hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > HUKUK > Adalet ve Zulum > Zulum ve zalim

 
 
Seçenekler Stil
Alt 13. April 2015, 07:16 PM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart Kapıp-kaçıcı roma'nın mirasçıları

EMPERYALİST VE LİBERALİST “KAPIP-KAÇICI” ROMA'NIN MİRASÇILARI
Bölüm-1

İlkel kapma ve yutuvermenin temsilcisi Roma İmparatorluğu çöktükten sonra, bu toprakların ve bu kültürün mirasına konan Avrupa toplumları, Roma’dan miras kalan hukuk ile birlikte, sosyo ekonomi politiğe de mirasçı olmuşlardır. Bu zemin üzerinde yükselirlerken, selâm ona İsa’nın doğru ekonomi politiği de, uluhiyetteki bozulmanın başına gelen kazaya uğradı. Yani batı tam bir Liberal-Kapitalist Vandalizm’e sapmıştır. Bundan başka, doğru ekonomi politiğe getirilen yanlış yorumlarla uygulama alanları evresel hukukun değil, hiyerarşinin güdümüne girdi. Kral modeline benzer biçim aldı: yani İlahtan pay aldığı hayal edilen Rahipler otoritesi. Bunu Melak ı-Sıdk kavramına verdikleri yanlış anlamdan da anlamaktayız. Çünkü hukukun üstünlüğü ve evrensel normların hâkimiyeti ilkesi (Melekût) Hak Şeriata uymaktır. Oysa Musevilerden İsevilere geçen bir hastalıkla bunu anlamak istemediler. İsim olarak miras kalan; "vaad edilen” gelecek Kral- Kurtarıcı efsanesi içinde boğuldukları için bu böyle oldu.

Bazı Şiilerin imam(Rahip-Kral) beklentisine benzer bir anlayışla kilise, hukukun üstünlüğü yerine, din kurumunun giderek de din adamının üstünlüğü ilkesine kayıverdi. Oysa dinler, vahiysel ilkelerin üstün hukuk normları haline getirilerek, ilkelerin, değişmez değerlerin üstünlüğüne dayanması gerekliliği esasının benimsenmesini ister. Aslında gerçek değerler de aynı anlamı taşır. Değişmez olan şey ise, ilkesel bazda bundan üstünü olmadığı içindir. Bu dahi yanlış anlaşılarak, kitapların kötü bir tefsiri pozitif hukuk haline getirilerek, bunların değiştirilmezliği iddia edildi. Oysa yazılı kanun haline getirilen dikkatsiz yorumlar, daha yorumların yapıldığı günde birçoğu ölü doğmuşlardı. Az miktarda isabet edilenler varsa da, birçoğu öyle/ölü idi. Oysa zaman üstü olan ilkelerdi, yorumlar değil. Ama meydanda şeriat diye dolaşan hükümlerden hiç birisi erdemli toplumu kurma yönünde ki ana hedef ve ilkeleri kapsamıyordu. Yani evrensel hukuk değil, sadece basit yasalardı. Çoğu, ilkelere daha başlangıçta ters düşen hükümlerdi. Mesela "Ahdi cedid"(incil)in açık atfı ile, ilkelere ulaşacak hükümlerin, sonraki Resul ve nebi tarafından getirileceği, buna direnilmemesi, aksine, yardımcı olunması ahdi cedidin(Yuhanna incilinin) açık hükmü olmasına rağmen, kilise babalarının kibri ve kitabın kifayetsizliği, kendilerini Rableştirip, birer otorite olmalarını kolaylaştırdığı için de, bu haberi çarpıtarak yorumladılar. Oysa atıf Kuran’a idi.

En olumsuz şey de, Rahiplik teşkilatı ve Rahiplerin birer yanılmaz insanüstü varlıklar olduğu idi. Bundan daha vahim ve daha elim olan ise, Rahip kimliğine “İlahi” yakıştırması izafe etmeleri idi. Bunun anlamı ise,”Allah’tan pay almış olan” anlamına gelmesi idi. Bu niteliği ile İslam coğrafyasındaki,”Rabbaniyyü” , yani İlahi ve Arif-i billâh yakıştırması gibi idi. Şükür olsun ki, İslam'da ki bu yanılgılar tarikat çapında kaldı, sistem bir nevi özel bir Laik (din adamı Allah’tan pay almaz, sadece ilim adamıdır) anlayışı ile “Allah’ın yeryüzündeki vekili” istismarı doğuda görülmedi. Rabb’tan pay verdiğiniz insanlar, elbette ki rableşip baş belası kesileceklerdi. Aslında çok teknik anlamda ve sınırlayarak “Laik” kavramını kullandık. Aslında batı tartışmayı bu merkeze getirdiği için, onlar üzerinde yargıya varırken kullanılması gerektiği içindi.

Yoksa Laiklik öyle ulu orta kullanılacak tek anlamlı bir kavram değildir. Tarihi, etimolojik, dini, sosyal, siyasi ve ekonomik uzanımları ve tanımları olan bir kavramdır. Papalığın uyguladığı sistem, hem Allah dışında bir başkasını Rableştirmeye “İlahi” ilan etmeye müsait olduğu, hem de, üstün hukuk normlarına dayalı bir şeraitleri olmadığı için doğan sıkıntıları üzerinde barındırmaktaydı. Mevcut Ahdi cedit(incil) kitaplarından, mufassal(ayrıntılı) olmadıkları için, bunu çıkartmak imkânsız olduğu, zaten böyle bir niyetlerinin başlangıçtan beri bulunmadığı nazara alındığın da, laiklik birçok özel, genel, tarihi, etimolojik anlamları olan bir kavram olarak batıya ilişkin bir kavramdır. Bunun için de Müslüman’ı ilgilendirmez denip, kesilip atılamaz da. Hangi ülkede ne maksatla kurumlaşacaksa, ona ilişkin işlevi yerine getirmek için içi öyle doldurulur.

Müslüman’ın sorunu, ilkelere ulaşılmadan oluşturulan mevzuat(kanunlar) ve bu yüzden de çürüyen mevzuatı temizleyip, hukukun genel ilkelerine dayalı öncelikle gerçek olan hukuku oluşturup, sonra alt mevzuat durumundaki kanunları tespit edememesidir. Müslüman'ın özelliği Batının kişileri kutsallaştırdığı gibi birer sıradan yorum olan mevzuatı(yasaları) kutsamama olmalıdır. Diğer yandan saltanat ve ona yapışıp kalan halifelik sorununun da çözülmesi gerekli olmuştur. Buna tecdit denilir. Bunun önündeki engel ise gelenekçi ve muhafazakâr direniştir. Herkesin dini yorum yapma özgürlüğünün bulunması ve dinin kilise kurumunun ve din adamları sınıfının tekelinden çıkartılarak, bireyin, dininin bireyin olması ilkesinin gerçekleşmesi için gerekli ve gereği kadar Laiklik her din için bu ölçüde lüzumludur. Bu birilerinin dayattığı yorumlara karşı itiraz hakkı olup, itirazlar susturulup resmi yorum dayatıldığında, o kimse kendi mezhebini yorum yapabilmelidir. O’na uyma hakkı da vardır. Ama hem vahyi yorumunu(Allah şeriatından din veya mezhep oluşturmak) hem de bunun uygulanmasını tek'ele aldığında büyük sıkıntılar doğmuştur. Hele kendiliğinden dini hüküm koyma ve bunu tekkeleştirmeye çalışarak adeta yaratıcı gibi şeriat vazetmeye kalkışmak olur şey değildir. Yani Allah teklifi olan vahyi’nin ismi şeriat, insanın buna uyması ve uyduğunu zannederek kurumsal ve kuralsal anlamlar çıkararak onlara bağlanması ise teknik manada din, mezhep(yorumlar) ismini alır. Papa'nın yorumu kendi dinidir, insanlar Papa'nın dinine uymak zorunda değildirler. Yani hiçbir yoruma şeriat denilemez. Herkes kendi kültür, anlayış, ekonomik alt yapısına uygun olarak bir yorum yaparak kendisine din edinmiştir. Yani şeraitle din tam anlamıyla örtüşmez. Şeriat Allah’ın teklifi, din ise bunu anladığını zannedenlerin yorum yaparak kurallaştırmasıdır. Bunda isabet olabileceği gibi isabetsizlik de aynı oranda bulunabilir. Bu gerçek böyle olmasına rağmen, papalık yorum ve kural koyma tekeli kurmuştur. Oysa din (Papalık Makamına değil) insana inmiştir ve her insan vahi’yi yorumlayarak kendi dini anlayışını ortaya koyarak din yapması gerekirdi.

Kişiyi Rableştirip, Allah ortağı veya ardılı yapma gibi bir problemi olmayan İslam, Evrensel hukukunu oluşturup, gerçek şeriata ulaştığında, dünya idealistlerine hukuk ihraç edecek konuma gelebilir. Öyle ise, İslam coğrafyasında eski yorumların kutsanıp ayet yerine geçme yanlışının ıslahı için din özgürlüğüne ihtiyaç vardır. Hukukun gelişmeye açılması ile sorun kolayca halledilir. Yeter ki, hak din sosyo ekonomi politiği Aristokrasiye ve feodalizme payanda yapılma ve emperyalizme girecek gedik açma hatasından dönülmüş olsun. Mustafa Kemal Atatürk’ün de irtica dediği durum işte yukardaki cümlede anlatılan emperyalizme gedik açan yanlış yorumlardır. Dininin halkçılık ve devletçilikle ne kadar çok örtüştüğünü fark ederek, hata yapılmış olanlar, eski sosyo ekonomi politiği öz eleştiri ve oto kontrol mekanizması ile tecdit ederek, sosyal devlete temel yapsın. Buna rağmen epik ve Epiküroscu bir dayatma, maksadını aşan lüzumsuz bir fantezi olur.

Birkaç satırla değinir isek, Laikliğin Türkiye gerçeğindeki gereği Avrupa’nın gereksiniminden çok farklıdır. Kullanımı onun, tarihi ve etimolojik anlamı ile ilintili değildir. O bir teknik terimdir. İki maksatla getirilmiştir. Birincisi, vakti ile Hıristiyanlar’ın Rahip-Kral sistemine özenti nedeni ile oluşturulan halifelik ve bunun verasete ve saltanata dönüşen uygulamaları önlemek; ikincisi, hukuk devleti olması gereken İslam düzeninin unutulup, şuur altına yerleştirilen ve Aristokrasiye meşruluk kazandırmak için ihdas edilen kurumun, zamanla dini olarak itibar görmesine mani olmak ve dine musallat olan ve onu payanda yapan saltanatın tasviyesi(kaldırılması). Adaleti sağlamaya yetmeyen ve evrensel ilkeler içermeyen, hukukun üstünlüğü ve evrensel Muhsin hukuk seviyesine ulaşmamış ve yorum olmasına rağmen, kutsalmış gibi değiştirilmesine ve yenilenerek Kıst içeren hale getirilmesine diretilen mevzuatların askıya alınması gibi iki amaca yöneliktir. Bu ise, İslam’da vacip olan Tecdid olayının önünün açılması açısından olumlu ve zorunludur.

Tecdid, yorumunu(mezhebini) yenileyen ve Resulullah’ın tecdit konusundaki emrini yerine getirip, sözün en güzelini ilkeleştiren mütedeyyinlerin, insanlığın selameti için üretecekleri hukuka hiçbir engeli olmayan bir teknik tedbirdir. Bu yönüyle laiklik, öğreti ve yorum serbestliğinin bireye tanınması ve önceki yorumların sahiplerine yanılmazlık ve değiştirilemezlik yaftasıyla dondurulmasına karşı duruş ve ilim özgürlüğü anlamındaki laikliktir. Zaten beş ilke halinde açıklaması ve yönü belirtilen Cumhuriyet, laiklik ilkesindeki idealist maksadı da ortaya koymuştur. Liberal-kapitalizm ve emperyalizme kapılarını kapatan bu laiklik anlayışı, hak dinin ret ettiği bir şey olmayıp, amaç birliği içinde bulunduğu bir istikamettedir. Yeter ki, gelenekçi kesim tarafından onun halkçılık ve devletçilik ilkeleri dini kullanarak şeriatın öz ilkesi olan kıst aleyhine yönlendirilerek İslam’ın özü olan bu beş ilkeye karşı silah olarak kullanılmasın. İki tarafta buna, bunun dışında anlamlar yükleseler de, eldeki veriler ve onu teknik olarak ülkeye getirenlerin amaçları bundan başkası değildir. Hıristiyanlara, ilkeler konusunda yanılmasınlar, sürçmesinler diye, mufassal olmasa da kitap gelmişti. Mufassal olanın daha sonra geleceğini ona uyulması gerektiğini de İncil haber vermekte idi. Ama ilahiyat öğretileri, vahyinin şaşmazlığı ve ilim kaynağı olmasına değil, aksine Rahiplerin ilahiliği, ilham aldıklarını ve yanılmazlığını aşılıyordu. Bu aslında kör itaate yönelen nesiller yetiştiriyordu. Bu açıdan da aristokrasinin payandası olmuştu. Tabi ki Aristokrasinin gelişmiş şekli olan liberal-Kapitalizme de payanda yapıldı.

Böylece de, ilham alma ve vahyi devam ettirme gibi sağlam olmayan yola saptılar. Tıpkı birçok doğulu tarikat gibi, dini asıl sahibi Allah’a ulûhiyet vermenin yanında ve ötesinde hayali değerler yüklenen "zatı şerifler"e de ulûhiyet verilmesi ve dinin onlardan öğrenilmesi çarpık yolunun açılması idi. Bu tarihten itibaren din, bazı rahiplerin, dilediğini dilediği şekilde yasalaştıracak gerekçeler icat etmelerinin yolunu açtı. Sonuçta,”ilham aldım” yalanını uyduracaklara açık kapı bırakılan bir yanlış yoldu bu. Tıpkı öteki Yunan rahibelerinin transa geçerek yanlış haberler vermesi gibi. Bunun için de, eski Yunanın öteki yunan diye isimlendirilen mitolojik, ironik kültürünün devamı olan Roma'nın din ve toplum anlayışı ve pagan kültürü, İsa’dan kalan her iyi şeyi alıp götürdü.

Devam edecek.
Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (14. April 2015 Saat 09:07 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (14. April 2015)
 

Bookmarks

Etiketler
kapıpkaçıcı, mirasçıları, romanın


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 09:56 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam