hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > EĞİTİM - ÖĞRETİM > Güzel Sanatlar

 
 
Seçenekler Stil
Alt 5. September 2013, 05:29 AM   #1
pramid
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
pramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud of
Standart Kuranda anlatım sanatı

KURANDA ANLATIM SANATI

Günümüzde Kuran üzerine çalışan müfessirlerin birbiriyle çelişkili olarak ortaya koydukları görüşlerin ve farklı dinî ekolleri kuşatan birçok anlayışın, hiçbir temele dayanmadığı gerçeğidir. Çünkü (bu görüş sahipleri) Kur’ân’ın lafızları kullanmadaki amacını net bir şekilde anlamış değildirler. Bu insanların zihninde yerleşen anlayışa göre, bu lafızlar ile söylenilmek istenilen ancak (sıradan/birincil) anlamlardır. Bir temele dayanmıyorlar, çünkü (bahsi geçen) ekoller, Kur’ân lafızlarından yararlanmadan, anlamları daraltmışlardır; sonuç olarak, görüş ve inançlarını Kur’ân’ın üstünde tutmuşlardır.
Onlar, Kur’ân’ı araştırma ve anlamayla ilgili sağlam prensiplere dayanmadıkları için, Kur’ân’ı doğru biçimde anlamamışlardır. Bu prensiplerin ilki; (sahip olduğumuz) kültür, bilgi ve felsefeyi, önümüzdeki metnin önüne geçirmemek; bu metnin ihtiva ettiği değer yargılarını, görüş ve inançları, bizzat bu metnin gösterdiği veya işaret ettiği bilimsel ve sosyolojik fikirleri -bu fikirler inandığımız şeylere uymasa bile- anlamaya çaba sarfetmektir.
Bu konuyla ilgili olarak örnek vermek istersek,
"Yâsîn. Hikmetli Kur'ân'a andolsun. Kuşkusuz sen gönderilmiş elçilerdensin. Dosdoğru yol üzerinde, yani üstün ve çok esirgeyen Allah'ın indirdiği (Kur'ân yolu) üzeresin. Babaları-ataları uyarılmamış, bu yüzden kendileri de gaflet içinde kalmış bir toplumu uyarman için... Andolsun onların çoğuna o söz hak oldu; artık onlar inanmazlar. Biz onların boyunlarına halkalar geçirdik. Çenelere kadar dayanan o halkalar yüzünden kafaları kalkıktır. Önlerinden sed ve arkalarından sed çektik de onları kapattık; artık görmezler. Onları uyarsan da uyarmasan da onlar birdir, inanmazlar. Sen ancak zikre uyan ve görmeden Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte öylesini bir mağfiret ve güzel bir mükafaatla müjdele" (36/1-11)

Kaza, kader ve fiillerin yaratılması (insan hürriyeti) gibi felsefî problemlerle ilişkili görüşlerin çoğunda müfessirlerin bu âyete dayandıklarını görüyoruz. Zira bu ve bunun gibi âyetleri inceleyen bir araştırmacı, bu âyetlerde, geleneklerin baskı altında tuttuğu, zamanın geçmesiyle kalpleri katılaşan ve hatta evrene o merkezden bakacak kadar batıl inançların egemenliği altında kalan kişilerin halini, güçlü bir ifade tarzı ile dile getiren, simgesel-edebî bir betimleme olduğunu görecektir.

Bu müfessirler konuyu iyice dağıtıyorlar, insanın Kur’ân’ı doğru anlamasına engel olacak şeylerden bahsediyorlar ve hatta (Kur’ân’ın) edebî zevkini ve lafızların insan psikolojisinde uyandırdığı etkiyi bozan, zihinleri bazı felsefî problemlere çeviren şeyleri zikrediyorlar ki, Kur’ân’ı doğru anlamak için bunlardan uzak durmak gerekir. Yukarıdaki âyetlerin sonuna bakalım:

Sen ancak zikre uyan ve görmeden Rahman'dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte öylesini bir mağfiret ve güzel bir mükafaatla müjdele" (36/1-11),
Bu ayet Kur’ân’ın neyi anlatmak istediğini çok açık-seçik biçimde bize açıklıyor ve her mesaj ile meydana çıkabilen, her zaman ve mekanda olabilen bir sosyolojik olgunun varolduğunu bize izah ediyor. Şöyle ki, insanların psikolojileri ve eğilimleri birbirinden farklıdır. Onların eski anlayış ve alışkanlıklardan kurtulup yeni şeyleri kabul etmeleri, onları kuşatan şartlara, onların başlarına gelecek bazı olaylara ve gelecek için toplumlarını uyandırmaya çabalayıp, ilerleme ve uygarlık yolunda topluma yön verecek özgür bireyler yetişmesine bağlıdır. Burada görüyoruz ki, Kur’ân önceki âyetlerde, iki grup insanı karşılaştırıyor. Birinci grup, önderleri (uyarıcıları) olmayan, geleneklerin ezdiği ve (batıl) inançların egemenliği altında kalan sınıf ki, Kur’ân
“Babaları-ataları uyarılmadığından ötürü bilgisiz kalmış bir toplumu uyarman için...” (36/6) âyeti ile bunların niteliğini açıklıyor.
İkinci grup ise, bu gibi mesajlara eğilimli ve hazır durumda olanlar ki, Kur’ân bunlar hakkında, “Sen ancak, söz dinleyen ve görmeden Rahman'a bilinçli saygı duyan kimseyi uyarabilirsin. Artık o kimseyi, yarlıgama ve onurlu bir ödülle müjdele” (36/11) buyuruyor.
Bu âyetleri ve bunların dışındaki pekçok âyeti ele aldığımızda; Kur’ân’ın bu olguyu söz konusu ettiğini, bu olguyu ve insanların eğilimlerini nitelediğini görürüz. Şayet tasvir edişte bir farklılık oldu ise bu tamamen amaçlı bir durumdur. Kuvvetle muhtemeldir ki, burada amaç, Son nebi(s.)’yi rahatlatmak, onun tedirginliğini ve endişesini gidermek veya tamamen statik haldeki kişileri bu durumdan uzaklaştırmaktır. Ayrıca bu iki amacın dışında, araştırmacının bulabileceği başka, bir ihtimal (yorum) daha olabilir. Ancak bizim kanaatimize göre burada hiçbir şekilde müfessirlerin; “Allah kafirlerin gelecekte iman etmeyeceklerine dair kesin hükmünü koymuştur.” biçimindeki görüşleri bu ihtimaller içerisine giremez.
***
Zihnimiz Kur’ân’ın kıssa anlatım tekniğine yönelmelidir. Gördüğümüz kadarıyla, büyük din ve tefsir bilginleri Kur’ân kıssalarını “müteşabih” sayıyorlar; dinsizler ve onların izlerini takip eden misyonerler ile oryantalistler buradan, Peygamber ve Kur’ân’a saldırmak için sızacak bir gedik bulmuş oluyorlardır.

1- Bahsi geçen din ve tefsir bilginlerinin Kur’ân’a yönelik yaklaşımları, tek kelime ile, bazılarının takip ettiği tutarsız bir yöntem üzerinde odaklanmaktadır ki, bu yöntemin kaçınılmaz sonucu, Kur’ân kıssalarının, “dinî” veya “edebî” metinler olarak değil “tarihsel” belgeler olarak araştırılmasıdır. İşte bu noktada, usulcülerin, dilci ve edebiyatçıların yöntemine göre, Kur’ân kıssalarını ele almaya başladım. Belki bu biçimde düğümler çözülecek, problemler ortadan kalkacak ve nihayet dinsiz ve misyonerlerin sızdığı bu kapı -inşallah- bir daha açılmamak üzere kapanacaktı.
2- Kur’ân’ı Kerim’deki kıssa bütünlüğü, hiçbir biçimde peygamberlerin kişiliklerine bağlı değildir. Ancak ve herşeyden önce, dinî konular ile kıssaların sosyal ve ahlâkî hedeflerine bağlıdır. Burada eski müfessirlerin Kur’ân kıssalarını niçin “müteşâbih” saydıklarını daha iyi anlamış oluyoruz.
3- Kur’ân, kayda değer olmayan nadir birkaç durum istisna edilirse, sırf tarih bilgisi vermesi açısından tarihî verilere yönelmemiş; bunun aksine, tarih disiplininin dayandığı temellerden, zaman ve mekan unsurlarını kapalı tutma yolunu tercih etmiştir.
Bu noktada şu hususu kavramalıyız, bazıları, hiç kastedilmediği halde, tarihin temellerini (Kur’ân’da) araştırmakla kendilerini meşgul edip, Kur’ân kıssalarının gerçek amaçlarını ihmal ettikleri vakit, hadiseyi tam tersine çevirdiler. Eğer onlar kendilerini bu gerçek amaçlarla meşgul etmiş olsalardı; kendilerini büyük bir sıkıntıdan da kurtarmış olacaklar; Kur’ân kıssalarının dinî ve sosyal yönlerini, duygu ve vicdanları harekete geçiren, akıl ve kalpleri etkileyen bir berraklık içinde ortaya koyabilecekler; böylece dinî meseleleri yerli yerine oturtup, Kur’ân’ın gösterdiği yolu izliyor olacaklardı.
4- Alimler, kıssalarda olaylar ve şahıslar üzerinde dururken, bunların olağanüstü edebî bir tasvir ile anlatıldığı gerçeğini gözardı edip, tarihsel materyaller olduğu noktasında yoğunlaşmışlardır.
Burada, Kur’ân kıssalarını çözümsüz hale getiren bazı soruları, kendilerine sormaya başladılar. Anlatılan olay meydana geldi mi, gelmedi mi? Olay meydana gelmişse olayın kahramanları kimlerdir? Olay nerede ve ne zaman olmuştur? türünden sorulan sorular; onların, Kur’ân’ın olayları anlatmada hedeflediği amaçları doğru bir şekilde kavramalarına engel olmuştur ki, bu amaçlar, özendirme ve sakındırma (terğib ve terhib), nasihat ve öğüt verme, hidayet ve irşad gibi hususlardır.
Şayet insanlar, bu ilkeye göre olaylara ait ifade kalıplarını araştırmış olsalardı; birçok sıkıntıdan kurtulup rahata kavuşmuş olacaklar ve icâz inceliklerine ait birçok konuyu anlayıp, lafızların sihrindeki güçlü aktiviteyi öğrenmiş olacaklardı.
5- Oryantalistler Kur’ân’ın üslûbunu, kıssanın bina edilişini ve terkibini anlamaktan; bina ve terkib sanatını kavramaktan neredeyse tamamen uzak kaldılar. Bunun sonucu olarak da; Kur’ân-ı Kerim’de “şahsiyetin gelişimi” düşüncesini kabul eden hatalı bir görüşe vardılar. Nitekim onların, Kur’ân’daki kıssa öğelerini anlamaktan aciz kaldıklarını ve bu yüzden kendilerinden önce yaşamış olan Mekke müşrikleri ve mülhidlerin; “Muhammed’e (vahyi) bir insan öğretmiştir ve Kur’ân’da tarihî yönden hatalar bulunmaktadır.” biçiminde dile getirdikleri bu görüşü savunduklarını görürsünüz. Şayet bu adamlar Kur’ân’ın içindeki incelikleri anlamış olsalardı, gerçeğe tamamen aykırı ve bilim mantığından uzak olan böyle bir iddiayı savunmazlardı. Bu, bilim adamları için hiç de hoş karşılanacak bir durum değildir.
Kur’ân kıssaları, bize sağlıklı bir şekilde ulaşmış bulunan yegane kıssalardır. Biz bunların mevsûkiyetine inanıyor ve güveniyoruz.
pramid isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
pramid Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
dost1 (5. September 2013), galipyetkin (5. September 2013)
 

Bookmarks

Etiketler
anlatım, kuranda, sanatı


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:53 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam