hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE TEBYîNÜ'L -KUR'AN İŞTE KUR'AN ve VİDEOLARI Hakkı Yılmaz > İniş Sırası ile Sureler > 88.Enfâl Suresi

 
 
Seçenekler Stil
Alt 3. March 2010, 11:44 PM   #1
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart Enfal Suresi

88 (8). Enfâl Suresi
MEDENÎ, 75 ÂYET


GİRİŞ

Adını birinci âyette geçen الأنفال[enfâl] sözcüğünden alan sûre Medîne'de, hicretin ikinci yılı içerisinde Bedir savaşı sonrası inmiştir. 30-36. âyetlerin Mekkî olduğu söylenmişse de bu görüş kabul görmemiştir.[1] Yerinde de görüleceği üzere bu âyetler, sûre ve paragrafın bir parçası olup, Mekke'de yaşananları konu etmektedir. Sûrenin içeriği; iman, savaş, savaş stratejisi, uluslar arası antlaşmalar ve mü’minlerin yöneticileriyle ilgili hükümler olarak özetlenebilir. Bu sûre aynı zamanda Bakara/216-218. âyetlerin tafsili mahiyetindedir.

Sûrede, –Bedir adı zikredilmese de– Bedir savaşı'nın ön hazırlıkları, savaştan bazı sahneler ve savaş sonrası gelişmeler yer alır. Bedir savaşı'yla ilgili bilgi sahibi olmak sûrenin anlaşılmasına katkı sağlayacağı için detaylarına girmeden Bedir savaşı hakkında özet bir bilgi vermek istiyoruz:

BEDİR SAVAŞI

Medîne'nin güney-batısında şehre 120 km. uzaklıkta, Kızıldeniz'e 20 km. mesafede bulunan Bedir, Baharat Yolu konak yerlerinden biriydi. Halkı, gelip geçen yolculara verdikleri hizmet ve kurulan panayırdan elde ettikleri kazanç ile geçinirlerdi.

Söz konusu savaş bu yerleşim birimi sınırları içerisinde cereyan ettiği için târihe “Bedir savaşı” olarak geçmiştir.

Mekke müşrikleri, Mekke'den ayrılıp Medîne'ye yerleşen Rasûlullah ve arkadaşlarının konumlarından rahatsızlık duydukları, geleceklerinden korktukları için zaman zaman bazı çeteler yollayıp onlara zarar vermekteydiler.

Ayrıca, Medîne'de Rasûlullah ve mü’minlerden rahatsız olan bir kesim vardı. Bunlar Rasûlullah ve mü’minlerin Medîne'ye gelişinden hiç memnun olmamışlardı. Bunların başında, –Rasûlullah'ın Medîne'ye davet edildiği günlerde taç giyip kral olmak üzere olan– Abdullah b. Übey b. Selül vardı. Rasûlullah'ın Medîne'ye gelişi bu planı altüst etmişti. Zira Medîne halkı Abdullah b. Übey b. Selül yerine Rasûlullah'ı devlet başkanı yapmışlardı.

Halkın bu tercihi ve akrabalarından bir çoğunun müslüman olması nedeniyle Abdullah b. Übey b. Selül, Müslümanlara katılmanın kendisi ve yandaşları daha uygun olacağına karar vererek görünürde müslüman oldular. Böylece Medîne'de münâfıklık hareketi başladı.

Abdullah b. Übey b. Selül, aynı zamanda Mekke ileri gelenlerinin de dostuydu. Mekke yönetimindeki kinci müşrikler, Medîne'deki dostları Abdullah b. Selül ile işbirliği yaparak Rasûlullah ve arkadaşlarını Medîne'den çıkarmayı, hatta onları yok etmeyi planladılar ve Abdullah b. Übey b. Selül'e şu mektubu yazdılar: “Siz bizimkileri barındırdınız. Siz Muhammed'i ya öldürür ya yurdunuzdan çıkarırsınız; yahut biz topluca üzerinize saldırır, erkeklerinizi öldürüp kadınlarınızı esir alırız.”

Bu mektuptan sonra Mekke müşrikleri ile Medîne münâfıkları işbirliği yaptılar. Buna göre Rasûlullah ve mü’minler öldürülecek veya Medîne'den sürüleceklerdi.

Rasûlullah ve mü’minler bu planı öğrendiler ve karşı tedbir almaya başladılar; Medîne çevresindeki kabileleri ziyaret ediyor, onlarla dostluklar kuruyor ve barış sözleşmeleri yapıyorlar; böylece kendilerini, kentlerini ve devletlerini güvenceye alıyorlardı. Bir taraftan da çevreyi gözetleyip denetlemeyi sürdürüyorlar, fakat kan dökmekten uzak duruyorlardı. Zira henüz savaş izni verilmemişti.

İşte bu dönemde Allah mü’minler için yeni strateji belirliyor; fitne, zulüm ve yeryüzünde kargaşanın ortadan kalkması için gerektiğinde savaşmaları [ölmeleri ve öldürmeleri] gerektiğini bildiriyordu. Artık mü’minler, dinlerini, canlarını ve yurtlarını korumak için savaşmak zorundaydılar.

Bu esnada Mekkeli müşrikler müslümanları tehdit ediyor, Medîne yakınlarına kadar gönderdikleri çapulcu birlikler yoluyla onlara zararlar veriyorlardı. Son olarak da Mekke müşriklerinin ortaklığıyla oluşturulan ve Ebû Süfyân tarafından idare edilen bir ticaret kervanını Sûriye'ye gönderdiler; amaçları bundan elde edilen kâr ile Müslümanlara karşı hazırlık yapmak ve onlara son darbeyi indirmekti.

Bunu haber alan Rasûlullah (s.a), durumu ashâbıyla istişare etti. Bu kervanın Mekke'ye ulaşmasına engel olunması kararı alındı. Bunun üzerine 305 kişiden oluşan bir ordu hazırlandı. Bu ordunun 83'ü Muhâcirlerden, 61'i Evs'den, geri kalanları da Hazrec kabilesinden idiler. 3 atları ve 70 develeri vardı.

Rasûlullah müşriklerle karşılaşmak üzere Bedir kuyuları mevkiine doğru yola koyuldu.

Kervanın idarecisi Ebû Süfyân, casusları aracılığıyla Rasûlullah'ın bu hazırlığını öğrendi ve hemen Mekke'ye haberci yollayıp yardım istedi. Ebû Cehl gibi ileri gelenlerin öncülüğünde 100'ü atlı, 700'ü develi, geri kalanı da piyade olmak üzere yaklaşık 1.000 kişilik bir ordu hazırlanarak Müslümanların üzerine gönderildi.

Ebû Süfyân, Müslümanların Bedir'e gelmekte olduğunu öğrenince kervanın yönünü değiştirdi. Deniz tarafından Mekke'ye yollandı. Müslümanlar Bedir'e geldiğinde, kervan çoktan uzaklaşmıştı.

Müslümanlar, Zefiran denilen yere geldiklerinde Mekkeli müşriklerin büyük bir ordu ile üzerlerine gelmekte olduklarını öğrendiler. Biraz duraklayıp tereddüt ettiler. Çünkü onların Mekke ordusuna karşı koyacak kadar güçleri yoktu. Zaten hazırlık ve hesaplarını da kervan üzerine yapmışlardı.

Rasûlullah ashâbıyla yeniden istişare etti. Kervanın peşine mi düşülmeliydi; yoksa müşrik ordusuna karşı mı durulmalıydı. Rasûlullah ve Muhâcirler ordunun karşısına çıkılması taraftarıydılar. Ensâr, Akabe beyatında Rasûlullah'ı Medîne'de korumak üzere söz verdikleri, şimdi ise Medîne dışında oldukları için Rasûlullah onlara düşüncelerini sordu. Görüşmelerden sonra onlar da Muhâcirlerle birlikte savaşmaya karar verdiler.

Bu sırada Ebû Süfyân'ın başında bulunduğu kervan Mekke'ye ulaştı. Ebû Süfyân müşriklere, “Siz kervanınızı korumak için harekete geçtiniz. Kervanınız güvende olduğuna göre savaşmanıza lüzum kalmadı, geri dönün” diye haber gönderdi. Ancak çoğunluk savaşma taraftarıydı. Ebû Cehl, “Müslümanları öldürmeye bile lüzum yoktur. Ellerini bağlayıp onları tekrar Mekke'ye götüreceğiz ve böylece İslâm da bitecek” diyordu.

Nihâyet 17 Ramazân [13 Mart 624] Cuma günü sabahleyin iki ordu Bedir kuyularının bulunduğu yerde karşılaştı.

Mekke müşriklerinin çokluğuna rağmen Allah'ın yardımıyla zafer inananların oldu. Mekkeli müşriklerin elebaşılarının bir kısmı öldürüldü, bir kısmı esir alındı, birçok da ganimetler elde edildi. Bu zafer, Müslümanları siyasî, askerî ve iktisadî açıdan çok güçlendirdi.

https://youtu.be/xOkpycunhh4 Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 439. Bölüm Enfal Suresi 1. Bölüm.

https://youtu.be/3kNRxgmeyN8 Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 440. Bölüm Enfal Suresi 2. Bölüm

https://youtu.be/3n6v30-jfLU Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 441. Bölüm Enfal Suresi 3. Bölüm.

https://youtu.be/LLadqdBqZWk Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 442. Bölüm Enfal Suresi 4. Bölüm

RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA

MEAL:

1. Sana enfâl'den [bahşişlerden] soruyorlar. De ki: “Enfâl Allah ve Elçisi içindir [kamu içindir]. Onun için siz, mü’minler iseniz, Allah'a takvâlı davranın, birbirinizle aranızı düzeltin ve de Allah'a ve Elçisi'ne itaat edin.

2-4. Hiç şüphesiz mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen ve O'nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, imanca güç kazanan ve yalnızca Rabb'lerine tevekkül eden kimseler, salâtı ikâme eden ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak eden kimselerdir. İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir. Onlara Rabb'leri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızık vardır.

5-6. Ve gerçek, açığa konduktan sonra, sanki göz göre Rabbinin seni, gerçek ile evinden çıkardığı gibi –ki şüphesiz mü’minlerden bir kesim de kesinlikle hoşlanmıyorlardı– kendileri ölüme sürükleniyorlarmışçasına, gerçek hakkında seninle tartışıyorlardı.

7-8. Ve hani Allah size iki tâifeden birinin kesinlikle sizin olacağını vaad ediyordu. Siz ise şanı ve şerefi olmayan şey kendinizin olsun istiyordunuz. Allah da, kelimeleriyle hakkı yerine oturtmak ve suçluların hoşuna gitmese de gerçeği ortaya çıkarmak ve bâtılı yok emek için kâfirlerin arkasını kesmek istiyordu.

9. Hani siz Rabbinizden yardım diliyordunuz da O [Rabbiniz], “Şüphesiz Ben, işte ardarda bin melekle size yardım ediyorum” diye icabet etmişti.

10. Bunu da O [Allah], sırf size bir müjde olsun ve bununla kalbleriniz yatışsın diye yapmıştı. Ve yardım ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, azîz'dir, hakîm'dir.

11. Hani O [Rabbiniz], yine Kendi katından bir güven olarak bir uyku sardırıyordu. Sizi kendisiyle temizlemek, şeytânın pisliğini/zararını sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sağlam durdurmak için gökten üzerinize bir su indiriyordu.

12. Ve hani, Rabbin meleklere vahyediyordu: “Şüphesiz Ben, sizinle beraberim, hadiyin inanmış kimselere sebat verin. Ben, küfretmiş kimselerin yüreğine korku salacağım, hemen boyunların üstüne vurun, onlardan tüm parmak uçlarına [eklemlerine] da!”

13. İşte bu [kâfirlerin cezalandırılışı], Allah'a ve Elçisi'ne karşı gelmeleri nedeniyledir. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne karşı gelirse, bilsin ki Allah, azabı çok çetin olandır.

14. İşte artık, bunu tadın. Şüphesiz ki, âhirette kâfirler için ateşin azabı da vardır.

15. Ey iman etmiş kimseler! Toplu olarak kâfirlerle karşılaştığınız zaman, hemen onlara arkalarınızı dönmeyin.

16. Ve böyle bir günde her kim onlara, –tekrar dönüp çarpışmak için geri çekilmek veya diğer bir safta yeniden mevzilenmek hâlleri hariç– arkasını dönerse, kesinlikle Allah'tan bir gazaba uğramış olur ve onun varacağı yer cehennemdir. Orası da ne kötü bir dönüş yeridir.

17. Artık, onları siz öldürmediniz, lâkin onları Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, lâkin Allah attı. Ve mü’minleri bundan güzel bir bela ile belâlandırmak [güzelce sınamak] içindi. Şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.

18. İşte! Şüphesiz Allah, kâfirlerin tuzağını zayıflatandır.

19. Fetih istiyorsanız, işte size fetih gelmiştir. Ve eğer son verirseniz, bu da sizin için daha iyidir. Yok eğer dönerseniz, Biz de döneriz. Her ne kadar toplumunuz çok olsa da size hiç bir şekilde, hiçbir zaman fayda vermeyecek. Ve şüphesiz Allah, mü’minlerle beraberdir.

20. Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve Elçisi'ne itaat edin. İşitip dururken ondan yüz çevirmeyin!

21. İşitmedikleri hâlde “işittik [vahye kulak verdik]” diyenler gibi de olmayın!

22. Şüphesiz yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü, aklını kullanmayan şu sağırlardır, dilsizlerdir.

23. Ve eğer Allah, onlarda hayır olduğunu bilseydi kesinlikle onlara işittirirdi. Ve eğer işittirseydi yine de onlar, geri duranların ta kendisi olarak sırt dönerlerdi.

24. Ey iman etmiş kimseler! O [Elçi] sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman, Allah'a ve Elçi'ye icabet edin. Ve bilin ki Allah, kişi ile kalbi arasına girer. Ve siz kesinkes O'nun huzurunda toplanacaksınız.

25. Ve sadece sizden zâlim olanlara isâbet etmeyen fitnelerden korunun ve hiç şüphesiz Allah'ın, azabı çetin olan olduğunu bilin.

26. Ve hatırlayın; hani sizler sayıca azdınız, yeryüzünde zayıf bırakılmıştınız, insanların sizi kapıp yakalamasından korkuyordunuz da O [Allah], şükredersiniz diye barındırmıştı, sizi yardımıyla desteklemişti ve size temiz-hoş şeylerden rızıklar vermişti.

27-28. Ey iman etmiş kimseler! Allah'a ve Elçi'ye ihânet etmeyin. Bile bile kendi emanetlerinize de ihânet etmeyin. Şüphesiz mallarınızın ve evlatlarınızın, kesinlikle fitne olduğunu ve kesinlikle de Allah katında çok büyük ecir olduğunu bilin.

29. Ey iman etmiş kimseler! Allah'a takvâlı davranırsanız, O, size bir furkân [hakkı bâtıldan ayırdedecek bir anlayış] verir ve sizden kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar. Allah çok büyük lütuf sahibidir.

30. Ve hani bir zaman, şu küfretmiş olan kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak kurarken Allah da tuzak kuruyordu. Ve Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.

31. Onlara âyetlerimiz okunduğu zaman da, “İşittik, dilersek bunun gibisini biz de söyleriz, bu, evvelkilerin efsanelerinden başka bir şey değildir” demişlerdi.

32. Bir vakit de onlar, “Ey Allahım! Eğer bu Senin katından gelmiş bir hakkın/gerçeğin ta kendisi ise, hiç durma üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi.

33. Hâlbuki sen içlerinde iken Allah onlara azab edecek değildi. İstiğfâr ettikleri sürece de Allah onlara azap edici değildir.

34. Ve onların, kendileri Mescid-i Harâm'ın velîleri olmadıkları hâlde ondan menedip dururlarken Allah'ın kendilerine azap etmemesi için neleri var? Onun velîleri sadece muttakilerdir. Velâkin onların çoğu bilmiyorlar.

35. Ve onların Beyt'in [Ka‘be'nin] yanındaki salâtları, sadece, ıslık çalmak ve el çırpmaktır. –Öyleyse küfretmiş olduğunuzdan dolayı bu azabı tadınız!–

36-37. Şüphesiz, mallarını, Allah yolundan alıkoymak için sarfeden o küfretmiş olan kişiler; yine onu sarfedeceklerdir. Sonra o, bir pişmanlık olacak, sonra da Allah'ın, murdarı temizden ayırdetmesi için ve bir de murdar kısmını birbiri üzerine bindirip hepsini bir araya getirmesi, sonra da topunu birden cehenneme koyması için yenileceklerdir. Ve küfretmiş olan kişiler cehenneme toplanacaklar. İşte bunlar, o hüsran içinde kalanların ta kendileridir.

38. Küfretmiş olan şu kimselere de ki: “Eğer bu işe son verirlerse daha önce yaptıkları bağışlanacak. Yine de dönerlerse, kesinlikle önceki ümmetlerin sünnetleri [onlara uygulanan kurallar] devam etmiş olur.”

39. Ve fitne kalmayıp, din tamamıyla Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık vazgeçerlerse bilinsin ki, şüphesiz Allah, yaptıklarını en iyi görendir.

40. Ve eğer onlar geri dururlarsa, artık siz, şüphesiz Allah'ın mevlânız olduğunu bilin. O, ne güzel mevlâ, ne güzel yardımcıdır!

41. Yine, biliniz ki, eğer siz Allah'a iman etmiş, hakk ile bâtılın ayrıldığı o gün; iki ordunun karşı karşıya geldiği o gün [Bedir günü], kulumuza indirdiğimiz âyetlere iman etmiş iseniz, biliniz ki, herhangi bir şeyden ganimetleştirdiklerimiz; artık onun beşte-biri, Allah, Elçi, yakınlığı olanlar, yetimler, miskinler ve yolda kalmışlar içindir. Ve Allah, her şeye güç yetirendir.

42. Hani siz vâdinin yakın bir yamacında idiniz, onlar da uzak yamacında idiler. Kervan da sizden daha aşağıda idi. Şâyet onlarla sözleşmiş olsaydınız da, buluşma yerinde mutlaka anlaşmazlık çıkarırdınız. Fakat olması gereken işi Allah'ın gerçekleştirmesi için; helak olan apaçık bir delil gördükten sonra helak olsun, sağ kalanlar da yine apaçık bir delilden sonra yaşasın diye... Şüphesiz Allah, en iyi işitendir, en iyi bilendir.

43. Hani o vakitler Allah sana uykunda onları az gösteriyordu. Eğer O [Allah], onları sana çok gösterseydi mutlaka korkmuştunuz ve o iş [savaş] konusunda anlaşmazlığa düşmüştünüz.. Fakat Allah güvenlik sağladı. Şüphesiz O, gönüllerde olanı en iyi bilendir.

44. Ve hani olması gereken bir şeyi gerçekleştirmek için, onlarla karşılaştığınız vakit onları sizin gözünüze az gösteriyordu. Sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Ve bütün işler yalnızca Allah'a döndürülür.

45. Ey iman etmiş kimseler! Başarmanız/zafer kazanmanız için, bir topluluk ile karşılaştığınız zaman sebat edin ve Allah'ı çokça anın.

46. Yine Allah'a ve O'nun Elçisi'ne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin. Sonra korkuya kapılırsınız ve rüzgârınız/kokunuz [gücünüz-canınız] gider. Ve sabırlı olun. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.

47. Çalım satarak ve insanlara gösteriş yaparak yurtlarından çıkan ve Allah yoluna engel koyan kimseler gibi de olmayın. Ve Allah, onların yaptıklarını çepeçevre kuşatandır.

48-49. Hani o, münâfıklar ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler, “Şu adamları dinleri aldattı” dedikleri sırada, şeytân, onlara amellerini çekici göstermiş ve onlara, “Bugün sizi insanlardan bozguna uğratacak kimse yoktur ve ben de sizin yardımcınızım” demişti. Sonra da, ne zaman ki, iki topluluk birbirini görür oldu, o, iki topuğu üstünde geri döndü ve, “Şüphesiz ben sizden uzağım. Şüphesiz ben, sizin görmediğinizi görmekteyim, şüphesiz ben, Allah'tan korkmaktayım” dedi. Ve Allah, sonuçlandırması/cezalandırması pek şiddetli olandır. Ve her kim Allah'a tevekkül ederse bilsin ki, şüphesiz Allah, azîz'dir, hakîm'dir.

50-51. Ve sen, melekler o kâfirlerin yüzlerine ve sırtlarına vurarak, “Tadın bakalım kızgın ateşin azabını! İşte bu, sizin kendi ellerinizle meydana getirdiğiniz şeyler sebebiyledir. Ve şüphesiz Allah, kullara hiçbir şekilde zulmeden biri değildir” diye onları vefat ettirirken bir görseydin.

52. Tıpkı Firavun'un yakınları ve onlardan öncekilerin gidişi gibi onlar da Allah'ın âyetlerini tanımadılar da Allah, kendilerini günahları yüzünden yakalayıverdi. Şüphesiz ki Allah, kavî'dir [çok güçlüdür], cezası/sonuçlandırması çok şiddetli olandır.

53. Bu, şüphesiz bir kavim [toplum], kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah'ın, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici olmayışı, ve şüphesiz Allah'ın en iyi işiten, en iyi bilen olması nedeniyledir.

54. Tıpkı Firavun'un yakınları ve onlardan öncekilerin gidişi gibi, onlar da Rabb'lerinin âyetlerini yalanladılar. Biz, onları günahları yüzünden helâk ettik; Firavun'un yakınlarını suda boğduk. Hepsi de zâlim kimseler idiler.

55-56. Şüphesiz, Allah katında canlıların en kötüsü, küfredip de iman etmeyen kimseler; kendileriyle antlaşma yaptığın hâlde her defasında antlaşmalarını bozan kimselerdir. Onlar takvâlı da davranmazlar.

57. Artık onları harpte yakalarsan, ibret almaları için onlarla birlikte arklarındaki kişileri dağıt.

58. Eğer bir toplumdan; hâinlik yapmasından korkarsan, aynı şekilde antlaşmayı bozduğunu kendilerine bildir. Şüphesiz Allah, hâin kimseleri sevmez.

59. O küfretmiş kimseler, kendilerinin öne geçtiklerini de sanmasınlar. Şüphesiz onlar âciz bırakamazlar.

60. Ve siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki, onlarla, Allah'ın düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ve Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz, bunlardan aşağı daha başkalarını korkutasınız. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz hakksızlığa uğratılmazsınız.

61. Ve eğer onlar barış için yanaşırlarsa, sen de ona [barışa] yanaş! Ve Allah'a tevekkül et. Şüphesiz O [Allah], en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisidir.

62-63. Ve eğer onlar, sana hile yapmak isterlerse, bil ki şüphesiz sana Allah yeter. O, seni Kendi yardımıyla ve mü’minlerle güçlendirendir. Ve onların [mü’minlerin] gönüllerini kaynaştırandır. Sen yeryüzünde ne varsa hepsini topluca harcasaydın yine de onların gönüllerini kaynaştıramazdın. Ama Allah, aralarını kaynaştırdı. Şüphesiz O, azîz'dir, hakîm'dir.

64. Ey Nebi! Sana ve mü’minlerden sana uyan kimselere Allah yeter!

65. Ey Nebi! Mü’minleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi (kişi) olursa ikiyüze gâlip gelirler. Ve eğer sizden yüz olursa, şüphesiz bunlar, anlayışsız bir toplum olduklarından dolayı, şu küfretmiş olan kişilerden bin kişiyi yenerler.

66. Şimdi Allah, sizden hafifletti ve sizde şüphesiz bir zaaf olduğunu bildi. O hâlde sizden sabırlı yüz kişi olursa ikiyüzü yenerler. Ve sizden bin olursa Allah'ın izniyle ikibini yenerler. Ve Allah sabredenlerle beraberdir.

67. Yeryüzünde ağır basmadıkça, kendisi için esirler oluşturması hiçbir peygambere uygun değildir. Siz dünya genişliğini istersiniz, Allah da âhireti ister. Ve Allah, azîz'dir, hakîm'dir.

68. Eğer Allah'tan bir yazı olmasa idi kesinlikle aldığınız şeylerden dolayı size büyük bir azap dokunurdu.

69. Artık elde ettiğiniz ganimetten helâl ve hoş olarak yiyin ve Allah'a takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

70. Ey Nebi! Esirlerden elinizde olan kimselere de ki: “Eğer Allah sizin kalblerinizde bir hayır bilirse, sizden alınandan daha hayırlısını size verir ve günahlarınızı bağışlar. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.”

71. Ve eğer sana hıyanet etmek isterlerse iyi bilsinler ki, bundan önce onlar, Allah'a hâinlik ettiler de O [Allah], mü’minlere onlardan fazla imkân verdi. Ve Allah, alîm'dir, hakîm'dir.

72. Kuşkusuz şu iman etmiş, hicret etmiş, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşan ve barındırıp yardım eden kimseler; evet işte bunlar, bazısı bazısının velîsi olanlardır. İnanan ve hicret etmeyen kimselere gelince, hicret edene kadar, onlara yakınlık söz konusu değildir. Ve din uğrunda yardım isterlerse, aranızda antlaşma bulunan bir halk zararına olmaksızın, onlara yardım etmeniz gerekir. Ve Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir.

73. Küfretmiş olan şu kimseler de, birbirlerinin velîleridirler. Eğer siz de onu yapmazsanız, yeryüzünde büyük bir kargaşa ve fitne çıkar.

74. Ve o, iman eden, hicret eden ve Allah yolunda cihad eden kimseler ile, barındıran ve yardım eden kimseler; işte bunlar, gerçek mü’minlerin ta kendileridir. Bunlar için bir mağfiret ve saygın bir rızık vardır.

75. Ve bundan sonra, inanan ve hicret eden ve cihad eden kimseler; artık onlar da sizdendirler. Akraba olanlar da, Allah'ın kitabına göre, birbirlerine daha yakındırlar. Şüphesiz Allah, en iyi bilendir.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
 

Bookmarks

Etiketler
enfal, suresi


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 11:42 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam