hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > HUKUK > Hukuk > Köle cariye

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 25. June 2010, 07:15 PM   #1
tevhid_yolcusu
Yeni Üye
 
tevhid_yolcusu - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Jun 2010
Mesajlar: 12
Tesekkür: 4
10 Mesajina 23 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0
tevhid_yolcusu has much to be proud oftevhid_yolcusu has much to be proud oftevhid_yolcusu has much to be proud oftevhid_yolcusu has much to be proud oftevhid_yolcusu has much to be proud oftevhid_yolcusu has much to be proud oftevhid_yolcusu has much to be proud oftevhid_yolcusu has much to be proud of
Standart “Cariye!!!” “Cariyeler!!!” ve gerçek manası !!

...üye tarafından silinmiştir...

Konu tevhid_yolcusu tarafından (26. April 2012 Saat 11:22 PM ) değiştirilmiştir.
tevhid_yolcusu isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
tevhid_yolcusu Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
Barış (25. June 2010), hiiic (15. October 2011), message (25. June 2010)
Alt 26. June 2010, 04:43 AM   #2
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart Köle ve cariye kavramı

Daha önce de bahsettiğim gibi köle ve cariye kavramı kuranın indiği dönemle ilgili ortaya çıkan bir olay değildir. Her peygamber geldikleri zaman, doğru olanları tasdik etmiş yanlış olanları da düzeltmiştir İşte Köle ve cariye hukuku ile ilgili bazı yanlış olan davranışların veya uygulamaların yanlış olan yerlerini düzeltmiş. Doğru olan yerlerini de tasdik etmiştir.

Belki Köle ve cariye hukuku ile. ilgili ayetleri naklederken her şeyi aklın önderliğinde anlayanlar ve algılayanlar, mantıklı görmeyebilir ama, Aklı doğru kullananlar hak vereceklerdir kanaatindeyim.. Şu hasletleri devamlı gündemde tutmak istiyorum.

Kuran: İnsanları ve kainatı yaratan Allah’ın Çelişkisiz olarak insanlara sunduğu bir Hayat projesidir. Akıl, ilim, Kur’an, Ve uygulama yani pratik hayat birbirleriyle çelişmezler. Bu dört hasletin dördü de Allah’ın ayetleridir. Allah Hem Kainatı çelişkisiz, hem de Kuranı çelişkisiz kılmıştır. Çelişkisiz olan kainatla, çelişkisiz olan kuranı kucaklaştıran dinin adı. Hanif dini fıtrat dini İbrahim dinidir.

30/30- Öyleyse sen yüzünü Allah'ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah'ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışı için hiçbir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.

Ayette belirtildiği gibi Bir hanif bir fıtrat bir İbrahim dininden bahsetmektedir. İşte Allah’ın Yaratış biçiminde bir değişiklik olmadığını, Allah’ın Yarattığı Kainatla, gönderdiği dinin birbiriyle çelişmediğini,Düşünen ve aklını kullananların dini bu olduğunu bu doğru olan din devamlı ayakta kalabileceğini vurgulamaktadır. Allah İnsanları Yaratırken bir erkekle bir dişiden yarattığını söylerken Babasız veya annesiz çocuğun olabileceğini söylemek, fıtrata Allah’ın koyduğu üreme yasasına uygun değildir. veya ilim yukarıya atılan bir taşın yere, yer çekimi nedeniyle düşeceğini söylerken düşmediğini veya havada muallakta kaldığına inanmak da fıtrat dinini bozarak masal hikaye ve hurafe dinine dönüşmesine neden olmaktadır.

Toplumlardan toplumlara aktarılan, Kuran’dan uzaklaşarak anlatılan İslam, içerisine bir kısım yanlışlıklar katıp ve çıkarılarak yozlaştırılmıştır. Aslında Tevrat ve İncil Allah tarafından gönderilmiş kitaplardır. Aynen Hıristiyanlıktaki yanlış anlayışlardan biri şudur. "Neden İncil ve Tevrat, Allah Tarafından gönderilen kitaplar olduğu halde , onların korunmadığı söyleniyor da Kuran Allah Tarafından Korunmuş oluyor. Bu Allah’ın adaletiyle çelişmez mi? Diyorlar."

Tevrat ve İncil bozulmuştur. Bu bir gerçektir. Dört tane incilin olması onun bozulduğu konusunda delil olarak yeterli değil mi? Tevrat ve İncil de Allah Tarafından gönderilmiş kitaplar ama onlar geldikleri dönemlerde yazı vardı ama yazı kültürü ve sanatı teknolojik olarak gelişmemişti.

Kuranı koruyan insanlardır elde korunacak malzemeler olunca koruma olayı gündeme gelmiştir.

Daha Önceki gelen dinlerde aynen Allah Tarafından gönderilmiş olan dinlerdir. Ama, onlar peygamberler ölünce veya öldürülünce, Yazı kültürü ve sanatının gelişmemesi nedeniyle Allah’tan peygamberler aracılığı ile gelen vahiyler peygamberler, Ölünce,toplumlar arasında Ağızdan ağza dolaşan, belgesiz bir din halinde dolaşmamaya başlamıştır.

Söylediğim Eğer doğru değilse Neden Dört tane İncil ortada dolaşmaktadır. Hepsi de birbirlerinden farklıdır. Ama Kuran dünya üzerinde nereye giderseniz gidin bir birinin aynı olduğunu görürsünüz. Dünya üzerinde orijinalliği bozulmamış tek kitap kurandır yalan mı? İşte belgesi

15/9- Hiç şüphesiz, zikri (Kur'an'ı) Biz indirdik Biz; onun koruyucuları da gerçekten Biziz.”

Bu söylenen pratik hayata da baktığımız zaman da öyle değil mi?.

Dünya üzerindeki kuranların hepsine de baksan aynı. İncil ve tevratta böyle bir korunmuşluk var mı?.

Onların Kitapları bizim Müslümanların kuran dışına çıkarak, kuran terk edilerek edindikleri İslam dedikleri dinin bozuluşu gibi, bozulmuştur. Elde orijinal olan bir kuran var ama, o duvarları süslemiştir insanların yaşamından uzaklaştırılmıştır. Şu Andaki İslam toplumlarındaki kangren haline dönüşmüş olan yara budur. Şeytan hadis ve mucize kılığında İslamı tanıtarak ortaya kuranın aslıyla uyuşmayan bir din çıkmıştır. Zaten bu dinin bozulmasında aktif olarak rol oynayan yine Hıristiyan ve Yahudilerdir.

Hıristiyanlar Hazreti. İsa peygamberin ölmediğine ve göğe yükseldiğine inanırlar. Uydurma hadisleri takip eden Müslümanlar da, aynısına inanırlar.
Hıristiyanlar hazreti Meryem’in kocasız çocuğu olduğunu, Bakire olan Meryem, kutsal ruh tarafından gebe bırakıldığına inanırlar. Müslümanlar da aynı inanca sahiptirler.
Hıristiyan ve Yahudiler insanların türeme şekillerinin hazreti adem ve hazreti Havva dan olduğuna inanırlar günümüz Müslümanları da aynı inançtadırlar. Yani Allah’ın Kuranda Yasak ettiği kardeş evliliği ile çoğaldığı İnancındadırlar.

Daha sayılmayacak kadar yanlış batıl inançlarda beraberlik oluşmaktadır. Bu da İslam toplumlarına kuran dışında hareket eden Müslümanlara Yahudi ve Hıristiyan inançlarının bir etkileşiminden kaynaklanmaktadır.
İşte bu gibi doğru olan dinin devamlı gündemi korumak için, Allah her peygambere kendinden önce gelenleri doğrulatıp ve tasdik ettiriyor ve kendinden sonra gelecek olan peygamberi de müjdeliyor.

61/6- Hani Meryem oğlu İsa da: "Ey İsrail oğulları, gerçekten ben, sizin için Allah'tan gönderilmiş bir elçiyim. Benden önceki Tevrat'ı doğrulayıcı ve benden sonra ismi "Ahmet" olan bir elçinin de müjdeleyicisiyim" demişti. Fakat o, onlara apaçık belgelerle gelince: "Bu, açıkça bir büyüdür" dediler.

Bu sebeple Kur’an gelinceye kadar, Allah’tan gelen vahiyler, insanlar aracılığı ile korununcaya kadar, peş peşe peygamberleri dizerek, tevhit akidesini gündemde tutuyordu. Tevrat’taki ve incildeki hükümlerin aslı levh’i Mahfuzda Allah Katında saklıdır. O vahiylerin gerçek olanları her peygambere ait olan bölümlerinin, zaten doğru olanı Kur’an tarafından aktarılmış ve korunmuştur.. İncil ve Tevrat sahipleri kuran tarafından Kendi elleriyle Allah’tan gelen orijinal olan Tevrat ve incili bozmaları dolayısı ile eleştiriliyorlar

5/.44- Gerçek şu ki, Biz Tevrat’ı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyun) ve yüksek bilginler de (Ahbar), Allah'ın Kitabı’nı korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahidler olduklarından (onunla hükmederlerdi.) Öyleyse insanlardan korkmayın, Benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kafir olanlardır.

5/45- Biz onda, onların üzerine yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve (bütün) yaralara (karşılık da) kısas vardır. Ama kim bunu sadaka olarak bağışlarsa o kendisi için bir kefarettir. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, zalim olanlardır.

5/46- Onların (peygamberleri) ardından yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur bulunan, önündeki Tevrat'ı doğrulayan ve muttakiler için yol gösterici ve öğüt olan İncil'i verdik.

5/47- İncil sahipleri Allah'ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, fasık olanlardır.

5/48- Sana da (Ey Muhammed,) önündeki kitap(lar)ı doğrulayıcı ve ona 'bir şahit-gözetleyici' olarak Kitap’ı (Kur'an'ı) indirdik. Öyleyse aralarında Allah'ın indirdiğiyle hükmet ve sana gelen haktan sapıp onların heva (istek ve tutku)larına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık. Eğer Allah dileseydi, sizi bir tek ümmet kılardı; ancak (bu,) verdikleriyle sizi denemesi içindir. Artık hayırlarda yarışınız. Tümünüzün dönüşü Allah'adır. Hakkında anlaşmazlığa düştüğünüz şeyleri size haber verecektir.

Görüldüğü gibi, Allah’tan gelen dini Ayakta tutan, bilgin yöneticiler ve yüksek bilginler, olduğu anlaşılmaktadır. Elde bozulmamış Kur’an , Olduğu halde, biz Kur’an’ı anlayamayız deyip kuranın dışına çıkıp doğru yolu orada aradıklarından, Tevrat ve incilin bozulduğu gibi bu günkü toplumların İslam anlayışları da bozulmuştur.

Bir Tane Hıristiyan misyoner, Bakınız Kuranda İncil sahipleri Allah’ın indirdikleriyle hükmetsinler, Ayetini göstererek, incilin bozulmadığı Allah’tan geldiği gibi, orijinal olarak kaldığı hükmünü çıkarıyorlar Doğrusu. Ayet onu kastetmiyor. Ayet Allah’tan gelen vahiylerin bozulmadan, önceki İncil’den bahsetmektedir. Bakınız şu Ayet onun kanıtı değil mi.?

7/157- Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de (geleceği) yazılı bulacakları ümmi haber getirici (Nebi) olan elçiye (Resul) uyarlar; o, onlara marufu (iyiliği) emrediyor, münkeri (kötülüğü) yasaklıyor, temiz şeyleri helal, murdar şeyleri haram kılıyor ve onların ağır yüklerini, üzerlerindeki zincirleri indiriyor. Ona inananlar, destek olup savunanlar, yardım edenler ve onunla birlikte indirilen nuru izleyenler; işte kurtuluşa erenler bunlardır.

7/158- De ki: "Ey insanlar, ben Allah'ın sizin hepinize gönderdiği bir elçisi (peygamberi)yim. Ki göklerin ve yerin mülkü yalnız O'nundur. O'ndan başka İlah yoktur, O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah'a ve ümmi peygamber olan elçisine iman edin. O da Allah'a ve O'nun sözlerine inanmaktadır. Ona iman edin ki hidayete ermiş olursunuz.

Bir Kısım haram olanları helalleştirmek bir kısım helal ettikleri şeyleri de haramlaştırmak için gönderdiğini söylemesi Tevrat ve incilin bozulduğunu göstermez mi? Yani Allah bir şeyi haram ediyor. Onlar o haram ettiği şeyi kendilerine helal ediyorlar. Allah Kendisinden başka ilah olmadığını ilan ederken, Yahudi ve Hıristiyanlar üzeyir ve İsa Allah’ın Oğludur demekle haramı helalleştiriyorlar. Konumuz o olmadığı için detayına girmek istemiyorum. Tevrat ve incilin orijinalinde, İsmi Ahmet olan peygamberin geleceği yazıldığı halde onu gizlemeleri saklamaları veya gündemden kaldırmaları, bozulmaya yeter artar

Belki de okuyucular benim böyle bir konuyu açıklarken. İlgisi olmadığı sanılan konulara dalma gibi algılayabilirler. Ama Kuranın anlatım sanatında da o vardır öyle değil mi? Konuya başlarken dikkat edildiği zaman, konu ile ilgisi olmayan fakat konun iyi algılanabilmesi açısından,bilinen şeylerden bilinmeyen şeyleri izah etmektedir. Benim de yaptığım şey aynıdır diye düşünüyorum. Kainat ve kuran bir bütündür. Nasıl bir taş parçası kainatın özelliklerini taşıyorsa, kurandaki geçen bir kelime de kuranın özelliklerini taşır. Aynen bir inşa edilebilmesi için, bir binanın, önce demirini , çimentosunu, tuğlasını, kumunu yerini ustasını, bütün gerekli olan malzemelerini hazırlamadan yapılamıyorsa, bir konuyu açıklarken de bazı bilinmesi gereken bilinmezlerin bilinmesi gerekmektedir.

Bakıyoruz ki. Sadece Akıl yalın olarak doğru bir yolu bulmak için yeterli ise, Allah gelmiş geçmiş bu kadar peygamber ve kitapları neden gönderdi.? Sorusu gelmektedir. Veya her akıllı olanlar akıllarıyla, doğru yolu bulabiliyorsa, neden hep akıllı olanlar birbirine zıt olan yollarda bulunabiliyorlar,.? Veya sadece yalnız başına ilimler doğru yolu gösteriyorlarsa, neden ayrı ayrı ilim dallarında bulunan kaşiflerin yolları farklı olabiliyor.?

İşte hep bu sorular cevapsız kalmaktadır. Çünkü mutlak doğrunun kaynağı Allah’tır. Doğru olan bilgiler insanları ve kainatı yaratan Allah’ın katındadır. Bu bilgilerden insanlara az bir şey verilmiştir. Öyleyse bazı insanların insan aklını ilahlaştırarak , Allah seviyesine çıkartıp yol gösterici olduklarını söylemeleri doğru değildir. İşte realizmin düştüğü hata buradadır. Akıl Ancak izleye bildiği kadar bilgi edinebilir. Ancak akıla gizli kalan bilgiler yok diye algılanırsa doğru olur mu.?

Örnek olarak insan aklının Ahiret alemi hakkındaki bilgileri bilmesi ne kadar uğraşsa o konu ile ilgili belgelerle bilgi ortaya koymaz. Ancak o gün geldiği zaman o gerçek bir bilgi belge olarak insanların önüne bilgi olarak çıkacaktır. Akıl Ancak bulunduğu konumda bulunduğu konum kadar işlevini yerine getirir. İşte ben akla en az realizmin verdiği değer kadar değer verir. Onu ilahlaştırmadan devreden çıkarmam,. Sofistler de akıllarını başkalarına teslim ederek, olar adına yaşarlar Yani Allah’ın Haram dediğini helal ve helal dediğini de haramlaştırmaya başlarlar. Ben itaat ve kulluğumu yaratıklara değil Allah’a yapıyorum. Yani en az realist kadar akılcı, en az sofist kadar da itaatkarım.

33/36- Allah ve Resûlü, bir işe hükmettiği zaman, mü'min bir erkek ve mü'min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah'a ve Resûlü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.”
İşte teslimiyet budur. Bütün Peygamberler. Allah’ın gözetimi altındadırlar. Onlar vahiylerin dışına çıktıkları zamanlar düzeltilirler. Bu sebeple onların verdikleri emirler kendilerinin verdikleri emirler değildir, ona itaat Allah’a itaat ona itaatsizlik, Allah’a İtaatsizliktir.

Görüldüğü gibi bütün dünyadaki insanlar bir araya gelip, kuranın verdiği hükme ters bir hüküm verseler. Doğru olan Allah’ın verdiği hükümdür. Çünkü onları da yaratan Allah’tır onlardan daha iyi bilir. Bunu Bir Ayetle açıklamaya çalışalım.

2/216- Savaş, hoşunuza gitmediği halde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.”

Savaş insanların hoşuna gitmez, çünkü içerisinde ölüm var, eğer insanlar tekrar dirilip, cennet ve cehennem olduğuna inansalardı. Ölümden korkmazlardı çünkü gidecekleri yer şimdiki meşakkatli dünyadan daha iyi idi ama öldükten sonra dirilmeye inanmayan mukafaat ve ceza olduğunu kabul etmeyenler için ölüm korkulu bir rüyadır. İşte Allah’a Ve Allah’ın gönderdikleri kitap ve peygamberlere inanan kişiler , Bu bilgileri Onlardan öğreniyorlar, akıl vahiysiz olarak öldükten sonra, insanların dirileceğini dirildikten sonra hesaba çekileceğini bilemez.

Allah Ve resulü Müslüman olanların yol göstericisi ve velisidir. Tam bir teslimiyeti Şeyhe mezhebe. veya bir tarikat liderine yapılacağına Allah’a ve resulüne yapılması daha uygun değimiydi?. İbadet ve Kulluğu Yaratıklardan herhangi birine yapmak, realizmdeki akıla tapmak arasında hiçbir fark yoktur.

Bazı kavramlar Kuranda geçtiği halde o kavramlar ilim tarafından var olduğu ispatlanamamıştır. Ve kıyametin sonuna kadar da ispatlanamayacaktır. Bu Ancak öldükten sonra ispatlanacaktır.

7/50- Ateşin halkı cennet halkına seslenir: “Bize biraz sudan ya da Allah’ın size verdiği rızktan aktarın.” Derler ki: “Doğrusu Allah, bunları inkar edenlere haram (yasak) kılmıştır.”
7/51- Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve Bizim ayetlerimizi 'yok sayarak tanımadıkları' gibi, Biz de bugün onları unutacağız. “

Kıyamet Aleminin bilgisi sadece ve sadece Allah’a aittir. Eğer ölenlerden birisi Dirilerek , Ahiret alemi ile ilgili bilgileri doğru bir şekilde verebilseydi bu da ilim haline gelirdi. O da olmayacağına göre, yüzde doksan dokuzu ispatlı olan kuran sözünün, yüz de birisi de ispatsız olsun o da inşallah Allah Tarafından ahiret hayatında ispatlanacaktır. İşte buna inananlara kuran iman eden ifadesini kullanıyor.

Köle ve cariye kavramlarını kuran bir yere koymuştur. Kim Allah’ın Yerine koyduğu bir kelimeyi koymuş olduğu değerin altında veya üzerinde bir yere koyarsa. O zalimdir.

2/84- Hani sizden "Birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın" diye misak almıştık. Sonra sizler bunu onaylamıştınız, hala (buna) şahitlik ediyorsunuz.”
7/172- Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahitler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) Onlar: "Evet (Rabbimizsin), şahit olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir. “

Zaten insanlar ilk yaratılış olarak, Rabbimiz sensin demekle Allah’ı rab kabul ettiğini , Allah’ın dışındaki varlıkları ilah edinmeden kendilerini uzaklaştırdığını ilan etmişlerdi yaratılış bu şekildedir. Asıl sorun bu verilmiş olan Erkek sözünün birilerinin bu Sözden cayması için değişik vaatlerle teklif sunarak, veya zorlama ve baskı yaparak caydırılması sorunudur. Zaten insanın diğer yaratıklardan ayıran özelliklerden biri de budur. Seçenekli bir yol olmasıdır. Ya yaratılırken vermiş olduğu ahde ölüm pahasına da olsa vefa gösterecek Müslüman muttaki olup cennete girecek yada iblisin sunduğu cazibeli tekliflere kendisini kaptırarak,şeytanın yolunu tercih ederek cehenneme girecek. İşte Allah böyle insana seçenekli yollardan başkalarının yollarına müdahale etmeden kişilere özgür iradesiyle istediği şekilde yaşama hakkını insanın kendisine vermiştir. Akıllı olan ve aklını Kullanabilen dünyadaki bütün insanların istediği özgürlük budur. Allah’ın İnsanın fıtratına yerleştirdiği bu özgürlük , Dışardan dünya hayatında müdahale edilerek elinden alınmaya çalışılırsa, Bu İster Müslümanlar tarafından, ıslama getirmek için zorlama olsun , isterse de gayrı Müslimler tarafından, kendi dinlerine çekmek için olsun ikisi de zulüm yapmış olmaktadır. Allah Dünya hayatında denemek için iki yolu insan oğlunun önüne koymuş. Koymuşsa insanlara doğrunun ve yanlışın ne olduğunu neticede hangi yola giderse gitsin kayıp ve kazanç kendisine ait olduğunu açık ve net olarak açıklandıktan sonra yola gidişte kendisi Allah tarafından yetkili ve sorumlu kılınmıştır. İşte peygamberlerin ve elçilerin görevleri insanları kendi yollarından döndürmek için değil sadece uyarmak ve teklif sunmaktır. İşte kuran bunun örneklerini Hazreti Nuh’un oğlunu ve karısını, Hazreti lut peygamberin karısını doğru yola getiremediklerini örneklendirirken, firavun’un Karısını, Kendi kavminin, Hazreti Meryemin doğru yolda gidişini engelleyemediklerinin örneklerini sunmaktadır.

Hangi insan düşündüklerini ifade etme ve yaşama götürülmesini , istemez ki?, Hangi insan başkalarına güzellikleri götürmek istediği zaman başka birileri tarafından şiddet gösterilerek engellenmesini ister. Elbette vicdanlarının sesini dinleyen hiçbir insan bunları istemez. Ancak başka başka dinlerde olan insanların, dinlerini istediği gibi yaşamalarına, şiddet göstererek bozguncu ve fıtrattan gelen sesi örtenler engel olurlar.

İşte Kendi dinlerini, Özgürce yaşamaya çalışanların, bir başkası veya bir başkaları tarafından engellenmeye, çalışmaları sırasında yapılacak olan iki eylem vardır. Ya güçler denk değilse zayıf olan suskun kalır. Yapılan zulüm ve işkencelere sabreder, ya da güçler dengelenmeye başladığında yapılan işkence veya zulümlere boyun eğmez karşılık vermeye çalışır. İşte bu olay veya eylem eğer fert bazında olursa, bunun adı kavga dövüş, eğer bu olaylar toplumlar veya devletler bazında olursa bunun adına savaş denmektedir. Savaş sonrasında hangi taraf galip gelirse mağlup olan taraf galip olan tarafa boyun eğmek zorundadır, boyun eğenlerin esirlerinin erkek olanlarına köle, kadın olanlarına da cariye ismi verilmektedir.

Eğer Galip olan taraf kafir veya haktan nasibini almamış bir toplum ise o almış oldukları esirlere insanlık dışı gayri ahlaki muamele etmekten çekinmezler. Ortaya vahşet kin öfke hınç besleyerek zulüm saçarlar. Ekini ve nesli yok ederler.
2/205- O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, bozgunculuğu sevmez.

Ama Galip olan taraf takva iktidarları olursa onlara muamele ederken Kuran’ın yol göstericiliğinde hareket ederler.

3/104- Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.
3/110- Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz. Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır.”

Allah’a teslim oldum diyen her Müslümanın yapması gereken davranış budur. Yapılan her davranış Allah’ın rızasını kazanmak için olmalıdır Onun dirimi ölümü Hep Allah İçindir.

Köle ve cariye kuran gelmeden önce Arap toplumlarında alınıp satılan bir meta gibi idi. Kur’an geldikten sonra köle ve cariyelere davranış biçimi değişti köleye verilen değer, insanlık onurunu zedeleyen bir davranıştan, yer yer inanan ve iman edenler tarafından onurlandırılıp kardeş haline getirilmiş Kuran mal ve mülkün insanlar arasında dağıtılışının, sırlarını anlatırken bir imtihan olduğunu, aslında farklı zenginlikler verilenlerin fakir olanlara mallarından belirli bir bölümünü vermek için denemeye tabi tutulduğunu açıklarken, yoksul rolünde oynayanları ilk bakışta dezavantaj fakat detayına İnilip düşünüldüğü zaman, avantajlı durumda oldukları bir gerçektir.. Çünkü mal ve servet Zengin olanları şımartmış. Kibirlendirmiş gururlandırmış bir konuma sokmuştur. Malı mülkü veren Allah Olduğu halde Karunun yaptığı gibi bunu ben bilgim sayesinde kazandım demesi onu helake götürmüştür. Aslında Karun olayı anlaşılmış olsa bile toplumlar arasındaki gerginlikler azalmaya zengin yoksul arasındaki uçurum gittikçe yok olmaya başlayarak. Sükunet sağlanmış ve taşlar yerine oturmuş olacaktır. Karun ile olan olayı isterseniz kurandan dinlemeye çalışalım.

28/76- Gerçek şu ki, Karun, Musa'nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarları, birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: "Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez."
28/77- "Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez."
28/78- Dedi ki: "Bu, bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir." Bilmez mi, ki gerçekten Allah, kendisinden önceki nesillerden kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan-sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu-günahkarlardan kendi günahları sorulmaz.
28/79- Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke, Karun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir" dediler.
28/80- Kendilerine ilim verilenler ise: "Yazıklar olsun size, Allah'ın sevabı, iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz" dediler.
28/81- Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi.
28/82- Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: "Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkar edenler felah bulamaz" demeye başladılar.
28/83- İşte ahiret yurdu; Biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyenlere ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere (armağan) kılarız. (Güzel) Sonuç takva sahiplerinindir.
28/84- Kim bir iyilikle gelirse, artık onun için daha hayırlısı vardır; kim bir kötülükle gelirse, artık kötülükleri yapanlar, yalnızca yaptıklarıyla karşılık görürler.

Kuran bir öğüttür.Kim öğütten nasibini alırsa, kendisi için alır. Kim de öğütten nasibini almazssa yine kendisi için almaz. Yetki ve sorumluluk insanın kendisine aittir. Bakınız Karun ile ilgili alınması gerekenleri beraberce anlayıp başımıza Ahiret aleminde bir bela gelmeden dünya hayatında kendimize çeki düzen verelim.

Karun’un, oradaki yanlış davranışı Allah’ın ihsan olarak vermiş olduğu malları aslında Allah emanet olarak vermişti. O da ihtiyacı dışındaki malları ihtiyaç sahiplerine dağıtması infak etmesi gerekirdi. Bu Malları ben aklım sayesinde kazandım, veya benim bilgim sayesinde oldu demesi yanlıştı. Çünkü Aklı veren , onun bilgi sahibi olmasını sağlayan önünü açan imkanları önüne seren Allah olduğu Halde, O Allah’ı Unutarak, kendinin yaptığının sanması onu artık helake götüren sebep olmuştu. Helak olmak demek daha önce de izah ettiğim gibi, deprem olması veya sayha tutması veya denizde boğulması mecazi anlam da kullanılmış, yapılan yanlışların katmerleşerek, onun dünyada iken gözlerinin gördüğü halde gözlerin görmemesi kulakların duyduğu halde hakkı duymaması kalbinin de artık haktan yana hiçbir şeyi hissetmemesi onun manen ölüşü demektir. Bakınız Kuran bununla ilgili ayette o olayı nasıl izah ediyor.

8/17- Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Mü'minleri Kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.

İşte Müslüman olanlar bir iş veya davranışta bulundukları zamanlar Allah’ı göz ardı etmeden, Allah’ın izni ile olduğunu Allah’ın izni ile yaptıklarının bilincine varmaları gerekmektedir. Aradaki Fark Müslüman olmayanlar ben yaptım ben ettim, ifadelerini kullanırken, Müslüman olanlarda Allah’ın izniyle yaptıklarını söyleyerek başarısının sebebini Allah’a dayandırarak, Harcamalarını da Allah’ın emirlerine uygun olarak infak ederler.,İşte Şu andaki Dünyada Yaşanan krizin sebebi budur, eğer zengin olanlar, bırakın malların zekatını veya infak etmeyi bir tarafa bırakalım, sadece çöpe israf ederek atacakları ekmeklerle, israf ettikleri yemekleri fazla yiyerek, onu bir de kilo verebilmek için harcadıkları paraları fakirler için ayırsalar dünyada yine açlığından dolayı insan ölmez.Ahiret hayatına insanlar vardıkları zaman , Allah’ın denemek için verilen servetleri neden ihtiyaç sahiplerine ulaştırmadınız dendiğinde ne cevap bulacaklar.?

Genel olarak toplumların din Anlayışlarında, İslamın toplumlar arasında sınıf farkı oluşturarak, Bazılarını köleleştirerek, Dünya hayatında sadece kendi menfaatlerini , göz önünde bulundurarak insan haysiyetini zedeleyici bir durum olarak algılamaktadırlar.

Kuran, İman edenlerin dünya hayatında , Allah’a ibadet ve kulluk görevleri olduğunu, Bu Kulluğun yerine getirilebilmenin şartının, kendilerine verilen zenginlik mal servet ve zekaların, diğer bunlardan pay almamış olanlarla paylaşılması gerektiğinin , bilincine varılmasıyla ancak mümkün olacağı bilinmelidir.

Allah Dünyada Nasıl yaşanacağının reçetesini özgür iradesiyle baş başa bırakılarak, insana kuran gibi bir kitapla sunarak vermiştir. İsterse insan bu kitaba uyar düzgün istikrarlı bir hayatı olur. Ve ahirette de mükafatını cennet olarak görür, isterse de, Bu Reçeteyi dinlemez okumaz, hem Dünyada, rezil ve rüsva olur, hem de ahiret hayatında ebedi bir cehennem hayatında ceza çeker.. bu insanın kendi elindedir.
Aynen Doktora giden hastanın tahlil ve teşhisi konduktan sonra doktor yemesini ve yememesini belirleyip hastaya söyledikten sonra, sorumluluk hastaya kalmış bir şeydir. Şeker hastasına, şekerli yiyecekleri, yasakladığı halde doktor onun üzerinde gözetleyici değildir. Uygulayıp uygulamaması hastanın kendisine aittir. Hasta isterse doktor kontrol altında tutabilir.
Allah da insanlara bir takım kurallar koymuştur. Bu Kurallara uyanlar ancak kurtulur, Bu Kurallara uymayanların üzerinde dünya üzerinde, insanların müdahalesi hariç Allah’ın zorlayıcı bir gücü yoktur.

2/219- Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür." Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan artakalanı." Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz;

Gördüğünüz gibi Kuran insanların tümünü inanıp inanmamakla, kendi özgür iradesine bırakıp denediği gibi, İman ettim diyenleri de kendi aralarında infak edip etmemekle denemektedir, Kimin ne kadar infak edip etmeyeceğini, kendi özgür iradesine bırakmıştır.Kim ki Allah yolunda mallarını ve gerektiği zaman canlarını Allah yolunda feda edebilirse Allah Katında değerli olan onlardır.

9/ 111- Hiç şüphesiz Allah, müminlerden -karşılığında onlara mutlaka cenneti vermek üzere- canlarını ve mallarını satın almıştır. Onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kuran’da O'nun üzerine gerçek olan bir vaaddir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan kimdir? Şu halde yaptığınız bu alış-verişten dolayı sevinip-müjdeleşiniz. İşte 'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur.

Zekat olayı otoriteye verilen verginin adıdır, her Müslüman kendilerine belirlenmiş olan zekatı vermek zorundadır. Ama infak olayı Müslüman olanların özgür iradesine bırakılan bir bağıştır. İşte Müslümanın takvası burada denenmektedir. Malının 1/3 nü verebilen de müslümandır. Malının1/10 nu verebilende müslümandır. Kişinin Allah Katındaki değeri onun say ve gayreti kadardır.
Şu Bir gerçektir ki; Allah İman edenlerden önce, başkalarının haklarına tecavüz etmeden yaşamayı, daha sonra da mallarından ihtiyaçtan arta kalanı ihtiyaç sahiplerine aktarmayı istemektedir. Bu kadar güzel bir sistem olabilir mi?
Toplumumuza ve globalleşen dünyaya baktığımız zaman, olaylar tamamen bunun dışındadır. Aynı toplum içerisinde aylık geliri otuz milyon tl alan insan olduğu gibi Aylık geliri otuz milyar tl. alan insan da olmaktadır. Bu Olay toplum içerisinde sosyal barışı zedelemektedir insanlar arasında bir birlerine karşı, kin ve nefret tohumları oluşturmaktadır.

Bunlar hep Kapitalizmin ürünleridir, Ekonomik alanda, faiz ve enflasyon dalgaları körüklendiği zaman, toplum içerisindeki zengin ve fakir arasındaki uçurum daha da artmaktadır. İş Adamlarından birinin açıklaması aynen şöyle, herkes suyun içerisine kafasını sokacak, nefesi güçlü olan kalacak diğerleri ölecektir. Bu zihniyet kapitalizmin ürünlerinden en bariz olan örneklerindendir. Bakınız İMF Türkiye’ye gelip kredi vereceği zaman, bir takım kurallar koyup azap ve işkence yapmaktadır. Memura az vereceksin çiftçiye olan desteğini kaldıracaksın vergileri yükselteceksin diye bir takım isteklerini sıralayıp durmaktadır. Acaba İMF bizim iyiliğimiz için mi kredi veriyor. İyiliğimiz için mi Bu isteklerini sıralayıp duruyorlar. Hayır kendi menfaatleri için bunu yapıyorlar. Eğer gerçekten Türkiye’nin iyiliği için yapmış olsalardı. Türkiye ödeme güçlüğüne düştüğü zaman krediyi kesmezlerdi. Bunlar ve vahye duyarsız olanların hepsi, iyi gün dostu olanlardır.” Düşenin dostu olmaz” sözü Müslüman olanların söyleyeceği bir söz değildir. İnsanlar düştüğü zaman Diğer güçlü olanları Allah onları desteklemeye davet etmektedir.

İşte islamın hayat felsefesi bunların anladığı gibi değildir. İnsanlar bir amaç uğruna yaratılmışlardır. Bütün insanlar Allah katında eşittirler. Aralarındaki fark sadece oynadıkları rol çeşidindeki takva farklılığıdır. Mal ve mülk sadece emanettir. Herkes o emaneti Allah’ın emirlerine uygun şekilde tasarruf yaptığı zaman, Allah Katında değerli olanlardır.

Görüldüğü gibi Kölelik Başkalarının anladığı gibi, Ekonomik sebepler yüzünden İnsanları esaret altına almak değil, Kölelik Bir Müslümanın özgürce yaşamasına tahammül gösteremeyen kafirin açtığı savaş sonucunda kafirlerden, Galip gelen Müslümanların esir aldığı kafirlerin adıdır

8/70- Ey peygamber, ellerinizdeki esirlere de ki: "Eğer Allah, sizin kalplerinizde bir hayır olduğunu bilirse (görürse) size sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar. Allah bağışlayandır, esirgeyendir."

Dünya hayatı , bir insan ömrünün zikzaklar çizerek,sonuna kadar değişik yaşam koşullarının, kucaklaştığı bir imtihan salonudur. Dünya Hayatında en güzel mutluluğu yakalayanlar, Yaratılış gayesine uygun olarak hayatını düzenleyen insanlardır. İşte Kuran buna Müslüman tabirini kullanıyor.

2/132- Bunu İbrahim, oğullarına vasiyet etti, Yakup da: "Oğullarım, şüphesiz Allah sizlere bu dini seçti, siz de ancak Müslüman olarak can verin" (diye benzer bir vasiyette bulundu.)

Çok kısa zamanlarda insanlar bazı hayat kesitlerinin güzel olduğunu sansalar bile, Her güzel yaşamın ardından sıkıntılı bir yaşam onu izlemektedir. Nasrettin hocanın söylediği gibi,” Sıkıntıya düştüğü zaman sevinir bolluk geldiği zaman da üzülürmüş. Sorduklarında her sıkıntının ardından bir rahatlık geleceğini her rahatlığın ardından da bir sıkıntı geleceğini bildiği için böyle yapıyormuş. Müslüman olanlar, her konumda haline razı olurlar ve Allah’a tevekkül ederek bu rabbimizin katındandır diyerek teslim ve tevekkül ederler. Fakirlik ve zenginlik, Müslüman olanların hayatlarında çok önemli olan bir şey değildir. Önemli olanı, İmtihan salonunda,ebedi bir hayatın yatırımını,en ince ayrıntılarıyla yapıp, sınavı , başarılı bir şekilde vermek olmalıdır.

Kalpleri simsiyah lekelerle kaplanarak,hakkı görmeye ve anlamaya tamamen duyarsızlaşmış olan kafirler, Dünyalık hayatlarında bile, güçlerini ve otoritelerini yitirerek,zayıf ezilmiş gözüyle baktıkları Müslümanların, Ellerine esir olarak düştükleri zaman, onları derin bir düşünmeye sevk edecektir. Bu musibet onların içlerinde gizledikleri iman cevherini gün yüzüne çıkartarak, onlara yeni bir hayat sunacaktır. Aynen sert tabakalar altındaki suların delinerek yeryüzüne çıkarılması gibi.

Kuran Allah’ın bir mesajıdır. İnsanlar bilgi sahibi olmadan neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemezler, Belki kurandaki köle ve cariye hukuku ile ilgili o anda düşünmeyen ve aklını kullanmayanlar için doğru gelmeyebilir ama, Uzun vadeli bir hayat projesine bakıldığı zaman, Dünya hayatında Hakka götürebilecek her nusubet ders alabilenler için birer definedir. Çünkü ebedi bir hayatın kurtuluşuna vesile olmaktadır.

Daha önce de belirttiğim gibi, İslam toplumu köle ve cariye satın alıp da Onları metaa haline getirmeyi hedeflememiştir. Kuran Müslüman olanların dinini, yaşam biçimlerini ortadan kaldırmak için savaş açanların, savaşla cevap verdiklerinde kafir olanlardan alınanların esirlerine verilen addır demiştik.

Esir olmak demek köle ve cariye olmak demek, Dünya hayatının sonu demek değildir. Hayat devem ediyor.

Allah sizin kalplerinizde hayır olduğunu bilirse,size sizden alınandan daha hayırlısını verir ve sizi bağışlar.”

Ayette geçen hayır kelimesi savaş neticesinde darbe alan ve esir düşerek Müslümanlara teslim olan kafirin , görmeyen gözlerinin görür hale gelmesini duymayan kulaklarının duyar hale gelmesi ve hissetmeyen kalbinin hisseder hale gelmesi, onun Hayat yaşamında yeni bir ufkun açılmasına neden olacaktır.

Araştırıp incelendiği zaman, Başlarından hep musibet geçmiş insanlar bir olgunlaşma trendine girdikleri gözlenmektedir. Gözlerini kaybeden bir tanesi ben gözlerimi kaybettiğim zaman görmeye başladım demesi beni gerçekten çok düşündürdü. Asıl öğrenme bilgi ders o zaman ortaya çıkmaktadır.

Genel olarak bakıldığında öyle olmaktadır. Nusubet bazılarının imanını bazılarının da inkarını arttırmaktadır. Her şeyi ile mükemmel olan bir kocanın, imanda olgunlaşmamış karısının isyan ve saldırısından sonra kocası tarafından boşandığı zaman ders alması, Ayaklarını kaybeden birisinin ayaklarını kaybettiği zaman hayata bakış açısının değişmesi, Sağlam olan birisinin hastalandığı zaman sağlığının kıymetini anlaması, İflas eden birisinin varlığını kaybettiği zaman varlığın kıymetini anlaması, Hep musibet görenlerin, insan üzerinde ders alabilenler için hayır çığlıkları estirmektedir. Ahiret Hayatını bilenler için ya ebedi bir azap yada ebedi bir güllük gülistanlık mükafat vardır. ebedi bir mükafat olacağını bilenler. Kısacık olan dünya hayatında başlarına neler neler gelse katlanmazlardı ki,? Eğer nusubetten ders alarak önünde ne kadar zaman olduğu belli olmayan dünya hayatında Allah’ın emirlerine uygun olarak sürdürerek, yaşayan birinin Ahiret aleminde gelecek olan büyük ebedi azap çekmekten daha iyi değimlidir.?

İşte savaş neticesinde kibirlenip böbürlenerek aşağıladıkları Müslümanların ellerine esir düşmesiyle, kendilerinin aşağılık konuma düşmeleri onların havadaki burunlarının yere inmesine neden olacaktır.
Allah’ın Dininin temel felsefesinde Adalet şartı yatmaktadır. Her hangi bir konuda karar veya hüküm verecek olan bir kişinin verecek olduğu karar kendi aleyhinde olsa bile adalet ilkesini ayakta tutması açısından vermesi gerekir.

5/8- Ey iman edenler, adil şahitler olarak, Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.

Düşünüldüğü zaman, Düşman olanlara bile adaleti ayakta tutmayı emreden bir din, elbette, Globalleşen dünyayı aydınlatan bir nur ve bir ışıktır. Bilindiği gibi insanın özünde fıtratında gizlenmiş olan adalet prensibi, Başkalarındaki adaletsizliği hemen fark eder. Adaletsizliğe karşı baş kaldırmayı genel olarak bir görev bilir, Ama aynı adaletsizliği kendisi yaptığı zaman onu bilemezlikten ve gömemezlikten gelir. İşte insanlardaki adalet duygusunu gün yüzüne çıkaran, o konu ile bilgiyi nusubet görünce ancak anlayabilir.

47/4- Öyleyse, inkar edenlerle (savaş sırasında) karşı karşıya geldiğiniz zaman, hemen boyunlarını vurun; sonunda onları 'iyice bozguna uğratıp zafer kazanınca da' artık (esirler için) bağı sımsıkı tutun. Bundan sonra ya bir lütuf olarak (onları bırakın) veya bir fidye (karşılığı salıverin). Öyle ki savaş ağırlıklarını bıraksın (sona ersin). İşte böyle; eğer Allah dilemiş olsaydı, elbette onlardan intikam alırdı. Ancak (savaş,) sizleri birbirinizle denemesi içindir. Allah yolunda öldürülenlerin ise; kesin olarak (Allah,) amellerini giderip-boşa çıkarmaz.”

Ahiret hayatını bir define olarak kabul edecek olursak, bu Dünya hayatını da bu defineyi ortaya çıkarmak için çalışma çaba gösterme denenme sıkıntı çekme yeri olarak düşündüğümüzde , karşılığında kazanılacak olan define çok ucuza mal edilmiş olacaktır. Şimdi köle ve cariyeler konusundaki Ayetleri naklederek onlar üzerinde beraber düşünmeye çalışalım.

Kuran Hakkı hakim kılma mücadelesinde, İnananların canı pahasına da olsa, Kazandıkları bu zaferden sonra kafirlerin canlarını ve mallarını Allah Yolunda savaşanlara ganimet olarak vermiştir. Tasarruf hakkını zafer sonunda iktidar sahibi otoriteye vermiştir.

8/67- Hiçbir peygambere, yeryüzünde kesin bir zafer kazanıncaya kadar esir alması yakışmaz. Siz dünyanın geçici yararını istiyorsunuz. Oysa Allah (size) Ahreti istemektedir. Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.

Müslüman olanlar Allah’a Kulluk görevini yapabilmek için Kendi varlığını korumak zorundadır. Müslümanların zayıf olduğu bir zamanda esirlerle uğraşmak, onların güç ve kuvvetlerini iyiden iyiye zayıflamalarına sebep olması nedeni ile Allah esir alınmasını o dönemde yasaklamıştır. Zaten Kafir Olanlar senin dinini ortadan kaldırmak amacı ile sana savaş açmışlar idi. Onlar senin güçsüz olduğunu hissettikleri zaman yine aynı davranışı yaparlar.

9/8- Nasıl olabilir ki!.. Eğer size karşı galip gelirlerse size karşı ne 'akrabalık bağlarını', ne de 'sözleşme hükümlerini' gözetip-tanırlar. Sizi ağızlarıyla hoşnut kılarlar, kalpleri ise karşı koyar. Onların çoğu fasık kimselerdir.

Müslüman olanlar tek bir Ümmettir. Onların hareket tarzlarını Allah belirler. Kuran Köle ve cariyelerin konumlarını belirlerken İman etmiş ve Salih amel işleyenleri ayrı bir kategoride değerlendirmiştir. Ayrıca Kendi özgürlüklerini kazanmak isteyenlerine mukatebe usulüyle engel çıkarılmamasını emrediyor.

24/33- “Nikah (imkanı) bulamayanlar, Allah onları Kendi fazlından zenginleştirinceye kadar iffetli davransınlar. Sağ ellerinizin malik olduğu (köle ve cariyelerden) mukatebe isteyenlere -eğer onlarda bir hayır görüyorsanız- mükatebe yapın. Ve Allah'ın size verdiği malından onlara verin. Dünya hayatının geçici metaını elde etmek için -ırzlarını korumak istiyorlarsa- cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Kim onları (fuhşa) zorlarsa, şüphesiz, onların (fuhşa) zorlanmalarından sonra Allah (onları) bağışlayandır, esirgeyendir.”

Bakınız Kuran sağ el kelimesini kullanırken ne anlama geldiğinin bilinmesi gerekmektedir. Onların takva üzerindeki güç ve kuvvetini temsil etmektedir.İnsanlar hayatları boyunca devamlı yol arayıp zikzaklar çizip durmuşlardır. Önce tağutlar yolunda savaşanlar başlarına gelen felaketlerden ders alarak, yüz seksen derece dönüş yaparak. Allah Yolunda yürümeye ve yaşamaya başlayabiliyorlar.

Kafirlerden alınan esirler Müslümanların ihtiyaçlarını karşılamada kullanılırlar. Bu da Allah’ın sınırları içerisindedir. Böyle durumlarda, İslamın adil davranışı Karşısında köle ve cariyelerden Müslüman olanlar, özgürlerine kavuşturulmaları için , bir takım yöntemler uygulanmıştır.

4/92- Bir mü’min, -hata sonucu olması dışında- bir başka mümini öldürmesi yakışmaz. Kim bir mümini 'hata sonucu' öldürürse, mü'min bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması ve ailesine teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir. Onların (bunu) sadaka olarak bağışlamaları başka. Eğer o, mü'min olduğu halde size düşman olan bir topluluktan ise, bu durumda mü'min bir köleyi özgürlüğe kavuşturması gerekir. Şayet kendileriyle aranızda anlaşma olan bir topluluktan ise, bu durumda ailesine bir diyet ödemek ve bir mü'min köleyi özgürlüğe kavuşturmak gerekir. (Diyet ve köle özgürlüğü için gereken imkanı) Bulamayan ise, kesintisiz olarak iki ay oruç tutmalıdır. Bu, Allah'tan bir tövbedir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.>>

Allah insanlara hayırlı olan ve yaşam tarzlarının en güzeli olan İslam dinini seçip beğenmiştir. Böyle bir Yaşam tarzının insanlara sunulurken karşılarına çıkan engelleri elbette yıkıp aşmak zorundadırlar. Böyle bir dini ve misyonu, ayakta tutabileceklerine kanaat getirirlerse, savaşta mağlup olanları öldürmek yerine esir almaları daha güzel değimlidir. Ölen artık bir daha geri gelmez, önemli olanı hayattayken ölenleri diriltmektir. Allah böyle bir davranış sergilenmesini istiyor. Bunu eleştrenler eğer tövbe haşa kendileri Allah Olsa ne yaparlardı bu soruyu kendi kendilerine sorsunlar bir bakalım.

4/3636- Allah'a ibadet edin ve O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez>>

Eşsiz nizam ve eşsiz sitem işte budur. Bazılarının söylediği gibi köle ve cariyeler işkence aleti değildir. Başka dinlerin Hangisinde böyle bir düzen görülmüştür.kendisine düşman olan , ve öldürmek için harekete geçmiş birisini yanına alacaksın, ona uygun davranışlarda bulunarak , onu ödüllendireceksin. Hatta öyle bir ödül ki. O da senin gibi yaşam tarzına inanırsa, Onunla evlenip kendine hayat arkadaşı yapacaksın, Bundan daha güzel bir şey olabilir mi?

Allah’ın bize Örneklendirdiği ve orta bir ümmet diye tanımladığı Model Peygamberimizin peygamberlik tarihindeki yaşanan modeldir. Onun dışındaki müslümanım diyenlerin dereceleri bu modele uygunluk veya yakınlık durumuna göre değere tabi tutulacaktır. Bu model Allah katıda tam on numara olan bir derecedir. Ölçü terazi budur.

Vay efendim Allah insanları kamplara sınıflara bölerek, insanların haklarınihlal etmiştir diyenlere soruyorum. Senin iki tane evladın var, Bunlardan birisi sana o kadar iteaatkar ki , ne emredersen emirlerini yerine getirmede kusur etmiyor. Hazreti İbrahim Peygamberin Oğlu İsmail peygamber gibi, Allah Öl Dese ölecek kadar babasının sözlerine bağlı, Bir de diğer bir evladın var o da sen nedersen yerine getirmiyor. Üstelik elinden gelse seni öldürecek kadar isyankar. Sen adil bir baba olarak bunların ikisin aynı kefeye koyar bir tutarmısın.? Elbette ikisi bir değildir.

İşte Allah da Kendisine ibadet ve kulluk edenlerle, İsyan ve baş kaldıranları aynı kefede tartmıyor. Kendisine bağlılık derecesine göre kulları derecelendiriyor.

Bu günkü çağdaş denen devletler kendi kural ve prensiplerini ne ile belirliyorlar. Kedilerinin koydukları kural ve prensipleri çiğneyip ihlal edenlere Çok iyi yaptın ihlal etmeye devam edin mi diyorlar yoksa onları tutuklayıp cezalandırıyorlar mı.?

Elbette onarı tutuklayıp cezalandırıyorlar. Ve özgürlüklerini kısıtlıyorlar. İnsan hakları deyip de binlerce kişilerin ölümüne neden olurken onları gözlerini bile kırpmadan canlarına masum insanların canlarına kıyarak. Hayat haklarını ortadan kaldırırken. Hayat haklarını kaldıranların hayatlarının da ortadan kaldırılması gerektiğini vicdanları da kabul ettiği halde. Bunları bile bile yalan söylemeleri doğru değildir kanaatindeyim.

Halife olarak yaratılan insanlar , Allah Adına yeryüzünde Allah’ın temsilcileridir. Bu Mükemmel yaratık. Allah’tan gönderilmiş kitaplar ve peygamberler olmasa bile, Bazı Kuran ile örtüşebilecek olan şeyleri yakalayabilecek güçtedir. Ama Kendisini yaratan varlığa bağlı olmadığı ve bağlılığını ilan etmediği sürece, Onun yakaladığı doğrular ve yaptığı güzel davranışlar Allah Katında bir değere tabi tutulmayacaktır.

3/21- Allah'ın ayetlerini inkar edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; işte onlara acıklı bir azabı müjdele.
3/22- Onlar, yaptıkları dünyada ve ahirette boşa gitmiş olanlardır. Ve onların yardımcıları yoktur.
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Ali Rıza Borazan Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
dost1 (26. June 2010), hiiic (15. October 2011)
Alt 26. June 2010, 04:44 AM   #3
Ali Rıza Borazan
Uzman Üye
 
Ali Rıza Borazan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Feb 2009
Mesajlar: 399
Tesekkür: 59
244 Mesajina 485 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
Ali Rıza Borazan will become famous soon enoughAli Rıza Borazan will become famous soon enough
Standart

Kurandaki kelimelerin köküyle çapağı ile uğraşılırken gövdesi ve meyvesi ile uğraşılmamış.
Ali Rıza Borazan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Ali Rıza Borazan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (15. October 2011)
Alt 15. October 2011, 03:21 PM   #4
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

İslam öncesi, savaşlar veya eşkiyalık-adam kaçırma- neticesi el konan kişiler köle olarak ''mal-eşya'' gibi alım satıma konu olmuştur.

Fakat İslam köleliği kaldırmış ve mevcut bu statüyü çarçabuk tasfiye etmiştir. İslam köle veya cariye diye bir statü tanımaz.

Hicret ile gelen işsiz, evsiz-barksız problemli aileler, sosyal devlet kurulamamış olduğundan, yerli ailelerin yanına yerleştirimiş fakat bekâr ve dul erkek ve kadınlar ile bunların çocukları ile yalnız çocuklar ve Uhud Savaşında şehit düşen 70 kişinin (ki çoğu 4 eşlidir) aileleri ortada bir problem olarak kalmışlardı. Erkeklerin bir kısmı 'sahabe' olarak Peygamber etrafında ve mescidinde toplansalar da çoğu aylak olup bunların ve çocuklu-çocuksuz kadınlar ile kimsesiz çocukların sığınacağı manastır va havra gibi kuruluşlar da bulunmuyor idi.

Çocuklu veya çocuksuz kadınların, evlenebilenleri evlenmiş; evlenemeyenler ise, durumları müsait olan aileler ile karşılıklı ahit, yeminlerini de katarak-Allah'ı şahit tutarak- evlilikteki sağlamlığı getiren bir misak yapmışlardır. Bunların birbirleri karşısındaki statüleri Bakara-220'de belirtilmiştir, bir nekahat (veya nekahet) süresidir. Taraflar arasıda yapılan bu anlaşma bir nikâh akdi-evlilik sözleşmesi değil,bir nevi kendi şahsına münhasır bu günkü 'ölünceye kadar bakma vaadi' ile 'hizmet sözleşmesi'' karışımını andırır bir sözleşmedir. Kadın i'yal çerçevesi içerisine alınacak, geçimi ailenin gelirinden karşılanacak,kadın da aileye hizmetini sunacaktır. Bu hal 'köle' diye nitelenen erkekler yönünden de aynıdır.

İslam öncesi var olan ve bu güne kadar da bazı kesimlerce de sürdürülen 'başlık parası' mehir de sanki müslümanlık sonrası da aynı şekilde devam ediyormuş gibi tercümelere alınmıştır. Halbuki bu da mânâ değişikliğine uğramış ve aileye katılanın maharetleri yönündeki işlerde veya maharet kazandıracak işlerde çalıştırılması anlamındadır. Kaldı ki katılan "mal" olmadığı gibi bedeli de olamayacağımdan, ve de başlık parası hem o günkü ekonomik durum, hem de İslam'ın getirdiği Bakara-219/2 ve Nahl-71 sınırlaması karşısında müslümanların böyle bir parası bulunması da olanaksızdı.

Bu kadınlar ''savaş esiri''-''cariye'' filan değillerdir. Peygamber hangi işgal savaşını yapmış vaya hangi savaşta bu kadınlar karşısına asker olarak çıkmış da esir alınmışlar. Bunlar namuslu ve iffetli kadınlardır ve bu hasletleri sebebiyle de yatılı hizmetliler, hizmetleri karşılığı ancak geçimliklerini kazananlardır.Emekçidirler.Topluma secde ve ruku ederek kendilerini topluma nezrederek İbrahim Makamından yer edinmişlerdir. Aralarından cinsel şehvetlerine yenik düşmüş aykırılar da çıkmış olabilir, kandırılmış olanlar da; ama bu hepsini lekeleme sebebi olamaz, nasıl ki bazı kadınların kumalığı kabul etmesi her kadının da kuma olacağını göstermez.

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (12. May 2016 Saat 12:39 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
dost1 (16. October 2011), hiiic (15. October 2011)
Alt 16. October 2011, 12:46 PM   #5
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

ADALET VE RAHMET
CARULLAH’I SEÇEN İFFETLİLER MELEKÛTA DA, CENNETEDE GİRERLE

Hak dinlerde ve bilhassa İslam dininde diğer lisanlardan farklı olarak din kavramı “Deyne”’den türetilmiştir. Demek ki esası ödenmesi gereken borçtur. Yani insanlar hak kavgaları üzere değil, borç ödeme yarışı üzere bir araya gelirler. Yani imkânlarla keyfine bakmak değil, insanlar için kaygı duymak ve dert çekmek üzere tesis edilmiş bir dini anlayıştır. Bunun için maddi terakki yarışı değil, başkasına öncelik tanımak ve onu hak sahibi yapmak ve imkânları paylaşmak üzere tesis edilmiştir. Selam ona İbrahim Kuran tarafından anlatılırken onun “çok evvah” olduğu anlatılır. Yani merhamette o kadar ilerdedir ki, insanların mağduriyet ve mahrumiyetine vahlanır durur. Bunun için hak dinde başkasını umursamak ve zalim olmayan her insan ve hatta her canlı için içinde acı duymak farzdır. İşte bu insanlar Rıfk sahibi ve refik olmanın(Ortak olmak) savunucusudurlar. Çünkü aldırmak ve aldırışlı olmak zorundadırlar. Çünkü Resulullah demiştir ki, komşusu açken uyuyabilen bizden değildir. Yine demiştir ki: Kendisi için istediği her iyi şeyi başkaları için de istemedikçe hakkıyla iman etmiş sayılmazsınız, iman etmedikçe de cennete giremezsiniz. Öyle ise başkaları için kaygılı olmamak hayâsızlık, iffetsizlik ve vefasızlıktır. Carullah bu fikirden doğmuştur. Gerçek Hacc da budur. Yani bitişlik komşular(Akaretler şeklindeki binalar) ve avlusu ayrı olmayan ve bir yere açılan evler. İşte semud kavmi hakkı bildiği halde bundan sıkıldılar ve “Rabbim aramızı ayır” dediler. Yani özel mülkiyeti genişlet herbirimizin önünde bize ait(kişiye özel) geniş avlusu ve hatta çiftliği olanlar şeklinde yaşamamıza izin ver dediler. Yani kaygısız bir hayat. Başkaları için dert ve kahır çekmeyen liberalistler olalım dediler.

İşte car-Ullah’ın anlamını buralarda aramak gerekir. Gerçek cariyede bu iffetli kadınlardır. Yani amme hizmetine maişet karşılığı razı olanlardır. İffetli olmayı sevenler, tabiî ki ırz ve namuslarını da koruyanlardır. Ama iffetin ihtiyaç fazlasına talip olmamak ve biriktirmemek olduğunu bilmiş ve buna rağmen seçmişlerdir. Aldırışsız ve kaygısız olanları şimdi daha iyi anlayacağız. Öyle ise bu kavramın “Bitişik komşu” anlamını verip öyle devam edelim.

Câr-Ciran: 1-Komşu. Câr-ı Mülasık: Bitişik komşu. Câr-ullah: Mekke’ye giden orada(mescid-el haramda) oturan.

Sadece ailesinin maişetini kazanan ve diğer mağdur mahrum insanlara aldırmayanı anlatan kavram ise “Cârim”.

Nasıl ki komşuluğun iki türü vardır. Birisi evlerin birbirine bitişik olduğu ve özel mülkün sınırlı ve “kifaf” üzere olanına razı olanların birbirlerine dostça yakınlığı, diğeri ise çiftlik komşuluğu gibi dostların değil, rakiplerin komşuluğu. İşte cariye de troplumun ahlak durumuna ve din anlayışına göre hangisi câriyye(Geçerli) ise o anlamda kullanılır. Makbul ve hak dini olan bitişik komşuluk ve refikler halinde bulunmak, rekabetin yerini refikliğin(İştirak halinde bulunmak) aldığı samimi dostlar sadakat toplumudur. İşte iffetli olanlar bu karşılıklı yardımlaşmaya düşkün ensar ve isâr toplumlarıdır.

Essebehlelü; Boş, aldırışsız.( bu itham İşaya da adalet ve merhameti terk edip, sıkıca örtünerek başlarını kuma sokan, “Efendilerin” hanım ve yakını kadınlarına “Sion kızı” alaylı sözü ile yöneltilir. Gamsızlar der.)

Değerler manzumesinde çekime kapılmak, bir şeyi tutku yaparak fitne oluşturmak ve fitneye kapılarak “itidali” aşmak suretiyle ifsad etmek hakkında açıklama niteliği olan bu kavram serisinde, bir şeyin sihrine kapılmak, insanlık için güzel ahlak ve hak dinin yüklediği diğerkâmlı olma görevini yerine getirmeyerek acımasız ve aldırışsız olmanın serüvenini takip edelim.

Sebi- Sebyen, Seben el adüvvü; Düşman esir etmek

—Til meratü kalbehü; Kadın erkeğin kalbini aşkıyla esir etmek.

Bu ekseriya kodamanların fitnesidir ki, Tökez olarak açıklamaya değer işlerdendir. Çünkü Ba’al putperestliği bu türdendir. İşte bu bir tür “Hamr” olayıdır. Bakara–219/1 fıkrada fitneler ve kolay kazançla aklın furkanını kaybetmesi budur. Onun için aşağıdaki teşbih de uygundur.

—El Hamru: Satmak için şehirden şehre şarap nakletmek.

—El mae; Suya varıncaya kadar kazmak.

Tesabe tesayaben elkavmü; Birbirini esir almak.

Dostluk ve kardeşliğin bozulması, gerek cebirle ve gerekse meftun ederek kalplerin çalınıp insanların mülk şehveti ve sair fitnelerle “Hamr” edilip akıllarını baştan alınmasının sebebi yukarı da verildi. Umumi su içme yerinde ki(Farza uymak) Allah’ın, adalet ve eşitlik üzere olan “Fisebilillah” ideal sitemini bozup, serbest bırakılınca Leoparlar(kapitalistler, kap-kaççılar) ipten kurtulmuş gibi mülk tutkusunu ''aklı alıcı'' hale getirir ve cinsel şehvet taşması bunu takip eder. Karşı cinsi lüks içinde yaşatmak “Ba’ale ” tapım kültürü yürürlüktedir artık. Dikkat edersek “Hamr” kavramı yine bize Bakara 219/1 önce hatırlatılır. Sonra bize çare gösterilir. İtidali aşmamak, aşılmış ise derhal fazlanın hepsi infak veya zekât olarak infak edilerek Allah yolunu kollayıp korumak emredilir. Demek ki, iffetli olunmadan namuslu olmaya ve namusu da sadece kadınlar da aramaya kalkışmak hem tutarlı bir yol değil, hem de iffetle bataklığı kurutma yerine sivrisinek avlamayı sağlık vererek ayarı bozuk altını piyasaya sürmektir. Kadın tutkusunun gafile fitne olup infakı azaltmasına sebep olduğu gibi, mülk tutkusunun fitnesini de ve bütün bu tutku için oyunlar tezgâhlandığını açıklayan kavramlar aşağıdadır. Münafıklılık da müminde bulunmaması gereken cimrilik ve bencillik hastalığıdır.

Essabiyaü-sevabiyyü; ÇOK MAL. Tarla faresinin deliğinden çıkartıp yığdığı kum…

Essebaü, Selin götürdüğü çalı çırpı v.s.(Tövbe–109 ayetteki cüruf)

Essebiyü- Sebaya; Esir olan adam. Kadın taifesi.

Essübbiyetü- Sebaya; Bir yerden diğer yere satmak için götürülmüş şarap… Denizden çıkartılan inci.( biricik olmak v.s )

Essettitü –sittat; HANIM EFENDİ.

Leydi, barones ve sultan hatunları, kodamanlar gibi tufeyli takımının tufeyli kadınlarıdır ki iffeti setretmekle aynı anlamda bunlar kullanmışlardır. Daha doğrusu onlar hakkın önünü perdelemek için piyon olarak kullanılmışlardır. Çünkü iffete ''setretmek'' anlamı vererek çarpıtmasalardı, insana helal olanın kavam veya kifaf miktarı olduğunu açıklamaları gerekirdi. Çünkü iffet erkek ve kadın için bu anlama gelir. Ama o zaman da lüks ve refah içinde yaşayanların “dini inkâr edenler oldukları açığa çıkmış olurdu. Çünkü zenginlik ancak maunetle mümkün olur. Yani üretim yerleri ve araçlarıyla tatlı karlar getiren ve bilhassa deniz aşırı ticaretler.

Bir saptama yaparsak, Hak dinin insanları, umumi su içme yerinde eşit paylaşımla huzur içinde yaşamalarını şeriat yapmışken, bazı fakihler, bir kısım soyca asillerin(Seyyitlerin efendilerin) baskısı ile Sebili dağıtıp, Liberalist yaşamı meşrulaştırdılar. Serbest kalan bu Efendi’ler fırsatı ganimet bilerek leoparlar gibi saldırıp suları(rızık kaynaklarını) pay paçak ettiler. Manastır ve havradaki iffet üzerine yaşayan ve cinsel namusunu da koruyan kadınlara (Meryem'lere) zina iftirası atıp, Allah sebilini yok ettikten sonra, Beyefendiler ve hanım efendiler türettiler. Bunlar çalışmaz ve insanlara hizmet etmez, kendilerine hizmet ettirirlerdi. Kadın evde hatun ve emrinde hizmetçiler lüks ve refah içinde oturur hale geldi. Oysa Meryem ismi ile de belli ki manastırda hademelik yapan kadın asla hanımefendilik düşünmeyen bir mütedeyyindi. Yani, ırzını namusunu korumanın yanında, ona ilaveten iffetliydi. Çünkü kendisine hizmet ettirmek için değil, yaratılmışlara alın terini ve el emeğini sunmayı yeğleyen diğerkâmlılardandı. Selam ona İsa erkeklerin de böyle yapması, kimsenin efendiliğine soyunmaması, imtiyazlı takımından olmaması gerektiğine ilişkin sözü Matta kitabındadır.

İşte erkek ve kadında iffet denilince ilk akla gelen bunlar olmalıdır. Hem de hak dinin önde gelen temel değerlerinden birisi iffetli mümin ve mü’minelerdir. Bunu perdeleyip örten her kabul ve yorum, hakkı setretmektir. Hile ve aldatması fark edilmesin diye bir şeyi kendisine perde yaparak kötülüğe devam etmesi “bir şeyi gizlemek ve bir şeyin arkasına gizlenmektir”

Yeni türetilen kadın tipi iffetli olup hizmet etmek ve ihtiyaç fazlasını insanlara infak etmek yerine kocasına tahsisli ve kimseye faydası olmayan bir asalak-kapama haline geldi. Kocaları onları evde oturur ve hatta hizmetçi istihdam eder hale getirdi. Artık birbirlerinin uyuşturucusu ve sarhoş edicileri idiler. Çünkü Manastırdaki( Beyt) iffetli yaşamak ve artanı vererek hayâlı olmanın yerini peçelere sarılıp evde oturmak diye bir Ahlak tanımı yapıldı. Böylece iffet unutturuldu. Hatta bu hanımlara isim yapıldı. Oysa iffet erkek için de, kadın için de cinsellikle değil, itidal ile alakalı bir ismet sıfatı idi. Gelecek kavramlar bize bunu anımsatmaktadırlar Şöyle ki;

Setere –setren eşşeye: EHFAHE; Bir şeyi gizlemek örtmek.

Estatare istitaren; Bir şeyin içinde veya arkasında gizlenmek.

İffet ve hayânın anlamını değiştirerek ve sanki sadece kadınlara gerekli de erkeklerin itidal üstünde yaşaması serbestmiş gibi, kadın hicabının yerine ''iffet''i getirerek tesettür haline dönüştürmüşlerdir. Kadının itidal üzere örtünmesi hayâlılık iken iffet getirilip üst üste konuldu. Erkek iffetsizliği de böylece gizlenmiş oldu. Yani onlar artık, Bakara 219/2 ayete uyup da ihtiyaçtan artanı infak etmeyip biriktirme işini serbestçe yapabilirler. Çünkü iffet artık cinsel namus anlamını taşıyor ve kadınlara özgü sayılıyordu. Evet, iffet bir kadın sıfatı olabilirdi. Ama hanım efendinin değil, çalışan, iş yapan cariye kadının. Cariye kavramı çalışan iş işleyen bir şey taşıyan, hizmet eden kadındı. Kodamanlar onları bir savaş esiri veya para ile alınmış bir eşyaya dönüştürdü. Ama manastırda emeğiyle geçinen ve güçsüzleri de alın teriyle bakan kadınlar da bu anlamda cariyedir, evlerdeki yardımcılar da. Bunlara ''eme'', erkeklere ''emmi'' denir.

Bu bir ruku hali idi. Yani aletle iş yapmamak, sırt semeri de kullanmamak, belini öyle düz eğmek ki, sırtında yükün denginin ip ve kolon bağlamadan taşınması misali gibi. Ruku halinde beli dümdüz tutmanın bir anlamı da budur zaten. Çünkü “Asame” kavramını incelerken gördük ki, ”İ’tesamen bihi” kavramı bir şeyi el ile yapışıp tutmak anlamına geldiğini gördük. Bunun da maddi şeylere yapışmak anlamının kötü anlama geldiğini biliyoruz. İşte ruku halinde iken bedenen çalışmayı kabul ettiğimizi sırtımızın aletsiz edevatsız yüke hazır olduğunu Allah a bildirmektir bir anlamı. Tıpkı kabile kadınlarının su testisini veya bohçaları elle değil, başın diz kısmına oturtarak el de dahil bir vasıta kullanmayarak maunetsiz iş yapmaları gibi. Eğer maunet kullanılacaksa, diğer insanların da eşdeğerde maunet sahibi yapılması ilkesi devreye sokulmalıdır ki salât görevinde özü ve sözü bir olanlardan olalım.

Öyle ise hatunlar efendileri kendilerine çekip dini vazifelerini unutturacak kadar akıllarını başlarından aldıkları için bir ''cerredici''yler. Esir edilen ve pazarlarda hizmetçi olarak satın alınan kadınlar, erkeğe esir olan değil, kendileri erkekleri esir edenler anlamında car edenlerdir. Bu farkı da ortaya koyduktan sonra, car kavramının “Bitişik komşu” halinde yaşamak(Leyli kalınan manastırlar) anlamıyla önünde avlusu olan ve evleri bitişik olmayan komşuluk olan Mekke(mescidi haram) dışında komşuluk statüsüne ''Helal'' dendiğini de hatırlattıktan sonra, daha sonra açacağımız Carullah kavramının ziyaretçi değil, hakiki hacılık statüsü olduğuna da değinelim. Şimdi kavram diyalektiğine binip yol alalım.

Cariye kadın iffeti hak etmiştir. Çünkü izafi değerlerini değil, gerçek değerini sunmaktadır. Hanım efendide böyle bir eylem yoktur. Öyle ise Kadın için iffet kavramı sadece hizmete amade, hademe yani Süryanice de Meryem ismi neyi ifade ediyorsa onu ifade eden bir hayırlı kadın sıfatıdır. Ama gel gör ki Umumi su içme yerlerini özelleştirmek isteyen Leoparlar(kap-kaççı liberalistler) Havra veya manastır karyesi nam ve hesabına çalışan kadın türünü yok ettiler. Allah için iş yapan(Ehli sebil) kadınları iftira ile dağıttıktan sonra, eve kapattıkları veya yüzünü gözünü çul ve çuha ile örttükleri hanımefendileri insanlık adına yararlı olmak ve kendi beslek olma onurundan mahrum ettiler, ''kapama'' yaptılar.

Allah için iş üretip hayır sergileyen, bununla geçimliklerini de, infak görevlerini de karşılayan, ihtiyaç değerinin üzerindekini feda eden, güçsüz ve elinden iş gelmezlerin infak ve iaşesine harcayan “Car-Ullah” muttaki kadın tipinin isminin, namını silmekle işe başladılar. Sonra her iş üreten kadını esir edip, kendilerinin cinsel, hanımlarının tahakküm (hizmetçi) şehvetinin tatmini için kulandılar. Oysa o kadınlar Allah rızası için iş yapan ve Hanımefendi ismi verilen asalaklardan çok kıymetli idiler. Çünkü “Car-ullah” idiler. Yani; MEKKEYE GİDİP ORADA OTURANLARDILAR(Mescid-il haram istikametinde yaşayandılar.G.Y.). Mekke(mescid-i haram) dışında ayrı otursalar da, komşuları açken gözlerine uyku girmeyen iffetli insanlardı.

İşler tersine çevrildi, tufeyli efendiler ve tufeyli hatunlar şerefli sayıldı. Allah için iş üreten Salih amel işleyen, üretimlerinden sadece geçimliklerine razı olan ve fazlasını Beyt El Male hibe eden bu “Sebilullah” muttakileri yiğit kadınlar, gerek esir aldık bahanesi ile gerekse çeşitli yollardan kendilerine muhtaç ve bağımlı kılınarak sömürüldüler ve şerefli isimleri şerefsiz diye anılmaya başlandı. Bu iş üreten kadınlar iffetsizleştirilerek erkeklerin seks köleleri haline getirildi. Allah’tan ki tanımlarındaki “iffet” vasfını Hak Teâlâ korudu. Emeğiyle geçinen ve cariye ismini alan kadın zaten itidal üzere hicabıyla kavramsal anlamda iffetli iken, kavram çarpıtmasıyla tesettüre girerse iffetli olur inancı yerleştirildi. Hicab ile iffet arasındaki nitelik farkı özdeşleştirildi. Şöyle ki:

Essetirü: EL AFİFÜ; İFFETLİ.

El Müsetteritü; Örtülü Cariye.

Bunun, asıl amaca kalkan yapıldığı ve geçmez akçe olduğu şöyle anlatılır. Hicab için kullanılan bir olgu, tesettür anlayışına çevrilince, kadının Meryem gibi, karşılığını Allah’tan umarak topluma hizmetle manevi derece almasının yerine, hem namuslu ve hem de iffetli olma yerine, göstermelik iffetlilik devreye sokuldu. Yani, eğer iffet Kuran Bakara suresi 219/2 da tanımlanan kifayet üzere olanla yetinmek ve fazlanın derhal zimmetten çıkartılıp toplumun geri kalanını infakına harcanması ise ki öyledir, kadın da bir mümin olarak buna önem vermesi ve “iffetini” korumasının anlamı bu iken, gerçek tesettürle örtülüp(Setredilip ve bunun arkasına saklanılıp) kamuya hizmet yerine, hususi cariyeler haline getirildi deniliyor. Bunun geçmez para gibi sahte iffet olduğunu, çünkü iffet ve hayâ kavramlarının sosyo ekonomik alamı olduğunu kavramlar bize haber verir. Yani insanları amelleri koruyacakken, en güzel amelin topluma değer üretmek olduğu halde, kadını bu sevaptan alıkoyup, sadece kocasının özel “cariyesi” gibi ''kocaya hizmet''le işini sınırlamak, onu hak amaç dışı cariyeleştirmektir deniliyor. Üstelik hanımefendiliğe soyunduklarından, üretmedikleri gibi, lüks tüketimle toplumun sırtına yük olmuşlardır. İffete setretmeyi kıstas yapmak, hak değerlerle değil, sahte dirhemle ölçmektir deniliyor.

Essetirü; Kalkan.

Essütükü min edderahim; Sahte dirhem.( tesettürün iffetle özdeş sayılması işi)

BU ÇARPITANLARIN SAKLANAN AMACI İSE FEODALİZME VE LİBERALİZME KAÇMAKTIR.

Yani sebilullah(kamuculuk) terk edilerek salma deve(bırakınız yapsınlar,bırakınız geçsinler)-kapitalist ekonomi politiğine kaçmak içindir. Boş ve yarı boş şeyleri mühimlerin yerine geçirterek oyalama taktiğidir. Bütün bu dalavereler ise, itidalli yaşamı terk etmek, Mekke(mescid-el haram) yaşam tarzını veya Komşuluk hukukunun kolektif sorumluluğundan kaçıp kurtulmak. Birilerini efendi edinip peşine takılıp gitmek. Allah’ı veli edinmeyip, insana dayanmak. Dayanılan insanın da, güce yönelmesini bahane edinip zenginliğe, v.s dayanması. Şimdi bunun hükmü görelim.

Setele –setlen el kavmü; Bir yerden peyderpey çıkmak.( manastır kollektivizmini terk etmek gibi )

Setile-setelen hü: TEBİAHÜ; BİR KİMSEYE TABİ OLMAK.

Aslında ''kişiye uymak'' yasaklanmıştır. Böyle bir Sebilullah üzere yaşamın terki ile, Leoparların istediği gibi güç kazanmak ve güç kullanmasını serbest ederek, kavramlarında anlamlarını değiştirerek zulmü sergilemesinin hükmü şöyledir.

Sütaletü eşşeyü: RÜZALETÜHÜ; Bir şeyin alçağı kötüsü

Bu açıklığa rağmen yine de anlamamak isteyenler için atıf kavram “Rezalet” kavramından da delil getirelim.

Rüzal; Adi. Çirkin. Kötü. Kirli.

Rezail; REZELET. FAZİLETİN ZITTI. KÖTÜLÜK. SOYSUZLUK.

Yani doğrulukla mutlaka birlikte bulunması gereken ve itidalle ve ihsanla, diğerkâmlılıkla kemal bulan erdemin zıttı olan şey. Yani bencillik ve cimrilik. Niçin erdemsizliktir? Niçin öyledir meleler; hâlbuki faziletli kabul edilir, gösterişle cömertçe verirler, ağalık yaparlar. Ziyafetler düzenlerler. Yedirir içirir sonra da “Padişahım çok yaşa” diye tabak yalayıcılar bağırır. Memnun kalmışlar ki, böyle dalkavukluk yapmışlar denilebilir. Bir sonraki kavram bize sebebini bildirir. Çünkü dolmadan, taşmadan ihtiyaç içinde iken vermektir erdemli olan (Haşır suresi 9 ayet). Zaten zayıfları, Muztazaaf haline düşürdükten sonra, ne kadar verilir ki faziletli olunsun? İhtiyaç fazlasını verirse ancak kazanma faaliyeti sonucunda açtığı çukurları belki doldurmuş olur. Ama bunu yapsa zaten Meleleşemez. Muhsinlik, dolup taşandan değil, kabı doldurup taşırmadan, yani Meleleşmeden vermektir. Hatta kendisi muhtaçken vermektir. İşte iffetli olmak budur. Onun ihsanla ve Muhsinlikle alakası vardır. İffeti tesettüre sıkıştıranlar, bu gerçeği de setretmişlerdir. Onu da yapın ama iffetin gerçek anlamının Muhsinlik olduğunu da örtmeyin.

Av.İlhami Çetin'den.

Saygılarımla.
Galip Yetkin

Konu galipyetkin tarafından (13. May 2016 Saat 10:06 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
dost1 (16. October 2011), hiiic (16. October 2011)
Alt 16. October 2011, 02:37 PM   #6
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Galip Yetkin Kardeşim!

Allah razı olsun. Tefekkürleriniz soncu ulaştıklarınızı bizlerle paylaşıyorsunuz.
Yazınızda toplumların yozlaştırılmasında kullanılan kavramlardan biri olan "iffet" sözcüğüne de gerçek anlamıyla değinmişsiniz. O kadar çok mutlu oldum ki anlatamam.

Birşeyden arta kalan ya da az şeyle yetinmek olan "ayın,fe,fe" kök harflerinden türeyen "iffet" sözcüğü ne yazık ki yazınızda belirttiğiniz gibi çarpıtılmış meallerde Nisa;4 ve 6 daki deki "felyesta'fif"; Bakara 273 deki "teaffuf" ; Nur 33 deki "yesta'fifillezine" sözcükleri ya Arapça olarak bırakılmış ya da gerçek anlamından uzak anlamların algılanmasına yol açacak şekilde meallendirilmiştir. Meallerde bilerek ya da bilmeyerek yapılanlar; "iffeti" örtünmek, ırzını korumak olarak algılayan müslümanların yetişmesine yolaçmıştır.

Allah Razı olsun Galip Yetkin Kardeşim! Rabbımız; Kur'an'ın sözcüklerindeki anlamları bilerek ya da bilmeyerek tahrif edenlere basiret versin ve Kur'an'ı bu tür Arabiyyen özelliği dışındaki yüklenen anlamlarla örtülmüş örtüleri temizlemeyi nasip eylesin.

Kusursuzluk sadece allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (16. October 2011)
Alt 16. October 2011, 03:03 PM   #7
hiiic
Uzman Üye
 
hiiic - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
hiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud ofhiiic has much to be proud of
Standart

Alıntı:
Zaten zayıfları, Muztazaaf haline düşürdükten sonra, ne kadar verilir ki fazilet olunsun? İhtiyaç fazlasını verirse ancak kazanma faaliyeti sonucunda açtığı çukurları belki doldurmuş olur.Ama bunu yapsa zaten Meleleşemez. Muhsinlik, dolup taşandan değil, kabı doldurup taşırmadan, yani Meleleşmeden vermektir. Hatta kendisi muhtaçken vermektir. İşte iffetli olmak budur. Onun ihsanla ve Muhsinlikle alakası vardır. İffeti tesettüre sıkıştıranlar, bu gerçeği de setretmişlerdir. Onu da yapın ama iffetin gerçek anlamının Muhsinlik olduğunu da örtmeyin.
bu düşünceye katılamadım, yada yanlış da anlamış olabilirim.

Elde bulunan nimet arttıkça onu paylaşmak zorlaşır, yani cimrilik kazandıkça artar. bu gerçek bilimsel olarakta ispat edilmişti. Kişilerin gelir seviyesi bir yere kadar arttıkça cömert olan insan bir seviyeden sonra birden bire cimri oluyor para biriktirmeye başlıyormuş. Pazarlama bilimi okurken öğrenmiştim...

Asıl zor olan zengin konumdayken vermek, ki bunu patronumdan biliyorum; boş cips paketini çöpe attığım için kızmıştı, katlayıp dolap gözünde saklıyor... Çöpünü bile kıskanıyor.

Cimrinin cimriliği krizde daha da artar, karaborsacılar bir dönem yağ stoğu yapıyorlardı... yokluk zamanı bir yoksulu doyurmayı bırakın teşfiki, yoksulluğu isterki daha ucuza çalıştaracak insanlar olsun, emek sömürsün...

etmesinler infak... kasalarında örümceklensin zekat hakları... kaçırsınlar vergileri.. milletin hakkını çalıp doldursun kasalarına vergi kaçaklarıyla... zannetsin 50-70 yıl sonra o parayı bulacak elleriyle dokunacak.

Bende çok kızgınım ama Cehennemin ateşi aklıma geldikçe içim ferahlıyor...


Tevbe 35
(Bu paralar) cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacağı gün (onlara denilir ki): "İşte bu kendiniz için biriktirdiğiniz servettir. Artık yığmakta olduğunuz şeylerin (azabını) tadın!"


o gün;
-uyarılmadık bilmiyorduk diyemezler.
-o gün sadece yaptıklarının, yada yapmayıp geride bıraktıklarının hesabı görülür, ASLA zulmedilmez...
-o gün pişmanlık günüdür,,, Bu bilgileri düşünüp anlayacak kadar zaman/fırsat verilmiştir...
-o gün dönüşü olmaz...

Fâtır 37
Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! diye feryad ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur.


Secde 12
O günahkarların, Rableri huzurunda başlarını öne eğecekleri, "Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi (dünyaya) geri gönder de, iyi işler yapalım, artık kesin olarak inandık" diyecekleri zamanı bir görsen!


kendileri bilir, onlar olmasa başkaları olacaktı, onlar mutlaka olacaktı, bu dünyada, bu dnyanın sisteminde, doğanın kanununda, Allahın yarattığı sünnetinde onlar olmak zorunda... Çünkü Allah Cehennemi dolduracağım dedi... Onlar olmaya mecbur, birileri olmaya mecbur... Doğa kanunu şartı gereği birileri birilerini ezmeye birileri ezilmeye mecbur...

Konu hiiic tarafından (16. October 2011 Saat 03:23 PM ) değiştirilmiştir.
hiiic isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
“cariye”, “cariyeler”, gerçek, manası


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 12:23 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam