hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE TEBYîNÜ'L -KUR'AN İŞTE KUR'AN ve VİDEOLARI Hakkı Yılmaz > İniş Sırası ile Sureler > 73.Enbiya Suresi

 
 
Seçenekler Stil
Alt 15. August 2009, 02:31 PM   #11
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

İDRİS: “İdris peygamber de Kur’an’da iki kez anılmıştır. Ayetlerden öğrendiğimize göre, İdris peygamber de sözünde duran, içi dışı doğru bir kişi ve bir elçiydi. Yaptığı kulluk sonucunda Rabbi tarafından yüksek bir mertebeye yükseltilmişti. Bu yüksek mertebe, bize göre, peygamberlik rütbesi ve İsmail peygamberin de ulaştığı Allah’ın hoşnutluğu mertebesidir. İsrailiyatın etkisinde kalan birçok müfessir, İdris peygamberin yükseltildiği mertebeyi onun canlı olarak göklere çıkarıldığını, sonra da cennete yerleştirildiğini anlatan nakillerle açıklamışlardır. Rivayetlerdeki uydurmalar zaman içinde daha da abartılarak “Kırk Sual” ismiyle şöhret olan kitapta efsaneleştirilmiştir. Bu hikâyelerde İdris peygamberin, Tevrat’ta ismi geçen “Hanok” olduğu ileri sürülmüştür. İdris peygamberin canlı olarak göğe, cennete çıkışından başka, onun ilk yazıyı yazan, ilk dikiş diken, ilk hesap yapan ve ilk silâh kullanan kişi olduğuna dair de hikâyeler düzülmüştür:
87- Ve Zünnûn’u [kılıç sahibini, Ninovalı’yı]; hani, öfkelenerek gitmişti de kendisini sıkıntıya sokmayacağımızı sanmıştı. Sonra da karanlıklar içinde, “Senden başka ilah diye bir şey yoktur! Seni tespih ederim. Şüphesiz ben zalimlerden oldum!” diye seslenmişti.
88- Sonra da Biz, ona cevap verdik ve onu, gammdan/ üzüntüden kurtardık. Ve işte, inananları Biz böyle kurtarırız.
Bu ayetlerde Zünnun [Yunus] peygambere değinilmiş, onun bunalıp görevden korkup kaçtığı, sonradan da kendisini toparlayıp bunalımlardan kurtulduğu, Allah’a dönmesi halinde O’nun her bunalana yardım edeceği bildirilmiştir.
Yunus peygamber burada “Nun sahibi” olarak takdim edilmiştir. Bir başka ayette ise “Hut sahibi” olarak tanıtılmıştı. Pasajın içeriğinden her ikisinin de kesin olarak Yunus peygamberi nitelediği anlaşılmaktadır.
Ayetlerden anlaşıldığına göre Yunus peygamber görev yaptığı dönemlerden birinde sabredemeyip görevden kaçmıştı. Bu ara bunalıma girdi. Aklını başına toplayıp Allah’a yalvardı. Allah onun tövbesini kabul edip görevini sürdürdü.
Yunus Peygamberle ilgili Saffat suresinde çok geniş açıklamalarda bulunmuştuk. Farklı ciltte yer alması ve önemli olması hasebiyle açıklamalarımızı burada da naklediyoruz.

Elbette Yunus da gönderilenlerdendir [elçilerdendir].
Hani o, dolu bir gemiye doğru kaçak bir köle gibi kaçmıştı.
Sonra o, ok çekişti, sonra da kanıtı iptal edilenlerden [tezi çürütülenlerden] oldu.
Sonra onu Hut [açgözlülük- bunalım] yutmuştu. O ise kınayıcıydı [pişman olmuştu].
Sonra eğer, şüphesiz o, Allah'ı tesbih edenlerden olmasaydı, kesinlikle diriltilecekleri güne kadar onun [hut’un] karnında [karanlıklarda, bunalımda] kalacaktı.
Sonra Biz, o hasta iken;[fikir sancısı çekerken] onu sahile attık.
Onun üzerine geniş yapraklılardan bir ağaç bitirdik.
Ve onu, yüz bin hatta daha çok kişiye elçi olarak gönderdik.
Sonunda inandılar, bunun üzerine Biz de onları bir süreye kadar yararlandırdık. (Saffat/140-148)
Yunus peygamber kendisine verilen görevden bunalıp sabredememiş, kaçak bir köle gibi kaçmıştır. Daha sonra yaşadığı zihinsel mücadele sonucu hatasını anlayıp tövbe etmiş ve içine düştüğü bunalımlardan kurtulmuştur. Sonra da Rabbimizin rahmeti ile görevine sarılıp elçilik görevini yerine getirmiştir.
Hatırlanacağı üzere, Rabbimiz, daha evvel ismini vermeden lakabıyla Yunus’a değinmiş, peygamberimize de onun gibi yapmamasını, sabırla elçilik görevini sürdürmesini tembihlemişti:
Öyleyse Rabbinin kararına karşı sabret; balık/bunalım arkadaşı gibi olma. Hani o bir kez aşırı bunaldığında Rabbine seslenmişti.
Eğer Rabbinden ona bir iyilik ulaşmasaydı, kınanmış bir durumda, boş bir yere atılacaktı.
Ancak, Rabbi onu seçti, sonra da iyilerden kıldı. (Kalem/48- 50)
Yunus kıssası İsrailiyat etkisiyle algılanmış ve bu hususta birçok efsane oluşturulmuştur. Gemi yolculuğunda kura çekilmesi, kuranın Yunus’a (as) çıkması, Yunus’un (as) kendisini denize atması ve Yunus’un (as) balığın karnındaki durumu ile ilgili nakilleri Saffat suresinin tahlilinde uzun uzadıya alıntıladığımız için merak edenlerin söz konusu nakilleri (Tebyinü’l-Kur’an; c: 5, s: 580-589) oradan okumalarını öneriyoruz.
YUNUS’U HUT YUTMASI
Genellikle “onu balık yuttu” diye çevrilen sözcüğün mahiyeti ile ilgili olarak Araf/163’ün tahlilini yaparken “hut” sözcüğü ile ilgili geniş bir açıklama (Tebyînü’l-Kur’an: c: 3, s: 72-82) yapmıştık. Önemine binaen o açıklamamızın kısa bir özetini burada tekrar veriyoruz. Ancak konunun daha iyi anlaşılabilmesi için o bölümün tamamının okunmasının daha yararlı olacağını düşünüyor, ilgili bölümün oradan okunmasını öneriyoruz.
“Hut” sözcüğü, dil bilimcilerinin bir kısmına göre “balık”, bir kısmına göre de “büyük balık” demektir. Bu anlamıyla sözcük, tatlı ve tuzlu sularda yaşayan soğukkanlı omurgalıların genel adı olmakla beraber, eski çağlardan beri bilinen burçlar kuşağındaki bir takımyıldızın adı olarak da kullanılmaktadır.
Ancak Kur’an’ı doğru anlamak için sözcüklerin teamüldeki kullanımını değil, gerçek anlamlarını bilmek gerekmektedir.
“Hut” sözcüğünün geçtiği eski şiirlerden biri “Ve Sahip lâ hayre fi şebabihi / Hûten, izâ mâ zâdenâ / …” şeklindedir. Sözcük bu mısrada “ağır ağır da yutsa, çabuk çabuk da yutsa, kendisine kâfi gelmeyen [doymayan, doyma duygusu olmayan]” anlamında kullanılmıştır.
Bu temel açıklamadan anlaşıldığına göre, “hut” sözcüğü aslında doyma hissi olmadığı ve doyduğunu bilmediği için balıklara yakıştırılmış bir sıfattır, balık demek değildir. Nitekim herkesin bildiği gibi, sularda yaşayan balığın esas adı “semek”tir. Balıklarda doyma hissinin olmaması, yemelerine ara verme sebebinin doymaları değil de tıkanmaları olması bugün artık bilimsel bir bilgidir. Balıkların bu özelliklerini bilmeyen amatör akvaryumcuların, günlük ihtiyacın üzerinde yemleme yaptıkları takdirde çatlayarak ölen balıklarla karşılaştıkları, günlük hayata yansımış bir gerçektir. Balık oburluğunun balık cinsleri itibariyle gösterdiği özellikler ise Su Ürünleri Fakültelerinin araştırma raporlarına da girmiş durumdadır.
Buna göre, “hut” ve “havt” sözcüklerinin anlamlarını “hırs, doyumsuzluk” olarak ifade etmek mümkündür.
“Hut” sözcüğünün Kur’an’da yer aldığı pasajlardaki anlatım dikkate alındığında, sözcüğün daima “sebebiyet mecaz-ı mürseli” şeklinde kullanıldığı görülmektedir. Yani, sebep olan “hırs ve doyumsuzluk” zikredilmekte fakat hırsın insanda sebep olduğu “bunalım ve karamsarlık” kastedilmektedir.
Kur’an’ın anlatım özellikleri ve ayet çeşitleri dikkate alındığında, bazı sözcüklerin mecaz anlamlarda kullanıldığı, dolayısıyla da Yunus peygamber ile ilgili ifadelerin müteşabih olduğu anlaşılmaktadır:
1- Kalem/48’deki “makzum” sözcüğü aslında “boğazın tıkanması, sıkıntıdan nefes alamamak” demektir. Sözcüğün bu anlamı Türkçeye “nefes nefese”, “soluk soluğa”, “havasızlıktan boğulacak hâlde” deyimleriyle çevrilebilir. Ancak bu nefes darlığı, içinde bulunulan dertten, sıkıntıdan, ıstıraptan da kaynaklanabilir. Nitekim Yunus peygamberle ilgili diğer ayetler göz önüne alındığında, bu nefes darlığının sözcüğün hakikat anlamına uygun olarak havasızlıktan değil, sıkıntıdan kaynaklandığı anlaşılmaktadır.
2- Enbiya/87’de Yunus peygamberin “karanlıklar içinde” olduğu bildirilmiştir. Buradaki karanlık da yine sözcüğün hakikat anlamına uygun olan “ışıksızlık” değil, zihinsel bunalımdır. Bunu anlamak için Bakara/257’ye bakmak gerekir:
Allah, iman sahiplerinin Veliy’sidir [yol gösteren, yardım eden, koruyan yakınıdır]; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Küfre sapanlara gelince, onların Yakın Kimseleri tağuttur ki, kendilerini nurdan karanlığa çıkarır. Bunlar cehennem halkıdır. Orada sürekli kalacaklar onlar. (Bakara/257)
Görüldüğü gibi, ne Yüce Allah karanlıkta kalanları kurtarmak için onlara ışık tutacağını söylemekte, ne de Tağut, saptırdıklarını ışıklarını söndürmek suretiyle karanlığa sürüklemektedir. Dolayısıyla nur “manevî aydınlık, mutluluk”; karanlık da “zihinsel karanlık, bunalım” anlamına gelmektedir.
3- Enbiya/88’de Rabbimiz Yunus peygamberi “ğamm”dan kurtardığını bildirmektedir. “Ğamm” sözcüğü ve türevleri hakikat manasında “bulut” demektir. Fakat sözcük mecazen “keder, üzüntü, sıkıntı, bunalım, karanlık” anlamlarında da kullanılır. Nitekim Türkçeye de bu anlamıyla geçmiştir. Dolayısıyla “ğamm” sözcüğü bu ayette Yunus peygamberin buluttan kurtarıldığını değil, üzüntüden, sıkıntıdan kurtarıldığını ifade etmektedir.
4- Saffat/142’deki “onu hut yutmuştu” ifadesi, Yunus peygamberle ilgili diğer ayetler göz önüne alındığında, Yunus peygamberin üzüntüye boğulduğu, sıkıntıya düştüğü, bunalıma girdiği anlamına gelmektedir. Yunus peygamberin dopdolu [yükünü tamı tamına almış] bir gemiye doğru kaçtığı [gittiği] hatırlanacak olursa, dopdolu olması sebebiyle gemiye binememesi onu üzmüş, bunalıma düşürmüş olmalıdır.
Gerek “hut” sözcüğünün esas anlamı, gerekse Yunus peygamber ile ilgili ifadelerin müteşabih olması, Yunus peygamber ile ilgili ayetlerdeki “hut” sözcüğünün “balık” anlamında kullanılmadığını göstermektedir. Buradan hareketle denilebilir ki, Kehf/61 ve 63’te geçen Musa peygamberin “hut”u da Yunus peygamberin “hut”u gibi balık değil, düşmüş olduğu bunalımdır, karamsarlıktır.
Üzerinde durulması gereken bir başka nokta da 141. ayette geçen “ساهم sâheme” ve “المدحضين müdhadıyn” sözcükleridir. Genellikle ayet “Sonra o, kur’a çekti ve kaybedenlerden oldu” şeklinde meallendirilmiştir. Oysa biz bu iki sözcüğün konumuz olan ayete alışılmışın dışında bir anlam kazandırdığı kanaatindeyiz. Bu nedenle her iki sözcüğü de daha yakından inceleyeceğiz:
“ ساهمSÂHEME”: Bu sözcüğün kökü “ سهمsehm” sözcüğüdür. “Sehme”, bazen “nasip, haz” anlamında kullanılsa da, sözcüğün esas anlamı “ok”; kumarda, kur’a çekiminde kullanılan ok demektir. Sözcük “yüzün değişmesi [hastalıktan, can sıkıntısından, mahcubiyetten sararması, kızarması]” anlamında da kullanılır. (Lisanü’l-Arab; c: 4, s: 730- 731)
Konumuz olan “Sâheme” ise, aynı kök fiilin Mufaale kalıbından gelen bir sözcüktür. Mufaale kalıbı fiile “müşareket [işteşlik]” anlamı kazandırdığından, “Sâheme” fiili de bu kalıpta “ok çekişti” anlamına gelmektedir.
141. ayete bu anlam gözetilerek bakıldığında, Yunus’un [as] bindiği gemide birileri ile tartıştığı [karşılıklı okları çekiştikleri] ya da Yunus’un [as] kendi kendisiyle mücadele edişi, aklı ile hissi arasındaki oklaşması, kavgası anlatılmak istenmiştir. Zaten 145. ayette “o sakim iken [fikir sancısı çeker iken]” ifadesi yer almaktadır. Müşareket her zaman çokluk arasında olmayıp tek kişide de olabilir. Yunus’un [as] kendi kendine yapmış olduğu fikir jimnastiği de işteşlik içeren bir eylemdir.
المدحضين MÜDHADIYN: Bu sözcüğün kökü “ دحضdhd” fiili olup “kaygan bir mahalden ayağı kaydı” demektir. Konumuz olan “müdhadıyn” sözcüğü bu fiilin İf’al kalıbından gelmiştir ve anlamı “ayağın kaydırılması” demektir. Sözcük atın, devenin ayağının kayması anlamında kullanıldığı gibi, kişinin tezi için ileri sürdüğü delillerin iptal edilmesi, işe yaramaması anlamında da kullanılır. (Lisanü’l-Arab; c: 3, s: 306. “dhd” mad.) Buna göre, konumuz olan sözcüğün anlamı da “ayağı kaydırılmışlardan”, “delili iptal edilmiş, tezi çürütülmüş olanlardan” demektir.
Sözcük, konumuz olan ayetten başka şu ayetlerde de kullanılmıştır:
Ve Biz, elçileri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Küfretmiş olan kişiler de hakkı batılla iptal etmek [ortadan kaldırmak] için mücadele ediyorlar. Ve onlar, ayetlerimizi ve korkutuldukları şeyleri alaya aldılar. (Kehf/56)
Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonraki bir takım hizipler yalanladı. Her ümmet, kendi elçilerini yakalamak için teşebbüste bulundu; kendisiyle hakkı batılla gidermek için mücadele ettiler. Ben de onları yakalayıverdim. İşte, azabım nasıl oldu? (Mümin/5)
Ve kendisine icabet edildikten sonra Allah hakkında tartışanlar; onların kanıtları Rableri katında iptal edilmiştir. Ve onların üzerinde bir gazap vardır, çetin azap da onlar içindir. (Şura/16)
Artık anlaşılmış olmalı ki, Yunus (as) ne kur’a çekmiş, ne de kur’ada kaybetmiştir. O, kaçış sebeplerinin gerekçelerinin geçerli olmadığını anlamıştır. Ya da birileri ona bunu anlatmıştır.
KAÇMAK- HİCRET
Ayette Yunus’un (as) kaçtığı, hem de sahibinden kaçan bir köle gibi kaçtığı anlatılmaktadır. Bunun açık anlamı “görevden kaçmak”tır. Hicret ise üstlenilen görevi, görevi verenin izni veya emri ile bir başka yerde sürdürmeye gitmektir. Peygamberimiz Mekke’den ayrılırken görevden değil Mekkelilerden kaçıyordu. Amacı üstlendiği görevi başka ortamlarda devam ettirmekti. Bu nedenledir ki, Peygamberimizin hicreti hem emirle olmuş, hem de hicret edenler övgüye mazhar olmuşlardır. Peygamberimizin hicreti ile Yunus peygamberin kaçışı arasındaki temel fark budur.
Onların söylediklerine/söyleyeceklerine sabret! Ve güzelce ayrıl onlardan. (Müzzemmil/10)
Şüphesiz ki iman eden kimseler, hicret eden kimseler ve Allah yolunda gayret gösteren kimseler, Allah'ın rahmetini umarlar. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (Bakara/218)
Bunun üzerine Rableri onlara karşılık verdi: "Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun -Ki bazınız bazınızdandır [hepiniz aynısınızdır]- çalışanın amelini zayi etmem. Binaen aleyh göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler; elbette onlardan kötülüklerini örteceğim ve Allah katından bir sevap olarak, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Ve Allah, sevabın güzeli Kendi katında olandır. (Al-i Imran/195)
Saffat/145’teki “Sonra Biz, o hasta iken[fikir sancısı çekerken]...” ifadesinden, Yunus peygamberin de İbrahim (as) gibi bir hayli fikir işkencesi, zihinsel çile çektiği anlaşılmaktadır.
Saffat/142- 145. ayetlerden anlaşılan durum şudur: Yunus (as), Allah’a tevbe edip yakarmış, Allah da onu içinde bulunduğu karanlıklardan, bunalımdan kurtarmıştır. Yunus (as) daha sonra kavmine gitmiş, onları tekrar Allah’a çağırmıştır. Kavmi de bu kez çağrısına kulak vermiş, yüz bini aşkın nüfusuyla Yunus’a iman etmiştir.
Saffat/147. ayetteki “ أوev” edatı genellikle “veya” diye tercüme edilmiştir. Halbuki bu edat, burada olduğu gibi “hatta” anlamında da kullanılır. (el-İtkan; s. 491, “ev” edatı; el-Bürhan; c. 4, s. 209. “ev” edatı)
89, 90 – Ve Zekeriya; hani o, Rabbine: “Rabbim! Beni tek başıma bırakma, sen varislerin en hayırlısısın.” diye seslenmişti de Biz, onun için icabet etmiştik. Ve kendisine Yahya’yı ihsan ettik. Ve onun için eşini düzelttik [doğum yapmaya elverişli hale getirdik]. Şüphesiz onlar hayırlarda yarışıyorlar, umarak ve korkarak Bize yalvarıyorlardı. Ve Bize karşı derin saygı duyuyorlardı. Bu ayetlerde Zekeriya peygambere değinilmiş, onun durumu, duasının kabulü ve kendisine Yahya’nın lütfedilmesi ve Yahya ile birlikte örnek kullukları nakledilmiştir.
Zekeriya peygamberle ilgili geniş bilgi Meryem ve Al-i Imran surelerinde verilmektedir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
 

Bookmarks

Etiketler
73enbiya, enbiya, giriş, suresine


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 07:14 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam