hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > İMAN > Allah'a İman > Allahın sıfatları

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 31. October 2022, 08:48 AM   #1
bartsimpson
Super Moderator
 
bartsimpson - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2012
Mesajlar: 963
Tesekkür: 481
200 Mesajina 303 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
bartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud of
Standart Allah’ın kelimeleri

Bazı ayetlerde geçen Allah’ın kelimelerinden maksat nedir?
Kuran Allah'ın kelimeleridir söylemi doğru bir söylem midir?
__________________
"Hayat bugündür. Emin olduğun tek hayat. Onu en iyi şekilde yaşa."

Konu bartsimpson tarafından (31. October 2022 Saat 09:01 PM ) değiştirilmiştir.
bartsimpson isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 19. November 2022, 10:06 AM   #2
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

"Allah'ın kelimeleri" ifadesinin hangi anlamları verdiği:
-10 Yunus-64.
-6 En'am-34
-31 Lokman-27.
ayetlerinden saptanabilir.

Burada esas olan
-rab
ile
-rabb
kelimelerinin ne manaya geldiğini bilmektir

Rab:Tanrı, İlah, Allah anlamlarını verir

Rabb: ise eğitici, öğretici, yetiştirici anlamlarını verir. İnsanlar ve sair için de kullanılır.

Rabb'il alemin ifadesinin anlamı da "Allah'ın, alemlerin Allah'ı" değil de, alemlerin (yaşanmışların, yaşayanların, yaşananların)/ dünyanın/ kainatın/ bilimidir.

Saygılarımla.
Galip Yetkin

Konu galipyetkin tarafından (16. January 2023 Saat 10:58 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. November 2022, 09:00 PM   #3
bartsimpson
Super Moderator
 
bartsimpson - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2012
Mesajlar: 963
Tesekkür: 481
200 Mesajina 303 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
bartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud of
Standart

Alıntı:
bartsimpson Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Bazı ayetlerde geçen Allah’ın kelimelerinden maksat nedir?
Kuran Allah'ın kelimeleridir söylemi doğru bir söylem midir?
Sevgili Galip Ağabey saygı ve sevgi ile ellerinizden öperim.
Özlettiniz kendinizi.
Bu vesile ile de olsa kelamınızı duymak mutluluk verici.

Sorumu çok net sorduğumu sanıyorum ama aradığım cevap bu değildi.

Şu ayetler farklı şeyler düşünmeme neden oluyor;

HÂKKA*/ 40-41-42-43
Şüphe yok ki bu, kerem sâhibi bir elçinin sözü elbet.
Ve bu, şâir sözü değil, ne de az inanırsınız.
Ve kâhin sözü de değil, ne de az düşünürsünüz.
O rabbül'âlemînden bir tenzildir(download/indirilmedir).

TEKVÎR*/ 19-20-21-22-23
Bu, onurlu/kerim bir elçinin sözüdür.
(Bu elçi,) Bir güç sahibidir, arşın sahibi katında şereflidir.
İtâat edilir/sözü dinlenir orada, emniyetlidir/güvenilirdir de.
Ve Arkadaşınız deli değildir.
Onu apaçık bir ufukta görmüştür.

Sanki 2. bir kişi var ve yazılan ayetteki cümleler O'na ait olabilir gibi....???

Rab ve Rabb konusundaki bilgilendirme için teşekkür ederim.
Farklı iki kavramı anlamama yardımcı oldunuz.
__________________
"Hayat bugündür. Emin olduğun tek hayat. Onu en iyi şekilde yaşa."

Konu bartsimpson tarafından (26. November 2022 Saat 09:12 PM ) değiştirilmiştir.
bartsimpson isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 30. November 2022, 01:24 PM   #4
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Alıntı:
Sanki 2. bir kişi var ve yazılan ayetteki cümleler O'na ait olabilir gibi....???
Ikinci bir kişi değil de iki anlatan var gibi (aynı şey ya).... Peygambere vahyveren ve Peygamberin ağzından yazdırılan Allah'ın vahiyleri. Allah'ın bazı ayetleri "emir" içerdiğinden sanki Allah bize drekt hitap ediyor glbl.

Saygılarımla.
Galip Yetkin

Konu galipyetkin tarafından (1. December 2022 Saat 01:14 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 2. December 2022, 02:48 PM   #5
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Rabbil alemin konuda Sayın R.İhsan Eliaçık'ın aşağıda linkini verdiğim yazısının başlangıcında iyi bir anlatımı var. Tavsiye ederim dinleyin.

https://www.youtube.com/watch?v=xjrlPxg_sVc

(Bazan ileriden başlıyor. O nedenle başından dinleyin,çünkü ilgilendiren konu başlangıçta)

Saygılarımla.
Galip Yetkin

Konu galipyetkin tarafından (2. December 2022 Saat 09:50 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 2. December 2022, 10:51 PM   #6
bartsimpson
Super Moderator
 
bartsimpson - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2012
Mesajlar: 963
Tesekkür: 481
200 Mesajina 303 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
bartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud ofbartsimpson has much to be proud of
Standart

Alıntı:
galipyetkin Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Bu konuda Sayın R.İhsan Eliaçık'ın aşağıda linkini verdiğim yazısının başlangıcında iyi bir anlatımı var. Tavsiye ederim dinleyin.

https://www.youtube.com/watch?v=xjrlPxg_sVc

(Bazan ileriden başlıyor. O nedenle başından dinleyin,çünkü ilgilendiren konu başlangıçta)

Saygılarımla.
Galip Yetkin
Başından 03:24'e kadar olan kısım biraz biraz benim bahsettiğim konu ile alakalı.

Zannımca konuyu biraz açayım ve kendi fikrimi beyan edeyim.

Aslında mevzubahis olan "KELİMELER" ise bunları "OKU"yacak/"OKU"yabilecek birileri de olmalı.
Öyle olmasa neden ilk emir ve ayet "İKRA" ola ki?
Demek ki okunacak bir şeyler, "KELİMELER" var.

Peki "ALLAH DAHA HENÜZ BİRŞEY VAHYETMEMİŞKEN", rasulüne neden ilk emir olarak "OKU" desin ki?
Öyle ya birisi bana "OKU" dese "NE OKUYACAĞIM?" derim. "BEN OKUMA BİLMEM" demez.

"NE" okuyacağını bilmemekle, "O" şeyi okumayı bilmemek farklı şeylerdir.
Birisi size Shakespeare'in Hamlet isimli eserini, orjinal ingilizce haliyle verse ve "OKU" dese ne derdiniz?
"KELİMELERE" vakıf olursanız ve anlamlandırmayı bilirseniz düzgün bir şekilde "OKU"rdunuz.

Yukarıda; "ALLAH DAHA HENÜZ BİRŞEY VAHYETMEMİŞKEN" rasulüne neden ilk emir olarak "OKU" desin demiştik.
Acaba gerçekten öylemiydi?

Muhammed Mekke'de faaliyet gösteren çok önemli ve saygın bir tüccardı.
Herkesin tanıdığı, emin olduğu ve sözüne itibar edilen bir birey.
Ve söylendiği gibi okur yazar olmayan cahil bir insan da değildi.
Ayrıca ticaret rotası İpek Yolu güzergahının üzerinde idi.

Bu güzergahta karşılaştığı onlarca yüzlerce insandan dinlediği hikayeler kıssalar ve maceralar, ne tesadüftür ki ileride "DÜŞÜNÜP İBRET ALINMASI GEREKENLER" olarak müslümanların karşısına vahiy şeklinde çıkacaktı.

Yusuf / 7. Ayet
Ra'd / 4. Ayet
Şuarâ / 7. Ayet
Ankebût / 15. Ayet
Ankebût / 24. Ayet
Ankebût / 25. Ayet
Ankebût / 34. Ayet
Rûm / 22. Ayet
Câsiye / 4. Ayet
Târık / 6. 7. Ayet

Ayrıca "ÖNCEKİ KAVİMLERİN HELAKINI" anlatan hikayeler ve kıssalar da...

FECİR SURESİ
FİL SURESİ
ŞEMS SURESİ
KAF SURESİ
SAD SURESİ
ARAF SURESİ
........

"OKU"mayı bilenlerin "KELİMELERİ" yorumlaması.....

En başında "İBRAHİM" zamanından beri bilinen, (O, aradığı gerçeğe, sorarak ve sorgulayarak yani "AKIL" yolu ile ulaşmıştır. Bu nedenle insanlar ayetlerde sık sık "AKLETEMEZMİSİNİZ" diyerek uyarılmaktadır.) söylenen ve yorumlanan "KELİMELER" en son Muhammed ile tekrar gerçek anlamlarına kavuşuyor ve "OKU"nması isteniyordu.

En son "KELİMELERİ" "OKU"mayı bilen kişi tarafından....
.
.
.
__________________
"Hayat bugündür. Emin olduğun tek hayat. Onu en iyi şekilde yaşa."

Konu bartsimpson tarafından (2. December 2022 Saat 10:55 PM ) değiştirilmiştir.
bartsimpson isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 3. December 2022, 01:07 AM   #7
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Sayın Bart.
Şu yazdıklarımı seninki ile karşılaştırır mısın?


Bazı ayetlerde geçen "Allah’ın kelimeleri"nden maksat nedir?

Soru Detayı:

- “Allah'ın sözlerini değiştirebilecek hiçbir kuvvet yoktur.” (Enam, 6/34)
mealindeki ayette yer alan “Allah’ın kelimeleri / sözleri”nden maksat, -vahyin sözleri değil- Allah’ın elçileri ile onları yalanlayanlar hakkında tarih boyunca gerçekleşen hükmü demektir.
-
“Allah'ın sözlerinde asla bir değişme yoktur.” (Yunus, 10/64)
mealindeki ayette de “değişmeyen sözler” den maksat vahiy sözleri değil, Allah hükmü, kanunu, prensibi demektir.

- Enam suresinde Allah’ın elçileri ile onları yalanlayanlar hakkında tarih boyunca gerçekleşen hükmü anlamına geldiği nasıl anlaşılıyor?
-*Veya Yunus suresinde maksat vahiy sözleri değil, Allah hükmü, kanunu, prensibi olduğu nasıl anlaşılıyor?


Cevap:

Değerli kardeşimiz,

“Senden önce nice peygamberler yalancı sayıldılar da tekzib olunmaya ve her türlü eziyete uğratılmaya karşı sabrettiler. Nihayet kendilerine yardımımız gelip yetişti. Öyle ya, Allah’ın kelimelerini (sabredenlere yardım vâdini) değiştirebilecek hiçbir kuvvet yoktur. Nitekim o resullerin kıssalarından bazı bölümler sana ulaşmıştır.” (Enam, 6/43)

mealindeki ayette “Kavimlerinin eziyetlerine karşı sabır ve tahammül gösterenlere Allah’ın yardım ettiği”nin bildirilmesi, ardında da “Allah’ın kelimelerini değiştirecek hiç kimsenin olmadığı” gerçeğine vurgu yapılması, bu iki cümle arasındaki bağlantıyı göstermektedir.

Çünkü, sabrın mükâfatı, vahyin değişmemesi olamaz. Gelen yardımın vahyin değişip değişmemesiyle bir alakası yoktur.

Burada tek bir açıklama vardır o da: “sabır gösterenlere Allah’ın yardımının gelmesi, eskiden beri yürürlükte olan ilahi bir prensip olduğu” gerçeğinin vurgulanmasıdır.

“Onlar (takva sahibi müminler) için dünya hayatında da âhirette de müjde vardır. Allah’ın kelimelerinde (hükümlerinde, verdiği sözlerinde) asla değişiklik olmaz. İşte bu müjdeler en büyük mutluluktur.” (Yunus, 10/64)

mealindeki ayette ise, “Müminler için hem dünyada hem ahirette müjdelerin olduğu” bildirilmiştir. Ardından da “Allah’ın kelimelerinde bir değişiklik asla olmaz” mealindeki ifadeye yer verilmiştir.

Dikkatle bakılırsa, burada da “müjdeler” ile “Kur’an’ın sözlerinin değişmemesi” arasında bir ilişki yoktur.

Çünkü, bu müjdelerin tahakkuk edip etmemesi, Kur’an’ın tahrife uğrayıp uğramasıyla hiçbir ilgisi olamaz. Zira, her iki durumda da “Allah bir müjdeyi söz vermişse” onun bu hükmü, bu vaadi, bu kararı mutlaka gerçekleşecektir.

Demek ki, bu ayette “kelimeler”den maksat, Allah’ın hükmü, vaadi ve prensipleridir.

Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet.


Saygılarımla
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (3. December 2022 Saat 09:41 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
bartsimpson (6. December 2022)
Alt 5. December 2022, 01:16 AM   #8
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Allah’ın Kelimeleri: Allah, Evren ve İnsan. .

Kur’an, evrendeki tüm varlıkları ve evrene hâkim olan bilimsel kanunları “Allah’ın kelimeleri” olarak tanımlar. İnsan da dahil olmak üzere tüm varlıklar, Allah’dan sâdır olan ama onun parçası olmayan Allah’ın kelimeleridir.

Allah ile Allah’ın kelimeleri arasındaki ilişkinin niteliği Ku’ran’da, insanın göreceli de olsa kavrayabileceği bir örnekle anlatılır. Zira, Allah eşi ve benzeri olmayan bir varlıktır, insanın kavrama yeteneği ise sınırlıdır.

Bu hususu, yenilikçi düşünür Muhammad Shahrour’un eserlerinden faydalanarak özetlemeye çalışacağım.

Kuran’da, Allah’in varlık alemiyle olan ilişkisi, insan ile insanın ağzından çıkan kelimeler arasındaki ilişkiye benzetilir. Nasıl ki bizden kaynaklanan kelimelerimiz, ortaya çıktıktan sonra artık bizim fiziksel parçamız olmuyorsa, varlık alemi de Allah’tan çıkan ama O’nun parçası olmayan kelimeleri gibidir.

Allah için, “güneş” kelimesi Güneş’in, “ay” kelimesi Ay’ın, “insan” kelimesi insanın ta kendisidir. Yani, objektif maddi gerçek olan varlık âlemi ve bu âleme hükmeden genel bilimsel kanunlar, Allah’ın kelimelerinin ta kendisidir.

“Gökleri ve yeri objektif/gerçek varlıklar olarak yaratan O’dur; O ne vakit “ol” dese (varlık) hemen varoluş sürecine girer; O’nun kavli hakktır/gerçektir.” (En’äm 6:73)

“O, bir şeyi yaratmak istediği zaman, O’nun işi, sadece o şeye “ol” demektir; o da hemen oluşma sürecine girer.” (Yäsïn 36:82)

Allah hem kendisini, hem de evrendeki varlıkları “hakk” diye tanımlar. Yani insan zihninin bir ürünü veya illüzyon olmayan, insan zihninin dışında bağımsız bir şekilde varolan objektif gerçek…

“Allah hakktır, objektif gerçektir.” (Hacc 22:62)

Aynı şekilde varlık aleminin de hakk, objektif bir gerçek olduğunu söyler.

“Biz göklerle yeri ve ikisi arasındakileri ancak hakk, gerçek olarak yarattık.” (Ahkäf 46:3)

Peki Allah “hakk, gerçek” dediği varlık âlemini nasıl gerçekleştiriyor? Elbette, “Allah’ın kelimeleri” dediği evrendeki varlıklar ve evrensel bilimsel kanunlarla.

“Allah varlık alemi gerçeğini kelimeleriyle (maddi varlıklarla ve evrensel kanunlarla) meydana getirir, gerçekleştirir.” (Yûnus 10:82)

Şu unutulmamalıdır: Allah var ettiği şeyleri belli bir bilimsel mekanizma ve kanunlar dahilinde, belli bir süreç içinde yaratır. Evren ve insan belli bir evrim sürecine tabi olarak, tedrici bir şekilde meydana gelmiştir. Aşağıda Allah’ın Kelimeleri ifadesini, evrene hâkim olan kanunlar çerçevesinde yorumlayacağım.

Allah’ın Kelamı ve Allah’ın Kelimeleri

“Kelimeler” terimi burada Allah’ın Kuran’da veya diğer ilahi kitaplarda bize ulaşan kelâmı manasında olamaz. Oysa tefsirciler bunu hep bu şekilde yanlış anlamışlar, “kelâm” ile “kelimeler”i birbirine karıştıra gelmişlerdir.

Kelâm değişmez değildir. Eski ilâhi mesajlar tahrif edilip değiştirilmiştir. Ayrıca Allah, Ku’ran’dan önceki kelâmlarında bazılarını insanların değişen şartlarına, algı ve bilgi seviyelerine göre değişiklikler yapmış, bazı eski hükümleri değiştirip yeni hükümler yollamıştır. Zaten nesihin asıl doğru manası budur. Nesih bir peygambere verilen bir ilahi mesajın/kitabın içinde değil, farklı peygamberlere verilen farklı ilahi mesajların/kitapların arasında olabilir ancak.

Kelâmdan farklı olarak, Allah’ın kelimeleri olan evrensel bilimsel kanunlar hiç bir zaman değişmez, değiştirilemez.

“O’nun kelimelerini/evrensel kanunlarını değiştirebilecek yoktur.” (En’äm 6:115)

Kelam veya kelamulllah Allah’in elçilere yolladığı vahiydir.

“Eğer müşriklerden biri senden sığınma hakkı isterse, ona eman ver ki Allah’ın kelamını/Kur’an’ı dinleyebilsin.” (Tevbe 9:60)

Ama, evrendeki varlıklar ve evrensel kanunlar ise Allah’in kelimesi ve kelimeleri diye tanımlanıyor Ku’ran’da. Hz. İsa için meselâ “Allah’in kelimesi” denmektedir.

“Melekler dedi ki, “Ey Meryem, Allah kendisinden bir kelime ile seni müjdeliyor, onun ismi Meryem oğlu İsa Mesih’tır.” (Âli İmrân 3:45)

Bu ayette, “İsa da Allah’ın evrende yarattığı her şey gibi O’nun bir kelimesi, objektif gerçekliği olan bir varlıktır”, denmektedir. Bu ayet açıkça gösteriyor ki, “Allah’ın kelimesi”nden kastedilen şey, tefsircilerin yanlış anladığı gibi tevhit kelimesi olan “La ilahe illallah” olamaz. Zira Meryem’e verilen şey tevhit kelimesi değildi, İsa’ydı. Allah’ın kelâmının bir parçası olan “La ilahe illallah” ibaresi, Allah’ın varlık aleminde objektif bir varlığı olan bir kelimesi, yarattığı bir varlık değildir, sadece kelâmıdır.

Kelâmın Varlığı Subjektif, Kelimelerin Varlığı Objektifdir

Ku’ran’daki “Allah’ın kelamı” ve “Allah’ın kelimesi” terimleri arasındaki bu cevheri farkın önemi ve beraberinde getirdiği sonuçlar savaş ayetleri açısından muazzamdır. Tevbe 9:40 gibi ayetlerde zikredilen, “Allah’ın kelimesi” olan, yâni uğruna savaşılması gereken en yüce şey denilen bu “ilay-i kelimetullah” denilen şeyin Allah’ın bir kelâmı olan “La ilahe illallah” ile hiç bir alâkası yoktur.

“La ilahe illallah” ibaresi Allah’’ın kelâmının bir parçasıdır ama Allah’ın kelimesi değildir. Yani evrene hâkim olan Allah’ın evrensel bilimsel kanunlarından biri değildir. Böyle olsaydı dünyada tevhide inanmayan kimsenin kalmaması gerekirdi! İnsanlar ilahî kelâma ve “La ilahe illallah”a inanıp inanmamayı ve ona inanmanın gereğini yapmamayı seçebilir. Allah’ın Ku’ran’daki emirleri, insanlar ona inanıp uygulamadıkça yeryüzünde gerçekleşmeyecektir. Yani o emirlerin varlığı subjektifdir. İnsan hayatında gerçekleşmeleri insanların o emirlere, o kelâma uymalarına bağlıdır.

Ama Allah’ın kelimeleri olan evrendeki objektif maddi varlıklar (güneş, dağlar vs.) ve onlara hâkim olan bilimsel kanunlar, kimsenin onlara inanıp inanmamasından etkilenmez. Onlar objektif, maddi bir şekilde, insanın zihninden bağımsız olarak vardırlar. İnsanlar onların varlığına ister inansın ister inanmasın, o bilimsel kanunlar insanların hayatına hükmederler.

“İşte böylece, Rabbinin yoldan çıkmış kimseler hakkındaki “artık onlar iman etmeyecekler” kelimesi/evrensel kanunu gerçekleşti.” (Yûnus 10:33)

Çünkü bu insanlar, yaptıkları kötülükler ve işledikleri cinayetler yüzünden kendi doğalarını o kadar bozup, kendilerini dönüşü olmayan oyle bir noktaya getirdiler ki, artık o noktadan sonra tövbe edip iman etmelerini kendi elleriyle imkansız hâle getirdiler. Böylece insanın kötü icraatlarının bazı kaçınılmaz neticeleri hakkındaki evrensel kanun o kimseler hakkında gerçekleşmiş oldu.
Seçim Özgürlüğü

Peki “La ilahe illallah” ibaresi Allah’in kelamının bir parçası ama Allah’ın kelimesi değilse (asla değiştirilmesi mümkün olmayan Allah’ın evrensel bir kanunu değilse), o zaman Tevbe 9:40 gibi ayetlerde bahsedilen ve uğruna savaşmanın en yüce gaye addedilen “ilay-i kelimetullah” denilen bu Allah kelimesi ne o zaman?

Allah’ın insan doğasına yerleştirdiği ve insanı insan yapan en önemli kanun, yeryüzünde sadece insana vermiş olduğu o en müstesna özellik: seçim özgürlüğü.

10:19, 2:256, 2:251, 4:76, 22:40 gibi diğer ayetler de seçim özgürlüğü kanunun Allah’ın insanlar hakkındaki değişmez evrensel kanunu olduğunu ve bu kanunu ihlâl eden tüm despotlara ve diktatörlüklere karşı savaşmanın nasıl da ilay-i kelimetullah olduğunu açıklar.

“Allah kelimeleriyle (evrensel kanunlarıyla ve evrendeki varlıklarla) gerçeği/varlık alemini meydana getirir, her ne kadar mucrimler hoşlanmasa da.” (Yûnus 10:82)

Burada kastedilen kelime/kanun, tevhit ibaresi olsaydı eğer, yeryüzünde buna aykırı hareket edebilecek hiç bir inkârcı olamazdı. Herkes iradesiz bir robot gibi bu tevhit kanununa tâbi olmak zorunda kalırdı.

Özetle:

“Allah hakktir/objektif gerçektir.” (Hacc 22:62)
“Allah’in kavli/sözü objektif gerçektir.” (En’am 6:73)
ve

“Allah, varlık alemi gerçeğini kelimeleriyle (maddi varlıklarla ve evrensel kanunlarla) meydana getirir.” (Yûnus 10:82)
Dolayısıyla, varlık alemi Allah’dan sadır olan ama Allah’ın bir parçası olmayan kelimeleridir.
Elif Çelik.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (9. December 2022 Saat 10:41 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
bartsimpson (6. December 2022)
Alt 10. December 2022, 04:08 AM   #9
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Allah Peygamberi çağırdı.
Ve O'na "iKRA" dedi.

Pek iyi de;
Ortada "kuran" dediğimiz kitap mitap yok.

Peygamber ne yaptı?

Okudu da neyi okudu?

Saygılarımla.
Galip Yetkin

Konu galipyetkin tarafından (31. January 2023 Saat 07:33 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 12. December 2022, 08:36 AM   #10
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Psygamber ne yaptı?.

Kainatı va Allah!ın kelimelerini gözleyen, vahy alan ve uyarı yapan peygamberi, en doğru ve sade anlatımıyla Sayın Hakkı Yılmaz'dan dinleyelim.

"Peygamberimize ilk vahyin gelişiyle ilgili rivayet şöyledir:
“Bize, Yahya b. Bükeyr, ona Leys, ona Ukayl, ona İbni Şihap, ona Urve b. Zübeyr, Urve de müminlerin annesi Ayşe'den tahdis etti. Müminlerin annesi Ayşe şöyle dedi:
Rasülüllah'a ilk vahyin başlayışı, uykuda doğru rüya görmekle olmuştur. Her gördüğü rüya sabah aydınlığı gibi ortaya çıkardı. Sonraları ona yalnızlık sevdirildi. Hıra dağındaki mağaraya yalnızlığa çekilir, belirli gecelerde ailesinin yanına gelinceye kadar ibadet ederdi. Tekrar yiyecek içecek alır, yine giderdi. Tekrar Hadice'nin yanına döner, yiyecek içecek tedarik edip yine giderdi. Ta ki vahiy gelene kadar...
Birgün Hıra mağarasında iken melek ona geldi, “إقرأ oku” dedi. O da “ ما انا بقارئ Ben okuyucu değilim” dedi. Peygamber buyurdu ki: “O zaman melek beni alıp takatım kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine, “إقرأ oku” dedi. Ben de ona, “Ben okuyucu değilim” dedim. Yine beni alıp ikinci defa takatim kesilinceye kadar sıkıştırdı. Sonra beni bırakıp yine, “إقرأ oku” dedi. Ben yine, “Ben okuyucu değilim” dedim. Sonra beni üçüncü defa sıkıştırdı. Sonra bırakıp:
“Yaratan Rabbinin adıyla oku! İnsanı kan damlasından yarattı. Oku! Rabbin en büyük cömertliğin sahibidir.”
Bunun üzerine Rasulüllah, bu ayetlerle yüreği titreyerek Hadice'ye döndü. “زمّلونى زمّلونى Beni sarıp örtünüz, beni sarıp örtünüz!” dedi. Korkusu gidinceye kadar vücudunu sarıp örttüler. Ondan sonra, olanları Hadice'ye haber verdi. “Kendimden korktum” dedi. Hadice de:
“Hayır, vallahi. Allah seni ebediyen rüsva etmez. Çünkü sen, yakınlarına sıla yaparsın, acizlerin işini görürsün, fakire yardım eder, kimsenin kazandıramayacağını kazandırırsın. Misafiri ağırlarsın. Hak vekillerine yardımcı olursun” dedi. Ve hemen Peygamberi alıp amcasının oğlu Varaka'ya götürdü. Bu kişi cahiliye döneminde Hıristiyan olmuş bir kişi idi. İbranice yazı yazmasını bilir, İncil'den Allah'ın dilediği kadar bazı şeyleri İbranice yazardı. Ve kördü. Hadice, Varaka'ya:
“Amcaoğlu dinle! Kardeşinin oğlu ne söylüyor?” dedi. Varaka:
“Ne var kardeşimin oğlu?” diye sorunca, Rasulüllah, gördüğü şeyleri ona haber verdi. Bunun üzerine Varaka:
“O gördüğün, Allah'ın Musa'ya indirdiği Namus'tur. Ne olurdu, senin davetin günlerinde ben de genç olsaydım. Kavminin seni çıkaracakları/hicrete zorlayacakları zaman sağ olsaydım.” Bunun üzerine Rasulüllah:
“Onlar beni çıkaracaklar mı?” diye sordu. O da:
“Senin gibi bir şey getirmiş [vahiy tebliğ etmiş] bir kimse yoktur ki düşmanlığa uğramasın. Şayet senin davet günlerine ulaşırsam sana son derecede yardım ederim” dedi. Ondan sonra çok geçmedi, Varaka öldü. Ve bir müddet vahy kesildi.”

Alak suresi şimdiye kadar bu rivayet doğrultusunda anlaşılmaya çalışılmıştır. Oysa ayetleri anlamanın en iyi yolu, onları Kur’an’ın diğer ayetleriyle açıklama ilkesinden hareket ederek sureyi Kur’an’ın genel çerçevesi içinde anlamaya çalışmaktır. Bu ilke, öncelikle vahyin başlangıcını anlatan ve yukarıda özeti verilen meşhur rivayetin Kur’an ışığında dikkatle incelenmesini gerektirir. Bu incelemenin bizi ilk elde ulaştıracağı sonuçlar şunlardır:

•İlk vahiylerin uyku esnasında inmediği Kur’an ile sabittir.
(Necm/11-13) Rivayette iddia edildiği gibi ilk vahiyler rüyada inmiş ise, bunun Alak suresinden önce vuku bulmuş olması ve o rüyada inen vahye ait başka ayetlerin de bulunmuş olması gerekir. Böyle bir şeyin kabulü ise vahyin eksik toparlandığının kabulü olur ki, bu hem tarihî belgelere hem de Rabbimizin kitabını koruma vaadine ters düşer. Ayşe'den rivayet edilenler doğru ise, rivayette sözü edilen vahiyler ancak Ayşe'nin olayları hatırlayabileceği çağa ve peygamberimizin evine dâhil olduğu döneme ait olabilir.
Rivayet, Ayşe'nin ağzıyla, sanki Ayşe olaylara tanık olmuş ve anlatmış gibi aktarılmış, geniş bilgi verilmemiştir. Hâlbuki herkes tarafından bilinmektedir ki, ilk vahiyler geldiğinde Ayşe küçük bir çocuktur.

• Peygamberimiz, kendisine ilk vahiy geldiğinde korkmamış, ürpermemiştir. (Necm/13-17) Varaka gaybı bilmez, bilemez. Bu rivayette Varaka, tahminin de ötesinde, kehânette bulunmaktadır. Rivayetin peygamberlerin öz yurtlarından çıkarılmasıyla ilgili bu bölümü İbrahim suresinin 13. ayetinden alınmış gibi görünmektedir. Böylece Rabbimizin değişmez ve şüphe götürmez beyanı Varaka'ya isnat edilmiştir.



13,14Ve kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimseler, elçilerine: “Ya sizi kesinlikle yurdumuzdan çıkaracağız, ya da kesinlikle bizim dinimize/ yaşam tarzımıza döneceksiniz!” dediler. Rableri de elçilerine: “Biz şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları kesinlikle değişime/ yıkıma uğratacağız ve onlardan sonra sizi kesinlikle o yere yerleştireceğiz. Bu, makamımdan ve tehdidimden korkan içindir” diye vahyetti.
(İbrahim/ 13,14)


88,89Toplumundan büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şu‘ayb! Ya seni ve seninle beraber inananları kentimizden kesinlikle çıkarırız, ya da bizim dinimize/ yaşam tarzımıza dönersiniz!” Şu‘ayb, dedi ki: “İstemesek de mi! Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin dininize/yaşam tarzınıza dönersek, kesinlikle Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah'ın dilemesi dışında ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz bilgisi ile her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a güvenip dayandık.” –Ey Rabbimiz! Bizimle toplumumuz arasında hak ile hükmet. Çünkü Sen hükmedenlerin en hayırlısısın!–
(A’raf/ 88, 89)


86Ve sen Kitab'ın sana vahyedileceğini/indirileceğini ummuyordun. O, ancak Rabbinden bir rahmet olarak verildi. Öyleyse sakın kâfirlere; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenlere arka çıkma/ yardımcı olma.
(Kasas/86)

Kur’an'a göre ilk vahiy Hıra Mağarası'nda değil, Mescid-i Aksa'da; Cennetu’l-Me'vâ denilen yerde gelmiştir. Hıra mağarası ile ilgi¬li rivayetler, hem Peygamberimizi hem de vahyi rencide eder.
• Bu rivayet doğruysa, Kur’an'da tam üç tane "ikra" sözcüğünün eksik olduğunun kabul edilmesi gerekir.
• Eğer bu rivayet doğru sayılırsa, ilk mümin, ilk müslüman Peygamberimiz değil, En'âm/l4, l63 ve Zümer/12'nin hilâfına Hatice olur.

Rivayetteki "bir müddet vahiy kesildi" ifadesi karşımıza bir de "fetret" problemini çıkarmaktadır. Sözlük anlamı olarak, "bir çeviklikten sonra gevşeme, sertlikten sonra yumuşama, güçlülükten sonra gelen zayıflık, aralık, boşluk" demek olan fetret,konumuz itibariyle "tebliğsiz dönem" anlamına gelir. Bu "tebliğsiz dönem"in ne kadar sürdüğü rivayetten rivayete değişmektedir; 12, 15, 25, 40 gün, hatta 3 sene sürdüğünü iddia eden rivayetler vardır. Bu rivayetler, Fetret'in sebepleri konusunda da birbirleriyle çelişkili bir çeşitlilik arz ederler. Fetret'e, yani vahyin kesildiğine ve bunun sebebine dair rivayetler güvenilir olmaktan çok uzaktır.
Fetretin nedenlerine dair Razî'nin naklettiği şu görüşler, konuyla ilgili rivayetlerin neden güvenilir olmadığını gösterecek niteliktedir:
1- Ehl-i Beyt içinde tırnağı uzun olanlar varmış.
2- Peygamberimiz bir savaşta ayağını taşa vurup kanatmış, bunun üzerine “Sen, kanayan ve karşılaştığı şey Allah yolunda sayılan bir parmak mısın?” diye sızlanmış. Allah da buna kızmış, vahyi kesmiş.
Oysa bu olay, Sahih-i Buhari'de başka konular dolayısıyla yer alan ve ilk vahiylerin gelmesinden yıllar sonrasına ait bir olaydır.
3- Peygamberimizin evinde, torunları Hasan ile Hüseyin'e ait köpek yavruları varmış. Bu nedenle, bir melek olan Cebrail peygamberimizin evine girememiş.
Oysa peygamberimizin kızı Fatıma, Ehli Sünnet kaynaklarına göre vahyin başlangıcında henüz beş yaşlarında bir çocuktu. Şia kaynaklarına göre ise peygamberimizin nübüvvetle görevlendirilmesinden beş yıl sonra dünyaya gelmiştir. Eşi Ali ile evlenmesi ise hicretin ikinci yılında gerçekleşmiştir. İlk vahiyler sırasında çocuk oldukları iddia edilen Hasan ve Hüseyin, gerçekte hicretin ikinci yılından sonra dünyaya gelmişlerdir.
4- Yahudiler peygamberimize Zülkarneyn ve Ashab-ı Kehf hakkında sorular sormuşlar, peygamberimiz de “yarın cevap vereyim” demiş fakat “İnşaallah” dememiş.
Halbuki Zülkarneyn ve Ashab-ı Kehf'ten Kur'an'da ilk defa 69. sure olan Kehf suresinde söz edilmektedir. Alak suresi ile Kehf suresinin inişleri arasında en az on yıllık bir zaman farkı vardır.

Gerçekte fetret denen böyle bir dönem yaşanmamış, vahiy kesintisiz olarak devam etmiştir. Aslında Duhâ/3 ayeti, fetret konusuna malzeme yapılmıştır. Birçok çevirmen ve yorumcu bu ayeti, Rabbin seni terk etmedi ve sana darılmadı şeklinde anlamış ve ilk vahiyle bu ayet arasında bir fetret döneminin bulunduğu kanısına varmıştır. Oysa Duhâ suresi, iniş sırası olarak 11. suredir. Eğer bu kabulleri doğru olsaydı, ilk vahiyden sonra -bu ayete kadar- hiç vahiy gelmemiş oması veya Duhâ suresi'nin 2. sure olması gerekirdi.
Söz konusu ayetin doğru anlamı, Rabbin sana darılmayacak ve seni bırakmayacak (Duhâ/3) şeklindedir. Yani, bu ayetle Peygamberimiz ve misyonu kesin bir dille teminat altına alınmıştır. Bu ayetteki ifadeler, ayetin içeriğine kesinlik kazandırmak [olacağın kesinliğini tembih] maksadıyla geçmiş zaman kipiyle gelmiştir. Kur’an'da bunun, -Ay'ın yarılması gibi- yüzlerce örneği vardır. Duhâ suresi'nin söz akışı da buna delâlet etmektedir.

Bu surenin iniş sebebi, Rabbimizin rahmet ve hidayeti kendine yazmış [farz kılmış] olmasıdır. Daha sonraki ayetlerden öğreneceğiz ki Rabbimiz, Rahman ve Rahîm olmasının bir gereği olarak rahmeti kendi üzerine borç kılmıştır (En'âm/12, 54); hidayeti üzerine yazmıştır (Leyl/12, Nahl/9); her canlıya rızık vermeyi üzerine borç kılmıştır (Hûd/6).

Yeryüzünde özgürlükler ortadan kaldırılarak insan onuru ayaklar altına alınıp birtakım ilâhlar, rabler oluşturulduğu, şirk, haksızlık, yanlış işler ve kargaşa yaygınlaştığı, doğadaki denge bozulduğu dönemlerde Allah, rahmeti gereği müdahale edip o toplumlara elçi gönderip kitap indirir. Allah, rahmeti üzerine borç kabul etmiştir. İşte Mekke'de bu koşullar altında Muhammed elçi seçilip vahye muhatap olmuştur.

Bu işleri kendine farz kılan Rabbimiz, insanlara hidayet etmeyi [doğru yola kılavuzlamayı]; onlara akıl ve vicdan vermek, peygamber göndermek ve kitap indirmek suretiyle yerine getirmiştir.

Yüce Allah’ın hangi şartlarda toplumlara peygamber gönderdiği, Kur’an'ın birçok suresinde doğrudan ya da dolaylı olarak dile getirilmektedir.
Allah’ın yozlaşmış toplumlara peygamberler göndermesi konusundaki ilahî sünneti gereği, tüm insanlık genel bir hidayet çağrısına muhtaç bir durumdaydı. O günün Mekke'sinde de dinî inanç yozlaşmış, bu yozlaşma ve bozulmalar sonucu yüzlerce tanrısı bulunan müşrik bir kitle oluşmuştu. Bu kitlenin giderek tâğûtî bir sistemle kaynaşması, doğrudan şirk inancının bir sonucuydu. Her tâğûtî sistemde olduğu gibi, orada da alt kesimdeki insanları hor ve hakir gören yeni firavunlar ve küstah asilzadeler türemişti. Bunlar kendi rabliklerinin ve kurdukları düzenlerin sarsılmaması için ihtirasla gayret göstermekteydiler.
Böyle bir ortamda doğmuş ve büyümüş olan Muhammed b. Abdullah, o toplumdan biri olmasına rağmen farklı bir uygulamaya tâbi tutulmuş, Rabbinin özel nimetine mazhar olmuştu. Onun henüz peygamber olmadan mazhar olduğu bu nimet, Allah'ın tektanrıcı bir müslüman olan İbrahim (as)’e de verdiği "doğruyu bulma yeteneği"nin ona da bahşedilmiş olmasıydı (Enbiya/51).
O, kendisine bahşedilen bu anlama ve kavrama yeteneği sayesinde dalâletten kurtulmuş, tevhîd mücadelesi veren, bu uğurda toplumuyla tersleşen bir kimliğe bürünmüştü. Artık onlardan biri değildi, aksine onların şirkini ve tâğûtî düzenlerini protesto ediyordu.
O tarihte Kâbe, Mekkelilerin halka açık parlamentosu, ibadet merkezi idi. Kâbe’de yaptıkları ibadetler; beytin çırılçıplak tavaf edilmesi, ıslık çalarak ve el çırparak gösterişle salat ikame edilmesi şeklindeki yozlaşmış ibadetlerdi (Enfâl/35). Kâbe’nin içi ve çevresi, sahte tanrıların yüzlerce heykeliyle doluydu. İdare ise yöresel firavunlar mesabesindeki Daru’n-Nedve üyelerinin kontrolündeydi. Ne var ki, artık aralarında onlara karşı koyacak kimse¬siz bir adam vardı: Muhammed b. Abdullah.

Kâbe’nin Arablar arasındaki işlevini de dikkate alarak, bir karşılaştırma ve tespit yapmak için önce o günün Mekke'sinin emiri, kerîmi Ebu Cehl'i, sonra da yine Mekke'de doğmuş-büyümüş Muhammed b. Abdullah'ı düşünmek gerekir.
Bu hal ve şartlar içinde, Muhammed b. Abdullah bir gece Kabe'de salat etme; birin aydınlatma, sosyal destek sağlama girişiminde bulunmuş fakat bu arzusu Ebû Cehl tarafından engellenmişti. (Alak/9-10). Bakara/185'e göre Ramazan ayı içinde yer alan bu gece, Duhân/3'teki adıyla "Mübarek Gece", Kadr suresi'ndeki adıyla "Kadr Gecesi"dir. Alak/9-10'da bahsedilen "kul", ittifakla Muhammed b. Abdullah'tır.

Bu tartışma ve salattan engelleme sonrasında Muhammed b. Abdullah, bulunduğu Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya yürür. Nitekim bu olay İsrâ/1'de, "Yürüten... Allah tarafından yürütülen" ifadeleriyle anlatılır,
Mescid-i Haram'ı biliyoruz, ama Mescid-i Aksa neresidir?

Kur’an'da geçen Mescid-i Aksa, bugünkü bildiğimiz Kudüs'teki Mescid-i Aksa değildir. Kur’an'da geçen Mescid-i Aksa, Mekke'de; Haram bölgenin kenarında, Taif yolu üzerinde, Cirâne vadisinin yamacında eski bir mesciddir. İslâm'ın ilk yıllarında Kudüs'te bulunan -bu günkü Mescid-i Aksa'nın yerindeki- mescidin adı Beytü’l-Makdis'tir. Beytü’l-Makdis’in inşası Hz. Süleyman'a dayanır. Hicretten 90 yıl sonra Abdülmelik b. Mervan, Beytü’l- Makdis'in yıkıntıları üzerine bugünkü mescidi yapmış ve adını da "Mescid-i Aksa" koymuştur. Kur’an’da adı geçen mescitle ilgisi bulunmamakla beraber Abdülmelik’in yaptırdığı bu mescid de aynı isimle meşhur olmuştur. Konuyla ilgili daha ayrıntılı bilgi inşaallah İsra suresi'nin tahlilinde verilecektir.
Muhammed b. Abdullah'ın geceleyin yürütülüşünün nedeni, İsrâil'den öğrendiğimize göre, Rabbimizin, ayetlerinden bir kısmını ona göstermeyi irade etmesidir:


Kulunu, bir gece, âyetlerimizden/ alâmetlerimizden/ göstergelerimizden gösterelim diye, Mescid-i Haram'dan bir kenarını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüten Zat, her türlü noksan sıfatlardan arınıktır. Şüphesiz O, en iyi işitenin, en iyi görenin ta kendisidir. (İsrâ/1)

Orada neler oldu?

6,7Ve müthiş kuvvetleri olan, üstün akıl sahibi olan ve egemenlik kurmuş olan, en yüksek ufukta idi. 8,9Sonra yaklaştı ve hemen sarktı. İki yay uzunluğu kadar, ya da daha yakın olmuştu. 10Hemen de kuluna, 14son kiraz ağacının yanında 15–ki yanında oturmaya değer konaklama yeri vardır– vahyettiğini vahyetti. 16O zaman kiraz ağacını kaplayan kaplıyordu. 11Gönlü, gördüğünü yalanlamadı. 12Onun gördüğü şeyden kuşku mu duyuyorsunuz?/Onun gördüğü şey hakkında o'nunla mücâdele mi ediyorsunuz?
13Andolsun onu, başka bir inişte daha gördü. 17Göz şaşmadı ve azmadı. 18Andolsun, Rabbinin alâmetlerinin/göstergelerinin en büyüğünü gördü.
(Necm/7-18)

Evet, en büyük ayeti gördü: Vahiy aldı, peygamber oldu. İlk aldığı vahiy “ikra!”dır.
Muhammed b. Abdullah artık bir peygamberdir. Bundan sonra sadece Rabbi adına hareket edecektir.
Musa (as) ve Muhammed (as)'in ilk vahiy alışları arasında benzerlik vardır. Musa bir ateş görür, ateşten bir parça kor almak için ateşe doğru yürür ve dağa çıkar. Orada bir ağaçtan tecelli [görüntü ve ses] etmesiyle vahye muhatap olur. Muhammed de Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya yürür ve orada son sidre ağacından bir tecelli ile vahye muhatap olur. (Kasas/30 ve Tâ-Hâ/9-24. ayetleri tetkik ediniz.)"

Saygılarımla.


(Mescid'il haram ve mascid'il aksa üzerinde Isra suresi açıklamalarının 2. sayfası sonunda aşağıdaki
çekincelerim vardır:
Alıntı:
galipyetkin Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
.
Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (31. January 2023 Saat 07:18 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
bartsimpson (30. April 2023), dost1 (1. January 2023)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
allah’ın, kelimeleri


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 02:07 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam