hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE TEBYîNÜ'L -KUR'AN İŞTE KUR'AN ve VİDEOLARI Hakkı Yılmaz > İniş Sırası ile Sureler > 65.Casiye Suresi

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 25. April 2009, 10:35 PM   #1
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.023
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart 65.Casiye Suresi

CASİYE [DİZ ÇÖKEN] SÛRESİNE GİRİŞ
GİRİŞ

Adını 28. ayette geçen “ جاثيةcasiye [diz çöken]” sözcüğünden alan sure Mekke’de 65. sırada inmiştir. Sureye, 18. ayette geçen “ شريعةşeriat” sözcüğü nedeniyle “Şeriat suresi”, 24. ayette geçen “ الدّهرdehr” sözcüğünden dolayı “Dehr suresi” de denilir.
14. ayetin Medeni olduğuna dair nakiller mevcuttur. (Süyuti, el İtkan; Mukatil, Begavi, Hazin) Söz konusu ayetin siyak ve sibakıyla uyumu dikkate alındığında bunun gayet makul olduğu görülmektedir.
Surede Allah’ın evrendeki ayetlerine dikkat çekilmekte, müşrikler kendilerini bekleyen kötü akıbetle uyarılırken müminler de teselli edilmektedir. Surede ayrıca kitap, hüküm ve peygamberlik verilen İsrailoğulları’na da kısaca değinilmektedir.

https://youtu.be/rGtsYrYqfHE Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 374. Bölüm Casiye suresi 1. Bölüm

https://youtu.be/snzsxt3eKGM Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 375. Bölüm casiye Suresi 2. Bölüm

MEAL:

RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA



1 – Hâ[8], mîm [40].
2 - Bu kitap’ın indirilmesi, Azîz Hakîm Allah’tandır.
3 -5- Şüphesiz göklerde ve yeryüzünde müminler için âyetler vardır. Ve sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı dâbbehlerde [canlılarda] de kesin bilgiyle inanan bir kavim için âyetler vardır. Ve gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde ve Allah’ın gökten bir rızktan indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği şeyde ve rüzgârları evirip çevirmesinde aklını çalıştıran bir kavim için ayetler vardır.
6 - İşte bunlar, Bizim sana hakk ile okumakta olduğumuz Allah'ın ayetleridir. Sana onları hakkıyla okuyoruz. Artık onlar, Allah’tan ve O’nun âyetlerinden sonra, hangi söze/ hangi olguya inanacaklar?
7 – Tüm çok yalancı, çok günahkâr kişinin vay haline!
8 – O, Allah'ın kendisine okunan âyetlerini işitir, sonra da sanki kibrinden onu hiç işitmemiş gibi ısrar eder. Artık sen ona, can yakıcı bir azabı müjdele!
9, 10 – Ve o, ayetlerimizden bir şey öğrendiği zaman, onu alaya alıyor. İşte onlar için horlayıcı bir azap; ötelerinde cehennem vardır. Kazandıkları şeyler ve Allah'ın astlarından edindikleri veliler, kendilerine hiçbir şeyce faydalı olmaz. Ve onlar için büyük bir azap vardır.
11 - Bu [uyarılar], bir yol gösterimdir. Rablerinin âyetlerini inkâr edenler de, onlar için en pisinden acıklı bir azap vardır.
12 – Allah, emriyle içinde gemilerin seyretmesi, sizin de O'nun lütfundan rızk aramanız ve şükretmeniz için denizi emrinize veren Zat’tır.
13- Ve O, göklerde ve yeryüzünde bulunan her şeyi Kendinden sizin hizmetinize vermiştir. Şüphesiz bunda düşünen bir topluluk için ayetler vardır.
14, 15 - İman etmiş kişilere söyle: “O’nun [Allah’ın] her kavmi kazandıklarıyla cezalandırması için, Allah'ın günlerini ummayanları bağışlasınlar. Her kim salihi işlerse işte kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa işte kendi aleyhinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”
16 – Ve Ant olsun ki Biz, İsrailoğulları’na kitap, hüküm ve peygamberlik verdik. Ve onları temiz hoş olanlardan rızıklandırdık. Ve onları âlemler üzerine fazlalıklı kıldık.
17 – Ve onlara Emir’den apaçık deliller verdik. Sonra onlar, yalnızca, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düştükleri şeylerde kıyâmet günü aralarında gerçekleştirecektir.
18 - Sonra da seni Emir’den apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Artık sen ona uy, bilmeyen kimselerin hevâlarına uyma.
19- Şüphesiz onlar, Allah karşısında sana hiçbir şeyce yarar sağlayamazlar. Ve şüphesiz zalimlerin bazısı bazısının Yakınlarıdırlar, Allah ise Takvalı davrananların Velîsidir/Yakınıdır.”
20 - Bu [Kur'an], insanlar için basiretler [kalbî idrakler], kesin inanan toplum için bir yol gösterme ve rahmettir.
21 – Yoksa kötülükleri işleyen o kimseler, kendilerini, hayatlarında ve ölümlerinde, iman eden ve salihatı işleyen kimseler gibi kılacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hüküm veriyorlar!
22 – Ve Allah, gökleri ve yeryüzünü gerçek ile ve de her kişiyi yaptığı ile karşılıklandırmak için yarattı. Ve onlar zulmedilmezler.
23- Peki, sen, kendi hevasını ilâh edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?”
24 – Yine onlar, “Hayat, ancak bu dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak dehr [geçen uzun zaman] helâk eder” dediler. Hâlbuki onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar, sadece zan yürütüyorlar.
25 - Kendilerine ayetlerimiz apaçık okunduğu zaman da; “Eğer doğru kimseler iseniz atalarımızı getirin” demekten başka delilleri yoktu.
26, 27 - De ki: “Allah sizi diriltir. Sonra sizi o öldürür, sonra da kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde bir araya toplayacaktır. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. Göklerin ve yeryüzünün mülkü de sadece Allah'ındır. Saat’in kapacağı gün; işte o gün, batıla sapanlar zarara uğrayacaklardır.”
28, 29 – Ve her ümmeti, diz çökmüş görürsün. Her ümmet, kendi kitabına çağırılır: “Bugün, yapmış olduğunuz amellerin karşılığı size verilecektir. İşte bu, yüzünüze karşı hakkı konuşan kitabınızdır. Şüphesiz Biz, sizin yaptıklarınızı yazdırıyorduk.”
30 - İman eden ve salihatı işleyen kimseler de; artık Rableri onları rahmeti içine koyacaktır. İşte bu, apaçık kurtuluşun ta kendisidir.
31, 32 - Şu küfretmiş olan kimseler de; “Peki, size ayetlerim okunmadı mı da siz büyüklük tasladınız ve günah işleyen bir kavim oldunuz? Ve, ‘Allah’ın sözü kesinlikle gerçektir; ve Saat’e gelince, onda kuşku yoktur’ denildiğinde, ‘Saat’in ne olduğunu bilmiyoruz, yalnızca biz, sadece zannediyoruz, kesin bir bilgi edinmiş değiliz’ dediniz.
33- Ve işledikleri şeylerin kötülükleri kendilerine belli oldu ve onları, kendisiyle alaya aldıkları şeyler ku*şatıverdi.
34, 35- Ve denilmiştir ki: “Bugün Biz sizi, sizin bu gününüze kavuşmayı unuttuğunuz gibi unuturuz/ terk ederiz [cezalandırırız]. Yeriniz de ateştir. Sizin için yardımcılardan herhangi biri de yoktur. İşte bunlar, sizin Allah’ın âyetlerini alaya almanız ve basit yaşamın sizi aldatması sebebiyledir.” Artık bugün onlar, ondan [ateşten] çıkarılmaz ve özür dilemeleri de kabul edilmez/ Allah’ı memnun etmeleri de istenmez.
36 – Artık, tüm övgüler, göklerin Rabbi, yeryüzünün Rabbi ve âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
37 - Göklerde ve yeryüzünde de büyüklük ve hâkimiyet yalnızca O'nundur. Ve O, Azîz'dir, Hakîm'dir.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 25. April 2009, 10:35 PM   #2
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.023
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

TAHLİL



1 – حHâ [8] م mîm [40].

Bundan evvel inmiş olan Duhan suresi gibi, bu sure de “ حHa” ve “م Mim” kesik harfleriyle başlamıştır.
Geçmişte “Ha, Mim” kesik harfleri ile ilgili olarak bir takım yakıştırmalar yapıldığını Duhan/1’in tahlilinde dile getirmiş, bu yakıştırmalarla ilgili detaya Gafir/1’in tahlilinde yer verildiğini dipnot olarak belirtmiştik. Bu nedenle detayın oradan okunmasını öneriyoruz.

2 - Bu kitap’ın indirilmesi, Azîz, Hakîm Allah’tandır.

Mukatta’ [kesik] harflerle başlayan diğer sureler gibi, bu sure de Kur’an’a dikkat çekerek başlamaktadır. Ayette Kur’an’ın arkasındaki gücün mutlak galip olan, kesinlikle yenilmeyen ve yasalar koyan, her yaptığını sağlam yapan Allah olduğu vurgulanarak Kur’an’ı Peygamber’in uydurmadığı, dolayısıyla Allah’a boyun eğmekten ve O’nun koyduğu ilkelere uymaktan başka bir yol olmadığı mesajı verilmektedir.

Onlar bütün âyetlerimizi yalanladılar. Biz de onları çok kuvvetli ve kudretli birinin yakalayışla yakalayıverdik. (Kamer/42)

3 -5- Şüphesiz göklerde ve yeryüzünde müminler için âyetler vardır. Ve sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı dâbbehlerde [canlılarda] da kesin bilgiyle inanan bir kavim için âyetler vardır. Ve gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde ve Allah’ın gökten bir rızktan indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği şeyde ve rüzgârları evirip çevirmesinde aklını çalıştıran bir kavim için ayetler vardır.

Bu ayet grubunda ise evrendeki ayetlere değinilerek müminler evreni ileri derecede incelemeye ve elde edecekleri bulgular hakkında tefekkür etmeye yönlendirilmektedir. İnsanlar evrendeki bu ayetleri inceleyip iyice tefekkür ettikleri takdirde bunları yapan irade ve gücün Allah olduğunu bulacaklardır.
Rabbimizin evrenin incelenmesine yönelik emirleri birçok ayette yer almıştır:

Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarar şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah’ın semadan bir su indirip de onunla yeri ölümünden sonra diriltmesi ve onda, her dabbeden [deprenen canlılardan] yaymasında, rüzgârları evirip çevirmesinde, gök ile yer arasında emre hazır olan bulutta şüphesiz akıllarını çalıştıran bir kavim için elbette ayetler vardır. (Bakara/164)

Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette aklıselim sahipleri için ibret verici deliller vardır. (Al-i Imran/190)

O [Allah], gökleri dayanak olmadan yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Yeryüzünde de, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve oralarda her dâbbehden [canlıdan] türetip yayıverdi. Ve Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her kerim çiftten bitki bitirdik.
İşte bu, Allah'ın yaratmasıdır. Haydi, gösterin Bana O'nun astlarından olan kimseler ne yaratmıştır? Aslında o zalimler, apaçık bir sapıklık içindedirler. (Lokman/10- 11)

Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı kılan [var eden] Allah'a mahsustur. Sonra da şu küfretmiş kişiler Rablerine eşit/denk tutuyorlar. (En’am/1)

Ve onlar göklerin ve yerin hükümdarlığına, Allah'ın yaratmış olduğu herhangi bir şeye ve ecellerinin gerçekten yaklaşmış olması ihtimaline hiç bakmadılar mı? Artık bundan sonra başka hangi söze inanacaklar? (A’raf/185)

Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş üzerine istiva eden, işi yönetip duran Allah’tır. Şefaatçi ancak O’nun izninden sonradır. İşte Bu, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O'na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız?

Hepinizin dönüşü sadece O'nadır. Allah bunu hakk olarak vaat etmiştir. Şüphesiz O, halkı ilk baştan yaratır, sonra iman eden ve salihatı işleyen kimseleri kıst [nasipleri, hakları olan payları] ile karşılık vermek için geri döndürür. Şu küfretmiş olan kimseler, küfretmeleri nedeniyle, kaynar sudan bir içki ve acıklı azap kendileri için olanlardır.
O, Güneş’i bir aydınlık, Ay’ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, Ay’a menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile yaratmıştır. O, bilecek olan bir kavim için ayetleri detaylandırır.
Şüphesiz gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde ve Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde ittika eden bir kavim için nice deliller vardır. (Yunus/3- 6)

3. ayetin başında “... müminler için ayetler vardır” denilirken, sonunda “... aklını kullanan bir kavim [herkes] için ayetler vardır” denilmiştir. Bilindiği gibi, aslında her akıllı insan için ayetler vardır. Nitekim bir ayette şöyle buyrulmuştur:


Ramazan ayı ki, Kur’an, bir kılavuz olarak ve furkandan, yol göstermeden açık açık açıklamalar olarak kendisinde indirilmiştir. Bu nedenle sizden her kim bu aya şahit olursa hemen onda oruç tutsun. Kim de hasta veya yolculukta ise diğer günlerden sayısıncadır. Allah, sayıyı tamamlamanız, size yol gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyüklemeniz ve şükretmeniz için size kolaylık diler, size zorluk dilemez. (Bakara/185)
Ayetin başında “... müminler için ayetler vardır” denilmesinin sebebi, ayetlerden kafirlerin değil de müminlerin istifâde etmeleridir.
Bunun bir benzerini Bakara suresinin girişinde görmekteyiz:

İşte bu kitap; kendisinde kuşku yoktur, gaybde iman eden, salâtı ikame eden, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak eden, sana indirilene ve senden önce indirilene iman eden müttakiler -ki bunlar, ahirete de kesinlikle inanırlar- için bir kılavuzdur. (Bakara/2- 4)

Görüldüğü gibi, Kur’an’dan sadece muttakilerin istifade etmeleri nedeniyle Bakara/2- 4’te de “... muttakiler için kılavuzdur” denilmiştir.

6 - İşte bunlar, Bizim sana hakk ile okumakta olduğumuz Allah'ın ayetleridir. Sana onları hakkıyla okuyoruz. Artık Allah’tan ve âyetlerinden sonra hangi söze/ hangi olguya inanacaklar?

Bu ayette, 3- 5. ayetlerde vurgusu yapılan ayetlere dikkat çekilerek bunca ayete rağmen bunu inkâr ettiklerine, bunları dikkate almadıklarına göre bu müşrikler “artık hangi söze, hangi olguya inanacaklar?” denilmektedir. Bir bakıma “Kim bu ayetlerden istifade etmezse, artık bundan sonra onun istifade edebileceği hiçbir şey yoktur, bundan sonra onları hiç kimse doğru yola iletemez” mesajı verilmektedir.
Bu ayetin bir benzeri Mürselat suresinin son ayeti idi.

Artık bundan [Kur’ân'dan] sonra hangi söze inanacaklar? (Mürselat/50)

Küfürden vazgeçmeleri için birçok kez değişik azaplarla tehdit edilmiş olan kâfirler kanıtlar gösterilerek tefekküre davet edilmiş, hakk dine sımsıkı sarılmaya teşvik edilmiştir. Her iki ayet de, bu kadar tehdide ve teşvike rağmen hâlâ küfürlerini sürdüren kâfirlerin bu hâllerine şaşırılması gerektiğini vurgulayan bir teaccüp [hayret] ifadesi içermektedir: “Artık bundan [Kur’ân'dan] sonra hangi söze inanacaklar?”

Eğer Biz bu Kur’ân'ı bir dağa indirseydik, Allah'ın haşyetinden onu baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. Ve Biz bu misalleri tefekkür ederler diye insanlara veriyoruz. (Haşr/21)

Yalçın kayaları sarsan, sıra dağları depreme tutulmuş gibi sallayan Kur’ân'a inanmayan kimse artık hiçbir söze inanmaz. İnsana hakk ve bâtıl arasındaki farkı anlatan Kur’ân'ın inmesi gerçekten de en büyük olaydır. Kur’ân'ı tanıdığı hâlde iman etmeyen bir kişiye başka hangi şey doğru yolu gösterebilir?

Ve işte böylece sana Kitab'ı indirdik. Onun için, kendilerine kitap verdiklerimiz ona inanırlar. Bunlardan [Yahudi olmayan Araplardan] da ona inanan kişiler vardır. Âyetlerimizi ancak ve ancak kâfirler bile bile reddederler. Ve sen bundan önce, bir kitaptan okur değildin. Onu sağ elinle yazmazdın da. Öyle olsaydı, bâtıla uyanlar kuşku duyarlardı. Bilakis o [Kur’ân], kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde [yer eden] apaçık âyetlerdir. Âyetlerimizi ancak ve ancak zâlimler bile bile reddederler. Ve, “Ona Rabbinden mucizeler indirilmeli değil miydi?” derler. [Cevaben] de ki: “Mucizeler ancak Allah'ın katındadır. Ben ise ancak apaçık bir uyarıcıyım.” Bizim sana indirdiğimiz onlara okunmakta olan kitap, kendilerine yetmedi mi? İşte bunda inanacak bir kavim/toplum için elbette bir rahmet ve öğüt vardır. (Ankebût/47-51)

7 – Tüm çok yalancı, çok günahkâr kişinin vay haline!
8 – O, Allah'ın kendisine okunan âyetlerini işitir sonra da sanki kibrinden onu hiç işitmemiş gibi ısrar eder. Artık sen ona, can yakıcı bir azabı müjdele!
9, 10 – Ve o, ayetlerimizden bir şey öğrendiği zaman, onu alaya alıyor. İşte onlar için horlayıcı bir azap; ötelerinde cehennem vardır. Kazandıkları şeyler ve Allah'ın astlarından edindikleri veliler, kendilerine hiçbir şeyce faydalı olmaz. Ve onlar için büyük bir azap vardır.

Müşriklerin akılsız davranışları; vahye kulak tıkayışları, ayetlerden öğrendikleri ile alay edişleri kınandıktan sonra, bu ayet gurubunda da tehdit içeren bir üslupla körlükleri, duyarsızlıkları dile getirilmiştir: “Artık sen ona, can yakıcı bir azabı müjdele! İşte onlar için horlayıcı bir azap; ötelerinde cehennem vardır. Kazandıkları şeyler ve Allah'ın astlarından edindikleri veliler, kendilerine hiçbir şeyce faydalı olmaz. Ve onlar için büyük bir azap vardır.”

11 - Bu [uyarılar], bir yol gösterimdir. Rablerinin âyetlerini inkâr edenler de, onlar için en pisinden acıklı bir azap vardır.

Bu ayette, akletmeleri için yapılan bütün uyarıların aslında onlar için bir kılavuz olduğu, isterlerse bu uyarıları dikkate alarak doğru yolu bulabilecekleri açıklanmaktadır. Daha sonra da “Rablerinin âyetlerini inkâr edenler de, onlar için en pisinden acıklı bir azap vardır” buyrularak akılsızlık edenlere bir uyarı daha yapılmıştır. “En pisinden acıklı azap”ın ne olduğunu şu ayette görebiliriz.

Ardından cehennem vardır. Ve kendisine irinli sudan içirilecektir. (İbrahim/16)

12 – Allah, emriyle içinde gemilerin seyretmesi, sizin de O'nun lütfundan rızk aramanız ve şükretmeniz için denizi emrinize veren Zat’tır.
13- Ve O, göklerde ve yeryüzünde bulunan her şeyi Kendinden sizin hizmetinize vermiştir. Şüphesiz bunda düşünen bir topluluk için ayetler vardır.

Bu ayetlerde Rabbimiz gemilerin (ticaret, seyahat, avcılık gibi işler için) denizde yüzmesine, canlı-cansız tüm varlıkların insanın hizmetine verilmesine, varlıklara tasarruf edebilmesi için insanın akıl, idrak gibi yetilerle donatılmasına dikkat çekerek kendi Zat’ını tanıtmakta, bu evrensel ayetleri [yasaları] ancak tefekkür eden toplumların doğru değerlendirebileceği mesajını vermektedir.
İnsanın kerim [saygın] kılınışı hakkında Kur’an’da pek çok ayet vardır:

Ve ant olsun ki Biz, insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık ve karada, denizde taşıtlara yükledik ve temiz-hoş yiyeceklerden onları rızklandırdık. Ve onları yarattıklarımızın birçoğundan oldukça fazlalıklı kıldık. (İsra/70)

Hani Rabbin bir zaman meleklere; “Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer yaratıcıyım. Onu tesviye edip, ruhumdan kendisine üflediğim zaman derhal ona secdeye kapanın.” demişti.
Bunun üzerine meleklerin tümü hep birlikte secde ettiler, İblis etmedi. O büyüklük tasladı ve kâfirlerden [görmezden gelenlerden] oldu.
[Allah] “Ey İblis! O Benim iki elimle/ kudretimle yarattığıma secde etmene ne engel oldu? Büyüklendin mi? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?” buyurdu. (Sad/71-75)

Allah’ın göklerde ve yeryüzünde de ne varsa hepsini, sizin için boyun eğdirdiğini görmediniz mi? Ve O [Allah], gizli ve açık olarak nimetlerini üzerinize yaymıştır. İnsanlardan kimi de var ki, bilgisiz, kılavuzsuz ve aydınlatıcı bir kitapsız Allah hakkında mücadele ediyor [tartışıyor]. (Lokman/20)

Yaratılışındaki biçimsel mükemmellik de insanın kerimliğinin bir başka yönüdür:

Gerçekten Biz insanı en güzel biçimde yarattık, sonra iman edenler ve salihatı işleyenler hariç -çünkü onlar için kesintisiz bir ödül var- onu alçakların en alçağına döndürdük. (Tîn/4-6)

O [Allah] gökleri ve yeri hakk ile yarattı ve sizi biçimlendirdi. –Biçimlerinizi de ne güzel yaptı!- Ve dönüş yalnızca O’nadır. (Teğabün/3)

Sonra nutfeyi bir alaka [embrion] yarattık, derken o alakayı bir mudga [bir çiğnem et parçası hâlinde] yarattık, derken o mudgayı bir takım kemik yarattık, derken o kemiklere bir et giydirdik. Sonra onu başka bir yaratık olarak inşa ettik. Yapıp yaratanların en güzeli olan Allah, ne cömerttir! (Müminun/14)

Yaratılışı böylesine mükemmel olan ve Allah’ın şan, şeref, değer verdiği insan, İblis’in dürtülerine uyarak kötülükleri sonradan kazanmış ve kendisini “aşağılıkların aşağılığı” veya “aşağıların en aşağısı” durumuna sokmuştur. Bu konuyla ilgili olarak Tin Suresi’ndeki açıklamamızın tekrar okunmasını öneriyoruz. (Tebyînü’l-Kur’an; c: 1, s: 555-557)

14, 15 - İman etmiş kişilere söyle: “O’nun [Allah’ın] her kavmi kazandıklarıyla cezalandırması için, Allah'ın günlerini ummayanları bağışlasınlar. Her kim salihi işlerse işte kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa işte kendi aleyhinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”

Bu ayetler ya Medeni bir pasajın parçasıdır ya da müstakil bir necmdir. Nitekim Mukatil, Begavi, Hazin gibi klasik kaynaklarda da Medeni oldukları nakledilmiştir. Pasajın önceki ayetlerle doğrudan irtibatlı olmaması da onun ayrı bir necm olduğunu düşündürmektedir.
14. ayetten anlaşıldığına göre, müminler “Allah’ın günlerine inanmayanlar”dan zarar görmüş olmalılar ki, Rabbimiz de onlara elçisi aracılığı ile haklarında olumsuz düşünceler besledikleri bu müşriklere karşı nasıl davranmaları gerektiğini bildirmektedir. Rabbimizin uyulmasını buyurduğu bu davranışlar, Allah’ın cezalandırmasını umursamayan inkârcı müşriklere karşı kinlerini tutma*ları, düşüncesizliklerinden kaynaklanan eylemlerine mü*samaha etmeleri, kendilerine yapılan kaba davranışları görmezlikten gelmeleridir. Özetle, onlara böyle davranılmasının müminler için daha güzel olacağı mesajı verilmektedir.
15. ayetteki “Her kim salihi işlerse işte kendi lehinedir. Kim de kötülük yaparsa işte kendi aleyhinedir. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz” ifadesi ile insanın her amelinin iyi ya da kötü olarak değerlendirileceği, böylece tercihinin sonucuna göre ya ödül ya da cezayı hak edeceği vurgulanmaktadır.

Her kim salihi işlerse artık kendi için yapmış olur. Kim de bir kötülük yaparsa, artık kendi aleyhinedir. Ve senin Rabbin kullara çok zalim biri değildir. (Fussılet/46)

Ve iman edenler, zürriyetleri de iman ile kendilerine tâbi olanlar; işte Biz, onların zürriyetlerini de kendilerine kattık. Kendilerinin amellerinden bir şey eksiltmedik. Herkes kendi kazandığıyla rehindir. (Tur/21)

Bu ayetlerin inişi ile ilgili bir takım rivayetler mevcuttur. Bunlardan en makulü Kurtubi’deki nakildir:

Vahidî, Kuşeyrî ve diğer bazılarının İbn Abbas'tan rivayet ettiklerine göre, âyet-i kerime, Mustalıkoğulları gazvesi sırasında Ömer ile Abdullah b. Ubeyy'in başından geçen bir olay hakkında inmiştir. Bu kişiler el-Mureysî diye bilinen bir kuyunun başında konakladılar. Abdullah su getirmek üzere kö*lesini gönderdi. Biraz gecikince ona “Niye geç geldin?” diye sordu. Bu sefer kölesi: “Ömer b. el-Hattab'ın kölesi kuyunun başında oturdu ve Peygamber (sav)'in, Ebu Bekir'in kırbalarını doldurmadıkça kimsenin doldurmasına izin vermedi. Ayrıca efendisinin suyunu da doldurdu” diye cevap verdi.
Bu sefer Abdullah: “Bizim durumumuz ile bunların durumu tıpkı "köpe*ğini besle de seni yesin" [besle kargayı oysun gözünü] sözündeki örneğe ben*zer” dedi. Onun bu sözü Ömer'e ulaştı. Öldürmek üzere üzerine yürümek kastı ile kılıcını kuşandı. Yüce Allah da bu ayeti indirdi. Bu da A’tâ’nın İbn Abbas'tan yaptığı rivayettir.
Meymun b. Mihran'ın kendisinden rivayetine göre ise İbn Abbas şöyle demiştir: Yüce Allah'ın "Allah'a güzel bir ödünç verecek olan kimdir? (Bakara/245)” buyruğu inince, Medine'de Finhas diye bilinen bir Yahudi şöy*le dedi: “Muhammed'in Rabbi fakir düştü.” Ömer bunu işitince kılıcını kuşa*nıp o adamı aramaya koyuldu. Cibril (a.s), Peygamber (sav)'e gelerek dedi ki: "Rabbin sana diyor ki: ‘Müminlere de ki, Allah'ın günlerini beklemeyenlere aldırmasınlar.” Ayrıca şunu da bil ki, Ömer kılıcını kuşanıp o Yahudi’yi aramaya koyuldu. Bunun üzerine Rasûlullah (sav) Ömer'i arayıp bulmak üzere birisini gönderdi. Ömer gelince ona: "Ey Ömer! Kılıcını koy" diye bu*yurdu. “Ey Allah'ın Rasûlü! Doğru söyledin. Şehadet ederim ki, sen hak ile gönderildin.” Peygamber (sav) buyurdu ki: "Rabbim buyuruyor ki: ‘Müminlere de ki: Allah'ın günlerini beklemeyenlere aldırmasınlar." Ömer (r.a) dedi ki: Hiç şüphesiz böyle yapacağım. Seni hak ile gönderene yemin ederim ki, bir daha yüzümde kızgınlık görmeyeceksin. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)

Ayetteki “ ايّام اللهAllah’ın günleri” ifadesi, Allah’ın onları cezalandıracağı günler demektir. Araplar, “ ايّام العربEyyamü’l-Arab [Arab günleri]” ifadesiyle kendi tarihlerindeki asırlardır hafızalarda kalan önemli hadiseleri ve meşhur savaşları; Arap tarihine ait önemli olayları kastederler.
Sonuç olarak şöyle diyebiliriz: “Eyyamullah [Allah’ın günleri]” ifadesi “Allah’ın ciddi boyutta cezalandıracağı günler” demektir.

16 – Ve Ant olsun ki Biz, İsrailoğulları’na kitap, hüküm ve peygamberlik verdik. Ve onları temiz, hoş olanlardan rızıklandırdık. Ve onları âlemler üzerine fazlalıklı kıldık.
17 – Ve onlara Emir’den [kendine özgü işten] apaçık deliller verdik. Sonra onlar, yalnızca, kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Şüphesiz Rabbin, ayrılığa düştükleri şeylerde, kıyâmet günü aralarında gerçekleştirecektir.

Müşriklerin akılsız tavırları nakledildikten sonra, bu ayette de İsrailoğullarına bir gönderme yapılmış ve o çağda kimseye verilmeyen nimetlerin onlara verilişine, onların ise bu nimetlerin kadrini bilmeyip nankörlük edişlerine değinilmiştir. Bu değiniyle müminlerin İsrailoğulları’ndan ibret almaları istenmiştir. İsrailoğulları, haktan saptıkları için kendilerine verilen fazlalıkları, nimetleri kaybetmişlerdir.

İnsanlar tek bir ümmet idi. Sonra Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere peygamberler gönderdi ve ihtilaf ettikler konularda insanlar arasında hükmetsinler diye onların beraberinde hak ile kitap indirdi. Ve sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra aralarındaki azgınlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, kendi izniyle, iman edenlere, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, kılavuz oldu. Ve Allah, dilediği kimseyi/dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar. (Bakara/213)

Şüphesiz şu, dinlerini parça parça edip, grup grup olanlar; sen hiçbir şeyce onlardan değilsin. Şüphesiz onların işi Allah’adır. Sonra O [Allah] onlara yapmakta oldukları şeyleri haber verecektir. (En’am/159)

Halbuki onlar işlerini aralarında paramparça ettiler. Hepsi yalnızca Bize dönücülerdir. (Enbiya/93)
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 25. April 2009, 10:36 PM   #3
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.023
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Sonra insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlendi. (Mü’minun/53)

18 - Sonra da seni Emir’den [kendine özgü işten] apaçık bir şeriat sahibi kıldık. Artık sen ona uy, bilmeyen kimselerin hevâlarına uyma.
19- Şüphesiz onlar, Allah karşısında sana hiçbir şeyce yarar sağlayamazlar. Ve şüphesiz zalimlerin bazısı bazısının Yakınlarıdırlar, Allah ise Takvalı davrananların Velîsidir/Yakınıdır.”
20 - Bu [Kur'an], insanlar için basiretler [kalbi idrakler], kesin inanan toplum için bir yol gösterme ve rahmettir.

Bu ayetlerde Resulullah’a da bir yol haritası verildiği; artık sadece ona uyması, bilgisizlere uymaması gerektiği bildirilerek eğer müşriklerin aklına uyarak sapar, onların hatırı için Allah'ın dininde bir değişiklik yapmaya yeltenirse, müşriklerin kendisini kurtaramayacakları, onların yalnızca birbirlerinin velileri oldukları, Allah’ın ise muttakilerin velisi olduğu bildirilmiştir. Daha sonra da Kur’an’a işaret edilerek onun insanlar için mutluluk kaynağı, rahmet ve kılavuz olduğu vurgulanmıştır.
Tek doğru yol Allah’ın gösterdiği yoldur. Başka yollar ise insanı uçuruma götüren yollardır:

Ant olsun ki Biz Musa'yı da ayetlerimizle ve apaçık bir belge ile Firavun ve ileri gelenlerine gönderdik [elçi yaptık]. Ama onlar Firavun'un emrine uydular. Hâlbuki Firavun'un emri reşit [aklı çalıştıran, doğruya ulaştıran] değildir. (Hud/96, 97)

Sonra sana: “Hanif olan ve müşriklerden olmayan İbrahim’in milletine tabi ol” diye vahyettik. (Nahl/123)

20. ayette “Bu [Kur'an], insanları için basiretler [kalbî idrakler], kesin inanan toplum için bir yol gösterme ve rahmettir” buyrulmuştur. Kur’an, hak ve batıl arasındaki farkı bildirmektedir. Fakat onun aydınlığından, kılavuz ve rahmet oluşundan ancak kesin inanan toplumlar istifade ederler.

Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, göğüslerdekine şifa, inananlara bir kılavuz ve bir rahmet gelmiştir. (Yunus/57)

Ve Biz Kur’an’dan, inananlar için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Ve [bu], sadece zalimlerin yıkımını artırıyor. (İsra/82)

21 – Yoksa kötülükleri işleyen o kimseler, kendilerini, hayatlarında ve ölümlerinde, iman eden ve salihatı işleyen kimseler gibi kılacağımızı mı zannettiler? Ne kötü hüküm veriyorlar!

Rabbimiz inatçı müşriklere yukarıdaki soruyu yönelterek onlara “Eğer böyle düşünüyorlarsa yanlış düşünüyorlar. İnanmayan ve kötü işler yapanlar hesapsız, sorgusuz ve cezasız kalmayacaklardır” mesajını vermektedir.

Yoksa iman eden ve de sâlihâtı işleyenleri Biz, o yeryüzündeki bozguncular gibi mi kılarız? Yoksa o takvâ sahiplerini azgın günahkârlar gibi mi kılarız? (Sad/28)

(O kâfirler), kendilerine zulmetmiş kimseler olarak, meleklerin, vefat ettirdikleri kimselerdir. Artık teslimiyeti bırakırlar: "Biz, hiç bir kötülükten yapmıyorduk." Bilakis, Şüphesiz Allah sizin yapmakta olduklarınızı çok iyi bilendir.
“O halde içinde sürekli kalanlar olarak cehennemin kapılarına girin!” denir. İşte, büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!
Ve takvalı davranmış kimselere: "Rabbiniz ne indirdi?" denilince onlar: “Hayır” derler. Bu dünyada güzelleştirenlere-iyileştirenlere iyilik-gzellik vardır. Ahiret yurdu ise kesinlikle daha hayırlıdır. Ve takvalı davrananların yurdu ne güzeldir!
Adn cennetleri! Onlar oraya girecekler. Onun altından ırmaklar akar. Orada onlar için diledikleri şeyler vardır. Allah, takva sahiplerini işte böyle karşılıklandırır.
(Takva sahipleri) o kimselerdir ki, melekler, onları hoş ve rahat ettirerek vefat ettirirler. “Selam size, yapmış olduğunuz işlerin karşılığı olarak girin cennete...” derler. (Nahl/28- 32)

Yüzler vardır o gün, pırıl pırıl.
Gülen, müjdeleyen.
Ve yüzler vardır o gün, üzerlerinde toz-toprak.
Tozu-toprağı da bir is bürümüştür.
İşte bunlar, evet bunlardır küfre sapanlar, kötülüğe batanlar. (Abese/38- 42)

Yüzler var ki o gün apaydınlıktır.
Rabblerine nazar edicidirler.
Ve yüzler de var ki o gün asıktırlar. (Kıyamet/22- 24)

Ya artık, Müslümanları günahkârlar gibi yapar mıyız? (Kalem/35)

Cehennem ashabı ve cennet ashabı eşit olmaz. Cennet ashabı kurtulanların ta kendileridir. (Haşr/20)



Bu konu, hatırlanacağı üzere, Fussılet suresinde de yer almıştı.

Ve eğer kendisine dokunan sıkıntıdan sonra, kendisine tarafımızdan bir rahmet tattırsak, hiç kuşkusuz “Bu benim hakkımdır. Ve Saat’ın geleceğini sanmıyorum. Ve eğer Rabbime döndürülürsem, O’nun katında hiç şüphesiz, benim için en güzeli vardır” der. Bu nedenle inkâr eden kimselere, yaptıklarını kesin bildireceğiz ve onlara, kesinlikle kaba bir cezadan tattıracağız. (Fussılet/50)

Ben Saat’in kopacağını da zannetmiyorum. Velevki Rabbime geri götürürdüm, kesinlikle orada bundan daha iyi bir sonuç bulurum." (Kehf/36)

Sonra da onun soyunu süzülmüş bir özden, değersiz bir sudan kılmıştır [yaratmıştır].
Evet, iman etmiş ve salihatı işlemiş kimseler; artık yaptıklarına karşılık bir ağırlanma olarak me'vâ [barınak] cennetleri yalnızca kendileri içindir.
Ve fasıklara/yoldan çıkanlara gelince, onların varacağı yer, Ateş olacaktır. Her çıkmak istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, “yalanlayıp durduğunuz Ateş’in azabını tadın” denilecektir. Hiç kuşkusuz, onlara büyük cezanın astından en yakın cezadan tattıracağız; belki dönerler? (Secde/18- 21)

Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şahitlerin kalktığı [şahitlik edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz.
O gün zalimlere özür dilemeleri fayda vermez. Ve onlara lanet vardır, yurdun en kötüsü de onlar içindir. (Mü’min/51, 52)

Ya artık, Müslümanları günahkârlar gibi yapar mıyız?
Neyiniz var, nasıl hükmediyorsunuz? (Kalem/35, 36)

Bu ayetin inişi ile ilgili olarak Esbab-ı Nüzul nakillerinde şu olay anlatılır:

"Bu ayet Ali, Hamza ve Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh ile müşriklerden Utbe, Şeybe ve Velîd b. Utbe gibi üç kişi hakkında nazil olmuştur. Zira bu üç müşrik, adı geçen müminlere "Vallahi, siz hiçbir hak ve hakikat üzere değilsiniz. Sizin söylediğiniz hak olsa bile, dünyada bizim durumumuz nasıl sizden üstün ve ileri ise, ahirette de ileri olacaktır" dediler.” (Razi; el Mefatihu’l Gayb)


22 – Ve Allah, gökleri ve yeryüzünü gerçek ile ve de her kişiyi yaptığı ile karşılıklandırmak için yarattı. Ve onlar zulmedilmezler.

Bu ayette Rabbimiz gökleri ve yeryüzünü niçin yarattığına bir daha dikkat çekmiştir. Allah bu dünyayı bir eğlence olsun diye yaratmamıştır. Aksine evrenin yaratılışının büyük bir amacı vardır. Bu amaçla insanlar için belli imkânlar sağlanmış ve tasarrufları altına verilmiştir. Bunun sonucu olarak iyilik yapanlar amellerinin karşılığını alacaklar, zalimler de zulümlerinin cezasını çekeceklerdir. Herkes ne yapmışsa yaptığının karşılığını eksiksiz olarak görecektir. Kimse kesinlikle haksızlığa uğramayacaktır.

O, Güneş’i bir aydınlık, Ay’ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, Ay’a menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile yaratmıştır. O, bilecek olan bir kavim için ayetleri detaylandırır. (Yunus/5)

Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette aklıselim sahipleri için ibret verici deliller vardır.
O kişiler ki ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler: “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen noksanlıklardan münezzehsin. Artık bizi ateşin azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, kimi ateşe girdirirsen artık onu kesinlikle rezil etmişsindir. Zalimler için yardımcılardan hiç kimse de yoktur".Rabb’imiz! Şüphesiz ki biz, “Rabb’inize inanın!” diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabb’imiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi Ebrar [İyiler/yardımseverler] ile birlikte vefat ettir. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaad ettiğin şeylerii ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen verdiğin sözden dönmezsin." (Al-i Imran/190, 194)

23- Peki, sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağı ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Yine de öğüt alıp-düşünmüyor musunuz?”

Bu ayette Rabbimiz, başta Resulullah olmak üzere tüm insanlara seslenerek çevrelerindeki kendi kuruntularına tapan, aymaz, kalbi mühürlü insan örneklerine bakmalarını istemekte, dolayısıyla artık Allah’ın hidayet etmeyeceği bu kimselerden olmadıkları için de hallerine şükretmeleri gerektiği mesajını vermektedir.
Ayette “kendi hevasını ilah edinen” ifadesiyle “Bir kimsenin nefsinin her istediğini yapması ve yaptığı işin Allah indinde haram mı, helal mi olduğunu dikkate almadan davranması” kast olunmaktadır. Böyle bir insan, Allah emretmiş bile olsa, eğer nefsi istemiyorsa o işi yapmaz. Bu, hevaya kayıtsız şartsız teslimiyettir. Bir başka kişiye, kuruma, ideolojiye kayıtsız şartsız teslim olmak nasıl onları ilah edinmek ise, nefse de kayıtsız şatsız itaat onu ilah edinmektir, apaçık şirktir.
Hevaya, tutkulara uymak, Kur’an’da sürekli yerilmiş bir davranıştır:

Ve eğer Biz dileseydik onu o âyetlerle yüceltirdik, ama o alçaklığa saplandı kaldı ve tutkusuna uydu. Artık onun durumu, üstüne varsan da dilini sarkıtıp soluyan, kendi hâline bıraksan da dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumuna benzer. İşte bu, âyetlerimizi yalanlayan kavmin durumudur. O nedenle sen tefekkür etsinler [iyice düşünsünler] diye bu kıssayı iyice anlat. (A’raf/176)

Ve kendini, sabah akşam rablerinin rızasını isteyerek O’na [Rablerine] yalvaran kişiler ile beraber sabırlı kıl. Basit hayatın süsünü isteyerek onlardan gözlerini de ayırma. Ve de kalbini, Bizim zikrimizden gafil kıldığımız, hevasına uymuş ve de işi aşırılık olan kimseye uyma. (Kehf/28)

Fakat Bilakis zulmetmiş kimseler, bilgisizce hevalarına uydular. Peki Allah'ın şaşırttığını kim yola getirebilir? Onlar için yardımcılardan da yoktur. (Rum/29)

Buna rağmen eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, yalnızca heveslerine uymaktadırlar. Allah’tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık/ şaşkın [aşağı] kim olabilir? Kesinlikle Allah zalim kavme yol göstermez. (Kasas/50)

Ey Dâvûd! Gerçekten Biz seni yeryüzünde bir halife kıldık [yaptık]. O hâlde insanlar arasında hakk ile hüküm ver [hakk aracılığıyla zulüm ve kargaşayı engelleyip adaleti sağla]. Hevâya [keyfe, arzuya] uyma. O takdirde seni Allah'ın yolundan saptırır. Muhakkak Allah yolundan sapanlar; hesap gününü umursamadıklarından kendileri için çok şiddetli bir azap vardır. (Sad/26)

Ayrıca Necm suresinde Resulullah’ın hevasından konuşmadığı, yani Kur’an’ın kendi çıkarları doğrultusunda onun tarafından uydurulmadığı bildirilmiştir.

O, hevasından da konuşmuyor.
O, kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir. (Necm/3, 4)

Kur’an’da “hevasına uyanlar” şiddetle kınandığı gibi, hevasından uzak olanlar da övülmüştür:

Rabbinin makamından korkan ve nefsini hevadan meneden kimseye gelince; artık, hiç şüphesiz cennet, barınağın ta kendisidir. (Naziat/40, 41)

24 – Yine onlar, “Hayat, ancak bu dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak dehr [geçen uzun zaman] helak eder” dediler. Hâlbuki onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar, sadece zan yürütüyorlar.

Ahiretle tehdit edildiklerinde kasıtlı ola*rak Peygamber’e “ölmüş babalarımızı geri getir, eğer söylediklerinde ve korkuttuklarında doğru isen” diyen muannit inkârcılar, ahiret yaşamının gerçekliğine inanmamalarını kendilerince şöyle temellendiriyorlardı: “Hayat, ancak bu dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak dehr [geçen uzun zaman] helak eder.” Yani “Yaşamak ve ölmek tabiatın gereğidir, zamana bağlı olarak gerçekleşen bir durumdur. Bizim yaşamamız veya ölmemiz de zaman ve kâinatın karakteri ile ilgilidir. Bi*zi helak eden faktör, gece ve gündüzlerin gelip gitmesinden başka bir şey değildir, burada herhangi bir gücün ve iradesinin rolü yoktur” demekteydiler. Böyle demelerindeki maksat, hem Allah’ı, hem de öldükten sonra dirilmeyi ve kıyameti inkâr etmektir.
Bunlara Rabbimiz tarafından “Hâlbuki onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar, sadece zan yürütüyorlar” denilerek cevap verilmiştir. Yani, bu hayatın sonunda başkaca bir hayatın olmadığına dair, onların elinde hiçbir ilmi dayanakları yoktur:

Hâlbuki onların bu konuda hiçbir bilgisi yoktur. Onlar yalnızca zanna uyuyorlar. Zan [Sanı] ise “Hakk”tan hiçbir şey kazandırmaz. (Necm/28)
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 25. April 2009, 10:36 PM   #4
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.023
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Allah’a ortak koşan kimseler diyecekler ki: “Allah dileseydi biz ortak koşmazdık, atalarımız da ortak koşmazlardı, hiçbir şeyi de haram kılmazdık.” Onlardan önce yalanlayanlar da azabımızı tadıncaya kadar işte böyleydi. De ki: “Yanınızda bize çıkarabileceğiniz bir bilgi mi var? Siz, sadece zanna uyuyorsunuz ve siz sadece saçmalıyorsunuz.” (En’am/148)

Gözünüzü açın! Göklerde olan kimseler ve yeryüzünde olan kimseler kesinlikle Allah’ındır. Ve Allah’ın astlarından istekte bulunan kimseler, eş tuttuklarına tâbi olmuyorlar. Onlar sadece zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan söylüyorlar. (Yunus/66)

Ve onların çoğu, ancak bir zanna uyarlar. Şüphesiz ki zan, “Hakk”tan hiçbir şey kazandırmaz. Şüphesiz Allah onların yaptıklarını çok iyi bilir. (Yunus/36)

Siz Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? Oysa siz ölüler idiniz de sizlere O hayat verdi. Sonra O, sizleri öldürecek, sonra canlandıracaktır. Sonra da kendisine döndürüleceksiniz. (Bakara/28)

Ve O, yaratmayı başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Ve bu O'na çok kolaydır. Ve göklerde ve yerde en yüce örnek O'nundur. O çok güçlüdür, hikmet sahibidir. (Rum/27)

Toplanma günü için sizi toplayacağı gün [zaman]; -İşte o gün, karşılıklı aldatma günüdür- Kim Allah'a inanır ve salihi işlerse O [Allah], onun kötülüklerini örter ve onu, içinde ebedi kalıcılar olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte bu, büyük kurtuluştur. (Teğabün/9)

bunlar hangi gün için ertelendiler ise!
Ayırt etme günü için... (Mürselat/12,13):

Ve Biz onu sadece belli bir süreye kadar erteliyoruz. (Hud/104)

Biz onu çok yakın görürken onlar, onu çok uzak görüyorlar. (Meâric/6, 7)

25 - Kendilerine ayetlerimiz apaçık okunduğu zaman da “Eğer doğru kimseler iseniz atalarımızı getirin” demekten başka delilleri yoktu.

Bu ayette inatçı, inkârcı müşriklerin mantığına, bilgisizliklerine, bilgice sığlıklarına dikkat çekilip ne kadar akılsız oldukları ve mesnetsiz inançlara sahip oldukları açıklanmaktadır.
Bu ayetin benzeri bundan evvelki Duhan suresinde de geçmişti:

Şüphesiz şunlar [Mekkeli müşrikler] diyorlar ki: “Bizim sadece ilk ölümümüz var. Biz, tekrar diriltilecek değiliz. Eğer siz doğru kimselerseniz [sözünüzün eri iseniz] haydi babalarımızı bize getirin.” (Duhan/34- 36)

26, 27 - De ki: “Allah sizi diriltir. Sonra sizi O öldürür, sonra da kendisinde şüphe olmayan kıyamet gününde bir araya toplayacaktır. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. Göklerin ve yeryüzünün mülkü de sadece Allah'ındır. Saat’in kapacağı gün; işte o gün, batıla sapanlar zarara uğrayacaklardır.”

Bu ayette peygamberimize bu akılsız, bilgisiz, inkârcı müşriklere nasıl cevap verileceği öğretilmektedir. Söylenmesi istenen bu cevapla aynı zamanda müşriklere yeni bir uyarı daha yapılmış olmaktadır.
Ayetteki “Fakat insanların çoğu bilmiyorlar” cümlesinin tümleci, yani “neyi bilmedikleri konusu” mahzuftur, açıkça söylenmemiştir. Cümlenin tümleci şöyle takdir edilebilir: “Fakat insanların çoğu, ilk yaratmaya kadir olan gücün ikinci kez yaratmaya da kadir olması gerektiğini bilmiyorlar.”
Bu iki ayetle hem “Eğer doğru kimseler iseniz atalarımızı getirin” diyenlere, hem de “Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak dehr [geçen uzun zaman] helak eder” diyenlere cevap verilmiş olmaktadır. Yani onlara bu işin ayrı ayrı olmayacağı, bir gün tüm insanların toplu olarak diriltileceği ve bunun için de bir vaktin tayin edildiği bildirilmiştir.

28, 29 – Ve her ümmeti, diz çökmüş görürsün. Her ümmet, kendi kitabına çağırılır: “Bugün, yapmış olduğunuz amellerin karşılığı size verilecektir. İşte bu, yüzünüze karşı hakkı konuşan kitabınızdır. Şüphesiz Biz, sizin yaptıklarınızı yazdırıyorduk.”

İnatçı müşriklere gereken cevap verildikten sonra hemen çok dehşetli bir mahşer sahnesi ortaya konmaktadır. Bu sahnede, o azgın, şımarık, kibirli yalanlayıcılar çaresiz, perişan, diz çökmüş bir haldedirler. Kendilerine “Bugün, yapmış olduğunuz amellerin karşılığı size verilecektir. İşte bu, yüzünüze karşı hakkı konuşan kitabınızdır. Şüphesiz Biz, sizin yaptıklarınızı yazdırıyorduk” denilmektedir.

Ve Biz hiç kimseyi, gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde de hakkı konuşan bir kitap vardır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar. (Muminun/62)

Ve Kitap [amel defteri] konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez. (Kehf/49)

Ve yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanmış, kitap konulmuş, peygamberler ve tanıklar getirilmiş ve aralarında hak ile karar verilmiştir. Ve onlar zulüm olunmazlar [onlara haksızlık edilmez]. (Zümer/69)

O gün, o insan, önden yolladığı şeyler ve geriye bıraktığı şeyler ile haberlenir.
Aslında insan kendi aleyhine iyi bir gözetmendir.
Tüm mazeretlerini koysa bile de/ Tüm perdelerini koysa bile de.
Onu çabuklaştırman için dilini ona hareket ettirme!
Kuşkusuz onun [yaptıklarının-yapmadıklarının] birleştirilmesi ve toplanması yalnızca Bizim üzerimizedir.
O halde Biz onu [yaptıklarını - yapmadıklarını] topladığımız zaman sen onun toplanmasını izle!
Sonra, onun [yaptıklarının - yapmadıklarının] beyanı [kanıtlarıyla ortaya konması] da sadece Bizim üzerimizedir. (Kıyamet/13- 19)

Her kişi için, önünden ve arkasından Allah'ın emriyle onu gözetip-koruyan izleyiciler vardır. Gerçekte, bir halk kendi nefislerinde [özlerinde] olanı değiştirmedikçe, Allah hiçbir şeyi değiştirmez. Ve Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onun geri çevrilmesi söz konusu değildir. Onlar için O’nun astlarından bir veli [yardım eden, yol gösteren] de yoktur.” (Ra'd/11)

O [insan] hiçbir söz söylemez ki yanında hazır gözetleyen bulunmasın. (Kaf/18)

Hayır… Hayır… Aslında siz, şüphesiz üzerinizde yaptığınız şeyleri bilen saygın yazıcılar olmasına rağmen Din’i yalanlıyordunuz. (İnfitar/9- 12)

30 - İman eden ve salihatı işleyen kimseler de; artık Rableri onları rahmeti içine koyacaktır. İşte bu, apaçık kurtuluşun ta kendisidir.
31, 32 - Şu küfretmiş olan kimseler de; “Peki, size ayetlerim okunmadı mı da siz büyüklük tasladınız ve günah işleyen bir kavim oldunuz? Ve, ‘Allah’ın sözü kesinlikle gerçektir; ve Saat’e gelince, onda kuşku yoktur’ denildiğinde, ‘Saat’ın ne olduğunu bilmiyoruz, yalnızca biz, sadece zannediyoruz, kesin bir bilgi edinmiş değiliz’ dediniz.
33- Ve işledikleri şeylerin kötülükleri kendilerine belli oldu ve onları, kendisiyle alaya aldıkları şeyler ku*şatıverdi.
34, 35- Ve denilmiştir ki: “Bugün Biz sizi, sizin bu gününüze kavuşmayı unuttuğunuz gibi unuturuz/ terk ederiz [cezalandırırız]. Yeriniz de ateştir. Sizin için yardımcılardan herhangi biri de yoktur. İşte bunlar, sizin Allah’ın âyetlerini alaya almanız ve basit yaşamın sizi aldatması sebebiyledir.” Artık bugün onlar, ondan [ateşten] çıkarılmaz ve özür dilemeleri de kabul edilmez/ Allah’ı memnun etmeleri de istenmez.

Mahşere ait temsili anlatımın devam ettiği bu ayet grubunda müminlerin ve müşriklerin final sahnesi yer almıştır. Müminler ile ilgili sahne çok kısa ve özdür: “İman eden ve salihatı işleyen kimseleri artık Rableri rahmeti içine koyacaktır. İşte bu, apaçık kurtuluşun ta kendisidir.” Muttaki kulların akıbetiyle ilgili olarak Kur’an’da daha pek çok ayet bulunmaktadır.
Pasajın diğer sahnesinde ise müşrikler ile yüzleşilmektedir. Onlara dünyadaki durumları hatırlatılmakta, “Peki, size ayetlerim okunmadı mı da siz büyüklük tasladınız ve günah işleyen bir kavim oldunuz?” denilerek akıbetlerinin neden kötü olduğu açıklanmaktadır. “Bugün Biz sizi, sizin bu gününüze kavuşmayı unuttuğunuz gibi unuturuz/ terk ederiz [cezalandırırız]. Yeriniz de ateştir. Sizin için yardımcılardan herhangi biri de yoktur. İşte bunlar, sizin Allah’ın âyetlerini alaya almanız ve basit yaşamın sizi aldatması sebebiyledir.”

Kim Benim zikrimden [Benim anılmamdan / Benim öğüdümden] yüz çevirirse hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim / yaşam vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz. O der ki: “Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak haşrettin?” [Allah] Der ki: “Bu böyledir, ayetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun [cezalandırılıyorsun].” (Ta Ha/124- 126)

Ya artık, Müslümanları günahkârlar gibi yapar mıyız? (Kalem/35)

Ve her ümmetten bir şahit getireceğimiz gün, artık kâfirlere izin verilmez. Onlardan özür dilemeleri de istenmez. (Nahl/84)

Artık o gün zulmedenlere mazeretleri fayda vermez. Onlardan [Allah’ı] hoşnut etmeleri de istenmez. (Rum/57)

Şimdi eğer onlar sabrederlerse [şirki, yalanlamayı sürdürürlerse], artık onlar için konaklama yeri ateştir. Ve eğer özür bildirmeye çalışsalar, onlar, özrü kabul edilecek kimseler değildirler. (Fussilet/24)

Ve fasıklara/yoldan çıkanlara gelince, onların varacağı yer, Ateş olacaktır. Her çıkmak istediklerinde oraya yeniden çevrilecekler ve onlara, “yalanlayıp durduğunuz Ateş’in azabını tadın” denilecektir. (Secde/20, 21)

Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapmış olduklarımızdan başka düzgün amel yapalım.” -Sizi, düşünecek olanın düşüneceği kadar ömürlendirmedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. O hâlde tadın! Artık zalimler için bir yardımcı da yoktur.- (Fatır/37)

36 – Artık, tüm övgüler, göklerin Rabbi, yeryüzünün Rabbi ve âlemlerin Rabbi Allah'a mahsustur.
37 - Göklerde ve yeryüzünde de büyüklük ve hâkimiyet yalnızca O'nundur. Ve O, Azîz'dir, Hakîm'dir.

Sure, Rabbimizin Kendini tanıttığı bu ayet grubuyla sona ermektedir. Bu son iki ayette, kâfirlere, ortaya konan onca kanıttan sonra dolaylı olarak şu mesaj verilmektedir:
“Unutmayınız! Allah, tüm övgüler kendine özgü olandır. O, göklerin, yeryüzünün ve âlemlerin Rabbidir. Göklerde ve yeryüzünde hakimiyet yalnızca O’nundur. O, kesinlikle yenilmezdir ve yasalar koyandır.”
Allah doğrusunu en iyi bilendir.







العصمة للّه وحده - el-Ismetü lillâhi vahdeh

[Kusursuzluk sadece Allah’a mahsustur]…
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
65casiye, suresi


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 05:03 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam