hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > HUKUK > Hukuk > Şeriat

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 10. December 2011, 10:41 AM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart Vahiyle Bildirilen Hak Şeriat

(Bu yazımızı okumaya başlamadan ''Şeriat'' yazımızda tanımı yapılmış ''hak'' kavramının tekrar okunmasını öneririm.Aşağıdaki yazı Adalet ve Rahmet sitesinden aktarılmış olup ulûhiyetten öte sosyo-ekonomik ağırlıklıdır. Ayrıca, okuduğumuz ayetler 1400 sene evveline, indiği zamanki insanlara hitap ederken geçmişten misal olarak ''Yahudileri'' gösterir Fakat Kur'an ve ayetler bu güne, bana-sana hepimize yani indiği tarihten 1400 sene sonraya da hitap etmektedir. Bu nedenle kendimizi tanımak için ''Yahudiler'' yerine müslümanları, Musa yerine Muhammad'i koyarak kendimizi tartabiliriz. ''Onlar öyle yapmıştı'' değil de, ''Biz böyle mi yapıyoruz?'' diyebilmeliyiz. Kur'an'ın bu gece yeniden bize indirildiğini düşünerek tefekkür etmeliyiz.)

Buyrun.

''Allah, insanlık tarihi boyu hep hakkı vahyetmiştir. Bunun için sema’ı dinler tesisleri itibariyle batıl olmayan dinlerdir. Çünkü hak ile batılı ayırmak üzere gönderilmiştir. Sonradan içlerinin boşaltılmasıyla batıllaşmaları belki söz konusu olabilir. Bunun anlamı ise imandan ziyade ameldeki dalalet yollarıdır. Bu sapkınlığın imanı zedelemediği söylenemezse de, biz batıl deyimini sosyo ekonomi politiği sulh ve barışı artık sağlayamayan, amelleri bir oyalanma boş işlerle uğraşıp özü gözden ve uygulamadan kaçırılması olarak anlayıp anlatacağız. Buna dini deyimle hüsranla sonuçlanan ameller diyebiliriz. Burada en önemli eksiklik adalet ve merhametin ihmal edilerek bu konuda gaflet edilmesidir. İsrail oğullarına indirilen din batıllaşmadan önce doğru yola iletici nitelik taşıdığını bize bildiriyor aşağıdaki ayet. Bu ise doğruluktur. Eğri ve doğrunun gerçek ilmi verilir ki, zanni değil, hakiki doğru bilinsin ve ona uyularak ameller boşa çıkmasın. Çünkü adalet yapılmadığında kişinin yaptığı hayırlar kendisinden alınarak, hakkına tecavüz ettiği insanlara verileceğinden, ahirette iflas edenlerden olur. Hakiki müflis te budur.

“Doğru yolu bulasınız diye Musa'ya Kitab'ı ve hak ile bâtılı ayıran hükümleri verdik''.(Bakara–53)

Aşağıdaki ayet bize başta Maide suresinin 48.ayeti olmak üzere birçok ayeti tefsir eden bir ayettir. Bilindiği gibi Kuran’la gelen dinin ismi İslam’dır. Ama sema’ı dinlerin tümünün genel adı kavramsal anlamda İslam’dır. Ancak dikkat etmemiz gereken çok önemli bir husus, bu dinin kapsamı ''Silim'' kavramının bütün yapım ve çekimlerinde var olan olumlu anlamları içeren bir büyük anlamlar dizisidir. İslam dinin kimliksel ismi değil, niteliksel ismidir. İçi boşaltılıp koflaştırılmış bir dine de kimliksel anlamda İslam denilebilir. Ama niteliksel olarak ortada pek de hak bir din kalmamıştır denilebilir. Temel ilkeler ihmal edildiği veya hayata yansıtılması koflaştırıldığı; içi büyük ölçüde boşaltıldığı için, içeriksizlik anlamında bâtıllaşmıştır. Bir takım kıyafet yönetmelikleri ve ceza tüzükleri ortalık yerde durmaktadır ama, çoğu kez ''adalet ve merhamet'' dinin minhacı-odağı-amacı olmaktan çıkartılmıştır. Kuran en son kitap olarak Tevrat’la gelen orijinal dinin ilkelerini tasdik etmiştir. Onun uygulamada eksik ve içi boşaltılmış ve ona fatura edilen dini değil, vahisel ilkelerini tasdik sözkonusudur. Yine aşağıda meâlini vereceğimiz ayet, Yahudilerin din sahibi olmayı hakka inanmak değil, hizipsel bir taassupla din olarak uygulamaya koyduklarına sarılıp kopmadıklarını bize bildirir.

Böyle yapan kimseler Allah’ın indirdiğine değil, kendi din edindiğine inananlardır. Kendini İslam’a mensup olarak tanımlasa da durum budur. Çünkü teslim olmanın şartlarına tamamen uymadan kendi işlerine geleni din edinmişlerdir. Allah’ın indirdiğiyle tam örtüşmeyen şeylere inandıklarını yine ayet bize bildirir:'' Siz hak manada Tevrat’a inanmış değilsiniz. Vaktiyle de, inen Tevrat’tan başka Tevrat istediğiniz için zaten peygamberleri öldürüyordunuz. Bu ise hak manada ona inanmış olmadığınızın delilidir'' diyor ayet. ''Siz ona verdiğiniz çarpık anlam ve yorumları din edindiniz'' deniliyor. ''Bunun delili Peygamberleri öldürmenizdir'' deniliyor. ''Ona hakkıyla inanmadığınız için, O’nu tasdik eden Kur'an’ı da inkâr ediyorsunuz'' denilmektedir.

“Kendilerine: Allah'ın indirdiğine iman edin, denilince: Biz sadece bize indirilene (Tevrat'a) inanırız, derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Hâlbuki o Kur'an kendi ellerinde bulunan Tevrat'ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. (Ey Muhammed!) Onlara: Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah'ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz? Deyiver.”(Bakara–91)

“Doğrusu biz seni hak ile müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik. Sen cehennemliklerden sorumlu değilsin.”(Bakara–119)



“O azabın sebebi, Allah'ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir.”(Bakara–176)

Tarih boyu ihtilafın merkezinde imanın değil, amelin bulunduğunu aşağıdaki ayet çok güzel açıklar. Yani sınıfsız ve üniter(Hak ve tek cemaat) bir toplum olmaya, farklılık peşinde koşmamaya, işlerin ve amaçların birleştirilmesi yolundaki hükümlere itiraz edenlerle, hakiki dostlar toplumcuğunu savunanlar arasında ihtilaf çıkmıştır. Tek millet, tek ümmet ve üniter toplum idealine karşı çıkıldığını ayet bize anlatır. Yani liberalistler dinin hak olan toplumcu sosyo ekonomi politiğine şiddetle karşı çıkmışlardır. Oysa, o ilkeler tek bir ümmet olmanın ayrılmaz şartıdır. Şöyle ki:

“İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki hasedden ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilâfa düştükleri gerçeği izniyle gösterdi. Allah dilediğini doğru yola iletir.”(Bakara–213)

Herkesin, herkesin derdiyle dertlendiği bir yüksek ahlak yapısı içinde iken, kitap ve peygambere bile gerek yoktu.

Ama tefrikadan yana olanlar ferdileşmek, imtiyaz ve iltimaslı duruma geçmek isteyenler yollarını büyük cemaatten ayırmaya, ayrı tarikler tutmaya başlayınca, Allah kitaplar ve peygamberler göndererek toplumculuğun hak olduğunu tekrar hatırlattı. Ama hased üzerine yarışıp rekabet etmek isteyen ve bunda ısrar eden liberalistlerin hidayete layık olmadıkları apaçık ortada bulunduğu için Allah, güzeli onaylayan ve Yüsra(Semirmeden karşılıklı yardımlaşmak) güzel ahlakı üzere olanlara hidayet ederek, onların kalplerini daha da sağlamlaştırdı(Leyl-5,6). Liberalistler ise rekabet, cimrilik kin, hased ve düşmanlık üzere olan liberalizm üzerine bırakıldılar. Allah dileseydi cimrileri de doğru yola iletirdi. Ama onlar içlerindeki hasedi çıkarmaya yanaşmadıkları için böyle bırakıldılar. Ya tâğutlaştılar, ya da tâğut’a(Şerli kimselere, ''bağı'' olanlara ve Rum-Roma sosyo ekonomi politiğinin takipçisi olanlara, Avrupalılara) kullar yapıldılar. Onların bir kısmının zulümden dolayı cezaları dünyada verildi. Ama bu ceza ahirette hiçbir zaman mahsup edilmez. Bir kısmının cezası ahirete bırakıldı. Aşağıdaki ayet bunu anlatmaktadır.

“Allah'a döndürüleceğiniz, sonra da herkese hak ettiğinin eksiksiz verileceği ve kimsenin haksızlığa uğratılmayacağı bir günden sakının.”(Bakara–281)

Bütün sema’ı dinler ve kitaplar anti liberalist, anti egoist yüksek ahlak üzereydi. Kur'an bunları bu nitelikleriyle tasdik etmek için gönderildi.

“(Resûlüm!) O, sana Kitab'ı hak ve önceki kitapları tasdik edici olarak indirdi, Tevrat ile İncil'i ve Furkan'ı indirmişti. Olanı öğretiyor. Allah her şeyi bilmektedir”.(Ali İmran–3)

Allah, Bakara 213. ayetteki takdirinin sebepsiz ve keyfi olmadığını aşağıdaki ayette bize açıklar. Bunlar tâgut’un yolunu yol edinen MÜSLÜMANLARdır. Zamanımızda Allah yolu ve onun toplumcu Medine kriterlerinden olan Ensâriyet’in karşılıklı yardımlaşma(Tenâsur veya Nâsara) ve diğerkâmlılığın ifadesi olan îsâr güzel ahlâkı üzere antiliberalist ve antikapitalist bir yolu izlemeleri gerekirken Kopenhag kıstasları ve benzerlerini kabul ederek tâğut’a kulluk için can atanlara giden bir ayeti bize açıklar.

“İman etmelerinden, Resûl'ün hak olduğuna şahadet getirmelerinden ve kendilerine apaçık deliller gelmesinden sonra inkârcılığa sapan bir kavme Allah nasıl hidayet nasip eder? Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez”.(Ali İmran–86)

“İşte bunlar, Allah'ın, sana hak olarak okuduğumuz âyetleridir. Allah hiçbir kimseye haksızlık etmek istemez”.(Ali İmran–108)


Şimdi de her iki ayeti içlerinde geçen “Hak” kavramanın sözlükten verdiğimiz anlamlarından hangisinin kapsamı içinde kaldığını açıklayalım. Ali İmran 86. ayette Resul’ün gerçek bir elçi olduğu anlamında hak kavramı kullanılmıştır. Yine yalandan uzak olduğunu, hakikati açıkladığını ifade eder. Ali İmran–108. ayette yine Hak olarak nitelenen ayetler Mahz-ı hakikat olduğunu bize bildirir.

“Dönüşünüz hep O'nadır. Allah'ın vaadi haktır. Her şeyi ilk baştan yaratan O'dur. Sonra iman edip Sâlih amel işleyenleri hak ettikleri ölçüde mükâfatlandırmak için geri döndürecek olan yine O'dur. Kâfirlere de inkâr ettikleri için kaynar sudan bir içki ve acıklı bir azap vardır.”(Yunus–4)

Yukarıdaki ayette ise hak kavramı lâyığını bulmak anlamında kullanılmıştır. İyi iş yapan işinin karşılığı iyiliği, kötü iş yapanında hissesine azabın düştüğünü ifade etmek amacıyla “Hak” kavramı kullanılmıştır. Hak ve hakikat dışında sözler söyleyenler zanlarına uyanlardır. ''Hak ettiğini bulma'' hakikat yasasını aşağıdaki ayet gerekçeleriyle tekrar bize hatırlatır.

“İşte burada herkes geçmişte yaptığını bulacak. Ve gerçek Mevlâları olan Allah'a döndürülecekler. İftira edip uydurdukları şeyler de kendilerinden büsbütün uzaklaşıp gidecek.”(Yunus–30)

Üstelik bu aşırı gidenler(Fâsık’lar), gerek çevredeki nimetlerin ve gerekse insanın üstün kılındığı algılama ve idrak etme üstün yetisinin de sahibinin Allah olduğunu bildikleri halde, Allah’ı veli ve vekil etmekten kaçınan, tâğut’u ve mülkü veli edindikleri için kınananlardır. Ya kişilere Ulûhiyetten pay vererek şefaatçiler ararlar, ya servet ve sermayeyi veli edinerek ağniya(zengin) olurlar, ya da cenabı hakkı bırakarak tâğut kavramına giren sapkın azgınları veli edinirler(Avrupa birliğine-Yemin-i Bânus(kapitalizm) üzere birlik-veya A.B.D. Deccaliyetine avâne olmak için vakarsızca yaltaklanırlar. Tâğut’un bir anlamı da Roma fâsık ve fâcir sosyo ekonomi politiğine mirasçı olan Avrupa devletleridir. Zamanımızın sapkınlığı ise, kapıdan kovuldukları halde bacadan bunlara yanaşma olmaya gayret gösteren bir taife vardır. Oysa Allah Müminlere tâğut’tan uzak durmalarını emretmişti. Buradaki sapkınlık hem ulûhiyette kıstı(hakkın tamamen ve titizlikle verilmesini), hem de insanî ilişkilerde kıstı ihlal ederek zâlimlerden olmayı içermektedir.

“De ki, "size gökten ve yerden kim rızık veriyor? O, kulaklara ve gözlere hükmeden kim? Ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran kim? İşleri idare eden kim?" Hemen "Allah'tır" diyecekler. De ki, "O halde Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?"(Yunus–31)

“İşte o Allah sizin gerçek Rabbinizdir. Gerçeğin dışında sapıklıktan başka ne vardır? O halde haktan nasıl çevriliyorsunuz?”(Yunus–32)

“Hak dinden çıkmış fâsıklara Rabbinin kelimesi şöyle gerçekleşti: Onlar artık imana gelmezler.” (Yunus–33)

Yukarıdaki Yunus–33. ayet şöyle de anlamlandırılabilir.”Bu budur. Rabbin yoldan çıkanlar, haktan sapanlar hakkındaki “onlar iman etmezler” sözü gerçek olmuştur” şeklinde de anlaşılabilir. Her hâlükârda zanlarına uyanlarla hakikate uyanlar arasındaki farkı ortaya koyduğu için hak ve bâtıl dinlerin önemli ayrımını bize bildirmektedir. Yine aşağıda göreceğimiz yunus–34 ayet, Allah dışında kimsenin yaratma, öldürme ve tekrar diriltme ve daha da önemlisi, dirilterek hesaba çekme, sevapları çoksa mükâfatlandırıp cennete koyma, suçları çoksa azap ederek cezalandırma yetkisi ve gücü olmadığını insanlara hatırlatır. Yunus–35. ayette ise doğru yolu gösterip ateşten kurtulmanın yolunu Allah’a eş tutulanların ve yine Allah gibi sevilerek putlaştırılan maddi zenginliklerin güçleri olmadığını vurgular. Şöyle ki:

“De ki: "Allah'a eş tuttuğunuz ortaklarınızdan, önce yaratıp, sonra da onu çevirip yeniden diriltecek var mı?" De ki, "Önce yaratıp, sonra da onu yeniden yaratacak olan Allah’tır. O halde nasıl yoldan saptırılıyor, döndürülüyorsunuz?"(Yunus–34)

“De ki, "Ortak koştuklarınızdan doğru yolu gösterecek olan var mıdır?" Deki, "Allah, hak olan doğru yola hidâyet eder. O halde doğru yola hidâyet eden mi kendisine uyulmaya daha layıktır, yoksa kendisine yol gösterilmeyince onu bulamayan mı daha layıktır. O halde ne oluyorsunuz? Nasıl hükmediyorsunuz?"(Yunus–35)


Göz boyayıcı ve yalancı sofistlerin ta kendileri olmalarına rağmen, delillerle isbat edilmiş dopdolu Allah kelâmına yalan ve göz boyama derler. Mugalâta ve safsatalarla insanları yanıltan, aklını karıştıran doğru yolu eğri, eğri yolu doğru gösteren yalancı fâsıklardır. Aşağıdaki ayette geçen sihir bu anlama gelir. Oysa Allah hakkı insanlara bildirir ki, bizden öncekiler, müşrik, fâsık ve fâcirdi. Biz doğru yolu nasıl bilebilirdik diye mâzeret ileri sürmesinler diye gönderir. Şöyle ki:

“Kendilerine tarafımızdan hak gelince, "Muhakkak ki bu, apaçık bir sihirdir." dediler.” (Yunus–76)

“Musa dedi ki, "Size hak gelince böyle mi diyorsunuz? Bu sihir midir?" Hâlbuki sihirbazlar iflah olmazlar.”Yunus–77)

“Allah, hakkın hak gerçek olduğunu kelimeleriyle ispat eder, günahkârların hoşuna gitmese de”(Yunus–82)

“De ki: "Ey insanlar! İşte size Rabbinizden hak geldi. Artık kim hidayeti kabul ederse kendi canı için kabul etmiş olur. Kim sapıklık ederse kendi zararına sapıklık etmiş olur. Ve ben sizin üzerinize vekil değilim."(Yunus–108)

“O, gökleri ve yeri hak ile yarattı, geceyi gündüzün üstüne sarıyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıyor. Güneşi ve ay'ı emrine âmade kılmış, her biri belli bir süreye kadar akıp gitmektedir. İyi bil ki, çok güçlü ve çok bağışlayıcı olan ancak O'dur.”(Zümer–5)

“Biz bu kitabı sana, insanlar için hak ile indirdik. O halde kim doğru yola gelirse kendi lehinedir. Kim de saparsa, sırf kendi aleyhine olarak sapar. Sen onların üzerine vekil değilsin.”(Zümer–41)

“Nitekim Rabbin seni, hak uğruna savaşmak için evinden çıkarmıştı. Oysa Müslümanların bir kısmı o zaman bundan hoşlanmamışlardı.”(Enfal–5)

Fâsıklar imansızlar değil, itidali aşan doymazlardır. Mecusileşmek nimete küfrandır. Çoğunlukla münâfıklar içinden çıkarlar. Sözde imanlarına güvenerek, haksızlıklarının kendilerine bağışlanması gerektiği düşünen ve adeta Allah’a O’nun dinini öğretmeye kalkan gafillerdir.''

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (8. September 2015 Saat 07:36 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
dost1 (11. December 2011), Miralay (9. January 2012), yeşil (10. December 2011)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
bildirilen, hak, vahiyle, şeriat


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 11:02 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam