hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > HANİF MÜSLÜMANLIK > Kuran Merkezli ve Allah odaklı iman!

Konu Kapatılmıştır
 
Seçenekler Stil
Alt 10. January 2009, 10:04 PM   #11
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATANLARIN ‘TAHAKKÜM TEOLOJİSİ’
Allah ile aldatanlar dokunulmaz, eleştirilmez bir ‘tahakküm teolojisi’ oluşturmuşlardır.
21. yüzyıla egemen olacak din eksenli kutuplaşmayı başlatmadan önce İslam’ı, dünya önünde hiçbir itibara sâhip olmayan bir kabile dinine döndürmeyi planladılar ve bunda büyük ölçüde başarılı oldular. Onun ardından, ‘Medeniyetler Çatışması’ adı altında bir Haçlı-İslam savaşı başlattılar. Bu savaşta yenik düşecek olan baştan belliydi: İslam dünyası.
Bu işin başını birinci derecede İngilizler çekti. ‘Medeniyetler Çatışması’ tezinin babası sanılan Huntington, esasında bu fikrin öğrencisidir. Fikrin babasının, İngiliz düşünür ve istihbaratçısı Toynbee (ölm.1975) olduğunu unutmayalım. Huntington, Toynbee’nin resmen ve fiilen öğrencisidir.
İngilizler, İslam’ı İslam’la vurma siyasetinde en çok hilafeti kullandılar. Çünkü çöküşün oradan geleceğini ve tek elden kontrol için en emin aracın hilafet aldatmacası olduğunu biliyorlardı.
Amerikalı yazar Dr. Gibbons diyor ki: “İngilizler, dünyada toplu halde ne kadar Müslüman varsa kendi hükümleri altında görmek isterler.”

Kendi başına kaldıklarında demokrasi sözünü bile dinsizlikle eşanlamlı sayan dinci taife, Haçlı emperyalistlerin fesadıyla o hale geliyorlar ki, yıkmak istedikleri rejim ve yönetimlere saldırırken, Haçlı öncülerinin öğrettikleri sloganı Kur’an ayeti gibi tekrarlıyorlar: “Daha fazla demokrasi isterük.”
“Demokrasi istiyordunuz da yıllardır elinizin altında bulunan Suutlara, Katar’a, Umman’a, Bahreyn’e neden demokrasi getirmediniz de Irak’ı yerle bir etme pahasına demokrasi istiyorsunuz?”
Haçlılar, önce Müslüman’ı çağdışı hale getiriyor, ardından da “Böyle olmaz; ben bunu düzelteceğim” diye muhtarlık yapmaya başlıyorlar. Kural ve kader hep aynı: Muhtarlık Haçlı’dan, finans ve hizmet Müslüman’dan.
ABD’nin Marshall Yardımı, Müslümanı kendi yurdunda vurdu. Marshall Yardımı’nın Köy Enstitüleri’ni kapatma şartına bağlanması bile bizi yönetenleri uyandırmaya yetmedi.
Müslümanların kendi dinleriyle vurulmalarının ve kendi dinlerini yanlış anlamalarının yarattığı ıstıraplar, İslam düşmanlarının vücut verdiği kahırlardan çok daha büyük olmaktadır. Ve bu, asırlardır böyle olmaktadır.
Kur’an’ın son vahyedilen ayeti (Mâide, 3), dinin adının Allah tarafından İslam konduğunu, mükemmel hale getirildiğini, tamamlandığını ve bunun ismi üzerinde de oynanmaması gerektiğini söylüyor.
Şeriati bir devlet şekli gibi sunuyorlar. Oysaki, Kur’an, ima yoluyla bile bir devlet şekline temas etmiyor. Onu insan aklına bırakmış. İslâm devleti tabiri, siyasal İslamcı istismarın bir uydurmasıdır. Kur’an’da böyle bir tabir yok. İslâm evrensel ve ölümsüz ilkeler bütününün adıdır. O halde İslam’ın devleti olmaz, Müslümanların devletleri olur. Gerçek bu olunca da onlarca, yüzlerce devlet şekli bulunacaktır.
Ağzını açan herkesi, Allah ile susturmaya kalkanlar, din elbisesini bütün topluma tersine giydire giydire Müslümanları felaketlerin kucağına ittiler. Elbise mükemmel elbise ama giyen tersine giydiği için sahibini vezir etme yerine rezil ediyor. Ve bu rezilliği gören gayrimüslim kitleler İslam’dan da Müslüman’dan da nefret ediyor.
İnsanımızın Allah ile aldatılıp saptırılmasında bir numaralı araç sahte dindir. Bu aracın kullanımına son vermez isek dirilişimiz mahşere kalır.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 10. January 2009, 10:05 PM   #12
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATMA ARACI OLARAK KORKU
Allah ile aldatma odaklarının olmazsa olmaz dayanaklarından biri de dine egemen kıldıkları korkudur.
Korkuyu egemen kılmanın en kalıcı ve güvenli yolu ise Allah’ı korku objesi haline getirmek ve bunu dinde ülkeleştirmektir. Ve bu yapılmıştır. Hem de çok erken devirlerde.
Dil açısından “Takva, bir şeyi kendisine sıkıntı ve zarar verecek şeyden korumaktır.”
‘Korkulacak şeyden sakınmak’ başkadır, ‘korkmak’ başkadır. Birinci anlamdan yola çıktığınızda dine, Allah’a ve insana bakışınız başka olur, ikinci anlamdan hareket ettiğinizde başka olur. Birinci anlama göre Allah bir korku ve dehşet objesidir, ikinci anlama göre ise bir sakındıran, koruyan, acıyan ve uyaran kudrettir.
Dinî ve Allah’ı korku aracı haline getiren geleneksel korkucu din anlayışı, takva konusunda bilimsel açıdan da yanlışlar içindedir.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 10. January 2009, 10:06 PM   #13
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATMANIN AFOROZ MEKANİZMASI
Allah ile aldatanlar, eleştiri kabul etmez. Kabul ettiği anda kendini inkar etmiş olur. İddiaları akıl ve din dışı da olsa o, ısrarla dinin temsilcisi ve göstergesi olarak kendini öne çıkarır. Dinin savunucusu da odur.

Allah ile aldatanları eleştirdiğiniz anda din dışı ilan edilirsiniz. Din dilinde buna ‘aforoz’ denir. İslâm’da din sınıfı olmadığı için aforoz da yoktur. Ancak bu, işin nazari yanıdır. Gerçekte İslam ülkelerinde aforozun en kahırlısı işletilmektedir.
Aforozculuğun kurumsallaşmasına çağımızda entegrizm denir. Ünlü Fransız düşünür, siyaset ve bilim adamı Roger Garaudy, İslam dünyasında entegrizmi en iyi niceleyen düşünce adamı oldu.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 10. January 2009, 10:06 PM   #14
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

AFOROZUN KANSERLEŞMESİ: ENTEGRİZM
Entegrizm, Garaudy’nin eserlerinden birinin adı.
Entegrizm, Allah ile aldatanların tutuldukları temel hastalıklardan da biri. Taassubun kanserleşmesi diye tanıtabileceğimiz entegrizmin ne olduğunu ve Garaudy’nin bu kanserin İslam dünyasında vücut verdiği belaları nasıl fark edip nasıl ifadeye koyduğunu kısaca görelim.
Yobazlık, inat, dışa kapalılık ve dar kafalılığın kanserleşmesi olarak tanıtabileceğimiz entegrizm, Garaudy’ye göre bir kültürel intihardır.
Şöyle diyor Garaudy:
“Suut idarecilerinin ana meşgalesi, Batı’ya olan tam bağlılıklarını gizlemektir. 1928’de krallığını kuracak olan Abdülaziz, daha 1913’lerde iken Büyük Britanya siyasetinin izinden gidecek, bunun karşılığı olarak da Büyük Britanya onu gerektiğinde koruyacaktı. Biri için koruyucu olmaya, diğeri için ise uslu olmaya dayalı bu ilişkiler 1927’de Cidde Antlaşması ile yenilenir. İngiltere, taahhüdünde durur; 1948 Katif silahlı ayaklanmasını ezer.”
“Bundan altmış sene sonra, İran devrimi ertesinde, Reagan, ‘Suudi Arabistan’ın yeni bir İran haline gelmesine asla müsaade etmeyeceğiz’ beyanında bulunur. 1990Ağustosunda Suudi yöneticileri, sömürgeciliğin hizmetinde olduklarını tamamen açığa vururlar.”
“Halktan kaynaklanmayan ve siyasal bir temeli olmayan bu rejim, tam dört çeyrek asırdır, önceleri İngiliz ve bugün ise Amerikan himayesi ile ayakta durabilmektedir.”
Hırsızın elini keserek ‘şeriatı uyguluyor’ olduğunu sanmak, Suudi Arabistan’a has bir durumdur.
Ürkütücü cezaların Suudi buyurucuları sâdece ve sâdece küçük suçluları yakaladıkları için sistemin ikiyüzlülüğü apaçık ortaya çıkmaktadır. Zira, silâh siparişleri veya büyük işlerin kotarılması için Batı’nın büyük firmalarından ‘masa altından’ 500 milyon dolar alan ve gayri meşru yoldan elde edilen bu servetleri ABD’de yapılan milyonlarca dolarlık plasmanlarla gizleyen, Divone kumarhanelerinde veya Marbella içki alemlerinde dağıtan prenslerin ellerinin kesildiği bugüne kadar hiç görülmemiştir.
Garaudy’nin yakındığı bu, ‘İslam’ı çürüten yozlaşma’, bugün artık tüm İslam dünyasını sarmış bulunuyor.
Yakın tarihe değin, Türkiye bir istisna idi. BOP operasyonlarıyla ve BOP eşbaşkanı AKP’nin ABD ve AB güdümlü tahribatıyla o istisnanın da işini bitirmek istiyorlar.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 10. January 2009, 10:07 PM   #15
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

İMANA KİM ONAY VERECEK?
İmana onay, din meselesinin en hassas konusudur. Bu onay hakkını Allah’ın dışında birilerine kullandırmaya kalktığınız anda din adına en zehirli dinsizliği yapmaya başlarsınız. Akıl almaz, sonu gelmez hatalar, zulümler birbirini izler.
Bir düşünün, yıllar ve yıllar, ‘Allahsız, komünist, münkir, din düşmanı’ damgası yemiş bir Nazım Hikmet, yıllar sonra bakıyorsunuz, Bükreş’te bir gece, mihmandarından kendisini camiye götürmesini istiyor.
Ünlü müzisyen Cem Karaca’nın yıllar ve yıllar, Ermenilik, solculuk, dinsizlik ve imansızlıkla suçlandığını yakından izledim.
8 Şubat 2004 günü hayata gözlerini yumduğunda basın onun vasiyetini açıkladı. Şunu vasiyet ediyordu rahmetli Cem:
“Namazımın Üsküdar’daki Seyit Ahmet Camii’nde kılınmasını istiyorum. Cenazemde alkış ve tören istemiyorum; sâdece dinî vecibelerin icrasını istiyorum...”
peki, ona yıllarca dinsiz-imansız damgası vuranlar yaptıklarının hesabını kime, nasıl ödeyecekler?
Kur’an’ın dinî; ruhbanlığı, din sınıfını, Allah ile kul arası aracılığı kabul etmediğine göre, imana, sâdece Allah onay verecektir.
Allah’a teslimiyet, Allah katında Müslüman olmanız için yeterlidir ama, Allah ile aldatan fesat dincileri için yeterli değildir.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 10. January 2009, 10:08 PM   #16
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATANLARIN ŞİDDET TUTKUSU
Bugün dünyanın hemen her yerinde, ‘terör’ kelimesi anılır anılmaz İslam ve Müslümanlar akla geliyorsa bunun sebepsiz olduğu söylenemez. Allah ile aldatanlardaki ‘şiddet zaaf ve tutkusu’ kullanılarak Müslümanları şiddet ve kanın cellatları gibi takdim ettiler ve bu takdimde ne yazık ki başarılı oldular. Irak işgali bu gerekçeyle yapıldı, bundan sonraki benzeri işgaller de yine bu gerekçeyle yapılacaktır. Nitekim İran sıraya konmuş bulunuyor.
Hiç kimse bir dine girmeye zorlanamayacağı gibi, girdiği dinin içinde de baskı ve zorlamaya maruz bırakılamaz. Baskı ve zorlama, ister içte olsun, ister dışta, bizatihi dinsizliktir. Dinsizlik araç yapılarak dine hizmet edilebilir mi?
Dinden çıkma (irtidat) halinde de aynı ilke geçerlidir. Mürtedin hesabı Allah tarafından ölüm sonrasında görülecektir. (Kur’an, 2/217)
Hemen hemen bütün siyasal İslamcı şiddet ve terör örgütlerini Batı oluşturup teşkilatlandırdı; besledi, büyüttü ve bir biçimde kullandı. Batı’nın beslediği şiddet ve terör örgütleri denince herkesin aklına hemen Bin Ladin, Taliban gibi isimler gelir.
İslâm hukukçusu Abdülkadir Udeh, “Nas (tek ve kesin anlamlı Kur’an ayeti) olmadan suç ve ceza olmaz ilkesi dinin temel ilkelerindendir, ama kamu yararı bu ilkenin esnetilmesini bazen gerekli kılar” diyor.
Bu yaklaşımı, ilke olarak biz de kabul ederiz ama tarihe binlerce masumun katlinin dayandırıldığı bir kavram olarak geçen geleneksel ta’zirin, hukukun normal sayacağı esnemelerle vücut bulduğunu söylemek inandırıcı olamaz.
‘İslami şiddet’in bir tür sembolü gibi algılanan Taliban’ meselesine de kısaca temas etmek isteriz.
11 Eylül Dehşeti’nin ardından Türkiye’de herkes bir biçimde Taliban karşıtı kesildi. Kimisi ayakları suya değdiği için, kimisi Amerika’ya yaranmak için, kimisi de havaya uyup ‘çağdaş’ görünmek için.
Biz şuna inanıyoruz: Sivas’taki diri diri insan yakma zulmü, özü bakımından New York kulelerine dalışın yarattığı dehşetten asla geri değildir. Sivas’ta sergilenen Neronizm’e çıt çıkarmayan ‘uygar Batı’nın, 11 Eylül olayı üzerine feryatlar koparması ise ibret vericidir!
Batı, İslam meselesinde, modern-lâik çizgideki akılcı-evrensel Müslümanları koruyup gözetmek yerine, kısa vadeli politik çıkarları seçti ve farkında olmadan, gözünü oyacak hurafeci-kinci ve kancı hizipleri destekledi. Bunun elbette bir faturası olacaktı. Görünen o ki, bu faturanın ödenme süreci, 11 Eylül günü başlamış bulunuyor.
Irak’ın istilası, 11 Eylül’ü besleyen öfkeyi sindirmeyecek, tam aksine, besleyip büyütecektir.
Avrupalı bizi, “Kurbanlık hayvanları usulüne uygun kesmiyorsunuz, hayvanlara eziyet ediyorsunuz!” diye yıllardır yerden yere çalıyor. İkiyüzlü Avrupa! Sivas’ta, 38 insan diri diri yakıldığında, ‘usulüne uygun kesilmeyen’ kurbanlık hayvanlar kadar ses çıkarmadın!
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 10. January 2009, 10:09 PM   #17
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

SEVGİYİ ÖLDÜRDÜLER
Sevgiyi, lâik Müslümanlar değil, Allah ile aldatan dinciler öldürdü. Çünkü, ideoloji adına lâik Müslümanlar değil, dinciler cinayet işlemekte, diri diri insan yakmaktadırlar.
Rahmet, başta sevgi olmak üzere merhamet ve şefkati de içeren çok şumullü bir kelimedir.
Kur’an’a göre, Allah esas niteliği itibariyle korkunun değil, sevginin kaynağıdır.
Kur’an’a göre, sevgide paylaşım vardır; sevginin esası paylaşımdır.
Merhamet, karşılıklı bir faaliyet değildir. Merhamette esas faal olan taraf, veren taraftır. Öteki taraf, sâdece alan, yararlanandır. Kur’an,sevgiyle paylaşım arasında irtibat kurmak suretiyle, sevginin merhametten farklı olarak yaratıcı bir güç olduğuna vurgu yapmıştır.
“Allah, güzel düşünüp güzel işler yapanları sever.” (Örnek olarak bk. Kur’an; 2/195)
Paul Tillich’in ifadesiyle: “Sevgi, imanın bir belirişi, bir uygulanışıdır.”
Allah ile aldatanların din ve iman zeminlerinde sevgiden eser bulunamaz. Onların yüreğinde bunun yerini korku ve şiddet almıştır. Laiklikten nefretleri de bunun içindir. Çünkü laiklik, dinî kullanarak despotizm ve baskı uygulama imkanını onların ellerinden almaktadır. Laiklik, aklı, eşitliği, özgürlüğü öne çıkarmaktadır.
Bu konuda en isabetli tespitlerden birini de, Türk basınının erdem ve efendilik timsali kalemlerinden biri olan Yılmaz Özdil yapmıştır.
“Laiklerin tepkisi, sırf imam-hatip bitirdi diye, kendini İslam’ın sahibi zennedenlere. Laiklerin tepkisi, ağzından Allah’ı, Kur’an’ı düşürmeyip elalemin karısına sulananlara; çocuk yaştaki kızlara ‘nikah’ kıyanlara. Laiklerin tepkisi, cemaat evlerinde etek öpüp yaş gününde sosyete barlarında, hem de Kandil Gecesi, gizlice kadeh tokuşturanlara.laiklerin tepkisi ‘dindarım’ ayaklarıyla milleti dolandırıp, Kabe manzaralı ev alanlara. Laiklerin tepkisi bunlara. Düşün dinimizin yakasından kardeşim, çekin elinizi!” (Yılmaz Özdil, Hürriyet, 24 Nisan 2008)
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 10. January 2009, 10:09 PM   #18
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATMANIN YOLUNU KESEN LİDER:
ATATÜRK
Atatürk, İslam’a değil, İslam’ın, Allah ile aldatanlarca araç olarak kullanımına karşıydı.
Atatürk şu iki zümre tarafından dine karşı gösterildi:
1. Dinin gerçeğine karşı olanlar,
2. Dinin tümüne karşı olanlar.
Bu ikizihniyet, Türkiye’nin ve Türk insanının tarih sahnesinde güçlü olmasını istemeyen dış unsurlar tarafından da sürekli bir biçimde beslendi.
Atatürk’ün dine karşı gösterilmesinin, içinde bulunduğumuz Ortadoğu coğrafyası açısından da çok tipik bir anlamı vardır. Gayet iyi bilmekteyiz ki, İslam’ın gerçeği bugün Ortadoğu’daki siyasal ve yönetimsel yapılanmalara izin vermez. Bunlara Kur’an’dan onay alamazsınız. Çünkü Kur’an, yönetimde bey’at (sosyal mukavele) ve şûra (yönetenlerle yönetilenlerin karşılıklı denetimi) sistemi getirmektedir. Bunun günümüz diliyle ifadesi lâik-demokratik sistemdir.
Kur’an, krallık sistemlerini fesat ve zulüm sistemleri olarak nitelendiriyor. Bu demektir ki, Kur’an lâik bir yönetim sistemini öne çıkarıyor.
Atatürk, Kur’an dışı dinciliği ve hurafe tasallutunu yıktı. Dinî Kur’an’ın dışına çekip örflere boğduranların bu yapılandan rahatsız olması son derece doğaldır.
Atatürk; yıktığı hurafenin yerine, gerçek dinî koymanın en hayatî, en ciddî adımını attı. İkinci adımını da attı ve ondan sonra da bu dünyaya veda etti. Ne yaptı Atatürk? Burada, Elmalılı Tefsiri’ne dikkat çekmek istiyorum.
Atatürk ve din meselesinde Elmalılı Tefsiri en hayatî, en güvenilir, en tartışmasız belgedir. Atatürk konusunun belki de en hayatî belgesi Elmalılı Tefsiri’dir.
Elmalılı Tefsiri, akademik tarafı, ilmî tarafı bir yana bırakılırsa, Atatürk’ün eseridir. Atatürk olmasaydı o Tefsir olmayacaktı.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (ölm. 1942), yüzyılımızın en büyük İslam bilginlerinden biridir. Bana göre, Türk dilinde en yetkin Kur’an mealini yapan bilgindir. Atatürk getiriyor onu, Meclis kararıyla, “Kur’an’ı Türk diline tercüme ve tefsir edeceksin” diyor.
Elmalılı’ya bu tefsiri Atatürk yaptırıyor. Dokuz ciltlik dev bir Türkçe tercüme ve tefsir Muhteşem ve muazzam bir eser. O günkü yoksul Türkiye’de, on bin âdet bastırılıp dağıtıyor. 1935-1936 arası. Şimdi, bir tezvirat daha dolaştırıp duruyorlar: Efendim, Atatürk bu işi Mehmet Akif’e yaptıracaktı ama Akif kötü niyetleri fark etti, onun için yaptığı tercümeyi yaktı veya birilerine yaktırdı.
Akif yapmadı,Elmalı yaptı.
Akif üzerinden Atatürk düşmanlığını bir kenara koyarsak burada görülmesi gereken gerçek şudur: Akif ilahiyatçı değildi. Din ilimlerini bilen bir bilgin değildi. O edipti, şairdi. Birkaç ayeti çok güzel yapabilirdi ama bütün Kur’an’ı tercüme ve tefsir Akif’in işi değildi. Tercüme ve tefsiri yapmak üzere Kur’an’ın içine girince bu işi yapamayacağını anladı. Yapsaydı ismini lekelerdi, büyük hata olurdu. Çünkü ilmi ve birikimi bu işe yetmezdi. Akif, haysiyetli bir mümin sıfatıyla bunu gördü ve yaptığı bir kısım tercümeleri de işte bunun için imha etti.
Büyük Atatürk; devlet başkanı sıfatıyla, Elmalı Tefsiri’ni yaptırmakla kalmamış, tarihe bir güzellik daha bırakmıştır. Bu tefsirin telif ve basım harcamalarını bizzat kendi parasıyla karşılamıştır. O da Atatürk’ün, tarihin kulağına “Ben bu işe gönlümle de katılıyorum”anlamındaki bir fısıldayışıdır.
Tefsir ortada. Ve biz soruyoruz: Atatürk dine-İslam’a nasıl bakıyordu? Cevap, tektir ve şudur: Elmalılı tefsiri nasıl bakıyorsa öyle bakıyordu.
Kur’an’ın kapakları arasındaki dinde-ki İslâm odur-çağı ve bizi rahatsız edecek hiçbir şey yoktur.
Yobazlık, kendini geliştirip büyütmek yerine, dinî yozlaştırıp küçültmeyi yeğleyen hasta psikolojilerin dışa vurumudur.
Atatürk, öz gönlünü büyüten ve bu sayede İslam’ın büyüklüğünü kavrayabilen, bakışlarını ona göre ayarlayan yâni İslam’ı gerçeğine yakışır bir kıvamda kavrayabilen zihniyetin sembolüdür. Yobaz ise bunun tam tersi bir zihniyeti temsil ediyor.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 10. January 2009, 10:10 PM   #19
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATMANIN EN ALDATICI MASKESİ:
MUHAFAZAKARLIK
‘Siyasal İslam’ın Batı tarafından, özellikle Yahudi lobilerince konan yeni ‘tüp bebek adlar’ından biri de Muhafazakâr Demokrasi.
Türk anayasası, İslam ve din sözcüklerinin siyasette amblem olarak kullanılmasına izin vermediği için ‘muhafazakâr demokrasi’ diyorlar. Bilenler biliyor ki, onların bu sözden maksadı ‘muhafazakâr İslam’dır.
Muhafazakâr islâm, eğer Kur’an’a sorarsanız, Kur’an İslamı’na karşı oluşturulan İslam demektir. Siyasal islâm’ın Yeşil Kuşak türünü, görmüştük; şimdi de ılımlısı, muhafazakarı çıktı.
Muhafazakâr demokrasi tabiri, Ortadoğu ve İslam konusunda yazan ve “Recep Tayyip Erdoğan’ın İslamcılığı tam bizim istediğimiz şeydir” diyen İsrailli diplomat Aron Liel’in icat ettiği bir tabirdir. Muhafazakâr Demokrasi, siyasal İslam’ın ABD-AB İsrail üçlüsünü rahatsız etmeyen şekli demek.
‘Siyasal İslam’ nitelemesinde siyaset İslam’ın sıfatı yapılmaktadır. Oysaki İslam Allah’ın dinî olarak tüm beşeri nitelemelerden arınmıştır. Siyasal İslam, Arap İslamı, Türk İslamı, Asya veya Avrupa İslamı gibi tamlama ve nitelendirmeler, İslam’a tümden aykırıdır.İslam’ın elbette ki birçok yorumu olur; ama İslam’ın adı değiştirilemez. İslâm’ın Arap yorumu, Türk yorumu, Avrupa yorumu, Japon yorumu... olur ve olacaktır. Ama herhangi bir kelime İslam’a sıfat yapılamaz. Yapılırsa dinin adı değişir. Böyle bir yetkiyi insanoğlu kullanamayacağına göre, dinin adını değiştirme, dinin inkarıyla eş anlamlıdır. Ve bunun içindir ki, meselâ, ılımlı İslam bir dinsizlik veya irtidat dinidir.
Siyaset, insanın bir tavrıdır. Bu anlamda Kur’an mümini de siyaset yapar. Ama bunu yapma hakkı, o kişiye İslam’a sıfat ekleme yetkisi vermez. İslâm İslam’dır. Sâdece ve saf olarak İslam’dır.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Alt 10. January 2009, 10:10 PM   #20
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATMANIN ARAPÇILIK AYAĞI
Araplara ve onların oluşturduğu Kur’an dışı fıkha göre, Arapça okuma ve yazma bilmeyen herkes ‘ümmî’ sayılır. Yâni böyle birisi birkaç dili bilse, okuyup yazsa bile o ümmîdir. Yâni okuma yazma bilmeyen biridir.
Arapların ve Arapçanın üstünlüğü ve kutsallığı yolundaki bu Kur’an, akıl ve insanlık dışı iddia, ne yazık ki yüce Peygamber alet edilerek sahnelenmiştir. Bu iddia sahiplerine göre, mâdem ki Hz. Peygamber en son ve en büyük Peygamberdir, o halde onun mensup olduğu ırk da en yüce ırktır.
Kur’an, herhangi bir ırkın üstünlüğünü ileri sürmeye asla izin vermez. Söz konusu ırktan bir nebi gelmiş olması bu ölçüyü değiştirmenin gerekçesi yapılamaz. Üstünlük, niyet ve gayret iledir. Kur’an’ın beyanlarına göre, içinden nebi gelmemiş hiçbir ırk yoktur. Eğer bir ırktan nebi gelmesi bir üstünlük vesilesi ise bilinmelidir ki, tüm ırklardan bir veya birkaç nebi gelmiştir. Arap ırkı bu bakımdan tek değildir.
Dine saygı ve bunun oluşturduğu duygusal zemini, Arapların üstünlüğüne basamak yapan aldatma, Arapları sevmenin bir din emri olduğunu da iddia etmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in açıkça bildirdiğine göre, her peygamber, hitap ettiği toplumun diliyle konuşmuş, vahiy almıştır. Bunun sebebi, peygamberin getirdiği mesajın, hitap ettiği toplum tarafından rahatça anlaşılmasını mümkün kılmaktır. (İbrahim, 4)
Bunun din bahsinde zorunlu sonucu şudur: Hiçbir dil dinsel anlamda, ötekine göre daha kutsal veya daha üstün değildir. Kutsal olan, Allah’ın gönderdiği buyruklar, vahyettiği gerçeklerdir.
Bizim peygamberimiz, kendisi esasen Arap ırkından olmamakla birlikte (dedesi Hz. İbrahim aslen Sümerli idi. Araplar böylelerine ‘Araplaşmış Arap: Arab müsta’rebe’ derler) aldığı tanrısal vahyi, çekirdek toplum ve ilk muhatap olarak Arapça konuşan insanlara iletti.
Tedebbür, yâni okunan metinlerin anlaşılması ve anlamları üzerinde derin derin düşünülmesi. Bu tedebbür kavramı Kur’an’ın altını ısrarla çizdiği bir kavramdır. Öyle ki, Kur’an’a göre, Kur’an okumak, esas anlamıyla tedebbür etmektir. Tedebbür yoksa Kur’an okumaktan söz etmek mümkün değildir. Tedebbür için, okunan metnin dilini bilmek ilk şart olduğuna göre, Arapça bilmeyen bir Müslüman’ın, tedebbür emrini yerine getirmesi için, Kur’an’ı anladığı dildeki çevirisinden okuması kaçınılmazdır. Kur’an, tedebbür ilkesinin, Müslümanların temel ibadetleri olan namazda da korunmasını istemektedir. Bunun içindir ki, ne dediğini anlamadan namaz kılmak yasaklanmış (Nisa, 43), ne dediğini anlamadan namaz kılanlar ağır biçimde kınanmıştır. (Mâûn, 4-5)
O halde, namazlarında Kur’an’dan bâzı bölümler veya ayetler okuyacak kişilerin, bunları anladıkları dilde okumaları Kur’an’ın açık emridir.
Osmanlı İmparatorluğu da, görünüşte Arapları yönetiminde tutmasına rağmen, bu kutsallaştırılmış Arabizmin kültür hegemonyası altında, farkında olmadan Arap esaretine girmiştir. Osmanlı, kendine âdeta bir self-emperyalizm uygulamıştır.
Kendilerine kutsal ırk diye hizmet ettiğimiz Araplar bizi emperyalist olarak suçlarken biz onların kültürlerinin, dillerinin köleleri olduk. Bu köleliğin yaşatılması için hep yozlaştırılan din kullanıldı. Böylece ne İslam’dan yararlanabildik ne de kendi varlığımız ve kültürümüzden. Bu durum, dinî ve kutsal duyguları sömürülerine araç yapmak isteyen zihniyetlerin de işine geldiği için, onlar da Kur’an’ın büyük halk kitlelerince okunmaması yolunda gayret sarf etmişlerdir.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır  
Konu Kapatılmıştır

Bookmarks

Etiketler
aldatmak, allah, ile


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 08:56 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam