|
26. January 2009, 02:28 AM | #1 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 785
Tesekkür: 1.340
366 Mesajina 989 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17 |
Mülk kavramı üzerine
MÜLK KAVRAMININ İSLAM LİTERATÜRÜ VE KÜLTÜRÜNDEKİ İÇLEM VE KAPLAMI (Makale-11)
Bu kavramın içerdiği üç önemli husus hakkıyla bilinmeden, hak dinin Sosyo ekonomi politiği bilinemez. Bu bilinmeyince de, nübüvvetin aslı bilinemez. Aslı bilinmeyince de her Nebi sonrası çıkan ihtilafta dalalet ehlinin kazanması sonucu girdiği yolun niteliği saptanamaz. Bu saptanamazsa, takip edilen sünnetin hak mı(Resulullah’ın mı), yoksa atalarının sünneti mi olduğu(Atavizm) saptanamaz. Bid’atların ayıklanması mümkün olamayacağından, ümmetin hem dünya ve hem de ahiret hayatı hüsran olur. Ayrıca, eserin en başında verilen ve gelecekte müjdelenen, mülkte iştirakin neleri içine aldığı idrak edilemez. Gerçektende batılı toplumcular, mülk kavramından sadece servet ve sermayeyi anlayıp, onun iştirak halinde kullanılmasına yoğunlaştıkları için, sosyal ve siyasi iştiraki kavrama dahil etmediklerinden anti demokratiklik ithamıyla karşılaşmışlardır. Oysa bizim lisanımızda mülk kavramıyla üş şey birden kasdedildiği için mülkün iştirak halinde kullanılmasının anlamı sosyal siyaset biliminde gerçek ve tam demokrasi olarak ifadesini bulur. Yani, birlikte hükmetme hak ve hak ve yetkisinin milletin müşterek tasarrufunda bulunması sisi demokrasi alanıdır. Sınıfsız toplum ve zadeganlığa son verilip şan ve ,şerefin halkın tümüne ait olduğu ve şerefte iştirak içinde bulanmaları ve toplumsal şerefin eşit iştirakçileri içinde bulanmaları kavramın anlamı içinde vardır.Bu dilde, batıdan farklı olarak, sosyal demokrasi denilince bunun anlaşılması gerekir. Mülkün servet ve sermaye gibi ekonomik anlamı doğu ve batıda aynıdır. Bunun iştirak halinde kullanılması ise, ekonomik demokrasidir. Maalesef insanlar bun tesis edecek kadar Medenileşememiştir. Olaya hak din açısından bakıldığında, bu üçünün iştirak içinde kullanılması dinin kemale ermesidir. Kavam üzerine yaşamanın içe sindirilmesi pozitif züht ve vera üzere iman, onun minhaç yapılarak, belli bir plan ve program dahilinde sistemleştirilmesi hak dinin hak olan Sosyo ekonomi politiği, vahiden çıkartılacak bu yorum(Mezheb-din) Allah’ı veli edinerek teslim olmak anlamında İslamlaşmak, üzerinde bulunulan bu din(Milletleşme biçimi) Din-i Kayyimedir. § -MÜLK KAVRAMININ DERİN ANALİZİ Konumuza başlarken mülk ve mülkleşme eğilimlerini özet halinde açıklamış ve insanda bulunan, onu mizâcen en aşağıya doğru çekip bayağılaştıran iki şehvetten, birincisinin mülk şehveti olduğunu vurgulamış ama mülk kavramının içeriğini ve onu oluşturan unsurları açıklamamıştık. Şimdi, onun içini dolduruyoruz. Mülk kavramı şu üç özelliği birden içinde barındırır. · Servet ve sermaye sahibi olmak · Şanlı-şerefli olmak, ihtişamla donanımlı olup ayrıcalık(imtiyaz) sahibi olmak · Tahakküm etmek İşte, İslam coğrafyasında ve Sami dillerinde bu kavramın kapsamında, bu üç hususiyet birlikte bulunur. Zaten kavramsal anlamı da budur. Mülk sözünden bunlar anlaşılır. Mülk şehveti deyince de, bu alandaki tutku anlaşılır. Her üç alanda vakarlı bir insanın ihtiyacı olan itidal ve kavam seviyesinin dışına taşmaktır. Bu hastalığın özü ise, servet ve sermayeyi alabildiğine uhdesinde bulundurmak tutkusu olarak özetlenen mizaç, sanayi devrimi sonrası liberal-kapitalist habis doymazlık ruhunun bu konuda alimlerce öteden beri ikaz edilmeyen İslam coğrafyasında yerleşip kökleşmesini kolaylaştırmış ve içerde gelir dağılımındaki dengeyi bozarken, dışarıda müstevlilerinin cirit atmasına sebep olmuştur. Öyle ki, eski kültür ganimetle (kolay yoldan zengin olmak), bazı ganimet amaçlı savaşların bile kutsal niteliğe bürünmesi ile sınırsız miktarlara ulaşmıştı. Şan, şeref tutkusu, Eşrafiyet tutkusunu beslemiş, köy ağalığından derebeyliğe kadar uzanan bir sınıflı alanın ve siyasi mülkleşme gücü ile, servetsel gücün aynı ellerde toplanmasına ve böylece iç çekişmeler ve rekabetlerin, iç savaşların ve isyanların besleyici kaynağı olmuştur. Sistem rekabet üzerine ise, onun psikolojik alt yapısı, hased, kin, cimrilik, düşmanlık üzerinedir. Bu, bütün insanlığın ezeli hastalığıdır. Medeniyet ise, bundan arınmaktır. Hak din deyn kökünden alınmadır ve medeniyetle aynı şeyi amaçlar. Yani medeni veya dindar insan hak ve görevin birlikte gündemde tutulması ilkesine sadıktır. Sanayi devrimi cimri, hased ve kindar canavar ruhun eline korkunç imkânlar vermiştir. Yani tarihi hastalık teknoloji ile de beslenerek vahşetin doruğuna çıkmıştır. Tarih boyu tahakküm tutkusu, krallıkların, diktatörlüklerin oluşmasına yol açmış, mülk ve yönetimin paylaşılarak(ortaklaşa)kullanılmasının önünde engel oluşturduğu gibi, genişlemeci siyasetlerle, başka uluslar üzerine doğru sarkıtılarak, tatmini yönüne gidilmiştir. İşte, Mülkün bu şekilde her üç unsurunu da, kişinin kendini yönetecek, geçindirecek ve bizatihi insan olma şerefinin dışında ve üzerinde, farklılıkla tatmin boyutlarına varan, eşitlik, benzerlik, refiklik ilkelerini ihlal eder boyutlara taşınması ile, başta hak dinin Sosyo-ekonomi/politiğine aykırı düştüğü gibi, yine dinin yeryüzüne tanıttığı evrensel hukukun eşiklik ilkelerine de aykırı bir gelişme göstermiştir. Oysa bir hak din olan Kuran İslam’ı mülkleşmeye, yani ihtiyaç fazlası ve farklılık yaratacak nispetteki böyle bir mülkleşmeye izin vermez. Çünkü cinsel şehvet gibi, mülkleşme şehvetinin tutulması da dinin itidal, kavam, tevazu, kardeşlik ve farksızlık ilkeleri ölçüsü içinde tutulmalıdır. Bu ilkeler hak dinin omurgalarıdır. Omurgasız bir din ise, pelteleşmiş demektir. Onun içinin ayinle, dua ile ve neye hizmet ettiği belli olmayan geleneksel boş amellerle doldurulmasının ahde vefa, adalet ve merhamette, sevgi de sadakat ile bir ilintisi yoktur. Bu ihlallerde en büyük sebep ise, ilimsizliğin yanında, halk kitlelerinin araştırma alışkanlığının olmaması ve duyduğunu, söyleyenin kılık kıyafetine bakarak, toplumun ona verdiği izafi değeri gerçek kabul edip, onunla amel etmesidir. İlim adamları çoğu kez gerçeğe ulaşma yolunda kabuk ta kalmışlar, az da olsa gerçeğe ulaşanların, iyi ve güzele ilişkin doğru yargılarını sevmeyen yöneticiler, iyi ve güzel yerine, ehven-i şerri ( kötünün hafifi) tercih etmişlerdir. Tabiî ki çoğunlukla tam’a sahibi alimlerin onaylarını alarak bunu yapmışlardır. Bu bile dinin ilkelerine isyandır. Çünkü ehven-i şerrin dinde yeri yoktur. Din güzeli emreder. Hatta güzelliğin üç derecesin den “En güzele tabi olmayı”, onu uygulamayı tavsiye eder. Buna ihsan denilir. Hüsnün en güzeli anlamına gelir. Bunun dışına çıkan fikir ve uygulamalar aslında, Rönesans sözde aydınlanması ile batıyı bir veba gibi saran oportünizm ve pragmatizm egoizminin proto tip uygulamalarıdır. İslam coğrafyasındaki bireysel mülkleşme temayülü bir tarafa, batıdaki kollektivizm yanlısı teorisyenlerin de, özel mülkiyetin kaldırılması tezlerinde, mülkün üç unsurunun birden nazara alındığı görülmemiştir. Sadece özel mülkiyetin servet ve sermaye anlamıyla ortadan kaldırılmasını veya iştirak halinde kullanımını gündeme getirmekle yetinmişler, mülk kavramının şan şeref ve başkalarına tahakküm unsurlarıyla meşgul olanlar pek olmamıştır. En Azından Marks bu guruptadır. Örneğin Marks ve Marksist toplumcu sistemlerin oluşmasında, özel Mülkün kaldırılması gereken niteliğinin, servet ve sermaye kısmı ile meşgul olmuşlar, bunun ortadan kaldırılmasıyla kollektivizmin kurulacağı zehabına kapılmışlardır. Oysa hak dinin ve bilhassa Kuran da Salât( Salâvat=havra) diye geçen ve Selam ona İsa uygulamalarındaki manastır kavramı ile ifade edilen dinsel kollektif dayanışmalı toplum düzeninde, Mülk kavramının üç unsurunun da, önce zihinlerden kaldırılması ile eşitlik ve kardeşlik siteminin kurulacağı açıklanmaktadır. Bir önemli hususta şudur ki, hak din kaldırmayı değil iştirak halinde kullanılmasını ortaya koyarak en ideal olanı ortaya koymuştur. Yani mülk kavramına giren her üç hususun; servet ve sermaye, şan şeref, yönetim alanlarında iştirak halinde kullanarak mülk şehvetini asgariye düşürmektir. Yani, hem kendine yeterli servetin veya gelirin üzerindekinden, hem farklılık yaratan sözde şereflerden, hem kendini yönetme ile sınırlı, kendine hükmetme hak ve yetkisinin sınırları dışına taşırılıp, başkaları üzerinde onun rızası hilafına hak iddia edişlerden, birlikte vazgeçilmesi mülkten vaz geçmektir. Bilimsel olan da budur. Bunun ölçüsü nedir denilirse, cevap olarak, zorunlu ve temel ihtiyaçları aşmayacak miktar ve cinsten olmalıdır diyebiliriz. Ama asla sermaye cinsinden değildir. Barınmak için bir ev, her halükarda zorunlu bir ihtiyaçtır. Bu konuda Hz. Muhammed A.S.’ın hırsızlık tanım ve sınırının belirlenmesinde verdiği ölçü bize güzel bir örnektir. Üstelik hırsızlık tanımı içinde bir düsturdur. Resulullah(s.a.v) hırsızlığı bir hadisinde şöyle tanımlamaktadır. Bir ev, bir binit, bir hizmetli fazlası hırsızlıktırALINTIDIR. http://ilhami46.blogcu.com/mulk-kavr...1_4407591.html
__________________
Kimse kimsenin yargıcı değil, olmamalı da zaten..Herkes kendi üzerinde gözetmen ve yargıç olsun..Kendimizi rahatsız edelim, dünyamız değişsin...Belki o zaman huzuru bulmuş benliğimiz başkalarına kendiliğinden ışık saçar../Elif. Konu Barış tarafından (16. April 2009 Saat 01:16 AM ) değiştirilmiştir. |
Barış Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi: |
3. November 2009, 09:16 AM | #2 |
Yeni Üye
Üyelik tarihi: Oct 2008
Mesajlar: 18
Tesekkür: 31
15 Mesajina 45 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0 |
Selam,
nerden kalmış aklımda tam olarak bilmiyorum( doğruluğundan da yüzde yüz emin değilim, veya hiç olmazsa bir yönüyle doğrudur...) : Osmanlı'nın kendine has bir toprak anlayışı, işletim sistemi varmış.şöyleki : toprakların hepsi ( yeni ele geçirilenler de dahil olmak üzere) Yüce Allah'ın yeryüzündeki imardan sorumlu olan( tek tek halifelerin=kişilerin emiri, reisi olan BİR halife'ye yani padişah'a...) aid'tir. halife bütün bu toprakların intifa( faydalanma,istifade etme) hakkını insanlardan dilediğine geçici olarak devretme hakkına sahiptir. dilediğine ve uygun gördüğüne kendisinde bulunan bu intifa hakkını geçici olarak devretmektedir. şimdi burda halife'nin veya o günkü yetkililerin kıstasları şöyle görünmektedir : eğer bir vatandaş, gidip te bir toprak parçasının intifasını yetkililerden istiyorsa onunla sözleşme imzalanır ve mutlaka o toprağı veya araziyi işletmesi ondan istenir bir şart olarak...şayet o vatandaş, intifasını aldığı araziyi işletmezse veya bir süre sonra işletmesinden vazgeçerse, sözleşmenin hükümleri de butlan olup hükümsüz kaldığı için iptal olur ve derhal o toprak veya o arazi kendisinden geri alınır...hani bir zamanlar " toprak işleyenin, su kullananın " gibi bir sloganı vardı ya, işte onun gibi. şimdi, bunun sonuçları ne olur, yani böyle bir yasa bugün için geçerli olsa ne olur diye biraz düşünürsek : benim trilyonlarım bile olsa, gidip binlerce/onbinlerce dönüm araziyi satın alıp , dikenli tellerle ÇEVİRİP, 50 yıl sonra burası hazine değerinde olacak(o halde bir 50 yıl böyle beklesin...) nasılsa ihtiyacım yok, çocuklarıma ve torunlarıma hazine olsun diyemem...çünkü, toprak ve su, hava, denizler, ormanlar, hayvan nesli vb.vb. Yüce Allah tarafından ademoğlu'na yani genel insan neslinin istifadesine verilmiştir...tek bir kaç kişinin âti'deki faydasına değil...yeryüzünde yaşayan TÜM insanların bu saydıklarım üzerinde hakları vardır...bunlara kimse el koyma/ kendine saklama/ atıl ve işletmesiz bıraktırma/ geri kalan diğer insanların bunlardan istifade etmesini engelleme hakkına sahip değildir...meğer ki, bu arazi veya toprakları işletip, onlardan nebatat, emtia vb. ürünler elde edip tüm insanlığın hizmetine sunmuş olsun... bence buna ihtiyacımız var...hem de acilen... bir ara biryerde okudum, karun'un biri 30 bilmem kaçyıl önce alıp etrafını çevirdiği ve 30 küsur yıldır böyle atıl ve işletmesiz bıraktığı arazisinin bugün artık çok değerli bir yerde bulunması üzerine , belediye yetkililerine rüşvet dahi teklif ederek, sıkıştırarak imar'a açtırmak, orada villalar yapıp satmak istiyormuş...işte maalesef bugünkü toprak ve arazi ile ilgili yönetmeliklerimiz buna uygundur...yazık değil mi, tüm insanlığı zaten kısıtlı olan arazi ve topraktan 30 yıl MAHRUM bırakmak...yazık değil mi, bir milyar'ın üzerinde aç insanın bulunduğu bir dünya'da , binlerce/ onbinlerce dönüm araziyi etrafına dikenli teller çevirip 30 yıl dünya'yı bu toprakların işletmesinden, ürün alınmasından, nebatat yetiştirilmesinden MAHRUM bırakmak... bilmiyorum, acaba bu durumu düzeltmek bir ütopya mı... belki de ütopya'dır...( inşaAllah değildir...) çünkü, bunu yapacak olanlar, işte zaten bu atıl toprakların sahipleri... veya, sürekli bir biçimde bunlarla sıkı bir dirsek teması içinde olanlardır... doğrusu insan pek az şükreder... doğrusu insan pek nankördür... Saygılarımla Konu hasanöktem tarafından (1. February 2010 Saat 03:27 PM ) değiştirilmiştir. |
28. October 2010, 05:11 AM | #3 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26 |
Tevbe 35
(Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): "İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azabını) tadın!" Konu hiiic tarafından (28. October 2010 Saat 05:14 AM ) değiştirilmiştir. |
29. December 2010, 02:44 PM | #4 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 418
Tesekkür: 51
95 Mesajina 146 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Hıristiyan gravürlere göre resimlere inanırsan yolunu şaşırırsın.Cehennemim zebanileri çok korkunç olduğundan onların resmi bile çizilmez.Öyle basit gravürlerle mesele anlatılmaz.
__________________
Ya İslam'la yükselir, Ya inkarla çürürsün.. Bu yol mezarda bitmiyor, gittiğinde görürsün!...(NECİP FAZIL KISAKÜREK) |
29. November 2010, 08:21 PM | #5 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
mülk: güç, yönetim,
melik: yöneten adalet mülkün(yönetimin, gücün) temelidir. mutlak mülk Allahındır. |
17. December 2010, 10:11 PM | #6 | |
Katılımcı Üye
Üyelik tarihi: Oct 2008
Mesajlar: 52
Tesekkür: 15
19 Mesajina 33 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17 |
Alıntı:
Salatı boşuna tartışmışız. Konu bob tarafından (18. December 2010 Saat 08:54 AM ) değiştirilmiştir. |
|
18. December 2010, 01:40 PM | #7 | |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.024
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Selamun Aleykum! Değerli Bob Kardeşim!
Alıntı:
Görünen o ki, sözcüğün İbranice anlamı Arapça anlamını bastırmış ve Müslümanlar ile Kur'ân arasına yüce dağlar gibi girip oturmuştur. Dikkat çekicidir ki, saluta sözcüğünün türevlerinden olan صلوات - salavât sözcüğü, Hacc Sûresinin 40. Âyetinde İbranice "manastırlar" anlamıyla yer almasına rağmen bu husus İslâm bilginlerce dikkate alınmamıştır. Üstelik hâlâ da alınmamaya devam edilmektedir. Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Sevgi,saygı ve muhabbetle. Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay |
|
18. December 2010, 02:32 PM | #8 |
Katılımcı Üye
Üyelik tarihi: Oct 2008
Mesajlar: 52
Tesekkür: 15
19 Mesajina 33 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17 |
Değerli Halil Ağabeyim,
Hac 40'ın size göre çevirisini rica ediyorum. Orada havralardan, kiliselerden ve manastırlardan mı bahsediliyor? İnsanların bir kısmını bir kısmı ile yenilgiye uğratması ya da defetmesi ne anlama gelmektedir? Bu defetme hangi boyuttadır? Fikri mi? Fiziki mi? |
bob Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | Miralay (20. December 2010) |
22. December 2010, 10:05 PM | #9 | |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.024
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Selamun Aleykum! Değerli bob Kardeşim!
Alıntı:
Hacc;39-41: Kendilerine savaş açılan kimselere kendileri zulme uğramaları; onlar, başka değil, sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için hakksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle izin verildi. Ve şüphesiz ki Allah onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yerle bir edilirdi. Allah, Kendisine yardım edenlere; eğer kendilerine yeryüzünde bir güç verilirse salâtı ikâme eden, zekâtı veren, ma‘rûfu emreden ve münkerden alıkoyan kimselere kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, kavî'dir [çok güçlüdür], azîz'dir [mutlak gâliptir]. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir. Hacc 40 da geçen "Savme, Biye ve Salavat" dünyayı bırakıp kendilerini ibadete adayan kimselerin ibadet yerlerinin isimleridir. Salavat, Aramicede salavta idi. Belki de İngilizce'deki salute ve salutation kelimelerinin kökenidir. Değerli Kardeşim ayette sözkonusu edilen yerlerin binadan çok mensubu olduğu dinin ayakta tutulması için oluşturulan kurumlar olduğunu düşünüyorum. İnsanların yenmesi ve yenilmesi taşıdıkları fikirlerle birlikte olur. Her fiziki eylem arkasındaki fikirlerin sonucundadır. Alemlerin Rabbi olan Yüce Allah genel adı "İSLAM" olan dinini oluşturan Resullerine vahyettiklerinde kullarına buyruklarının yerine getirilmesini istemiştir. Kulların Allah'ın buyrukları doğrultusunda oluşturdukları yaşamlarının adı ibadettir/kulluktur. Allah'ın buyruklarının öğrenildiği yerler bu öğrenme sürecinde "mescid/mesacid,savme,biye,salavat " vb olarak adlandırılırlar. Allah'a kulluğu/ibadeti öğrenen insanlar yaşamlarını Allah'a kul olma/ibadet etme şeklinde geçirirler. Allah'ın HAKK DİNİNİN yanında batıl dinler de olacaktır. O dinlerin de kullukları/ibadetleri ve bunları gerçekleştirecek kulları/ibadet edenleri olacaktır. Rabbimiz Kur'an'da bize bazı kıssalarla ders verir. Bakara;246: İsrâîloğulları'nın Mûsâ'dan sonra ileri gelenlerini görmedin mi? Hani onlar, kendi peygamberlerinden birine, “Bize bir hükümdar gönder de Allah yolunda savaşalım” demişlerdi. O [peygamber], “Size savaş farz kılınırsa, acaba yapmamazlık eder misiniz?” dedi. Onlar [İsrâîloğulları'nın ileri gelenleri], “Bize ne oldu da yurtlarımızdan ve çocuklarımızdan çıkarılmışken Allah yolunda savaşmayalım?” dediler. Sonra da savaş kendilerine farz kılınınca da onlardan pek azı hariç, yüz çevirdiler. Ve Allah, o zâlimleri en iyi bilendir. Bakara;247: Peygamberleri de onlara, “Şüphesiz Allah, size hükümdar olarak Tâlût'u gönderdi” demişti. Onlar [İsrâîloğulları], “O, bizim üzerimize nasıl hükümdar olur, oysa hükümdar olmaya biz ondan daha çok hakk sahibiyiz, ona maldan bir genişlik, bir bolluk da verilmemiştir” dediler. O [peygamberleri], “Onu sizin başınıza Allah seçmiş ve onu bilgi ve vücut bakımından ziyadeleştirmiştir” dedi. Allah da, mülkünü dilediği kimseye verir. Ve Allah, vâsi'dir, alîm'dir. Bakara;248: Peygamberleri de, “Şüphesiz onun hükümdarlığının âyeti [kanıtı], size, güçlü varlıkların taşıdığı, içinde Rabbinizden bir sekine, Mûsâ ve Hârûn ailelerinin bıraktıklarından bir bakiyye [kalıntı] bulunan o tabutun gelmesi olacaktır. Eğer iman etmiş kimseler iseniz, şüphesiz bunda sizin için kesinlikle bir âyet vardır” dedi. Bakara;249: Sonra Tâlût, ordu ile ayrılınca dedi ki: “Şüphesiz Allah sizi mutlaka bir nehirle imtihan edecek. Artık kim ondan içerse, benden değildir. Kim de, –ancak eliyle bir avuç alan başka– onu tatmazsa, işte o bendendir.” Sonra da içlerinden pek azı hariç, ondan içtiler. Tâlût ve beraberindeki iman eden kimseler onu [nehri] geçtiklerinde onlar [İsrâîloğulları], “Bizim bugün, Câlût ile ordusuna karşı duracak gücümüz yok” dediler. Allah'a kavuşacaklarına kesinlikle inananlar, “Nice az topluluklar, Allah'ın izniyle nice çok topluluklara gâlip gelmişlerdir. Allah, sabırlılarla beraberdir” dediler. Bakara;250: Ve onlar, Câlût ve ordusu için ortaya çıktıkları zaman, “Rabbimiz! Üzerlerimize sabır dök, ayaklarımızı sâbit tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!” dediler. Bakara;251: Sonra da, Allah'ın izniyle onları [Câlût ve ordusunu] bozguna uğrattılar. Dâvûd da Câlût'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık ve hikmet [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] verdi. Ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah, insanların bir kısmını diğer bir kısmıyla savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı [bozulur giderdi]. Fakat Allah, âlemler üzerinde büyük bir lütuf sahibidir. Bakara;252: İşte bunlar, Allah'ın âyetleridir. Biz, onları sana hakk ile okuyoruz. Şüphesiz sen de kesinlikle gönderilenlerdensin. Farklı dinlerin kulluklarını/ibadetlerini yapanlar arasında sürekli bir mücadele olacaktır. Cenabı Allah her ne olursa olsun Yolunda olanları muzaffer edecektir. (Mücadele21) Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Sevgi,saygı ve muhabbetle. Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay |
|
19. December 2010, 01:18 PM | #10 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25 |
fasih arapça, ibranice ve arapçanın ana dili olan ibrahimin dilidir. arapça kelimenin etimolojisini incelemek isterseniz sansritçe diline bakın. kabe, namaz, mekke gibi terimler sanskritçedir.
|
pramid Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | Miralay (20. December 2010) |
Bookmarks |
Etiketler |
kavramı, mülk, üzerine |
|
|