hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > GELENEK DİNİ > Mezhepler ve Tarikatlar

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 18. May 2013, 04:59 PM   #101
merdem
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 1.606
Tesekkür: 667
710 Mesajina 1.305 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
merdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud ofmerdem has much to be proud of
Standart

Alıntı:
Anonymous Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Vahiy ve ilham konularında bir kavram kargaşası olduğunu düşünüyorum. Zamanında çözmek için kafa yormuştum, şimdi kendimce doğru sonuca ulaştığımı düşünüyorum. Fakat tabi en doğrusunu Allah bilir.

Vahiy aldığını iddia eden kişiler kendi sınıflandırmaları neticesinde 2 ye ayrılıyorlar.
1) Vahiy aldığını iddia edenler.
2) Vahyi peygamberlik olarak görüp peygamberlik iddiasında bulunmaktan ya edeple ya da korkudan çekindikleri için kitaplarını ilhamla yazdıklarını belirtenler

Bir anlayışa göre Allah yalnızca peygamberlere vahyeder, peygamber olmayanlara da ilham edermiş. Fakat Allah'ın peygamber olmayan bazı kişilere (ör: Musa'nın annesi) hatta bal arısına bile "vahyettiği" yazıyor Kuran'da. Dediğim anlayıştakiler bu kısımları ilham diye çevirseler de vahiy yazıyor asıl metinde.

Kuran'da vahiy geçen her yer doğrudan vahiy anlamına mı geliyor elçi yoluyla bilgilendirilme anlamında da yorumlanabilir mi orasını ben bilemem, gerçekten kimin vahiy aldığını yalnız Allah bilir.

Şimdi 1 numaradaki insanlar da bu bahsettiğim ayetleri kullanarak vahiy alabileceklerini savunuyorlar. Onlar yalnızca vahiy aldıklarını, Kuran'da peygamber olmayanların da vahiy alabildiğine delil bulduklarını, dolayısıyla peygamberlik ilanında bulunmadıklarını ve son nebi ayetine ters düşmediklerini iddia ediyorlar.

2 numaradaki insanlar da zaten "vahiy değil ilham aldık zaten arı da musanın annesi de ilham aldı" diyorlar.


SONUÇ:
İki taraf da peygamberliğin farkını vahiy almak diye yorumlamış. Fakat bence peygamberlerin diğer insanlardan farkı vahiy almaları değil, TEBLİĞ İLE EMROLUNMALARI. Yani fark vahyin tebliği GÖREVİdir, yani aldıkları vahiyler Musa'nın annesindeki gibi kişisel vahiy değil, bir toplumu ilgilendiren/bilgilendiren vahiyler.

Dolayısıyla Kuran'da son nebi ayeti dururken; birisinin vahiy aldığını düşünsem bile bu kendini ifşa eden, kitaplar yazıp sohbetler düzenleyip tebliğ yapan, kendine geldiğini iddia ettiğini yayan, paylaşan, KISACASI peygamberliğe soyunan birisi değildir.


Ben yalnızca konu üzerine düşünmek istedim ve mantıksal açıdan olaya yaklaştım. Çok daha kolay ve isabetli bir yöntem uygulayıp bunların vahiy olarak geldiğini iddia ettikleri şeyleri Kuran ile karşılaştırırsanız Kuran ile çelişkiler içerdiklerini yani batıl olduklarını görebilirsiniz. Vahyin bir kısmı doğru bir kısmı yanlış olmaz, vahye batıl da karışmaz.


Şanı yücedir o kudretin ki, hakla bâtılı ayıran o Furkan'ı, bütün âlemler için bir uyarıcı olsun diye kuluna indirdi.
(Furkan 1)

Said Nursi düpedüz Risael-i Nur'un Vahy yoluyla bildirildigini ve vazifesinin bunu teblig etmek oldugunu iddia etmis ve bir tek aciktan peygamberligini ilan etmemis olmasi ne farkeder ki.

Ben peygamberim diye bagirmasina lüzum yok, hal ve hareketleriyle zaten kendini peygamber ilan ediyor.

Sonuca bakalim sonuca. Bu gün kac milyon(!) nurcu vardir?

Allah Resulünün bile bir kac sene icerisinde o kadar takipcisi olmamistir.

Hani insanin diyesi geliyor, sünniler hadislere bir sarilis sarilirlar ki hadislerle Kur'an ayetlerini dahi nesh ederlerken :Said Nursi'ye göre de Risaie-i Nur'a itiraz edilemez (Sikke, 56) çünkü onlar Tanrısaldır. Hatta risalelere "Kutb-u Azam"dan itiraz gelse yine de dikkate alınmaz! (Kastamonu L. 145). Çünkü Kutb-u Azam{!) yanılabilir. (Kutb-u Azam meğer pek de cahilmiş!)

Adam itiraz dahi ettirmiyor Risael-i Nur'a. Hoppla!

Yüce Allah (c.c.), peygamberlere düşen vazifenin sadece tebliğden ibâret olduğunu, kabul ettirip ettirmemenin ise Kendisine ait olduğunu bildirir: Peygambere düşen sorumluluk, sadece tebliğ etmektir. (Mâide, 99) Peygamber Efendimize hitâben de: Sen dilediğin kimseyi doğru yola eriştiremezsin! Lâkin ancak Allah dilediğini doğruya hidâyet eder. (Kasas, 56) Sen insanları irşada devam et. Zaten senin görevin sadece irşad edip düşündürmektir.Yoksa sen kimseyi zorlayacak değilsin. (Ğâşiye, 21-22) Tebliğ ve irşad yapan bir kimsenin vazifesi, güzel bir davet ve ilâhî hükümleri muhataplara ulaştırmaktır. Hidâyete erdirmek ise Yüce Allah ın bileceği bir iştir. Çünkü dâvetçi halkı zorla îmana getirecek güce sahip değildir ve bundan mes ûl de değildir.

...Risale-i Nur un mesleği ise; vazifesini yapar. Cenâb-ı Hakk ın vazifesine karışmaz. Vazifesi, tebliğdir. Kabûl ettirmek, Cenâb-ı Hakk ın vazifesidir. Hem, kemiyete ehemmiyet verilmez. (Kastamonu Lâhikası,196-197)


******


Adeta, Kur'an'a alternatif yeni Kur'an'lar; dîne alternatif yeni dinler ve peygambere alternatif yeni peygamberler ortaya çıkmaktadır. Bunun İslâmî literatürdeki adı şirk'ten başka bir şey değildir.



****

Said Nursi, risalelerini Allah'a atfeder. Kitaplarının hemen hemen tamamında, kendisinin Allah tarafından görevlendirildiğine inandığını gösteren beyanatlara rastlamak mümkündür. Hatta bu kanaati o kadar kesin ki, kendinde manevî kuvvetler bulunduğuna, istese 28 senelik düşmanlarından intikamını bir günde alacağına inanmaktadır. (Tarihçe, 550). Fakat özellikle "Sikke-i Tasclîk-i Gaybî" adlı risalesinde baştan sona, kendisinin bilgileri doğrudan Allah'dan aldığını olanca çıplaklığıyla, gayet samimane(!) anlatmaktadır. Onun zihin yapısını anlamak için sadece bu risalesini tetkik etmek yeterlidir. Kitabının adı da, kendisine gaibden gelen bilgilerin doğruluğunun, isbatının kanıtı, mühürü anlamını ifade etmektedir...

Daha kendisi 8-9 yaşlarında iken, etrafındakilerin Nakşî olmalarına ve orada meşhur Hizan Gavsı'ndan istimdat ederlerken, kendisi Gavs-ı Geylanî'ye hitab etmekte, ondan istimdat etmektedir! Binlerce kez, kaybolan bir şeylerini buldurmak için Gavs'ı yardıma çağırmış ve yardım görmüştür! (Sikke, 116). Yani molla Said övüneyim derken, kendini ele vermiş... Çünkü Allah'dan başkasını bu anlamda yardıma çağırmanın şirk olduğunu Kur'an bize öğretmektedir.

Said Nursi'nin doğup-büyüdüğü çevrenin, şeyhlerin mutlak otoritesine dayalı mistik kültürü, evliyalar menkıbeleri, onun gelecekteki kişiliğinin ve din anlayışının temelini oluşturuyordu.

O da diğer sufiler gibi kitap yazımına rüya ile başlıyordu. Çocukluğunda (12-13 yaş) gördüğü bir rüyada Hz. Peygamberin elini öpmüş ve Peygamber, "ümmetine sual sormamak kaydıyla" ona Kur'an ilimlerinin verileceğini müjdelemiştir(!) (Tarihçe, 32-33). Bir başka rüyasında da Abdulkadir Geylanî ona Miran aşireti reisi Mustafa Paşa'ya giderek, onu namaz kılıp zulümden vazgeçmeye çağırması, aksi durumda öldürmesi talimatını vermiştir. Molla Said de rüya gereğince davranmıştır. (Tarihçe, 39 vd.).

Şimdi burada Said Nursi'ye, rüyada Allah'dan Kur'an ilimlerini almanın imkanından, kendisinin yoksa nebî mi olduğundan sormazdan önce; A. Kadir Geylani'nin, mezarda çürümüş olduğu halde, dünyaya nasıl hükmettiğinin, bu gücü nereden aldığının, yoksa yarı-ilah mı olduğunun sorulması ilzam eder. Üstelik, kabirden dünyayı yöneten Geylanî'nin, sözkonusu görevi bizzat kendisinin ifâ etmeyip de Nursiyi görevlendirmesi de bir nebze çelişki olmuyor mu?
Anlaşılan o ki, böyle büyük(!) rüyalarla anlatılmaya çalışılan küçük(!) dünyalar var, onun için bu rüyalara ihtiyaç var!
Said Nursî, risaleleri yazmakta kendisinin sadece bir "mütercim" olduğuna kesin olarak inanmaktadır. O, bu risaleleri ihtiyarı dışında yazmıştır! (Sikke, 91). O yalnızca, kendi hissesine "şükretmek" düşen bir mütercimdir. (Sikke, 60).
Şakirtlere göre, Celcelutiye, Mesnevi-i Şerif ve Fütuhul Gayb gibi eserlerin müellifleri, nasıl yalnızca
bunların mütercimleri iseler, Üstadları da aynen öyledir! Risale-i Nur tamamen Kur'an'ın nurudur. (Sikke, 215).
"İ'caz-ı Kur'an"ı beyan etme görevini kendisine, "vakıa-i sadıka" da gördüğü "mühim bir zat" vermiştir! (Sikke, 187). Bu mühim bir zat, Allah mıdır, peygamber midir, bilemiyoruz.

Said Nursî, kendisinin Şark tarafından zuhur edecek nur olduğuna (Sikke, 189) kesin inanmıştır, hernen hemen bütün risalelerini kendisinin yazmadığını, kendinin bundan aciz olduğunu, hakikatleri beyan etmede o kadar başarılı olmadığını... anlatır. Dolayısıyla Nursinin yazıları "doğrudan doğruya bir inayet-i ilahiyye ve bir ikram-ı Rabbanî ve bir keramet-İ Kur'aniyye"dir. (Sikke, 192, 195). Yani, risaleler, telaffuz edilmese de vahiyden başka birşey değildirler! Zaman zaman, risaleleri yazarken, kuş v.s. suretinde gelip, kendisini murakebe ve taltif eden (Sikke, 196), gayb alemiyle bağlantılarını ifşa(!) eder.

Şakirtleri, üstadlarının "zevahiri kurtarmak için" üç aylık bir tahsil müddeti içinde evvel ve ahirîn alemlerine, ledünnî ilimler ve eşyanın hakikatına, kainatın esrarına, ilahî hikmetlere varis kılındığına inanmaktadırlar. Ve üstelik şimdiye kadar hiç kimse bu makama nail olamamıştır! (Sikke, 216). Nursi'nin bizzat kendisinin de, Risale-i Nurlar dışında bir tek kitaba dahi ihtiyaç duymamış (okumamış) olması (Kastamonu L. 48), acaba, geleneksel kabuldeki, peygamberin ümmî oluşuna bir atıf, bir nazire midir bilinmez... Risale-i Nur onun değildir (Emirdağ L. 46, 49), Allah'a aittir...

Said Nursi'nin, "izin olmadığından yazılmadı"; "bir iki sahife yazdım, perde kapandı..."; "birden şiddetli ihtar ile"; "bir meseleyi beyan etmek ihtar edildi"; (Kitaplarının tamamına yayılmış durumdadır, örnek için, Sikke, 152) gibi mütemadiyen tekrar ettiği ifadeler, Allahdan vahiy aldığına kesin olarak inandığının gayet açık ve net delilleridir.

Kur'an'ın 33 ayeti hem Said Nursi'yi, hem de Risaleleri ta o zamandan ihbar etmiştir! Bu ayetlerden bazıları, 3/18, 4/176, 5/14, 108/1 ayetleridir. (Kastamonu L. 54, 137-138). Said Nursi'nin, kitaplarının vahiy ürünü olduğunu ispatlamak için en çok başvurduğu ve yüzde yüz inandığı bir yöntem de cifir/ ebced hesabıdır. Sikke-i Tasdik-i Gaybî risalesi bununla doludur.

Zümer, Casiye ve Ahkaf surelerinin başlarında bulunan "tenzîlül Kitab" ifadesi, o gün için Kur'an'a delalet ediyordu, şimdi de Risalen Nur'a delalet etmektedir. (Sikke, 78-79).

Said Nursi, Celcelûtiye adını verdiği tamamen uydurma, bir sözde dua metninin de kendisinden bahsettiğinden emindir! (Sikke, 107). Ona göre celcelutiye, Peygamber'e vahiyle inmiştir. (Sikke, 101).

Şu halde hem Allah doğrudan ve rüya yoluyla, hem Kur'an aracılığıyla, hem Peygamber vasıtasıyla, hem Celcelûtiye, hem Hz. Ali ve hem de A. Kadir Geylani aractlığıyla Said Nursi'yi haber vermiş, risale-i nurun "imanı kurtaracağım" müjdelemiştir!!

****


Adeta, Kur'an'a alternatif yeni Kur'an'lar; dîne alternatif yeni dinler ve peygambere alternatif yeni peygamberler ortaya çıkmaktadır. Bunun İslâmî literatürdeki adı şirk'ten başka bir şey değildir.



Kendilerini İslam'a nisbet eden insanlar sadece Allah'ın vahyi olan Kur'an'dan sorumludurlar. O'nu anlamak ve O'na göre yaşamak zorundadırlar. Kendilerini Allah'a değil de, İbnul Arabi'ye, C. Rumi'ye veya S. Nursi'ye nisbet edenler ise Allah'ı veli olarak bulamayacaklardır. Hesap gününde hesabı görecek olan, bu şahıslardan biri değil, Allah'ın kendisidir.

****


Adam deli olabilir, ama onu takip edenler ise zirdelidir

Hani günümüzde birisi iki peygamber adini bir arada kullanarak bir seylere ulasmak niyetinde oldugu gibi öbürüde aglayan diyecegine GÜLEN diyor.

Aklini tuz biberle yiyenlere biz de acibiber ve bal ikraminda bulunsak da agizlarinin tadi tam olsun bari.
merdem isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
merdem Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
ÖmerFurkan (30. October 2013)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
cemaati, nur


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 06:16 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam