25. May 2014, 09:41 AM | #1 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.020
Tesekkür: 3.570
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Dinde Peygamberlerin Yeri
DİNDE PEYGAMBERİN (SÜNNETİN, HADİSİN) YERİ
Müslüman toplumlar asırlarca gaflet; duyarsızlık içinde yaşadı. Sahiplendikleri dinin mahiyetini hiç sorgulamadı. Zannettiler ki din, Allah’ın indirdiği din idi veya Peygamber de din konusunda Allah’ın ortağı idi. Toplumlarda akletme, aklını kullanma hareketi başlayınca doğal olarak Allah, peygamber, din konuları da sorgulanmaya başladı. İşte bu nokta da din, dinin kaynağı da sorgulanmaya başladı. Dinin kaynağının sadece Allah (Kur’an, vahy) olduğu Kur’an’da görülünce bu defa peygamberin/ peygamberlerin dindeki konumu da gündeme düştü. Sorgulama başladı ve genişledi. Görüldü ki, dinde, peygamber Allah’tan da öne geçirilmiş, yaşanan din Allah’tan çok peygambere ait bir dindi. Ama bir şey daha dikkat çekiyordu; Rasülülllah zamanında din sadece Allah kaynaklı iken, asırlar sonra rivayetler ile Rasülüllah dinin ortağı yapılmış, dinde şâri (şeriat koyucu) kılınmıştı. İşte bu tespitler din ve peygamberlerin dindeki konumunun Kur’an ışığında sorgulanması zaruretini ortaya koydu. Bu konunun iyi anlaşılması için önce “din”, “halis din”, “elçinin elçi yapılmazdan evvelki durumu”, “elçilerinin görevi” ve “sünnetin ne olduğu” hususlarının bilinmesi gerekiyor. Bu hususlar ayrı ayrı ele alınıp değerlendirilmezse konu kesin olarak anlaşılamaz, dolayısıyla da mesele öğrenilemez. Din Hak din; “Yüce Allah’ın kullarını hakka ulaştırmak üzere peygamberleri aracılığı ile akıl sahibi insanlara tebliğ ettiği, onları dünya ve ahiret mutluluğuna kavuşturan sistem, Allah’ın koyduğu hükümler”dir. Halis din Kur’an’dan kesin olarak ve açıkça öğrendiğimize göre, Din, Allah’a aittir ve Din Halis; katışıksız olmalıdır. 2Şüphesiz ki, Biz bu kitabı sana gerçekle indirdik. Öyleyse Din’i sadece O’nun için arındırarak Allah’a kulluk et. 3Dikkatli olun, halis din sadece Allah’a aittir. O’nun astlarından birtakım yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinenler: “Allah’ın astlarından edindiğimiz yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar, bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz.” Şüphesiz kendilerinin ayrılığa/ anlaşmazlığa düşüp durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez. (Zümer/ 2, 3) 11,12De ki: “Ben, kesinlikle dini yalnızca Kendisine özgü kılarak Allah’a kulluk etmekle emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi.” 13De ki: “Şüphesiz Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım.” 14-16De ki, “Dinimi yalnız Kendisine arındırarak Allah’a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz, O’nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız.” De ki: “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyâmet gününde kendilerini ve ailelerini ve yakınlarını kayba uğratanlardır.” –Dikkatli olun! İşte bu, apaçık bir kaybın ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor: Ey kullarım! Benim korumam altına girin.– (Zümer/ 11-16) 14Öyleyse, kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenler hoşlanmasa da dini sadece Kendisine ait kılarak Allah’a dua edin. (Mü’min/ 14) 29De ki: “Rabbim hakkaniyeti emretti. Her mescidin yanında; toplum içinde yüzünüzü; tüm benliğinizi O’na doğrultun ve dini yalnız Kendisine has kılarak Rabbinize yalvarın. İlkin sizi yarattığı gibi O’na döneceksiniz.” (Araf / 29) 65O, diridir, O’ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Bu nedenle, dini sadece O’nun için arındıranlardan olarak O’na dua edin. Tüm övgüler yalnız âlemlerin Rabbi Allah’adır; başkası övülemez.” (Mü’min/ 65) 5Oysa ki onlara sadece, dini yalnız Allah için arındıran kişiler hâlinde sadece Allah’a kulluk etmeleri, salâtı ikame etmeleri [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmaları; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmaları, ayakta tutmaları], zekâtı/ vergiyi vermeleri emredilmişti. Ve işte bu, doğru/ eksiksiz/ aşınmaz dindir. (Beyyine/5) 27,28Kesinlikle, Biz kendi komşularınız olan memleketleri değişime/ yıkıma uğrattık. Âyetleri, onlar dönsünler diye tekrar tekrar açıkladık. Öyleyse Allah’ın astlarından güya O’na yakınlığa vesile edindikleri düzme tanrılar, onların azabını savmaya yardım etmeli değil miydi? Tersine o düzme tanrılar kendilerinden ayrılıp kayboldular. Bu, onların yalanlarıdır/ uydurmakta oldukları şeydir. (Ahkaf/ 27, 28) 145,146Şüphesiz ki münâfıklar –tevbe edenler, düzeltenler, Allah’a sıkıca sarılanlar ve dinlerini Allah için arıtan kimseler müstesna; artık bunlar, mü’minlerle beraberdirler ve Allah, mü’minlere büyük bir ecir verecektir –, Ateş’ten, en aşağı tabakadadırlar. Sen de onlara bir yardım edici bulamazsın. (Nisa/ 145, 146) 110De ki: “Ben ancak sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa sâlih ameli işlesin ve Rabbine kullukta, hiç kimseyi ortak etmesin.” (Kehf/ 110) 22,23Toplayın o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları, eşlerini ve Allah’ın astlarından tapmış oldukları şeyleri. Sonra da onları cehennemin yoluna kılavuzlayın. 24,25Ve durdurun onları, şüphesiz onlar sorguya çekilecekler: “Ne oldu sizlere de yardımlaşmıyorsunuz?” (Saffat/ 22-25) 36Ve andolsun ki Biz her ümmete, “Allah’a kulluk edin ve tağuttan sakının” diye bir elçi gönderdik. Artık Allah, bu ümmetlerden bir kısmına doğru yolu gösterdi, bir kısmına da sapıklık hak olmuştur. Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş? (Nahl/ 36) 25Ve Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki ona; “Gerçek şu ki, Benden başka ilâh diye bir şey yoktur. Onun için Bana kulluk edin” diye vahyetmiş olmayalım. (Enbiyâ/ 25) Bu ayetlerde konu edilen dinin ihlası; dine hiçbir şeyin karışmaması, Allah’tan geldiği gibi tertemiz olması, içinde Allah’ın koymadığı hiç bir inanç ve amelin bulunmamasıdır. Nitekim Rasülüllah’a kendisinin bir hüküm getirmesi, mevcut ilkelerin değiştirilmesi de teklif edildi. Yine karşılarında bizzat Allah’ı buldular. 15Ve âyetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar; “Bundan başka bir Kur’ân getir yahut bunu değiştir!” dediler. De ki: “Onu kendimin öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben, sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım.” (Yunus/ 15) Şeriat; koyma yetkisi sadece Allah’a aittir. Geçmiş ümmetlere de bize de dini Allah göndermiştir. Dini kendisi tamamlamıştır. Kimsenin dinenine müdahalesine izin vermemiştir. 13Allah, dinden Nuh’a yükümlülük olarak ulaştırdığı şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Mûsâ’ya ve İsa’ya yükümlülük olarak ulaştırdığımız şeyi yaşam yolu yaptı: “Dini hayata geçirin, ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini davet ettiğin şey, ortak koşan kimselere ağır geldi. Allah, dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de o davet edilene kılavuzlar. (Şûra/ 13) 3Size leş, kan, domuzun eti, Allah’tan başkasının adı anılarak kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yukardan düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvanların yiyip de canlı iken kesmedikleriniz, dikili taşlar üzerine boğazlananlar ve fal oklarıyla kısmet aramanız haram kılındı. Bunların hepsi doğru yoldan çıkmaktır. Bugün şu kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmiş olan şu kimseler, sizin dininizden ümitsizliğe düşmüşlerdir. Öyleyse onlara saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duymayın. Bana saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyun. Bugün dininizi sizin için kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım. Size din olarak da İslâm’a razı oldum. Artık kim son derece açlık içinde, günaha istekle yönelmeden zorda kalırsa, bilsin ki şüphesiz Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir. (Maide/ 3) Bu ayetlerin ifadesinden, dinin sadece Allah’a ait olduğu (her ilkeyi bizzat Kendisinin belirlediği) peygamberimizin de dine hiçbir şey karıştıramayacağı, karıştırılmasına da müsaade etmemesi gerektiği mesajı verilmiştir. Din, Allah’ın gönderdiği özgün haliyle kalmalıdır. Mezhep imamlarının, âlimlerin, fakihlerin, tağutların, zorbaların, zorba yönetimlerin ve benzer kimselerin dine bir şey katmaları söz konusu edilemez. Beşer tarafından bir şeylerin katıldığı din “Saf Din” değildir. Âyetteki Allah’a hâlis kılınmış din ifadesinden, bir de hâlis olmayan, Allah’a özgü kılınmamış bir dinin varlığı anlaşılmaktadır. Bize göre bu din, azizlerin, şeyhlerin, papazların, hocaların, hahamların, efendilerin, Firavun’la türdeş olan ceberut liderlerin ekledikleri katkı maddeleriyle bozulmuş, yozlaştırılmış kalp dindir. Oysa Rabbimizin bu konu üzerindeki hassasiyeti bize göstermektedir ki, yaşanan din Allaha özgü, saf, katkısız, katışıksız, bir bakıma “hâlis süt” gibi olmalıdır. Hâlis süt nasıl hiçbir katkı maddesi içermezse, hâlis din de Allah’tan başkasının hükümlerini içermemelidir. Müslümanlar, yaşadıkları dini, ellerindeki ilmihal ve fıkıh kitaplarındaki ilkeleri Kur’an ışığında sorgulayıp halis dine sahip olmalıdırlar. Ne var ki, yüzyıllardır insanlar Allah’ın saf ve tertemiz dininden farklı, katkılı ve yozlaşmış bir dini hayat sürdürmektedirler. Çünkü Allah’ın saf ve tertemiz dininin içerisine şeyhler, imamlar, üstadlar marifetiyle hevâ-hevese, paraya, siyasete, ideolojiye dayalı birçok katkı maddesi karıştırılmıştır. Yaşanan dinî hayatın bu durumda olup olmadığını anlamak aslında çok kolaydır. Yapılacak iş, sürdürülen inançların ve ortaya konan amellerin Allah tarafından mı yoksa başkaları tarafından mı belirlendiğine bakmaktan ibarettir. Allah’ın saf dini, Fâtiha’nın “besmelesi” ile Nâs sûresi’nin “ve’n-nâs” ifadesi arasındadır. Din adına ne varsa, iman ve ameliyle hepsi Kur’ân’dadır. Kur’ân’da yer almayan inanç ve ameller, Allah’ın saf dini dışında kalan din dışı inanç ve amellerdir. Bu konuda bize düşen görev, her zaman için Allah’ın gerçek dinini bu katkı malzemelerinden arındırmak ve onu Allah’tan geldiği gibi saf ve hâlis bir halde insanlara ulaştırmaktır. İnsanların zor durumda iken halis dine dönmeye çalışmaları Kur’an’da (Yunus/ 22, Ankebut/ 65, Lokman/ 32) yerilmiştir. Dine, Allah ile ilgisi bulunmayan ilkelerin karıştırılması Kur’an’da şöyle örneklenmiştir: 136Ve onlar, Allah’ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan Allah’a bir pay ayırdılar da kendi sapık inançlarına göre, “Bu, Allah için, şu da ortaklarımız içindir” dediler. İşte, ortakları için olan pay Allah’a ulaşmaz, Allah için olan şey ortaklarına ulaşır. Verdikleri hüküm ne kötüdür! 138Ve onlar, yanlış inanışları sebebiyle, “Bunlar, dokunulmaz hayvanlar ve ekinlerdir. Bunları bizim dilediğimizden başkası yiyemez. Bunlar sırtları yasaklanmış hayvanlardır” dediler. Ve bir kısım hayvanları Allah’a yalan uydurarak üzerlerine O’nun adını anmazlar. Allah, onları iftira ettikleri şeyler sebebiyle cezalandıracaktır. 139Ve onlar, “Bu hayvanların karınlarındakiler sadece erkeklerimize ait olup kadınlarımıza haramdır. Eğer ölü olursa o zaman onlar onda ortaklardır” dediler. Allah, onların nitelemelerini onlara ceza olarak verecektir. Şüphesiz O, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır, çok iyi bilendir. 137Ve onların ortakları, kendilerini mahvetsinler ve dinlerini karıştırıp bozsunlar diye ortak koşanların çoğuna, yük, utanç nedeni ve ilâhlara kurban edilmesi gerekçeleriyle, çocuklarını öldürmeyi güzel gösterdi. Ve Allah dileseydi bunu yapmazlardı. O hâlde onları ve onların uydurdukları şeyleri bırak! 140Bilgisizlik yüzünden beyinsizce çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine verdiği rızkı, Allah’a iftira ederek haram kılanlar kesinlikle zarara uğradılar. Onlar, kesinlikle sapmışlardır ve onlar kılavuzlandıkları doğru yola ermiş kimseler değillerdir. (En’am/ 136-140) Yukarıda belirtildiği gibi birilerinin, bunlar peygamber bile olsalar, dine herhangi bir ilke koyması veya dinden bir ilkeyi çıkarması dinin halis olma özelliğini kaybettirir; din halis din olmaktan çıkar, katkılı bir din haline gelir. Dine katkı genellikle şirk ile girer. Kişiler, peygamber bile olsa birilerini (şeyh, mürşit, mezhep imamı, cemaat lideri, sultan, padişah, kral vs) ilahlaştırdı mı, rabbleştirdi mi artık onun ağzından çıkanı, yaptıklarını dinleştirirler. O nedenle bu bağlamda rab ve ilah kavramlarının da göz önünde tutulması gerekiyor. Rabb Rabb, “terbiye edip eğiten, yarattıklarını belirli bir programa uygun olarak birtakım hedeflere götüren, gelişmeyi programlayıp yöneten” demektir. Bu sözcük, mutlak anlamda sadece Allah için kullanılır. İnsanlar için, “evin rabbi”, “işyerinin rabbi” şeklinde kullanılır. Bu ifadeye en yakın anlamlı sözcük, Fransızca’dan Türkçe’ye geçmiş olan “patron” sözcüğüdür. Bu sözcük, her ne kadar yakın anlam ifade etse de, sadece ticarete özgü bir ifade olması nedeniyle rabb kelimesinin birebir anlamı sayılmaz. Bu nedenle, “rabb” kelimesini bir iki sözcükle ifade imkânı olmadığından bu makalemizde sözcüğü Arapça haliyle bırakmak zorunda kaldık. O nedenle okurlarımız, yukarıdaki tanımı belleklerinde iyi tutmalıdırlar. İlah Sözlük anlamı; “örtünmek, gizlenmek, alışmak ve kulluk” demek olan ilâh sözcüğü, genelde “ibâdet edilen, tapınılan, ululanan” nesnelerin ortak adı olmuştur. İlâh sözcüğünün “ibâdet edilen varlık” anlamında kullanılmasının sebebi olarak; bu sözcüğe “ihtiyaçları gideren, işlenen amelin karşılığını veren, huzur, rahatlık veren, yücelik, hükmü altına alıp koruyan, musibet anında koruyan” anlamlarının yüklenmiş olması gösterilebilir. İlâh sözcüğü Kur’ân’da hem “hak olsun bâtıl olsun, ayırım yapılmaksızın, insanların tapındığı varlık” anlamında, hem de “gerçekten ibâdete lâyık olan hak mabut” anlamında kullanılmıştır. Âl-i İmran/ 64 64De ki: “Ey Kitap Ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze; ‘Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah’ın astlarından bazımız bazımızı rabler edinmeyelim’ ilkesine geliniz. Buna rağmen eğer Kitap Ehli, yüz çevirirlerse, artık “Şüphesiz bizim müslimler olduğumuza şâhit olun” deyin. Âl-i İmran/ 80 80Ve Allah size, doğal güçleri; zorbaları, zorba yönetimleri ve peygamberleri Rabler edinmenizi emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, size küfrü; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddetmeyi emreder mi?! Tevbe/ 31 31Onlar, Allah’ın astlarından bilginlerini, rahiplerini ve Meryem oğlu Îsâ’yı kendilerine rabler edindiler. Oysa onlar sadece bir tek olan ilâha kulluk etmekle emrolunmuşlardı. Allah’tan başka ilâh diye bir şey yoktur. O, ortak koşanların ortak koştuğu şeylerden de arınıktır. Bu ayetlerde görüldüğü üzere Allah, kendi astlarından kimseye; peygamber, iktidar sahipleri, imam, rahip haham gibi din bilginleri vs’nin rabb ve ilah edinilmemesi yönünde gerekli uyarıları yapmıştır. Peygamberleri Rabb edinmek, Onların vefatından sonra ama ifrat neticesinde veya dini yozlaştırmak amacıyla hain düşmanlar marifetiyle yapılır. Onlar adına hükümler uydurulup dine ilaveler, katkılar yapılır. Hıristiyanlar da İsa peygamberi Rabblaştırdılar, ilahlaştırdılar ve Halis din bozuldu. Bu gün Allah’ın gönderdiği dinden eser yok. Bu olay Kur’an’da şöyle özetlendi: Meryem /34İşte bu, hak söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları, “30Şüphesiz ben Allah’ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber yaptı. 31Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] ve zekâtı/ vergiyi yükümlülük olarak ulaştırdı. 32Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse yaptı. Ve beni bir zorba, mutsuz biri yapmadı. 33Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden diriltileceğim gün, selâm benim üzerimedir. 36Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O’na kulluk edin, işte bu, dosdoğru yoldur” 34diyen Meryem oğlu Îsâ’dır. Maide/ 116- 118 116-118Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Sen mi insanlara, ‘Beni ve annemi, Allah’ın astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” Îsâ; “Sen arınıksın, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam, Sen, bunu kesinlikle bilmiştin. Sen, benim içimde/ özümde olanı bilirsin, ben ise Senin zatında olanı bilmem. Şüphesiz Sen; görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği en iyi bilenin ta kendisisin! Ben, onlara sadece, Senin bana emrettiklerini; ‘Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin’ dedim. Ve ben, içlerinde olduğum müddetçe onlar üzerine tanıktım. Ne zaman ki Sen, beni vefat ettirdin; geçmişte yaptıklarımı ve yapmam gerekirken yapmadıklarımı bir bir hatırlattırdın/ beni öldürdün, Sen, onları gözetleyenin ta kendisi oldun. Ve şüphesiz Sen, her şeye en iyi tanık olansın. Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar, senin kullarındır ve eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapanın ta kendisisin” dedi. Geçmişte zorbaların ilahlığına ve Rabbliğine en iyi örnek firavun ve Mekke ileri gelenleridir. Onlar da kendilerini rabb ve ilah olarak görüyorlardı ve dünyada düzenleri akıllarınca kendileri kuruyorlardı. Naziat/ 21-25 21-24Sonra da Firavun, yalanladı ve karşı geldi. Sonra çabucak arka döndü. Sonra toplayıp seslendi de: “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi. 25Allah da, dünya ve âhiret azabıyla yakalayıverdi. Kasas/38 38Firavun da, “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim için çamur üzerine hemen ateş yak; tuğla imal et de Mûsâ’nın ilâhı hakkında bilgilenmem için bana bir kule yap. Ve şüphe yok ki o’nun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi. Alak/ 3-5 3-5Öğren -öğret! Senin Rabbin ise kendilerini üstün biri sayan o kişilerden daha üstün olandır. Senin Rabbin ki kalemle öğretti. O, insana bilmediğini öğretti. İnsanların aracı ilahlar edinme sapkınlığı, onlarda bir takım görünmez güçlerin, fonksiyonların olduğuna, onların Allah’ın yakınları, hatırlı kulları olduğuna inanmalarından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, ihtiyaçlarını Allah’tan isterken kendileri ile Allah arasında bu sözde hatırlı varlıkları devreye sokarlar. Onların aracı olmasını, kendilerini Allah’a yaklaştırmasını isterler. Kulluk yaparken, dini yaşarken, Allah’tan istekte bulunurken birini ara*cı koymak kişiyi şirke sokacak davranışlardandır. Gerçek mümin “Biz sadece sana kulluk eder ve sadece senden yardım isteriz” inancını korumak zorundadır. Allah’a dua ve kullukta araya birilerini sokmak hem Allah’ı takdir edememek, hem de Allah’a ait olmayan şeyleri dine katmak demektir. Duada aracı yapılan kişilerin Allah katında değeri olduğu kabulünün hiçbir aklî ve nakli delili yoktur. Allah, mahlûklarına kendilerinden daha yakın, kalplerinden geçenleri en iyi bilendir. Bu nedenle, ibadette bir aracıya ihtiyaç hissetmek halis din anlayışına tamamen aykırı bir davranıştır.
__________________
Halil Ay |
25. May 2014, 09:42 AM | #2 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.020
Tesekkür: 3.570
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Rasülüllah, nasıl Rabb ve ilah edinildi?
Bilindiği gibi Rabbimiz rahmeti gereği insanlara peygamberler göndermiş ve bu peygamberlere, insanlara tebliğ ve tebyin etmeleri için vahyler indirmiştir. Peygamberler, kendilerine gelen vahyleri saklamadan, değiştirmeden, olduğu gibi insanlara aktarmak zorunda olduklarından, elçilik görevlerini gerektiği gibi yerine getirmişler ve Yüce Allah’ın mesajlarını insanlığa ulaştırmışlardır. Peygamberimiz de bu ilâhî sistem içinde yer alan elçilerden biridir ve o da Allah’tan aldığı vahyleri saklamadan, değiştirmeden, olduğu gibi insanlara aktarmıştır. Peygamberimizin, Yüce Allah’tan aldığı vahyleri eksiksiz ve doğru olarak aktardığı ve bu vahylerin, hem vahyedilme aşamasında hem tebliğden sonra Rabbimiz tarafından korunma altına alındığı; Kur’ân’ın kaybolmaktan, tahriften (ilâve ya da eksiltilme yapılmasından, tağyirden, tebdilden), kısaca her türlü beşerî saldırıdan korunacağı Kur’an’da birçok (Maide/ 67, İsra/ 73-75, Hakka/ 44-47, Yunus/ 15-16, Hicr/ 9) yerde bildirmiştir. Nitekim Kur’an, başka hiçbir eserin, kitabın korunmadığı bir şekilde korunmuş olarak, orijinal ifadeleri ile bugüne gelmiştir. Yine yukarıdaki ayetlerden anlaşılmaktadır ki peygamberimizin, Allah’ın vahyettiklerine (dine) herhangi bir şey ilâve etmesi veya eksiltmesi söz konusu olamaz. Yani Yüce Allah’ın peygamberimize vahyettiklerinin tümü, hiçbir değişikliğe uğramadan, olduğu gibi sadece Kur’an’da mevcuttur. Bunun aksini iddia etmek, peygamberimizin elçilik görevini tam yapmadığını ve Rabbimizin de bize bildirdiğinin aksine, vahyettiklerinin Kur’an’da yer almamasına göz yumduğunu, yani Kur’an’ı korumadığını kabul etmek demektir. Bütün bu gerçeklere rağmen, peygamberimizin ölümünden iki yüz sene sonra, peygamberimize atfedilen sözler “hadis” adı altında toplanmaya başlamıştır. Kur’an’daki ilkeleri yaşamakla yükümlü ve din adına sadece Kur’an’ı tebliğ etmekle görevli olan, yani dine kendisinden bir şey ilâve etmesi veya eksiltmesi söz konusu olmayan peygamberimiz, bu konuda bir takım saptırma girişimlerinin vaki olabileceğini düşünmüş olmalı ki, sağlığında, Kur’an’dan olduğunu bildirdikleri dışında kendisinden bir söz veya davranış yazılmasına izin vermemiştir. Aslında, elde Kur’an gibi mucizeleri sürekli olan (hiç bitmeyen) bir hakikî delil kaynağı dururken böyle bir teşebbüste bulunmanın hiçbir anlamı yoktur. Ama ne yazık ki, bu anlamsız teşebbüs sürdürülmüş ve sonuçta günümüze, değil yaşanması okunması bile peygamberimizin 23 yıllık elçilik hayatına sığmayacak genişlikte ve uydurmalarla dolu olan bir biyografi intikal etmiştir. Hadisler içinde bir de “Hadis-i Kudsi” vardır ki bu, İslâm dışı güçlerin Müslümanları fesada uğratabilmek için geliştirdikleri bir formüldür. Bu formül, fesat kapısını aralayıp, İslâm’ı yozlaştırmak amacına yöneliktir. Müslümanlar arasındaki tüm sapık inanç ve kabuller de, işte bu şekilde açılan deliklerden girmiştir. Mevzu hadis, bir kimsenin uydurup, iftira ederek peygamberimize nispet ettiği hadislerdir. Yani, peygamberimizin demediği bir sözü, yapmadığı bir davranışı, onaylamadığı bir şeyi, peygamberimiz dedi, yaptı, onayladı diye ortaya atmaktır. Dünyada her zaman insanları en iyi kandırmanın yolu; Allah’ı, peygamberi, Kur’an’ı, yani kısaca dini alet olarak kullanmak olmuştur. Bu tip aldatmalar, sadece İslâm tarihine de özgü değildir. İnsanlık, tarihinin her döneminde dinî inançları kullanılarak istismar edilmiştir. Kur’an’ı tahrif edemeyeceklerini görenler, tabiri caizse surda delik açmanın Kur’an dışında bir takım yalanlarla mümkün olabileceğini düşünüp, kötü emellerini hadis uydurmak suretiyle gerçekleştirmişlerdir. İslâm tarihinde ilk hadis uydurması peygamberimizin sağlığında yapılmış; bir kişinin sevdiği kızı alabilmek için peygamberimizin ağzından bir yalan uydurması ile başlamıştır. Bunu duyan peygamberimiz ise herkesi uyarmıştır: “Kim bilerek ve kasten benim üzerime bir yalan söylerse ateşten yerine yerleşsin.” Peygamberin dine birkaç hüküm koymasıyla, hepsini koyması arasında fark yoktur. Eğer peygamber birkaç hüküm koyabiliyorsa hepsini de koyabilirdi. Din kendisinin udurduğu bir din olurdu Rasülüllah’ı da dinde “şâri’” kılmak, onu rabb ve ilah edinmektir. Bu da resmen şirktir.
__________________
Halil Ay |
25. May 2014, 09:43 AM | #3 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.020
Tesekkür: 3.570
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Peygamberin Alemlere Rahmet Oluşu
107Biz, seni de ancak, âlemler için bir rahmet olarak/ rahmet için gönderdik. Rabbimiz yukarıda insanları uyarmak amacı ile geçmişte insanlığa gönderdiği elçilerini bildirmişti. Bu ayette ise o açıklamalarının devamı mahiyetinde Resulullah’ın gönderiliş hikmetini açıklamaktadır. Rabbimiz son peygamberini âlemlere “bir rahmet olarak/ rahmet için” için gönderdiğini beyan etmektedir. Zira Muhammed’in (as) elçi yapılışı ile insanlık gafletten uyandırılmış, hakla bâtılı ayıran gerçek bilgi indirilmiş ve tüm dünya uyarılmıştır. Bu ayetle ayrıca Resulullah hakkında “Bu adam aramıza fesat tohumları ekti, milleti birbirine düşürdü, aileleri parçaladı” diye düşünen, peygamberimizi bir bela ve felaket olarak kabul eden müşrikler de uyarılmaktadır. Onlara “Resulullah sizin için bir bela değil, bir rahmettir” mesajı verilmektedir. Nitekim müşriklere bazı ayetlerde şöyle denilmiştir: 59Rabbin, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamberi ana kente göndermedikçe, memleketleri değişime/yıkıma uğratıcı değildir. Zaten Biz, halkı şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimseler olmayan memleketleri değişime/yıkıma uğratıcı değiliz. (Kasas/59) 131İşte bu; Rabbinin, halkı ilgisiz, bilgisiz iken, ülkeleri haksız yere değiştiren/yıkıma uğratan biri olmayışıdır. (En’am/131) 7İşte böylece Biz, kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur’ân vahyettik. Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir. (Şura/7) 32Bir vakit de onlar, “Ey Allah’ım! Eğer bu, Senin katından gelmiş bir hakkın/gerçeğin ta kendisi ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi. 33Hâlbuki sen içlerinde iken Allah onlara azap edecek değildi. Bağışlanma diledikleri sürece de Allah onlara azap edici değildir. (Enfal/32, 33): Ayetteki “ رحمةrahmet” sözcüğünün “ رحمةًrahmeten” şeklinde gelişi nedeniyle ayet teknik olarak iki şekilde anlaşılabilir: 1- “Rahmeten” sözcüğü “Hal” makamındadır; buna göre anlam “Biz seni de ancak âlemler için bir rahmet olarak gönderdik” şeklindedir. 2- “Rahmeten sözcüğü “mef’ulun leh” makamındadır. Buna göre ayetin anlamı, “Biz seni de ancak âlemlere rahmet için gönderdik” şeklindedir. Rabbimiz, kullarına rahmeti, kendi üzerine borç kabul etmiş ve insanları zulümden, kargaşadan, sıkıntıdan kurtarmak; mutlu ve müreffeh bir hayat yaşamaları için elçi göndermiş, kitap indirmiştir. 54Ve âyetlerimize inanan kimseler sana geldikleri zaman hemen: “Selâm olsun size! Rabbiniz rahmeti Kendi üzerine yazdı. Şüphesiz sizden her kim bilmeyerek bir kötülük işleyip de sonra arkasından tevbe eder ve düzeltirse; şüphesiz ki Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir” de! (En’am/54) 12Doğruya ve güzele kılavuzlamak sadece Bizim üzerimizedir. 13Sonrası da öncesi de sadece Bizimdir. (Leyl/12) 9Yolun doğrusu yalnızca Allah’a borçtur. Yolun eğrisi de vardır. Ve eğer Allah dileseydi, sizi topluca doğru yola kılavuzlardı. (Nahl/9) 128Mûsâ, toplumuna dedi ki: “Allah’ın yardımını isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah’ındır. Kullarından dilediğini ona mirasçı yapar. Mutlu son da Allah’ın koruması altına giren kimseler içindir.” (A’raf/128) 51Şüphesiz Biz, elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit dünya yaşamında ve şâhitlerin kalktığı/şâhitlik edecekleri günde kesinlikle yardım ederiz. (Mü’min/51) 164Andolsun ki Allah, mü’minlere kendilerinden, onlara Kendi âyetlerini okuyan, onları arındıran ve onlara kitap ve haksızlık, bozgunculuk ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir iyilikte bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler. (Âl-i Imran/164) 4Elçi göndermek, Allah’ın dilediği kişilere verdiği armağanıdır. Ve Allah, büyük armağan sahibidir. (Cuma/4)
__________________
Halil Ay |
25. May 2014, 09:45 AM | #4 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.020
Tesekkür: 3.570
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Öyleyse dinde peygamberlerin yeri nedir?
Peygamber dinde “Sünnet” kavramıyla ifade edilir. Allah da “Kitap” kavramıyla ifade edilir. SÜNNET “Sünnet” sözcüğünün anlamı özetle “Yol, gidiş, tabiat, uygulama” demektir. Ki “falanın sünneti şöyledir, filanın sünneti böyledir” denilerek kişiler içinde kullanılabilir. Bu durumda o kişinin iyi veya kötü, sürekli olarak yapa geldiği davranışları anlaşılır. Kur’an’da “Allah’ın sünneti” ifadeleri yer alır. Bu ifade ile de Allah’uın uygulaması, uygulama şekilleri” anlatılır. Kur’an’da yeri olmamasına rağmen bir de peygamber sünneti icad edildi. Bu icada göre sünnet, “Peygamber’in söz, fiil ve takrirlerinin bütününü”dür. Sünnet sözcüğünün çoğulu “sünen”dir. Bilindiği üzere sünnet, Kur’ân-ı Kerim’den sonra ikinci ana kaynak olarak kabul edilir. Fıkıh usulünde delil olarak kullanılan sünnet, Peygamber’den geliş şekline göre; söz, fiil veya tasvip (takrir) olmak üzere üçe ayrılır. Kavlî sünnet: Peygamber’in çeşitli vesilelerle söylemiş olduğu sözlerdir. Fiilî sünnet: Peygamber’in yaptıklarıdır. Takriri sünnet: Peygamber’in görüp işittiği bir işe karşı çıkmaması ve onu kabul etmesidir. Kur’an’dan öğrendiğimize göre peygamberlerin dindeki yeri: Kur’an’a göre Rasülüllah, “el ÜMMΔdir (A’raf/ 157, Cuma/ 2, Al-i Imran/ 20, 75). “el Ümmi” sözcüğü “Ümmü’l guravî” sözcüğünün farklı bir ifadesi olup anlamı “ANAKENTLİ” demektir. Mekke’nin Arabistan coğrafyasındaki adı “Ümmülgura (kentlerin anası; anakent)”dır. Mekke’ye “şehirlerin anası” denmesinin gerekçesi İbrahim peygambere kadar uzanmaktadır. Çünkü o tarihlerden beri Mekke, çevre kentlerle birlikte bakıldığında, çocuklarını etrafında toplamış bir ana görüntüsü içinde olmuştur. Bunun sebebi ise müminlerin hacc ibadetlerini Mekke’de yapıyor olmalarıdır. Böyle dinî bir toplanma merkezi olması dolayısıyla Mekke sadece ticaret ve ulaşımda değil, bilim ve sanatta da çok gelişmiş ve çevredeki kentlerin anası hâline gelmiştir. Rasüllüllah’ın Anakentli olarak nitelenmesinin amacı, soyu, sopu, doğumundan itibaren tüm hemşehrilerinin gözünün önünde büyümüş, yaşamış, hayatına ait herhangi gizli tarafı ve bölümü bulunmayan, hayatının herhangibir bölümüne ait karanlık nokta bulunmayan; göz önünden kaybolmamış, gidip gizli bir yerlerden eğitim ve öğretim almamış demektir. Ki böyle olduğundan dolayı Kur’an’da Mekkelilere, Rasülüllah ile ilgili “Sahibüküm (arkadaşınız)”denilmiştir (Necm/ 2, Sebe/ 46, Tekvir/ 22). Rasülüllah da herkes gibi bir beşerdir. Kur’an’ın birçok ayetinde (örneğin Kehf/ 110, Fussılet/ 6) Rasülüllah’ın da herkes gibi bir beşer olduğu; kimseden farklı bir yapıda olmadığı uyarısı yer almıştır. Bu demektir ki, o da etten kemikten yaratılmıştır. Onun da başı, dişi ağrır. O da yer içer, çarşı pazar gezer. O da acıkır, susar. O da tuvalete gider. Onun da saçı sakalı uzar. Onun da üstü başı kirlenir, teri, diğer atıkları kokar. Yani yapısal olarak diğer insanlardan hiç farkı yoktur. Bu özellikler ile Rasülüllah’ın İslam dinindeki yerini tespit edelim: Peygamber olmazdan evvelki dönem Bilindiği üzere Kur’an’da Musa ve İsa peygamberlerin doğumlarından başlayarak bilgi verilir. Rasülüllah elÜmmi olduğundan Rasülüllah’ın peygamberlik öncesine ait kimliği ile ilgili bilgi verilmemiştir. Çünkü herkes kendisini doğduğu andan itibaren iyiden iyiye kendi babalarını, çocuklarını tanıdıkları gibi tanıyorlardı (En’am/ 20, Bakara/ 146). Bizi ise Rasülüllah’ın kimliği değil, seciyyesi, ilmi, irfanı, dini imanı yönü ilgilendirmektedir. Yaplan spekülasyonlar da bu noktalara aittir. Onun için rasülüllah’ın bu noktalarını Doğru Haberci Allah’tan öğrenmemiz gerekmektedir. Kalem/ 1-5 1Nûn/50. Kalem’i ve onların satır satır yazıp söylediklerini/ efsaneleştirdiklerini kanıt gösteriyorum ki; 2Sen Rabbinin nimeti sayesinde, mecnun [gizli güçlerce desteklenen/ deli bir kişi] değilsin. 3,4Ve kesinlikle senin için minnete bulaşmamış çok mal var. Ve kesinlikle sen, çok büyük bir ahlâk üzerindesin. Ayette sözü edilen nimet, Rabbimizin Abdullah oğlu Muhammed’e peygamber olmadan önce verdiği akıl, zekâ, cesaret, güzel ahlâk gibi özellikler ile onu hanif ve müşrik olmayan İbrahim’in dinine tâbi kılışıdır. Daha önce Enbiya suresinin 51. ayetini bu konuda delil olarak göstermiştik. Bu nimetlerden anlıyoruz ki, tıpkı Musa peygamber gibi Abdullah oğlu Muhammed de peygamberlik için hazırlanmıştır. Kur’an bize Musa’nın doğumundan itibaren yaşadığı olayları ve geçirdiği eğitim sürecini ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Ama peygamberimiz hakkında onun kadar detaylı bilgiye sahip değiliz. 51. ayette de göreceğimiz gibi, peygamberimizin bazı müşriklerce “مجنون mecnun” [delirmiş], “مفتون meftun” [fitneye uğramış] gibi densizce yakıştırmalarla itham edilmesi ancak peygamberliğini ilân etmesinden sonra olmuştur. 3Ve kesinlikle senin için minnete bulaşmamış çok mal var. Bu ayet, surenin doğru anlaşılması bakımından kilit bir ayettir. Bu nedenle ayetin doğru anlaşılması öncelikle gereklidir. Ayetin orijinal metninde geçen “اجرا ecran” sözcüğü Türkçe’de de kullandığımız “ücret” sözcüğünün anlamdaşıdır. “اجر ecr” ile “ اجرة ücret” sözcüklerinin anlam bakımından birbirlerinden farkı olmayıp ikisi de hizmet karşılığı verilen para ve mal anlamına gelmektedir. Terimler üzerinde büyük bir otorite olan Ragıb el-İsfehanî’ye göre bu bedel maddî olabileceği gibi, manevî de olabilir. “اجرا Ecran” sözcüğünün ayette nekre/belirsiz nesne olarak yer almasından mal varlığının çokluğu da anlaşılabilir. Yine ayetin orijinalinde geçen “ممنون memnun” sözcüğü, “kesilmiş” anlamına geldiği gibi, “minnete bulanmış, minnet borcu altına girmiş” anlamlarına da gelir. Aynı kelime “غير Gayr” edatıyla kullanıldığında “kesilmemiş, kesintiye uğramamış” veya “minnete bulanmamış, minnet borcu bulunmayan” anlamlarını ifade eder. Bazı meal ve tefsir yazarları bu ayette kastedileni “peygamberimize ahirette verilecek sınırsız, kesintisiz ücret” olarak anlamışlar ve kitaplarına da bu şekilde yansıtmışlardır. Ancak bu isabetsiz bir anlayıştır. Öncelikle bu ayetin “kasem ederim/ dikkatini çekerim/ kanıt gösteririm” sözleriyle biten önceki ayetin bir devamı olduğu unutulmamalıdır. Bir önceki ayette Allah peygamberimize “dikkatini çekerim” dedikten sonra sözlerine devam etmekte, bu ve bunu takip eden iki ayette de dikkat çektiği hususları açıklamaktadır. Bu akış içinde, dikkat çekilen hususun ahiretteki sınırsız, kesintisiz ücret olduğunu düşünmek, Allah’ın o an için var olmayan bir şeye dikkat çektiğini kabul etmek olur ki, bu da anlamlı olmaz. Çünkü ancak mevcut olan bir şeye dikkat çekilebilir. Bu durumda ayeti şu şekilde anlamak daha isabetlisi olacaktır: “Ve muhakkak ki, senin için minnete bulaşmamış [başına kakılmayacak] çok mal var.” Büyük alimlerden Mücahid, Mukatil ve Kelbî de bu anlamları tercih etmişlerdir. İĞFAL EDİLMEMİŞTİR Bu ayetten şunu anlıyoruz ki, peygamberimiz sahip olduğu mal, mülk, para, pul nedeniyle kimseye minnet borçlusu değildir. Elindekilere kimseden yardım, lütuf alarak sahip olmamış, her şeyi kendi elinin emeği, alnının teriyle kazanmıştır. Kısaca kimseye minnet borçlu değildir. Bundan dolayı yüzünün aklığıyla, alnının açıklığıyla herkesin karşısına çıkabilir, tebliğde bulunabilir. İşte, Abdullah oğlu Muhammed’in peygamber seçilişinin nedenlerinden biri de bu özelliğidir. Rasulullah, peygamberliği boyunca bu konuya çok önem vermiştir. Minnet borcu olanların alacaklıları karşısında boynu bükük olacağından, kendisi ile beraber soyundan da hiç kimsenin sadaka ve zekât almaması konusunda duyarlılık göstermiştir. Peygamberimizin zenginliği ve servetinin temizliği Kur’an’ın ve tarihin tanıklığıyla sabit olmasına rağmen fakir olduğu, fakirliği övdüğü ve fakirliğiyle övündüğü yolunda birçok söylenti çıkarılmıştır. Hatta borçlu yaşadığı ve borçlu öldüğü bile ileri sürülmüştür. Alacaklısının bir Yahudi olarak gösterilmesi bu söylentilerin düzülüş amacının ne olduğu yolunda bize ipucu vermektedir. Bunlardan kayda değer olanlarını ibret maksadıyla naklediyoruz: 1-Aişe anlattı: “Peygamber, Ebu Şahn adında bir Yahudiden veresiye yiyecek satın aldı ve demirden zırhını ona rehin verdi”[1] 2- Katade, Enes’ten rivayet etti: “Rasülüllah Medine’de bir Yahudinin yanına zırhını rehin bıraktı ve ondan aile fertleri için arpa satın aldı.”[2] 3- Esma bint Yezid anlatıyor: “Rasülüllah, zırhı bir Yahudi’de bir miktar zahire karşılığı rehine bırakılmış olarak vefat etti.” 4- Sabit b. Yezid anlatıyor: Rasülüllah vefat ettiği zaman, zırhı otuz sa’ arpa mukabili bir Yahudi’ye rehin bırakılmıştı.”[3] Üç ve dördüncü rivayetler aslında birbirinin aynı olup biri Yezid’in oğlu diğeri de kızı tarafından piyasaya sürülmüştür. Bu rivayetler hadis şârihleri/açıklayıcıları tarafından eleştirilmiştir. Muhtelif rivayet kitaplarında ise peygamberimizin Veda Haccında hedy olarak yüz deve kurban edecek kadar zengin olduğu anlatılmaktadır. Ayrıca siyer ve tarih kitapları da Fedek’te bir hayli arazisinin olduğunu ve bu arazinin Peygamberimizin vefatından sonra problem haline getirildiğini kaydetmektedir. Bütün bunlar göz önünde tutulduğunda, peygamberimizin rehin karşılığında bir Yahudi’den borç alması da, o parayla evine arpa satın alacak kadar fakir olması da doğru bir haber olarak görünmemektedir.
__________________
Halil Ay |
25. May 2014, 09:47 AM | #5 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.020
Tesekkür: 3.570
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Ve kesinlikle sen, çok büyük bir ahlâk üzerindesin.
Ahlakını bildiren ayetler: Tevbe/128: 128Andolsun, içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, sadece inananlara çok şefkatli, kolaylık sağlayan, çok merhametli bir elçi gelmiştir. Şuara/3: 3Onlar; Hıcr 91Kur’ân’ı sihir, şiir, esatir (mitolojik söylentiler), uydurulmuş söz gibi birtakım parçalar, kötü sözler kabul eden kimseler, 3iman edenler olmuyorlar diye sen kendini yıkıma uğratacaksın! Kehf/6: 6Sonra da sen onlar bu Kur’ân’a inanmazlarsa, onların yaptıklarından dolayı, üzüntüden neredeyse kendini harap edeceksin! Yani; “Evet, sen, işte bu yüzden Bizim katımızda peygamberliğe lâyık birisin. Sen, onların nazarında da akıllı, zekî, üstün ahlâklı, efsaneleşmiş bir kimsesin. Bugüne kadarki hayatında gösterdiğin üstün yaşam tarzın ve sahip olduğun üstün özellikler nedeniyle bu işe en uygun kişisin. Rabbinin lütfettiği nimetlere kavuşturuldun ve seçilerek peygamber yapıldın.” Bu ayetler, işaret yoluyla peygamberimizin de Musa peygamber gibi özel nimetlere mazhar olduğunu, hanif olarak yaşadığını, zihnen gayet sağlıklı bulunduğunu, üstün ahlâkıyla toplumda saygı kazanmış biri olarak peygamberliğe hazırlandığını anlatmaktadır. 2, 3 ve 4. ayetler kasemin cevabı olan cümlelerdir. 2. ayet isim cümlesi olup olumsuzluk eki almıştır. 3 ve 4. ayetler ise olumlu isim cümlesidir. Genel kural gereği “انّ inne” ve “ ل lam” ile birlikteliği sağlanmıştır. Meal ve tahlil yapılırken bu teknik durum kesinlikle göz önünde bulundurulmalı ve ayetlerin orijinal cümle yapısına sadık kalınarak anlam çıkarılmalıdır. 2. ve 4. ayetleri birbirinden bağımsız cümleler kabul ederek anlamlandırmak hem ayetlerin hem de pasajın yanlış anlaşılmasına neden olur. İlkini burada gördüğümüz kasem cümlesi, bundan sonra sık sık karşımıza çıkacaktır. Geleneksel tefsir ve meallerde kasem cümlesinin işlevi ihmal edilmiş görüldüğünden, aşağıda kasem cümlesine ait genel bir açıklama sunulmuştur. Bundan sonraki kasem ayetlerinde bu açıklamaya atıfta bulunulacaktır. Duha- İnşirah sureleri 1-3Aydınlanmanın başlayışı ve Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddedişin, Allah’a ortak kabul edişin, cehaletin toplumu sarmışlığı kanıttır ki Rabbin seni terk etmeyecek ve sana darılmayacak. 4,5Sonrası senin için öncesinden elbette daha hayırlı olacak. Ve Rabbin sana verecek, sen de hoşnut olacaksın. 6-8O seni yetim olarak bulup barınağa kavuşturmadı mı? Seni dosdoğru yol dışında biri olarak bulup da dosdoğru yola kılavuzluk etmedi mi? Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi? 9,10O hâlde yetimi perişan etme/ daha da kötüleştirme! İsteyeni/ soranı azarlama. 11Ve Rabbinin nimetini söz ve fiillerinle ortaya koy! İnşirah 1-4Biz, senin için, senin göğsünü açmadık mı? Senden ağır yükünü indirmedik mi? –Ki o, senin belini çatırdatmıştı.– Senin şanını da senin için yüceltmedik mi? 5,6Demek ki zorluğun yanında kesinlikle bir kolaylık var. Zorluğun yanında bir kolaylık, kesinlikle var. 7O hâlde boş kalır kalmaz hemen yeni bir şeye başla. 8Ve arzularını yalnızca Rabbine yönelt. (Ankebut/ 48, 49) 48Ve sen bundan evvel herhangi bir kitaptan okumuyordun; sen Kur’ân’ı kendiliğinden yazmıyorsun. Eğer böyle olsaydı, bâtıla inananlar kesinlikle kuşku duyacaklardı. 49Tam tersi Kur’ân, kendilerine bilgi verilenlerin sinelerinde apaçık âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi de ancak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar bile bile reddederler. Duha/ 6-8 6-8O seni yetim olarak bulup barınağa kavuşturmadı mı? Seni dosdoğru yol dışında biri olarak bulup da dosdoğru yola kılavuzluk etmedi mi? Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi? Şûra/ 52,53 52,53İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden/ Kendi işimizden olan ruhu/ Kur’ân’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nûr/ ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan Allah’ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın, bütün işler yalnız Allah’a döner. Sebe/ 50 50De ki: “Eğer ben sapmışsam, artık yalnızca kendi zararıma saparım. Ve eğer kılavuzlandığım doğru yolu bulmuşsam, bilinmeli ki Rabbimin bana vahiy vermesiyledir. Şüphesiz O, En İyi İşiten’dir, Çok Yakın Olandır.” Sad/65-70 65,66De ki: “Ben ancak bir uyarıcıyım. Ve O, bir tek ve kahredici, göklerin, yerin ve ikisi arasında olan şeylerin Rabbi, çok güçlü, çok bağışlayıcı olan Allah’tan başka tanrı yoktur.” 67De ki: “O; Kur’an, çok büyük, önemli bir haberdir. 68Siz ondan yüz çeviriyorsunuz. 69Onlar birbirleriyle tartışırken, benim “en üstün şeylerin doldurulduğu; Kur’ân’a dair bir bilgim yok idi. 70Ancak ben, evet ben apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyediliyor.” Kaf/ 1, 22 1Kaf/100. Çok şerefli/ şanı yüce Kur’ân kanıttır ki 22kesinlikle sen bundan duyarsızlık, bilgisizlik içinde idin. Şimdi senden perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün keskindir; Kur’an sayesinde kurmay birisi oldun. Hud/ 49 49İşte Nûh ile ilgili anlatılanlar, sana vahyettiğimiz görülmeyenin, duyulmayanın, sezilmeyenin haberlerindendir. Bunları sen ve toplumun bundan önce bilmiyordunuz. Şu hâlde sabret. Şüphesiz âkıbet, Allah’ın koruması altına girmiş olan kişilerindir. Yusuf/ 3 3Sana bu Kur’ân’ı vahyetmekle Biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki sen, bundan önce, kesinlikle bu konu hakkında duyarsız/ bilgisizlerdendin. Yusuf/ 102: 102İşte bu, sana vahyettiğimiz görmediğinin, duymadığının, bilmediğinin haberlerindendir. Yoksa onlar yapacaklarına karar verip kötü plân yaparlarken sen onların yanında değildin. Kasas/ 44- 47: 44Ve Mûsâ’ya o emri gerçekleştirdiğimiz sırada sen batı yönünde değildin. Hazır bulunanlardan, görenlerden de değildin. 45Ama Biz nice nesiller var ettik de, onların ömürleri uzadıkça uzadı. Sen onlara âyetlerimizi okuyarak, Medyen halkı arasında bulunanlardan da değildin; Fakat Biz elçi gönderenleriz. 46,47Ve Biz, seslendiğimiz zaman, Tûr’un yanında da değildin. Tersine senden önce kendilerine uyarıcı/ peygamber gelmeyen bir toplumu uyarman için ve kendi ellerinin yaptıklarından dolayı başlarına bir fenalık geldiğinde hemen, “Rabbimiz! Ne olurdu bize bir peygamber gönderseydin de, âyetlerine uysak ve mü’minlerden olsak” diyemesinler, onlar öğüt alsınlar diye Rabbinden bir rahmet olarak… orada geçenleri sana bildirdik, seni elçi olarak gönderdik. Âl-i Imran/ 44 44İşte bu, algılama imkânının olmadığı, geçmişin önemli haberlerinden sana vahyettiklerimizdir. Ve Meryem’e hangisi kefil olacağına kalemlerini atarlarken sen yanlarında değildin. Onlar tartışırlarken de sen yanlarında değildin. Şura/ 52, 53: 52,53İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden/ Kendi işimizden olan ruhu/ Kur’ân’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nûr/ ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan Allah’ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın, bütün işler yalnız Allah’a döner. Bu ayetlerin özetini alırsak Rasülüllah, din, iman, dil, edebiyat ve sosyal açıdan uzmanlığı, birikimi, duyarlılığı olan birisi değildir. Rasülüllah’ın Kitap bilmeyişine bir örnek de Müteşabih ayetlerin te’vilini bilmemesidir. Bilindiği üzere Kur’an ayetlerininin bir bölümü müteşabih ayetlerdir. Bu, zümer/23 ve Al-i İmran/7’de açıkça bildirilir. Müteşabih ayetlerin tevilini de ancak Allah ve ayetin müteşabihleşmesini sağlayan konulardaki (edebiyat, fizik, kimya, asroınomi, astrofizik vs) uzmanlar bilirler. Ali imran /7-9 7-9Allah, sana bu kitabı indirendir. Bu kitaptan bir kısmı yasa içeren âyetlerdir ki bunlar, kitabın anasıdır. Diğerleri de benzeşen anlamlılardır. Amma, durum bu iken, kalplerinde kaypaklık/tutarsızlık olan kimseler, insanları dinden çıkarmak, ortak koşmaya sürüklemek ve onun anlamlarından en uygununun tesbitine yeltenmek için hemen ondan benzeşen anlamlı olanlarının peşine düşerler. Hâlbuki onun anlamlarından en uygun olanının tesbitini ancak Allah ve –“Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır. Rabbimiz! Bize kılavuzluk ettikten sonra kalplerimizi çevirme! Bize Kendi nezdinden rahmet lütfet! Şüphesiz Sen, bol bol lütfedenin ta kendisisin. Rabbimiz! Şüphesiz Sen, insanları, kendisinde hiçbir şüphe olmayan gün için toplayansın. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez” diyen– o bilgide uzman olanlar bilirler. Ve sadece kavrama yetenekleri olanlar öğüt alırlar. Rasülüllah’ın bu konularda uzmanlığı olmadığından tebliğ ettiği müteşabih ayetlerin te’vilini bilmiyordu. Müteşabih ayetlere yapılan itirazlara cevap veremiyordu. Buna bir örnek Saffat/62- 68. ayetlerdir: Tebyin’den Nakil: 62İkram olarak bu mu daha hayırlı yahut zakkum ağacı mı? 63Şüphesiz Biz onu şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanlar için bir sınav aracı yaptık. 64,65Şüphesiz o zakkum ağacı, cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları boynuzlu yılanların başları gibidir. 66İşte, kesinlikle onlar, ondan yiyecekler de karınlarını bundan dolduracaklardır. 67Sonra şüphesiz onlar için, bunun üzerine kaynar su karışımı bir içecek vardır. 68Sonra da şüphesiz dönecekleri yer, kesinlikle cehennemdir. Rabbimiz iki guruba dair verdiği açıklamalardan sonra bu iki zümreyi karşılaştırarak “İkram olarak bu mu daha hayırlı yahut zakkum ağacı mı?” diye sormaktadır. Yine karşıtlık metodunu kullanarak arıtılmış kullarına cennette ikram edeceği nimetlerden sonra, bu kez de inançsızlara yedireceği “Zakkum”u ve içireceği kaynar su karışımı içeceği tanıtmaktadır. Ayette zakkum “cehennemin dibinde çıkan, tomurcukları şeytanların [boynuzlu yılanların] başları gibi olan bir ağaç” olarak tanıtılmaktadır. Arap Yarımadasının Kızıldeniz tarafındaki Tihame bölgesinde yetişen bir bitki türü olan zakkum, kendiliğinden yetişen, kışın yapraklarını dökmeyen bodur bir ağaçtır. Renkli ve alımlı çiçekleri olan türleri süs bitkisi olarak da yetiştirilir. Zakkum ağacı zehirli bir özsu içerir. Kötü kokulu ve tadı çok acı olan bu özsu, insan bedenine haricen [meselâ ağacın dallarının koparılması sırasında] bulaşması hâlinde bile bir çeşit deri hastalığına yol açmaktadır.[4] Zakkum ağacının hangi ayetlerde geçtiği ile ilgili olarak Vakıa Suresi’nde bilgi verildiğinden, konunun oradan okunmasını öneriyoruz. Ayette yer alan “zalimler” çevrelerine ufak tefek eziyette bulunan kimseler değil, müşrik ve kâfirlerdir.
__________________
Halil Ay |
25. May 2014, 09:48 AM | #6 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.020
Tesekkür: 3.570
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
ZAKKUMUN ZALİMLERE FİTNE OLMASI
Daha önce de açıkladığımız gibi, “fitne” ateşte yanmak demektir. Buradan anlaşıldığına göre, o dönemde “zakkum” konusu yüzünden birileri ateşe atılmış, [sıkıntılara düşmüş, dengeli davranmayı kaybetmiş] olmalıdır. Ya da Kur’an’da bu ifadeyi her gördüğünde ateşe atılmaktadır [sıkıntıya düşmekte, dengeli davranmayı kaybetmektedir]. “Esbab-ı nüzul” kayıtlarına göre, bu ayet nazil olduğunda, “İbn Ziber’a adlı kişi, “Allah evlerinizde zakkumu çoğaltsın” demiştir. Çünkü Yemenliler, hurmaya ve kaymağa “zakkum” derlerdi. İşte bu sebeple, Ebû Cehil, cariyesine, “Bizi zakkumlandır” dediğinde, o ona hurma ve kaymak getirirmiş. Ebucehil [arkadaşlarına], “Buyurun zakkumlanın!” demiştir. Ayrıca bu ayeti duyanlar, “Ateş ağacı yaktığı halde cehennemde ağacın bitebileceği nasıl düşünülebilir” demişlerdir.[5] Çünkü inkârcılar, “henüz tevili gerçekleşmemiş” olan ayeti kendilerine malzeme yapmışlardır. Bunu Rabbimiz Yunus suresinde şöyle açıklamıştır. 39Tam tersine, onlar bilgisini kavrayamadıkları ve ilk olarak ortaya çıkması kendilerine henüz gelmemiş olan bir şeyi yalanladılar. Bunlardan önceki kişiler, böyle yalanlamışlardı. İşte bak şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanların âkıbeti nasıl olmuştur. (Yunus/39) 7-9Allah, sana bu kitabı indirendir. Bu kitaptan bir kısmı yasa içeren âyetlerdir ki bunlar, kitabın anasıdır. Diğerleri de benzeşen anlamlılardır. Amma, durum bu iken, kalplerinde kaypaklık/tutarsızlık olan kimseler, insanları dinden çıkarmak, ortak koşmaya sürüklemek ve onun anlamlarından en uygununun tesbitine yeltenmek için hemen ondan benzeşen anlamlı olanlarının peşine düşerler. Hâlbuki onun anlamlarından en uygun olanının tesbitini ancak Allah ve –“Biz buna inandık, hepsi Rabbimiz katındandır. Rabbimiz! Bize kılavuzluk ettikten sonra kalplerimizi çevirme! Bize Kendi nezdinden rahmet lütfet! Şüphesiz Sen, bol bol lütfedenin ta kendisisin. Rabbimiz! Şüphesiz Sen, insanları, kendisinde hiçbir şüphe olmayan gün için toplayansın. Şüphesiz Allah, verdiği sözden dönmez” diyen– o bilgide uzman olanlar bilirler. Ve sadece kavrama yetenekleri olanlar öğüt alırlar. (Âl-i Imran/7-9) Ayetten anlaşılan odur ki, Rabbimiz bu ayetteki “zakkum” ile Ebucehillerin zıkkımlandığı zakkumu kastetmiyordu. Nitekim yukarıda da belirttiğimiz gibi, zakkum Hicazlıların tanımadığı bir bitkidir. Niteliklerini yukarıda belirttiğimiz bu bitki, bizim kaktüs diye adlandırdığımız bitkiye benzemektedir. 2,3Kişiler var ki, o gün çalışmış, yorulmuş olmasına rağmen eğilmiş, aşağılığa düşmüştür, 4,5onlar kızışmış bir ateşe yaslanırlar, kızgın bir kaynaktan sulanırlar. 6,7Onlar için güç vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka yiyecek yoktur. (Gaşiye/2- 7)
__________________
Halil Ay |
25. May 2014, 09:49 AM | #7 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.020
Tesekkür: 3.570
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Zakkumun fitne olmasına benzer diğer bir durum da Rabbimizin Bakara/24’te bildirdiği bir konu hakkında gerçekleşmiştir:
2,3Kişiler var ki, o gün çalışmış, yorulmuş olmasına rağmen eğilmiş, aşağılığa düşmüştür, 4,5onlar kızışmış bir ateşe yaslanırlar, kızgın bir kaynaktan sulanırlar. 6,7Onlar için güç vermeyen ve açlığı gidermeyen kuru bir dikenden başka yiyecek yoktur. (Bakara/24) Yukarıdaki ayetle ilgili olarak o günün müşriklerinden Ebu Cehil şu eleştiriyi yapmıştır: Arkadaşınız [Muhammed], cehennem ateşinin, “Onun yakıtı taşlar ve insanlardır” diyerek taşları bile yaktığını iddia ediyor. Sonra da kalkıp o cehennemin içinde bir ağacın yeşerdiğini söylüyor. Hâlbuki ateş, ağacı yer, yakar, bitirir. Öyle ise o cehennemde nasıl o ağaç yeşerebilir? Müteşabih ayetlerden henüz tevili yapılmamış olanlar hakkında Ebu Cehil gibi ortalığı bulandırmak isteyenlerin olabileceğini haber veren Rabbimiz, Âl-i Imran suresinde de, bu ayetlerin tevilinin kimler tarafından yapılması gerektiğini bildirmiştir. “ŞEYTANLARIN BAŞLARI” Ayette geçen “şeytanların başları” ifadesindeki “şeytanlar”, halk kültüründeki şeytan değil, boynuzlu, ibikli bir yılanın adıdır. Ayrıca çok kötü, çirkin bir bitkinin de adıdır.[6] Araplarda kötü, çirkin, iğrenç olan şeyler bu yılana, bu bitkiye benzetilir. Yapılan şeytan tasvirleri de bu yılana benzetmeden gelmektedir. Kur’an’da cennet ve cehenneme yapılan bütün atıfların -ve insanların öteki dünyadaki durumları ile ilgili bütün tasvirlerin- mecazî oldukları unutulmamalıdır. Bizler üç boyutlu bir âlemin varlıklarıyız; idrakimiz de üç boyutla sınırlıdır. Cennet, cehennem, kısacası öbür âlemin her şeyi başka bir boyuttadır. O boyutu ancak örnekleme sanatıyla anlatmak mümkün olur. Öbür âlem bizim için gayb konusudur.
__________________
Halil Ay |
25. May 2014, 09:50 AM | #8 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.020
Tesekkür: 3.570
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Rasülüllah’a müslümanların ilki olması emredildi.
En’am/ 14 14De ki: “Gökleri ve yeri yoktan var eden, besleyen, fakat Kendisi beslenmeyen Allah’tan başka yardım eden, koruyan, yol gösteren bir yakın mı edineyim?” De ki: “Ben İslâm kişilerin ilki olmakla emrolundum.” Ve sen sakın Allah’a ortak koşanlardan olma! En’am/ 162, 163 162,163De ki: “Benim salâtım [mâlî yönden ve destek olmam; toplumu aydınlatmak için çalışmam], kulluğum, hayatım ve ölümüm sadece Kendisinin ortağı olmayan âlemlerin Rabbi Allah içindir. Ve ben böyle emrolundum, ben Müslümanların da ilkiyim.” Yunus/ 71, 72 71,72Bir de onlara Nûh’un önemli haberlerini oku: Hani o toplumuna: “Ey toplumum! Eğer benim makamım; görevli oluşum, size karşı çıkışım ve Allah’ın âyetleriyle öğüt verişim size ağır geliyorsa, şunu bilin ki, ben, işin sonucunu yalnızca Allah’a bırakmışımdır. Artık siz ve ortaklarınız her ne yapacaksanız toplanıp bütün gücünüzle karar veriniz. Sonra bu işiniz size dert olmasın. Sonra bana gerçekleştirin, bana süre de tanımayın. Sonra da eğer yüz çevirirseniz; zaten ben sizden bir ücret istemedim! Benim ücretim sadece Allah’ın üzerinedir. Ve ben Müslümanlardan olmakla emrolundum” demişti. Yunus/ 104-106 104-106De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dinimin ne olduğunu kesin ve tam olarak bilmiyorduysanız, iyi bilin ki, Allah’ın astlarından sizin taptıklarınıza ben tapmam. Velâkin sizin canınızı alacak olana/Allah’a taparım. Ve ben mü’minlerden olmamla ve ‘Tüm benliğini ortak koşmaktan, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten Hakk’a dönen biri olarak Din’e döndür ve sakın ortak koşanlardan olma! Ve Allah’ın astlarından sana yarar sağlamayan, zararı da dokunmayacak olan şeylere yalvarma! Buna rağmen eğer yaparsan, o zaman hiç şüphesiz sen şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerden olursun’ diye emrolundum.” Neml/ 91-93 91-93Sen, “Ben ancak her şeyin sahibi olan ve burayı dokunulmaz kılan Mekke’nin Rabbine kulluk etmekle emrolundum. Ve ben Müslüman olmamla ve Kur’ân’ı okuyup izlememle emrolundum. Artık kim kılavuzlanan doğru yola düşerse, yalnız kendisi için kılavuzlanan doğru yola düşmüş olur; kim de saparsa hemen ‘Ben sadece uyarıcılardanım.’ Ve, bütün övgüler Allah’a mahsustur; başkası övülemez. O, âyetlerini/ alâmetlerini/ göstergelerini size gösterecek de siz onları tanıyacaksınız” de. –Ve Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.– Zümer/11, 12 11,12De ki: “Ben, kesinlikle dini yalnızca Kendisine özgü kılarak Allah’a kulluk etmekle emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi.” Böylece Rasülüllah, İslam’ın, kendisine gelen vaylerin ilk uygulayıcısı oldu, hayatı hep kuran a uyma ve Kur’anı izlemekle geçti: En’am/ 106, 107 106,107Sen Kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Rabbinden sana vahyedilene uy. Ortak koşanlardan da yüz çevir. Ve eğer Allah dileseydi, onlar ortak koşmazlardı. Biz, seni onlar üzerine bir bekçi yapmadık, sen onlar üzerine işleri belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan biri de değilsin! Kehf/ 27 27Ve sen Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku/ izle! Rabbinin sözlerini değiştirecek kimse yoktur. Ve sen O’nun astlarından bir sığınak bulamazsın. Ankebut/ 45 45Sen, sana kitaptan vahyedileni oku/ izle ve salâtı ikame et [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek ol; toplumu aydınlatma kurumu oluştur-ayakta tut]. Kesinlikle salât [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumu], aşırılıktan, kötülükten alıkoyar. Ve Allah’ın anılması, elbette daha büyüktür. Ve Allah, yapıp ürettiğiniz şeyleri bilir. Zuhruf/ 40- 44 40O hâlde sağırlara sen mi işittireceksin? Yahut körlere ve apaçık bir sapıklık içinde bulunanlara sen mi kılavuzluk edeceksin? 41Artık eğer Biz, seni alıp götürsek bile şüphesiz Biz, onları cezalandırarak adaleti sağlarız. 42Yahut da onlara vaat ettiğimiz azabı sana gösteririz. Çünkü Biz, onların aleyhlerine güç yetirenleriz. 43Öyleyse sen, sana vahyedilene sarıl. Şüphesiz ki sen dosdoğru bir yol üzerindesin. 44Ve şüphesiz sana vahyedilen [Kur’ân], senin için de, toplumun için de gerçekten bir öğüttür/ şan-şereftir siz ondan sorgulanacaksınız. En’am/ 50 50De ki: “Ben size ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Görülmeyeni, duyulmayanı, geçmişi, geleceği de bilmem ben. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben yalnızca bana vahyedilene uyuyorum.” De ki: “Kör ile gören eşit olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?” A’raf/ 203 203Onlara bir âyet getirmediğin zaman da, “Kendin onu uyduruverseydin ya!” derler. De ki: “Ben ancak Rabbimden bana ne vahyolunuyorsa ona uyuyorum.” İşte bu Kur’ân, Rabbinizden gelen kalp gözünü açacak beyanlardır, iman eden bir toplum için bir kılavuz ve bir rahmettir. Yunus/ 104-106 104-106De ki: “Ey insanlar! Eğer benim dinimin ne olduğunu kesin ve tam olarak bilmiyorduysanız, iyi bilin ki, Allah’ın astlarından sizin taptıklarınıza ben tapmam. Velâkin sizin canınızı alacak olana/ Allah’a taparım. Ve ben mü’minlerden olmamla ve ‘Tüm benliğini ortak koşmaktan, Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten Hakk’a dönen biri olarak Din’e döndür ve sakın ortak koşanlardan olma! Ve Allah’ın astlarından sana yarar sağlamayan, zararı da dokunmayacak olan şeylere yalvarma! Buna rağmen eğer yaparsan, o zaman hiç şüphesiz sen şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan kimselerden olursun’ diye emrolundum.” Yunus/ 109 109Ve sen, sana vahyolunan şeye uy! Ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. Ve Allah, hüküm verenlerin en hayırlısıdır. Ahzab/ 2 2Ve Rabbinden sana vahyedilen şeylere uy. Şüphesiz Allah, sizin ne yapıp durduğunuza çokça bilgi sahibidir. Sad/ 67- 70 67De ki: “O; Kur’an, çok büyük, önemli bir haberdir. 68Siz ondan yüz çeviriyorsunuz. 69Onlar birbirleriyle tartışırken, benim “en üstün şeylerin doldurulduğu; Kur’ân’a dair bir bilgim yok idi. 70Ancak ben, evet ben apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyediliyor.” Ahkaf/ 8, 9 8Ya da onlar, “Kur’ân’ı, Muhammed uydurdu” diyorlar. De ki: “Eğer onu ben uydurmuşsam bana Allah’tan olacak şeye güç yetiremezsiniz; beni Allah gibi cezalandıramazsınız. O, sizin neyin içine atıldığınızı daha iyi bilir. Sizinle benim aramda tanık olarak O yeter. Ve O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” 9De ki: “Ben elçilerden ilk ortaya çıkan biri değilim. Ve ben, bana ve size ne yapılacağını bilmiyorum. Ben sadece bana vahyedilene tâbi oluyorum. Ve ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” Şûra/ 7 7İşte böylece Biz, kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur’ân vahyettik. Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir. Şûra/13 13Allah, dinden Nuh’a yükümlülük olarak ulaştırdığı şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrahim’e, Mûsâ’ya ve İsa’ya yükümlülük olarak ulaştırdığımız şeyi yaşam yolu yaptı: “Dini hayata geçirin, ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini davet ettiğin şey, ortak koşan kimselere ağır geldi. Allah, dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de o davet edilene kılavuzlar. Şûra/ 51-53 51Ve bir beşer için, bir vahiy ile veya perde arkasından yahut bir elçi gönderip de izniyle/ bilgisiyle dilediğini vahyetmesi dışında Allah’ın kendisine söz söylemesi olmaz. Şüphesiz O, çok yüce ve yücelticidir, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/ sağlam yapandır. 52,53İşte böylece Biz, sana da Kendi emrimizden/ Kendi işimizden olan ruhu/ Kur’ân’ı vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nûr/ ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar Kendisi için olan Allah’ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın, bütün işler yalnız Allah’a döner.
__________________
Halil Ay |
25. May 2014, 09:51 AM | #9 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.020
Tesekkür: 3.570
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Rasülüllah’a kendisine vahyedileni izlemesi/ onu okuması emredilmiştir.
Maide/ 27, Araf/ 175, Yunus/ 71, Kehf/ 27, Şuara/ 69, Ankebut/ 45, Bakara/ 121, 151, Âli Imran/ 164, Kasas/ 59, Cuma/ 2, Talak/ 11, Beyyine/ 2, Zümer/ 71’e bakılabilir. Ayrıca Kur’an’da (Şems/ 2) geçen “Şems (güneş)” ifadeleri mecaz anlam ile vahyi, “kamer (ay)” ifadeleri de mecaz anlam ile elçiyi ifade eder. Ki ayetlerde “güneşi izleyen ay” ifadeleri yer alır. Rasüle itaat ne demektir? Halis dinin yozlaşmasının başlıca nedenlerinden biri de “Rasüle itaat” konusunun yanlış anlaşılmasıdır. Rasül’e itaat, Rasülüllah’ın dine koyduğu ilkeleri kabullenmek; reddetmemek olarak anlaşılmaktadır. Bu konu üzerinde hassasiyetle durulması gerekmektedir. Önce ayetlere göz atalım. Âl-i Imran/ 32, 31De ki: “Eğer siz Allah’ı seviyorsanız o zaman bana uyun ki, Allah sizi sevsin ve günahlarınızı sizin için bağışlasın. Ve Allah, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olandır, engin merhamet sahibidir.” 32De ki: “Allah’a ve Elçi’ye itaat edin!” Artık yüz çevirirlerse, biliniz ki, şüphesiz Allah, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseleri sevmez. Âl-i Imran/ 132 130Ey iman etmiş kimseler! Kat kat artırılmış olarak ribayı [emeksiz, hizmetsiz, risksiz kazancı] yemeyin. Kurtuluşa ermeniz için Allah’ın koruması altına girin. 131Kâfirler; Allah’ın ilâhlığını, rabliğini bilerek reddeden kimseler için hazırlanmış olan ateşten de sakının. 132Merhamet olunmanız için Allah’a ve Elçi’ye itaat edin. Nisa/ 59 59Ey iman etmiş kimseler! Allah’a itaat edin, Elçi’ye ve sizden olan emir sahiplerine/ anayöneticiye itaat edin. Sonra, eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve âhiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi’ye havale edin. Bu, daha iyidir ve en uygun çözümü bulmak bakımından daha güzeldir. Maide/ 92 92Ve Allah’a itaat edin, Elçi’ye itaat edin ve sakınıp tedbirli olun. Artık eğer uzak durursanız, biliniz ki, Elçimize düşen sadece apaçık tebliğdir. Enfal/ 1 1Sana, savaşın bahşişlerinden soruyorlar. De ki: “Enfâl/ savaş bahşişleri Allah ve Elçisi/ kamu içindir. Onun için siz, mü’minler iseniz, Allah’ın koruması altına girin, birbirinizle aranızı düzeltin ve de Allah’a ve Elçisi’ne itaat edin. Enfal/ 20,21 20Ey iman etmiş kimseler! Allah’a ve Elçisi’ne itaat edin. İşitip dururken ondan yüz çevirmeyin! 21Vahye kulak asmadıkları hâlde “İşittik/ vahye kulak verdik” diyenler gibi de olmayın! Enfal/ 46 46Yine Allah’a ve O’nun Elçisi’ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız ve gücünüz-canınız gider. Ve sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. Nur/ 54 54De ki: “Allah’a itaat edin, Elçi’ye de itaat edin.” Artık, eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki o’nun üzerine olan, sadece kendisinin yüklendiğidir. Sizin üzerinize de, size yüklenendir. Eğer Elçi’ye itaat ederseniz, kılavuzlandığınız doğru yola girersiniz. Elçi’nin üzerine olan da, sadece apaçık mesajı iletmektir. Nur/ 56 56Ve rahmet olunmanız için salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olun; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/ vergiyi verin ve o Elçi’ye itaat edin. Muhammed/ 32 32Şüphesiz ki Allah’ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan, Allah’ın yolundan alıkoyan ve kendilerine doğru yol açıkça belli olduktan sonra Elçi’ye karşı gelen şu kişiler; onlar, Allah’a hiçbir şekilde zarar veremezler. Ve Allah, onların işlerini boşa çıkaracaktır. Mücadele/ 13 13Başbaşa konuşmanızdan önce sadakalar vermekten korktunuz mu? İşte, yapmadınız. Ve Allah, sizin bilinçle hatadan dönüşünüzü kabul etti. Artık salâtı ikame edin [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olun; toplumu aydınlatma kurumları oluşturun, ayakta tutun], zekâtı/ verginizi verin, Allah’a ve Elçisi’ne itaat edin. Ve Allah, yaptıklarınıza en çok haberi olandır. Teğabün/ 12 12Ve Allah’a itaat edin, Elçi’ye de itaat edin. Artık yüz çevirirseniz bilin ki Elçimize düşen apaçık bir tebliğdir. Bu ayetlerin hepsi Medenidir; yani Medine döneminde inmiştir. Hatta savaş ortamlarında inmiştir. Rasülüllah Medine’de artık sadece bir elçi değildir. Devlet başkanıdır, askerî komutandır, hakimdir; kısacası Ülülemr’dir. Bu ayetlerin yer aldığı paragraf, pasaj incelenirse, Rasülüllah’ın kendisine vahyedilmiş ayetler çerçevesinde devlet başkanı, ordu komutanı sıfatıyla kararlar alıp uygulamaya çalıştığı, çevresinde bulunanların muhalefet ettikleri veya gevşek davrandıkları bu nedenle de Rabbimizden “Rasüle itaat edin”, “Rasüle itaat Allah’a itaattır” diye azar işittikleri görülkmektedir. Başka bir ifadeyle çevresindeki itiraz edenlere, karşı çıkanlara, “onun aldığı kararlara; yaptığı içtihatlara saygılı davranmaları, özellikle bu âyetlerin bulunduğu bağlamlarda, devlet reisi, ordu komutanı sıfatlarını da taşıması hasebiyle Elçi’ye askerî ve idarî alanlarda ters harekette bulunmamaları” emredilmiştir. Ahzab/ 36 36Ve Allah ve Elçisi bir işte hüküm verdiklerinde, hiçbir mü’min erkek ve mü’min kadın için kendi işlerinde serbestlik yoktur. Ve kim Allah’a ve Elçisi’ne isyan ederse o, açık bir sapıklıkla sapmıştır. Görüldüğü üzere “Rasüle itaat”, Rasülüllah’ın sağlığında yürüttüğü, devlet başkanlığı, ordu komutanlığına yöneliktir. Bu gün Rasüle itaat mümkün değildir. Rasülüllah karşımızda olsa da Marufta kararlar alıp bize iletse işte o zaman, bize, “emrin başım gözüm üstüne, anam babam feda olsun ya rasülellah” demek düşer. Ona ne muhalefet ederiz ne de itaatsizlik. Nur/ 51 51Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Elçisi’ne davet edildiklerinde mü’minlerin sözü ancak “İşittik ve itaat ettik” demeleri oldu. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. 59Ey iman etmiş kimseler! Allah’a itaat edin, Elçi’ye ve sizden olan emir sahiplerine/ anayöneticiye itaat edin. Sonra, eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve âhiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi’ye havale edin. Bu, daha iyidir ve en uygun çözümü bulmak bakımından daha güzeldir. (Nisa/ 59) Âyette, Sonra eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah’a ve âhiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi’ye havale edin buyurulmaktadır. Bu âyetin ilk muhatapları, Rasûlullah’ın hayatta olduğu ve Kur’ân’ın tamamlanmadığı bir dönemde yaşayan mü’minler idi. Onların, ihtilafa düştükleri bir meseleyi Allah’a havale etmeleri, “Allah’tan problemlerinin çözümüne dair âyet beklemeleri”dir. Rasûlullah’a havale etmeleri ise, “Rasûlullah’tan, daha evvel inmiş âyetler çerçevesinde problemlerine bir çözüm üretmesini istemeleri”dir. Çünkü kendileri Rasûlullah gibi hâmil-i Kur’ân, hâfız-ı Kur’ân değillerdi. Bugün ise mü’min; her problemi, her anlaşmazlık ve uyuşmazlığı tamamlanmış olan Kur’ân’a havale etmek, problemi Kur’ân hükümleri ile çözmek durumundadır. Zira Allah, bundan sonra yeni bir âyet indirmeyecek, başka bir Rasûl göndermeyecektir. Artık Allah, insanlığı Kur’ân ile başbaşa bırakmıştır. 6-8Bundan böyle sende bilgi birikimi sağlayıp onu başkalarına ulaştırtacağız sonra da sen unutmayacaksın/ terk etmeyeceksin. Ancak Allah dilerse başkadır. Kuşkusuz ki O, açığı da bilir, gizliyi de. Ve sana “En Kolay Olan”ı/ seni en çok mutlu edecek olan şeyleri kolaylaştıracağız. (A’la/ 6-8)
__________________
Halil Ay |
25. May 2014, 09:52 AM | #10 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.020
Tesekkür: 3.570
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Rasülüllah Gaybı Bilmezdi
Peygamberperestler Rasülüllah’ı övebilmek için Rasülüllah’ın gaybi bildiğine dair binlerce senaryo üretmişlerdir. Onların burada sayımını yapmıyacağız. Herkes bunların birçoğunu biliyor zaten. Biz bu konuda Kur’an’da yer alan ayetleri sunuyoruz: En’am/ 50 50De ki: “Ben size ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Görülmeyeni, duyulmayanı, geçmişi, geleceği de bilmem ben. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben yalnızca bana vahyedilene uyuyorum.” De ki: “Kör ile gören eşit olur mu? Hâlâ düşünmüyor musunuz?” A’raf/ 188 188De ki: “Ben kendim için Allah’ın dilediğinden başka ne bir yarar elde etmeye, ne de bir zararı önlemeye yetkin değilim. Ben eğer görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği bilseydim, elbette ben hayırdan çoğaltmak isterdim. Ve bana hiçbir kötülük bulaşmamıştır. Ben ancak bir uyarıcı ve iman eden bir topluma müjdeleyenim.” Yunus/20 20Ve onlar, “Ona Rabbinden bir alâmet/ gösterge indirilseydi ya!” diyorlar. “Görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği bilmek kesinlikle Allah’a aittir. Hadi bekleyin. Şüphesiz ben sizinle birlikte bekleyenlerdenim” deyiver!
__________________
Halil Ay |
Bookmarks |
Etiketler |
dinde, peygamberlerin, yeri |
|
|