hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > İman ve mü’minler > Nur

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 2. November 2011, 07:12 PM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart Nur

Nur-1.

Her türlü donanımı olan ve taşıyıp biriktirme imkân ve hırsı olan insan!

Yani eli ile bir yudum içenlerden değil (Talut-Calut kıssasında denenen İsrail oğullarına bak: Bakara-249) somurarak ve ağzını ibrikten ayırmadan emerek içen doymaz tip.

Evet. Sen.

Elde taşımak, kucakta taşımak gibi türleri olan ve azla yetinenle, çok şey alıp götüren veya biriktiren kimselerin durumunu anlatan deyimler: kayık ve zembil, küfe.
Bunlar biriktiriciliği simgeler.
Ekonomi ilmini bilmeyenler veya karakter açısından haris olanlar, biriktirici bu insanlara "emin" derler ve onların etrafında tavaf eder (pervane olur), onlara güvenir ve sığınırlar. Çünkü tanıyıp kabul ettikleri sistem hami-mahmi(koruyan ve korunan) ve Isr(kapitalizm) üzere ahitleşmişlerdir.
Mutlak eşitlik ve toplumun tümünün itidal ve kavam üzere dostça yaşamalarını düşünmezler. Bunların servet ve sermaye yaptıkları(Nema, Riba) şeyin haram olduğunu bu kesim bilmez, kabul etmez, bilmek istemez. Siyaseti, ticareti, üretimi onlara emanet ederler.
Oysa bu sınıf, fitne-fesad üretmekten başka bir şey yapmaz. Zararları faydalarından çoktur(Mu'minun-4/Fissulet-7 de anlatılan bu sistemin mülkle şad olan insanıdır). Hamr/içki budur. (Kolay kazançla bolluğa kavuşmanın verdiği haz). Şimdi bize teşbihle bir ipucu daha veriliyor. O da “Çocuğun ilk kakasıdır”. Hem bunun işaret ettiği şeyi, hem de ekonomi ilmini bilenler ancak bununla kasd edileni anlarlar.
Sözlük bunu bir kere, bir sözcükle açıklayıp bırakmaz, başka kavramlar arasında da buna rast gelinir(sözlükler el altında her zaman bulundurulmalıdır ki Kur'an'da geçen kelime ve deyimler,sözcükler aslından öğrenilmeli). Ama kimse bunun anlamına dikkat etmez. Bir üretimin kapitalist bir sistemin kapitalist sayılmasının ön şartı ilk değişim ve dönüşümle (Üretim) elde edilen kârın tekrar sermayeye eklenerek (ribanın kat kat yenilmesi) sisteminin ve zıttının anlatımıdır.
Birçok insan veya dindar, kapitalizme karşı olduğunu söyler ama, neye karşı olduğun bilmemektedir. Kapitalizme karşı olmanın anlamı Muminun-4/5. ayetlerine taraftar olmaktır. Yani kârı servet ve sermaye yapmayıp, ihtiyacı olanı kendisine ayırıp, fazlasını anında hazineye teslim etmektir.
Teslim alan devlet de bununla hem kamu hizmetlerini, hem mağdur, mahrum ve fakirlerin iş edinmelerini infak edilmelerini sağlar. Eğer kârın sermayeye eklenip yeniden üretime geçirilmesi, bununla yeniden ticaret yapılması varsa, iş ve ilişkiler ve üretim de bu şekilde sürdürülüyorsa, işte bu kapitalist üretim biçimidir ki İslam bunu kabul etmez. Ondan kurtulmanın yolu kollektivizmdir.
Çocuğun ilk kakası işte ilk üretim veya ticari faaliyet sonucunda elde edilen artıştır. Bir tek defa yapılıp, bu sermayeye eklenip üretime devam edilmez ise, bu kapitalist üretim değildir. Kâr, infak edilmeyip sermayeye ekleniyorsa kapitalist üretimdir. Hak din bunun sermaye eklenmesine karşı çıktığı gibi, bir şeyi daha diretir: Kazancın ihtiyaç fazlasının, aşağıdakileri kendi seviyesine çıkartarak kendisini de aşağıya indirerek orta yerde buluşulması noktasına kadar vermesi haktır ve nimete şükretmek de budur(Nahl-71),bunu yapmıyana da karşı çıkar. Üretime son verip bunun servet olarak saklanmasına da karşı çıkar Hak Din. Fazlalık, zimmette kaldığı müddetçe haramdır; buna hak din iffetsizlik der(Mu'minun-5). Hak din iffetsizliğe de karşı çıkar.

Yani her şekilde, artan şey’i edinene veya ele geçirene helal olabilmesi, hırsızlıktan, ihtilas, zimmet ve irtikâptan çıkması için itidal ( temel ihtiyaçlar) dışındakilerin Bakara 274. ayette de belirtildiği gibi, gece gündüz(derhal,zamana bakmaksızın) infak edilerek veya infak edilmek üzere "Beyt El Mal'a/hazineye" iade edilerek yaşamak gereklidir. Gece-gündüz, açık-gizlinin anlamı budur. Kollektivizm zaten gizli vermenin sistemidir. Bu hem Nahl suresi 71 ve hem de Mu'minun/Fissulet-7. ayetlerin emridir.
Gece kazanılmışsa gece, gündüz kazanılmışsa gündüz, kendi ihtiyaç miktarı alıkonularak, fazlanın hem sermaye, hem de servet yapılmadan muhtaç, mağdur ve mahrum edilenlere verilmesi gerekmektedir. Çünkü elverişli vasıta ve sermayeyi, üretim sahası(tarla fabrika gibi) elinde bulunduran, aslında bu vasıtalara sahip olmayanları, mağdur ve mahrum etmiş, nifak çukurları açmış olur. İşte vermek iyilik sayılmaz, aslında borcun ödenmesidir. Çünkü vermek, diğerlerinin yolu üzerine eştiği çukurların çoğunu kapatma işidir. Veya muhtaçlara verilmek üzere devlet hazinesine tevdi edilmesi gerekir. Devletin de demokratik devlet olması gerekir ki, vergileri sosyo-ekonomik eşitliği sağlayıp sağlamadığının hesabı ondan sorulabilsin. Zaten sünnete uygun zekat(vergi), kamuya verilendir. Daha sonraları mülk devlete geçildiğinde, halka hesap vermeyen ve çevresini zengin eden politikalara yönelen adaletsiz yöneticiler devleti ele geçirdiği için vergi(zekât) elden verilmeye çevrilerek ''bedevi''yata dönüldü. Yani ilk kırk yıl sonrası İslam sosyal devlet anlayışına son vererek ''Sezar''ın hakkını vergi adı altıda sultanlara, Allah hakkını da zekat adı altında çevresindekilere elden vermeye başlandı. Böylece Roma kültüründen gelen fâsık sisteme dönülerek sosyal devlete son verildi (Haçlı seferlerinin etkisini düşünün)…

Kâr ve kazancın müktesibin zimmetinde bekletilmesi veya sermayeye eklenerek yeniden üretim yapılması (ticaret, tarım, sanai v.s) zimmet ve ihtilas olduğu için haramdır. İşte, gerek bunu verecekken sıtmaya tutmuş gibi "kat kat Riba(kâr)" üzerine titreyerek itidal seviyesine düşene kadar vermeyerek servet yapmak, gerekse vermediği gibi, sermayeye ekleyerek yeniden üretime sokmak, her ikisi de hırsızlıktır. Helâl ile beslenmemek te budur. İlla açıktan hakkı olmayan bir şeyi gasp etmesi, adi hırsızlık yapması şart değildir. Verilmesi gerekeni de vermeyip, zilyetliğinde veya mülkiyetinde tutmak ta hırsızlıkır. Oysa karma toplumda yaşayan ve değişim dönüşüm vesaire ile üretilen ilk değeri (Çocuğun ilk kakasını), ne servet, ne de sermaye yapmayarak, ondan geçimliğini alıp, gerisini servetine katmayarak, infak edenler olduğunu bu terim bize haber vermektedir. Çocuğun ilk kakası onun zahmet çekerek ağızdan aldığı gıdadan değil, hatta ağzını açarak emdiği memeden değil, bilakis göbek bağıyla beslenirken buradan koptuktan sonra ki ilk dışkısıdır. Bunun ekonomik mukayesesinden çıkartılan sonuç bize bu örnekle anlatılmaktadır.

Bir başka bilgi de, hâsılatın ( Ürün, para v.s) sermayeye eklenmese de israfla tüketilmesi veya servet yapılmasının da hak dinin kerih gördüğü şeylerden olduğunu bize anlatılmasıdır. Bunun da "kat kat riba", "hırsızlık" v.s olduğu anlatılmaktadır. Demek ki yapılması gereken ve selam ona İsa incili ile o zamanlar açıklanan hususların sosyo ekonomi politiği ( Hak şeraiti) budur. Kavramsal anlamı bu olan İncil, bunun için Kuran tarafından “Nur” olarak isimlendirilmiştir. Kuran işte bu ''nur'' olan şeyi tasdik etmiştir. Kendisini de bunun için ''nur'' diye tanımlamıştır. Çünkü insan haklarının zerresinden dahi korunmanın yaşam biçiminin ne olduğunu bize anlatarak hak din ekonomi politiğini bildirmiştir. ''Nur'' buna denmektedir. İzhar etme, aydınlatma(İncila), Yeni Ahid’in değil, kavramsal İncil Nur’un kendisidir. Yani ihtiyaç miktarı olan azın müktesibe de kalması, geri kalanın oran tutmadan muhtaçların infakı veya iş aş sahibi yapılması için kamuya derhal teslimidir ''nur'' olan; vermenin hak olan şeklini vuzuha/aydınlığa kavuşturma bilimi, emir ve sisteminin ismidir. Bu şarlardan bazıları şunlardır.

1-İlk üretim veya ticaretten, tarımsal v.s faaliyetten sonra elde edilen hâsılattan itidal üzere geçimlik ayrıldıktan sonra, artanın servet yapılmayıp derhal muhtaçlara ulaştırılması esastır.

2-Hâsılattan bir miktar ayrılarak sermayeye katılmayacaktır. Hepsi geceli gündüzlü infak edilerek ilk sermaye ile üretime devam edilecektir. İhtiyat ayrılmayacaktır.

3-Yedek akçe ayırma da yoktur. ''Hasbünâ Allah'' demek budur. Beyt Ehli böyle yapar. Bina ehli ise Ebna-ı Ahrar(kapitalist) gibi yapar. Bayatlatır, havf içinde olduğu için biriktirir.(buradaki havf sermaye artırım ihtiyacıdır; yoksa batar)

Sorulabilir ki, peki toplumun sermaye gerektiren büyük işleri nasıl yapılacaktır? (Bu hususta Ganimet yazımıza bakılmalıdır.) İyi ya işte, hak din seni yokuşa sürüyor ki, akıl edip te muttakiler kollektivizmini çare olarak akıl edesin. Veya devletçiliğin en hafif olan karma ekonomiden dönmeyesin. Bütün yatırımları o kanaldaki muazzam toplumsal sermaye ile yürütesin. İşte hak din mütedeyyini ile gelenekçi dindar (Dinci) arasındaki fark ta buradadır. Onlar Musa’yı, İsa’yı, Muhammedi bilmezler. Kendi hayallerindekilerle karıştırırlar. Zuhruf suresi 57. ayette tanımlanan ve takvayı, verayı inkâr edenler de bu liberalist dincilerdir. Hak dini böyle bilseler belki de sevmeyeceklerdir. Hak Resullerin getirdiklerini de hakkıyla bilmezler. Çoğunlukla zanlarına göre hareket ederler. Çok eski ve içi boşaltılmış dinlerin şeraiti üzerinde bulunduklarının farkında bile olmayan liberalistler, ribayı ve onun en az 62 çeşitini bilmezler. Sadece hayal ederler. Çünkü mülk şehvetleri gayet fazladır. Maddi şeyleri taparcasına severler. Kur'an’a ilkel toplumlar gözlüğü ile baktıklarından bunları göremezler. Ona medeni insan gözlüğü ile(Medine âlimi) gözlüğü ile bakmak gerekir.

Zaten Selâm ona Resulullah, ilmi Medine âlimlerinden öğrenin derken, herhalde sadece Arabistandaki yeri kasd etmemiştir. Bedevi kafası ile bakarsanız, Allah hükümlerini yanlış görür, adalete, ''kıst''a susamış erdemli insanların uzaklaşıp kaçacağı bir şeriat oluşturursunuz demek istemiştir. Onu medeniyetin tanımında var olan, Ensariyet ve İysar(îsâr,Haşr-9) insani ilişkileri içersinde yorumlayın ve bu tür yorum yapanlara itibar edin demektedir. Çünkü o âlimler dil uzmanlıkları kadar, dinler tarihi, din felsefesi, sosyoloji, sosyal psikoloji ve ekonomi ilminin de uzmanlarıdır. En azından bu ilimlerin genel ilkelerinden haberdardırlar. O âlimler şehirli de değildirler. Çünkü şehir, şöhret kavramından türemedir. Onun için özellikle “Medine” kavramı kullanılmıştır hadiste. Yine Resulullah birçok önemli sözün yanında ilim için şu üç şeyi önermiştir:
“Kuran, Hikmet, Sözlük”.
Çünkü İslam’la, İnsan arasında ki engelin kaldırılması için ilk önce yapılacak şey, ilim kaynağı ve onun vasıtaları olan hikmet ve sözlüğün doğrudan her mümin tarafından kullanılıp, dini bizzat kaynağından öğrenmesidir. Cihat bunun ismidir. İçtihat yapma yeteneğine ulaşmak her mümine vaciptir. Bu olmaz ise, diğer cihatlar cinayet olur.

Hırsızlığın, ribanın hak dindeki tanımını bilmeyip, onun cahiliye dönemi tanımına takılıp kalanlar, cahiliye hükmünü isteyenlerdir. Kur'an ise Allah hükümleridir. Bilge ve erdemli olan zattan gelmiştir. Onu algılayıp kıymetini bilmek ise, ondaki doğru hükmü, doğru bilimle ortaya koymaktır. Onun için Maide suresinin 50. ayetinde Rabbimiz öyle güzel söz söylemiştir ki, bunu ancak gerçekten medeni olan insanlar anlar. Bedevi de, burjuva da, bundan bir şey anlamaz. Çünkü kalbi, hak olan öze ve söze kılıflıdır.

Şöyle ki Maide suresi Ayet 50:
“Yoksa cahiliye devrinin yönetim-hükmünü mü arıyorlar. Gerçeği görebilen bir toplum için, Allah’tan daha güzel hüküm veren kim vardır”

İşte bu anlayışla ayetlerin bereketine ve detay ihtiva ettiğine tam inanarak, ön açıklamasını yaptığımız kavramı verip devam edelim.

Muhtaç ve mahrumun derdine çare olmadan, birilerinin mülkiyetinde servet diye duran şeyin hükmü yine tekrarlanıyor. Ayrıca suları(rızıkları) onlar emdiği için, zayıfları daha da muztazaaf yaparak kuruturlar. Hac suresi 27. ayette geçen, ekâbirlerin zayıflattığı insanlardır bunlar. Orada “Min külli Zamir” diye tanımlanırlar. Onlar orada havra (Salâvat)/mescidi'l haram ehlini görüp, tanık olacak ki, kendi kurtuluşunun bu sistemde olduğunu bilecektir. Cihadını da ezbere değil, Haram üzere yaşayan idealistleri, kollektivistlerini ve sistemin savunulması için yapacaktır. Onlar ki, Cahiliye hükümlerini kabul etmeyip, Haram üzere secdeyi (Kıst'a tam uymak-tam adalet) arzu etmişlerdir. İşte bu kurutulup suyu alınanlar bunları göreceklerdir. Boşuna karma toplumdaki Hami-Mahmi(koruyan-korunan) sisteminden ümit beklemeyeceklerdir. Ne yazık ki şimdilerde ziyaretçiler, kuru toprakları görüp gelmektedir ki hacc farzında, onun kurumlarının da ortada eserleri kalmamıştır. Oysa Allah, bu insanların tarih boyu gerek dil ile gerekse güç kullanılarak baskı altında tutulduklarını bize anlatır. Müminin, ilmi cihadından sonra ki cihadı, bu sosyo ekonomi politiği savunanları korumasıdır.
Yine hacc suresini konuşturalım. Salât’ta riyakâr olmayıp, onun ekonomi politiğini de yaşayanlar nasıl tanımlanmıştır. Bunu muztazaaflar(zayıf bırakılanlar) bilsinler ki, suyu emilmiş kuru bitki gibi onları Liberalist kapitalistler ve aristokrasinin günümüze yansıyan uzantıları ezip yok etmesinler. Hem de afyonla uyutmak anlamına gelen kuru ot ile verilen mesajı da anlasınlar. Hac Suresi 40. ayet, hak din şeraitinin en âlâsı olan manastır kollektivizmini yaşayanlar şöyle tanımlanır.

“Onlar sırf Rabbimiz Allah’tır dedikleri için yurtlarından çıkartıldılar( cahiliye hükümlerini inkâr ettikleri için). Eğer Allah’ın insanların bir kısmını, bir kısmı ile def etmesi ( Silahlı cihat) olmasa idi, içlerinde Allah’ın adı çok anılan, Bi’a ( manastır)lar, Salâvatlar (HAVRALAR) ve Mescitler(Kollektif bir sosyal ve ekonomik bir yaşam yaşanan yerlar) her halde yerle bir olurdu. Allah kendisine yardım edenlere(ensar ve havariye) elbette yardım eder. Allah elbette ki Kavidir. Azizdir.”

Bahsedilen topluluklar Takva üzere yaşayan Ensar toplumlarıdır Hakiki ve karşılıklı dostluk yaşam biçimini tercih etmiş yoldaşlardır. İtidal üzere yaşarlar, aralarında infak devamlı ve her gündür. Fazlayı biriktirmezler, başkalarını nefislerine tercih ettikleri için de, eşitliği bile aşmışlardır. Kendisi için istediği her hayrı, başkaları için de aynı nitelik ve nicelikte istedikleri ve istemekle kalmayarak(riyakarlardan olup, maun suresinde kınanan liberalistlerden değil, namazı(salatı) sosyo ekonomik anlamıyla da kılanlar(ikâme edenler) yerine getirdikleri için de, kâmil iman sahipleridir. Son iki Resulün iman şartı için koyduğu kritere tam uymuşlar, bunu lafta bırakmamışlardır.(Kendin için istediğin her hayrı başkası için de istemeden iman sahibi olunamaz). Onun için Allah, bunların ve bu görüşün iktidar olması, yani itidal üzerinde yaşamayı kıstas alarak, aristokratlaşmak istemeyen ve buna kapalı sistemleri kurup küçük komünlerde(Karye) eksiksiz uygulayan bu insanlara, eğer yetki verilip de yeryüzünde evrensel nizamı düzenleme ile görevlendirilselerdi, namazın(salatın) her iki anlamına sadık kalarak, (Salâvat kollektivizmi de dâhil) zekâtı da bu şekilde verirler, iyiliği emreder, kötülükten men ederlerdi diyor. Hacc suresinin 40. ayetinde muttakiler kollektivizmini öğütledikten sonra Hacc suresinin 41. Ayetinde Allah şöyle kitaba yazmıştır:

“Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek namazı kılar (salatı ikâme eder), zekâtı verirler, iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah'a varır”.(Hacc–41)
(Salatı ikame etmenin-namazı kılmanın sosyal-toplumcu bir devlet kurma olduğu ne güzel anlatılmış)

Selam ona İsa tarafından Allah melekütü diye anlatılan şeyin dünyaya ilişkin anlamı da zaten budur. Onlar (o müminler) ki, eğer kendilerine yeryüzünde iktidar verirsek salatı ikame eder, zekâtı verirler(yani kollektivist yaşarlar), iyiliği emreder ve kötülükten nehyederler. İşlerin sonu Allah'a varır. Nimete nankörlük etmeyenler de bunlardır. Mesih ve Mehdi bekleyenler mülkün iştirak halinde kullanılmasıyla, yeryüzünden zulmün silineceğini iyi bilsinler ve şimdi nefret ettikleri mülkün iştirak halinde kullanılmasını sevmeye başlasınlar. İşte Allah iradesi bunu istemektedir. Bunu kimse tek başına kuramaz. Onun için bedensel İsa beklentisi ahmaklıktır. İsa geçmişte gelmiş, işte bu kurumu şeriat olarak vaz etmiş. Sonra ''Nur olan Kuran'' ve onun selam ona, Resulü gelmiş, mufassal bir kitap ve Medine Ensar ve iysarı sosyo ekonomi politiğini miras bırakmıştır. ''İncil nuru'' olan şey, aza kanat getirip ihtiyaç içinde ve iştirak halinde mülkte yaşamak sosyo ekonomi politiğini detaylarıyla açıklayan Kuran gelerek, ''nura'', ''nur'' katmıştır. Mehdiye, üzerleri kapatılan delilleri ortaya çıkartıp hatırlatmak, bu parçaları birleştirmekten başka ne kalır ki? Bu fikirleri yeniden yapılandırmacılar ortaya koyar ve kalplere Allah sokar ve yürürlüğe girer. Bir önemli husus ta iman burada tanımlandığı şekilde kalplerine yerleşmemişlerin oluşturdukları mevzuatta böyle bir ''emri maruf'' ve böyle bir ''nehy-i münker'' hükmüne rast gelen var mı?
Ben rastlamadım. Rastlayan varsa beri gelsin. İşte vahi ile gönderilen şeriatla, oluşturulmuş olanın arasında dağlar kadar fark olduğu apaçık ortadadır. Burada tanımlananların dışında kalan her mevzuat ve sistem, cahilliye yönetim ve hükmüdür. Kriter, kişinin bilinçsiz bir şekilde kurumsal laiklikten yana olup olmaması değil, adalet ve hakkaniyetin en mükemmel yerine getirildiği muttakiler kollektivizmi, dostlar, yoldaşlar sisteminden yana olup olmamaktır. İçinde bulunduğumuz dönem de gerçeğin tartışılacağı zemin, laik-anti laik çıkmaz tartışmaları değil, pozitif zühd olan mülkte iştirak halinde bulunulmayı mı?, yoksa liberalizmi mi? savunuyorsun zemininde olacaktır. Çünkü ''Emri bil maruf'' havra, manastır, mescid-el haram muttakiler kollektivizmidir.

Nehy edilmesi gereken de liberalizm-kapitalizmdir.

(Adalet ve Rehmet sitesinden alıntıdır. Devam edecek)

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (5. December 2018 Saat 11:27 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
dost1 (3. November 2011), hiiic (4. November 2011)
Alt 3. November 2011, 07:14 PM   #2
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Nur-2


Zamanımızda Aydın ismi, daha ziyade uyanık, uyanmış anlamı ile kullanılır. Bir müşteriyi kazıklayan bir satıcı da uyanıktır. Halkı halk yardakçısı politikalarla aldatan da uyanıktır. Fazla açıkgöz insana da bu isim verilmektedir. Ahdi Yakîn(Kuran) Nurla aydınlanmayı önemsemiş ve onların Münevver olduğunu vurgulamıştır. Rönesans bir aydınlanmadır denilmektedir. Bu kısmen doğrudur. Akılcılık ve aklı kullanma yönü ile öyledir. Ama dönüm noktası İngiliz görgücülerine kadardır. Ama görgücülük bir karanlıktır. Oysa Rönesans sonrası ayrılan bu iki çataldan sadece birisi olan, akıl metot ve sentezleme disiplini aydınlıktır. Görgücü akıl karanlıktır. Çünkü Nurla aydınlanma gibi, gerçek iyinin, gerçek güzelin farkına varmak için bir gayret değil, aksine özel için iyinin, faydalının farkına vardığını açığa çıkartmak için bencilleşmek uyanıklık olarak ortaya konulmuştur. Aydınlanmanın “Uyanıklığın” temelinde yatan evrensel güzel değil, hevasına uyarak yaşamaktır.

Aristokrasin biçim değiştirip, oligarşi ve plütokrasinin ağırlık kazanması gafletin terki değildir. Çünkü Gaflet kavramının kapsamında “Bol dirlik” vardır. Yani refah içinde yaşamak, müstevli olmak v.b tavırlar vardır. Görgücülüğün etkisine girmiş Rönesans aydını ise, bundan gafildir. Ten zevklerinin tatmini kültürünü entelektüellik zannedenler, aklın anlamını ve işlevini bilmezler. Tensel dürtüler üzerine oluşmuş yüzeysel bilgilerini ilim zannederler. Oysa ilim, doğru bilimi de içeren hakikatin bilgisidir. Pratik ve yararcı, yüzeysel sonuç bilgisinin ötesinde, onu önceleyen, ama ilk sebeplere de uzanan sağlam bilgidir. Bir başka anlatımla, münevver, nurla aydınlanan insanın niteliğidir ki, bir başka isimlendirilmesi de Nuri’dir. Sözde aydınlanmada, ten zevkleriyle aydınlanan ve buna taraftar olanlar, kendilerine pay çıkarmak için, kendilerini aydın olarak isimlendirmişlerdir. Analizimizin aydın ve aydınlığa karşıtlıkmış gibi anlaşılmaması için, bu kimliği taşıyan kimselerin doğru isimlendirilmeleri de karşıtlarına uygun olarak Nârî ismiyle anılabilirler. Böyle anılmaları, terminoloji açısından daha uygundur. Çünkü ateşle, ihtirasla hararetlenmedir durum ve konumları.

Nuriler, ilimle, gerçekle aydınlananlardır ki, yeni Ahit’in isimlendirmesiyle, bunlara ''nur oğulları'' denilir. Bunlar, ne, neye yararın ötesinde, ne nedir, ne içindir ve nasıldır sorularına cevap arayan, hakikati öğrenmeye çalışanlardır. Nârî’ler ise, nedir faydama olan? ne çıkarımadır? der ve gerçeği ile meşgul olmaz, tek bir bilimde derinleşir. Deneylerle ulaştığı yüzeysel sonuçları yasalaştırmakla yetinir ve bununla öğünürler. Faydacılık mizacına göre ve üstelik herkese şartını da getirmeden “bana faydalı” kriteri ile yetinir. Belki, en geniş ufku da biz diye tanımladığı klik içinde, evrensel biz değil, bölgesel, sınıfsal yada ırksal tarafgirliktir. Yine iki uyanmış tip arasındaki bir diğer bariz fark ise; Nuri, bilim de kalandır. Nâri’den farklı olarak, evrensel aklın yüksek kapasitesi ile herkes için iyi olanı düşünürken, akıl etmeye malzeme olacak bütünün tam bilgisi olan ilimle bezenmiş bir aklı ve şeylerin parça bilgisi diye tanımlayacağımız parçanın bilimini kullanarak, ufuk ötesini algılar ve aklın zevklerini tatmin için düşünür. Buna erdem ve faziletin bilimi, yani bütünün bilimi, ilim deriz.

Gerçekten akıl etme, eldeki mevcut bilgiler arasında bağ kurarak yükselmedir. İsabet etmek ise akıllı olmaktır. Bu, aklın yasalarını bilmek kadar önemli olan, gerçeğin bilgisine vakıf olmakla mümkündür. Gerçeğin bilgisinin kaynağı ise, gerçek âlimin ilmidir. Bu kavramı bihakkın taşıyan ise, ilim kendisine isim olan Allah’tır. O Hak’tır. Yani gerçektir. Gerçek(Hakikat) ise, O’nun kendisidir. İşte aklın evrensel seviyede isabet kaydedebilmesi için, Hakk’ın öğretmenliğine ihtiyaç vardır. Bunun din literatüründeki ismi ise, Rabb’i Rabb bilmektir. İşte evren, ''Rabb’ın Nuru'', ”gerçeğin ilmi” ile aydınlanmıştır. Bu NUR haktır, hakikattir. Tabi ki, idrak edenler için bu aklın ışığıdır.
(Av.İlhami Çetin'den)

Saygılarımla
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (5. May 2015 Saat 06:09 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
dost1 (3. November 2011), hiiic (4. November 2011), sevginur (13. January 2013)
Alt 4. November 2011, 10:47 AM   #3
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Nur-3

Nur suresi 35. ayette açıkça bir benzetme yapılmış ve yapılan bu benzetmenin ne olduğu açıkça anlaşılıyor. Ama bazı şaşırmışlar, hıristiyanlar bu ayeti kendi inanışlarına göre yorumlayıp ''kutsal ışık'' demiş ya, onlardan aşağı mı kalacaklar?

En'am 1. ayet bunları ''gerçeği örtenler'' diye tanıtır. Ayette açıkça nurun da evrenin de diğer unsurları gibi yaratılmış, vücut verilmiş olduğu anlatılır ve Nuh Suresi-16. ayet nuru fiziksel bir ışık olarak tanımlar:''Ve Ay'ı bunlar içinde bir nur yaptı ve Güneş'i bir kandil haline getirdi.'' Buradaki ''Ay'' ve ''Güneş''in başka hangi anlamlarda kullanıldığını ''İşte Kur'an'' sitesinden bulabilirsiniz.

Nur Suresi 35'in de Kur'an tarafından Kur'anca tefsirine Tevbe-32; İbrahim-1; Tegabun-8; Saff-8; Talak-11 ile ulaşabilirsiniz.

Nur'un benzetmeler yapılarak verilmiş ayetlerin tümüne bakıldığında Nur şudur: Nur kurtuluştur ve kurtuluşa götüren yol ve bilgidir. Bu bilgi doğru yolu aydınlatan ve bunu da veren yaratandır. Bunları da yapan ayetler, kitaplar, nebiler, dolayısı ile İslâmdır. ''Evrendeki ayetler'', ''yaratılışımızda bize verilen ayetler'', ''Peygamberler ile gelen ayetler'' hep Allah'ın nuru'dur, ve her yerdedir. Dolayısı ile nur'u veren Allah'tır; çünkü kurtuluşa götüren yolun ve bilginin kaynağı O'dur. Yani kurtuluşa eriştiren Allah'tır. Zümer 69 ve Şura-52 ayetleri de tetkik edilmelidir.

Işığa veya kafalarındaki nura kutsallıklar verenler ortak koşanlardır. Her şey Allah'ın yaratmasıdır ve kutsallıkları yoktur.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (4. November 2011), sevginur (13. January 2013)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
nur


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 05:25 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam