25. May 2014, 09:54 AM | #11 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.020
Tesekkür: 3.570
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Rasülüllah’ın Sağlığındaki görevleri
Kur’an’a baktığımızda tüm elçilerin görevinin Tebliğ, tebyin- tebeyyün, inzar, öğüt- nasihat verme ve müjdeleme olduğunu görmekteyiz. TEBLİĞ görevi Tebliğ, “taşımak, eriştirmek” demektir. Bu görev elçilerin asli görevlerinin başında gelir. Kur’an’da birçok ayette (Enam/ 19, Maide/ 67,92, 99, A’raf/ 63, 68, 79, 93, Ahkaf/ 23, Ahzab/ 39, Hud/ 57, Cinn/ 27, Teğabün/ 12, Şura /48, Al-i /Imran/ 20, Ra’d /40, Nahl/ 35, 82, Nur/ 54, Ya Sin /17, Ankebut/ 18, Tekvir/ 24) bu konu edilmiştir. TEBYİN (açığa çıkarma)- TEBEYYÜN (sürekli açıkta tutma) görevi Rasülüllah’ın görevlerinden biriside Kur’an’ın Tebyin ve tebbeyyünüdür. Kur’an ayetleri, Rasülüllah’ın hafızasına kaybolmayacak, unutulmayacak şekilde Rabbimiz tarafından yerleştirilmiştir (A’la/ 6-8). Rasülüllah Kur’an’ın hafızıdır. Kendisine gelen konularda, daha evvel inmiş Kur’an ayetlerini ortaya koyarak toplumu aydnlatırdı. Ve sürekli olarak Kur’an’ı okur ve okutarak toplumda meydanda tutardı. Bu konuya dair ayetleri yine Kur’an’da (Nahl/ 39, 44, 64, 92, Zuhruf/ 63, A’raf/ 187, İbrahim/ 4) görmekteyiz. Bazıları Rasülüllah’ın bu görevini, “Ayetleri açıklamak” şeklinde kabul ederler. Bu anlayış hem ayetteki sözcüklerin anlamına aykırıdır hem de Allah’a acziyet izafe etmektir. Kısacası Allah’ın açıklayamadığı, açıklamaktan aciz kaldığı ayetlerin Rasülüllah tarafından daha iyi daha güzel açıklandığını kabullenmektir. (Hâşâ) Yukarıda da belirttiğimiz gibi Rasülüllah’ın, din, iman, hukuk, felsefe, edebiyat açılarından bir uzmanlığı da yoktu. Kur’an, ise mübîndir; Allah tarafından en güzel biçimde açıklanmış, tefsir edilmiş, kimsenin açıklamasına, tefsirine bırakılmamış bir kitaptır. BEŞİR (Müjdecilik) görevi Meryem /97, Şura/ 23, Bakara/ 25, 155, 222, Tevbe/ 112, Yunus/ 2, Hac/ 27, 34, Ahzab/ 47, Zümer/ 17, Saff/ 13, Ya-Sin/ 11, Mâide/ 19, Fetih/ 8. NEZİR (uyarıcılık) görevi Meryem /39, 97, En’am/ 51, 19, 92, Enbiya/ 45, A’raf/ 2, 63, 69, 184, 188, Kasas/ 46, Secde 3, Ya Sin/ 6, Şura/ 7, Müm’in/ 15,18, Yunus/ 2, Hud /12, İbrahim/ 44, Şuara /115, 214, Müddessir/ 2, Mâide/ 19, Hıcr /89, Hacc/ 49, Ankebut/ 50, Kaf/ 2, Naziat/ 45, Ra’d/ 7, Sad /4, 65, 70, Fatır /23, 24, 27 Mülk /26, Furkan/ 56, Fetih/ 8, Fussılet/ 4, Sebe/ 28, Ahzab/ 45, İsra/ 105, Ahkaf/ 9, Bakara/ 119. NASİH – Müzekkir (Öğütçü) Rasülüllah’ın ve tüm elçilerin görevlerinden bir tanesi de Kur’an ile öğüt verme işidir. Kaf/ 45 45Biz, onların söylediklerini daha iyi biliriz. Ve sen, onların üzerinde zorlayıcı değilsin. O hâlde sen, Benim tehdidimden korkan kimselere Kur’ân ile öğüt ver. Ayrıca, En’am/ 70, Zariyat/ 55, Tur /29, A’la/ 9, Ğaşiye/ 21, A’raf/ 62, 68, 79, 93, Tevbe/ 91, Hud/ 34. ayetler. Tesbih (Allah’ı noksan sıfatlardan arındırma) görevi Tüm peygamberler gibi Rasülüllah da şirk içinde yüzen bir topluma elçi gönderildi. Toplumun Allah inancı ve Allah’ın Rabblik, ilahlık sıfatlarında yanlış inanış ve ya kabullenmeme vardı. Elçiler Allah’tan aldıkları güvenilir bilgilerle; vahylerle toplum huzuruna çıkıp Allah’a sürülen karaları temizlemekle görevliydiler: Al-i Imran/ 41, Hıcr/ 98, Ta Ha/ 130, Furkan/ 58, Mü’min/ 55, Kaf/ 39, 40, Tur /48, 49, Vakıa/ 74, 96, Hakka/ 52, A’la/ 1, Nasr/ 3, İnsan 26. HADİ (Kılavuzluk) görevi Rasülüllah’ın bir görevi de topluma kılavuzluk etmesidir. Bu görevi şu ayetlerde görmekteyiz: Şûra/ 52, Ra’d/ 7, Rum/ 53 ve Neml 81. Hâkimlik/ kadılık-hakemlik görevi Rasülüllah’ın bir görevi de toplumda hakemlik ve hâkimlik yapmasıdır. Rasülllah Medine’deki oluşturulan mü’minlerin devletinde, Allah’ın indirdiği vahyler doğrultusunda hakemlik ve hâkimlik de yapacaktır; yapmıştır da. 105Şüphesiz Biz, Bizim sana gösterdiğimiz gibi insanlar arasında hükmedesin diye Kitab’ı hak olarak indirdik. Sen de hainler için savunucu olma! 106Ve Allah’tan bağışlanma dile. Şüphesiz, Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edendir. 107Kendilerine hainlik edenleri de savunma. Şüphesiz Allah, aşırı derecede hainlik eden günahkârları sevmez. Nisa/ 105-107 48Sana da Tevrât’ın bir bölümünden kendisinin içinde konu edilenleri doğrulayan ve onları kollayıp koruyan olarak hak ile Kitab’ı/ Kur’ân’ı indirdik. Öyleyse onların aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet. Sana gelen haktan saparak onların arzu ve heveslerine uyma. Ve Biz, sizden hepiniz için bir yol haritası/ toplu yaşam ilkeleri ve geniş, aydınlık bir yol belirledik. Ve eğer Allah dileseydi sizi tek bir önderli toplum yapardı, fakat size verdiklerinde sizi yıpratmak/ denemek için böyle yapmadı. Öyleyse iyiliklere yarışın. Hepinizin dönüşü yalnızca Allah’adır. Sonra O, kendisi hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir. 49Sen, yine aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet, onların tutkularına uyma. Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni davandan vazgeçirerek ateşe atmalarından sakın. Artık sırt çevirirlerse, artık bil ki şüphesiz Allah, bir kısım günahları sebebiyle/ günahlarının acısıyla onları musibete uğratmak istiyor. Ve şüphesiz insanlardan pek çoğu kesinlikle hak yoldan çıkan kimselerdir. Maide/ 48,49 64De ki: “Sizi ondan ve her sıkıntıdan Allah kurtarır. Sonra da siz ortak koşarsınız. 114Ve O, size Kur’ân’ı ayrıntılı/ hak-bâtıl ayrılmış olarak indirdiği hâlde, Allah’tan başka bir hakem mi arayayım?” Ve kendilerine Kitap verdiğimiz şu kişiler, Kur’ân’ın şüphesiz Rabbinden hak ile indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde sen onların bu kitabın Allah tarafından indirildiğini bildikleri hususunda sakın şüphecilerden olma. En’am/ 64, 114 23Kendilerine Kitap’tan bir nasip verilmiş olan şu kimseleri görmedin mi/hiç düşünmedin mi? Onlar, aralarında hüküm vermek için Allah’ın kitabına çağrılıyorlar, sonra onlardan bir kısmı, mesafelenerek geri duruyorlar. Âl-i İmrân/23 213İnsanlar tek bir önderli toplum idi de Allah müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere peygamberler gönderdi ve anlaşmazlık ettikleri konularda insanlar arasında hükmetsinler diye onların beraberinde hak ile kitap indirdi. Ve sırf o Kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra aralarındaki azgınlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, Kendi bilgisi gereği, iman edenlere, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka kılavuz oldu. Ve Allah, dilediği kimseyi/dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar. Bakara/213 Bu ayetlerden de anlaşılacağı üzere Rasülüllah, kendi görüşüne göre herhangibir hüküm koymamış, Allah’ın hükümlerine ortak olmamış, Allah’ın koyduğu hükümlerle hüküm vermiştir. Aynı mahkemelerdeki hâkimlerin, yasa koyucunun koyduğu hükümlerle hüküm vermeleri gibi. Bu görevler, sağlığında yaptığı, yapmakla yükümlü tutulduğu görevlerdir. İrtihalleriyle bu görevler son bulmuştur.
__________________
Halil Ay |
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | beyazasi (25. May 2014) |
25. May 2014, 09:55 AM | #12 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.020
Tesekkür: 3.570
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Dikkate alınması gereken bir diğer noktada şunlardır:
Rasülüllah’a tarih ile ilgili, dini konular ile ilgili yüzlerce soru sorulmuştur. Misyonu ve tebliğ ettiği mesajlar sorgulanmış ve yargılanmıştır. Bir de yüzlerce soru sorulacak pozisyon oluşmuştur. Bunların tümüne; sorulan sorulara ve süal-i mukadderlere, sorgulamalara, yargılamalara cevabı Rasülüllah değil bizzat Allah vermiştir. Çünkü Rasülüllah’ın kendisinin o sorulan soruları cevaplayacak birikimi yoktu. Bunlar Kur’an’dan görülebilir. Kur’an’da 232 tane “kul (de ki)” ifadesi yer alır. Maide/101’de de tüm sorunları Allah’ın çözeceği, Rasülüllah’ın bir katkısının olmayacağı yer alır: Maide/101: 101Ey iman etmiş kimseler! Açıklandığı zaman hoşunuza gitmeyecek olan şeylerden sormayın/ istemeyin. Eğer onlardan Kur’ân indirilirken sorarsanız/ isterseniz de size açıklanır. Allah, onlardan geçmiştir, onları bağışlamıştır. Ve Allah, çok bağışlayan ve çok yumuşak davranandır. Rasülüllah’ın din kültürü olmadığından; kendisine vahyedilenler hakkında yeterli bilgiye sahip değildi. Bu durumda Rabbimiz kendisini, bilgilenmesi için vahy kültürü olan bilginlere yönlendirmiştir. Yunus/94, 95: 94,95Artık, sana indirdiğimiz şeylerin bir kısmına dair kesin, yeterli bilgin yok idiyse, hemen senden önce kitap öğrenip öğreten kimselere sor! Andolsun ki sana Rabbinden hak gelmiştir. O hâlde sakın şüphe edenlerden olma! Sakın Allah’ın âyetlerini yalanlayanlardan da olma, sonra zarara/kayba uğrayıp acı çekenlerden olursun. Ayrıca din; hukuk, sosyoloji konularında bilgili olmadığından aile içi sorunları hakkında bile kendisi herhangi bir hüküm vermemiş, Rabbimiz hüküm indirmiştir. Ahzâb, Tahrim ve Nûr surelerinde ayrıntıları görülebilir. Hadid/25-27. Ayetlerden oluşan pasaj ise tüm peygamberlerin misyonunu ortaya koymaktadır: 25Andolsun ki Biz, elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların hakkaniyeti ayakta tutmaları ve Allah’ın, dinine ve elçilerine, kimse kendilerini görmediği ve tanımadığı yerlerde yardım edenleri bildirmesi/ işaretleyip göstermesi için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz, kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlar için yararlar bulunan demiri de indirdik. Şüphesiz Allah, çok kuvvetlidir, mutlak üstündür. 26Ve andolsun Nûh’u ve İbrâhîm’i elçi gönderdik, peygamberliği ve kitabı bu ikisinin soyları içinde devam ettirdik. Sonra da onlardan bir kısım doğru yolu bulan, onlardan birçoğu da hak yoldan çıkmış kimselerdir. 27Sonra, bunların izinden ardarda elçilerimizi gönderdik. Meryem oğlu Îsâ’yı da arkalarından gönderdik; kendisine İncîl’i verdik ve o’na uyan kimselerin kalplerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlık; onu, onların üzerine Biz yazmadık. Sadece Allah rızasını kazanmak için ortaya çıkardılar. Sonra da buna gereği gibi riâyet etmediler. Sonra da Biz, onlardan iman eden kimselere karşılıklarını verdik. Onlardan pek çoğu da hak yoldan çıkmış olanlardır. Bu âyetlerde, Allah’ın rahmeti gereği insanlar için yaptıklarının bir bölümü; yukarıda konu edilen, musibetlerin kitapta yer alışı beyân edilmektedir. Buna göre Allah, insanların dünya ve âhirette kendilerini musibetlerden koruyabilmeleri için onlara iyiyi-doğruyu, yararlıyı-zararlıyı öğretecek apaçık kitabı, kitabın içinde de insanları dünya ve âhirette tüm musibetlerden kurtaracak ilkeleri indirdiğini ve elçi gönderdiğini bildirmektedir. Burada, elçiliğin misyonu da ortaya konulmuştur. Âyetten açıkça anlaşıldığına göre elçilerin görevi, sadece tebliğ edip kenara çekilmek değil; ilâhî ilkeleri yaşatmak için organize olmak, Allah’tan gelen ilkeleri hayata geçirerek insanları zulümden, kargaşadan, kan dökmekten kurtarmak, mutlu ve huzurlu yaşamalarını sağlamaktır.
__________________
Halil Ay |
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | beyazasi (25. May 2014) |
25. May 2014, 09:56 AM | #13 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.020
Tesekkür: 3.570
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
AKSİ İDDİALAR
Bilindiği üzere peygamberperestler; Rasülüllah’ı kul ve elçilikten Rabbliği ilahlığa; şâriliğe terfi ettirenler, Rasülüllah’ın da Allah gibi dinde hükümler; haramlaştırma helalleştirme yaptığını, ayetleri yorumladığını iddia ederler. Bunlar şirk koştuklarının bilincine varmasalar da akılları sıra bazı ayetleri yanlış çevirerek veya yanlış yorumlayarak sapkın inançlarına malzeme yaparlar. Bu konuya ait kullandıkları ayetler: “O nefsani bir arzudan dolayı konuşmaz, O ancak vahyedilmekte olan bir vahiydir.” (Necm/ 3,4) Görüldüğü gibi, iddialarına malzeme yaptıkları ayetlerin meali doğru değildir. Ayetlerin doğru meali şöyledir: 1Gurup gurup inmiş âyetlerin her bir inişini kanıt gösteririm ki 2arkadaşınız sapmamıştır, azmamıştır. 3O, boş iğreti arzusundan da konuşmuyor. 4Onun size söyledikleri; inen o ayet gurupları, kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir. Necm/1-4 “(Onları) Apaçık deliller ve kitaplarla (gönderdik). Sana da zikri (Kur’an’ı) indirdik ki, insanlara kendileri için indirileni açıklayasın ve onlar da iyice düşünsünler, diye.” (Nahl/ 44) “Ey kitap ehli! Peygamberlerin arası kesildiği bir sırada “Bize ne müjdeleyici bir peygamber geldi, ne de bir uyarıcı” demeyesiniz diye, işte size (hakikatı) açıklayan elçimiz (Muhammed) geldi. (Evet,) size bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmiştir. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.” (Maide 19) Nahl ve Maide suresindeki bu ayetlerdeki tebyin, müjdeleme ve uyarma görevlereini çarpıtmış bulunmaktadırlar. Yukarıda da gösterildiği gibi, ayetleri doğru meallleri ise şöyledir: 43,44Ve Biz, senden önce de, sadece kendilerine vahyettiğimiz olgun insanları açık kanıtlarla ve yazılı belgelerle elçi olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız, haydi Tevrât ve İncîl’i bilen bilginlere sorun. Biz sana da o öğüdü/ Kur’ân’ı, kendilerine indirilmiş olanı ortaya koyman için, onların da iyiden iyiye düşünmeleri için indirdik. Nahl/ 43, 44 19Ey Kitap Ehli! Elçilerin arasının kesildiği bir sırada, “Bize bir müjdeleyici ve uyarıcı gelmedi” demeyiniz diye, size tebyîn yapan/ açıkça ortaya koyan Elçimiz geldi. İşte kesinlikle müjdeleyici ve uyarıcı size geldi. Allah, her şeye en çok gücü yetendir. Mâide/19 Allah elçisini din koymakta Allah’a ortak koşanlar, hüküm verme ile hüküm koymayı ayıramayarak şu ayetleri kendilerine malzeme yapmaktadırlar. Kendi meallerinden sunuyoruz: “Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resulüne davet edildiklerinde, mü’minlerin sözü ancak ‘işittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.” (Nur/ 51) “Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab/ 36) Ayetlerin doğru mealleri: 51Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Elçisi’ne davet edildiklerinde mü’minlerin sözü ancak “İşittik ve itaat ettik” demeleri oldu. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (Nur/ 51) Ayetin yer aldığı pasajda, önce münâfıkların tavırları ve konumları, sonra da mü’minler konu edilmiştir: Münâfıklar, “Allah’a ve Elçi’ye inandık ve itaat ettik” diyorlar. Sonra da onlardan bir grup, geri duruyor, bunlar mü’min değillerdir. Ve aralarında hükmetmesi için Allah’a ve Elçisi’ne çağrıldıkları zaman, onlardan bir grup mesafelenip gitmektedir. Ama eğer hakk kendi lehlerine ise, o’na gönülden bağlı kimseler olarak gelmektedirler. Bunların bu davranışı, kalplerinde bir hastalık olmasından mı, şüpheye düşmelerinden mi, Allah ve Elçisi’nin kendilerine hakksızlık edeceğinden korkmalarından mı? Bilakis onlar, zâlimlerin ta kendileridir! Rasûlullah emrettiği takdirde savaşa çıkacaklarına dair en ağır yeminleriyle Allah’a yemin eden münâfıklar, Yemin etmeyin. İtaat, ma‘rûftur! Şüphesiz Allah, yaptıklarınıza haberdardır. Allah’a itaat edin, Elçi’ye de itaat edin. Artık, eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki, o’nun üzerine olan, sadece o’nun yüklendiğidir. Sizin üzerinize de, size yüklenendir. Eğer o’na itaat ederseniz, hidâyete erersiniz. Elçi’nin üzerine olan da, sadece apaçık tebliğdir diye uyarılmaktadırlar. Mü’minler ise –münâfıkların aksine– aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Elçisi’ne davet edildiklerinde ancak “İşittik ve itaat ettik” derler. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Pasajda münâfıklar ve mü’minlerin durumları açıklandıktan sonra kısa ama evrensel bir mesaj verilmektedir: Kim Allah’a ve Elçisi’ne itaat eder, Allah’a haşyet duyar ve O’na takvâlı davranırsa, işte onlar başarıya ulaşanların ta kendileridir. 36Ve Allah ve Elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiçbir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işlerinde serbestlik yoktur. Ve kim Allah’a ve Elçisi’ne isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır. Ahzâb/ 36 Bu âyette yine Allah’ın değişmez bir ilkesine dikkat çekilmektedir: Allah ve Elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiç bir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işlerinde serbestlik yoktur. Ve kim Allah’a ve Elçisi’ne isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır. Bu âyette ümmete, Allah’ın ve Rasûlullah’ın aldığı bir karara itiraz etmemeleri emredilmektedir ki bu, İslâm’ın temel ilkelerinden biridir. Buna göre hiç bir Müslüman, Allah ve Rasûlü’nün hüküm verdiği bir konuda muhayyer değildir. O konuda Allah’a ve Elçisi’ne teslim olması gerekir. Buradaki Elçi’ye teslimiyet, “Rasûlullah’ın Allah’ın âyetleri çerçevesinde almış olduğu kararlara uyma noktasında”dır. Zaten Allah Elçisi’nin, Allah’ın koyduğu ilkelere uymayan bir karar alması söz konusu olamaz: 12Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, herkesçe kabul gören/ vahye uygun hususlarda sana isyan etmemeleri üzerine bağlılık yemini ederek gelirlerse, hemen onların bağlılık yeminlerini al ve onlar için Allah’tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir. (Mümtehine/ 12) 65Artık, hayır! Rabbine andolsun ki onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadıkça ve tam bir güvenlikle güvenlik sağlamadıkça iman etmiş olamazlar. (Nisâ/ 65) 63Aranızda Elçi’yi çağırmayı, bazınızın bazınızı çağırışı gibi yapmayın. Saklanarak sıvışıp gidenleri Allah kesinlikle bilmektedir. Bu sebeple, O’nun emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir sosyal yangının isabet etmesinden veya kendilerine çok acıklı bir azabın isabet etmesinden sakınsınlar. (Nûr/ 63) Bu âyetin direkt muhatabı, o günkü Müslümanlar olup hüküm de, Rasûlullah’ın aldığı savaş kararları ve Rasûlullah’ın Zeyneb’i Zeyd ile evlendirme kararıdır. Âyetin endirekt muhatabı olan bugünkü Müslümanlar için ise hüküm, kamu otoritesi tarafından Allah’ın âyetleri çerçevesinde alınan kararlardır. Müslüman olduğunu ileri süren kimse, Allah’a ve Allah’ın âyetleri ışığında alınmış karara boyun eğmelidir. Aksi takdirde imanı sorgulanmaya açık hâle gelir. Bu âyette, karar öncesi Rasûlullah ile istişare imkânı ortadan kaldırılmamıştır. Ama Rasûlullah bir karar aldığında, artık ona düşen Allah’a tevekkül etmektir, karardan caymak değildir. Görüldüğü üzere bu ayetler geçen, hüküm koymak değil vahylerin öngördüğü çerçevede hüküm vermektir. Rasülüllah da Allah’ın indirdiği ile hükmetmekle yükümlü olup eğer ki böyle yapmayacak olursa Maide/ 44, 45, 47. ayetlerdeki “…Ve kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kimselerin ta kendileridir.”, “…Ve kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar yanlış; kendi zararlarına iş yapanların ta kendileridir.”, “…Kim, Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, artık işte onlar, hak yoldan çıkanların ta kendileridir” tehditlerine muhatap olur.
__________________
Halil Ay |
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | beyazasi (25. May 2014) |
25. May 2014, 10:03 AM | #14 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.020
Tesekkür: 3.570
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Rasülüllah’ın HARAM KOYMA YETKİSİ olup olmadığı
Rasülüllah’a dinde ilke koyma (haramlaştırma-helalleştirme) yetkisi tanıyanlar, yine kendi inançlarına bazı ayetleri malzeme yapmışlardır. Bunları kendi ifadeleri ile sunuyoruz: Birinci ayet: “Resul size neyi verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının, Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azabı çetindir.” (Haşr/ 7) İşin aslı ve ayetin tamamı ise şöyledir. 7,8Allah’ın, o kent halkından, Elçisi’ne verdiği fey’ler [savaşmadan zahmetsizce elde edilen gelirler], içinizden yalnız zenginler arasında devlet; gücün getirdiği refah olmasın diye Allah’a, Elçi’ye, yakınlık sahiplerine; göç eden fakirlere –ki onlar, Allah’ın armağan ve rızasını ararken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah’a ve Elçisi’ne yardım ederler. İşte onlar, doğruların ta kendileridir–, yetimlere, miskinlere, yolcuya aittir. Elçi, size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah’ın koruması altına da girin. Şüphesiz Allah, kovuşturması/ azabı çok çetin olandır. Bu âyetlerde konu edilen şudur: Feylerin, kamu maliyesine ait olmasına gerekçe olarak, toplumda zenginlerin güç oluşturmaması, kartellerin ve tröstlerin yaratılmaması, refahın paylaştırılması gerektiği gösterilmiştir. İşte bu gerekçe ile kuşatmaya katılan savaşçılara, Elçi, size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah’a da takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, kovuşturması/ azabı çok çetin olandır denilerek, bu uygulamanın insanlık için yararlı olduğu bildirilmiştir. Bazıları, fey ile ilgili âyeti paragraftan ayrı ele alarak Peygamber’e teşrî yetkisi vermişlerdir ki bu, dinin yozlaştırılması demektir. Hâlbuki âyet fey’in taksimatına yönelik olup, “Rasûlullah fey konusunda ne yaparsa ona saygılı olun, verdiğini alın, vermediğini istemeyin” demektir. Tahrim/ 1 1Ey Peygamber! Eşlerinin rızalarını arayarak Allah’ın helâl kıldığı şeyi niçin sen kendine haramlaştırıyorsun? Ve Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir. İkinci ayet: A’raf/ 156, 157 156-157 “Bu dünyada ve ahirette bizim için güzel olanı yaz; biz Sana yöneldik” dedi. Allah: “Azabıma dilediğim kimseyi uğratırım, rahmetim herşeyi kaplamıştır; bunu Allah’a karşı gelmekten sakınanlara, zekat verenlere, ayetlerimize inanıp, yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılı buldukları, okuyup yazması olmayan peygambere uyanlara yazacağız. O peygamber, onlara, uygun olanı emreder ve fenalıktan meneder, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılar, onların ağır yüklerini indirir, zor tekliflerini hafifletir. Bu peygambere inanan, hürmet eden, yardım eden, onunla gönderilen nura uyanlar yok mu? İşte onlar saadete erenlerdir” dedi. Maide/ 15 Ey Kitap ehli! Kitap’dan gizleyip durduğunuzun çoğunu size açıkça anlatan ve çoğundan da geçiveren peygamberimiz gelmiştir. Doğrusu size Allah’tan bir nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir. Tevbe/ 29 Kitap verilenlerden, Allah’a, ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Peygamberinin haram kıldığını haram saymayan, hak dinini din edinmeyenlerle, boyunlarını büküp kendi elleriyle cizye verene kadar savaşın. Bu meallere göz attıktan sonra bir de bu fakirin meallerini görelim: Araf/ 156, 157 156,157Allah diyor ki: “Benim azabım var; onu dilediğime dokundururum, rahmetim de var; o ise her şeyi kuşatmıştır. Onu da özellikle Allah’ın koruması altına girenlere, zekâtını; vergisini verenlere ve âyetlerimize inananlara; kendilerine iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine serbestleştiren, kirli, pis ve kötü şeyleri de üzerlerine yasaklayan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrât ve İncîl’de yazılmış bulacakları Anakentli/ Mekkeli Peygamber, o Elçi’ye uyan kimselere yazacağım. O hâlde, O’na iman eden, O’na kuvvetle saygı gösteren, O’na yardımcı olan ve O’nun ile birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.” Maide/ 15, 16 15,16Ey Kitap Ehli! Kesinlikle, Kitap’tan gizlemiş olduğunuz şeylerin çoğunu açığa koyan, çoğundan da vazgeçen Bizim Elçimiz size geldi. Kesinlikle size, Allah’tan bir ışık ve apaçık bir Kitap geldi. Allah, o Kitapla kendi rızasına uyanları selâmet yollarına kılavuzlar. Onları Kendi bilgisi ile karanlıklardan aydınlığa çıkarır ve onları dosdoğru yola kılavuzlar. Tevbe/ 29 29Kendilerine Kitap verilenlerden, Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Elçisi’nin haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen kimseler ile, alçalmış oldukları hâlde cizye verene kadar savaşın. Rabbimiz bu ayetlerde peygamberlere gelen vahyin evrensel hükümler içerenleri hariç, yöresel ve süreli olanlarından bazısının kaldırılması meselesine işaret etmektedir. Buna göre, Rabbimiz daha evvel gönderdiği kitaplardaki yöresel ve süreli ilkeleri kaldırıp onların yerine Kur’an ile evrensel ve tüm zamanlara yönelik ilkeleri getirmiştir. Bu ayetlerde “çoğundan da vazgeçen” ve “sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren” ifadesiyle Tevrat’ın tamamının Kur’an’da tekrarlanmadığı bildirilmektedir. Burada “vazgeçilen bölüm” ile kastedilen, “Tevrat’ta yer alan, İsrailoğullarını doğrudan hedef alan evrensel olmayan uyarılar, o zaman ki yaptıkları işler ve bunlara yapılan uyarılar, onlara nakledilen kıssalar vs. cinsinden şeyler”dir. Bu ayetlerde konu edilen Rasülüllah’ın yasaklaması ve serbestleştirmesi konusunu anlayabilmek için, iki noktaya dikkat edilmesi gerekir. Birincisi: Rasülüllah neyi yasaklıyormuş, neyi serbestleştiriyormuş ve bunu kimlere yapıyormuş. Âl-i Imran/ 93-95 93,94Tevrât indirilmeden önce, İsrâîl’in/ Ya‘kûb’un kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrâîloğulları için helal idi. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, hemen Tevrât’ı getirip de onu okuyun. Artık kim bundan sonra Allah’a karşı yalan uydurursa, artık işte onlar yanlış, kendi zararlarına iş yapanların ta kendileridir.” 95De ki: “Allah doğru söylemiştir. Öyle ise ortak koşmaktan, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten vazgeçen biri olarak İbrâhîm’in dinine uyun. Ve o, ortak koşanlardan değildi.” Nisa/ 160, 161 160,161Sonra da Yahudileşen kimselerden olan haksız davranışlar, onların birçok kimseleri Allah yolundan alıkoymaları, yasaklandıkları hâlde riba almaları [emeksiz, hizmetsiz, risksiz kazanç sağlamaları] ve insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle kendilerine helâl kılınmış temiz şeyleri haram kıldık. Ve Yahudileşenlerden kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olanlara can yakıcı bir azap hazırladık. En’am/ 146 146Ve Biz Yahudilere bütün tırnaklı hayvanları haram kıldık. Sırtlarında yahut bağırsaklarında taşınan, ya da kemiğe karışan yağlar dışında, sığır ve koyunun yağlarını da onlara haram ettik. Bu, saldırganlıkları yüzünden Bizim onları cezalandırışımızdır. Ve Biz, elbette doğrularız. Nahl/ 118 118Biz sana anlattıklarımızı [leş, kan, domuzun etini], daha önce Yahudilere de haram kılmıştık. Ve Biz onlara haksızlık etmedik. Ama onlar şirk koşarak kendilerine haksızlık ediyorlardı. Daha evvel ayetlerde gördüğümüz gibi Rasülüllah, İsrailoğullarının inançlarıyla, tarihleriyle ilgili bilgiye sahip değildi. Onlara ait hiç kitap da okumuş değildi. Onların geçmişlerine ve inançlarına ait bilgileri Kur’an’dan öğrendi. İkincisi: yasaklayan kişinin statüsüdür. Yasaklamayı “elçi” yapmaktadır. Halbuki “elçi”, “mesaj taşıyan” demektir. Elçiler, kendilerine verilen mesaja; götürmeme, ekleme ve çıkarma yapma, değiştirme gibi şekillerde ihanet edemezler. Burada Rasülüllah da Allah’ın mesajlarını taşımaktadır. Kendisine vahyedilen mesajları insanlara taşımaktadır. Demek oluyor ki haramlaştırma ve helallaştırma aslında Allah tarafından yapılmakta ve elçi aracılığı ile kullara ulaştırılmaktadır. A’raf/ 32 32De ki: “Allah’ın, kulları için çıkardığı zînetleri ve tertemiz rızıkları kim haram etmiş?” De ki: “Bunlar, iğreti dünya hayatında inananlar içindir –kıyâmet gününde yalnız onlar için olmak üzere–.” İşte böylece Biz, âyetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz. Rasülüllah’a izafe edilen haram koyma örneği: Klasik eserlerde Raslüllah’ın altın ve ipeği haram ettiği yolunda ifadeler yer alır. Altın ve ipeğin haramlığının kaynağı olarak da şu rivayet mesnet gösterilir: Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın şöyle dediğini işittim: “İpek ve İbrişim elbise giymeyin. Altın ve gümüş kaplardan su içmeyin, onlarda yemek yemeyin. Zira bu iki şey dünyada onlar (kâfirler), âhirette de sizin içindir.” Bu rivayet farklı versiyonlarla hadis kitaplarında (Buhârî, Et’ime: 28, Eşribe: 28, Libas: 25; Müslim, Libas: 4, (2067); Tirmizî, Eşribe: 10 (1879); Ebu Dâvud, Eşrîbe: 17 (3723); Nesâî, Zînet: 87, (8, 198, 199); İbnu Mâce, Eşribe: 17) yer alır. Bu rivayet ile Rasülüllah’ın altın ve ipek ile ilgili haram ilkesi koyduğu ileri sürülür. Aslında altın ve ipek Allah’ın lütfettiği nimetlerden ve zinetlerdendir. Cenabı hak cennette kullarını altın, gümüş ve ipekle ödüllendireceğini de bildirmiştir. Bizatihi ve biaynihi haram değillerdir. A’raf/ 32 32De ki: “Allah’ın, kulları için çıkardığı zînetleri ve tertemiz rızıkları kim haram etmiş?” De ki: “Bunlar, iğreti dünya hayatında inananlar içindir –kıyâmet gününde yalnız onlar için olmak üzere–.” İşte böylece Biz, âyetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz. Rabbimiz bir şeyin helâl veya haram kılınmasını salt Kendine ait bir yetki olarak ortaya koyduğundan, insanların kendi kafalarına göre haramlaştırma veya helâlleştirme yapmaları tam anlamıyla hadlerini aşmaları anlamına gelmektedir. Bu davranış hiç kuşkusuz “isrâf” sözcüğü kapsamına giren bir davranıştır. 32. âyetteki Allah’ın kulları için çıkardığı ziynetleri ve tertemiz rızkları kim haram etmiş ifadesi, insanların kendi çıkarları doğrultusunda oluşturdukları yasaklara ve serbestliklere karşı Rabbimizin tavrını yansıtmaktadır. Bir istifham-ı inkârî [cevabı beklenmeyen soru] olan bu ifade, aynı zamanda bu konuda yanlış davrananlara da bir azar mahiyetindedir. Bu iki nesnenin normal şartlarda haram olduğuna dair Kur’ân’da herhangi bir hüküm yoktur. Dolayısıyla kendi kendilerine bir takım haramlar koyanlar, Rabbimizin Allah’ın kulları için çıkardığı ziynetleri ve tertemiz rızkları kim haram etmiş sözlerinin birebir muhatapları olmaktadırlar. Ancak bu konuda dikkat edilmesi gereken asıl şey, sadece altın ve ipek ile sınırlı olmamak kaydıyla, Allah’ın kulları için çıkardığı bütün nimetlerin gurur ve kibre âlet edilmemesi veya başkalarının kıskanmalarına yol açacak şekilde kullanılmamasıdır. Çünkü nitelikleri ne olursa olsun, nimetlerin bu amaçlarla kullanılması, ilâhî ilkeler bakımından çirkin bir davranıştır. Meselâ, yaşadığı ortamdaki insanların standartlarının çok üstünde ve pek çoğunun mevcut imkânlarıyla asla sahip olamayacakları özellikte bir araba almak veya bir ev yaptırmak bize göre böyle davranışlardandır. 34Ey iman etmiş kişiler! Şüphesiz, hahamlardan, rahiplerden birçoğu kesinlikle insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan/ başta kendi yakınları olmak üzere başkalarının nafakalarını sağlamayan kimseler, hemen onlara acıklı bir azabı müjdele! 35O gün, biriktirdikleri altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: “İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi, şimdi tadın şu biriktirmiş olduğunuz şeyleri!” Tevbe/ 34-35. âyetlerde, haham ve rahiplerin durumuna dair bilgi verilmekte, 34. âyette de bu uyarıya bağlı olarak, Ve altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayan kimseler; hemen onlara acıklı bir azabı müjdele! O gün, onların [altın ve gümüşlerin] üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: “İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi şimdi tadın şu biriktirmiş olduğunuz şeyleri!” ifadesiyle, kenz yapanlar kınanmaktadır. Onlar bâtıl yolla kazanıp biriktirdiklerini tedavüle de sokmamışlar, hatta bunları insanların sapmaları yönünde kullanmışlardır. Ayrıca Kur’an’da kibirin (Lokman/18, İsra/37, Yunus/75, Müddessir/23, 24, Hucurat/11, Mü’min/37, Kıyamet/31- 35), israfın (En’am/141, A’raf/31, Nisa/6, Al-i İmran/147, Mü’min/28, 34, İsra7 26, 27, 29 ) ve hasedin (Bakara/109, Al-i İmran/120, Şura/14, Felak suresi) yasak olduğuna dair onlarca ayet mevcuttur. Rasülüllah, altın ve ipeğin kullanımının israf, kenz, kibir, kendini beğenme, kıskançlığa sebebiyet verme gibi gerekçelerle yukarıda dökümünü verdiğimiz ayetlerin delaletiyle haram olduğuna hükmetmiştir. Yani Allah’ın koyduğu hükümler çerçevesinde hüküm vermiştir. Yoksulluğun, garibanlığın, işsizliğin kolgezdiği ortamlarda bu hükmü vermek için peygamber olmaya da gerek yoktur. Her mü’min ayetlerden bu hükmü çıkarır ve uygular. Rasüle itaat ayetlerinin çarpıtılması Rasülüllah’ı teşrîde Allah’a ortak edenlerin bir diğer malzemeleri de “Elçiye itaat ediniz” ifadelerinin yer aldığı ayetlerdir. Bu ayetlerin tamamı yukarıda zikredilip elçiye itaatin mahiyeti açıklanmıştır. SONUÇ OLARAK Bizim için örnektir ideoldur, o ne yaparda biz de onu yapacağız. Ahzab/ 21 21Andolsun ki Allah Elçisi’nde, sizin; Allah’ı ve son günü uman ve Allah’ı çokça anan kimseler için güzel bir örnek vardır. O, sadece Kur’an’a uyardı, biz de onun gibi Kur’an’a uyacağız, Kur’ân’ı izleyeceğiz. Netice olarak Peygamberimizin tek sünneti vardır, o da KUR’AN’A UYMAKTIR. Peygamberimize ait milyonlarca nakil, hadis ortaya konulsa, hepsinde de Rasülüllah’ın Kur’an’a uyması, oradaki ilkeleri uygulamasının yer alması gerekir. Başka bir görüntü Rasülüllah’a hakarettir, böylesi de mümkün değildir. Rasülüllah Kur’an dışı herhangi bir uygulama yapmış olamaz. Ayrıca, din-iman, tarih, hukuk, sosyoloji bilmeyen bir kişinin dinde hüküm koyması; kısacası din ortaya atması akla uzak bir şeydir. Bize düşen de yukarıda sunduğumuz Âli İmran/31’deki emre uymaktır; Rasülüllah ile birlikte yol tutmaktır. Aksi halde yaşanacaklar Furkan/27-30’da açıkça beyan buyurulmuştur: 27-29Ve o gün, şirk koşmak sûretiyle yanlış; kendi zararına iş yapan o kimse ellerini ısırarak; “Eyvah, keşke elçi ile beraber bir yol tutsaydım! Eyvah, keşke falancayı iz bırakan bir önder edinmeseydim. Hiç şüphesiz bana geldikten sonra, beni Öğüt’ten/Kitap’tan o saptırdı. Ve şeytan, insan için bir rezil edenmiş!” der. 30Elçi de: “Ey Rabbim! Hiç şüphesiz benim toplumum şu Kur’ân’ı mehcur/ terk edilmiş bir şey edindiler” dedi. Mekkeli; Anakentli Abdullah oğlu Muhammed’in Elçiliğinin kanıtı da vahydir yani Kur’an’dır. Müslümanların yanılgı noktalarından biri de Rasülüllah’ı dinde merkeze alıp ondan da Kur’an’a yönelmeleridir. Habuki gerçek tam tersinedir. Önce Kur’an tanınacak, içeriği incelenecek ve Kur’an’ın bir beşer ürünü olmadığı; Allah kelamı olduğu kanaatine varılacak ondan sonra da Allah kelamını tebliğ edenin peygamberliği kabul edilecektir. Ya Sin/2- 6: 2-6Babaları uyarılmamış, bu yüzden de kendileri duyarsız bir toplumu kendisiyle uyarasın diye en üstün, en güçlü, en şerefli, yenilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, engin merhamet sahibinin indirdiği yasalar içeren/ bozulması engellenmiş Kur’ân kanıttır ki sen, o elçilerdensin, hiç şüphesiz sen dosdoğru bir yol üzerinesin. Necm/1- 4: 1Gurup gurup inmiş âyetlerin her bir inişini kanıt gösteririm ki 2arkadaşınız sapmamıştır, azmamıştır. 3O, boş iğreti arzusundan da konuşmuyor. 4Onun size söyledikleri; inen o ayet gurupları, kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir. 5Arkadaşınıza o konuştuklarını müthiş kuvvetleri olan, üstün akıl sahibi, egemenlik kurmuş olan öğretti. Konuyu, Rabbimizin uyarısıyla kapatıyoruz: Hadid/16: 16İnananlar için hâlâ vakti gelmedi mi ki kalpleri Allah’ı anmak ve haktan gelen için ürpersin de, daha önce kendilerine Kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmiş, dolayısıyla kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu da yoldan çıkmıştır. Hakkı Yılmaz'ın "Dinde Elçilerin Yeri" kitabından alınmıştır. [1] (Buhari, İstikraz,1; Büyu,14) [2] (el Cessas, Ahkamü’l-Kur’an, 11. 258) [3] (Kütübü Sitte, İbrahim Canan tercümesi cilt 17, sayfa 303) [4] (Lisanü’l-Arab; c.4, s. 223, 383. zakkum mad. Mevdudi; Tefhimü’l-Kur’an, Saffat Suresi) [5] (İbni Cerir) [6] (Lisanü’l-Arab; c: 5, s: 114 -116)
__________________
Halil Ay |
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | beyazasi (25. May 2014) |
Bookmarks |
Etiketler |
dinde, peygamberlerin, yeri |
|
|