini sıfatı taşırsa taşısın, halkın ona emâneti vermek ve geri almak yetkisi yoksa onu güç ve nüfuzla el geçirenler kendi vârislerine bırakıyorlarsa, Allah Kitabı askıya alınmış demektir.
Öyle ise hem bu ayetin içeriğini açmak ve hem de emânete konu olan üçüncü şeyin toplumun genelini hem insan ve hem de milli varlıklar olarak yöneticiye emanet konusunu açarak işlemeyi öncelikle bu Kuran emriyle ortaya koyalım. Sonraki bölümde ise, yine bu ayette geçen “Sizden” emriyle neyin kasdedildiğini açalım. Ama her önce “ehil” kavramını tanımlayalım. Daha kısa olması için Osmanlıca sözlüğe müracaat edelim.

EHL: 1-Sahip, malik, mutasarrıf olan.2-maharetli, usta, kabiliyetli, becerikli olan.3-Bir yerde oturan.
EHLİ: Alışık olan, alışkın, vahşi olmayan, insandan kaçmayan, ADAMCIL(bkz. munis).
EHLİYET:1-İşe yarar halde bulunuş, bir işi hak edebilecek halde bulunuş(bihakkın yerine getirecek olan)2-Mahirlik, LİYAKAT, kifayet ve MENSUBİYET.3-İktidar kabiliyet ve liyakat vesikası.

İşte “Ehl” kavramı ve türevlerinden çıkan anlamlar özet olarak budur. Biz sadece şunu hatırlatalım ki, o yeri yönetişi o halktan olması mensubiyet ve bir yerde oturması, ecnebi olmamasıdır. Yani halkın yönetimini halkın içinden çıkan ve aldığı emâneti halkın âlî/yüksek menfaatlerini takdir ederek bizzat kullanmasıdır. Onu "Avrupa birliği" ve benzerleri yerli olmayan ve o halkla kader birliği içinde olmayan çıkarları da ters yönde bulunanlara kullandırmamak işin esaslarından birisidir.
Yine yönetimi bir sınıfın kollanmasına yönelik değil bütün insanların ortak faydalarını gözetmesi yönünde olacaktır. Bu bir hatırlatmadır. Yoksa Ehl kavramının anlamlarını açmak değildir. Çünkü onun açılması ve örneklendirilmesi çok uzun izahatı gerektirir. Şimdi buradan hareketle önce “ehliyet” konusuna dair bir hadis vererek tasarruf ehliyeti olmasını ortaya koyalım.

İHANET AMACI OLMASA DA YÖNETİCİ, YETERSİZLİĞİNDEN BİLE SORUMLUDUR

“Yetersiz ve beceriksiz idareci Allah'ın rahmetinden uzaktır.”(Suyuti-Camius sağır).
Yani Allah onu affedecek değildir. "Ehliyetsiz olduğu halde yönetmeye hırslı olmak ve bunu akıl ötesi duygularla ve hizipsel mülâhazalarla-düşüncelerle seçenlere de merhamet edecek değildir" demektir anlamı. Kanunu bilmemek de mazeret sayılmaz. Bu ceza hukuklarının temel kuralıdır. Yönetime gelenin adaletsizlik yapmasının veya kötü yöneterek milletini borç batağına sokmasının ve diğer hatalarının mâzereti olamaz. Ona oy verenler de cahilliklerini mâzeret gösterip Allah rahmetinden istifade edemezler. Çünkü doğruyu değil, umuma faydalıyı değil, kendi dar hizbinde kişisel ve sınıfsal çıkarını önemseyerek bu seçimi yapmıştır. Gemiyi karaya oturtturacak ve milleti zillete düşürecek emperyalistlere kul edecek yanlışları yapmıştır. Yani sadece ihânetinden değil gafletinden ve cehaletinden dahi hem yönetici, hem de onu iktidar yapanlar sorguya çekileceklerdir.
Demek ki emânete ihânet etmese de, güvenilir olsa da önce yükleneceği işin hakkını verecek nitelikte olduğunu hem kendi objektif olarak düşünecek ve hem de ona yetki verecek olanlar bu işin hakkını verebilecek ilim, bilim ve deneyime sahip midir? Akıllı ve mümeyyiz midir diye düşünecekler. Yoksa altından kalkamayacağı işe soyunması da böyle birisini akıldışı hissi başlılıklarla yönetime getirenler sorumluluktan kurtulamazlar.
Yine asabiyet(taraftarlık,yandaşlık) hastalığıyla aşirettendir veya kral sülalesindendir, Emevi veya Abbasi hanedanlığındandır diye vali atayan sultan bunun sonunda cennetten mahrum olur.
Eğer Allah yöneticide liyakat ve ehliyet değil de erkeğin seccade namazı kılanını, karısının da tesettürlü oluşunu da şart koşsaydı, bugün Avrupa’da bulunan altı milyon müslüman, Amerika da bulunan bunun yarısı kadar müslüman ve Avustralya ve sair ülkelerde bulunan müslüman emaneti vermek için ne yapacaktı? Oy kullanmaması ise nisa suresinin inceleyeceğimiz ayetlerindeki “Verin” emrinin ihlali olacağından ne yapması gerekirdi. Öyle ise bu ayetlerde “sizden” olan kavramına doğru anlam vermek gerekir. Bunu da "biz kimiz?" diye sorarak, "biz"i tanımlayan Kur'an ve hadis emirlerine bakarak anlayabiliriz. "Biz" olmanın aynı toprakta ikâmet dışındaki anlamı Kur'an'da tanımlanmıştır ki bu "doğruluk"tur. Zaten eminlik de doğruluktan bir cüzdür. Bunu da "Biz kimiz, bizden olan emaneti yüklenecekler kimlerdir” başlığı altında sonraki bölümde vermemiz gerekecektir.

Öyle ise Nisa suresinin 58 ve 59. ayetlerini yazalım ve üzerlerinde düşünelim.

“Haberiniz olsun ki Allah size şunları emrediyor: Emânetleri ehline veresiniz ve insanlar arasında hükmettiğiniz vakıt adaletle hükmedesiniz, hakikat Allah size ne güzel va'z veriyor, şüphesiz ki Allah semi', basır bulunuyor(Nisa–58)

1-İnsan yönetme işi gasp edilemez. Veraset suretiyle hanedanlık şeklinde devam ettirilemez. Hak dinde onun sahibi insandır. Allah insanı kendisine yönetme hakkıyla(halifelikle) birlikte yaratmıştır. Bunun için insanın kendisine "halifem" demiştir. Halifeye halife olmaya kalkışmak buna karşı çıkmaktır. İnsanlar elbette ki bir yönetici heyet seçeceklerdir. Çünkü yüzlerce işlerinin ve geçim dertlerinin içinde yasama, yargı ve yürütme görevlerini yerine getirmek için her gün bir yerde farik ve mümeyyiz olanları tam mevcut tutmak, ergin binlerce kişiyi bu iş için bağlamak akıl işi değildir. Bilinmesi gereken şey, bu ayet bize "vermeyi" emrettiğine göre:
a-Yönetme, yasama ve yargı yetkisi ancak halkın vermesiyle kullanılır. Seçim hak dinde gereklidir.
b-Verâset yasaktır. Zor kullanarak bu ergi ele geçirmek ve üstelik verâset yoluyla seçimi ortadan kaldırmak, Kuran dinine aykırıdır.

2- Mademki kendini yönetme hakkı(Halifelik) Ayetlerle insana, insanın bizatihi kendisine verilmiştir; insan bu hakkın özünü devredemez. Sadece ve belli bir sure için kullanılmasını emanet bırakabilir.

3-Yönetme, yürütme ve yargı hak ve yetkilerini hükümetlere veya devletin organlarına geçici yetkiyle vekâleten kullandıran topluluk asla “bizi güt” bizim çobanımız ol diyemez. Ancak bizi ve bizim faydamız gözet der(Bakara–104)

4-Yine kendisine emanet verilen kimseler halkı sopayla güden ve onlara sürü, kendilerine çoban gözüyle bakamazlar. Onları ve onların menfaatlerini korumak üzere yetki aldıklarını akıldan çıkartmamaları gerekir.(Bakara–104)

Demek ki ne monarşi ve ne de hanedanlık ve veraset sistemi hak dinden onay alamaz. Böyle yönetmeye kalkanlar da, yönetme erkini kullanması için yönetecekleri iş başına getirmek için seçime katılmak yerine, seçime katılmayanlar yine bu ayete göre “ehline veriniz” emrine uymamış olurlar. Hem kendilerini sürü yerine koymuş da olurlar. Oysa mümin Allah’ın zillete katlanan kulları olamazlar. Mümin vakarlı olmak zorundadır.

Ehil görülüp üst düzey yöneticisi seçilenlerin de alt düzey yürütme ve yargılama ajanlarını seçerken ve atarken aynı kurallarla bağlı olurlar. Adaletsiz davranıp, liyakatsizleri, yandaşları rüşvetçileri iş başına getirmekten onlar da aynı derecede sorumludur. Çünkü ayet adaleti özellikle vurgulamıştır. Bu adalet ise objektif olmaktan başka bir şey değildir. Hiçbir hissi duygu, partizanlık(Hizipçilik) etkisi altında kalmadan asabiyet gözetmeden bihakkın liyakat sahibi olanları atamaları gerekmektedir. Görüldüğü gibi ayetlerde kılık kıyafeti şöyle olanları seçin diye bir kural yok. Yine seccade namazını kılanları seçin diye de bir kural yok. Doğruları, liyakatlileri, size ihanet etmeyecekleri seçin denilmektedir. Çünkü Maun suresi bizi bu konuda uyarmaktadır. Cami cemaati olabilir ama siz bu yönüne değil maunete mani oluyor mu, yoksa herkesin iş sahibi olup kendi nafakasını kendisinin çıkartması için onun iş, işyeri ve iş alet ve edevatına sahip olmasını istiyor mu, yoksa ferdiyetçi bir sistemle bunları ihmal mi ediyor diye bakacağız. Mesela toprağa ihtiyacı olanı toprak sahibi yapıyor mu? İhtiyacı olana maunet(işine uygun alet edevat ve imkânı) vermekte midir? Yani kendisine çalışıp başkasına uşaklık yapmaktan kurtulma insan onurunun gereğidir. Mihnete katlanmamak yine insan haklarındandır. Bunu savunanlar maunet isteyenlerdir.
Bir de şu tiplere bakalım. Bunlar çiftçinin maunet sahibi olması için gerekli toprak reformuna karşıdırlar. Ama cami cemaatidirler. İşte bunların bu dindarlığını kıstas yapmayacağız. Çünkü Allah böylelerine “Yazıklar olsun size, siz namaz mı kıldığınızı zannediyor ve buna güveniyorsunuz. Siz ikiyüzlü riyakârlarsınız demiştir. Münafığa emaneti teslim etmek demek, Allah’ın sözünü hafife almaktır. Demek ki adil ve rahim olanları yönetime getireceğiz. Kıstasımız kendisinin ve eşinin başına ne taktığına göre, cami cemaati olup olmamasına göre değil, toplumcu politikaları benimseyip benimsemediğine bakacağız.

“Ey o bütün iman edenler! Allaha itaat edin, Peygambere de itaat edin sizden olan ülülemre de, sonra bir şeyde nizaa düştünüz mü hemen onu Allaha ve Resulüne arz ediniz: Allaha ve Âhıret gününe gerçekten inanır mü'minlerseniz. O hem hayırlı hem de netice i'tibarile daha güzeldir(Nisa–59)

İşte "sizden olanlar" kavramı açıklanmazsa bütün bu saptamalarımız bir münafığın çarpıtmasıyla ziyan olur gider. Çünkü Nisa–58 ayetin getirdiği "ehil olma" ile riyakâr bir tarafa atılır gider. Onun için biz burada peygambere sosyo ekonomi politikte kimin itaat ettiğini, bu alandaki Resulullah'ın sözlerini ve onun kavam ve kifaf üzere yaşamını ortaya koyarak açıklamamız gerekir ki, lafazanlar pişmiş aşa soğuk su katmasınlar. Onun için “biz kimiz, bizden olan yönetici kimdir” sorusuna cevap olarak sonraki makaleyi okusunlar. Dolayısı ile bizden olmayan yönetici kimdir'in cevabına da erişilmiş olunacakır.
Adalet ve Rahmet Sitesinden saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (14. November 2014 Saat 12:28 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (16. September 2013)
Alt 18. September 2013, 07:24 PM   #9
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

BİZ’DEN OLMASI GEREKEN YÖNETİCİ GÜVEN VEREN, GÜVEN DUYULAN OLMALI.


Kuran elbetteki "biz" tanımında “Mümin” vasfını taşıyan insanı da kasdetmektedir. Ama dikkat edilirse, Nisa–58 ve 59 ayet lafızlarında(lütfen ayetlere bakın) "Mümin" diye bir lafız yoktur. Elbette ki bunun sebebi vardır. Sebeplerin başında da dinin istismara elverişli bir kurum olmasındandır. İnsanlara sureti haktan görünerek iktidar mücadelesi ve mülk şehvetini tatmin için kullananlar hem eskiden beri ve hem de günümüzde sayılamayacak kadar çoktur. Onun için rabbimiz emaneti kendisine tevdi edeceğimiz kimselerin insani vasıflarını ve yüksek ahlâk ve karakterlerini açıklarken “müslüman” veya “mümin” lafzını doğrudan kullanmamıştır. Hal böyle olmasına rağmen tarih boyu yine de istismarcılar ilim, sadakat ve liyakati ilk sıralara koyma yerine, emanete namzet olanın dış görünüşüne bakarak karar verme yolunu takip etmektedirler.

Nitekim bu istismarı ve maalesef hâlâ Kur'an'dan haberdar olmayan bilgisiz kitlelerin nasıl kandırıldığını ve çağırıldıkları din dışı ölçüye davete icabet ettiklerini 2007’li yıllarda cumhurbaşkanı seçimi öncesi gördük. Kur'an'dan yeteri kadar haberdar olmayan ve dini siyasetine ve siyasetini de mülkleşmesine payanda etmiş kişilerin “dindar Cumhurbaşkanı” çağrılarına icabet ederek(uyarak) Kur'an'dan destek alamayacak bir yola girmişlerdir. Hem de müminlik kıstasını sadece eşinin tesettürüne istinat ettirerek(dayandırarak) bunu kullanmıştır. Şu dini bilgi eksikliğine bakın ki, Kur'an "herkese kendi çalışmasının karşılığı vardır" derken eşin(tesettürü sebebiyle) şefaat etmesini meşrulaştıracak yeni bir din icat edildiğini de görmekteyiz. Eğer halk dinini bilseydi, değil kadın tesettürünün kocayı mümin yapacağı yalanına inanmak, Kur'an şahadetiyle sabit olan zalim Firavunun mümine ve hem de takva-vera sahibi Asiye'nin şefaatinden yarar görmediği ve helâk edildiğini bilirler ve bu tür dini ikbal(yüksek bir mevkiye ulaşma) ve emellerine alet edenlere fırsat vermezlerdi. Çünkü uyguladıkları sosyo ekonomi politik hak dine aykırı olan serbest yerle ilgilidir. Bu ise öyle bir zulümdür ki, ona sapanlar insanlık tarihi boyunca Allah'ın gazabına uğramışlardır. Çünkü bu hem gadaret(insafsızlık) ve hem de emanete ihanettir. Çünkü varsılı daha varsıl, yoksulu daha yoksul yapan bir düzendir ki, zulüm denince bu ferdiyetçi sistemin eşitliksiz olan imtiyazcı ve iltimasçı sistemi anlaşılır.


ZAYIFLARIN KORUNMASINDAN YANA TAVIR KOYMAYANLARIN DURUMU

“Kim ki, yanında bir mü'min ezildiği halde ona yardım etmeye gü*cü yeterken yardım etmezse, Allah onu Kıyamet Günü insanların gö*zü önünde zelil kılacaktır.”

Serbest piyasa ekonomisi bu şerri ihtiva eder. Dindarlığa hatalı kıstas getirilince öyle bir kamuoyu oluşur ki, yukarıdaki günahı işlemek de doğallaşır. Bir vahim örnek de, yine dindarlık iddiasıyla iktidara gelen benzer bir zihniyet, Fransa’nın emperyalist zulmüyle soykırıma uğrayan Cezayir müslümanlarının yanında yer almamıştır. Özgürlükler gündeme geldiğinde, İslam kıstası hatalı oluşmuş toplumun emaneti verdiği aynı kıstası taşıyanlar, yani Türkiye Müslümanlarının Müslüman diye iktidar yaptığı heyet, “ezildiği” halde sahip çıkmadıkları gibi uluslararası alanda, maalesef Cezayir müslümanlarının aleyhine oy kullanmışlardır.

Bütün bunlar gösteriyor ki, toplumumuz hak olan Kur'an'da konulan kıstasları değil, zahiren müslüman aramaya devam etmekte, bu nedenle de dinde fakihlik(İnce anlayış) kazanamamaktadır.



DİNDE İNCE ANLAYIŞLI( FAKİH) OLMAK ALLAH’TAN HAYIRDIR.

“Allah kimin hayrını dilemişse onu dinde bilgi ve ince anlayış sahi*bi yapar. Ve doğru yolunu kendisine ilham eder.”

Allah, ilmi arayana bu hayrı verir. Dünyayı isteyenlere ve bunun için de dini istismar edenlerin peşine takılanlara elbette ki hikmetle hidayet edecek değildir.


İKİ AÇTAN BİRİSİ İLMİ, DİĞERİ DÜNYAYI ARAYANDIR.

“İki aç vardır ki, doymaz: İlmi arayan, dünyayı arayan.”

İnsanlar eğer, feodalist, liberalist ve kapitalistler olmaya özenir de dünyayı tercih ederse, devletçiliği ve halkçılığı yıkarak sınıflı ve imtiyazlı toplumda kendisinin ve hizbinin iltimaslı ve imtiyazlı olmasına çalışırsa Allah onun kalbindeki zerre kadar imanı da alır da bunu bile fark etmez; ferdiyetçilik taraftarı, toplumculuk düşmanı olurlar.


KARŞILIKLI DAYANIŞMANIN OLDUĞU YERDE ANCAK MÜMİN VARDIR.

“Mü'minler birbirleri için aksamı(kısımları) birbirlerine destek veren bir bina gibidir.”

Şimdi bir bunun üzerinde düşünelim, bir de bize kendilerini dindar diye pazarlayan, ama insanların ayrı ayrı duvarlar olmaları ve hatta birbirlerine rakipler olarak hizipleşmelerini serbest piyasa ekonomisi adı altında yürürlüğe koyarak ikiyüzlü davranışlarına bakalım. Objektif bir insan için çok iğrenç bir durum vardır ortada. İş ve amaçları birleştirilmek yerine, aksine yarış ve savaşa sokulmuş insanların arasında kardeşlik kurmak mümkün müdür? Oysa ki bize kardeşlik emredilmiştir.


MÜMİN ASLA BİRİBİRİNİN RAKİBİ OLAMAZ. ÖYLE İSE SERBEST REKABET HAK BİR DİNE ASİ GELMEKTİR.

“Mü'min mü'minin aynasıdır, mü'min mü'minin kardeşidir. Kay*bettiği bir şeyini onun için muhafaza eder. Arkasından onu savunur.”

Eğer insanları, seçtiğiniz ekonomi politik gereği birbirine destek değil, köstekleyerek birbirlerine rakip ve rakibi geçmek üzerine tesis etmişseniz öncelikle iman-mümin ilkesine ihanet etmiş olursunuz. Çünkü mümin kavramının oluşumunda ağırlığı olan unsur “inanılır ve güvenilir olmak”tır. Eğer doğrusu bu olmasaydı yüce Allah Haşr–23 ayette şöyle der miydi?

“…El Melik-ül Kuddüs-üs-selam-ül mümin-ül…”

Öncelikle şunu belirtelim ki Allah tertemizlik ve kusursuzluğu ifade etmek için “Kuddüs” ismini kendisi için kullanmıştır. İnsanlar için bu kavram değil, Tayyib ve tahir kavramları kullanılır. Haşr–23 ayet Allah’ı "melik" olarak açıkladıktan sonra onun "kuddüs" olduğunu açıklamaktadır. Yine bir başka anlamdırmaya göre Allah’ın kusursuz ve lekesiz bir "Melik" olduğunun açıklandığını anlarız. Buradan insanın alacağı hisse ise müminin tertemiz olması gerektiğidir. Yine emaneti ister bizzat ve isterse bilvasıta kullanalım aranan vasıflarımız çalmamak ve çaldırmamak, ezmemek ve ezdirmemektir. Eğer bir heyet daha dindar olduğunu öne çıkartarak iktidar olmuş ama ona destek verenlerden bir kısmı yolsuzluklarını sürdürüyor ve kendi hizbinin iktidar olması bunu kolaylaştırıyorsa Allah böyle bir toplumu ne mümin sayar ve ne de ona merhamet gözüyle bakar.
Bu kötü halin örnekleri çoktur zamanımızda. Hatta böyleleri yandaştır diye korunmaktadırlar.

Yine mukayesemizi Haşr–23 ayetten sürdürürsek(lütfen ayete bakın), ancak Tayyib ve Tahirlik isimde değil ruh ve davranışlarda yer etmiş olanların toplum için selamet olacakları vurgulandıktan sonra “mümin” kavramı Allah ismi olarak zikrediliyor. Aslında sıfat dememiz gerekir ama bir nitelik Allah’ta olunca ona sıfat değil isim demek daha doğrudur. İşte bir inananda ve bir melikte müştereken aranacak vasıflar çok temiz ve temizlenmeyi seven olmalıdır(bkz. Tövbe–108). Yani fityan ehli olmalıdır. Mescid'il haramı ziyaret ile bırakmayan, mülkte iştirak içinde olunarak temizlenmeyi savunan Tayyiplerden-Tahirlerden olması gerekir. Oysa biz öyle mi yapıyoruz. Aksine, Tövbe–108 ehli fityanlardan değil, "Dırar mescidi" ehli olan liberalistlerden emanetçi seçmekteyiz. Toplumculuğu savunma yerine, toplumcu parti ve onların temizlenmeyi seven ve temiz toplum diyen kalben mümin insanlarını “Meymenetsiz” ve toplumculuğu da meymenetsizlik olarak nitelendirip, böyle hakaret eden ve hor görenlerle aynı hizipte yer alan böylelerine emaneti veriyoruz. Ferdiyetçi midir insanlara hayırlı olmayı savunan, yoksa toplumcu mudur(Sosyalist midir) insanlara en çok faydalı olan?

Mademki Haşr–23 Allah için de "Mümin" kelimesini kullanır, öyle ise, “Mümin kişi Allah’a iman edendir” deyip geçiştiremeyiz. Çünkü "Mümin" kelimesi bu ayette bizzat Allah’a isim(Sıfat) olmuştur. Allah dışında ilah olmadığına göre Cenab-ı hakk kime iman etmektedir?
Demek ki mümin kavramının öncelikli anlamı "bir dinin inananı" değildir. Yüksek ahlak ve karakter sahibi olduğu konusunda şek ve şüphe duyulmadığı için "kendisine inanılıp güvenilen zat" anlamındadır. Öyle ise bir insan ister sıradan bir dindar, isterse emaneti yüklenen olsun, güven verecek vasıflardan mahrumsa ona "mümin" denmez. Ona emanet de verilmez. İnsanlara faydalı olmak gibi bir idealizmi de olması gerekir. Ensar ve iysar ahlaklı olmalıdır. Açıkça liberalizmi savunan bir kimsede bunların olmadığı ayan beyan ortadadır.


MÜMİN KENDİSİNE ISINILAN VE BAŞKASINA İYİLİĞİ DOKUNANDIR

“Mü'min, başkalarına ısınan ve kendisine de ısınılabilen kimsedir. Başkasına ısınamayan ve kendisine de ısınılamayan kimsede hayır yoktur, insanların en hayırlısı, insanlara en çok faydası dokunandır.”

Dikkat edildiğinde burada Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman değil "mümin"(Güven duyulan adam) tanımlanmaktadır. Bu tanımlar çoktur. Ama inceliği fark eden yoktur. Müminin öncelikli anlamının "güvenilirlik" olduğunu bilmek gerekir. Bu nitelikler mümine ilave olunan aksesuarlar değil, müminin oluşum şartıdırlar. Varlık sebebidirler. Bu nitelikler yoksa mümin olma yoktur ortada. İnsanlar bilme ile inanma arasındaki farkı çoğunlukla bilmezler. Allah vardır diye bilmek, Kitap inmiştir, resul gelmiştir diye bilmek insanı mümin yapmaz. Allah’ın var olduğunu, resul ve kitap gönderdiğini bilenler vardır ortada.
Eğer bu bilmek, Allah’a “Güvenmek” aşamasına gelmiş ve Allah’ı Rabb edinmek için yalnız Allah veli edinilmişse ortada mümin vardır. Burada çok dikkat ister. "Eminlik" niteliğiyle ilgili bir kavram olan müminlik Haşr–23 ayette Allah için bu anlamda kullanılmıştır.
İnsan için mümin kavramı iki anlama da gelir: Kendisine güvenilecek ve gerçekten güven veren insan ve diğer yandan da, şek ve şüpheyi atmış olarak güvenip itimat eden insan anlamıma gelir. Yani emin olma olgusunun iki tarafını da anlatan bir kavramdır mümin.


MUHACİR HATA VE GÜNAHLARDAN HİCRET EDENDİR

“Mü'min, insanların malları ve canları konusunda kendisinden emin oldukları kimsedir. Muhacir de hatâ ve günahlardan uzak du*ran kimsedir.”

Kendisine güven duyulan, itimat edilen dürüst insana mümin denilir şeklinde bir tanım yapılabilir. Onun için müminin zıttı hain olmuştur. Onun için Müslüman alemi çoğunlukla “Mümin” diye getirip başına taç yaptıkları tarafından ihanete uğramıştır. Çünkü mümin kavramının asıl anlamının liyakat sahibi, işinin uzmanı ve kendisine güvenilecek bir insan olma vasfını araştırmayı ihmal edip, zahiren(görünüşte) inanıyor mu inanmıyor mu hatalı kıstasını öne çıkarttığı için birçok sahtekâr dünyalığını kurtarmak için sureti haktan görünerek onu dış görünüşle aldatagelmiş ve daha da aldatacaktır.

İşte bu ümmet zaten kendisine sorulmadan bin yılı aşkın bir zamandır yönetilegelmiştir. Sorulduğunda da, emanete talip olanlardan emanet verileceklerde liyakat ve güvenilirlik gibi vasıflarından kıstas seçmek yerine “sözleri tasdik ediyor mu” diye zahiri bir kıstasla emaneti vermiş ve bu nedenle de ihanete sık uğraya gelmiştir. Bu eksik kıstasla hareket edişi de şu kavramla anlatılır: "Bu adam İslam’ı diliyle tasdik ediyor. Kılık kıyafeti de şöyle, camide de gördüm. Karısı da şu kıyafette" deyip, mümin adderek itimat etmek hıyanete uğramayı kolaylaştırır. Çünkü iktidarı ele geçirenlerin halkı istismarının önüne, şekli imanla değil, ancak yüksek ve güzel ahlak ilkeleriyle donanmış bir gönülle geçilir. İnsanlar acziyetlerinden dolayı birilerinin himayesine sığındıklarında burada emanet vermek değil himayeye girmek söz konusudur. Müslümanlar ilk yarım yüz yıl sonrası buna mahkûm olmuşlardır. Böylece de Nisa–58 ve 59 ayetler muallâkta kalmışlardır.

Güvende bile tedbiri elden bırakmamak gerekir. Her duyduğuna inanma, İslam tipi inanana yakışan hallerden değildir. Her güçlü kuvvetliye “beni daha iyi korur diye “ sığınmak yine akıl kârı değildir. Doğru olan şey, karşılıklı dayanışmalı sistemi kurup(salâtı ikâme edip) “güçlü arama” gafletini bırakmak gerekir. Yine güçlülerin "saymakla bitirilemeyen" faydalarına dalkavukluk edenlerin yalanlarına itimat etmemek gerekir. Çünkü Feodalizmin ve Liberalizmin dalkavukları insanları aldatarak her mahallede bir milyarder yarat ki sana çok faydası olsun hilesiyle feodalizme ve liberal kapitalizme esaret durumunu sürdürecek politikalar üretirler. Böylece Nuh–21 ila 26 ayetler arasında anlatılan acayiplik çıkar ortaya. Hak resuller ve Lukmanlar bu zayıfları hürleştirmeye ve zilletten kurtarmaya çalışmalarına rağmen bu güruh aksine malı ve aşireti kalabalık olanların yanlarına sığınırlar. Böylece de kasabını sırtında taşıyarak kesime elverişli yere doğru kendi kasabını götüren ahmak deve durumuna düşerler. Bunun için her duyduğuna inanan ve her zahiren tasdikçiyi “Bizden” kabul edenlere giden bir kavramla güçlüye sığınırken bile dikkat edilmesi gereken şeyin fayda-zarar kıstası olduğunu da belirtmek gerekir.
İman, emin ve mümin kavramı bu kadar önemli ve çok kapsamlı bir kavramdır. Bundan gaflet edenler Allah’ı veli edinmeyi akledemeyenlerdir. Yine karşılıklı veli edinme sitemi olan "Ensariyet"i keşfedemeyenlerdir. Bunun için “Güçlü” ararlar. O toplumda yeteri kadar güçlü yoksa onu “yaratırlar”. Fakirden zengine imkan pompalayarak teşvik tedbirleri ve muafiyet ve istisnalarla “kıyaklar” yaparak adam palazlandırma politikaları da ortaya girdiğinde bu dinin de inananları elbette vardır ortada. Ama asla bu inananlar İslam inananı değildirler. Çünkü mülkperestliği kutsamakla putperest olmuşlardır. Çünkü Diyojen kadar akıllı olup, gölge edenlerin fayda üretmediklerini bilmeleri gerekirken ilimden uzak cehaletleri bu bilince ermelerine manidir de reşit olamamışlardır. Reşit zannettikleri diğer cahilleri de mürşit edinince günümüzdeki ecnebinin ayakları altında zillete düşmüş ümmet manzaraları durur karşınızda.

İşte hak din müminiyle, batıl din müminin burada ayrılırlar. Batıl dinler feodalizm ve liberalizmde olduğu gibi imtiyaz ve iltimas uygulayarak güçlüler oluşturalım ve sonra da bunların himayesine girelim diye teori oluşturur ve bunun propagandasını yaparlar. Hak din mensubu ise bilir ki, güçlü deve birçok devenin mazlum duruma düşmesiyle güçlü hale gelir. Tıpkı güneş ve toprağı daha çok kullanma ve yararlanma imkanı olan büyük ağaçların küçüklerin su ve güneşle ilgisini keserek çökertmeleri gibi. Onun için Filozof güçlüye “Gölge etme başka ihsan istemem” diyebilmiştir. Onun için ister siyasi, ister sosyal ve isterse ekonomik emanet olsun bunlar gölge edeceklere verilmez.

Bir diğer önemli vasıf da, gölge edecek kadar güçlü ve bundan dolayı zarar verenlerden olmayacak. İşte feodalizm ve liberalizm toplumunda zarar vermeyen bulmak imkânsızdır. Çünkü rekabet ve rekâbet dolayısı ile yengi, kuvvetli olmanın yol ve yöntemidir. Burada zarar vermemek değil, tam tersine zarar vererek farklı duruma geçmek önde, ilerde ve yüksekte olmak gerçekleştirilir.

Demek ki iki önemli anlamı olan Mümin kavramının biraz da “güvenilir, itimat edilir olmak” anlamını öne çıkartarak, daima hatırda tutmak gereklidir. İşte o zaman Nisa–58 ve 59. ayetlerde bize verilen emrin ne olduğunu, ne aldanan ne de aldatanlardan olmamanın ideal olduğunu daha iyi anlarız.
Adalet ve Rahmet sitesinden say6gılarımla.
Galip Yetkin.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (19. September 2013)
Alt 13. November 2014, 12:37 PM   #10
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

RESULULLAH SONRASI, FETİH DÖNEMİ YÖNETİCİLERİ ÇOĞUNLUKLA CEHENNEME

Bu hadisi açmadan önce fetih kavramı üzerinde durmak gerekir. Kuran’da Fetih isimli bir sure vardır. Yine Nasr suresinde bu kavram geçmektedir.
Peki, Fetih nedir?
Niçin fatihler günaha girerler.
Fetih nedeniyle mi günah kazanırlar?
Yoksa fethedilen yerlere idareci atarken mi günaha girerler.
Fey dağıtırken mi günaha girerler?

Kavramsal anlamı “Açmak” olan fetih çeşitli alanlarda çeşitli amaçları ifade etmek için kullanılır. Siyasi ve askeri anlamda fetih genişlemedir. İstilâdır. Hak din esas olarak avunma savaşlarını bize öğütler. Yine evrensel hukuk ve hak dinler bir toplumun “hayat alanları” temin edecek şekilde bir makul genişlemeyi yasaklamaz. Mesela İslam ayakta kalabilecek bir saha olarak Arap yarımadasını kendisine vatan seçmiştir.
Bu sınırların aşılması ve muhafazası konusunda iki ayrı fikrin olduğunu tarihi kaynaklardan öğreniriz. Mesela Ali genişleme politikası içinde olunmamasını ideal bir yönetim kurularak ve imrenilecek güzel ahlak üzere bir sosyo ekonomi politikle özendirme yolunun tutulmasını önerdiği, ancak Emevi taifesinin başını çektiği ve toplumun çoğunluğunun desteklediği diğer görüşün genişlemeci bir politika takip edilmesini benimsediklerini kaynaklardan öğrenmekteyiz.
Endonezya’nın müslüman olması hariç, genellikle dini yayma biçimi olarak da fetih yöntemi uygulanmıştır. Bunun eleştirisini yapacak değiliz. Zaten hadis de bunu konu edinmiş değildir. Emaneti ehline vermemek söz konusudur. Öyle ise “Emanet” kavramını tanımlayalım ki üzerinde düşünebilelim.

Emanet: Emniyet edilen kimseye bırakılan şey, eşya veya kimse.

Demek ki emânete konu olan şey ya eşyadır veya kimsedir. Mal mülk cinsinden de olabilir, insan veya toplum cinsinden de olabilir. Yine bırakılan bu emânet herkese değil, bunu koruyacağına dair bırakanda bir güven olması gerekir.
Güvenilen kimse ümitleri boşa çıkartırsa buna “hain” denilir. Çünkü ihânet etmiştir. Yani düşük ahlâklı birisine aklı olan kimse emânet bırakmaz.
Eğer emânet bırakılan kimse güvenilmez bir kimse iken, bir kimse ona itimat ederek bir emânet bırakmışsa veya mülkü ona teslim etmiş ve yönetime getirmişse bu ihânete kendi kusuruyla katkıda bulunmuş olur. Hatta özel şartlar oluşmuşsa bu suç emânete ihânet bile sayılmaz. Yani haine emânet etmişse kusur da emânet eden daha kusurludur. Adamın dolandırıcılığı aşikârken ona eşya bırakmak, namus ve ırz düşmanlığı aşikârken ona kadınını emanet edenin büyük oranda kusuru vardır.
Çünkü emin olan ve bu nitelikle maruf olana emanet bırakılır.

Yine ülke ve insanını sevmemekte aşikâr bir tutumu olan kimsenin müstevlilerle(işgalcilerle) şahsi menfaati karşılığı yönetme emânetine her an ihânet ihtimali açık iken ona ülkenin yönetimini emânet edenler elbette ki yöneticinin seçiminde halkın yetkili olduğu sistemlerde müteselsilen sorumludur. Yani tercihini böyle yapmayan akıllı ve teenni(ihtiyat/tedbir) sahiplerine ihânet etmiş, hainin iktidar olmasına yardım etmiştir. Ki Kuran dini “Emâneti ehline verin” derken halkın seçimini/seçme özenini vurgulamıştır.
Yoksa verâset yoluyla gelecek bir sistemi benimsense idi, niçin “ehline verin” desin ki? Bu konuda Nisa–58 ve 59 ayetlere bakılabilir(yukarıdaki konularda değinildi). Bu ayetlerden sonra emânete konu olduğunu bir de örnek hadislerden verelim ki, emanetin konusu hükmetme ve yönetme yetkisi dışında eşya ve kimse olan emnete ilişkin iki ayrı hadisle sözlük anlamını onaylatalım. Buna girmeden de iki önemli hususu daha belirtelim.

Emâneti vereceğimiz kişi güven verse de bu yeterli değildir. Bilgi ve becerisi müsait olacak. Yine emaneti koruyacak gücü olacak.
İyi niyetli olması yetmez. Onu kimseye vermeyip, emanet eden istediğinde ona sapasağlam teslim edecek olduğu için korumaya güç yetirecektir. Onu çaldırmayacak, gasıplara karşı koruyacak.
Yine ilim ve tecrübe sahibi olacaktır. Kendisine bir çuval tuzu koru diye bıraktığınız emin kimse bunu korumaya azmetmiş, insanlardan gelen gasp ve hırsızlık fiillerini durduracak gücü de vardır. Ancak onu üzerinden yağmur yağan bir yere koymuşsa veya altında su akıntısı bulunan bir yere koymuşsa emaneti koruyacak bilgiye sahip olmadığı için doğal afetlerden nasıl korunacağını bilmediğinde onu zayi etmiş olur.

Şimdi bakalım hadis de emanet konusu olan şeyin sözlükte ki tanımı onaylayan hadislerden birer örnek verelim.

1-Aile efradı ve onların işlerinin görülmesinin emanet edilmesi:

EMANETE İHANET EDENLERİN AHİRETTE SEVAPLARI KALMAZ İFLAS EDER.
1958. [3:381, Hadîs No: 3705]

Büreyde'den (r.a.) rivayetle:
“Allah yolunda cihada çıkan mücahitlerin hanımlarının cihada çık*mayanlara haram oluşu tıpkı annelerinin kendilerine haram oluşu gibidir. Her kim mücahitlerden birinin ailesinin işleri konusunda bir vazife alır da ona riâyet etmeyip hainlik ederse, Kıyamet Günü bu adam mücâhidin karşısında durdurulur ve kendisine şöyle denir; "Bu, senden sonra ailenin işlerini üzerine almış ve hainlik etmişti. Dolayısıyla iyiliklerinden istediğin kadarını al." O da onun sevabın*dan istediği kadar alır. Emânete ihanet etmiş olan bu adamın seva*bından geride bir şey kalacağını mı sanıyorsunuz(Suyuti-Camius sağır)



2-Şimdi de eşyanın emanet edilmesini konu yapan bir başka hadis:

VERDİĞİ SÖZÜ YERİNE GETİRMEK, ALDIĞI EMANETİ YERİNE GETİRMEK
1862. [3:306, Hadîs No: 3469]

Hz. Ali rivayet ediyor:
“Şu üç şeyin ihmaline hiçbir insan için izin ve müsamaha yoktur: Müslüman olsun kâfir olsun anne babaya iyilik, Müslüman olsun kâfir olsun verilen sözü yerine getirme, Müslüman olsun kâfir olsun aldığı emâneti sahibine vermek.”Suyuti-Camius sağır)

Görüldüğü gibi bir Müslüman bir kâfirden bir emanet alıp da, "nasılsa o kâfirdir ona verilen sözü ihlal etsem ne çıkar, ben nasılsa Allah’ın has kuluyum" diye düşünmesi gaflet ve dalâlettir. Bunu yapanlar geçmiş ümmetlerden çok çıktığı için bunu Resulullah insanlara özellikle hatırlatıyor. Hatta “iman etmiş olmanın kibri” de diyebileceğimiz bu hastalık sıkça karşılaştığımız bir hastalıktır.
Bu o kadar önemlidir ki, Ehli kitabı cehennemlik yapan bir özelliktir Kuran bunu ayet yapmıştır. Yani “Biz Allahın has kullarıyız onların haracını yiyebiliriz” yanlış düşüncesiyle küfre batmaktır. Adaletsizlik yapmaktır. Gayemiz meşrudur, öyle ise vasıta meşru da olmasa olur hatasıdır.

Bunu İsrail oğulları tarihinde sıkça görmekteyiz. Seçilmişliğin sınava tabi tutmak anlamını bir yana atıp, ona alâkasız anlamlar yüklemek gibi. Yine hıristiyanların ari ırktan olmaları iddiasıyla diğer insanların değersiz olduğunu, onların bazı nimetlere bile layık olmadığı yolundaki “asabiyetleri” gibi hastalıklı düşünce ve bunun gereğini yaparak zulmetmeyi haklı bulmaları gibi hastalıklı algı ve eylemler.
Ehli kitaptan birçok hastalık mikrobu alam İslam toplumlarının durumuna gelince. Onlar da "mâdem ki biz hak bir dinin mensubuyuz, öyle ise bu dini yayarken istilâ edebiliriz ve gerektiğinde nimetin en iyisine biz lâyığız" hastalığına zaman zaman kapılmışlardır. Bu da Cihadı amacından saptırıp mâli kaynak ve refah arttırmak için haddi aştıkları görülen eylemlerdendir.

Biz buradan konuya girerek yukarıdaki hadisin anlamıyla sınırlı amacı ortaya koyacağız. Ona ilişkin “menkul emaneti zayi etmeyi” işleyeceğiz.
Bu ise halktan vergi veya bağış olarak toplanan meblağların toplama amacı dışında kullanılması suretiyle yapılan emanete ihaneti açıklayacağız.
İhanet sadece alınan emaneti vermemekte direnmek ile kalmaz. Bir amaç için toplananları amaç dışı kullanmak ta yine iki sebepten kaynaklanır.
Birincisi bunu siyasi ve ticari amaçları için kullanmaktır. Bunun örneği ise, vergi olarak toplanan veya hayır kurumlarının topladıklarıyla bir siyasi görüşün iktidar olması ve iktidarda kalması için kullanılmasıdır. Mesela bunun tipik örneği vergi veya fonlarda biriken milletin geneline ait ve kamu hizmetlerinin yürütülmesi için toplanan paraları iktidarda bulunan partinin seçim kazanması için kullanılması böyledir. Yine uzak doğuda deprem yardımı olarak bağış niteliğinde toplanan parayla bir siyasi akım veya partiye taraftar kazandırmak için kullanılmasıdır. Yine bu cümleden olmak üzere Depremzedelere yardım edilmesi için “emanet” olarak toplanan paraların önemli bir kısmıyla bir medya kurulması veya onun güçlendirilmesi için kullanılması tipik örneklerdendir.

Şimdi emanetin alınma amacı dışında kullanılmasında bir beis görmeyenlerin kendilerine göre haklı sebeplerini sosyal psikoloji ilmi açısından değerlendirelim.
Birinci saik yine İsrail oğullarının hüsnü kuruntusuna benzeyen bir saiktir.
"Biz dini değerlere hizmet edeceğiz. Bu çok ulvi bir amaçtır. Öyle ise bize emanet edilmiş bu parayı kamu oyu oluşturacak bir kurumun inkar edilmez büyük faydası uğrunda kullanmamız emaneti amacı dışında kullanmak suretiyle ihanet etmekten muaf tutar. Çünkü daha hayırlı bir işe harcıyoruz"
bahanesidir. Bu insanın kendisini kandırmasının bir yoludur.

İkinci sebep ise yandaşlara harcamayı hata saymamaktır.
"Çünkü bunlar Allah’ın has kullarıdır ve cihad yapmaktadırlar. Öyle ise gaye meşru ise vasıtayı da meşru kılar" kendini aldatma yoludur.
Tam da buradan konu başlığı olan hadise geçecek değerlendirmeyi ortaya koymuş olduk.

Bir yönetici veya yönetici gurup, haklı bir cihadın meşru bir ganimetine el koymuşsa, el koyan kuvvet ve onun hükümdarı veya hükümeti bunu kamu adına yapmıştır. Bu bir emanettir. Hak din böyle bir arızı kazancın halkın zayıf kesimlerinin hakkı olduğunu hükme bağlamıştır. Gerek işgal kuvveti ve gerekse hükümdar bunu bu amaç dışında yandaşlarına veya muhariplere peşkeş çekemez. Çünkü bu şâkilik olur. O bu ganimetin emânetçisidir.

İşte bu fetih dönemlerinde bu emânetler zayi edilmiştir Gerek peygamberler ve halifeler tarihi isimli eserlerde ve gerekse İbn Haldun’un mukaddeme isimli eserinde uygulananın hadarat(yeşillik, yeşillenme, otlanılan yer, faydalanma) ve asabiyet(akrabayı,yakını, kavmini faydalandırma) olduğu bellidir. Yani yönetime yakın olanlar menkul ve gayrı menkul ganimetlerle semirmişlerdir. Ayrıca sair gedikler de “Asabiyeti/akraba, yakın, aynı kavimden olanlara” peşkeş çekilmiştir. Ayrıca bu ASABE ve yandaş elde tutma zihniyetinin bir başka tezahürü de idari taksimatta yandaşlar görevlendirilerek onlara bu kez de emânetin “şey ve kimse” şeklinin ikisini de kapsayan veya bir üçüncü türü olan "yönetme" emâneti verilmiştir. Bu yoldaki emânete ihânet üstün ahlak sahibi Ömer bin Abdülaziz tarafından adaletle ıslah edilmiştir. Bu sebepten onu katlederek yukarda açıklanan cihad dışı amaçlı fetihler sürdürülmüştür.. İşte bölüm başlığı yaptığımız hadisin kapsamında bu da vardır. Öyle ise şimdi de onu yazalım.

Hasan-ı Basrî rivayet ediyor:
“Ümmetime yeryüzünün doğusunu, batısını fethetmek nasib olacaktır. Dikkat ediniz! Allah'tan korkan ve emâneti sahibine verenler hâriç idarecileri Cehennemde olacaktır.”
(Suyuti- Camius sağır)2336. [4.98, Hadîs No: 4668]


Böylece hem geçmişten ve hem de güncel örnekler vererek olacakları olmadan haber veren bir hadisi daha incelemiş olduk. Emanetin açıklamasını ve emanete konu olabilecek üç şeyin tarif tanım ve açıklamasını yaptığımıza göre benzer hadisleri incelerken kavramları tekrar açmaya gerek kalmadı.

Av.İlhami Çetin'den
Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (13. November 2014 Saat 01:47 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (13. November 2014)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
emaneti, etmeliyiz, kime, teslim


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 05:37 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam