hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > İman ve mü’minler > Sağ ve Sol

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 21. June 2012, 11:02 AM   #21
ates demir
Guest
 
Mesajlar: n/a
Standart

İki islemci birinin tadi aci digeriniki tatli.
  Alıntı ile Cevapla
Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (21. June 2012)
Alt 21. June 2012, 11:02 AM   #22
ates demir
Guest
 
Mesajlar: n/a
Standart

Ve nehirler akar arzda, kirmizidir nehrin suyu. Demirden dolayi
  Alıntı ile Cevapla
Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
Miralay (21. June 2012)
Alt 13. January 2013, 05:39 PM   #23
merdem
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 1.606
Tesekkür: 667
710 Mesajina 1.305 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
merdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud of
Standart Prof. Dr. Osman Eskicioğlu'dan SAĞCILAR ve SOLCULAR

Proflarimiz sag olsun! Yazarken aklima geldi, hayatta olana da sag ( saglam, saglik olsun sag' dan mi geliyor? ) diyoruz, inekten süt almaya sagmak diyoruz ( sag su inegi der gibi ), yön tayin etmede sag diyoruz, sag ol diyoruz...bol yagisa sagnak...cümle üretimine takildim birden...sagir demicem iste :-)

Buyrun:


SAĞCILAR ve SOLCULAR ya da İYİLER ve KÖTÜLER

Prof. Dr. Osman Eskicioğlu



Tabiat aleminin mevsimden mevsime yenilenip değiştiği gibi, dil de medeniyetten medeniyete, hatta kültürden kültüre değişip yenilenir. Böylece ortaya yeni, yeni isim, terim, tarif ve tasnifler çıkar. Çünkü dil, tabiatın, varlıkların, hayatın, hareket ve davranışların adeta bir aynasıdır, ekranlara onları aksettirir.

Tabiatta sanki bir gelenler ve gidenler mücadelesi vardır. Nitekim mevsim giriş ve çıkışlarında yazın başlangıcı ve sonu, kışın başlangıcı ve sonunda bu didişme sahneleri açık bir şekilde görülür. Hatta mevsim giriş ve çıkışları, insanların da çokça hayatlarını kaybettikleri zamanlardır, diyebiliriz. Hayat sahnesinde de karşıt takımların birlikte sahneledikleri oyunlar seyredilir. Bir tarafta sağcılar ve iyiler yerlerini alırken, diğer tarafta da solcular ve kötüler mevzi alıp konuşlanırlar. Onun için tabiat ve hayatta canlı ve cansızlar var; gece ile gündüz, aydınlık ile karanlık var. Olumlu ile olumsuz, müspet ile menfi var. İman ile küfür var. Yani eşyanın tabiatında yapıcılar ve yıkıcılar var; düzene yani bu doğal-ilahi düzene sadık olanlar ve hem onun için ve hem de onun içinde çalışanlar var ve bir de ona karşıt olanlar, düzenin dışına çıkıp onu yıkmaya çalışanlar var. Bir tarafta Rahman’ın evliyaları, dostları ve sahipleri var; karşı tarafta da şeytanın velileri, dostları ve sahipleri var. Eğer tabir caiz ise dünya ve böylece tabii ki dünyadaki olaylar, iki merkezli ve iki kutuplu yörüngeye sahip olan bir elips zemininde cereyan edip gitmektedirler. Bunları ifade ettikten sonra şimdi dildeki isimlendirmelerin, ilim dallarının, siyaset ve ekonominin… istiklallerini ilan etmelerinden sonra müstakil hale gelen alanların nasıl yeni, yeni isimler ve terimler ürettiklerini araştırmaya çalışalım.

Din, insanoğlunun irade ile yapmış olduğu bütün hareket ve davranışlarını kapsayan sosyal bir kurumdur. İslam anlayışına göre bu yerküresinde ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem’in bir din getirmiş olduğu malumdur. Böylece ilk toplumlarda insanlar adeta peygamberler tarafından, onların bulunmadığı zamanlarda ise onların eğitip yetiştirdiği havariler ve tilmizler tarafından yönetilmiş oluyordu. Yani ruh ve beden yönüyle insanı meydana getiren unsurlar olan fikir, his, irade ve ünsiyet gibi melekelerin toplumda bilim, din, ekonomi ve siyaset gibi kurumlara dönüşebilmesi, epeyce bir zaman almıştır. Onun için önceleri insanların dini temsil eden bir peygambere veya onun yetiştirdiği tilmizine kayıtsız şartsız itaati zorunlu idi. Hatta böyle dini temsil eden bir din adamına itiraz etmek, onların söz ve görüşlerine yorum getirmek olamazdı. Onlar hep doğru söylerler ve doğruyu yaparlar, halk da onlara uyup itaat ederlerdi. İşte buna “dogma” adı verilir. İnsanları bu şekilde sevk ve idare etme işi ancak Hz. Peygamber dönemine kadar devam etmiştir. Artık Hz. Muhammed’den sonra bir daha peygamber gelmeyeceği için insanların kendi kendilerine yönetebilmeleri söz konusudur. Nitekim Hz. Peygamber Muaz b. Cebel’i Yemen’e yönetici olarak gönderirken nasıl yapacaksın buyurduklarında Muaz’ın Kuran ve Sünnete göre dediğinde onlarda bulamazsan sorusuna karşılık kendi reyime göre karar veririm ifadesine karşılık Hz. Peygamber’in bu durumdan çok memnun olup Allah’a hamd ettiği tarihi bir gerçektir. Yine Hz. Peygamber’in askerlerini Bedir’de konuşlandırdığı zaman sahabeden Habbab İbn Münzir’in gelip ya Rasülellah bunu vahiy ile mi yaptınız yoksa kendi fikriniz mi diye sormuştu. Hz. Peygamber de hayır bu kendi görüşüm dediklerinde Habbab hayır ya Rasülellah! Böyle değil, şöyle yapalım dediği zaman Hz. Peygamber de onun bu teklifini kabul etmişti. Buradan anlaşılıyor ki Hz. Peygamberle birlikte insanın kendi düşüncesi ve kendi kararı önemli hale gelmiştir. Başta Ahmet Hamdi Akseki, Afzalurrahman ve Hüseyin Atay olmak üzere birçok araştırmacı İslam’da “dogma” bulunmadığını eserlerinde yazmışlardır. Dini temsil eden birinin olmadığına göre doğmanın da yok olacağı tabiidir. Çünkü Hz. Peygamber kendi yerine vekâlet etmek üzere hiçbir kimseyi bırakmamıştır.

İşte böylece artık bundan sonra kimse kimseye bağlı değildir, herkes kendisi düşünüp araştırıp kendisi karar verecek ve bunu uygulayacaktır. Yani din adamlığı kurumu (dini temsil etme işi) Hz. Muhammed’le birlikte yürürlükten kaldırılmıştır. Veya meseleye bir başka açıdan da bakarak şöyle demek daha güzel olup fayda sağlayacaktır. Artık herkes din adamıdır; herkes kendi dinini kendisi seçtiği gibi, yine kendisi arayıp araştıracak, bilmiyorsa bilenlere soracak ve yine kendisi kendi karar ve ictihadına uyacaktır. Kendi içi, iç dünyası ve ictihadı başka iken, büyüğümüz, önderimiz liderimiz ve kanaat önderimiz diye kendi görüşünden farklı olan bir görüşe uyarsa yaptığı bu amel yerine getirilmiş olmaz; iade edilmesi ve bunun yeniden yapılması gerekir. Mesela istikbali kıble meselesinde kendi görüşü kıblenin güneyde olduğunu söyleyen bir kimse, bu görüşünü terk ederek ağabeyinin veya hocasının ya da şeyhinin görüşü olan kuzeye doğru namaz kılarsa onun bu namazı kabul olmaz; artık o bunu yeniden kılması gerekir.

Gelip geçen bu zaman içinde de felsefe de dinden ayrılmıştır. Daha sonraları da fizik, kimya, biyoloji, sosyoloji, ekonomi ve politika da felsefeden ayrılmışlardır. Artık her ilim kendi kendini yönetmeye ve bir takım yeni, yeni kelime, isim, deyim ve terimler üretmeye başlamıştır.

İşte bugün zaman, zaman kullandığımız “sağcı” ve “solcu” kelimeleri de böyle siyasi ve sosyal hayatta üretilmiş olan yeni terimlerdir, diyebiliriz. Yani “sağcı”, bu bir yeni kelime olup siyaset ve fikir hayatında muhafazakârlıktan yana olan, gelenek ve göreneğe, mevcut düzenin değerlerine bağlı kalan kimse, birey ve toplum (hakiki ve hükmi şahsiyet) demektir. Mesela “sağcı yazar” ve “sağcı parti” ifadelerinde olduğu gibi. “Solcu” kelimesi de yeni bir kelime olup düşünce, siyaset ve ekonomide sol görüşü benimseyip gelenekçiliği ve muhafazakârlığı reddeden, sosyalizm taraftarı olan (kimse ve parti…) demek olur. (Misalli Büyük Türkçe sözlük)


İşte bugün sağcılık ve solculuk, sağcılar ve solcular dediğimizde daha çok siyasi eğilimleri dile getiren bu iki kelimenin renklerinin tonlarında her ne kadar zaman, zaman değişmeler meydana gelmişse de asıl bunların içeriğini dolduran şey, 1789 Büyük Fransız İhtilalinden sonra toplanan 1. Cumhuriyet Meclisi yani Milli Meclis olmuştur. Bu mecliste başkanlık kürsüsüne göre sağ taraftaki sıralara ihtilale karşı oldukları bilinen aristokratlar ve kilise temsilcileri, sol taraftaki sıralara da ihtilali yapan liberal burjuva temsilcileri oturmuşlardı. İşte bu oturuş durumuna bakarak kralcı aristokrat ve kilise temsilcilerine (yani eski düzen taraftarlarına) sağcı, ihtilalci burjuva temsilcilerine (yani yeni düzen taraftarlarına) da solcu denilmiştir. Böylece siyasi literatür de yepyeni bir kelime ve yeni bir terim kazanmış bulunmaktadır. Ancak bu tabirlerin zamanımıza kadar devam ede gelen kaypaklığı, onların menşeinde mevcuddur. Nitekim kralcıların meclisteki sayıları azalıp burjuvalarla sosyalistlerin siyaset mücadelesi başlayınca, bu defa burjuvalara sağcı, sosyalist ve komünistlere solcu denilmiştir.

Batı demokrasilerinde sağcılık genel olarak liberal kapitalist siyasi programlara bağlılığı, yani iktisadi hayatta özel mülkiyet ve özel teşebbüse, siyasi bakımdan klasik hürriyetlere taraftarlığı ifade eder. Solculuk da muhtelif derece ve şiddetlerde özel mülkiyete, özel teşebbüse karşı çıkan, iktisadi hayatta devletçi ve kolektivist görüşleri savunan siyasetlere taraftarlık etmektir, diyebiliriz.

Felsefi bakımdan sağcılık, materyalizme (maddeciliğe ve inkârcılığa) karşı olmak, madde ile beraber ruhun varlığına, Allah’a ve dine inanmaktır. Solculuk ise madde dışında ve ötesinde bir değer tanımamak, dini ve Allah’ı inkâr etmektir. Bu açıdan solculara göre sağcılık gericilik sayılır.

Sosyal değişme ve gelişme açısından, tekâmülcü (evrimci), toplumu ıslahat ve reformlar yaparak, büyük sarsıntılara uğratmadan kendi şartları ve kurulu düzenin mantığı içinde değiştirmeye ve iyileştirmeye çalışan görüşler sağcı sayılır.

Dine dayalı veya dindar siyasi görüşler (Hıristiyan Demokrat v.b.) ve devleti din esaslarına göre kurmak isteyen (şeriatçı) siyasi programlar da sağcılığın kapsamı içinde yer alır, denilmiştir.

Kuran-ı Kerim’de de “sağcı” ve “solcu” tabirleri vardır. Yalnız Kuran’da sağcılar ve solcular diye çoğul olarak geçmektedir. Orijinal şekliyle “ashab-ül yemin” (sağcılar, sağ sahipleri ve sağda olanlar) (Vakıa 56/ 27), “ashab-üş şimal” (solcular, sol sahipleri ve solda olanlar) (Vakıa 56/ 41); bundan başka “ashab-ül meymene” (sağcılar, sağ sahipleri ve sağda olanlar) (Beled 90/ 18) ve “ashab-ül meşeme” (uğursuzlar) (Beled 90/ 19) kelimeleri geçmektedir. Şimdi bu kelimelerin üzerinde biraz durarak Kuran anlayışındaki sağcıları ve solcuları tanımaya çalışalım.

“ashab-ül yemin” derken “ashab” kelimesi “sahib”in çoğuludur. “Sahib” ise ister insan veya hayvan, ister yer ve zaman olsun, bir şeyden ayrılmayandır. Bu birliktelik ister bedenle olsun –ki bu asıl ve en çok olanıdır- isterse yardım ve destekle olsun fark etmez, aynıdır. (Rağıb, Müfredat). Bu kelimeye bazı sözlükler dostluk, arkadaşlık ve sahip anlamları vermişlerdir. “el-yemin”e gelince bu aslında sağ el demektir. Sağ el, sol elden daha kuvvetlidir, onun için sağa bu ad verilmiştir. El-yümnü, uğur ve bereket manasına olan kelime de buradan gelir. Çünkü araplar hayır ve bereketi yemine (sağa) nisbet ederler. İslam’dan önceki dönemlerde araplar önemli işlerinde neticenin iyi mi kötü mü, hayırlı ve uğurlu mu, yoksa hayırsız ve uğursuz mu olacağını anlamak için kuş uçururlardı. Kuşların uçuş yönlerine ve uçuş biçimlerine bakarak gelecekten haber verirler ve kehanette bulunurlardı. Gelecek hakkında böylece yorum yaparlar ve bilgi üretmeye çalışırlardı. Eğer bu kuş sağ tarafa uçarsa işlerin iyi gideceğine hayır ve uğurlu olacağına hükmederler, eğer sol tarafa uçarsa o zaman da bunu bir kötülük ve uğursuzluk sayarlardı.

Rağıb, Yüce Allah’ın “ashab-ül yemin ma ashab-ül yemin” (sağın adamları, nedir o sağın adamları!)(Vakıa 56/ 27) ayeti, saadet ve bereketlere mazhar olan kişileri anlatır. Bu da, insanların hayır ve bereketi sağ ile, kötülük ve uğursuzluğu sol ile ifade etmeleri esasına göre söylenmiştir. “yemin” kavramı, aynı zamanda bereket ve saadet için de kullanılır. Yüce Allah’ın “ve emma in kane min ashab-il yemin” (Eğer o, sağın adamlarından ise,) (Vakıa 56/ 90) “fe selamün leke min ashab-il yemin” (Ey sağcı) sana sağcılardan selam!)(Vakıa 56/ 91) sözü de bu anlamdadır, demiştir. (Bak. Müfredat, yemin maddesi).

Yemin etmede kullanılan “yemin” (sağ el) sözcüğü, elin istiare yoluyla kullanılmasıdır. Bu, sözleşen, yemin eden ve bu gibi kişilerin sağ ellerini kullanmalarındandır. Araplar ahitleşme ve sözleşme hususunda sağ elini arkadaşının sağ eline vurması ve dokundurup sürmesi alakasıyla yemin etmeye yemin adı verildi. Yani böylece sağ el aynı zamanda yemin etmek ve yemin demektir. Yeminin çoğulu “eyman” gelir. Nitekim şu ayetlerde bu kelime yemin anlamında kullanılmıştır. “Yoksa ne hükmederseniz mutlaka sizindir diye sizin lehinize olarak tarafımızdan verilmiş, kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler (yeminler) mi var?” (Kalem 68/ 39). “Ötekiler (münafıklar), sen hakikaten kendilerine emrettiğin takdirde mutlaka (savaşa) çıkacaklarına dair en ağır yeminleri ile Allah’a yemin ettiler.” (Nur 24/ 53).

Bazı İslam âlimleri “ashab-ül yemin”i “Böylece kitabı sağ eline verilen kimse, kolay bir şekilde hesap verecek” (İnşikak 84/ 7–8) ayetine dayanarak, amel defteri denilen kitapların kıyamet gününde sağ tarafından verilecek olan kimseler olarak anlamışlardır. Elmalılı bunu naklettikten sonra ashab-ı yemin hakkındaki kendi görüşünü şöyle açıklamaktadır: Ashab-ı yemin, yeminine sadık, sözünü tutan, işine sahip mutlu kişi manasını ifade edebilir ki, mukabili yemini bozan demektir. Ayrıca bu tabirin, Allah için yeminine sadık ve vefakâr anlamında kullanıldığı da söylenebilir. (Elmalılı, VII, 398).

Aslında Allah, ruhlar âleminde ve görevlendirdiği Peygamberler vasıtası ve gönderdiği kitaplar yardımı ile tüm insanlardan söz almıştır, ahit almıştır. Onun için ilahi kitapların bu sözleşmenin metinleri olduğunu söylemek mümkündür. Tevrat ve İncil’e eski ahid ve yeni ahid adı verilmesi de bunu gösterebilir. Ayette “Onlar o Allah’a verdikleri sözlerini tutmayanlar, Allah’ın yerine getirmelerini istediği emirleri yerine getirmeyenler ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlardır. İşte gerçekten zarar edecek olanlar da onlardır” (Bakara 2/ 27) buyrulmuştur. Bu ayetin tefsirinde M. Hamdi Yazır şunları söylemektedir: İlk yaratılışta “ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım dileriz” (Fatiha 1/ 5) kavramı üzere akıl ve yaratılış olarak, Allah ile aralarında yapılmış olan ezeli antlaşmayı, iman ve kulluk antlaşmasını, bu yaratılışa ait genel kanunu, yukarıda görüldüğü üzere, her iki taraftan antlaşma ile belgelenip tekit edildikten: bir taraftan kitaplar indirme ve peygamber gönderme ile takviye, diğer taraftan da kalb ve dil bakımından iman ve ikrar ile kuvvetlendirdikten sonra bu ilahi antlaşmayı ve misakı kendi kendilerine bozmaya ve kaldırmaya, çözmeye kalkışırlar. İman etmemeye ve imandan çıkmaya çalışırlar. (Hak Dini, I, 245)

“Şimdi Rabbinden sana indirilenin gerçekten hak olduğunu bilen bir kimse, kör olan bir kimse gibi olur mu? Fakat bu anacak üstün akıllı ve temiz vicdanlı kimseler idrak ederler. Onlar ki, Allah’ın ahdini yerine getirirler ve antlaşmayı bozmazlar.” (Ra’d 13/ 19–20). Bu “ülu’l elbab” denilen üstün akıllı kimselerin devam eden ayetlerde 8 çeşit özellikleri zikredilmiştir. Ancak burada bizim konu ile ilgili olan “Allah’ın ahdini ifa ederler” ifadesi birinci sırada anılmıştır. Allah’a verilen söz, yemin ve ahid, Araf suresinin 172. ayetinde Rabbin Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini almış ve onları kendilerine şahit tutarak: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demiştir. Onlar da “Evet buna şahidiz, demişlerdir.” İşte bu ilahi ifadede açıklandığı üzere, Allah Teala’nın rabliğini itiraf edip hükümranlığını kabul etmek şeklinde kendi öz benliklerinde taahhüt ettikleri tevhit ahdine vefa ederler. Ve bu misakı, sözleşmeyi bozmazlar. Vefasızlık edip sözlerinden dönmezler ve yeminlerini bozmazlar. (Elmalılı, V, 140).

Burada Kuran’ın sağcılar dediği kimseleri daha iyi ve daha kolay anlamak için biz, başka bir açıklama getirmek istiyoruz. O da “ashab-ül yemin” (sağcılar, sağ sahipleri ve sağda olanlar) derken “el-yemin” kelimesinin bilinen belli bir yemin olmasıdır. Arapçadaki teknik ifadesiyle bu Marife-bilinen malum bir kelimedir. Bu da insanların yaratılışta Allah’ın koymuş olduğu düzeni yaşama ve yaşatma konusunda Allah’a verilmiş olan ahit, söz ve yemindir. İşte bu söz ve yemin sahipleri, Allah’ın koyduğu hayat tarzını, sosyal, siyasi, iktisadi ve ailevi…düzenleri yaşamak ve yaşatmak için yeminine sahip çıkarak, sözünde duran kimselerdir. Bunlar iman ederler yani nizama girmeyi ve onun için ve onun içinde çalışmayı kabul ederler; böylece bunun faydasını hem dünyada görür ve hem de ahirette görürler. Solcular ise iman değil, “ayetlerimizi inkâr edenler ise işte onlar soldakilerdir.” (Beled 90/ 19) ayetinde ifade edildiği gibi küfrederler. Allah’ın koyup kurduğu düzeni kabul etmezler; O’nun emir ve nehiylerini dinlemezler. Onun için de dünya ve ahirette rezil ve rüsvay olurlar.

Bu sağcılar kesimine lafız ve söz olarak sağcı deyip de anlam olarak dürüst ve erdemli bir hayat yaşayanlar anlamını verenler de vardır. Bazı müfessirlere göre bu sağdakiler “inanıp doğru ve yararlı işler yapmakta” her zaman fazla önde olmayan, ama hata yaptıktan ve günah işledikten sonra tedricen dürüstlüğe ve erdemliliğe ulaşanlardır. (Razi). Ama bunlar “önde olanlar” kadar iyi bir hayata sahip olamasalar da nihai kazançları, onları ötekiler ile aynı ruhi doygunluk seviyesine ulaştırır. (M. Esed, III, 1105). Buradaki “önde olanlar” ise ayetteki “sabikun” grubudur. “ve sizler de üç sınıf olduğunuz zaman” (Vakıa 56/ 7) buyrulduktan sonra “ashab-ül meymene”, “ashab-ül meşeme” ve “es-sabikun” olmak üzere burada üç sınıf insandan bahsedilmektedir. Bunlar, sağcılar, solcular ve öne geçenlerdir. Burada hitap her ne kadar Kuranın indiği zamanki muhataplara ve şimdiki okuyuculara gibi görünüyorsa da aslında bu ifade tüm insanlığı kapsamaktadır. Yani ilk insandan itibaren kıyamet gününe kadar bütün insanlar bu üç grup içinde mütalaa edileceklerdir. (Mevdudi, Tefhim-ül Kuran, VI, 93). Medarik, bu üç sınıftan ikisinin cennete, diğer bir sınıfın da cehenneme gideceğini söylemiştir. (H.B.Çantay, K.H. ve Meal-i Kerim, III, 972).

Görüldüğü gibi buraya kadar biz, hem bugün halk dilinde kullanılmakta olan sağcı ve solcu tabirleri ile Kuran’ın ifade ettiği sağcı ve solcu kelimeleri üzerinde durup bunları açıklamaya çalıştık. Bugün dilimizde geçerli olan sosyal, siyasi ve ekonomik anlamdaki “sağcı” ifadesi, XVIII. Asırdan sonra batıda kullanılmaya başlamış olan kelimenin tercümesinden başka bir şey değildir. Yani dine inanmakla beraber bunun, insan ürünü düzenlerin mensubu olan ve sosyal, siyasal ve ekonomik yapıyı değiştirme değil, onların devam etmesini isteyen bir tip olduğunu söyleyebiliriz. Bizim kanaatimize göre Türkçemizdeki sağcı ile Kurandaki sağcı ifadesi bir birinden tamamen farklıdır. Kurandaki sağcı kelimesinin zamanımızdaki dilimizde kullanılmakta olan kelimelerden hangisi ile tercüme edebiliriz diye araştırma yapıp şöyle bir düşündüğümüzde bunu ancak “dinci” kelimesinin karşılayabileceğini görürüz. Dinci demek her şeye ama her şeye din gözlüğü ile bakan, ilahi vahyi ve kutsal emirleri merkeze alan kimse demektir. Hayata ilahi buyrukların hâkim olmasını isteyen kişilere bugün “dinci” diyorlar. Hâlbuki sağcıların genel olarak söylemek gerekirse böyle bir dertlerinin olmadığını ifade edebiliriz. Zira onlar, liberalizm ve kapitalizm gibi dünya düzenlerinin, demokrasi, insan hakları, serbest piyasa ekonomisi ve kadın erkek eşitliği gibi batı değerlerinin arkasında koşturup duruyorlar. Maalesef müslümanların bugün şunculuk ve bunculuktan ileriye giderek İslam’a ve İslami esaslara gelemedikleri gibi, sağcıyız diyenler de batı değerlerini ellerinin tersiyle itip henüz ilahi değerlere gelememişlerdir. Ben şeriatın aleyhindeyim diyen bir müslüman, müslüman olabilir mi? Behey şaşkın, bu nasıl bir Müslümanlık! Şeriat, Allah’ın emirleri, nehiyleri, buyruk ve tavsiyeleri demektir. Hiçbir kimsenin kanun koymaya ve bir kural getirmeye hak ve salahiyeti, güç ve kudreti yoktur. Onun için batı değerleri ve doğu değerleri diye bir şey olamaz. Ama var denirse, biz hayır, yok deriz ve uyum ve ahenkten ziyade, taazzuv etmiş, organik olarak organizmalaşmış bir düzenden ziyade bir çelişkiler dünyası var, diye cevap veririz. Toplum adına ve hayat adına bugün doku uyuşmazlığı içinde, bir takım acılar ve sancılar çeken krizden krize düşen bir yapıdan, yani bozuk düzenden başka bir şey yoktur. Bunların demokrasileri de ekonomileri de hep çelişkilerle doludur. Paralarını kiraya verip oturduğu yerden hiçbir ek emek veya risk ilave etmeden bedavadan paraya para kazandıranlar, vergi adına zulüm yapanlar, başkanlarının gözünün içine bakarak o parmak kaldırınca parmak kaldıran, adına milletvekili denen şu robotların davranışlarını sergileyenler… Sahi şu çalışan milletvekillerinin dışındaki sadece parmak kaldırma görevlisi olanların aldıkları maaşları neyin karşılığıdır hiç düşündünüz mü ve bu paraların helal olduğunu söyleyebilir misiniz?

Tüm güç, kuvvet, izzet ve şeref Allah’ındır. Kim ululuk, şan ve şeref istiyorsa bilsin ki, şan ve şeref, ululuk ve değer tümüyle Allah’ındır. (Fatır 35/ 10). Başka bir ayette “ama asıl şeref, Allah’a, O’nun elçisine ve inananlara aittir. Fakat ikiyüzlüler bunun farkında değildirler” (Münafikun 63/ 8) buyrulmaktadır. Yani şeref ancak Allah’a mahsustur. Hz. Peygamber Risalet-elçilik görevi, inananlar da iman etmeleri nedeniyle şereflidirler. Fakat kâfirlerin, fasık, facir ve münafıkların şereften bir payları yoktur. (Mevdudi, VI, 332)

Onun için Türkiye’deki sağcılık düşüncesinin İslami gerçeklerle uyuştuğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü aralarında değerler farkı bulunmaktadır. Ekonomileri faiz üzerine oturan, demokrasileri ise Allah’ın muradının ne olduğuna değil, insan istek ve iradesine dayanan, içtihat ve icma ile değil, kendi istek ve arzuları ile kanun yapan bir sistemin mensupları İslama hizmet etmiş olamazlar. Olsa, olsa bunlar, günü kurtarmak için geçici hevesler peşinde koşmaktan başka bir şey yapmış olmazlar. Kanuniden beri kanun yapan bu kanun mensupları, her geçen gün aşağıya ve her geçen gün tükenmeye doğru sürüklenmektedirler. O nedenle yapılacak tek şey, eşyanın tabiatına uygun hareket ederek insan şeref ve onurunu ön plana alarak Allah’a kullukta birleşip herkesin eşit temsil edildiği kişiliğini yaşadığı, bir hukuk toplumunu, tüm organları ile uyum içinde olan, taazzuv etmiş tek bir uzviyet olan, iman, amel ve ahlak toplumunu yeniden kurmaktır.

Eğer bir gün müslümanlar, Kuranın öngördüğü sağcılık zihniyetine ererlerse yamalı bohçaya dönüşmüş ve birbirinden kopup parça, parça olmuş sistemlerin peşinde koşmayı bırakıp merkezde Allah var diyerek, kâinattaki tevhit birliğine erip bir iman toplumu olarak ilahi düzeni yeniden kuracaklardır. Bizim bu husustaki tavsiyemiz tüm müslümanların Kuran ve sahih sünnet ışığında yeni bir dünya kurmaya çalışanlara köstek değil, destek olmaları, yolun ortasındaki küçük bir taş parçasını kıyıya uzaklaştırmak gibi bir katkıda bulunmalarıdır. İyilerin iyilikleri, kötülerin kötülüklerini silip süpürür. (Hud 11/ 114) Çalışanlara başarılar diliyorum.
merdem isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 7. February 2013, 03:56 PM   #24
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

İhsan Eliaçık'tan

Kur'an'da 'Sağ-Sol' Var mı?


Mevcut Kur’an meallerin bir çoğuna göre Kur’an’da ‘sağcılar’ ve ‘solcular’ vardır.

Bu anlayışa göre Kur’an’da adı geçen ‘sağcılar’, o bildiğimiz sağcılar; muhafazakâr, milliyetçi, mukaddesatçılar olup ‘cennete’ girecekler, ‘solcular’ da o bildiğimiz sosyalistler, komünistler, anarşistler vs. olup cehennemi boylayacak olanlardır.

Gördüğü bildiği her ‘sağcı’ya cennetlik, her ‘solcu’ya da cehennemlik gözüyle bakan ‘kurtulmuşluk vehmi’ içinde bir yaklaşım…

Kur’an’da geçen ‘ashâbu’l-meymene’ veya ‘utiye kitabehu yemin’ tabirlerini sağ ehli/ sağın adamları/ kitabı sağından verilenler/sağcılar, ‘ashâbu’l-meş’eme’, ‘utiye kitabehu şimal’ gibi tabirleri de sol ehli/solun adamları/ kitabı solundan verilenler/ solcular diye çeviriyor ve bugünkü sağ-sol tabirlerinin kastedildiğini anlayarak, tanıdığı solcu birine “cehennemliksin” diye yaftayı basıveriyor. Kendisi gayet rahat ve asayiş berkemal (!)

Yapılan bir araştırmada Türkiye’de Kur’an’da en çok okunan surelerin Yasin, Mülk ve Vakıa vb. sureler olduğu ortayı çıkmış. Kur’an’ı neden okuduklarıyla ilgili bir soruya verilen cevap ise işin vehametini gözler önüne seriyor: % 88 ölmüş anne babasının ruhuna göndermek için… % 8 ‘benim de anne babama da okusana’ dendiğinde… % 2 de ‘41 Yasin sırasında bana düşeni okurken’… demiş. Anlamak için okuyanların oranı % 1. Sadece yazıyla yüzde ‘bir’.

“% 99’u Müslüman olan ülkemizde…” diye konuşmaya bayıldığımıza göre, o % 1’de kesin gayr-i Müslimlerdir. Çünkü gayr-i Müslim ölüsüne okursa Kur’an değil; İncil, Tevrat vs. okur. Kur’an’ı okursa ne diyor diye okur, % 1 de onlar yani.

Bu gayet acıklı ve hazin durumdan başka ne çıkar?

Halbuki ölülerinin arkasından okuduğu o surelerde geçen sağ, sol tabirleri üzerinde 15 dk. düşünse ne olduğunu anlayacak.

Şu halde Kur’an’da gerçekten sağcı-solcu diye tabirler geçiyor mu?
Geçiyorsa ne anlamda kullanıyor, bunların geçtiği yerler neresi?
Buyurun…

***
Nüzul sırasına göre aktarıyorum.

İlki Beled suresinde:

[Bilir misin, nedir zor olan? (12).Bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmak (13).Açlık gününde doyurmak (14). Garip bir öksüzü (15). Yahut yerde sürünen bir yoksulu (16). Sonra iman edenlerden/güvenenlerden olmak, sabrı tavsiye edenlerden ve merhameti tavsiye edenlerden olmak… İşte ‘ashâb-ı meymene’ bunlardır (17).Kâfirlik edenler ise ‘ashâb-ı meş’eme’ olanlardır. (18). Onların, ateşe atılıp üzerlerine kilit vurulacak! (19).]

Görüldüğü gibi ayet bağlamında ‘ashâb-ı meymene’ köleleri özgürleştirenler, açlık gününde garipleri, öksüzleri doyuranlar, yerde sürünen yoksulu ayağa kaydıranlar (kaldıranlar olmalı.G.Y.), güvenip dayanışma içine girenler, acıları paylaşanlar (sabrı tavsiye), birbirine sevgiyle ve merhametle davrananlar (merhameti tavsiye) demek oluyor.

Ayette geçen ‘meymene’ kelimesinin, günümüzde politik bir kavram olarak kullanılan ‘sağcılık’ ile alakası yok.
Meymene yön işareti olarak sağ tarafta olan demek, “Yemen” de o kökten. Çünkü Yemen Kabe’ye batıdan yöneldiğinizde sağ/güney tarafta kalıyor. Keza Kabe’nin doğuya bakan tarafında iki tepe bulunur.

Güneyindekine Safa tepesi denirdi. Daru’l-Erkam’ın evi de güneydeki Safa tepesindeydi. Peygamberimiz Mekke’nin ilk yıllarında arkadaşları ile orada toplanırdı. Aynı şekilde yemen Y-M-N kökünden gelir, bolluk, bereket demektir. E-M-N şeklinde söylenişi ile, iman/güven manası kazanır.

Şu halde ‘âshab-ı meymene’ coğrafi olarak güney/sağ tepedeki evde toplananlar, etimolojik olarak Allah’a ve birbirine güvenenler, onun için biriktirmeye/toplamaya gerek duymayanlar, böylece bereketi/iyiliği yayanlar anlamındadır.

Ayetin sonunda geçen ‘ashab-ı meş’eme' ise yukarıda geçenlerin tam tersini yapanlardır: Köle sahipleri, öksüzü, yetimi, yoksulu görmeyenler, vermeyenler, kendine saklayanlar. Bunlardan dolayı aça, yetime ve yoksula uğursuzluk getirenler, şehre/ülkeye kabus gibi çöküp her türden uğursuzluğun/kıtlığın/eşitsizliğin/adaletsizliğin/ bereketsizliğin kaynağı olanlar…

Ayette köleleri özgürleştirmenin, açları/garipleri doyurmanın, yerde sürünen yoksulu kaldırmanın “iman”dan önce geldiğine dikkat ediniz.

***

İkincisi Hakka suresinde

“İşte o zaman kitabı sağından verilen haykıracak: “Gelin bakın kitabıma!(19). Zaten bir gün kitabımın böyle önüme konacağını biliyordum.” (20). Artık böyle olan mutlu bir hayat sürecek (21). Muhteşem bahçeler içinde (22). Her yanından meyveler sarkacak (23). Onlara, “Dünyadayken yaptıklarınızın karşılığı olarak yiyin, için, afiyet olsun.” denilecek (24).

Kitabı solundan verilene gelince; “Eyvah, ben bittim! Keşke kitabımı hiç görmeseydim (25). Hesabımın ne olduğunu öğrenmeseydim (26). Ne olurdu o ölümle iş bitseydi (27). Malım bir işe yaramadı (28 ). Saltanatım yer ile yeksan oldu!” diyecek (29). Ve bir ses; “Tutun onu, bağlayın (30). Atın cehenneme (31). Sıkı sıkıya zincirleyin, atın gitsin!” diyecek (32 ). Çünkü o, yüce Allah’a inanmıyordu (33). Yoksulu doyurmaya teşvik etmiyordu (34). Bugün de burada ona sahip çıkacak kimse olmayacak (35). İğrenç yiyeceklerden başka bir şey de verilmeyecek (36). Ki onu günahkârlardan başka kimse yemez” (37).

Görüldügü gibi ayette geçen ‘kitabı sağından verilenler’in sevinçli ve mutlu olacağı, ve bütün bunların dünyada (geçmiş günlerde) yaptıklarının karşılığı olduğu söyleniyor. Geçmiş günlerde yaptıklarının ne olduğu ise bir önceki Beled suresinde açıklanmıştı.

Kitabı solundan (şimal) verilenlere gelince bunların “mal ve saltanat sahipleri” olduğunu görüyoruz. Onlar “Malım bir işe yaramadı, saltanatım yok oldu” diyecek olanlardır. Ayete göre yine onlar “Allah’a inanmayan/yoksulu doyurmaya teşvik etmeyenlerdir.”

Müşriklerin Allah’a inandığı bilindiğine göre bu kime karşı söyleniyor? Allah’a inandığı halde yoksula bigane kalanlara! Kur’an’a gore ‘yoksulu doyurmaya teşvik’ etmeyenin başta namaz olmak üzere din namına yaptıkları (salât) boş, Allah’a inanma iddiası da geçersizdir. Yoksulla bağını koparan Allahsız, imansız ve namazsızdır!

Keza “şimal” kelimesi yön olarak kuzey/sol demektir. Çünkü o devirde Kabe’nin kuzeyinde/solunda müşriklerin toplandığı Daru’n-Nedve bulunurdu. Sonraları burası Emevî ve Abbasî ‘sultanlarının’ ikametgahı olarak kullanılmıştı. Şu an müezzin mahfili olarak kullanılıyor. (DİB, c.8, s. 555-556).

“Şimal” kelime kökü olarak da Ş-M-L kökünden gelir: Teşmîl, şumûl, şâmil… Türkçe’de de kullanırız: Alemşumûl, cihanşumûl, teşmil etmek, şumulluce açıklamak, her şeye şâmil olmak…

Şimâl sözlükte kapsamak, içine almak, hepsini kendine ait kılmak, tümüyle, etraflıca… manasına geliyor. Kur’an’da geçen toplamak (C-M-A), biriktirmek (K-N-Z), kubbe yapmak (K-B-B), çoğaltmak (K-S-R) kökleriyle aynı çağrışıma sahiptir.

Şu halde ‘ashabu’l- şimal’ toplayanlar, biriktirinler, kendine kubbe yapanlar, mallarını ve saltanatlarını çoğaltma/artırma yarışına girenler, bunun için Kabe’nin solundaki/kuzeyindeki Daru’n-Nedve’de toplanan şehrin zenginlikten şımarmış ileri gelenleri, mal ve saltanat sahipleri demektir.

Nitekim bunun böyle olduğunu sonraki ayette daha açık göreceksiniz.

***

Üçüncüsü Vakıa suresinde:

‘Ashâbu’ş-şimâl’… Nedir ‘ashâbu’ş-şimâl’?(41). İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar su (42). Kapkara boğucu bir duman (43). Ne serinletir ne rahatlatır (44). Çünkü onlar bundan once zenginliğin şımarttığı kimseler/mutrefîn idi (45). Büyük günahta ısrar ediyorlardı’ (46).

Görüldüğü gibi ayette geçen ‘ashâbu’-şimal’ın kelime manası kuzeydekiler/sol taraftakiler demek oluyor. Bunun ne demek olduğunu yukarıda açıklamıştık. Etimolojik olarak da kendilerini şehre ‘teşmil’ etmek isteyenler, her şeye ‘şamil’ olmak isteyenler, cihanşumul/kentşumul olmak isteyenler yani mal ve saltanat bakımından her şeyi kendilerine ait kılmak isteyenler, bunun için de toplayıp biriktirerek herkese hükmetmek isteyenler demek oluyor.

İşte bunlar zenginliğin şımarttığı kimseler/lüks içinde yaşayanlar (mutrefîn) idi. Ve bunlar büyük günahta ısrar ediyorlardı. Kur’an’da ‘büyük günah’ emeği sömürmek ve buradan mülk biriktirmek ve bununla lüks ve şatafat içinde yaşamakla ilgilidir. (bkz. “Büyük günah nedir?” başlıklı makalemiz).

Şu halde sağcı-solcu diye çevirilen bu tabirleri, hem tarihsel olduğu, hem de artık bugün kastedilen anlamları yansıtmadığı, tam tersi anlamı tersine çevirip çağın idrakine hitap edemediği için kullanmamak gerekir.
Bunların yerine örneğin ashab-ı meymene güvenenler, erdemliler, paylaşımcılar, iyiliği/bereketi yayanlar, ashab-ı şimal toplayıcılar, biriktiriciler, egemenler, ashab-ı meş’eme de uğursuz tecefiler, şer odakları vs. olarak çevirilebilir.

***
Kur’an’da sağcı-solcu diye çevirilen kelime ve tabirlerin geçtiği yerleri gördünüz. Toplam üç surede (Beled, Hakka , Vakıa) geçiyor.

Bunların günümüzün sağcı-solcu tabirleri ile hiçbir alakası yoktur. Olsa bile tam tersi manada kullanılıyor.
İdris Küçükömer’in “Aslında Türkiye’deki sağ sol, sol sağdır” demesi gibi bir durum var.

Kur’an’ın ‘soldakiler’ veya ‘kitabı solundan verilenler’ dediği; mal ve saltanat sahipleri, zenginliğin şımarttığı kimseler, lüks ve şatafat düşkünleri, köle sahipleri, öksüzü, yoksulu görmeyenler; tam tersi bunlara neden olanlardır.

Kur’an’ın ‘sağdakiler’ veya ‘kitabı sağından verilenler’ dediği; mal biriktirmeyenler, saltanata karşı çıkanlar, zenginlere itiraz edenler, lüks ve şatafata karşı çıkanlar, kölelerin özgürlüğünü savunanlar, öksüzün, yoksulun, yerde sürünenin, ezilenin davasını güdenlerdir.

***

Fransız Devrimi’nden sonra mecliste sağda oturanlar statükoyu savunanlar, solda oturanlar da satötükoya karşı çıkanlar olmuştu.

Mekke’de ise Kabe’nin solunda/kuzeyinde (Daru’n-Nedve) toplananlar statükocular, sağında/güneyinde (Daru’-l-Erkam) toplananlar statükoya karşı çıkanlar olmaktaydı.

Çağımızda sağcılık statükoculuk, solculuk ise statüko karşıtlığı ile bilinir.

Yani o devirde Ebu Cehil ve adamları coğrafi yön olarak solda/kuzeyde (şimal), siyasi ve sosyal davranış itibariyle ise sağda idiler.

Peygamberimiz ve arkadaşları ise coğrafi yön olarak sağda/güneyde (yemen), siyasi ve sosyal davranış itibariyle ise solda idiler. Pek tabiki coğrafi yön bugün için artık tarihsel, davranış ve tutumlar ise evrenseldir. O günde ve bugünde davranış ve tutum olarak nerede durulduğu önemlidir.

Günümüzdeki sağ-sol tabirlerini sokaktaki adamın algısıyla ele aldığımızda ve kabloları doğru bağladığımızda durum bundan ibarettir.

Kablo yumağı gibi iyice karışmış, yıpranmış, öznel anlamlar yüklenmiş bu tabirleri kullanmamak en iyisi. Nitekim “Yaşayan Kur’an” meal-tefsir çalışmamda sağ-sol tabirlerini hiç kullanmadım.

Fakat illa kulanacaksanız durum budur.

İnsanlara görünür manzarada ‘sağcı’ veya ‘solcu’ denmesine bakmayınız. Kur’an’ın ölçülerine göre bakınız: Mal, saltanat, köleler, garipler, öksüzler, yerde sürünenler ve yoksullar konusunda nerede durduğuna bakınız…

Saygılarımla.
Galip Yetkin.
Adil Medya'dan alıntıdır.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 7. February 2013, 10:27 PM   #25
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 22
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

sevgili arkadaşlar vakıada geçen sağ sol kelimeleri hangi ayetlerde nasıl geçiyor neden sağ sol kavramı konumuş kuranda diye netten araştırırken Sayın murat kayacan' yazını okudum sizlerle paylaşmak istedim ve bu konun zekat konusunada nasıl örtüştüğünü fark ettim mlesef bilgisyarımdaki arıza yüzünden sık sık donuyor daha sonra sorularım olacak inşALLAH
Birde okadar heyecanlıyımki iman konusundada sağ sol olarak düşündüğümde sanki kavramlar ögrendikçe aklımızı zihnimize çığır açtırıyor
Sağ(cılık) ve Sol(culuk) Kavramları ile Bu Kavramların Kur'an Meallerindeki Kullanımları


ÖZET

Bu çalışma sağın ve solun kaynağını sergilemek, her iki kavrama İslam Dünyasında ve özelde Türkiye’de yaklaşımları ortaya koymak, aynı zamanda da Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da her ikisine yüklenen anlamı tasvir etmek amacındadır. Ayrıca hedefimiz, birtakım Türkçe meal sahipleri tarafından “sağcı” ve “solcu” olarak tercüme edilen Ashâbu’l-meymene, Ashâbu’l-yemîn, Ashâbu’l-meş’eme ve Ashâbu’ş-şimâl gibi Kur’anî kavramların günümüzdeki sağcılık ve solculuk ile ilişkisinin olup olmadığını ortaya koymaktır.

Anahtar kelimeler: Sağ(cılık), sol(culuk), Ashâbu’l-meymene, Ashâbu’l-yemîn, Ashâbu’l-meş’eme, Ashâbu’ş-şimâl


RIGHT(ISM) LEFT(ISM) and THEIR USAGE IN QURAN TRANSLATIONS

This paper tries to describe the origin of “right” and “left”, some of the approaches to them in the Muslim world especially in Turkey as well as the approaches of the Torah, the Gospel and the Quran to these concepts. It attempts to discover whether there is a relationship between them and Quranic concepts such as Ashâb al maymana, Ashâb al yameen, Ashâb al mashama and Ashâb al shimaal which have been translated by few Muslim Turkish Quran translators as “rightists” and “leftists.”

Keywords: right(ism), left(ism), Ashâb al maymana, Ashâb al yameen, Ashâb al mashama and Ashâb al shimaal
GİRİŞ

Sağ ve sol kavramları iki yüz yılı aşkın bir süredir tedavülde olup kullanılmaktadır ve politikaya sıçrayışı Fransız İhtilali ile yaşıttır.[1] Pek çok modern kavram gibi içeriği ve boyutları pek de belli olmayan bu iki kavram[2] siyaset düşüncesi ile eylemi dünyasını bölen ideolojiler ve hareketler arasındaki zıtlığı göstermek için kullanılmaktadır.[3]

I. Fransız Cumhuriyeti Meclisi’nde Kralın “sağ” tarafında oturanlar, geçmiş rejimi ve imtiyazları temsil eden aristokratlardı; ruhban sınıfının temsilcileri de aristokratlarla aynı safta, yani sağda yerlerini almışlardı. Bu Meclis’te Solu burjizavi temsil etmekteydi. Devrim öncesinde olduğu gibi devrim sonrasında da sağ kanatta toplanan aristokrasi ve kilise; eşitlik, değişim, vb. kavramlara şiddetle düşmandı. Bir dönem sonra Meclis’ten aristokrasi ve rahipler çekilirken, yerlerini burjuvaziye bıraktılar. 19. Yüzyıl sanayi devrimiyle Meclis’in sol tarafına işçi haklarını savunan temsilciler geçti. Böylelikle Fransa’da bir dönemin solcuları yeni dönemin sağcıları oldu. Doğuş yerinde bile sağ, her zaman ekonomik ve siyasal eşitliğe, özgürlük ve değişime karşı bir ideoloji olmuştur. Dolayısıyla bu ideolojnin bugün kapitalizmin en sıkışık yerinde güçlükle nefes alabilen geniş kitleler için sağlıklı, sahici ve samimi bir çıkış yolu olması tarihsel anlamda ve doğası gereği mümkün değildir.[4]

Sol için temel kavramlar; insan tabiatı, eşitlik, köklü sosyal değişim ve modernite (çatısı) altında kapitalizm analizidir. İmaduddin Halil çağın modası ve bilinen geleneğine göre solun; bilimsel, gerçek ilerici, işçilerin, köylülerin, halkların haklarını savunan, emperyalizm ve sömürü karşısında amansız bir düşman[5] olan fikir akımı olduğunu ifade etmektedir. Sağın önceliğinin; insan tabiatı, eşitlik-özgürlük ilişkisi,[6] gelenek-teamül-sadakat üçlüsü ve kapitalizm içinde özel mülkiyet olduğu ifade edilmektedir.[7] Giddens’a göreyse sağ-sol kombinezonu artık pek çözümleyici değildir. Kolaylıkla sol ya da sağ olarak tanımlanamayan popüler tutumlar da bu yaklaşımı destekler niteliktedir. Hatta birçok meselede insanlar arasındaki ayrım daha ziyade liberal ya da cemaatçi (communitarian) oluşlarına göredir.[8]

Sağ ve sol kavramlarının çıkış yeri olan Batı’da nasıl bir çerçeveye sahip olduğundan özetle söz etmemizin ardından bu iki kavram hakkında şu sorulara cevap arayacağız: Sağ ve (İslam ile arasında daha az irtibat kurulan) sol kategorileri İslam dünyasında ve özelde Türkiye’de nasıl algılanmış ve anlamlandırılmıştır? Tevrat, İncil ve Kur'an-ı Kerim’de bu iki kavrama ne tür anlamlar yüklenmektedir? Kur'an-ı Kerim’de mevcut ve “sağ-sol” kategorilerini çağrıştırır şekilde meallendirilen ayetlerin konusunun günümüzdeki sağ ve sol kavramlarıyla bir ilişkisi var mıdır? Sağcılar ya da solcular şeklinde meal verilen terkipler nasıl Türkçeleştirilirse daha isabetli bir meal verilmiş olur?
A. İSLAM DÜNYASINDA VE ÖZELDE TÜRKİYE’DE SAĞ VE SOL KAVRAMLARININ ALGILANIŞ BİÇİMİ ÖRNEKLERİ

Siyasi olarak kendini sağda veya solda görme eğilimi İslam dünyasında değişik şekillerde makes bulmuştur. Sözgelimi, Suriye'de İhvan[9] 1940'ların sonundan itibaren oldukça militan bir toplumcu tutum takındı. Popülistlerle ve Batı'yla işbirliğine karşıt sol gruplarla ittifak kurdu. Suriye İhvan liderlerinden Mustafa Mübarek, hareketlerinin "İslamcı Marksizm'i"[10] savunduğunu söyleyecek kadar ileri gitti. 1949'da bu hareket, İslamcı Sosyalist Cephe'yi kurdu ve Batı’ya karşı savaşta öncülüğe devam etti. Bu durum 1959'da Suriye İhvanı'nın lideri Mustafa Sıbâi'nin bir müddet İslamî hareket üzerinde etkisini sürdüren İslam Sosyalizmi[11] adlı kitabının yayınıyla zirveye ulaştı.

Mısırlı müfessir Seyyid Kutub için ise sol-sağ, radikal-muhafazakâr, ilerici-gerici sorunsalı hiç bir anlam ifade etmiyordu. Kutub, insanları her şeyi reddedip yeni bir başlangıca davet ediyordu. Kutub'la birlikte İslamcıların kendilerini "İslami sosyalizm", "demokrasi" vb. ile tanımlamayı, saf İslam adına terk ettikleri bir dönem başladı.[12]

Bildiğimiz kadarıyla “İslami sol” kavramı ise ilk kez 80’lerin başında, sadece Mısır’da değil, genel olarak İslam dünyasında, özel olarak da Arap dünyasında en önemli temsilcisi olan Hasan Hanefi tarafından, Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh’un yayınladıkları el-Urvetu’l-Vuska dergisinin oluşturduğu geleneği yeniden diriltmek amacıyla çıkardığı derginin ilk ve tek sayısında gündeme getirilmiştir.[13]

Türkiye’ye gelince 1960 öncesinde bu topraklarda -Suriye’den farklı olarak- sağcılıkla, İslamcılık birbirinin eşdeğeri idi. İslamcılığı sağcılık temsil ederdi o yıllarda.[14] 1960'lı yıllarda bütün dünyayı saran Sosyalizm akımının Türkiye’de etkili olmasıyla, kendilerini milliyetçi-mukaddesatçı kanat olarak tanımlayan (Türkiyeli) Müslümanlar, bu noktadan sonra ısrarla sağcı ve anti-komünist kavramlarıyla kendilerini tanımlamaya başladılar.[15] 1960’lı yılların dergisi Hilal’de sağcılığın daha İslami tarifleri yapılmaya çalışıldı: "Sağ ne faşizm, ne liberalizm, ne de Amerikan kapitalizmidir. Sağ Hz. Peygamber'in yaptığı, beşeriyetin en büyük inkılâbından güç alan ilahi nizamdır, yani İslam'dır. Sağ İslamiyet, sağcı da Müslümandır." Dergi bir dönem böyle bir bakış açısına sahip olduysa da, özellikle 60'lı yılların ikinci yarısındaki yayın çizgisiyle büyük ölçüde İslam'ı milliyetçi, mukaddesatçı, mistik, sağcı, teslimiyetçi, uzlaşmacı ve gelenekçi unsurlardan[16] arındırmaya çalışan; dini kaynağından öğrenme gereğine inanan, sorgulayıcı, siyasi kimliği net bir anlayışın filizlenmesine zemin hazırlayan bir çizgiyi benimsemiştir.[17]

1980’li yıllara gelindiğinde, sağ meselesini genellikle bir kısım zümrelerin malı olarak gördüğü ideolojik çerçevenin dışında ele alan Ahmet Kabaklı’ya göre sağ; iman, sağduyu ve geleneklerdir. Bunların birleşmesiyle oluşan düşünce ve davranışlardır.[18] Yine o dönemde, Kabaklı’nın aksine Ali Bulaç “sağ” tabirinin doğuşundan itibaren şaibeli olduğuna ve hiç de övgüye değer bir içeriğe sahip olmadığına işaret ediyordu.[19] Ona göre, Türk Sağı birçok dezavantajı yanında din ve İslam olgusu karşısındaki ikiyüzlü tutumuyla da dikkati çekmektedir. Sağın sahici Müslümanlığı savunması mümkün değildir. Liberal kapitalizme olan yatkınlığı, militarist ve şoven –çoğunlukla ırkçı/milliyetçi- özü ve Jön Türkvari yöntemleriyle temelde İslam’ın devrim, ümmet ve adalet ruhundan rahatsızlık duyar. Jön Türkler, İttihad ve Terakki, Türk Ocakları ve Ziya Gökalp gibi akım ve kişiler aracılığıyla doktriner yapısı teşekkül etmiş sağın sahici İslamiyeti Durkheim sosyolojsinin tanımı içinde “ulusu ulus yapan birkaç unsurdan biri” olma özelliğinden öte bir değerde ve anlamda görebileceğini ummak yanlıştır. Doktriner sağ –ne ölçüde demokrat görünse bile- son tahlilde otoriter, merkeziyetçi ve anti-özgürlükçüdür. Türk Sağına göre İslamiyet, Türklüğü ve ulusal kimliği süsleyen bir motiftir. Müslüman çevreler ise onu vazgeçilemez bir dünya görüşü ve bir yaşam biçimi olarak görmektedir.[20]

Yine Bulaç’a göre Türk sağı ister istemez anti-İslamcı olmak zorundadır. Çünkü onun ideolojik ve politik beslenme kaynakları burjuvazi ve ilk Türk milliyetçileridir. Kendini sağcı olarak tanınmlamaktan özel zevk alanların gerçek İslamiyeti kavrama şansları da ne yazık ki çok zayıftır. Yine de genel sağ tanımı içinde yer alan sayısız bireyin iyi birer mümin duyarlılığı taşıdıklarını inkâr etmemek gerekir. Ancak bireyler değil de doktriner politika ve ideolojileri söz konusu ettiğimiz için bu bağlamda kendini Müslüman olarak tanımlayan kimselerin sağcılığı bırakması gerekir, bu bir zarurettir.[21]

Uğur Mumcu’ya göre, sağ ideoloji genel olarak, kurulu düzeni savunmaktadır. Kurulu düzen de kapitalizme dayandığı için belli ayrıcalıklarla doludur. Sağ ideolojide din, kapitalizmin geniş halk kitlelerince desteklenmesi için kullanılan bir propaganda konusu ve malzemesidir. Sağ ideolojide pratikte insan hakları diye bir konu da yoktur.[22]

1990’lı yıllara gelindiğinde ise, sağın tanımları konusunda şunlar ifade edilmektedir: Tanıl Bora’ya göre özeleştiriden yoksun, düşünümsel boyutları zayıf bir pragma ya da siyasa olan sağın[23] katı (milliyetçilik), sıvı (Muhafazakârlık) ve gaz (İslamcılık) olmak üzere üç hali mevcuttur.[24] Yine ona göre sağcılık, insanın iradî olarak seçmediği etnik köken, cinsiyet, din, mezhep, memleket gibi kategorileri mutlaklaştırma; politik ve kültürel düzlemlerde istikrar, statüko ve itaatten yana olma; tarihe hamasetle yaklaşma; otorite ve devleti yüceltme; popülerlik, uyumluluk, mutedillik ve tepkisizliği alışkanlık edinme anlamında bireysel ve toplumsal bir alışkanlıktır. Milliyetçilik ve muhafazakârlık birer politik akım olarak bu alışkanlıkların bilinçli olarak değer haline getirilmesidir.[25]

Genel olarak entelektüel olmadığı, belirsiz, mevcut değerlerin savunucusu ve yüzeysel olduğu kabul edilegelen[26] sağın; faşistinden serbest piyasa ekonomisini kabul edenine, dindar olanından milliyetçisine kadar ortak taraflarının ne olduğu belirlenemeyecek boyutta geniş bir kesimi nitelemek için kullanılmaktadır. Sağ yerli özelliklerini sağlamlaştırmak için daha çok kültüre ve tarihe yönelmektedir.[27]

Ahmet Alkan’a göre ise sağ; bekçiliğini yaptığı değerleri irdelemeyi hiç düşünmeyen, sınamayı hoş karşılamayan, gerçeğin hazır olduğunu varsayan bir akımdır. Sağ aydının görevinin de o gerçekleri izah etmek olduğu düşünülmektedir. Yaptıkları iş, tez ortaya koymak değil savunmadır. Mevcut pek çok şeyi öylesine muhafazaya soyunmuştur ki, ideolojisini paylaşmadığı siyasi otoriteyi bile devlet-i ebed müddet olarak kutsamıştır.[28]

Sağın ortaya koyduğu siyasetin temel yöneliminin; jakoben (tepeden inmeci), modernleş(tir)me projelerine karşı kültürel, siyasal alanda halkın değerlerine mümkün olduğunca saygılı, ekonomik alanda da liberal bir programa sahip bir modernleş(tir)me projesi olduğu da ifade edilmektedir.[29] Sağ adı verilen siyasi teşekküller, parti, kurum ve anlayışlar katı bir ideolojnin merkezde yer aldığı, bu ideoloji doğrultusunda hareket eden siyasal unsurlar olarak tavsif edilemez. Bu anlamda en doktriner sağ partilerin bile doktrinlerinin çekirdeğini oluşturan iddialardan reel-politik şartları sebep göstererek rahatlıkla vazgeçtikleri söylenebilir.[30] Sağ siyasal retorik; ekonomi-politik anlamda statüko karşıtı ve değişimci; kültür-politik anlamda teoride muhafazakâr, pratikte eyyamcı; telojik-politik anlamda ise hem teoride hem de pratikte alabildiğine oportünisttir.[31]

İlhami Güler’e göre ise, insanların ve toplumların sağcı oluşunun biri antropolojik diğeri teolojik iki nedeni vardır. Antropolojik açıdan sağcılık eğilimi, insanların ve toplumların fıtratında var olan içinde bulunulan doğal halin mutlaklaştırılmasıdır. Bir fikir ve irade olmaktan çok bilinç dışı ve içgüdüsel bir durumdur. Bu durumda ahlak programlarının, ibda ve inşa anlamında fikrî ve felsefî hareketlerin muhtevası, insanın bu doğal haline karşı bir duruştur. Sağcılığın teolojik nedenine gelince; tarih boyunca dinlerin “genel olarak sağcılığın yatağı” olduğu bilinen bir husustur. Peki, neden birçok “dindar” kimse; katı muhafazakâr, gelenekçi, statükocu, değişime karşı istikrardan yana, itaatkâr, otoriter, dogmatik, mutaassıp ve de fatalisttir? Güler’e göre bunun en önemli nedeni dinlerin merkezindeki Tanrı tasavvurudur.[32]

İslam ile irtibatı sağa kıyasla pek az kurulması nedeniyle,[33] özetle söz edecek olursak “sol”[34] ise mevcut değerlere karşıdır[35] ve sınıf mücadelesi temelinde ekonomiye ağırlık vermiştir.[36] İslamcılar ve muhafazakâr halk nezdinde solculuk çoğu kez dinsizlikle özdeşleşen bir anlam taşımıştır.[37] Sağcılığın karşıtı olan dinamiklik, başkaldırı, özgürlük, sürekli eleştiri vb. bazı hususlara 18. Yüzyıldan itibaren “sol” denilmektedir. Fakat “sol” tabiri sağcılığın bütün karşıtlarını tüketmez. Bu nedenle sağcı olmayanın zorunlu olarak “solcu” olduğu söylenemez. Ayrıca tarihte ve günümüzde birçok “sol” hareketin sağcılaştığı da bilinen bir husustur. Sağcılığın zorunlu karşıtlığı dinamizm, var oluşun ve değişmenin farkında olma, eleştiri silahını elden bırakmama, alışkanlık veya nam-ı diğer adet, töre, örf ve gelenekler içinde uzun süre mayalanıp çürümeme ve etnik köken, cinsiyet, din, mezhep ve memleket gibi iradi olmayan verili tarihsel kategorileri mutlaklaştırmamadır.[38] Bulaç’a göre Türk solu daima ve ötedenberi din olayına ve İslam olgusuna karşı olmuştur. Bundan dolayı bu toplumda derin tarihsel, kültürel ve sosyolojik kökleri olmayan türedi bir ideolojidir.[39]
B. KUTSAL KİTAPLARDA SAĞ VE SOL
1. Kur'an’da sağ ve sol


Kur'an-ı Kerim Hz. İbrahim’in, putları sağ eliyle vurup kırdığını belirtmektedir.[40] Allah Hz. Musa’ya Tur dağının “sağ tarafından” seslenmiş ve onu, hususi bir konuşmada bulunmak üzere kendisine yaklaştırmıştır.[41] Büyücülerin hilesini sona erdirecek olan asası da onun sağ elindedir.[42] Düşmanlarından kurtulmaları sağlanan İsrailoğullarına Tur’un sağ yanına gelmeleri için süre tanınır ve onlara kudret helvası ile bıldırcın eti lutfedilir.[43]

Ahirette, mümin erkeklerle mümin kadınlar, nurları onların önlerinden ve sağlarından, (amellerinin) aydınlatıp giderken onlara, “Bugün müjdeniz, zemininden ırmaklar akan ve içlerinde ebedi kalacağınız cennetlerdir.” denilir.[44] Önlerinden ve sağlarından (amellerinin) nurları aydınlatıp giden kimseler de, "Ey Rabbimiz! Nurumuzu bizim için tamamla, bizi bağışla; çünkü sen her şeye kadirsin." derler.[45] Ahirette kitabı “sağ tarafından” verilen kimse: "Alın, kitabımı okuyun." deme rahatlığına sahiptir.[46]

Köle azat etmek, kıtlık gününde yakınlığı olan bir yetime veya hiçbir şeyi olmayan yoksula yemek yedirmek, iman edip de sabrı ve merhameti tavsiye edenlerden olmak[47] gibi güzel hasletlere sahip “sağdakiler” ahirette cennettedirler.[48] Onların ahirette işi kolaydır.[49] Her insan topluluğunun önderleri ile birlikte çağırılacağı o günde amel defteri “sağından verilenler” en küçük bir haksızlığa uğramamış bir şekilde amel defterlerini okuyacaklardır.[50]

Peygamberlere karşı olumsuz tavır alanlar,[51] ahirette birbirlerini suçlayıp dururlarken, inkârda önde gidenlere tâbi olanlar: “"Gerçekten siz bize, sağ taraftan geliyordunuz." diyeceklerdir.[52] Bununla inkârcı önderlerin hak tarafından yanaştıklarını ancak onları haktan uzaklaştırdıklarını ifade etmektedirler.[53] Zeccac “sağ taraftan gelmelerine” dair sözlerin (yoldan çıkan) inkârcıların tavırlarıyla ilişkili olduğunu söylemektedir. Yani ayetteki ifadenin sahipleri; inkârcıların onlara ikna edici gerekçeler getirdiğini, din tarafından yaklaşıp asıl dinin ve hakkın “saptırdıkları şeylerin ta kendisi” olduğunu ileri sürdüklerini ve sapıklığı onlara süslediklerini söylemek istemektedirler.[54]

Allahu Teala’ya karşı gelmesinin ardından şeytan; insanların önlerinden, arkalarından, “sağlarından, sollarından” sokulacağını ve O’nun çoklarını şükredenlerden bulmayacağını söylemektedir."[55] Allah'ın yarattığı şeylerin gölgeleri, küçülerek ve Allah'a secde ederek “sağa sola” dönmektedir.[56] İçinde yaşadıkları toplumun zulmünden hicret edip mağaraya sığınan gençlerin mağarasına vuran güneş doğduğu zaman mağaralarının sağına meyleder; batarken de sol taraftan onlara isabet etmeden geçerdi. Onların mağarada uykuda oldukları halde onları gören uyumadıklarını sanırdı. Onları Allahu Teala sağa sola çevirirdi.[57] Kur'an-ı Kerim’de anlatılan ve ibret almamız istenen Sebe kıssasında onlardan “yiyip içip Rablerine şükretmeleri istenmekte”dir. Şükredecekleri şey de “biri sağda, diğeri solda” iki bahçedir.[58] İnsanın yapıp ettiklerini yazan iki melek vardır ki biri insanın “sağında diğeri de solunda”dır.[59]

Kur'an’da bunların dışında sağ ve soldan söz eden ve siyasal anlamdaki sol ve sağ ile irtibatlı olduğu sanılmaya müsait meali verilen ayetler de mevcuttur. Onları Ehl-i Kitab’ın kutsal metinlerinde sağ ve sol kelimelerine yüklenen anlamı ortaya koyduktan sonra, ayrı bir bölümde ve detaylı bir şekilde ele alacağız.
2. Tevrat ile İncil’de sağ ve sol

Tevrat’a göre de –nötr anlamlı kullanımları hariç tutarsak Kur'an’da olduğu gibi- sağ olumlu sol ise olumsuzdur. Hikmetli adamın yüreği sağında, akılsızınki ise solundadır.[60] Allah’ın sağ eli korkunç bir güce sahiptir, (o elinin) altında düşmanlar kırılır.[61] O, (İsrail’i) koruyucu olan Rab’dir. O, (İsrail’in) sağ yanında gölgedir. Gündüz güneş ve geceleyin de ay ona zarar veremez.[62] Rab, sağ eli ve kutsal koluyla harikalar yapmış ve zaferler kazanmıştır.[63] Salih kişilerin çadırlarında sevinç ve zafer çığlıkları şöyle çınlamaktadır: “Rabbin sağ eli yiğitlikler yapar! Rabbin sağ eli üstündür!”[64]

İncil’de sağ, iyi olan/kabul edilen şeylerle irtibatlı olarak kullanılırken sol olumsuz bir niteliğe sahiptir. Allah çarmıha gerilerek öldürülen İsa’yı önder ve kurtarıcı olarak kendi sağına yükseltmiştir.[65] Hz. İsa balık tutmada başarılı olamayan havarilere ağı kayığın sağ yanına atmalarını bu sayede balık tutabileceklerini söylemektedir. Havariler, o kadar çok balık tutarlar ki artık ağı çekemez olmuşlardır.[66] “İnsanoğlu kendi görkemi içinde tüm melekleriyle birlikte gelecek ve görkemli tahtına oturacak. Ulusların hepsi O’nun önünde toplanacak. O da koyunları ve keçileri ayıran bir çoban gibi, onları birbirinden ayıracak. Koyunları sağına, keçileri soluna alacak. O zaman Kral, sağındaki kişilere ‘Sizler, Babamın kutsadıkları, gelin!’ diyecek, ‘Dünya kurulduğundan beri sizin için hazırlanmış olan egemenliği miras alın. (...)’. (...) Sonra solundakilere şöyle diyecek: ‘Ey lânetliler, çekilin önümden! İblis ile onun melekleri için hazırlanmış sönmez ateşe yollanın.”[67]
C. KUR'AN MEALLERİNDE “SİYASAL ÇAĞRIŞIMLI SAĞ VE SOL” MEALİ VERİLEN AYETLER

Açıklamalı meal yazarı Hasan Basri Çantay (1887-1964) Vakıa suresindeki 8. ve 9. ayetlere şöyle meal vermektedir: “Sağcılar(a gelince) o sağcılar ne mutludurlar! Solcular(a gelince) o solcular ne bedbahttırlar!” Çantay ayetlerin orijinalinde geçen (أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ) Ashâbu’l-Meymene ve (أَصْحَابُ الْمَشْأَمَةِ) Ashâbu’l-Meş'eme ifadelerine verdiği anlama benzer şekilde (أَصْحَابِ الْيَمِينِ) Ashâbu’l-yemîn[68] ve (أَصْحَابُ الشِّمَالِ) Ashâbu’ş-Şimâl[69] ifadelerine de yine sağcılar ve solcular şeklinde meal vermiştir.[70] Ahmed Davudoğlu’nun tercihi de sözkonusu ifadeleri sağcılar ve solcular olarak Türkçeleştirme yönünde olmuştur.[71] Birçok mealde Ashabu'l-Yemin'e "sağcı", Ashabu'ş-Şimal'e "solcu" denildiğini söyleyen Ali Bulaç’ın iddiasının[72] aksine, meal yazarlarının çoğu ideolojik çerçeveye sahip “sağcı” ve “solcu” kelimelerini meallerinde kullanmamakta gayet özenlidir.

Bazı meal yazarlarınca sağcı ve solcu şeklinde meal vermeye malzeme teşkil ettiği düşünülen ayetlerde bu kelimelerden ne kastedildiğini ortaya koymak, siyasal içeriğe sahip sağ ve sol kavramlarıyla Kur'an’daki ifadelerin bir ilişkisinin olup olmadığını gösterme açısından önemlidir. Bunu gerçekleştirirken konuya ilişkin kavramların Arapça orijinallerini çoğunlukla Latin harfleriyle vereceğiz.


1. Sağ: Ashâbu’l-yemîn ve Ashâbu’l-meymene
a. Ashâbu’l-yemîn

Sol (شأم) kelimesinin zıddı olan ve sağ taraf anlamındaki yemin (يَمِينِ)[73] kelimesi ve türevleri bereketli, kuvvet, kudret, iyi, hak ve ant anlamındadır. Aynı kökten gelen Yemen’in Kâbe’nin sağında kaldığı için bu adı aldığı söylenmektedir.[74] Ashâbu’l-yemîn, kıyamet gününde amel defterleri sağ taraflarından verilecek olan[75] bereketli, uğurlu ve mutlu kimselerdir.[76]

Ashâbu’l-yemîn ifadesi Kur'an’da dört ayette beş defa geçmektedir: “Ashâbu’l-yemîn (sağdakiler), ne mutlu o Ashâbu’l-yemîne!”[77] ayetinde kastedilen onların saadete eren kimseler olduklarıdır.[78] Diğer bir ayette cennette verilen nimetlerden söz edilmesinin ardından, “Ashâbu’l-yemîn içindir (bu nimetler).”[79] denilmektedir.

Ashâbu’l-yemîn’e defterlerini sağdan alacak olan dostlarının selamı iletilmektedir: “Eğer o, Ashâbu’l-yemînden ise, sana Ashâbu’l-yemînden selam!"[80] O anda canının boğazına gelip dayandığı saniyede bu selâm ne gönül okşayıcı, ne hoş bir armağandır! Defterleri sağdan verilecek olan yoldaşlarının ilerdeki dostluğu onun gönlünü şenlendirir.[81]

“Her nefis kendi kazancına bağlıdır (ona göre rehin alınmıştır). Ancak Ashâbu’l-yemîn hariç.”[82] ayetindeki Ashâbu’l-yemîn ifadesine dair, Ali bin Ebi Talib ve İbn Ömer onların “Müslümanların çocukları olduğunu” söylerken, bu yorumun gerekçesi olarak onların günah yüklenmemiş olmaları gösterilmektedir.[83] Mukatil ise Allah’ın misak aldığı günde Adem’in sağ tarafında bulunan cennetlikler olduğunu söylemiştir.[84] Sumeyt ibn Aclân’ın “günah içinde gafletli bir dönemin ardından tevbe edip hayatını o doğrultuda sürdürüp vefat eden kimseler” olduğu görüşüne ek olarak[85] onların melek ya da Allah’ın hizmeti için seçtiği kullar olduğu da ifade edilmektedir.[86] Hasen(u’l-Basri) ve İbn Keysan ise bunların ihlaslı Müslümanlar oldukları, sorumluluklarını yerine getirdikleri için de ahirette rehin alıncak bir durumlarının söz konusu olmadığı kanaatindedir.[87]
b. Ashâbu’l-meymene

Ashâbul-meymene, ifadesi iki ayette üç defa geçmektedir: “Sağın adamları (var ya) ne mutludurlar o sağın adamları!”[88] “(Güzel amelleriyle sarp yokuşu[89] aşan) O kimseler var ya işte onlar sağın adamlarıdır.”[90] Bunlar cennet ehlidir. Bunlar, ya amel defterleri sağ taraflarından verilenler[91] olduklarından ya onların sağ tarafları Allah'tan bir nûr ile aydınlandığından[92] ya da yemin sözü ile güzel ve iyi olan şeylere işaret edildiğinden, yemîn kökünden türemiş olan meymene ile isimlendirilmişlerdir.[93]

Ashâbu’l-meymene terkibinin cennete sağ taraftan götürülen kimseler olduğu da ifade edilmektedir. Süddî[94] ve İbn Abbas Ashâbu’l-meymene’nin Adem’in sulbünden zürriyeti çıkarıldığında onun sağında yer alan kimseler olduğunu söylemiştir. İbn Cüreyc’e göre bunlar iyilik yapan, el-Hasen ve Rabî’e göre ise güzel amelleri nedeniyle kendilerine uğur getiren kimselerdir. el-Müberrîd’e göre, Ashâbu’l-meymene (dinde) öne geçen kimselerdir.[95] Ashâbu'l-meymene lafzının ayette tekrarlanmasından maksat ise Ashâbu'l-meymenenin elde edecekleri sevabın, çok olacağını anlatmaktır.[96] Ayetteki مَا أَصْحَابُ الْمَيْمَنَةِ (Ne Ashâbu’l-meymene!) "Ne" (مَا) lafzının tekid ve lafzın anlamının da şöyle olması mümkündür: Kitapları (amel defterleri) sağ taraflarından verilecek olanlar, işte onlar ileriye geçecek ve mevkileri yüksek olacak olanlardır.[97] Onların sonsuz mutluluk ve güzel bir yaşayış imkânına kavuşmalarına da işaret edildiği de söylenebilir.[98] Ashâbu'l-meymene ifadesinin “doğruyu bulmuş olanlar” manasında mecaz olarak kullanılması da söz konusu olmuş olabilir. Sağ taraf, meclis ve mahfellerde saygı ve hürmet mevkii olduğuna göre, " Ashâbu'l-meymene" hürmet makamında bulunan yüksek şeref sahipleri demek olur.[99]

Onlar, o yüksek vasıflarla nitelenmiş olan o kahramanlığı yapan, esir kurtarmak veya öyle zor bir günde bir yetime veya çaresize yemek yedirmek suretiyle can kurtaran, bunlara gücü yoksa iman edip de birbirine sabır ve merhamet tavsiye etmek suretiyle teselli ve kalp kuvveti vermeye çalışan müminler, mutluluk sahipleri, kitapları sağ taraflarından verilecek kişiler, kendilerine ve başkalarına uğurlu kimselerdir.[100] “İşte bunlar, amel defterleri sağlarından verilenlerdir.”[101] Aynı zamanda bu gibi kimseler hayra vesile olan ve kendilerinden istifade edilen kişiler olmaları sebebiyle meymenetli diye nitelendirilirler. Bunlar öyle çok meymenet sahibi zatlardır ki uğur ve bereketleri her yönden gıpta ve hayrete şayandır.[102]
2. Sol: Ashâbu'ş-şimâl ve Ashâbu’l-meş’eme
a. Ashâbu'ş-şimâl

Ashâbu'ş-şimâl, bedbaht kimselerdir ve bu lafızla, Ashâbu’l-yemînin karşısında yer alan ve kitapları kendilerine sol yanlarından verilen, hor ve hakîr durumda olan kimselere işaret edilmiştir.[103] Sonra, Cenâb-ı Hak, Ashâbu’ş-şimâlden daha geride olan ve kendilerine olan kızgınlığın şiddetinden dolayı yüzlerine bile bakılmayacak olan en gerideki bir başka topluluktan bahsetmiştir.

Ashâbu’l-meş’eme ile aynı anlamda olan ve kitaplarını sol taraflarından alan cehennemlikleri tanımlamak için kullanılan[104] Ashâbu’ş-şimâl[105] tabiri Kur'an-ı Kerîm'de Vakıa suresinin kırkbirinci ayetinde geçmektedir. Bu kimselerin dünyadaki davranış ve tutumları şöyledir: “Çünkü onlar bundan önce varlık içinde sefâhete dalmışlardı. Büyük günahı işlemekte ısrar ediyorlardı. Ve diyorlardı ki: ‘Biz ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz? Önceki atalarımız da mı?"[106] Müşrik oldukları ifade edilen[107] bu varlıklı kimseler; kendilerine mühlet verilmiş, şımartılmış keyiflerine düşkün ve hiçbir şeye aldırış etmeyen kimseler idiler. Onların kibiri, dünyevi güçleri, pozisyonları, ailelerinin toplumdaki nüfuzu ve sahip oldukları insan gücünden dolayı idi. Halbuki her türlü dünyevi güç, kaybolup gidecek bir gölgeden başkası değildir.[108] Müfessirlerin çoğu, bu kesimin işlediği büyük günahın[109] şirk olduğu kanaatindedir.[110] Bu büyük günahın diriliş olmadığına dair yeminleri anlamına geldiği de söylenmiştir.[111]
b. Ashâbu’l-meş’eme

Meş’eme’nin (مشأمة) türediği شأم kelimesi يُمْنِ kelimesinin zıddıdır. Bu kelime ve türevleri, doğurgan olmayan kadın, sıkışık mekân, kötü komşu, kişinin içinde bulunduğu topluma zarar vermesi, sol tarafına almak,[112] zararlı, faydadan yoksun anlamlarına gelmektedir. Şam (شأم) bölgesinin de Kabe’nin solunda kaldığı için bu adı aldığı söylenmektedir.[113] Ashâbu’l-meymenenin zıddı olan Ashâbu’l-meş’eme ifadesiyle[114] söz konusu kesime mensup olanların kötü hallerine işaret edilmektedir.[115] Meş’eme terimi aynı zamanda tahkir ve gazap ifadesidir.[116] Sol tarafı,[117] sol kolu, uğursuzluğu[118] ve “kötülüğe batmışlık durumunu” ifade etmek için de kullanılır. Bu mecazın kökeni, gelecekteki bazı olayların, kuşların belli dönemlerdeki uçuş yönlerine bakılarak tahmin edilebileceği inancına dayandığı da ifade edilmektedir. Uçuş sola doğru ise uğursuzluk demektir. Bu eski inanış zamanla dilin kullanımına yansımış, böylece “sol” kavramı, az veya çok “uğursuz” ile eş anlamlı hale gelmiştir. Kur’an'ın deyimsel kullanımında bu kavram, “eğrilik/kötülük”e dönüşmüştür.[119]

Ashâbu’l-meş’eme şeamet ve uğursuzluk getiren değersiz, meymenetsiz, kendilerine ve başkalarına uğursuzluğu dokunan kimselerdir ve bu tabir iki ayette geçmektedir. İlk ayette Ashâbu’l-meş'eme hayırsız, imansız ve kâfir kimseler[120] için kullanılmıştır: “Solun adamları ise ne uğursuzdurlar onlar!”[121] İkinci ayette ise, “Âyetlerimizi tanımayanlar ise, onlardır işte uğursuz kimselerdir.”[122] denilmektedir. Muhammed b. Ka’b’a göre onlara Ashâbu’l-meş’eme denilmesinin nedeni, kitaplarının sol taraftan verilmesinden,[123] Süddî’ye göre, onların Adem’in sol tarafından alınıp yaratılmalarından,[124] Yahya b. Sellâm’a göre kendilerine kötülük etmelerinden[125] veya cehenneme sol taraftan götürülenlerden olmalarından dolayıdır.[126] İbn Cüreyc’e göre bunlar kötülük yapan, el-Hasen ve Rabî’e göre ise kötü ve çirkin amelleri nedeniyle kendi başlarına iş açan kimselerdir. Onları sonsuz keder, kötü bir hayat[127] ve şiddetli bir azap beklemektedir.[128] Onlar yalanlayan ve sapkın kimselerdir.[129] Ashâbu’l-meş’eme de sol tarafta, alçak yerde bulunan değersiz yahut kendilerine ve yakınlarına uğursuzluğu dokunan kimseler olunca her iki anlama da delalet edecek şekilde lafız -Vakıa suresi 9. ayette- tekrarlanmaktadır.[130] Böylece de durumun önemine ve hayret edilecek bir hal olduğuna dikkat çekilmiş[131] ve karşı karşıya kalacakları azabın çok olacağına[132] işaret edilmiş olmaktadır.
SONUÇ

Gerek Ashâbu’l-yemîn gerekse Ashâbu’l-meymene tamlaması "uğur, bereket"; ve yine gerek Ashâbu’ş-şimâl, gerekse Ashâbu'l-meş'eme tamlaması ise "uğursuzluk, kötülük” ile ilişkili olmakla beraber esasen bunlar Araplardaki “hayrın sağdan ve şerrin sol taraftan geldiği” tela kkisiyle bağlantılıdır. Yine, Arapça'da bu mâna ile ilişkili olarak söz konusu tabirlerden birincisi değerli ve yüksek mevkideki insanları, ikincisi de düşük mertebede bulunanları ifade etmek üzere kullanıllmaktadır. Bu bilgiler dikkate alınarak, -bağlama göre farklı tercümeler yapılabilirse de- "Ashâbu'l-meymene" ve "Ashâbu'1-yemîn" terkipleri meal verilirken aynen bırakılabilir. Bununla birlikte, illa da Türkçeleştirmek tercih edilecekse “sağcılar” şeklindeki çeviriden ziyade “amel defterleri sağlarından verilenler/ahirette mutluluğa erenler/Allah'ın razı olduğu tavırları ve tutumları benimseyenler/O'nun katında değerli kimseler" şeklindeki çeviriler yeğlenmelidir. Aynı şekilde, Ashâbu’l-meş'eme ve Ashâbu’ş-şimâl deyimleri de lafız korunarak meallere yerleştirilebilir ya da bu terkipler tercüme edilecekse “solcular” yerine “bedbaht kimseler/kötülüğe batanlar/defterleri soldan verilenler” şeklinde verilen mealler tercih edilmelidir.

Bu ifadeler Kur'an’da doğrudan ekonomik ve(ya) ideolojik bir işleve sahip değildir. "Ashâbu’l-yemîn: Sağ Ehli", "Ashâbu'ş-Şimâl: Sol Ehli" demektir. Nasıl "ateş ehli" anlamındaki "Ashâbu'n-Nar"ı, "ateşçi"; Hıristiyan ve Yahudileri kasteden "Ehl-i Kitab"ı "kitapçılar" olarak anlamlandırmıyorsak benzer şekilde "Ashâbu’l-yemîn" ve "Ashâbu’ş-Şimâl" ifadelerini, siyasal içerikli sağcı ve solcu kelimelerini kullanarak tercüme etmemek gerekir. Araplar sağcıya "Yemînî" (يميني), solcuya "Yesârî" (يساري) demektedir. Kur'ân'da veya sünnette yemînî ve yesârî kullanılmamaktadır.

Felsefi olarak bir siyasal rejimin destekçileri anlamındaki sağcılar ve karşıtları anlamındaki solculardan mütevellit sağcılık ve solculuk terimlerinin İslam ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Hiçbir Müslüman kendisini İslam dışı sistemler içinde asla “sağcı” olarak tavsif etmemelidir. Belki de –Allahu rahmet etsin- Seyyid Kutub'un da belirttiği gibi İslam'a herhangi bir dış katkıyı radikal bir şekilde reddetmek gerekmektedir.

Kur'an-ı Kerim’de sağ ve sol ifadelerinin siyasetle alakalı olarak yorumlanması mümkün değildir. “Siyasal çağrışımlı sağcılar ve solcular” şeklinde meali verilen dört terkip de Mekki surelerde geçmektedir. Dolayısıyla ortada İslami bir düzen de yoktur ki, o ayetlerde sağcılıktan ve solculuktan bahsedilmiş olsun. İnananlara yakışan isim "Müslüman"dan başkası değildir: "O (Allah), sizi 'Müslüman' olarak isimlendirdi."[133] "Allah'a çağıran, salih amelde bulunan ve 'ben Müslümanlardanım' diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?"[134] Allahu Teala Müslümanları ne sağda ne solda fakat “orta yolda”[135] bir ümmet kılmıştır. Takvaya uygun olan da budur.

http://www.muratkayacan.net/content/view/607/29/
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi

Konu sevginur tarafından (7. February 2013 Saat 10:29 PM ) değiştirilmiştir.
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
meymene, meşeme, sağ, sol


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 11:25 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam