hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > TARİH > Kuranda adı geçen diğer Salihler > Zu’l-Karneyn

 
 
Seçenekler Stil
Alt 12. August 2009, 12:03 PM   #1
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart Zülkarneyn, son peygamber muhammed as’dir

Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!

Hakkı Yılmaz Kardeşimin Zul Karneyn ile ilgili çalışmasını sizlerle paylaşmak istiyorum.

KUR’ANDA KONU EDİLEN ZÜLKARNEYN, SON PEYGAMBER MUHAMMED AS’DİR!!!!!

Lütefen, Tebyinü’l Kur’an’ın Kehf suresi tahlilindeki Zülkarneyn bölümüne göz atınız!!!!!!!!!!!!!!!!11

ZÜLKARNEYN GERÇEKTE KİMDİR?

Yaptığımız nakiller ve alıntıladığımız görüşler, Zülkarneyn’in gerçek kimliğinin spekülatif nakil ve yorumlar arasında iyice anlaşılamaz bir hale geldiğini göstermektedir. Halbuki ayetlerin metnine sadakat gösterilerek ve Kur’an’ın anlam koordinatlarından dışarı çıkılmayarak yapılacak bir tahlil neticesinde Zülkarneyn’in gerçek kimliğiyle alakalı isabetli bir açıklamaya ulaşılacağı kanaatindeyiz. Bu doğrultuda olmak üzere bizim bu konudaki tahlilimiz şöyledir:
Pasajın girişinde Rabbimiz “Ve sana Zülkarneyn'den soruyorlar. De ki: Size ondan, bir hatırlatma/ öğüt okuyacağım” demek suretiyle Zülkarneyn ile ilgili gerçekleri açıklayacağını ve elçisinin de insanlara Zülkaneyn’i buna göre anlatmasını istemektedir.
83 - Ve sana Zülkarneyn'den soruyorlar. De ki: Size ondan, bir hatırlatma/ öğüt okuyacağım:

Surenin 83- 98. ayetlerden oluşan bu bölümünde birçok esrarı barındıran “Zülkarneyn” konusu gündeme getirilmektedir. “Ve sana Zülkarneyn’den soruyorlar” ifadesinden anlaşıldığına göre, Resulullah’a Zülkarneyn ile ilgili bir soru yöneltilmiş ve kendisinden bu konuda bilgi istenmiştir. Pasajı tahlil ettikten sonra Rabbimizin bu soruyu yöneltenlere ve o topluma onların bildiği, sorduğu, öğrenmek istediği Zülkarneyn’i değil de, bambaşka, yepyeni ve yaşayan bir Zülkarneyn anlattığı anlaşılmış olacaktır.
Konuya girmeden önce klasik anlayışın Zülkarneyn hakkındaki görüş ve yaklaşımlarının ortaya konması yararlı olacaktır:

ZÜLKARNEYN’İN KİMLİĞİ

Âlimler, Zülkarneyn'in kim olduğu hususunda şu değişik görüşleri zikretmişlerdir:

Birinci Görüş: O Yunanlı İskender [Filip'in oğlu] idi. Bunun delili şudur: Kur'ân, Zülkarneyn adındaki o padişahın ülkesinin Batı’nın en uç noktasına kadar uzandığını göstermektedir. Çünkü Hak Teâlâ, "Nihayet güneşin battığı yere ulaşınca, güneşi kara bir balçıkta batar buldu (Kehf/86)” buyurmuştur. Yine Kur'ân, onun mülkünün doğunun en uzak noktalarına kadar uzandığını da gösterir. Bunun delili de, "Nihayet, güneşin doğduğu yere ulaştığı zaman, onu öyle bir kavmin üzerine doğuyor buldu ki ... (Kehf/90)” ayetidir. Onun mülkü Kuzey’de de en uzak bir yere kadar uzanıyordu. Bunun delili de, Türk kavimlerinden bir topluluk olan Ye'cûc ve Me'cûc'ün Kuzey'in en uzak noktasında yerleşmiş olmalarıdır. Yine bunun delili, Kur'ân'da bahsedilen o seddin tarih kitaplarında bunun Kuzey’in en uzak yerlerinde yapılmış olduğunun söylenmesidir. Binaenaleyh Kur'ân'da Zülkarneyn diye bahsedilen bu insanın, mülkünün Doğu-Batı ve Kuzey’in en uç noktalarına kadar uzandığına ayetler delalet etmektedir Yeryüzünde mamur ve meskûn olan bütün yerler bundan ibarettir. Böylesine yaygın bir mülkün fevkalâde bir şey olduğunda şüphe yoktur. Böyle bir mülke sahip olan bir kralın adının uzun zaman hatırlarda kalması, gizli ve bilinmez kalmamış olması gerekir. Tarih kitaplarında mülkü böyle olarak şöhret bulmuş hükümdar ise sadece İskender'dir. Çünkü babası ölünce o daha evvel kabileler halinde olan Rumların krallarını emri altında bir araya toplamış, sonra da Batı’nın krallarına hâkim olup onları emri altına almıştır. Böylece el-Bahru'l Ahdar'a dayandı. Sonra Mısır'a dönüp İskenderiye şehrini yaptı ve oraya kendi adını verdi. Daha sonra Şam'a girdi ve İsrailoğulları’na yöneldi. Derken Beyt-i Makdis'e geldi ve orada kurban kesti. Sonra Ermenistan'a ve Bâbu'l-Ebvâb’a yöneldi. Böylece Iraklılar, Kiptiler ve Berberîler ona boyun eğdiler. Daha sonra da Dara oğlu Dâra'ya yöneldi ve onu defalarca yendi. Sonunda muhafız kıtası komutanı Dâra'yı öldürdü. Böylece İskender, İranlıların mülküne de sahip oldu. Sonra Hindistan'a, Çin’e yöneldi, uzak diyarlardaki milletlerle savaştı. Sonra Horasan'a döndü. Pek çok şehirler yaptı. Irak'a geldi ve Şehrizûr'da hastalandı ve orada öldü. Binâenaleyh Zülkarneyn'in bütün dünyaya yahut dünyanın tamamına yakın kısmına sahip olmuş bir kral olduğu Kur'ân ile sabit olduğuna ve tarih ilmine göre de, bu vasıftaki kral İskender olduğuna göre, ayette Zülkarneyn diye bahsedilen bu şahıs ile Yunanlı Filip’in oğlu İskender'in kastedildiğini kesin olarak söylemek gerekir.

Daha sonra âlimler, bunun o adı almasının sebebi hususunda şu izahları yapmışlardır:
1- O bu lakabı tıpkı Erdeşir b. Behmen'in, nüfuzunun istediği her yerde geçmesinden dolayı "Tavilu'l-yedeyn" [İki eli uzun] lakabını alması gibi, bu da güneşin iki karnına yani doğusuna, batısına ulaştığı için iki karn sahibi [Zülkarneyn] diye lakaplanmıştır.
2- Farslılar şöyle iddia etmişlerdir: Büyük Dârâ, Filip'in kızıyla evlenmişti. Ona yaklaşınca kötü koktuğunu hissetti ve onu babası Filip'e geri gönderdi. Kız ise ondan İskender'e hâmile kalmıştı. Kız babasının yanına döndükten sonra İskender'i doğurdu. Böylece İskender, Filip'in yanında kalmış oldu. Filip aslında Büyük Dârâ'nın oğlu olan İskender'i kendisinin oğlu diye takdim etti. Bunun delili şudur: İskender, Dârâ oğlu Dârâ'ya son nefesinde yetişince onun başını kucağına aldı ve "Ey babacığım, bunu sana yapanı bana söyle, ondan intikamını alayım" dedi. Bu, Farslıların iddia ettiği bir şeydir. Onlar sözlerine devamla şöyle derler: "Böyle olması halinde, İskender’in babası Büyük Dârâ, annesi de Filip'in kızı idi. O halde İskender iki farklı asıldan, yani Rum ve Fars asıllarından doğmuş bir çocuktur." Farslılar bunu, İskender'i kendi krallarının soyundan saymak istedikleri, böylece de, kendi krallarının soyunun dışından böyle büyük bir kralın olmasını kabul edemedikleri için, bu fikri ileri sürmüşlerdir; ki, bunlar gerçekte tamamen yalandır Çünkü İskender Büyük Dârâ'ya tevazu göstermek için babam demiş ve ona ikram etmek için böyle hitap etmiş olabilir.

İkinci Görüş: Müneccim Ebû Reyhan el-Herevi el-Bîrunî "el-Âsâru'l-Bâkiye ani'l-Kurûni'l-Hâliye" [Geçmiş Asırlardan Geride Kalan Eserler] adını verdiği kitabında söyle der: "Rivayete göre Zülkarneyn, Ebu Kerb Şem b. Ubey Efrîk'ış el-Himyerî'dir. Çünkü bunun mülkü yeryüzünün doğusuna-batısına uzanmıştı. Bu, Himyer şairlerinden birinin şöyle derken övündüğü kimsedir:
"Zülkarneyn, benden önce yeryüzünde hüküm sürmüş, müslüman bir kraldı. Beni de, yalanlamazdı. Kerim bir kişiden hâkimiyet vesilelerini elde etmek arzusuyla Doğu ve Batı’ya ulaşmıştı" Ebu Reyyân sonra şöyle der: "Bu görüş, doğruya yakın görünüyor. Çünkü “ezivva”yı [başında "zû" bulunan isimleri] Yemenliler kullanır. Çünkü Yemenli hükümdarların isimlen hep "zû"ludur. Zü'n-Nadi, Zü-Nuvas, Zün-Nûn gibi.

Üçüncü Görüş: Zülkarneyn Allah'ın yeryüzüne hâkim kıldığı, sâlih bir kimse idi. Allah ona ilim ve hikmet vermiş, heybet elbisesini giydirmiştir. Fakat biz onun tam tamına kim olduğunu bilemiyoruz.

Âlimler bu kimseye Zülkarneyn denilmesi ile alakalı olarak şu izahları yapmışlardır:
a- İbnu'l- Kevvâ' Hz. Ali’ye (r.a) Zülkarneyn'in kim olduğunu, bir kral mı, yoksa bir peygamber mi olduğunu sorduğunda, Hz. Ali: "O, ne bir kral, ne de bir peygamber idi. O, sağ karninden [alnının sağ tarafından], Allah'a itaat yolunda vurulmuş ve böylece ölmüş. Daha sonra Allah Teâlâ onu diriltmiş. Sonra bu sefer de, sol karninden [alnının sol tarafından] vurulup ölmüş. Derken Allah onu tekrar diriltmiştir. O, böyle salih bir kuldur. İşte bundan dolayı, o, "Zülkarneyn" adını almış ve o mülke sahip olmuş" demiştir.
b- Onun hayatı boyunca iki karn [nesil] insan gelip geçtiği için "Zülkarneyn" [iki karn sahibi] adını almıştır.
c- Onun başının iki yanı bakırdan olduğu için bu aldığı da söylenmiştir.
d- Onun başında, iki boynuza benzer iki şey olduğu için bu adı almıştır.
e- Tacının iki boynuzu olduğu için bu adı almıştır.
f- Hz. Peygamber (s.a.s)'den, "O, dünyanın iki karnini, yani doğusunu, batısını dolaştığı için bu adı almıştır" dediği rivayet edilmiştir.
g- Onun iki karni, iki saç örüğü olduğu için bu adı aldı.
h- Allah Teâlâ, hem nuru hem zulmeti [karanlığı ve ışığı] onun emrine vermiş-Bundan dolayı o yürüdüğünde, ışık önünden onu gideceği yere iletir, karanlık da arkasından uzar giderdi.
i- Akranlarını âdeta boynuzlayıp [yendiği] için, cesur insanlara "koç" demek gibi, Zülkarneyn de cesaretinden ötürü böyle lakaplanmış olabilir.
k- O, rüyasında kendisinin feleklere [yıldızlara] tırmandığını ve güneşin tarafından [karninden] tutunduğunu görmüştü. İşte bu sebeple bu adı almıştı.
l- Nura ve zulmete girdiği için bu adı almıştır.

Dördüncü Görüş: Zülkarneyn, meliklerden bir meliktir. Hz. Ömer (r.a)'den rivayet edildiğine göre, Hz. Ömer bir adamın "Ya Zülkarneyn" dediğini işitti ve şöyle dedi: "Affet Allah'ım, demek siz, peygamberlerin isimlerini koymaktan hoşlanmıyorsunuz da, meliklerin isimlerini [isim olarak] koyuyorsunuz ha!" İşte bu konuda söylenenlerin hepsi bunlardır.

Birinci görüş, zikrettiğimiz şu delilden ötürü daha açıktır: Böylesine büyük bir kralın, ehl-i dünyaca halinin bilinir olması gerekir. Böylesine hali [herkesçe] bilinen büyük kral da İskender'dir. Binaenaleyh "Zülkarneyn"den muradın o olması gerekir. Fakat bu görüşte şöyle güçlü bir müşkil bulunmaktadır: O, feylesof Aristo'nun talebesi idi ve onun inancı üzere idi. Binâenaleyh [Kur'an'da] Allah'ın onu yüceltmesi Aristo'nun mezhebinin [inanç ve düşüncesinin], hak ve doğru olduğuna hükmetmeyi gerektirir. Hâlbuki buna imkân yoktur. Allah en iyi bilendir. (Razi; el Mefatihu’l Gayb)

“Sana Zülkarneyn'i de soruyorlar. De ki: Size ona dair bir haber oku¬yayım" buyruğu ile ilgili olarak İbn İshak dedi ki: Zülkarneyn'e dair haber¬lerde belirtildiğine göre, ona başkalarına verilmemiş olan şeyler verilmişti. Sebepler onun için alabildiğine çoğaltılmış ve kolaylaştırılmıştı. Nihayet yeryüzünün doğularına da, batılarına da gitmişti. Ayağı nereye bastıysa ora halkına üstün kılındı. Nihayet doğuya, batıya, ötesinde hiçbir mahlûkun bu¬lunmadığı yerlere kadar yolculuklarını bitirdi. İbn İshak der ki: Arap olma¬yanlardan bir takım haberler nakleden kimselerin bana anlattıklarına göre, Zülkarneyn ile ilgili bilgilerden miras olarak ders aldıklarına göre o, Mısır aha¬lisinden olup adı Yunanlı Merzubân b. Merdube imiş. Yunan b. Yâfes b. Nuh'un soyundanmış. İbn Hişam der ki: Adı İskender olup İskenderiye'yi kur'an odur. Bundan dolayı şehir ona nispet edilmiştir.
İbn İshak der ki: Bana, Sevr b. Yezîd, Halid b. Ma'dân el-Kelâî’den -ki Hâlid pek çok kimseye yetişmiş bir kişi idi- anlattığına göre, Rasûlullah’a (sav) Zülkarneyn'e dair soru sorulmuş. O da şu cevabı vermiş: "O yeryüzünü alt tarafından izlediği yollarla tamamen dolaşmış bir hükümdardır." Hâlid dedi ki: Ömer b. el-Hattab (ra) bir adamın birisine ‘Ey Zülkarneyn!’ diye seslen¬diğini işitince şöyle demiş: Allah'ım, mağfiretini dilerim. Sizler peygamberle¬rin isimlerini kullanmakla yetinmeyerek şimdi de meliklerin isimlerini mi kul¬lanmaya başladınız? İbn İshak der ki: Zülkarneyn'in bunların hangisi oldu¬ğunu en iyi bilen Allah'tır. Rasûlullah gerçekten bunu söyledi mi, söyleme¬di mi, Allah bilir. Doğru onun söylediğidir. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)

Allah tarafından gönderilmiş ve Yüce Allah'ın ona yeryüzünü fethetmeyi nasip etmiş olduğu da söylenmiştir.
Dârakutnî, "Kitabu'l-Ahbâr"da, Rabâkîl adındaki bir meleğin Zülkarneyn'e indiğinden söz etmektedir. Kıyamet gününde yeryüzünü katlayıp dürecek olan melek de budur. O -kimi ilim adamının naklettiğine göre- yeryüzünü birbirinden çözüp ayıracak ve bütün mahlûkatın ayakları [Yüce Allah'ın yeniden yaratacağı yer olan] es-Sâhire'nin üzerine düşecektir.

Süheylî der ki: Bu, bu meleğin yeryüzünün doğu ve batısını kat eden Zülkarneyn'in üzerine inmekle görevlendirilmiş olmasına benzemektedir. Nitekim Hâlid b. Sinan'a ateşin musahhar kılınması ile ilgili kıssa da ateş üzerinde görevli olan meleğin durumuna uygun düşmektedir. Bu görevli melek ise Malik'tir. Ona ve bütün meleklere selam olsun.

İbn Ebi Hayseme, "Kitabu'l-Bedh" adlı eserinde Hâlid b. Sinan el-Absî'yi söz konusu eder ve onun peygamber olduğunu bildirir. Bu peygambere me¬leklerden ateşin bekçisi Malik'in görevlendirilmiş olduğunu bildirir. Hâlid b. Sinan'ın peygamberliğinin alâmetlerinden [mucizelerinden] birisi de şu idi: Nâru'l-Hadesân diye adlandırılan bir ateş mağaradan insanlar üzerine çıkı¬yor ve onları yakıyordu. Onlarsa bu ateşi geri çeviremiyorlardı. Hâlid b. Sinan bu ateşi geri çevirdi ve bir daha da bu ateş oradan çıkmadı.

Zülkarneyn'in adının ne olduğu ve hangi sebepten ötürü kendisine bu ismin verildiği hususunda pek çok görüş ayrılıkları vardır. Adının Yunanlı-Makedonyalı Kral İskender olduğu söylenmiştir. Adının Hermes olduğu söylendiği gibi, Herdis olduğu da söylenmiştir. İbn Hişâm der ki: O, Vail b. Himyer'in oğullarından, Himyerli Sa'b b. Zi Yezen adını taşır. İbn İshak'ın görüşü de az önceden geçmiş bulunmaktadır.
Vehb b. Münebbih der ki: Zülkarneyn, Romalıdır.

Taberî de Peygamber (sav)’den bir hadis zikrederek Zülkarneyn'in bir Ro¬malı genç olduğunu bildirmektedir. Ancak bu, senedi oldukça gevşek [zayıf] bir hadistir. Bunu da İbn Atiyye ifade etmiştir.

Süheylî der ki: Haberler ilminden anlaşıldığına göre; bunlar iki kişi idiler. Bunlardan birisi İbrahim (as) döneminde olup, denildiğine göre Şam'da bulunan Bi'ru's-Seb' hususunda onun hükmüne başvurduklarında, İbrahim (as)’ın lehine hüküm veren kişidir.
Diğeri ise İsa (as) dönemine yakın bir zamanda yaşamıştır.
Onun İbrahim (as) döneminde yahut ondan az bir süre önce yaşamış az¬gın hükümdar olan ve Erendâseb oğlu Beyurâseb'i öldürmüş bulunan Efridun [Feridun] olduğu da söylenmiştir.
Ona bu ismin [Zülkarneyn’in] veriliş sebebi ile ilgili görüş ayrılıklarına gelince: Onun iki tane saç örüğünün bulunduğu ve bundan dolayı ona bu ismin verildiği söylenmiştir ki, bunu es-Salebî ve başkaları nakletmektedir, Çünkü örükler de başın karnları [boynuzları] demektir. Zaten Zülkarneyn de “boynuzları olan, boynuz sahibi” demektir. Şairin şu beytinde de böyledir:
"Örüklerinden yakalayarak öptüm ağzını... Su içmesi yasaklanmış sıtmalının, kaya çukurunda birikmiş soğuk suyu içmesi gibi."
Denildiğine göre; o, krallığının ilk dönemlerinde rüyasında güneşin iki tarafını yakalıyormuş gibi görmüş, bunu anlatınca güneşin aydınlattığı her tarafa galip gelip hükmünün altına geçireceği şeklinde yorumlanmış, bundan dolayı da ona Zülkarneyn adı verilmiş.
Bir diğer görüşe göre; bu ismin ona veriliş sebebi hem doğuya hem ba¬tıya ulaşmış olmasıdır. O böylelikle adeta dünyanın iki boynuzunu eline ge¬çirmiş gibi oldu.

Bir kesim de şöyle demektedir: Güneşin doğuş yerine varınca oradaki boynuzları görmüş; yahut da onun etrafındaki şeytanın iki boynuzunu görmüş, o bakımdan ona Zülkarneyn adı verilmiş.
Vehb b. Münebbih der ki: Sarığının altında iki tane boynuzu [örüğü] vardı.
İbnu'l-Kevvâ, Ali’ye (ra) Zülkarneyn'e dair “O bir peygamber miydi, yoksa bir hükümdar mıydı?” diye sormuş. Şu cevabı vermiş: Ne bu, ne o... O salih bir kul idi. Kavmini Yüce Allah'a davet etti. Onun bir karnını [alnının bir tarafını] yaraladılar. Sonra yine onları davet etti, bu sefer diğerini yaraladılar. O bakımdan ona Zülkarneyn denildi. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)

Allah Teâlâ peygamberine buyuruyor ki: “Ey Muhammed; sana Zülkarneyn'i sorarlar.” Yani Zülkarneyn'in haberini sorarlar. Daha önce naklettiğimiz gibi Mekke kâfirleri Ehl-i Kitâb'a [Yahûdî ve Hıristiyanlara] bir heyet göndererek Hz. Peygamberi imtihan edebilecekleri sorular istediler. Onlar da dediler ki: Ona yeryüzünde gezinen adamı, ne yaptıkları bilinmeyen yiğitleri, bir de ruhu sorun. Bunun üzerine Kehf sûresi nâzil oldu. İbn Cerîr burada Emevî el-Meğâzî isimli eserinde isnadı zayıf bir hadîs nakleder. Şöyle ki: Ukbe b. Âmir dedi ki: Yahudilerden bir topluluk Hz. Peygambere gelip Zülkarneyn'i sordular. Hz. Peygamber de daha başından itibaren onlara Zülkarneyn'in haberini anlattı. Anlattığı bu haber içerisinde şunlar vardı: Zülkarneyn Rûm asıllı bir delikanlı idi. İskenderiye'yi o kurmuştu. Bir melek onu göğe yükseltmiş ve sedde kadar götürmüştü. Orada yüzleri köpek yüzü gibi olan bir kavmi görmüştü. Daha uzun uzadıya nakledilen bu rivayet çirkinliklerle doludur ve onun Hz. Peygambere ref’i sahîh değildir. Daha çok İsrâiloğulları’nın haberlerinden aktarmadır. Ne gariptir ki, Ebu Zür'a er-Râzî, çok değerli bir yere sâhip olmasına rağmen bu rivayeti bütünüyle Delâilü’n-Nübüvve isimli eserinde nakletmiştir. Bu, onun için gârib bir nakildir ve onun naklettiğinde de münker taraflar vardır. Bu kötü hususlardan birisi de, Zülkarneyn'in Bizanslı olduğunu söylemesidir. Aslında Rûm olan Makedonyalı Filip'in oğlu İskender Il’dir ki Rumlar tarihlerini onunla başlatırlar. İskender I ise Ezrakî'nin ve diğerlerinin zikrettiğine göre; İbrahim Aleyhisselâm Kâ'beyi yaptığı sırada Allah'ın evini tavaf etmiş, ona inanıp tâbi olmuştur. Beraberinde de Hızır Aleyhisselâm varmış. İkincisi ise Yunanlı, Madekonya'lı Filip'in oğlu İskender'dir. Onun veziri de meşhur feylesof Aristoteles'tir. Allah en iyisini bilendir. Bu kişi, Rûm milletinin memleketlerinde kullanılan tarihi koyandır. İsâ Mesîh'den (as) yaklaşık üç yüz sene önce yaşamıştır. Kur'an'da zikredilen I. İskender'e gelince; bu, Ezrakî ve diğerlerinin zikrettiği gibi, İbrâhîm Halîlullah zamanında yaşamıştır. Hz. İbrâhîm Kâ'beyi bina edip Allah'a kurbân adadığında onunla beraber bu evi tavaf etmiştir. Biz, el-Bidâye ve'n-Nihâye isimli eserimizde bunun haberlerinden bir kısmını aktardık. Oradaki nakillerimiz kâfidir. Hamd, Allah'a mahsûstur. Vehb b. Münebbih der ki: Zulkarneyn bir hükümdardı. Bu adı almasının sebebi başının iki tarafında bakır bulunmasıydı. Yine Vehb b. Münebbih der ki: Bazı Ehl-i Kitâb bilginlerinin söylediğine göre; Zulkarneyn adını almasının sebebi, Bizans ve İran'a hâkim olmasıdır. Bazıları da derler ki: Onun başında boynuza benzer iki şey vardı, onun için iki boynuzlu anlamına Zulkarneyn adı verilmiştir. Süfyân es-Sevrî, Ebu Tufeyl'in şöyle dediğini nakletti: Hz. Ali (r.a.)’ye Zulkarneyn sorulduğunda, dedi ki: O kendini Allah Azze ve Celle'ye adayan bir kul idi. Kavmini Allah'a davet etti, onu alnından vurdular da öldü. Sonra Allah onu diriltti. Kavmini yine Allah'a davet etti, yine alnından vurdular da öldü. Bunun için ona Zülkarneyn adı verildi. Aynı ifâdeyi Şu'be de Ebu Tufeyl'den nakleder ki, Hz. Ali'nin böyle dediğini işitmiş. (İbn Kesir)

Zü'l-Karneyn'in kim olduğunu belirlemek, ilk dönemlerden beri tartışmalı bir konu olagelmiştir. Müfessirlerin çoğu onun Büyük İskender olduğu görüşündedirler, fakat Kur'an'da anlatıldığı şekliyle Zü'l-Karneyn'in özellikleri ona uymamaktadır. Şimdi ise müfessirler onun eski İran İmparatoru Kisra Haris [Hüsrev veya Sayrıs] olduğuna inanma eğilimindedirler. Biz de onun büyük bir ihtimalle Kisra olduğu görüşünü kabul ediyoruz, fakat bu güne kadar gün ışığına çıkan tarihi gerçekler böyle bir iddiayı desteklemekten uzaktır.

Şimdi de Zü'l-Karneyn'in Kur'an'da anlatıldığı şekliyle özelliklerine bir göz atalım:

1- Zü'l-Karneyn [iki boynuzlu] adı Yahudiler tarafından çok iyi biliniyor olmalı, çünkü onların teklifi üzerine Mekke'li müşrikler bu soruyu Peygamber'e (s.a) yönelttiler. Bu nedenle "İki Boynuzlu" diye bilinen şahsın kim olduğunu veya "İki Boynuzlu" diye bilinen krallığın hangi krallık olduğunu öğrenmek için Yahudi edebiyatından yararlanmalıyız.
2- Zü'l-Karneyn fetihleri doğudan batıya, daha sonra da üçüncü bir yöne ya kuzeye ya da güneye yayılmış büyük bir kral ve büyük bir fatih olmalı. Kur'an'ın indirilmesinden önce böyle büyük fatih olan bir kaç kral vardı. Bu nedenle araştırmamız Zü'l-Karneyn'in diğer özelliklerini bu krallardan birinde bulmak yönünde olmalıdır.
3- Bu isim ancak krallığını Ye'cuc ve Me'cuc'un saldırısından korumak için iki dağın arasına sağlam bir duvar yapan bir krala verilmiştir. Bunu açığa çıkarabilmek için Ye'cuc ve Me'cuc'un kim olduklarını öğrenmeliyiz. Aynı zamanda böyle bir duvarın ne zaman inşa edildiğini ve hangi ülkenin sınırları içinde olduğunu da tespit etmeliyiz.
4- Yukarıdaki özelliklerin yanı sıra Zü'l-Karneyn Allah'a ibadet eden bir kral ve adil bir yönetici olmalı. Çünkü Kur'an her şeyden önce bu özellikleri vurgulamaktadır.

Bu özelliklerin ilki Kisra'ya uymaktadır, çünkü Kitab-ı Mukaddes'e göre Daniel Peygamber, rüyasında Medva ve Fas krallıklarını Yunanlıların yükselişinden önce iki boynuzlu bir koç şeklinde görmüştür (Daniel 8: 3, 20). Yahudiler "İki Boynuzlu" şahsa çok saygı duyarlar çünkü onun saldırısıyla Babil Krallığı çökmüş ve İsrailoğulları özgürlüklerine kavuşmuştur.
İkinci özellik de tamamen olmasa bile kısmen Kisra'ya uymaktadır. Onun fetihleri batıda Anadolu ve Suriye'ye, doğuda Belh'e kadar uzanmıştır, fakat onun kuzeye ve güneye bir sefer düzenlediğini gösteren hiçbir delil yoktur. Oysa Kur'an onun bu üçüncü seferinden açıkça bahseder. Bununla birlikte üçüncü sefer tamamen konu dışı değildir, çünkü tarih Kisra'nın krallığının kuzeyde Kafkasya'ya kadar genişlediğini söyler. Ye'cuc ve Me'cuc'e gelince, onların eski zamanlardan beri yerleşik imparatorluk ve devletlere saldırılar düzenleyen ve çeşitli adlarla bilinen- Tatarlar, Moğollar, Hunlar ve İskitler- Orta Asya kabileleri olduğu söylenir. Kafkasya'nın güney bölgelerinde sağlam siper ve duvarların yapıldığı da bilinmektedir. Fakat bunların Kisra tarafından yaptırıldığı tarihi olarak tespit edilmiş değildir.

Son özelliğe gelince; Kisra eski krallar arasında bu özelliğe sahip olabilecek tek insandır. Çünkü düşmanları bile onun adaletini övmekten, kendilerini alamazlardı. Kitab-ı Mukaddes'in kitaplarından biri olan Ezra onun İsrailoğullarını Allah'a ibadet ettiği için serbest bırakan ve ortağı olmayan Allah'a ibadet edilmesi için Süleyman tapınağının tekrar inşa edilmesini emreden, Allah'tan korkan ve Allah'a ibadet eden bir kral olduğunu söyler.

Yukarıda belirtilen noktaların ışığında, Kur'an'ın nazil oluşundan önce yaşayan krallar içinde sadece Kisra'nın Zü'l-Karneyn'in özelliklerine uyduğunu söyleyebiliriz. Fakat Kisra'nın Zü'l-Karneyn olduğunu kesin bir şekilde iddia edebilmemiz için daha fazla delile ihtiyacımız var. Yine de Kur'an'da anlatılan özelliklere Kisra'dan daha fazla uyan hiçbir kral ve fatih yoktur.

Tarihi olarak Kisra'nın M.Ö. 549'da tahta geçen bir Pers kralı olduğunu söylememiz yeter. Tahta geçtikten birkaç yıl sonra Medyen ve Lidya krallıklarını ele geçirdi ve M.Ö. 539'da Babil'i fethetti. Bundan sonra ona karşı çıkacak hiçbir güçlü krallık kalmamıştı. Kisra'nın fetihleri bir tarafta Sind ve Türkistan'a, bir tarafta Mısır ve Libya'ya, diğer tarafta Trakya ve Makedonya'ya ve kuzeyde Kafkasya ve Harzem'e kadar uzanmıştı. Yani bütün medeni ülkeler onun yönetimi altındaydı. (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an)

Çağdaş tefsirlerden olan Kasimî'nin tefsirinde bazı araştırmacılara nispet ederek şunlar nakledilmiştir: Dağıstan bölgesinde Araplar arasında Kaf Dağı diye bilinen Kafkas dağlarından birisinin arkasında iki kabile bulunmaktadır. Birisinin ismi Âkûk, diğerinin ise Mâkuk'dur. Araplar bunları Ye'cuc ve Me'cuc diye Arapçaya çevirmişlerdir. Bu iki kabile, birçok millet tarafından bilinmekte ve Ehl-i Kitab’ın kitapla¬rında da anlatılmaktadırlar. Bu iki kabileden Rusya ve Asya'daki birçok kuzey ve doğu milletleri üremiştir. "sedd" ise Dağıstan bölgesinde Derbend ile Hazar şehirleri arasında¬ki dar boğazda bulunmakta ve şimdi demir kapı, Sed adıyla anılmaktadır. Bu iki dağ arasındaki dar boğazda eski demirden seddin izleri bulunmaktadır.

"Safvetü’l-Ahbar" kitabından nakledilerek anlatıldığına göre, Abbasi Halifesi Vasık'ın gönderdiği seriyyenin ulaştığı sed, Çin şeddidir. Bu surların uzunluğu yaklaşık 1250 mile, kalınlığı alttan 25 adıma, yukarıdan ise 15 adıma, yüksekliği ise 15 adım ile 25 adıma ulaşmaktadır. Bazı yerlerinde ise yüksekliği 40 adıma ulaşan kuleler bulun¬maktadır. Bu surları İskender inşa etmemiştir. İskender'in inşa ettiği sed, Derbend sed¬didir. Bu müfessirin ifade ettiğine göre, Zülkarneyn, meşhur Makedonyalı İskender'dir. Müfessir, Makedonyalı İskender'in bilinen putperest inancıyla Kur'an ayetlerinin ifade ettiği inanç arasını bulmaya çalışarak şöyle demiştir: “Yunanlıların inancının putperestlik olmasından, O'nun da putperest olması gerekmez. Onun hocaları olan Aristoteles ve Pisagor da Allah'a inanıyorlardı.” Ancak müfessirin bu çabası ikna edici değildir. Onun sözünden anlaşıldığına göre, o, söz konusu seddi Mâkûk ve Âkuk kabilelerin saldırılarını engellemek İçin inşa etmiştir.
Diğer taraftan, çağdaş iki Hindili Müslüman bilgin, Şibli Nu'mânî ve Ebu Kelam Azad, Kur'an'ın değişik bölümlerinde anlatılan konular hakkında bilimsel ölçülere uy¬gun, birçok kaynaklara ve önemli tarihi belgelere dayanan araştırmalarda bulunmuşlardır. Birinci bilginin araştırması sonucunda tercih ettiğine göre, Zülkarneyn M.Ö. 5. asırda yaşamış Fars [İran] kralı Dârâ cl-Kebîr'dir. Ye'cuc ve Me'cuc, Kafkas dağlarının ardında Doğu’da yerleşmiş Tatar-İskit kabilelerindendir. İnşa ettiği sed ise, Hazar denizinin batı yakasında yer alan Derbend şehrine yakın Derbend seddi diye bilinen yerdir. İkinci bilginin araştırması sonucu da tercih ettiğine göre, Zülkarneyn, M.Ö. 6. asırda yaşamış Fars kralı Kurus’tur. Bu kral Dârâ el-Kebîr'den önce hükümdarlık yapmış. Babil memleketini yıkmış, Babil ülkesinden sürülen Yahudilerin Filistin'e dön¬melerine ve Uruşelim [Bcytü’l-Makdis] ile ma'bcdinin M.Ö. 538 yılında yeniden inşa edilmesine izin vermiştir. İnşa edilen sed İse Derbend seddi olmayıp, Viladi Kuyuköz ve Tiflis şehirleri arasında yer alan Kafkas dağlarından birisinin iki tarafında, adlarından birisi olan Kurs boğazı ismiyle tanınan yerdeki seddir. Bu sed hâlâ mevcut olup demir ve bakır karışımıdır. Ye'cuc ve Me'cuc ise Moğol kabilelerinden olup, yeryüzünde boz¬gunculuk yapıyorlardı. Kurs seddi de onları engellemek için bina edilmiştir. (Derveze; et Tefsirü’l Hadis)

Bu naklettiğimiz anlatıların dışında, Ebu’l-Kelam Azad “Zülkarneyn” diye bir kitap yazmış, bu kitabında Zülkarneyn’in Pers kralı “Kurus” olduğunu iddia etmiştir. Buna da İsraili kaynakları delil göstermiştir.
Bunların dışında Zülkarneyn’in uzaylı olduğuna dair başka tezler de ileri sürülmüştür.

ZÜLKARNEYN GERÇEKTE KİMDİR?

Yaptığımız nakiller ve alıntıladığımız görüşler, Zülkarneyn’in gerçek kimliğinin spekülatif nakil ve yorumlar arasında iyice anlaşılamaz bir hale geldiğini göstermektedir. Halbuki ayetlerin metnine sadakat gösterilerek ve Kur’an’ın anlam koordinatlarından dışarı çıkılmayarak yapılacak bir tahlil neticesinde Zülkarneyn’in gerçek kimliğiyle alakalı isabetli bir açıklamaya ulaşılacağı kanaatindeyiz. Bu doğrultuda olmak üzere bizim bu konudaki tahlilimiz şöyledir:

Pasajın girişinde Rabbimiz “Ve sana Zülkarneyn'den soruyorlar. De ki: Size ondan, bir hatırlatma/ öğüt okuyacağım” demek suretiyle Zülkarneyn ile ilgili gerçekleri açıklayacağını ve elçisinin de insanlara Zülkaneyn’i buna göre anlatmasını istemektedir.

Zülkarneyn” sözcüğü “ ذوzü” edatı ile “ قرنkarn” sözcüğünün tesniyesi “olan “ قرنينkarneyn” sözcüklerinden meydana gelme bir tamlamadır. Anlam olarak “iki karn sahibi” demektir.

Karn” sözcüğü, “boynuz”, “büyük çadır”, “bir çağdaki insanların ömür süresi; çağ”, “aynı zaman diliminde bulunma açısından bir araya gelmiş toplum, nesil, kuşak” anlamlarındadır. (Lisanü’l Arab, c. 7, s.336- 340; el-Müfredat, “krn” mad.]

Bu açıklamaya göre “Zü’l-karneyn” tamlaması, “iki boynuz sahibi”, “iki büyük çadır sahibi”, “iki çağ sahibi”, “iki nesil sahibi” anlamlarına gelmektedir.

Pasajın tümü dikkate alındığında, “Zülkarneyn” tamlamasının anlamlarından “iki çağ sahibi” anlamının tercih edilmesi gerekmektedir.

84 – “Şüphesiz Biz onun [Zülkarneyn] için yeryüzünde iktidar sağladık ve ona her şeyden bir sebep verdik.
85 – Sonra o, bir sebebe tabi oldu.

Bu ayetlerde Zülkarneyn hakkında genel bilgi verilerek onun yeryüzünde iktidar sahibi olduğu, yani “yönetici, hükümdar” olduğu açıklanmıştır. Zülkarneyn, Allah’ın kendisine sağladığı iktidar döneminde çok maceralı bir hayat geçirmiş, bir sebebe bağlı olarak ilk macerasını da bu süreçte yaşamıştır
.
Çalışmalarımız sonucunda ulaştığımız tevil, Zülkarneyn’in Son peygamber Muhammed Aleyhisselam olduğudur.

Şimdi Zülkarneyn’in [Resulullah’ın] bu ilk macerasını göreceğiz.

86 - Nihayet o, güneşin battığı yere vardığı zaman, onu [güneşi], kara bir balçıkta batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Biz dedik ki: “Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi, güzel davranırsın.”
87, 88 - O dedi ki: “Kim zalimlik ederse muhakkak ona azap edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, sonra O, da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır. Amma her kim de iman eder ve salihi işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.”

Pasajın bu bölümünde açıklanan bilgileri sıraya koyalım:
* Zülkarneyn bulunduğu yerden güneşin battığı bir yere gitmiştir.
* O oraya vardığı zaman, güneş kara bir balçıkta batmaktadır.
* Orada bir toplum vardır.
* Allah, Zülkarneyn’e “Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi, güzel davranırsın” demiştir. Yani ona böyle vahyetmiştir. Bu demektir ki, Zülkarneyn, bir hükümdar olmasının yanı sıra, aynı zamanda bir peygamberdir de...
* Zülkarneyn, Allah’tan gelen bu yetki ve öğreti ile yanlarına vardığı topluma “Kim zalimlik ederse muhakkak ona azap edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, sonra O da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır. Amma her kim de iman eder ve salihi işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz” demiştir.
Sıraladığımız bu beş maddedeki üzerinde durulması gereken noktalar şunlardır:

GÜNEŞ VE BU YERİN NERESİ OLDUĞU:

Yesrib [Medine], o dönemde toplumsal bir bataklık halindedir. Vahiyden eser kalmamak üzeredir.
Güneş: Kur’an’daki “Güneş” ifadelerinin mecaz olarak “Vahiy, Kur’an” anlamında olduğunu daha önce birçok kez beyan etmiştik. (Tebyinü’l Kur’an; c.1, s. 499)

Güneşin Battığı Yer: Güneşin batması, bu ayetlerde “Vahyin, daha evvel indirilmiş Kitap’ın [Suhuf-i İbrahim, Tevrat, Zebur, İncil] ortadan kaldırılmış olmasıdır.

Güneşin Kara Balçığa Batışı: Kara balçık, mecazî anlamıyla Yesrib halkının kokuşmuş düzenidir.

Zülkarneyn’e yapılan “Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi, güzel davranırsın” şeklindeki vahyin ne olduğuna gelince; Kur’an’a baktığımız zaman Zülkarneyn’e yapılan vahyin ve Zülkarneyn’in gittiği yer halkıyla yaptığı anlaşmanın içeriğinin Şura suresinin 40- 43. ayetleri olduğunu görüyoruz:

Ve bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür. Ama kim affeder ve düzeltirse artık onun ücreti Allah’a aittir. Şüphesiz ki, O, zalimleri sevmez.
Kim de zulme uğradıktan sonra hakkını alırsa, işte onların aleyhine bir yol yoktur.
Yol ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık eden kimseler aleyhinedir. İşte onlar, kendileri için acı bir azap olanlardır.
Her kim de sabreder ve kusuru bağışlarsa, şüphesiz işte bu, kesinlikle işlerin azmindendir. (Şura/40-43)

Artık buradan anlıyoruz ki, bu hükümdar ve peygamber Muhammed (as)’dır. Gittiği yer, o günün Yesrib’i, yani bugün Medine olarak bildiğimiz kenttir. Anlatılan olay da peygamberimizin Medine’ye hicreti ve orada mülki idareyi eline alması ve onlarla bir belge [Medine Vesikası] imzalamasıdır. Medine Vesikası, Kehf/87, 88’de ifade edilen “Kim zalimlik ederse muhakkak ona azap edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, sonra O da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır. Amma her kim de iman eder ve salihi işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz” ilkeleri doğrultusunda yapılmış bir sözleşmedir.
Bu tarihi sözleşmenin maddeleri şunlardır:
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
 

Bookmarks

Etiketler
as’dir, mecuc, medine vesikası, muhammed, peygamber, sedd, son, yecuc, zülkarneyn


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 01:31 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam