hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > CİHAD > Cihad > Fidye ganimet

 
 
Seçenekler Stil
Alt 31. October 2011, 08:13 PM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart Ganimet

Konunun ''Enfal'' kavramı içinde irdelenmesi gerekir.Bu nedenle biz bu yazıya alt konu olarak ''Enfal-Ganimet'' başlığı altında yayınlayacağız.Konu ''Adalet ve Rahmet'' adlı siteden aktarılmış olup, kendimizde o cüret ve yetkinliği bulmadığımızdan, bütünlüğüne müdahele etmeden dört bölümde sunacağız.
Takdirlerinize.


Enfal-Ganimet:1.

Önce kavramın ibadetler alanındaki ıstılahı anlamını açıklayalım ki, etimolojik ve ekonomik anlamına sıra gelsin. İslam âlimleri insanın Allah’a karşı kulluk görevleri ve bunun ihtiram ve dua alanında yapılan görevlerin muhkem hükümlere dayanan mecburiyetler kısmına “vazife” anlamında farz demişler. Sonra vacipleri sıraya koymuşlar. Gerçi farzla vacip iç içedir. İnsanın “üzerine vazife” olan mecburiyetlerdir. Konumuz sözü vacibe getirmek olduğu için fıkhın kategorik ayrım ve detaylarla verdiği dinin çeşitli derecelere ayırdıkları mükellefiyetleri verecek değiliz. Nafilenin genel anlamını “üzerine vazife olmayanı yapmak” diye tanımlarsak, bu tanım en şümullü tanım olur. Buradan alarak gerek namaz oruç gibi nevi şahsa bağlı yükümlülükler dışındakilere giden anlamı olan “fazladan ve sevap beklentisiyle yapılan şahsi ibadetler”’in bu alanda ki tanımı verdiğini anlarız. Özü ise “Allah rızasını kazanmaktır”. Bunda bir beis yoktur ve fazla zikir, dua zarar değil rızaya yönelik ihlâstandır.

Yine hayırlı ameller alanında insanlara yapılması gereken iyi muamele, adaletli şahitlik, infak ve sadaka gibi alanlarda eşit paylaşma üzerine kurulu ensariyeti aşıp, kendini ihmal edip “İsâr” yapmak ihsandan olduğu için bu da bir nafiledir. Bunu da örneklendirelim. Emeğiyle geçinen bir insanın kamu işletmelerinde-devlette çalışıp artık değerini kamuya bırakması farzdır. Kamuya-devlete çalışan kişi (emekçi veya memur) buradan aldığı ''maaş-istihkak'' ile hem kendisinin hem de iyalinin geçim masraflarını karşılamış, maişet vecibesine uymuş ve hem de aldığı maaşın üzerinde ürettiğinin veya emeğinin fazlasını ''artık değerler'' olarak kamuya-devlete bırakmış olduğundan vergi kaybına sebebiyet vermemiş, böylece dinin kendisine yüklediği görevi yerine getirmiştir.. Şimdi bu insan farzı yerine getirmekle yetinmeyip, her gün kamuya bedel almadan bir saat fazla mesai yaparsa, Allah rızasını ve toplumun da hoşnutluğunu kazanmayı amaçlarsa, işte bu fiili nafile (Fazladan veya farza ilaveten) ibadettir ki, beyyine suresinde tanımlanan, kayyime nitelikli(İslam) tanımındaki ihlâs ve ihsandır.

Bunun dışında, bir kimsenin kendisini ve ailesini geçindirmek için zirai, ticari v.s alanlarına iş yapması mubahtır. Nafile, bir işgüzarlık değildir. Zaruret gereği olduğu için kamuya maaşla çalışma farzı yerine getirilmemiş olsa da, ilkel toplumlar sosyal hukuk devletini kuramadıklarından bu yöne mecburi bir yöneliş vardır. Koşulu ise maişeti aşmamaktır. Aşanın vergi(Zekât) olarak verilmesi koşuluyla tuğyan ve fısk değildir. Fısk ve tuğyan ise kamu kuruluşlarının özelleştirilerek, farzı yerine getirecek dindarın mübah ve çoğu kez de günah sahaya yönelmesiyle müslümanın dinini yaşamasının önünü kesmektir. Çünkü bu andan itibaren sadece geçimlik için iş kuranların sayısı azalarak “üzerine vazife olmayan” büyük işler tutulup ve az bir vergiyle müslümanın bu alanda farzı olan Mu'minun-4 ve Nahl–71 ayetlerini inkâr eden ve münafıklarca icad edilip desteklenen yeni ve hak olmayan bir din sahneye konulmuştur.

Çünkü geçimliği aşan büyük işletmeler kurmakta kamu yararı varsa buna toplum-siyaset ancak Hazreti Ali’nin tanımladığı İslami zekât olan ailesinin geçimliği dışında kalan her kuruşu zekât(vergi) olarak ve toplumun geri kalanının infakı için vermesi koşulu ve şartı müteşebbise şart koşularak izin verilir. Bu şartlara uymak nafile ibadettir. Bu şartlara uymamak ise yine nafilenin anlamlarından birisi olan “üzerine vazife olmayan işi yapmak” ve günaha girmektir. Çünkü artanı infak etmeyip sermayesine ekleyerek bunu devam ettirmek mecburiyeti olduğu için(Kapitalist üretim tarzının doğasında vardır) vergisini(infakını) eksik verdiğinde o toplum İslam dışı iş yapmış ve misakını Yemin-i Bânus (az vergi-kapitalizm) üzere sosyal siyaseti uygulamıştır. Son asırlarda İslam'ın yerine getirilip konulan batıl dini anlayışın icadı bu merkezdedir. Bunun sözlüklerdeki örneği “Nefel” kavramıyla karşılanır. Şöyle ki;

Nefel: Ulul-Emrin müsaadesini almadan savaş yapıp ganimet alan az sayıdaki topluluk.

Ulul-emr kamu adına karar vermeye yetkili mülke vaziyet eden mercilerdir; ki monarşide kral, demokraside kanun ve kararname çıkarmaya yetkili merciler ve tabiî ki ulus adına savaş kararı almaya yetkili parlamentodur demokratik sistemlerde. Nefel olgusuna misal Osmanlıda uçbeyleri uygulamasıdır. Bu ise komşu toplumlara akın düzenleyerek bir kırık iğne ganimet alsalar dahi din ve Kuran açık hükümlerine göre helal iş yapmış olmazlar. Çünkü hem niyette olmayan(niyette olursa, gaza sevabı alınamaz) ancak savaşın doğal sonucu olarak ağırlıkların bırakılması sonucu ele geçen maddi değerler niteliği akıncı küçük birliklerde yoktur. Onu geçim yolu yapmışlar. Ganimet almayı niyetlerine bulaştırmışlardır. Hem de bu örnek oluşturan kavramın özü bize, karar ve işleme yetkisi kamuya ait olan bir alanın “kâr ve kazanç” amacıyla ferdi teşebbüsçe kullanılması”nın dinen haram işlerden olduğunu gösterir. Hatta Kamu yetkilileri kendi yetkileriyle seferberlik ilan etseler de, peşinen ganimeti hiç düşünmemiş bile olsalar da, sonunda kendilerine buradan bir pay verilme teklifini ret etmeyip kabul etmeleri, askerlerin cihad sevabından üçte ikisini kaybetmelerine sebep olacağını bize Resulullah, hadislerinde bildirmiştir. Buna ammenin ve toplumun zorunlu ihtiyacını karşılamasına şiddetle ihtiyaç haline gelmiş olması yetmez. Bunu üstlenecek olanın bu işi bir kâr amacıyla yüklenmemesi ve onu bir kâr kapısı görmemesi şartını da içerir. Yaptığı işin getirisi bütün kamunun hesabına olmalıdır. Şunu da vurgulayalım ki, Ganimetin akıbeti savaş hukukuyla, Enfal ve Fey'in hükmü normal zamanların kazanma ve paylaşım alanıyla ilgilidir.

Hak dinde ve gerçekten medeni toplumlarda savaş bir cinayettir. Belirli koşullarda izin verilecek işlerdendir. Vatan savunması gerekli kılmışsa meşru müdafaa şartlarında savaş helâldir. Bir de mazlum durumundaki bir topluluk zulüm görmekteyse, bu zulmü başka türlü baskılarla önlemek mümkün değilse mazlumun imdadına yetişmek için yetkili ve ehil organlar buna karar verir. Bu haller dışında hakdin savaşı hoş görmez. Ama maalesef bu kurallar daima ihlal edilmiştir. Genişleme amaçlı savaşlar ve içinde ganimet düşüncesi olan savaşlar da yapılagelmiştir. Oysa ganimet akıldan bile geçirilmemesi gerekir. Yani ilk hedefler içinde değil, en son hedefler içinde dahi bulunmaması gerekir. Savaş ganimeti niteliğindeki arızi kazanım bir sonucun tasfiyesinden ibarettir. İmha da edilebilirdi. Allah ve Resulü bunun amaçlar içinde bulunmasını istemez. Sonuçlar içinde haliyle yenilen düşman bir ağırlık bırakarak ve ölü askerlerin elbiseleri ve zati eşyalarını bırakarak çekilir. Bunun tekrar düşmana iadesi düşünülemez. Çünkü lojistik açıdan tekrar kuvvetlenerek saldırma azmini körükler. Yine giyecek ve yiyeceklerin ateşe verilmesi de israftır. Bunun için Allah bu alanda şaşırıp kalmayalım diye, amaç olmayıp sonuç olarak ele geçmiş bulunan bu maddi değerlerin kimlere verileceğini Enfal–41. ayette düzenlemiştir. Bunu birinci ayetle karıştırmamak gerekir. Birinci ayeti anlamak için Nefel kavramı başvurulması gereken bir kavramdır. Çünkü bu hal fey kavramının da dışında bir kavramdır(Haşır–7).
(Haşr-7:"Allah'ın, fethedilen bölge halkından, Resulüne verdiği savaşsız ganimet (fey), Allah'a, Resul'e, yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolcuya aittir....(Bu böyle takdir edilmiştir)ki (varlıklar) sizlerden (sadece) zenginler arasında elden ele dolaşan bir şey olmasın! Resul size ne verdi ise onu alın(kabul edin); sizi ne'den engelledi ise, ona son verin! Allah'tan(yaptıklarınızın sonucunu ahırette kesinlikle yaşatacağı içindir ki) korunun.... Muhakkak ki Allah'ın azabı çetindir."

Nefel kavramı, ayeti kavramamızda önemli bir olgudur. “Üzerine vazife'' olmadığı fazladan gelir getiren işlere burnunu sokan ve mubah sınırının ihtiyaç miktarını dinlemeyen bir büyük iş yapmaya çıkanlar olacak. Bunlara toplumun muvafakati ve hem de ihtiyacı olacak. Yani kamu eliyle yapılmasına güç yetişmeyecek, teknik açıdan da bilgili olunan kamu personeli bulunmayacak ki, buna ehil bir firma bunu yapmaya talip olacak ve eğer yöneticiler gerçekten müslümansa bunda sadece ''kamu yararı'' var mı? diye enine boyuna düşünerek karar verecekler. Yoksa hak dinde işler kamu adına elbirliğiyle yapılır. İnsanlar da kamuya maişetle çalışmak gibi çok önemli ve farz kavramının oluşumunun mantığı olan maişet karşılığı çalışma dini hak ve görevlerini yerine getirirler. Bu kurumların kurulmasının ihmali ve satılmasına ön ayak olmak ise, din özgürlüğünün ihlali, Sebilullah’a karşı açılmış savaştır.

Bütün bu hassasiyetler gösterildikten sora, kamu yararı gerçekten oluşmuşsa bunu maişet karşılığına razı olup Allah için iş yapacak en uygun kişiye ihalesi yapılır. Veya devamlı işlerden ise, kamu kendisini toparlayıp bizzat kendi mütedeyyin(maişete razı gani gönüllü dini-kayyime mensubu) insanlar eliyle yapma imkânı doğana kadar verilir. Bu işi yüklenen kamu dışı kuruluş, masraf ve ailesinin geçimliği için yeterli olan kazancı dışındakini götürüp Beyt el mal hazinesine eksiksiz teslim eder. İşte bu iş bu şartla Enfal olmaktan çıkar. Mubah sınırında kalır. Nerede öyle özel teşebbüs? Olmayacağı için de Allah yasaklama yerine, hüküm koymuş ve burada ''masraf ve iyalinin geçimi dışında kalan benimdir'' diyor. Kendi ihtiyaçtan münezzeh olduğu için de Beytü’l mal’de şu fasıllarda harcanmak üzere kamunun emrine vereceksin diyor. Bu işin nafile olarak ifade edilmesinin sebebi farzı yerine getirdiği ve onun ötesine geçtiği için değil. Aksine farz olan kamuya maişet karşılığı çalışmayı ihmal edip, nafile(kamunun buna hiç ihtiyacı yokken fuzuli olarak ve tabiî ki zengin olmak amacıyla) bu işe girişen insana fuzuli bir işe kalkışan anlamında "Nefel işleriyle iştigal eden" denilir. Öyle ya geçimliğin(Farz=maaş) sana yetmiyor mu, dünyaya bolluk içinde sefa sürmek için mi geldin de boş(batıl) bir amaç için fazla kazanmaya soyundun. Bu iş fuzuli ve hem de çok sorumluluk isteyen iştir. Para eline geçtiğinde insanların çoğu fazlayı kamuya iade etmemek için kıvırır dururlar. Sen de bu ihtirasın nedeniyle bunun şartlarını yerine getiremeyeceksin; nafile iş yapmayı kafana koymuşsun…

Bu yol hami-mahmi(koruyan-korunan) ve Isr hamele(ağır iş) türündendir ki, ilkel toplumlarda, sosyal devleti kuramamış toplumlarda, bir çözüm olarak izin verilir. Ama sosyal devletini kurmuş, kamu iktisadi teşekküllerini faaliyete geçirmiş gerçek dindar bir toplumdan geriye dönüp, farz ibadeti yerine getirecek milyonlarca maaşla kamuya çalışacak insanların dinlerine engel olacak eylemlere girişip özelleştirenler kendilerini ateşten nasıl kurtaracaklardır? Çünkü bilerek ve isteyerek Allah ve Resulüne savaş açmışlardır. Enfal–1 Ayet nesholdu diyen din yorumcuları siz bunun hesabını nasıl vereceksiniz? Fey ile ganimetin, ganimetle enfal’in arasındaki farkı bilmeden ahkâm kesenler, siz iftira etmekten dolayı bu günahın altından nasıl kalkacaksınız?

Enfal kavramı üzerinde feraiz yapıldığında daha nice şeyler çıkar ortaya. Mesela Ene-Nefal, İn-Nefal gibi. Allah ve meleklerinin işlere katkıları dolaylı değil kesin faaliyetleri. Yani onun koyduğu evrensel yasaların ürün ve üretime teknolojik katkıları. Mesela madenlerin meydana gelmesi tamamen Allah ve onun meleklerinin kesin fiilleriyle meydana gelmiş cinstendir. Petrol de öyle. Elektrik enerjisi de öyle… Biz buralara girmiyoruz. Konuyu daraltarak inceliyoruz.
(Melek kavramı için ''İşte Kur'an'a'' bakılmalıdır.G.Y.)
Bu konunun ruhu ''komşuluk'' statüsüne geçerek mülkte iştiraki terk edenlerin uyması gereken koşulların düzenlenmesidir. Fey gelirlerinin Allah ve Resulüne( hem nebiye hem de Melek olan elçilere-iş bitiricilere) ait olduğu daha Enfal suresinin başında bellidir. Enfal bir yönü ile “Nefel” kavramından türemiş olup, ammenin toplu ve amme ad ve hesabına iş görmesi dışında iş yapılması anlamına gelmektedir. Onun için Mescid el haram ve Beyt El mal nam ve hesabına iş yapıp değer üretmekten yüz çevirenler “ Sun’u’” Mahir terziler olarak nitelendirilmiştir. Beyt'de terzi elinden geçmemiş elbisenin(İhram) kullanmanın mesajlarından biri de budur. Özel girişim nam ve hesabına sınatı kullanarak, refah ve servetini artırmak, onun için Enfal olarak nitelendirilmiştir.

Bu yolla kazancın Allah ve Resule ait olduğunu, o nedenle Enfal suresi belirtmiştir. Bu resul kavramı arasında elbette ki selam ona Mikâil de dâhildir. Çünkü doğa ve onun yasaları denilen Allah kanunları ( Sünnetullah) insanlar anlasın diye o isimlendirme ile sıfatlanmıştır. Enfal suresinin 1. ayeti kesindir. Bu tür faaliyetlerin getirisinin aristokratlara gitmesini önlemek ise, hak dinin asli görevidir. Çünkü, Enfal suresi, ”Nefal” faaliyetlerinde bulunanlara şu hitabı yapmaktadır. Ey Beyt el Mal’a aldırmadan ve danışmadan hayvan, insan, başka insanların istihdamı, doğal enerji ve teknoloji kullanarak kazananlar, yeryüzünde kök salacakmış gibi düşünüp te bunlarla kendinizin ve iyalinizin, sınıfınızın kâşanelerini ve benzeri “Benâ-i Ahrar” mizaçlılar gibi ikbal avcılığınızı pekiştirmeyin. Bu kazanç yolu ile kazanılandan insan çalıştırmışsanız, onun hakkını kıst üzere ödedikten ve iyalinin zorunlu ihtiyaçları için geçimliğini çıkarttıktan sonra, şu mahrum ve mağdur, muhtaç kesimlere bütçede eşit fasıllar ayırarak infak edin demektedir.

Enfal suresi Ayet–1. ;
“Sana Enfalden sorarlar. Deki, Onlar Allah ve Resul içindir ( Beyt el Male iade edilirler). O Halde Allah’tan korkun ve aranızda barış ve esenliği kurun. Eğer müminler iseniz, Allah’a ve onun resulüne itaat edin”

Demek ki, İslam üzere teslim olmanın önemli şartlarından birisi, Nefel olarak yapılan faaliyetlerin getirisinin müktesibin(edinenin) değil, Allah ve resulünün olduğunun bilincinde olmak. Bu getiri, meleleşmek(para babası olmak) için değil, sulh ve barışın sağlanması için kullanılır. Sulh ve barış ise mülk şehvetinin hararetinin düşürülmesinden başka bir şeyle sağlanamaz. Bu tür, zirai, sınaî ve ticari faaliyetlerin getirisinin, itidal üzere iyalinin infakından artanının Beyt el Male aynen iadesi gerekmektedir. Islah olmuş ve salih amel sahibi olmak için ilk şart budur. İmtiyaz istemek, vergi muafiyetleri talep etmek, artanı servet ve sermaye yapmak, lüks konaklar inşa etmek için değildir. Bu yol Yahudi ve Hıristiyanların dalalet yoludur. Onun için Beyyine suresi bizi uyarmaktadır. İşte, kişinin dininin İslam olarak nitelemesini hak edebilmesi için bu üretim ve paylaşım biçimlerine göre programlanması şarttır. Bunun imanın şartı olduğunu da bu sure şu şekilde anlatır.

Enfal suresi Ayet–2
“Mümin olanlar ancak o kişilerdir ki, Allah anıldığında yürekleri ürperip titrer ve onlara Allah ayetleri okunduğunda, bu onların imanlarını artırır.”

Çünkü bunu adil ve rahim bulurlar. Ve onlar, YALNIZ RABLERİNE GÜVENİR DAYANIRLAR. Mülke dayanmak ve bununla mutmain olmak yolunu tutmazlar. Çünkü bu putperestliktir. Onlar ''Hasbüna Allah ve ni’mel Mevla ve ni’mel vekil'' derler. Bunda karar kılmak için de kollektif dayanışmanın yolu ensariyet üzere yaşarlar. Çünkü hak ve Adalet duygusu mizaçlarının bir parçası olmuştur, nerede eşitlik ve kardeşliği emreden bir hüküm görseler memnun olurlar. Nerede de antisimetrik bir yorum görseler rahatsız olurlar. Enfal suresi, o insanların Mescid el haram çerçevesi dâhinde yaşamasalar, komşuluk ilişkisi içinde bulunsalar dahi o kıbleye yöneldiklerini, Musalli olanın bilincinde varmış insanlar olarak havra ve manastır kollektivistlerinin ( Ensar’ın) yaşam biçimi olduğunu, ''na-maz''ın (kapitalist olmamanın) eksiksiz ve hakkını vererek kılmanın sosyo ekonomik anlamının bu olduğunu şöyle tanımlar.

Enfal suresi Ayet–3;
“Onlar namazı dosdoğru kılarlar; Kendilerine rızık olarak sunduklarımızdan bol bol dağıtırlar”

Keremkarlık örneği. Daha doğrusu İhsan ve Muhsinlik idealist örneği budur. Daha da önemli bir çıkarım ise, Namazın(salatın) dosdoğru ikame edilmesi çok bol bir şekilde çevre ile paylaşmaktır. Sadece seccade namazı şeklinde kalan ubudiyet noksan ve dosdoğru değildir. Onun toplumculukla tamamlanması gerekmektedir. İmanın ve mümin olmanın böyle davranmakla yerine geleceği yine Ayet 4 ile pekiştirilir. Şöyle ki;

Enfal suresi Ayet-4
“Gerçek anlamda müminler işte bunlardır. Rableri katında dereceler, bağışlanma ve bol rızık vardır onlar için”

Çünkü bu mümin insanlar vermeye cimriler gibi bir oran koymayarak Kuran’ın her ayetine itirazı kayıt ileri sürmeden uyarlar. Kuran yoluyla Resul pratiğini çeliştirerek çatıştırmadıkları gibi yalan haber veya yanlış anlamadan doğan ihtilafları da Kuran’a götürerek çözdürür. Mülkperestler gibi hadisleri bahane ederek ayetleri hükümsüz bırakmaz. Yine mülk tutkularını kısıtlıyor diye, Enfal–1 ayeti hükümden düşürmek için Aynı surenin ayetlerinden olan Enfal–41 ayete onu Nesh ettirmez. Çünkü fey, ganimet ve Enfal aynı şeyler değildir. Bunlar birbirine çok benzese de oluşum mantıkları ayrıdır…

Saygılarımla.
Galüp Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (23. April 2017 Saat 12:01 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Bilgi (4. August 2012), dost1 (3. August 2012)
 

Bookmarks

Etiketler
ganimet


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 01:08 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam