hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > MAKALELER(DİNİ ve SİYASİ) > Makaleler

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 31. July 2013, 01:33 PM   #1
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart Atatürk Sonrasında Neler Oldu

Atatürk Sonrasında Neler Oldu?

1.Gençliğe Hitabedeki Öngörü

Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı ve sonrasındaki devrimler sürecini anlattığı ve 1927′de Meclis kürsüsünden okuduğu NUTUK adlı ölümsüz eserini gençlere seslenerek bitiriyordu.

"Ey Türk gençliği! Birinci vazifen Türk istiklalini ve Türk Cumhuriyetini muhafaza ve müdafaa etmektir." diye başlayan "Gençliğe Hitabe’de" Atatürk’ün geleceğin Türkiyesine dair kehanet derecesindeki öngörüleri çok dikkat çekicidir.

"İstikbalde dahi seni bu hazineden (İstiklal ve cumhuriyet)mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedbahtların olacaktır." diyen Atatürk, özellikle "iç düşmanların" altını kalın çizgilerle belirginleştirmiştir. "Memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar, gaflet, delalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilir" diyerek bu iç düşmanlara dikkatimizi çekmek istemiştir.

İçinde yaşadığı toplumu çok iyi tanıyan Atatürk, 1920′li ve 1930′lu yılların iç ve dış siyasi ve toplumsal durumunu tarihsel gelişmeleri de dikkate alarak değerlendirmiş ve geleceğin Türkiye’sine yönelik çok çarpıcı ve gerçekçi bir değerlendirme yapmış; gelecekte Türkiye’de iktidara sahip olacakların gaflet, delalet ve hatta hıyanet içinde bulunabileceklerini 80 yıl önce ifade etmiştir.

Atatürk, "gaflet, dalalet ve hıyanet içinde bulunan bu iktidar sahiplerinin şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebileceklerini" "fakru zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabileceğini" belirterek bu süreçte milletin ileri sürmüştür. Atatürk’ün 80 yıl önce, ilerede iktidara sahip olanlar içinde gaflet dalalet ve hıyanet içinde bulunabileceklerin olacağını ve bu iktidar sahiplerinin şahsi menfaatleri için mücadele edebileceklerini ileri sürmesi gerçekten de bugünün Türkiyesine ışık tutan cinsten değerlendirmelerdir.

2. Karşı Devrimin Ayak Sesleri

Peki ama bu "gaflet, delalet ve hatta hıyanet süreci" ne zaman başlamıştır? Ve Türkiye’nin bugünkü (tehlikeli) noktaya gelmesinde bu sürecin nasıl bir rolü vardır? Bu sorulara verilecek yanıtlar Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumu doğru tahlil etmek için son derece önemlidir.

Herşey 10 Kasım 1938′de Atatürk’ün ölümüyle başlamıştır. Cemal Kutay’ın belirttiği gibi "10 Kasım 1938 de saat 9:05′de Atatürk dönemi ve devrimi sona ermiştir."

Kurtuluş Savaşı’nın İkinci Adamı, Atatürk’ün en yakınındaki insanlardan biri, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk hükümet başkanı İsmet İnönü daha Atatürk’ün toprağı soğumadan "ilk geri dönüş "olarak adlandırılabilecek hareketi başlatmıştır. İnönü’nün Atatürk’ün ölümünden hemen sonra "Milli Şef" olarak imza attığı icraatlar, Atatürk aydınlanmasından ve hatta Atatürk’ten vazgeçmek anlamına gelmektedir. Gerçi İnönü’nün, Köy Enstitüleri’nin kurulması gibi Atatürk devrimini devam ettiren bazı önemli çalışmaları olsa da, paralardan Atatürk resmini kaldırılması yerine kendi resmini koydurması, devlet dairelerinden Atatürk’ün f otağraflarının indirmesi hatta değişik bahanelerle bazı Atatürk heykellerini depolara kaldırması,Atatürk’ün önem verdiği bazı devlet adamlarını tasfiye etmesi gibi uygulamalarla açıkça Atatürk’e cephe aldığını göstermiştir. Daha sonra harekete geçecek karşı devrimciler için bu ilk cesaretlendirici adımdır.

İsmet İNÖNÜ

İnöünü’nün, Atatürk aydınlanmasından ilk geri dönüşü başlatan bazı uygulamalarını şöyle özetlemek mümkündür:

Atatürk’ün çok büyük önem verdiği tarih ve dil çalışmalarının ihmal edilmesi, sulandırılması ve zamanla tamamen ortadan kaldırılması, tarih ve dil tezlerinden vazgeçilmesi.

Atatürk’ün uğruna herşeyi göze aldığı Türk ulusunun fazlaca ihmal edilmesi, aşırı korumacı politikalarla halkın ekonomik olarak ezilmesi ve sosyal alandaki baskıcı politikalar sonunda halkın yeni rejime küsmesi.

Türk solunun bitirilmesi: Tan olayı, Ankara DTC’deki tasfiyeler ve Nazım Hikmet gibi aydınların yaşadığı sıkıntılar muhalefetsiz bir sağın ortaya çıkmasna neden olmuştur.

Atatürk’ün ekonomik bağımsızlık ilkesinin unutularak ilk büyük dış borçların alınmaya başlanması, Amerikan yardımı getiren uçakları İsmet Paşa eşi Mevhibe Hanımla birlikte evinin balkonundan selamlarken bu yardımların geleceğin Türkiyesini nasıl etkileyebileceğini düşünememiştir.

1945′lerde İmam Hatip Okullarına ve Kuran Kurslarına yeşil ışık yakılarak karşı devrimcilere cesaret verilmiştir. Bu sayede gittikçe CHP’den uzaklaşan halk kitlelerinin gönlü ve oyu alınmak istenmiştir.

İkinci Adam İsmet İnönü’nün tüm bu politikaları üzülerek ifade etmek gerekir ki Türkiye’nin Atatürk çizgizinden uzaklaşmaya başlamısına neden olmuştur.

10 Kasım 1938′de Atatürk’ün ölümüyle başlayan "gaflet ve delalet düreci" 1960′lara kadar devam etmiş, 1980′lardan sonra buna bir de "hıyanet" süreci eklenmiştir.

3. Gaflet ve Delalet Süreci

1938’de Atatürk’ün ölümüyle başlayan "gaflet ve dalalet sürecinin" belirgin özelliklerini şöyle sıralamak mümkündür:

1.Atatürk devriminden verilen akıl almaz tavizler sonunda “karşı devrim” yolu açılmıştır.Atatürk sonrası iktidarlar oy uğruna devrimi aşındıran hamasi söylemlerle, gizli açık din propagandasıyla “devrim ateşini” söndürmüşlerdir.

2.Atatürk’ün büyük önem verdiği “ulusal kültür politikalarını” etkisizleştirmişlerdir.Atatürk’ün özellikle tarih ve dil konusundaki çalışmalarla biçimlendirdiği “ulusal kültür politikaları” ortadan kaldırılarak yerine önce Greko-Latin daha sonra da Türk-İslamcı kültür politikaları benimsenmiştir. Greko-Latin kültür politikası İsmet İnönü’nün CHP’since,Türk İslam Sentezi kültür politikası da Adnan Menderes’in DP’since topluma enjekte edilmiştir.Groko-Latinciler Yunan uygarlığını yüceltirken, Türk İslamcılar Arap uygarlığını yüceltmişlerdir.Bu sırada hep ihmal edilen Türk uygarlığı olmuştur. Greko-Latinciler ve Türk-İslamcıların ısrarla Atatürk’ün dil ve tarih tezlerini yok etmeye çalışmaları dikkat çekicidir. Atatürk’ün tarih ve dil tezlerine yönelik saldırılar Atatürk devrimine yönelik en ciddi saldırılardan biridir. (Atatürk’ün tarih ve dil tezleri konusunda bkz. Sinan Meydan,Atatürk ve Türklerin Saklı Tarihi, “Hititler ve Sümerler Türk müdür?”,Truva Yayınları, İstanbul 2007)

3. Atatürk’ün “Misak-ı İktisadi” diye tanımladığı “öz kaynaklarla kalkınma” projesi rafa kaldırılmıştır. Atatürk döneminde savaştan yeni çıkmış bir ülke kendi öz kaynaklarıyla kalkınmaya çalışırken, fabrikalarını yaparken, ülkenin dört bir yanını demiryolu ağıyla donatırken, tarımsal kalkınma hamlesini başlatırken özellikle 50’den sonra Menderes’in DP’since alınan ve yanlış kullanılan (demiryolu yerine kara yolu yapımı gibi) ölçüsüz dış borçlarla Türkiye tıpkı Osmanlı İmparatorluğu dönemindeki gibi “bağımlı” bir ülke haline getirilmiştir.

4. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’yla bağımsızlaştırıp dış politikada “etkin” hale getirdiği Türkiye, Atatürk sonrasında büyük güçlerin dümen suyundan çıkamayan “edilgen” bir ülke haline getirilmiştir. Bu çerçevede Atatürk’ün “ulusal çıkarlar esastır” anlayışı bir kenara bırakılmış, örneğin 50’lerde Türk ordusu ulusal çıkarlarla uzaktan yakından ilgisi olmaya Kore Savaşı’na sürüklenmiş, böylece Türkiye’nin Nato’ya girmesi sağlanmıştır. Yani Avrupa’da söz sahibi olmanın yolu olarak ABD’ye yaranmak görülmüştür. Atatürk’ün doğuyu ve batıyı kucaklayan “çok yönlü” dış politika anlayışı Atatürk sonrasında (özellikle 50’den sonra) ABD eksenli “tek yönlü” dış politika anlayışına dönüştürülmüştür. Atatürk Türkiye’sinin, Batı’nın ısrarlı çağrıları sonunda 1932’de Milletler Cemiyeti’ne üye olduğu hatırlanacak olursa ve bugün AB sürecindeki Türkiye’nin maruz kaldığı muamele dikkate alınacak olursa her şey daha iyi anlaşılacaktır.

Atatürk devriminde 1938’de meydana gelen kırılma 1950’de büyük bir çatlağa dönüşmüş, bu çatlak zamanla genişlemiş ve 1980’de derin bir yarık halini alarak bugün çağdaş cumhuriyeti yutma durumuna gelmiştir.

devam edecek
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 31. July 2013, 01:35 PM   #2
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

4.Sağ-Sol Çatışması ve Türk Gençliğinin Bunalımı

1950’den sonra Atatürk’ün “uluslaşma”, “laikleşme” ve “çağdaşlaşma” politikalarından vazgeçilince “devrim çocukları” adeta ne yapacaklarını şaşırmışlardır. 1950 sonrasındaki “dönüşüm” (karşı devrim) Türk gençliğini büyük bir boşluğa sürüklemiştir. Gençlik, bir taraftan Atatürk aydınlanmasının kendisine kazandırdığı çağdaş ve ulusal değerleri benimsemeye çalışırken diğer taraftan Atatürk aydınlanmasına son vermeyi amaçlayan “karşı devrimin” gerici; faşist ve dinci uygulamalarıyla karşılaşmıştır. İşte tam da bu noktada Türk gençliği büyük bir “kültür şoku” yaşamıştır. Kemalist Devrimle Karşı Devrim arasına sıkışan Türk gençliği aşırı uçlara savrulmaktan kurtulamamıştır. 1950 sonrasında gençlerimiz, ya dinci-faşist sağ uça, ya da Marksist-kominist sol uça kaymıştır. Türk-İslam Sentezi diye tanımlanan dinci-faşist sağ uçla Marksist-Leninist diye tanımlanan radikal sol uç arasındaki çatışma Türkiye’yi büyük bir bunalıma sürüklemiştir. Her iki akımın da dış kaynaklı olduğu bir türlü anlaşılamamış, anlaşılmak istenememiştir.

Ve 1950’lerden sonra bu iki ucun (Türk-İslamcılarla, Marksist-Leninistler) merkezde yer aldığı, önü alınamaz bir kardeş kavgası dönemi başlamıştır. Önce üniversiteler, sonra sokaklar kan gölüne dönmüştür. Birileri Türkiye’yi iç savaşa sürüklemek istemiş bunda başarılı olmuştur. Bu sırada iktidara gelenler, (getirilenler) ise “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” içinde kadeş kanının akmasını engelleyememişler ve Türkiye’nin yıllarca yerinde saymasına neden olmuşlardır.

5.Darbeleri Anlamak

Kardeş kavgası, ölçüsüz dış borçlanma, iç ve dış politikadaki basiretsizlikler, bağımlılıklar ve akıl almaz ödünler, üstüne üstlük bir de Atatürk aydınlanmasının yok edilmesi, fakirlik gibi nedenler Türkiye’de darbeleri tetiklemiştir.

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nce yapılan darbeler kardeş kanı dökülmesini önlemiş fakat daha emekleme dönemindeki Türk demokrasisine büyük zararlar vermiştir. Hepsinden de önemlisi darbeler Türk toplumunun “pozitif enerjisini” yok etmiş, “toplumsal dinamizmini” kırmıştır. Kısacası askeri müdahaleler hastayı iyileştirmekten çok hastanın durumunu daha da ağırlaştırmıştır.

Kenan EVREN

Türkiye’de darbeler kendi iç mantığı doğrultusunda kendi anayasalarını hazırlamıştır.Darbelerin kendi anayasasını hazırlaması her seferinde topluma yeniden şekil verilmesi anlamına gelmektedir. 1961 Anayasası, laik demokratik ve özgürlükçü bir toplum yaratmayı amaçlarken 1982 Anayasası, otoriteye boyun eğen, özgürlükleri kısıtlayan yapısıyla içine kapalı “sessiz” bir toplum yaratmayı amaçlamıştır. 1980 Anayasası’yla şekillendirilmeye çalışılan Türk toplumunun içine düştüğü “durum” bugün tüm açıklığıyla görülmektedir.

12 Eylül 1980 darbesinin ölçüsüz ve hatta sınırsız baskısı altında neye uğradığını şaşıran Türk gençliği, adeta kaplumbağa gibi kabuğuna çekilmiştir. Darbeci zihniyet, “kaş yapayım derken göz çıkarmış” Atatürk devrimine sahip çıkmak için darbe yaptığını söyleyenler, “ aşırı uçları bitireceğiz” diye bir “kültürel kıyım hareketi” başlatmışlardır. Sağın ve özellikle de solun beslendiği tüm kaynaklar yok edilerek sözüm ona aşırı uçlar törpülenmiştir.

6.Kitapsızlaştırılan Toplum ve Dinci Yapılanma

1980 sonrasında Türkiye’de “kitaba” adeta savaş açılmıştır. Ortaçağ Avrupa’sında bilime cephe alan Katolik Kilisesi ve Papa’nın kitap yakmasını anımsatan sahneler 20.yüzyılın sonlarında Atatürk Türkiye’sinde yaşanmıştır.

80 sonrasında Türkiye’nin “kitapsızlaştırılan bir ülke” durumuna getirildiğini söylemek fazla abartılı bir değerlendirme olmayacaktır.

12 Eylül’de evinde “yasaklı kitap” bulunan ailelerin yaşadıkları; işkenceler, baskılar,kıyımlar, sonraki dönemde ailelerin çocuklarını kitaptan uzak tutmalarına yol açmıştır.Bu nedenle genç nesiller sadece okulda öğrendikleriyle yetinmek zorunda kalmıştır.Ders kitabı dışında kitap okumayan bir gençliğin ne kadar kültürel birikime sahip olduğu ortadadır. Böyle bir gençliğin, Atatürk’ün emanet ettiği cumhuriyeti nasıl koruyacağı yanıtlanması gereken bir sorudur.

Kitapla bağı koparılan Türk gençliği 80 sonrasında apolitikleşmiştir. Kültür ve bilimle ilgilenmeyen gençliğin tarikat,ticaret ve mafya üçgenine kayması hiç de zor olmamıştır.

“Kitapsızlığın” karanlığındaki Türkiye, izbe mahallelerdeki Kuran kurslarına,gizli-açık tarikat toplantılarına, kısa yoldan köşeyi dönmeye çalışan “işini bilenler tayfasına”,köyden kente göç edenlerin lahmacun kokan arabesk kültürüne teslim olmuş ve ülke Türk-İslam senteziyle beyinleri yıkanmış faşist mafyaya kalmıştır.
devam edecek
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 31. July 2013, 01:38 PM   #3
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

7. Özal Bunalımı ve Büyük Yozlaşma

1983’te Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’yle Türkiye’de yeni bir dönem başlamıştır.Bu süreçte bir taraftan tarikat ticaret ve mafya örgütlenmesi tüm hızıyla devam ederken diğer taraftan rüşvet ve adam kayırma zirve yapmıştır.

Bu sırada 80 darbesinin kabuğuna çekilmek zorunda bıraktığı gençlik, Özal’ın “piyasa ekonomisi” ve “sivilleşme” politikalarıyla kabuğundan çıkmıştır. Fakat bir şiddet ve baskı döneminden sonra gelen bu “aşırı özgürlük” Türk gençliğinin yeni kabusu olmuştur.Özal gençliği, “yasaklar”, “günahlar” ve “aşırı özgürlükler” arasında bocalayıp durmuştur.

1985 sonrasında, apolitizasyon, eğitimin gereksizliğine inanma, kısa yoldan köşe dönme Türk gençliğinin yükselen değerleriydi.

Özal gençliği, pop ve arabeskten hoşlanan, futbolla deşarj olan ve varoşlardaki gecekondu kültürüne teslim olan, hatta tespihiyle, saç modeliyle, yeşil kumaş pantolonuyla ve “selamünaleykümüyle” o kültürü idealize eden bir kuşaktı. Bu kuşak, bir taraftan televizyonun da etkisiyle Batıya açık, Batılıya benzemeye çalışan, onun gibi yaşamaya özenen, diğer taraftan da dinci yönlendirmenin ve Türk İslam Sentezci eğitimin kıskacında “dindarlaşmaya” çalışan “karışık kimlikli” bir nesildi. Ne Batılılaşabiliyor ne de gerçek anlamda dindarlaşabiliyordu.Bocalyıp duruyordu.

İşte bu yıllarda<Türk siyaseti de deyim yerindeyse “buz üstünde yürümeye çalışan bir seçmen kitlesinin oylarıyla” şekillenmiştir. Popülist söylemlerin tavan yaptığı, 1983-1993 arasındaki seçmen kitlesi kendisine dinle soslanan, içi boş hayal vaad eden (iki anahtar gibi)partilerin peşine takılmıştır. İşte 80 sonrasında böyle bir seçmen kitlesinin belirlediği iktidarlar,Türkiye’yi bugünkü durumuna getirmiştir.

İşte Recep Tayip Erdoğan ve AKP’yi hazırlayan koşullar bu tarihsel ürecin bir sonucudur.

8. AKP’yi Hazırlayan Koşullar ve Yüzde Kırk Yedinin Sırrı

Türk İslam Sentezi, 1985’lerde Milli Görüş adlı bir yavru dünyaya getirmiştir.Milli Görüş, Türk-İslam Sentezi’ndeki Türk’ü devreden çıkararak sadece İslam’ı ön plana çıkarıyordu. Hareketin tabanında “şeriat devleti” özlemi taşıyanların sayısı çok fazlaydı. Kökleri 1950’lerde Menderes’in DP’sine ve 1970’lerde Erbakan’ın MSP’sine dayanan bu hareket Özallı yıllarda siyasal ve toplumsal örgütlenmesini tamamlamış,tarikat, ticaret ekseninde çok önemli bir güç haline gelmiştir.

Kendisi de bir Nakşibendi olan Özal’ın korumasındaki Nurculuk hareketi (Fethullah Gülen)Türkiye’yi örümcek ağı gibi sarmıştır. Bu sırada bir çok tarikat yurt içine ve yurt dışında örgütlenmesini büyük bir hızla sürdürmüştür. Türkiye’deki tarikat örgütlenmesini güçlü kılan tarikatların aynı zamanda ekonomik olarak da örgütlenmesiydi. Planlı ve programlı bir şekilde yapılan tarikat toplantılarında toplanan bağışlar ve Arap ülkelerinden gelen yardımlarla 90’ların başında finans kurumlarıyla ve bankalarıyla tarikatlar artık bir ekonomik bir güç haline gelmiştir.

Fethullah GÜLEN

80 sonrasında özellikle eğitime el atan tarikatlar, kitap okumayan, sığ kültürlü, apolitik gençliği, kolayca ağlarına düşürmeyi başarmıştı. Okullar,dersaneler ve Kuran Kursları, camiler ve kahvelerde sürekli "menfi din propagandasına" (dikat burada söz konusu olan din propagandası yüce dinimizin gerçek güzelliklerini ortaya koymayı değil, birilerine menfaat sağlamayaı amaçlamaktadır.) maruz kalan 80 kuşağı, yaşadığı kısa süreli bunalımdan sonra “İslamileşmeye” başlamıştır. 90’ların başından itibaren taşradan kente gelen gençler, tarikat evlerinde, tarikat oklarlında ve tarikat yurtlarında ücretsiz ağırlandılar.Gerektiğinde ekonomik olarak desteklendiler ve bu sırada sürekli “şeriat” propagandasına maruz kalarak “rejim düşmanı” olarak yetiştirildiler.

Beyni yıkanan bu genç kuşak 90’larda seçmen niteliği kazanınca kendisin,besleyen, büyüten tarikat ehlini utandırmayacak, önce Erbakan Hoca’nın Refah ve Fazilet Partilerine daha sonra da Erbakan ekolünden gelen Tayip Erdoğan’ın AKP’sine oy vererek bir anlamda borcunu ödeyecekti.

Dolayısıyla, 22 Temmuz 2007 seçimlerinde AKP’nin nasıl %47 oyaldığını anlamaya çalışırken, her şeyden önce 1938’den sonraki "tarihsel süreci" doğru tahlil etmek gerekir.

Tayyip Erdoğan

Tanınmış bilim insanlarımızdan Prof. Emre Kongar Atatürk sonrasındaki " gaflet, dalalet ve hıyanet sürecinin" en belirgin özelliğinin "çok partili düzen" adı altında oluşturulan "dinci oligarşi" olduğunu ileri sürmekte ve 38′den günüze yaşanan değişimi şöyle özetlemektedir:

"Türkiye’de çok partili rejimin dinci oligarşiye dönüşme süreci kimi zaman birbirini izleyen, kimi zamanda birbirinin içine geçen şu aşamalardan oluşuyor:

- Çoğunluk diktatörlüğü

- Yağma düzeni

- Liderler oligarşisi

- Dışa bağımlılık

- Dinci iktidar

- Dinci oligarşinin kurumlaşması

Bu aşamalar üç dönemde gerçekleşti.

Birinci dönemde çok partili rejim Demokrat Parti’nin iktidarında demokrasiye doğru evrimleşeceğine çoğunluk diktatörlüğüne dönüştü.

Böylece birinci aşamada ortaya çıktı.

Tabii aynı anda yağmacılığın liderler oligarşisinin ve dışa bağımlılığın da tohumları atılıyordu.

İkinci dönemde, 1965′den sonra gelen iktidarlar zamanında rejim hem yağmacılık hem de lider sultası çizgisinde evrimleşti.

Çok partili rejim, artık yağmacı bir ilişkiler yumağına ve liderler oligarşisi düzenine dönüşmüştü.

Bu sırada dışa bağımlılık iyce gelişti. Aynı süreç içinde dinci oligaşinin tohumları da yeşermeye başlamıştı.

Böylece ikinci, üçüncü ve dördüncü aşamalar eş zamanlı olarak gelişti.

Üçüncü dönem 1980 darbesi ile yaşandı. Bu darbe sonucunda iktidara gelen Evren- Özal ikilisi, yağmacı düzeni, liderler oligarşisini ve dışa bağımlılığı iyice kurumlaştırdı. Dinci oligarşinin filizlenen tohumlarını daha da büyüttü.

Dördüncü dönem 2002 seçimleriyle başladı.

Bu dönemde beşinci aşama olan "dinci oligarşinin iktidarı" vucut buldu.

Prof.Dr.Emre KONGAR

Şimdi 22 Temmuz 2007 seçimleri ve 28 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimi ile iktidaraki dinci oligarşinin kurumlaşması başladı.

Bundan sonra çok daha hızlı ve açık bir biçimde bu oligarşinin kurumlaşma çabalarına tanık olacağız.

Başta anayasa olmak üzere tüm yasalar, yönetmelikler dnci oligarşinin önünü açacak biçimde değiştirilecek. Tüm hükümet, devlet ve yerel yönetim kadroları dinci cemaat mensupalrı tarafından doldurulacak.

Tabii bu arada yargı ve üniversiteler de ihmal edilmeyecek

Medya buna göre yeniden yapılandrılacak.

Sermaye el değiştircek, iç ve dış kaynaklı dinci sermaye piyaslara egemen olacak.

Toplumsal yaşam da mahalle baskısı ile denetim altına alınacak.Tesettür, haremlik-selamlık ve benzeri uygulamalar yaygınlaşacak.

Tabii zaman içide bu dinci oligarşi kurumlaşmasının diyaelektik tepkileri oluşacak.

Onları da hep birlikte izleyeceğiz. (Emre Kongar, 28 Eylül 2007, Cumhuriyet)"

Geldiğimiz noktada Türkiye, 1938 ve özellikle 1950 sonrasındaki "karşı devrim sürecinin" sancılarını yaşamaktadır. İçte ve dışta Türkiye’nin karşılaştığı tüm problemler "gaflet, dalaet ve hıyanet içinde olanların" yarattıkları bu sürecin meyvelerıdır.

Prof. Dr. Ergun Aybars, bugün bu ülkeyi idare etmeye çalışanların nasıl gaflet, dalalet ve hıyanet içinde bulunduklarını şöyle ifade etmiştir:

“2006 yılında Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nden çok uzaktır.Dış politikada ABD ve AB’ye ipoteklenmiş, ekonomisi ve para politikaları İMF ve Dünya Bankası’na bırakılmş, dıştan büyük bir kuşatma, içte şeriatçı ve bölücü tehdit ile karşı karşıya, rüşvet, yolsuzluk, partizanlık, hastalığı içinde Cumhuriyet’in kazanımları 56 senede adeta terk edilmiş duruma geldi.

Prof. Dr.Ergun AYBARS

AB’nin kapsamında devamlı aşağılanan dış politikamız, Atatürk’ün onurlu,bağımsızlık idealinden çoktan ayrılmıştır. AB Hristiyan partileri, Müslüman Türkiye’yi almayacaklarını açıkça söylerlerken, sosyal demokratların eski başbakan ve bakanları Sevr’i reddetmekle Türkiye’nin hata yaptığını söyleyecek kadar ileri gidebilmektedirler. Hiçbir aday ülkeye uygulanmamış olan yöntemler,Gümrük Birliği anlaşması yanı sıra, varlığımızı tehdit edecek istekleri Türkiye’nin önüne getirtip baskı yaparken buna karşı koyacak bir iktidar bulunamamasının sıkıntısı görülmektedir.

AB sözde Ermeni soykırımını Türkiye’nin kabul etmesini, Kıbrıs’ı terk etmesini,Ege’den vazgeçmesini, Patrikhane’nin Ekümenliği’ni onaylamasını ve Güneydoğu Anadolu’da açıkça söylemeseler bile Kürdistan kurulmasına olanak sağlanmasını,Dicle,Fırat sularının bile kullanımını ele geçirmek istemektedir.

Görülüyor ki AB İstiklal Savaşı’nda Türkiye’ye karşı kullandığı kozları kullanmaktadır. Yunan kartı, Ermeni kartı, Kürt kartı ve İslam Teali’nin yerini alan İslamcı akımlar, işbirlikçi mütareke basını, her isteklerini yerine getiren iktidar, AB’nin Türkiye’ye yönelik parçalama ve sonra hazmetme politikasının araçları olarak görülüyor.

Bütün bu baskıları yapanlar ve Türkiye’yi köşeye sıkıştırmaya çalışanlar başta ABD olmak üzere AB’nin hemen tüm ülkeleri NATO’da müttefiklerimiz.Ancak NATO’ya olurumuzla katılan Polonya bile hemen parlementosundan soykırım kararı çıkarmıştır.

9 Eylül 1922’de İzmir’de denize dökülüp Lozan’ı imzalattığımız, intikam ortamını yakaladıkları bir ortam bulmuş gözüküyorlar. BOP’la güdülen bir ılımlı İslam yaratılmak istenirken ABD’nin resmi organlarına ait dergide yayınlanmış ve Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde kurulmuş bir Kürdistan gösteren harita Cumhuriyet gazetesinin ön sayfasında yer alıyor.Maalesef bütün bu açık uyarılara rağmen Türkiye’de “gaflet, dalalet ve hatta hıyanet” içinde bir vurdumduymazlık ortamı yaygınlaşıyor.

Sinan MEYDAN
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
atatürk, neler, oldu, sonrasında


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 09:58 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam