hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Peygamberlere İman > Kuran'da adı geçen Peygamberler > Nuh Peygamber ve Kavmi

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 11. October 2008, 11:47 AM   #1
PİLOT
Uzman Üye
 
PİLOT - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Bulunduğu yer: BURSA
Mesajlar: 228
Tesekkür: 17
40 Mesajina 62 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
PİLOT is on a distinguished road
Cool Hz. NÛH (a.s)

Hz. NÛH (a.s)

Allah Teâlâ'ya ibadeti terkedip, tapınmak için kendilerine putlar edinen ve böylece yeryüzünde ilk defa fesada uğrayan bir kavmi tevhid akidesine döndürmek için gönderilen peygamber.

Nûh (a.s)'ın, kavmini tevhide döndürmek için verdiği mücadele, Kur'an-ı Kerim'de uzunca zikredilmektedir. Adı, kırk üç ayrı yerde zikredilen Nûh (a.s)'ın kıssası, şu surelerde mufassal olarak ele alınmıştır: el-A'raf, Hûd, el-Müminûn, eş-Şuârâ, el-Kamer ve kendi adıyla adlandırılmış olan, Nûh suresi.

Allah Teâlâ'ya şirk koşan bu putperest topluluk, aniden ortaya çıkmadı. İdris (a.s)'dan sonra insanlar, onun şeriatına uyarak ibadet ediyor ve salih alimlerin çizgisinden yürümeye özen gösteriyorlardı. Bir zaman sonra insanların sevip uydukları bu salih kimseler ölüp gittiklerinde, kavimleri onları kaybetmekten dolayı büyük üzüntüye kapıldılar. Şeytan, onların bu hassasiyetlerinden istifade ederek, sevdikleri bu salih kişileri hatırlamak ve böylece onların nasihatlarını zihinlerinde canlı tutmak için onlara, bu kişilerin her zaman bulundukları yerlere, onların birer heykelini, anıtını dikmeyi telkin etti. İlk defa put diken bu nesil onları, kesinlikle tapınmak için dikmemiş ve onlara ibadet edip, şirk koşanlardan olmamışlardı. Ancak bunların peşinden gelen nesiller zamanla bu heykellerin birer ilâh olduğuna inanmaya, hayır ve şerrin sahibi olduklarını vehmetmeye başlamışlardı. Böylece yeryüzünde ilk defa, tevhid akidesinden sapılmış ve insanlar Allah'tan başka ilâhlar edinerek, O'na şirk koşmaya başlamışlardı

Nûh kavminin tapındığı putların her birinin, Kur'an-ı Kerim'de zikredildiğine göre bir adı vardı: "..."Ved, Suva', Yağûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin" dediler" (Nûh, 71/23).

Allah Teâlâ, ilâhi rahmeti gereği, doğru yolu bulup hidayete erebilmeleri için sapıtan bütün topluluklara peygamberlerini göndermiş, böylece onlara, şirk ve isyan bataklığından kurtulmanın yollarını göstermiştir.

Peygamber, Allah Teâlâ'nın kullarına rahmetinin en açık bir delilidir. Allah Teâlâ, elîm Cehennem azabından sakındırmaları için peygamberlerini göndermiş; bunlardan, inkârcıların isyan ve işkencelerine karşı sabrederek, tebliğlerine devam etmelerini istemiştir. Nuh (a.s) da, kavmine gönderildiği zaman, büyüklenmelerine, vurdumduymazlıklarına ve bütün aşırılıklarına rağmen onlara şefkatle yaklaşarak, kendilerini gelecek can yakıcı azaba karşı korumak istemiştir. Allah Teâlâ, Nûh (a.s)'ın, kavmine gönderilişi hakkında şöyle buyurmaktadır: "Milletine can yakıcı bir azap gelmeden önce onları uyar" diye Nuh'u milletine gönderdik" (Nûh, 71/1).

İyice azıtmış ve korkunç bir helâkle cezalandırılmayı haketmiş bir topluluk olan Nûh kavmine, bu helâkten kurtulmak için rahmanî bir el uzatılmıştı. Allah'ın elçisi Nûh (a.s), şirki bırakıp, tevhid akidesine dönüşü tebliğle görevlendirildiğinde, onlara yaptığı ilk tebliğ, Kur'an-ı Kerim'de şöyle zikredilmektedir: "...Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. O'ndan başka ilâhınız yoktur; doğrusu sizin için büyük günün azabından korkuyorum" dedi. (el-A'raf, 7/59); "Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah'tan başkasına kulluk etmeyin! Doğrusu ben, hakkınızda can yakıcı bir günün azabından korkuyorum" dedi. (Hûd, 11/25, 26); "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin için O'ndan başka ilâh yoktur. Sakınmaz mısınız"dedi. (el-Mü'minûn, 23/23); "Ey Milletim! Şüphesiz ben, size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. Allah'a kulluk edin, O'ndan sakının ve bana itaat edin ki, Allah günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir süreye kadar ertelesin. Doğrusu Allah'ın belirttiği süre gelince geri bırakılmaz. Keşke bilseniz!" (Nûh, 71/2-4).

Nûh (a.s)'ın bu tebliği karşısında onlar, büyüklenerek ve şımararak Nûh (a.s)'a türlü şekillerde saldırılarda bulunmuşlar ve çeşitli kötülüklerle itham etmişlerdir. Her zaman hakkın karşısında durup, toplumlarını peygamberlere uymaktan alıkoyan mele' * (ileri gelenler) Nûh (a.s)'ın da karşısına çıkmış, Kureyşin ileri gelenlerinin Hz. Muhammed (s.a.s)'e yaptıklarını andıran bir tarzda, onu, sapıklıkla ve sefihlikle itham etmişlerdi. Nûh (a.s) onları, Allah'tan başkasına kulluk etmemeye çağırdığında; "Kavminin ileri gelenleri: "Biz senin apaçık sapıklıkta olduğunu görüyoruz" dediler".

Nûh (a.s) merhametle onlara; "Ey kavmim! Bende bir sapıklık yoktur; ancak ben âlemlerin Rabbinin peyşgamberiyim, Rabbimin sözlerini size bildiriyor, öğüt veriyorum. Sizin bilmediğinizi Allah katından ben biliyorum. Sakınmanızı ve böylece merhamete uğramanızı sağlamak için aranızdan bir vasıtayla Rabbinizden size haber gelmesine mi şaşıyorsunuz?" dedi" (el-A'raf, 7/61-63).

Şirkin ve küfrün pisliğiyle bulanmış akıllar, tarihin her döneminde Allah Teâlâ'nın, bir elçi gönderdiği zaman, onu hangi topluma gönderiliyorsa o toplum içerisinden çıkarmasına şaşmışlar, bundaki açık gerçekleri görmemişlerdir. Nûh kavmi de ona itiraz ederken, Allah Teâlâ'nın elçisinin bir insan değil ancak bir melek olabileceğini ileri sürmüştü: Senin ancak kendimiz gibi bir insan olduğunu görüyoruz" (Hûd, 11/27); "Bu, sizin gibi bir insandan başka birşey değildir. Sizden üstün olmak istiyor. Allah dilemiş olsaydı melekler indirirdi. İlk atalarımızdan beri böyle bir şey işitmedik" (el-Mü'minûn, 23/24). Mustaz'af insanlardan bir topluluğun etrafında toplanıp onu tasdik etmeye başlaması sebebiyle, tebliğini tesirsiz bırakmak için çareler arayan Mele', bu gelişme üzerine daha da sertleşerek, onu yalancılık ve delilikle itham etmeye başlamışlardı. Onun için şöyle deniliyordu: Daha başlangıçta, sana bizim ayak takımı dışında kimsenin uyduğunu görmüyoruz. Sizin bizden bir üstünlüğünüz de yoktur. Biz sizin bir yalancı olduğunuz kanaatindeyiz" (Hûd, 11/27); Bu adamda nedense biraz delilik var. Bir süreye kadar onu gözetleyin" (el-Müminûn, 23/25); "Bu putperestlerden önce Nûh milleti de yalanlayarak; delidir" demişlerdi, yolu kesilmişti" (el-Kamer, 54/9).

Zenginlik ve riyaset sahibi bu insanlar üstünlüğün malda ve topluma hâkim bir konumda olmakta olduğunu zannettikleri için, gerçekte, kendileriyle kıyas kabul etmez derecede bir üstünlüğe sahip olan Nûh (a.s)'a inanan mustaz'afları küçümsüyor ve onlarla bir arada, aynı seviyede bulunmayı nefislerine bir türlü kabul ettiremiyorlardı. Bunun için Nûh (a.s)'a müracaat etmişler ve bu insanları yanından uzaklaştırırsa, o zaman belki kendisini dinleyebileceklerini bildirmişlerdi. Ancak Nûh (a.s) onlara kesin bir uslûpla cevap vererek, gerçek anlamda üstünlüğün, inananlarda olduğunu şu ifade ile ortaya koymuştur: "Ben inananları kovacak değilim. Ben sadece açıkça bir uyarıcıyım " (eş-Şuara, 26/ 14-15).

Nûh (a.s), bıkmadan, her türlü eziyetlerine sabrederek onları her yerde İslâm'a çağırıyor, Cehennem azabından kurtulmalarının yollarını belletmeye çalışıyordu. Ancak kavmi, onu her defasında alaya alıyor. Söylediklerini aralarında eğlence konusu yapıyorlardı: "Kavminin ileri gelenleri (Mele) yanından her geçtiklerinde onunla alay ediyorlardı. Nuh ise onlara şöyle diyordu: Bizimle alay edin bakalım. Biz de, bizimle alay ettiğiniz gibi sizinle alay edeceğiz" (Hûd, 11 /38).

Nûh (a.s), kavmini şirkten dönmeye davet ederken, onlara tesir edebilecek her yolu deniyordu. Onlara Allah'a ibadet etmeyi ve bir peygamber olarak kendisine tabi olmayı telkin ederken, buna karşılık kendilerinden hiç bir maddî menfaat istemediğini ve beklemediğini; amacının yalnızca onları, Allah Teâlâ tarafından gelecek olan büyük cezalardan korumak olduğunu bildiriyordu: Kardeşleri Nûh, onlara Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak alemlerin Rabbine aittir". Doğrusu hakkınızda büyük günün azabından korkuyorum" (eş-Şuara, 26/106-110, 135).

Kavmi, inadında direnmiş ve kesin kararını vermişti. Ona; "İster öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bizce birdir" dediler" (eş-Şuara, 26/136). Buna rağmen O, çağrısında ısrar edince, müşrikler tamamen sertleşmiş ve onu tehdit ederek artık bu söylediklerini tekrarlamayı terketmezse kendisini taşlayacaklarını bildirmişlerdi: "Ey Nûh! Eğer bu işe son vermezsen, şüphesiz taşlanacaklardan olacaksın" dediler" (eş-Şuara, 26/116).

Nûh (a.s), davetini tekrarladıkça onların inadı artıyor, ona ve inananlara eziyetlerini daha da şiddetlendiriyorlardı. Nûh (a.s) onların bütün bu tahammül edilmez eziyet ve işkencelerine katlanıyor ve onları kurtarmak için bir an olsun boş durmuyordu. Asırlar süren bu yorucu tebliğ faaliyeti, kavminden çok az bir topluluk dışında, kimsenin iman etmesini sağlayamamıştı: "Pek az kimse onunla beraber inanmıştı" (Hud, 11/40).

Azgınlaşan kavmi, Allah Teâlâ'ya meydan okurcasına Nûh (a.s)'a şöyle çıkışıyordu: Ey Nûh! "Bizimle cidden tartıştın; hem de çok tartıştın. Doğru sözlülerden isen tehdit ettiğin azabı başımıza getir" dediler" (Hûd 11 /32).

Onlar, Nûh (a.s)'ın tebliğine kulaklarını tıkadıkları için, onun ne söylediğini bir türlü idrak edemiyorlardı. Nûh (a.s), belki düşünürler diye, azabın sahibinin kim olduğunu ve onun kudretinin sınırsızlığını bir kez daha onlara tebliğ ediyordu: Ancak Allah dilerse onu başınıza getirir, siz O'nu aciz bırakamazsınız. Allah sizi azdırmak isterse, ben size öğüt vermek istesem de faydası olmaz. O, sizin Rabbinizdir. O'na döndürüleceksiniz" (Hud, 11/33-34).

Nûh (a.s), bu zalim topluluğun iman etmeyeceğini anlamıştı. Kavmi için hiç bir kurtuluş yolu kalmamıştı. Onlar zulümlerini artırdıkça artırdılar. Bunun üzerine Nûh (a.s), dokuz asırdan fazla bir müddet tahammül ettiği zorluklar karşısında hiç kimseye tesir edemediğini ve edemeyeceğini anlayınca, kavminin durumunu Allah Teâlâ'ya havale etmekten başka çare bulamadı.

Allah Teâlâ, onun bu durumunu Kur'an-ı Kerim'de şöyle dile getirmektedir: Nûh; Rabbim! Milletim beni yalanladı. Benimle onların arasında sen hüküm ver. Beni ve beraberimdeki inananları kurtar" dedi" (eş-Şuara, 26/117-118); Nûh; "Rabbim! Beni yalanlamalarına karşılık bana yardım et" dedi" (el-Mü'minûn, 23/26); "Oda; "Ben yenildim, bana yardım et" diye Rabbine yalvarmıştı" (el-Kamer, 54/10).

Allah Teâlâ da ona, kavmini sularla helâk edeceğini, bunun için bir gemi yapmasını bildirdi. Ayrıca bundan dolayı kavmine acıyıp da, onlar için bağışlama dilememesi gerektiğini de bildirdi: Nûh'a; "Senin milletinden inanmış olanlardan başkası inanmayacaktır. Onların yapageldiklerine üzülme. Nezaretimiz altında, sana bildirdiğimiz gibi gemiyi yap. Haksızlık yapanlar için Bana başvurma. Çünkü onlar suda boğulacaklardır" diye Allah tarafından vahyolundu" (Hûd, 11 /36-37).

Nûh (a.s), Cebrail (a.s)'ın gözetimi altında gemiyi yapmaya başladı. Müşrikler yanına geldikleri her defasında onunla alay ediyorlardı: "Gemiyi yaparken kavminin inkârcı ileri gelenleri yanına uğradıkça onunla alay ederlerdi. O da; Bizimle alay ediyorsunuz ama, alay ettiğiniz gibi bizde sizinle alay edeceğiz. Rezil edecek olan azabın kime geleceğini ve kime sürekli azabın ineceğini göreceksiniz" dedi" (Hûd, 11/36-39).

Nûh (a.s), gemiyi inşa ederken, tahtaları birbirine mıhlar kullanarak çakmıştı: "Onu, tahtadan yapılmış, mıhla çakılmış bir gemiye bindirdik" (el-Kamer, 54/13).

Nûh (a.s) bu esnada, artık tamamen yüz çevirdiği kavminin durumunu Allah Teâlâ'ya arzediyor ve onları bütün imkânlarını kullanarak şirkten nasıl vaz geçirmeye çalıştığını anlatarak, buna karşı kavminin takındığı tutumu O'na şikayet edip, yeryüzünde onlardan kimseyi bırakmamasını istiyordu.

Nûh (a.s)'ın adını taşıyan ve onun kıssasının anlatıldığı sûrede bu durum şöyle anlatılır: "Nûh dedi ki: "Rabbim! Doğrusu ben, kavmimi gece gündüz çağırdım. Fakat benim çağırmam, sadece benden uzaklıklarını artırdı. Doğrusu hen senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler. Sonra, doğrusu ben onları açıkça çağırdım. Sonra onlara açıktan açığa, gizliden gizliye de söyledim. Dedim ki: "Rabbinizden bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır. "Nûh, "Rabbim! Doğrusu bunlar bana baş kaldırdılar ve malı, çocuğu Kendisine sadece zarar getiren kimseye uydular. Birbirinden büyük hilelere başvurdular" dedi. İnsanlara; "sakın tanrılarınızı bırakmayın; Ved, Suva', Yağûs, Yeûk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin" dediler. Böylece bir çoğunu saptırdılar. Rabbim! Sen bu zalimlerin sadece şaşkınlığını artır. Nuh dedi ki; "Rabbim! Yeryüzünde hiç bir inkarcı bırakma. Doğrusu sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve çok inkârcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler" (Nûh, 71/5-11, 21-24, 26-27).

Yeryüzünde ilk defa fesad çıkararak, zâlimlerden olan bir toplumu cezalandırmak için Allah Teâlâ'nın takdir etmiş olduğu vakit yaklaşmakta idi. Allah Teâlâ, Nûh (a.s)'a Tufanın gelişini haber veren alâmet olarak, tandır (tennûr)'dan suların kaynamasını göstermişti.

Tandırdan su kaynamaya başlayınca Allah Teâlâ, ona her cins canlıdan birer çifti ve kendisine inananları gemiye bindirmesini vahyetti: Emrimiz gelip, tandırdan sular kaynamağa başlayınca; her cinsten birer çifti ve aleyhine hüküm verilmemiş olanın dışında kalan çoluk çocuğunu ve inananları gemiye bindir" dedik. Pek az kimse onunla beraber inanmıştı" (Hûd, 11 /40).

Onunla beraber olanların sayısı hakkında yedi kişi ile seksen kişi arasında değişen rivayetler vardır (Taberî, a.g.e., I, 187-189).

Nûh (a.s) ile, ailesinden Ham, Sam, Yâfes adlarındaki üç oğlu da gemiye binmişti. Ancak dördüncü oğlu Kenan (Yam), ona iman etmediği için gemiye binmemişti. Sular her yeri kaplamaya ve gemi yüzmeye başlayınca Nûh (a.s) oğluna; "Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel; kâfirlerle birlik olma" diye seslendi. Oğlu; "Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır" deyince, Nûh; "Bugün Allah'ın buyruğundan, O'nun acıdıkları dışında kurtularak yoktur" dedi. Aralarına dalga girdi. Oğlu da boğulanlara karıştı" (Hûd, 11/42-43).

Nûh (a.s), muhtemelen, oğlunun küfredenlerden olduğunu bilmediği için, Allah Teâlâ'ya; "Rabbim! oğlum benim ailemdendi. Doğrusu senin va'din haktır. Sen hükmedenlerin en iyi hükmedenisin" diye seslenerek, oğlunun başına gelenlerin hikmetini öğrenmek istemişti. Allah Teâlâ, bir peygamber dahi olsa, kan bağının hiçbir şey ifade etmediğini, insanların birbirinden olmalarının yegane ölçüsünün akide olduğunu; "Ey Nûh! O senin ailenden değildir. Çünkü o, çok kötü bir iş işlemiştir. Öyleyse bilmediğin şeyi benden isteme" ayetiyle Nûh (a.s)'a bildirerek, ortaya koymuştur. .

Tufan, yeryüzünde, gemidekilerin dışında hiç kimsenin sağ kalmasının mümkün olmadığı bir şekilde bütün dünyayı sular altında bırakmıştı. Gök, kapılarını açarak sularını boşaltmış; Yer, her tarafından sular fışkırtmaya başlamıştı: "Biz de bunun üzerine gök kapılarını boşanan sularla açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. Her iki su, takdir edilen bir ölçüye göre birleşti" (el-Kamer, 54/11-12).

Allah'a isyanda direten ve O'nun elçisine olmadık eziyetleri reva gören ve asırlar boyu, gidişatında hiçbir değişiklik yapmayan zâlim bir topluluk, sonraki nesillere, inkârcı zalimlerin sonunun ne olduğunu anlamaları için, bu şekilde, tufan ile helak edilmişti.

Allah Teâlâ, inkârcı zalimler helâk olduktan sonra, Tufanı sona erdirmiş ve inananların bulunduğu gemiyi selametle Cûdi dağı üzerine durdurtmuştu; "Yere; "Suyunu çek!"göğe; "Ey gök sen de tut!" denildi. Su çekildi, iş de bitti. Gemi Cûdiye oturdu. "Haksızlık yapan millet Allah'ın rahmetinden uzak olsun" denildi" (Hûd, 11 /44).

İnkar edip yeryüzünde fesad çıkaran topluluk yok edilip sular çekildikten sonra, Allah Teâlâ peygamberine artık emniyet içerisinde gemiden inebileceğini bildirmişti: "Ey Nûh! Sana ve seninle beraber olan topluluklara bizden bir selamet ve bereketle gemiden in" (Hûd, 11/48).

Nûh (a.s) ile birlikte Tufandan kurtulanlardan, Nûh (a.s) ve oğulları dışında kalanlar, yok olup gitmişler ve sonraki nesiller Sam, Ham ve Yafes'ten türemişlerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Ancak onun soyunu sürekli kıldık” (es-Saffât, 37/77). Resulullah (s.a.s) bu ayeti okuduğu zaman, sürekli kılınanlardan kastın, Ham, Sam ve Yafes olduğunu söylemiştir (Taberî, a.g.e., I, 192).

Tarihçiler; Sam'ı, Arapların ve Fars'ların atası; Ham'ı, Zenciler ve Habeşlilerin atası ve Yafes'i de Türkler, uzak doğu milletleri, Berberîler, Çinliler ve Mâverâünnehir kavimlerinin atası olarak kabul etmektedirler (İbnul-Esîr, el-Kâmü fi't-Tarih, Beyrut 1979, I, 78).

Nûh (a.s)'ın tufana kadar dokuz yüz elli beş yıl yaşadığı kesindir: "Şüphesiz ki biz Nuhu kavmine Peygamber olarak gönderdik. Aralarında elli yıl hariç bin yıl kaldı" (el-Ankebut, 29/14). Ancak, Tufandan sonra ne kadar yaşadığı hakkında bir bilgi yoktur. İbn Abbas (r.a)'ın görüşüne göre, Nûh (a.s) bin yedi yüz seksen sene yaşamıştır ve öldüğünde de Mescid-i Haram'a yakın bir yere defnedilmiştir (Sabûnî, a.g.e., 154).

Allah Teâlâ onu, "çok şükreden kul (abden şekûra)" olarak isimlendirmiş ve kıyamete kadar gelen nesiller, anıp selam getirsinler diye onun ismini herkesçe bilinir kılmıştır: "Sonra gelenler içinde "Alemlerde, Nûh'a selam olsun diye ona iyi bir ün bıraktık. Doğrusu o, bizim inanmış kullarımızdandı" (es-Sâffât, 37/81-82).

Ve o, sonraki peygamberler için, takip edilmesi gereken bir önder kılınmıştır: "İbrahim de şüphesiz, onun yolunda olanlardandı" (es-Sâffât, 37/83).

Allah Teâlâ, Peygamberimize, kendisine yapılan itiraz ve işkencelere karşı, Nûh (a.s) ve onun yolunda olan diğer ulul-azm peygamberler gibi sabretmesini emretmektedir. Yani o, Resulullah (s.a.s)'e bir örnek olarak gösterilmektedir: "Resullerden azim ve sebat sahibi (ulul-emr) olanların sabrettiği gibi sen de sabret" (el-Ahkaf, 46/35).

Nûh (a.s), Peygamber (s.a.s)'e ve inanan tebliğcilere bir numune olarak gösterildiği gibi; onun inkârcı kavminin helakı da, müslümanlara zulmetmeyi gelenek haline getiren sapık topluluklara bir örnek olarak sunulmuştadır.
__________________
aydemir.
PİLOT isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
PİLOT Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Ali Rıza Borazan (15. June 2009)
Alt 11. October 2008, 01:02 PM   #2
R-0-0-T-3-R
Katılımcı Üye
 
R-0-0-T-3-R - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Oct 2008
Mesajlar: 60
Tesekkür: 0
1 Mesaja Tesekkür Edildi
Tecrübe Puanı: 16
R-0-0-T-3-R is on a distinguished road
Standart

Allah Razı Olsun
R-0-0-T-3-R isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
R-0-0-T-3-R Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Ali Rıza Borazan (15. June 2009)
Alt 15. June 2009, 04:56 PM   #3
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart

Ağustos 2008 Cuma
NUH TUFANI
Kur’an’ı kerimdeki sanatsal bir üslûpla anlatılan Kıssaların,kastettikleri manaları yakalayabilmek için Kur’an’ın ana çatısını oluşturan ayetleri bilmek gerekiyor. İşte bu ayetleri bilip öğrenmeye başladığımız zaman, Kur’an’ın anlattıkları anlaşılmaya başlar. Bu Ayetlerden örnekler vererek kıssaları anlamaya çalışalım. 35/45” Eğer Allah insanları kazandıkları dolayısı ile (azap ile) yakalayıverecek olsaydı,(yerin) sırtı üzerinde hiç bir canlı bırakmazdı. Ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, şüphesiz Allah kendi kullarını görendir.”
18/58: Senin Rabbin rahmet sahibi (ve) bağışlayıcıdır. Eğer, kazandıklarından dolayı onları (azapla) yakalasaydı, şüphesiz onlara azabı (bir an önce) çabuklaştırırdı. Hayır, onlar için bir buluşma zamanı vardır, onun dışında asla başka bir sığınak bulamayacaklardır.
14/42: (Ey Muhammed,) Allah'ı sakın zulmedenlerin yapmakta olduklarından habersiz sanma, onları yalnızca gözlerin dehşetle belireceği bir güne ertelemektedir.
32/21:” Andolsun, Biz onlara belki (inkarcılıktan) dönerler diye o büyük (uhrevi) azaptan önce, yakın (dünyevi) azaptan da tattıracağız.”
17/16: “Biz, bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun 'varlık ve güç sahibi önde gelenlerine' emrederiz, böylelikle onlar onda bozgunculuk çıkarırlar. Artık onun üzerine söz hak olur da, onu kökünden darmadağın ederiz
Helâk ile ilgili birkaç tane ayeti nakletmeye çalıştık. Bu ayetleri dikkatlice incelediğimiz zaman, Allah’ın,dünya hayatında insanların yapmış olduğu yanlış davranışlar ve zulüm nedeniyle Özel bir müdahalesi yok. Ceza ve mükâfat bu düya hayatında değil. Ahiret alemindedir. Yalnız Allah evreni yaratmış Bir yasa koymuş bu yasalara uymadığın taktirde bedelini ödersin”
Bir taraftan Kur’an dünya hayatında yapmış olduğu zûlüm nedeni ile
cezalandırmıyacağını söylerken. Bir taraftan da ad kavmini lut kavimini semut kavmini işlemiş olduğu suçlardan dolayı helâk ettiğini söylemesi ilk bakışta çelişkili bir ifade gbi anlaşılıyor.
Fakat Kur’an daki onunla ilgili ayetleri incelediğimiz zaman Helâk kelimesini dünya hayatında yok olma değil vahye karşı duyarlılığını kaybederek, Eceline kadar dünya hayatında kör ve sağır olarak yaşamasıdır.
Zaten Allah helâlleri insanların yararına haramları da insanların zararına olduğu için koyuyor. Daha öncede bahsettiğimiz gibi kuran ın helal dediğine o konudaki ilimler haram veya insanların zararına diyen çıkamaz.
Mesela Allah sarhoşluk verici içkileri yasaklıyor..
5/90”Ey iman edenler ,içki kumar dikili taşlar,ve Fal okları Ancak şeytanın işlerinden olan pisliktir. Öyleyse bunlardan kaçının .Umulur ki kurtuluşa erersiniz.”
Sarhoş etmek insan aklının kullanılamaz duruma gelmesi demektir. Bu hem insanın manevi yoldan uzaklaşmasına Hem de insanı dünya hayatında başına birçok belaların gelmesine neden olur. Ve olmaktadır. Trafik kazalarının büyük bir kısmı içki içmekten kaynaklandığı bilinmektedir. Vücutta bir çok tahribatlar yaparak insan sağlığını bozduğu gibi Buna bağlı olarak da bir çok aile yuvasının yıkılmasına neden olmaktadır.
İşte içki dünyada yasalara uymama sonucunda meydana getirdiği azaplar, Birde ahiret aleminde getirdiği azaplar vardır. O da Allah’ın koyduğu haram ve helâl ilkelerine uymama sonucunda Allah’a isyan ve başkaldırıyı Körüklemesinden dolayı, da ebedi bir cehennem azabına, çarptırılıyor. Birde insanlardaki davranış ve yaşam biçimi farklılığından dolayı , da birbirlerinden azap görüyorlar.
22/40” Onlar yalnızca rabbimiz Allah’tır demelerinden dolayı , haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın insanların kimilerini kimileriyle def etmesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar, ve içinde Allah’ın isminin çokça zikredildiği mescidler muhakkak yıkılır giderdi .Allah kendine yardım edenlere muhakkak yardım eder. Şüphesiz Allah güçlü olandır aziz olandır.”
Daha önce de bahsettiğimiz gibi insanın yaratılırken öz yapısına yerleştirilmiş olan İki ayrı yola gidiş isteği ayrı ayrı isteklerin kişilerdeki kimlik ve şahsiyet net olarak belirginleşinceye kadar. Bu kavga devam eder.
İnsanın bir uzantısı olan aileler, toplumlar milletler, Savaş vermektedirler. İşte ayrı ayrı kimlik ve şahsiyete bürünmüş insanlar sulh yoluyla halledemedikleri meseleleri birbirlerine güç ve zor kullanarak yaptırıyorlar. Güçlü olan mazlumu eziyorsa bunun adı zulüm güçler denk olup çatışıyorlarsa adı savaştır.
9/39: “Eğer savaşa kuşanıp-çıkmazsanız, O sizi pek acı bir azapla azaplandıracak ve yerinize bir başka topluluğu getirip değiştirecektir. Siz O'na hiçbir şeyle zarar veremezsiniz. Allah, her şeye güç yetirendir.”
İşte bu savaş olayı insanoğlunun var oluşuyla başlamış ve yok oluşuna kadar da devam edecektir. Bu savaşlarda Allah’ın özel bir müdahalesi olmadan takva yolunda yürüyenler eğer evrenin yasasına uygun olarak hareket ederlerse kendilerini güçlü ve dinamik tuttukları zaman küfrün üzerine hakimiyeti kurmuşlar aksi halde fısk yolunda yürüyenler eşya ile gerekli diyalogu kurduklarında ise onlar hakimiyetini iktidarını kurmuş demektir. Bu iktidar değişikliği var oluşla başlamış yok oluşa kadar devam edecektir.
3/140: “Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte o günleri Biz onları insanlar arasında devrettirip dururuz. Bu, Allah'ın iman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şahitler (veya şehidler) edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez;”
Dünyada insanların ve evrenin yasalarını çiğnediğimiz zaman başımıza gelecekleri şöyle özetleyecek olursak ateş insanı yakıyorsa ateşi yasalara uygun olarak kullanacağız. Yılan insanı sokuyorsa yılanla diyalogu yasaya uygun şekilde kuracağız. Deniz yüzme bilmeyeni boğuyorsa onun kuralına uygun olarak denize gireceğiz. Trafik kuralları varsa, yollarda bu kurallara uyacağız.
Yoksa bu evrenin yasalarına uymadığımız zaman o yasalarını acımasızca uygular, ateş insanı yakıyorsa firavun olsa da yakar peygamber olsa da yakar deniz yüzme bilmeyenleri iyi veya kötü adam olmasına bakmaz boğar. Kurallara göre arabayı kullanmadığımız zaman kafir olsun, Müslüman olsun cezasını verir. Hep bunlar dünyada ki evrenin yasasına uymamanın sonuçlarıdır. Bir de Allah’ın Kur’an da bahsettiği kavimlerin yanlış yolda gitmelerinin sonucundaki helak olayları vardır.
Bize gelen klasik bilgilerde Nuh tufanı ile yeryüzü sular altında kalıp gemiye binen iman edenler ve çiftlerden hayvanlar dışında her şeyin helak olmasıdır. Kur’an daki anlatımı buraya naklederek olayı Kur’an la değerlendirip akıl süzgecinden geçirdikten sonra olayı Kur’an’a,ilme, akla ve pratiğe ters düşmeden açıklamaya çalışalım.
11/36- Nuh'a vahyedildi: "Gerçekten iman edenlerin dışında, kesin olarak kimse inanmayacak. Şu halde onların işlemekte olduklarından dolayı üzülme."
11/37- "Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal et. Zulmedenler konusunda Bana hitapta bulunma. Çünkü onlar suda- boğulacaklardır."
11/38- Gemiyi yapıyordu. Kavminin ileri gelenleri kendisine her uğradığında onunla alay ediyordu. O: "Eğer bizimle alay ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay edeceğiz" dedi.
11/39- "Artık, ilerde bileceksiniz. Aşağılatıcı azap kime gelecek ve sürekli azap kimin üstüne çökecek."
11/40- Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır feveran ettiği zaman, dedik ki: "Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona yükle." Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.
11/41- Dedi ki: "Ona binin. Onun yüzmesi de, demir atması (durması) da Allah'ın adıyladır. Şüphesiz, benim Rabbim bağışlayandır, esirgeyendir."
11/42- (Gemi) Onlarla dağlar gibi dalga(lar) içinde yüzüyorken Nuh, bir kenara çekilmiş olan oğluna seslendi: "Ey oğlum, bizimle birlikte bin ve kafirlerle birlikte olma."
11/43- (Oğlu) Dedi ki: "Ben bir dağa sığınacağım, o beni sudan korur." Dedi ki: "Bugün Allah'ın emrinden, esirgeyen olan (Allah)dan başka bir koruyucu yoktur." Ve ikisinin arasına dalga girdi, böylece o da boğulanlardan oldu.
11/44- Denildi ki: "Ey yer, suyunu yut ve ey gök, sen de tut." Su çekildi, iş bitiriliverdi, (gemi de) Cudi (dağı) üstünde durdu ve zalimler topluluğuna da: "Uzak olsunlar" denildi.
11/45- Nuh, Rabbine seslendi. Dedi ki: "Rabbim, şüphesiz benim oğlum ailemdendir ve Senin va'din de doğrusu haktır. Sen hakimlerin hakimisin."
11/46- Dedi ki: "Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi Benden isteme. Gerçekten Ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum."
11/47- Dedi ki: "Rabbim, bilgim olmayan şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Ve eğer beni bağışlamaz ve beni esirgemezsen, hüsrana uğrayanlardan olurum."
11/48- "Ey Nuh" denildi. "Sana ve seninle birlikte olan ümmetler üzerine Bizden selam ve bereketlerle (gemiden) in. (Sizden türeyecek diğer kafir) Ümmetleri de yararlandıracağız, sonra onlara Bizden acı bir azap dokunacaktır."
Nuh kavimi ile ilgili edebi bir sanatla anlatılan kıssayı naklettik Kur’an da geçen helak olayı daha önce bahsettiğimiz gibi ebedi bir hayat için yaratılmış olan insanın geçmişi anı ve geleceği aynı anda kullanma sanatı yapmıştır. Zaman Allah’a göre değil zaman bize göredir. Zaman mefhumu Allah’a yoksa dünyadayken gidilen yanlış yolun cezasını ahiret hayatında veriyor. Allah a göre zaman ortadan kalkınca İnsanların günahı işlemesi ile ceza çekmesi arasında da bir zaman farkı olmayınca , Bize göre ahiret hayatındaki çekecek olduğu cezayı sanki şimdi çekiyormuş gibi bir izlenim vermektedir..
Kur’an burada Hz. Nuh peygamberin Allah tan aldığı vahiyleri toplumuna anlattığı zaman, Toplum iki kısma ayrılıyor,,Biri Nuh peygamberi dinleyip ona tabi olanlar, Bunlar çok azı teşkil ediyor. Diğerleri ise muhalefet edip baş kaldıranlardır. Zaten bu ayrılık insan oğlunun varoluşuyla başlamıştır.
Kur’an iman edenlerin kurtuluş biçimini izah ederken bir gemi ile sembolize etmiştir.
Hazreti Nuh’a iman edenleri vahyin gözetiminde Allah’a ibadet ve kulluk çizgisinden Sapmadan sağ salim ölünceye kadar doğru bir yolda yürütmesidir.
Kur’an peygamberlerle toplum arasında geçen olayları, Bizlere örnek olsun diye anlatmaktadır. Zaten Kur’an binlerce peygamber gelip geçtiği halde sadece yirmi beş peygamberin kıssasını anlatmıştır.
40/78” Andolsun biz senden önce elçiler gönderdik, Onlardan kimini sana aktarıp anlattık. Ve kimini aktarıp anlatmadık. Herhangi bir elçiye Allah’ın izni olmaksızın bir ayeti getirmek olacak şey değildir. Allah’ın emri geldiği zaman hak ile hüküm verilir. Ve işte burada (hakkı) iptal etmekte olanlar hüsrana uğramıştır.”
Kıssaları anlatılan peygamberler Toplumların duyarlı olanlarıyla iletişimini kurup, İman edenlerle güç oluşturarak ses getirebilen peygamberlerdir
Öyle peygamberler gelip geçmiş ki Ben Allah’tan gönderilmiş bir peygamberim dediği zaman hemen öldürmüşlerdir. Kur’an böyle peygamberlerden söz etmemiştir.
Toplumlardaki din anlayışlarını Kur’an la mukayese ettiğimiz zaman örtüşmüyor. Eğer Kur’an da Anlatılan Nuh tufanı ile ilgili kıssalar edebi sanat niteliğinde anlatılmayıp da gerçek anlamında anlatılmış olsaydı, Şu sorularla karşılaşılırdı. Ve Kur’an la , çelişkili ilimle çelişkili, akla ters ve pratik hayatla uyuşmaz
Allah insanları dünyaya denemek için gönderdiği halde, dünyada ,deneme anında Allah’ın özel bir ceza vermesi şeklinde anlamak doğru değildir.
Diğer bir yanlış anlayış da , Bütün dünyadaki hayvan cinslerinden birer çift gemiye alınması anlayışı da doğru değildir
Şimdi bununla ilgili ayetleri aktarmaya çalışalım.
35/45” Eğer Allah kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ) ile yakalayıverecek olsaydı, (yerin) Sırtı Üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı.Ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sona ecelleri geldiği zaman Allah kedi kullarını görendir.
18/58: “Senin Rabbin rahmet sahibi (ve) bağışlayıcıdır. Eğer, kazandıklarından dolayı onları (azapla) yakalasaydı, şüphesiz onlara azabı (bir an önce) çabuklaştırırdı. Hayır, onlar için bir buluşma zamanı vardır, onun dışında asla başka bir sığınak bulamayacaklardır.”
67/2: “O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.”
30/30: “Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.”
76/2: “Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.”
76/3: “Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.”
Nuh tufanı ile ilgili Kur’an dan aktardığımız bu ayetler incelenip tahlil edildiği zaman gerçek anlamında değil mecazi anlamında anlatılmıştır.. Ahret hayatında verilecek olan bir cezayı edebi bir sanatla sembolize ederek izah etmiştir. Yoksa insanlar hem dünyaya denenmek için gönderilsin hem de denenirken denenmeden müdahale edilsin. Bu yanlış bir anlayıştır. Hem Allah ayette cezayı ahret alemini ertelediğini söylerken hem de Nuh kavimi Nuh peygambere karşı isyan ve saldırıdan dolayı Nuh tufanı yaparak bütün inanmayanı helak etsin. Bu Kur’an’ın anlatış esprisine terstir.
Yine Allah’ın insanların yanlış davranışlarından dolayı müdahale olmadığına dair bir ayet aktaralım;
2/214: “Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki mü'minlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır.”
Eğer Allah peygamberler, elçiler sıkıştıkları zaman onlara hemen yardımını ulaştırsaydı acıkma, susama ve sıkışma olayı olur muydu? Allah kainatı ve insanları yaratmış ve bir yasa koymuştur. Onlar öyle dese de bu yasa işliyor demese de bu yasa işliyor. “Galileo’nin idam sehpasına giderken siz dünya dönüyor deseniz de dönüyor, dönmüyor deseniz de dönüyor” dediği gibi yasa işliyor.
Öyleyse Kur’an’ın bakış perspektifini yakalamaya çalışalım. Allah kainatı mükemmel bir şekilde insanoğlunun önüne koyuyor. Her şey insanoğlunun emrine secde ediyor. Halife olan insandan kendisine ibadet ve kulluk yapmasın istiyor. Aklını veriyor, takvasını veriyor, fıskını veriyor, insanı kendi özgür iradesiyle takva yolunda ve fısk yolunda gitmekte sonucuna katlanmak koşuluyla seçme hakkını da kendisine veriyor. Mizanı, ölçüyü, teraziyi de önüne koyup peygamberler kitaplar göndererek istediği yolda yürüme hakkını dünya da kendisine vererek deniyor. Takva yolunda yürüyüp de ölenleri cennetle müjdeliyor. Fısk yolunda yürüyüp de ölenleri cehennemle korkutuyor.
Böyle bir izahtan sonra bir tane kardeşimiz şöyle bir soru sordu.
Madem ki Allah insanların doğruya ve yanlışa gidişine müdahale etmiyor da, neden peygamberler ve kitaplar gönderiyor.? Diye sordu.
Soru çok güzel ve çarpıcı idi . Bende dedim ki : Nasıl Bir senarist tiyatro yazarak , aktör ve aktrisleri sahnede oynarken seyircilerin duyamayacağı fakat aktör ve aktrislerin duyabileceği kadar fısıldayıp, Oyunlarında serbest bırakıp,Yanıldıkları yerde düzelten suflöre benzetmiştim. Teşbihte hata olmaz derler, Allah bir suflör gibi kedisine bağlı olanları, rollerinde oynarlarken,yanıldıkları zaman peygamberler aracılığı ile düzeltiyor, Ama onları o rolde oynamaya mecbur tutmuyor. İsterlerse, O rolde oynamam diyebilirler . Neden oynamıyorsun deyip dünyada iken onları cezalandırmıyor. Öylede olmamış mı dır.? Çok Kişiler,İman ettiği ve kalbi imanla tatmin bulduğu halde Sonradan vazgeçerek Kendisini mucura kaptırmışlardır.
4/137” Gerçek şu İman edip inkâra sapanlar,sonra yine iman edip sonra inkara sapanlar.sonrada inkarı artanlar. Allah onları bağışlayacak değildir.. Onları doğru yola da iletecek değildir.”
Eğer Allah’ın özel bir müdahalesi olmuş olsaydı, Kalbi imanla tatmin bulmuş bir insan küfre giderken engellemez miydi? İnanan ve Salih amel işleyen de kendi istek ve arzusu ile inanıp Salih amel işler. İnkâr eden ve küfür yolunda yürüyenlerde Kendi arzusu ile inkâr eder ve küfür yolunda yürür.
Bu Güne kadar Kur’an’ın dışındaki anlatılanlar gibi peygamberler önceden peygamber seçilerek peygamber olmazlar. Allah insanların yöneliş ve duyarlılık Durumuna göre,yollarını açarak, Onların yol seçmelerini tamamen kedi iradelerine bırakır.
İnsan hangi işe hangi davranışa yönelecekse, onun,o yöne yönelmesi ve Adımını atması gerekmektedir
13/11” Onun (insanın) önünden ve arkasından , izleyenleri vardır. Onu Allah’ın emriyle gözetip korumaktadırlar. Gerçekten Allah kedi nefislerinde olanlı değiştirip bozuncaya kadar, Bir toplulukta olanı değiştirip bozmaz. Allah bir topluluğa Kötülük istedi mi , artık onu geri çevirmeye, hiçbir (biçimde imkân) yoktur.”
İşte Nuh Tufanının gerçek anlamında değil de mecazi anlamda olduğunu anlamış olsaydılar Bu gün Bütün dünya cudi dağında Nuh’un gemisini aramaktan kurtulurlardı.
Kur’an da sembolize edilen sanatsal bir üslupla anlatılan sadece Nuh Tufanı değildir Daha kur'an’da bir çok örnekler vardır.
Gönderen Ali Rıza Borazan
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
ham, helak, nuh, sam, yafes


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 01:02 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam