31. October 2017, 06:48 AM | #1 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 820
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Iki numaralı mahkeme
Kanla, irfanla kurduk biz bu cumhuriyeti
Cehennemler kudursa ölmez nigehbanıyız (Nigehban: koruyan, muhafız) ÖNSÖZ İKİ NUMARALI MAHKEME 1963 yılının yaz aylarında Kara Harb Okulunda çalıştı, harb okulu öğrencilerini yargıladı ve İsmet İnönü hükümetini silah zoruyla devirmeye kalkışmaktan 75 Harb Okulu öğrencisini dört yıl ikişer ay hapis cezasına çarptı. Bir de Bir Numaralı Mahkeme vardı ama o, Mamak'ta çalıştı ve darbe girişiminde ele başılık eden harb okulu öğrencileri ile emekli albay Talat Aydemir ve emekli binbaşı Fethi Gürcan gibi darbeci subayları yargıladı. Bu iki subay ölüm cezasına çarpıldı, asılarak idam edildi. İKİ NUMARALI MAHKEME Mamak'takilerin değil, harb okulu'nda yargılanan "bin dört yüz elli dokuz Harbiyeli"nin öyküsüdür, duruşmalar sırasında tuttuğum notların üstüne kurulmuştur. Olayın henüz dumanı tüterken yazılan notlar bu günlerden o günlere değil, o günlerden o günlere bir bakıştır. O yüzden belki biraz çocuksu ama son derece "doğrucu"dur. Örneğin "darbeciler başarsaydı Suriye'ye benzerdik"ten kasıt o dönemin Suriye'sidir. Çetin Altan o Harbiyelilerin davranışını "çocuksu iyiniyet"e yorar ve devam eder (Akşam gazetesi, 24 Haz 1965): Eminim ki onlar bu alandaki acemiliklerini meseleler ortaya çıktıkça yeni yeni sezmektedirler. Eksikliklerini ve hatalarını yeni yeni görmektedirler. İhtilal kavramının ne demek olduğunu yeni yeni anlamaktadırlar. Ama Türkiye'de hiç kimse acemiliğini onlar kadar ve o yaşta ödememiştir. Gerçekten öyleydi, bıyığı yeni yeni terlemeye başlayan birer çocuktuk. Ülkenin yazgısıyla oynayan koca koca adamlar değildik ama bazı koca koca adamlar kendi siyasi oyunlarını oynarken ayaklar altında biz kaldık. HARBİYELİ ALDANMAZ diye bağıra bağıra aldandık; hüngür hüngür ağladık ve kahkahalarla güldük, çocukça ve iyiniyetle. İlhan Selçuk ise 17Aralık 1964 tarihli CUMHURİYET gazetesinde "bazı tarih gerçeklerinin üstüne ışık serpmek"ten söz ediyor. İyi güzel de o gerçeklerin üstüne kimin feneri tutulacak? Sanırım olaya bir de ayaklar altında kalan o "çocuklar"ın gözüyle bakmakta yarar var. Belki bu anlattıklarım o işi yapar, öyle ki okunduğunda kulaklara o çocukların ağlama sesleri ve kahkahaları gelir. Ve inşallah bir gün tam demokrasi ülkemizde yerleşir; bu öykü, masal olur. * SÜRÜ PSİKOLOJİSİ* 1 yıl önce 22 Şubat 1962, akşam 19.00 gibi aniden alarm verildi. İç avluya koştuk. "Nolmuş, nolmuş?" "İsyan olmuş." "İnönü’yü öldürmüşler!" "Eyvaaah!" Çok üzüldük İçimizde ağlayanlar, dövünenler vardı. Tabur komutanımız binbaşı Ahmet Eroğlu geldi, çevresini sardık. "Binbaşım, biz napıcaz?" Bi dakka çocuklar. İç avlunun orta yerinde üstü tahtalarla kapatılmış kuru bir havuz vardı, biraz yüksekçe olduğu için tekmiller orda alınırdı. Tabur komutanımız oraya çıktı. Dinleyin! Daha önce size söylemediğim şeyler oluyor Türkiye'de. Söylemedim çünkü istedim ki yalnızca derslerinize verin kendinizi. Ama şimdi vaktidir. Bizim milli şefimiz kimdir? Sessizlik. Aklımıza İSMET İNÖNÜ gelmedi nedense. Komutanımız devam etti: İnönü! Evet, İnönü… Bazı maceracılar bugün milli şefimize karşı harekete geçtiler. Binbaşı Eroğlu, "Milli şefimiz!" dedikce biz hep birden "İnönü!" diye bağırdık tıpkı stadlardaki gibi. O amigoydu biz seyirci. Adamcağız sözünün sonunu bir türlü getiremedi ya da belki o da öyle yapmamızı istiyordu. Milli şefimiz... İnönü! Milli şefimiz... İnönü! Milli şefimiz... "İnönü!" Sonra birden çatık kaşlı bazı abiler peydahlandı. Komutanımızı tuttukları gibi karga tulumba götürdüler, bize de ayar verdiler: Naptığınızı sanıyorsunuz siz? "Abi, İnönü’yü öldürmüşler!" Yok öyle bişey. Ama gerekirse öldürülür. İhtilal bu. "?!" Evet, bu hareket İnönü hükümetine karşıdır. "Abi, daha önce niye söylemediniz? Valla bilmiyoduk." Ülkemiz Ata'mıza ihanet eden eyyamcılardan kurtulacak. "Tamam abi, görev verin yapalım." Tamam, şimdi sınıflarınıza çıkın. Bekleyin. Sabaha kadar sınıflarımızda bekledik, ha şimdi çağıracaklar ha birazdan çağıracaklar da ihtilal yapıcaz diye. Bir türlü çağırmadılar. Öyle alındık ki. Neyse, sonunda çağırdılar... 14 ay geçtikten sonra. * Binbaşı Eroğlu tanık olarak "İki Numaralı Mahkeme"de anlattı (duruşma esnasında tuttuğum notlardan): Efendim önce taburuma alarm verdirmek istemedim ama bundan vaz geçtim, durumu açıklamanın daha uygun olacağını düşündüm. Bunları etrafıma topladım. "Arkadaşlar" dedim, "şimdiye kadar derslerinizden başka şeylerle uğraşmayın diye söylememiştim, şimdi sırasıdır. Hükümet aleyhine bir harekete kalkışıldı. Komutanınız olarak sizin bu harekete katılmanızı istemiyorum." Bundan sonra, beni sessizce dinledikten sonra hep birden "İnönü! İnönü!" diye tezahürat yaptılar. O gece bunlar sınıflarına kapatıldı. 20-21 MAYIS GECESi 1 yıl sonra 1962-1963 okul yaşantımın son ders yılı olacaktı. Yıl sonu sınavları yapılıyordu. Sınavlar bir hafta önce başlamıştı, bir hafta sonra bitecekti. 24.00'e kadar sınıfta ders çalışma izni vardı. Arkadaşların çoğu o vakte kadar çalışıyordu ama benim tarzım yıl içinde düzenli çalışıp yıl sonunda rahat etmekti. Onun için her zamanki gibi 22.00'de yattım. Yenice uyumuşum. "Alarm vaaar!" feryatlarıyla uyandım. "Kalkın arkadaşlar! Haydi arkadaşlar!" Herkes telaş içinde kalkıp gidiyordu. Koğuşta yalnızca iki ya da üç kişi kalmıştık, ben de acele giyinip aşağı indim. Depoda kendi silahımı bulamadım, rast gele bir silah aldım. Palaska da bana uymadı, elime gelen birini takıştırıp dışarı koştum. Bölüğüm iç avludaki toplanma yerinde yoktu, okul kapısı ise sonuna kadar açıktı. Kapıda nöbetçi yoktu. Bölüğe Meclis yolunda yetiştim, oldukça düzgün bir yürüyüş kolu içinde gidiyorlardı. Kısım çavuşu bir bağ mermi verdi. Nolmuş? Nereye gidiyoruz? Şimdilik biz de bilmiyoruz. Herkes birbirini uyarıyordu: Aman arkadaşlar! Silahınızı güvene alın; namluyu havaya tutun. Mermi de aldığımıza göre bu bir eğitim yürüyüşü değildi. Az sonra "Conguroğlu'nu gördün mü? Talat Aydemir gelmiş," gibi sözler dolaşmaya başladı. Durumu anladım. Talat Aydemir bir yıl önce harb okulu komutanıydı, Conguroğlu ise onun maiyetinde bir subay. 22 Şubat 1962'de İsmet İnönü hükümetini devirmeye kalkıştıkları için emekli edilmişlerdi. Simdi demek bir darbe girişimi daha başlatıyorlardı ve biz onlarla birlikte hareket ediyorduk. Daha önce kendi aramızdaki söyleşilerde ihtilalden söz ederdik. Ben şakaya vurup "Öyle bir şey olursa kaçarım!" derdim ama o anda kaçmayı aklımdan bile geçirmedim. Parola: HARBİYELİ, işareti: ALDANMAZ. Parola şuradan geliyor: 26 Şubat 1962’de Başbakan İsmet İnönü Mecliste bir konuşma yapar; "Harbiyeliler aldatılmıştır," der. Bazı harbiyeliler ertesi gün Taksim’deki Atatürk anıtına çelenk koyup İnönü’nün bu sözünü protesto ederler. Çelengin üzerindeki yazı: Atatürk ve Türk ulusu, harbiyeli aldanmaz. DÜNYAYI ELE GEÇiREN UZAYLILAR Saat 24.30, uykuyla uyanıklık arasındaki zaman. Yaprak kımıldamıyor. Evlerinde herkes uykuda olmalı, yalnız biz kıpır kıpırdık dünyayı ele geçirmek üzere olan uzaylılar gibi. Genel Kurmay'ın önüne gelince ateş yedik, kendimizi yerlere attık. Yenice yağmur yağmıştı. Üstümüz başımız fena battı ama bir kaç saniye sonra ateş kesilince sanki az önce ateş edilmemiş ve bir daha da edilmezmiş gibi elimizi kolumuzu sallaya sallaya yolumuza devam ettik. İçişleri Bakanlığı’nın önüne gelince "Başımızda kimse yok mu?" diye arandık. Conguroğlu varmış; yok olmuş. Arkadaşlar! 22’nci Kısım Tarım Bakanlığı’nın önüne! dendi, oraya gittik. Bakanlığın doğusundaki yapı, Yüksek Denetleme Kurulu. Cadde iki metre yukarda kalıyor.Yani orda bir bakıma siper var. 22’nci Kısımdan İsmet Öztürk’le orda siper aldık. Ortalık şimdilik sakin. "Kimse var mı?" diye seslendik, bakanlığın önünde epey arkadaş varmış. Binanın üst katındaki bir pencerede ışık yandı. İsmet işkillendi. Yahu, kim ki o? Bilmem. Bize ateş etmesin? Yok canım. Sesimi yükselttim: Bizim kimseye zararımız yok. Hem arkadan vurmak olur o, yakışır mı! O bize ateş etse bile ben ona ateş etmem. İşi amma da iyi ayarlamışlar diyorduk. Az ilerdeki kavşakta birileri arabaları durduruyor, denetliyor, geri çeviriyordu. Orda bir de tank vardı. Sahipsiz. Tek tük silah sesi duyuluyordu. Sonra önümüzden asker dolu GMC'ler geçti; karşımızdaki ağaçların arasına girdiler. Bakanlığın önündeki arkadaşların yanına geçtik. Coğunluğun yanında olmak insana güven veriyordu. Biraz sonra bizim sınıftan Adnan Midyat geldi sürüne sürüne. Heyecanlıydı, "Bize ateş ettiler," dedi. Adnan karşılık vermek istemiş ama "bu meret" tutukluk etmiş. Mermi yatağını, tetiği kurcaladı. Silah birden ateş aldı. "Vay canına yahu," dedi. "Orda ateş almamıştı." Bizim bulunduğumuz yerden çıkan tek silah sesi bu oldu. Sınıf arkadaşım Erdoğan Gülsoy da ordaydı. Morali bozuktu. "Bu iş yaş," diyordu. "Bir kere karşılıklı ateş edilmeye başlandı mı o işten hayır gelmez." Karşımızdaki ağaçların arasından birden ateş edilmeye başlandı sanki Erdoğan'ı haklı çıkarmak için. Yüksek Denetleme Kurulu ile Tarım Bakanlığının arasında dar bir sokak var, ordaki bir kapının girintisine sığındık. Erdoğan çömük ben ayakta beklemeye başladık. "Burdan çıkmayalım," dedim. "Ne zaman bizi almaya gelen olur o zaman çıkalım." SiLAH VE NAMUS Epey bekledik. Sabaha doğru bir ses duyduk önce uzaktan, sonra ses giderek yaklaştı: Ateş etmek yok! Ateş etmek yok! Onlar sizin kardeşleriniz, harbiyeliler sizin kardeşleriniz. Ses iyice yaklaştı: Gelin evlatlarım, gelin yavrularım. "Hadi Erdoğan." Çıktık. Ordan burdan gelenlerle yirmi kişi kadar olduk. Seslenen, bir albaydı. Sırtında kışlık palto, onun altında yazlık giysi. Yanında subaylar, ardında avcı koluna göre dizilmiş eli tomsonlu erler. "Verin silahlarınızı." Verdik. Hüseyin Dirhem de silahını uzattı. Ama birden heyecanlandı. Ben silahımı vermem! Neden? Silah benim namusumdur! Albay babacandı. "Evladım," dedi. "Ben de askerim, namusunu bana teslim etmez misin?" "Hayır!" "Al, ben sana tabancamı vereyim." Tabancasını uzattı. Hüseyin onu da almadı. "Benim silahım var," dedi. Albay silahlarımızı almayı bıraktı. Toplananları da geri verdi. Silahların mekanizmalarını istedi. Onları itirazsız verdik. Bir GMC yanaştı. Albay "Binin," dedi. Ali İhsan Yılmaz binmeye davranınca silahı kazayla ateş etti. Albay dövünmeye başladı: "Evladım, birbirinizi vuracaksınız. Silahları onun için istedim." Neyse, baska bir aksilik olmadı. Hareket ettik. __________________________________________________ *MOB PSYCHOLOGY. Sürü kendisine doğru diye sunulan yalanlara göre hareket ediyor. Örneğin 1.İsmet Paşa millî şeftir, ona dokunulmaması gerekir. 2.İsmet Paşa eyyamcıdır, onun etkisiz hale getirilmesi gerekir. Emekli general Osman Pamukoğlu kendisiyle yapılan bir söyleşi- de "topluyken kritiktir" diyor. Bunu kastediyor olabilir. . Konu Hasan Akçay tarafından (Bugün Saat 01:33 AM ) değiştirilmiştir. |
Hasan Akçay Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | dost1 (3. March 2024) |
31. October 2017, 10:20 AM | #2 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 820
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
ARA YORUM 1: GÜLER MiSiN AĞLAR MISIN
Bir sürü avukatımız vardı ama kendi savunmamı kendim yapmaya kararlıydım. Onun için duruşmalar sırasında sürekli notlar aldım. Aklanıp köyüme gelince onları işte böyle temize çekiyorum. Okul komutanı bizi serbest bırakırken uyardı: Gittiğiniz yerlerde halk size soğuk davranacak, dikkatli olun; üstünüzdeki giysinin onurunu lekelemeyin. Komutan haklı olabilir mi doğrusu emin değilim. Köyde insanlar şöyle bir yokluyor önce: Talat Aydemir başaramadı, yazık. "Ne yani?" diyorum. "Aydemir'in ihtilal yapma yetkisi mi var?" Kimden almış o yetkiyi? Albaymış. Olsun, emekli edilmiş. Sen neysen o da o. İhtilal yapmaya senin hakkın var mı? Hem başarsa yol olurdu, eline silah geçiren ihtilal yapmaya kalkardı. Suriye'ye benzerdik. Beni bu kadar uzun konuşturmuyorlar bile. "Yok, canım!" diyorlar, biz "Aydemir haklı," demiyoruz. Ona ceza vermek haklı. O kadar öğrencinin başını yaktı, onlara yazık. Öğrencilerin ne günahı var? Onlar emir kulu. Bunca yıl dirsek çürüt; oku... tam subay çıkmak üzereyken umutların yıkılsın. İnsanın içi parçalanıyor. Ama bana acınması hiç hoş değil, acınacak nerem var benim! Şu dünyada acından ölen mi var? Allah bir kapıyı kapatırsa başka bir kapıyı açar. Bir de benim tanıdığım Nurcular var, onlar cumhuriyet okullarına karşıdır. "Aha," diyor birisi. "Okudunuz da n'oldu?" Laik öğretim çürük meyvalı bir agaçtır, silkelediler işte yine. Sapır sapır döküldünüz. Tabii onlar biraz gazete okuyor. Ankara'da olup bitenden haberleri var. Geçen gün "Belki bizi okuldan atarlar," dedim. Bir birlerinin yüzüne bakıp bilgiç bilgiç başlarını salladılar. Daha ben köye gelmeden anama "Hasan okuldan atılacak," demişler. Anam onlara ermiş gözüyle bakıyor, "Bildiler, bildiler!" diyor. "Bööle olceeni bildiler." Haberi gayptan aldıklarına inanıyor. Babam bunlara müthiş öfkeli, "Bilemezler!" diye bağırıyor. Onlar da babama öfkeliler, beş vakit namazında niyazında olan babamı nerdeyse dinsiz ilan edecekler. Tavır olarak darbenin herkes aleyhinde: Nurcular, Demokrat Partililer, CHP'liler... Bense ne yapacağımı bilemiyorum, güleyim mi ağlayayım mı? Hani (sepetçi) Mustafa dayı namazı beklerken caminin dışında anlattıydı. Sabah dağa giderken alaca karanlıkta arabasının tekeri çukura düşmüş. Onu kurtarayım derken dingilin ucu dizine çarpmış. Öyle canı yanmış öyle canı yanmış ki basmış kahkahayı. Bir yandan da "İyi ki kimse görmüyor!" dermiş içinden. Babam çok gergin, ikide bir soruyor: "Hasan, haber var mı? Emir geldi mi?" Sofrada yemek bekler gibi okuldan emir bekliyor. Tarlalarından birini satıp bana bisiklet aldı. . Konu Hasan Akçay tarafından (14. November 2024 Saat 02:11 AM ) değiştirilmiştir. |
Hasan Akçay Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | dost1 (3. March 2024) |
4. November 2017, 06:48 AM | #3 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 820
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Devam.
Kamyonu bir binbaşı sürüyordu. Genel Kurmayın önüne geldik. Ordan yine ateş ediliyordu. Durmak zorunda kaldık. Binbaşı, elinde tabanca, indi. "Arkadaşlar!" dedi, "şu anda neler hissettiğinizi biliyorum çünkü ben de harbiyeliyim." Şimdi sizi teker teker bırakacağım, istediğiniz yere gidin. Ama belli bir disiplin içinde. Benim başımı yakmayın. İki küçük çocuğum var beni emekli ettirip onların ahını almayın. Bir arkadaş kamyondan atlayacak oldu, binbaşı, "Yoo," dedi. "Daha değil! Bekle. Ben zamanı gelince söyleyeceğim" Sonra binbaşı yok oldu, sürücü mahalline bir teğmen bindi. Geriye dönüp hızla Çankaya'ya doğru yol almaya başladık. Ama tam olarak nereye gittiğimizi bilmiyorduk. Dokunsalar ağlayacak gibiydik, halimizden utanıyorduk. Korkuyorduk çünkü yarınımız artık belirsizdi. En yüreklimiz her halde Ali Nihat Erhan’dı, bölük baş çavuşumuz. Onun da dizlerinin bağı çözülmüş gibiydi; dişleri takır takır bir birine vuruyordu. Bir yerde durduk, kamyonun çevresini tomsonlu erler aldı. Bir yüzbaşı karşıladı bizi. "Niye geldiniz, yahu?" Getirdiler, efendim. "İyi. Hoş geldiniz." Silahlarımızı aldılar. Artik kimse vermem demiyordu. Silahını veren, bir odaya giriyordu. Bir arkadaşımız "Efendim, erler karışmasın bana!" diye bağırdı. "Ben bir ay sonra subay çıkacağım." Yüzbaşı erlere, "Siz çekilin," dedi. Sınıf arkadaşım İbrahim Nazlısöz: "Yüzbaşım! Erler dipçikle vuruyor. Vuruyor, yüzbaşım!" Erler uzaklaştırıldı. Burası Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı imiş. Sandalye dolu bir odadayız, bi derslik. Sandalyelere perişan oturduk. Başımıza tomsonlu bir teğmen koydular. Vakit ilerledikçe ona "Durum nasıl?" diye soruyorduk. Karışıkmış. "Kimin ne mok yedigi belli değil. En iyisini siz ettiniz." Bazı arkadaşlar "Sigaramız yok" dediler, bi yüzbaşı kendi sigara paketini ortaya attı. Teğmen yedek subaydı, sivilde kaymakammış. Hukuk mezunuymuş. Hukuk fakülteleri hakkında sorular sorduk Harb Okulundan atılırsak gireriz diye. Ortalık ağarınca uçaklar dolaşmaya başladı, bir uçak geldi gümbür diye bir şey bıraktı. Kendimizi yerlere attık. Teğmen, silahını üstümüze doğrultarak "Kıpırdamayın, yakarım!" diye bağırdı. Ortalık yatışınca bir öğrenci, "Noluyor, teğmenim?" dedi, "Bizi vuracak mıydınız?" Kaçana şakam yok. "Kim kaçacak, teğmenim? Siz kovsanız bile giden kim?" Sonra öğrendik; darbe girişimi sırasında Muhafız Alayı ÜÇ ŞEHİT vermiş. Alayın komutanı mahkemede tanıklık ederken söyledi. Yargıç: Olayda can kaybınız nasıl oldu? Tanık : UÇAKLARIN ATEŞİYLE şehid oldular. Sonra gelenlere soruyorduk: Dışarda durum nasıl? Uçaklar Genel Kurmaya sabah 7.00'ye kadar süre tanımış, teslim olmazsa Genel Kurmay bombalanacakmış. Sonra gelenler bizden perişan… üst baş yırtılmış, çamur içinde, bet beniz atmış. Onlar bize bakıyor, şaşkın… biz onlara. Hangi taraf kazanırsa kazansın halimiz dumandı çünkü biz hiç kimseden yana değildik. Darbecilere göre haindik, hükümete göre asi. Tuvalete, baş vuru sırasına göre, iki erin gözetiminde gidebiliyorduk. Erin biri önde, biri arkada. Çevredeki erler yüz numaraya giden arkadaşa fena sövüyormuş. Erlere "Harbiyeliler hemşerilerinizi vurdu" diye gaz vermişler. DAYAK Odaya savaş giysili bir yüzbaşı girdi. Belinde tabanca, ayağında botlar. Yüzünden düşen bin parça. "Kalkın ayağa!" diye bağırdı. Kalkış o kalkış, bi daha "Oturun!" demedi. Kimliğimizi tesbite başladı. Bir yandan tesbit bir yandan dayak. "Sen nerelisin?" İzmir'li. "Ulan sen Rum tohumusun, ulan!" Ve yumruk, tekme, tokat... Payını alan dışarı çıkıyor. "Sen nerelisin?" Kars'lı. "Ulan, senin ananı Ruslar mı sin kaf?" Isparta'lıları (27 Mayıs 1960 ihtilalinde şehit olan) Ali İhsan Kalmaz'ın kentinden diye dövdü, Malatya'lıları İnönü'nün kentinden diye, babası çiftçi olanları "Baban senden ihtilal yapmanı mı istedi?" diye, babası subay olanları "Baban sana darbe yapmayı mı öğretti?" diye. Dayak yiyen Harbiyeli hüngür hüngür ağlıyordu. "Ulan sen katilsin!" Hayır, değilim. "Katilsin, katilsiiiin!" Dayak yiyenin çevresinde sekiz tane tomsonlu er. Öz saygının yerlerde süründüğü an. Herkes bir an önce sırasını savmak için öne atılıyor. Ben arkalardayım. Yüzümü avuçlarıma aldım. Ağlıyayım diyorum ağlıyamıyorum, başımı kaldırıp bakamıyorum. Biri kapıdan "Yüzbaşım, sizi çağırıyorlar" dedi, yüzbaşı işini teğmene bırakp çıktı: "Şimdi gelirim." Teğmen alabildiğine nazikti. Sıramı savmadan yüzbaşı geliverirse diye herkesin içi cız ediyordu. Ve sıra bendeyken çıkageldi. Cebimde ne varsa masaya boşalttım: Bir dolmakalem, cüzdan, mendil, babamdan gelen bir mektup, tarak. Kimlik tesbitim bitti. "Mektubu bırak, ötekileri al," dedi. Dediğini yaptım. "Çık!" Yüzüne bakıyorum. Tokatı ne zaman çakacak? I-ıh, tokat yok. Elimi kalçama götürdüm bi tekme bekliyerek. I-ıh, tekme de yok. Çıktım ama dayak yemişten beter oldum. Dayak bekleyip dövülmemek te zor. Ondan sonra kimseyi dövmedi. Sonradan öğrendik, alayın komutanı "Harbiyelileri dövmeyin!" demiş. Konu Hasan Akçay tarafından (29. November 2024 Saat 08:45 AM ) değiştirilmiştir. |
Hasan Akçay Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | dost1 (3. March 2024) |
5. November 2017, 04:10 AM | #4 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 820
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
AYDEMiR’iN KIYAĞI
Nerdeyse öğlen oldu, tam olarak 10:00. Alayın yemekhanesine götürdüler bizi. Bize meydan dayağı atanlar, üstüne bir de kahvaltı verirler mi? Muhafız Alayı komutanı olduğunu sonradan öğrendiğim bir kurmay albay geldi. Merhamet dilenen ifadelerle bakıyor çocuklar. "Arkadaşlar!" dedi. "Bu işin olduğuna çok üzüldüm…" Birkaç gün önce okulunuzda sizinle yemek yemiştim. Alay komutanınız Fahri Bey’e sordum sizi nasıllar diye. Sizi övdü bana, iyiler dedi. Şimdi noldu?! Arkadaşlar! Aydemir’in sizi nasıl kandırdığını gayet iyi biliyorum. Okulun komutanı Aydemir’ken harbiyelide poz bin beş yüzdü. Orduevinde çay partileri, balolar tertip ederlerdi. Kızla karıyla kandırdı sizi. Sizi, zayıf yanlarınızdan, iyi yakalamıştı. Onun zamanında harbiyeli üstlerinin yanında püfür püfür sigara içer, elini cebinden çıkarmazdı. Siz bunu matah sandınız. Askerlik bu muydu, komutanlık bu mu! Komutanlık alay komutanınız Fahri Bey’in yaptığıydı. Şimdi okulunuza yollayacağım sizi, gidin. Güzel güzel derslerinize çalışın. Büyüklerinize güvenin, inanın. Büyüklerinize inanın...mış. O anda hiç birimiz gıkımızı çıkaramadık, Aydemir’in bize öyle bir kıyak geçmediğini söyleyemedik çünkü ne kadar babacan görünürse görünsün bir eşek sopası da bu albaydan yiyebilirdik. Eğer Aydemir gerçekten öyle bir kıyak geçtiyse biz ona yetişemedik. Nerdeyse görmedik onu, tanımadık. Aydemir bizim yalnızca üç ay kadar komutanlığımızı yaptı, o da kaydıkabak (kayd-ı kabul) dönemimizdi. Askerî okullarda bunun nasıl bir dönem olduğunu bilen bilir. O üç ayın ikisi Menteş'te kampta geçti. Günde 17 (onyedi) saat talim… Hazrol, sağa dön, sola dön, yere yat, karşıdaki tepeye sürünerek marş! Aydemir’i ben sevmedim, benim gibi bir sürü harbiyeli de sevmedi. Tanımıyorduk ki sevelim. Ama bu farketmiyordu. Önemli olan, Muhafız Alayı komutanı İsmail Hakkı Bayındır gibi üstler darbe esnasındaki tavırlarını bi kurban ile örteceklerdi. En iyi kurban bizim gibi "astlar"dan olurdu. Bizi seçtiler. . Konu Hasan Akçay tarafından (12. August 2024 Saat 05:43 AM ) değiştirilmiştir. |
Hasan Akçay Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | dost1 (3. March 2024) |
5. November 2017, 05:19 AM | #5 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 820
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
TÜNEĞiNE SAKLANAN TAVUK
Muhafız alayının otobüsüne binip yola çıktık. Ben koltuğa oturur oturmaz başımı dirseklerimin arasına gömdüm. Halkın bakışını görmek istemiyordum. Bir an yanımdaki arkadaş dirseğini dürttü, "Kana bak!" Baktım, okula gelmiştik, koru duvarının dibi sofra genişliğinde kan olmuş. Sonradan öğrendim bunun öyküsünü, sınıf arkadaşım Yüksel Ulukal anlattı: Koruda birinci sınıftan bi arkadaşla duvarın üstünde oturuyorduk. Ölümden filan söz ediyorduk. Bir uçak geldi, önce koruyu bi süzdü. Ona el salladık. Sonra yine geldi, birden ateş etti. Düştüm. Kendimi duvarın arkasında buldum. Kalktım. Arkadaş duvarın önünde çırpınıyordu. Mermi tam tepesine denk gelmişti, kafasından bilek kalınlığında kan fışkırıyordu. Kulağımı ağzına götürdüm bir şey der mi diye. Acayip sesler çıkarıyordu. Yakında bi cip vardı. Ona götürdüm ama cipe koyduğumda ölmüştü. Sonradan fark ettim: mermi yandan gelmiş, benim miğferi önden sıyırtmış. Ben o itmeyle düşmüşüm. Mermi arkadaşın kafasına saplanmış. Tüneğine saklanan tavuk gibi koruya saklanan harbiyeli… neden öldürülür? Konu Hasan Akçay tarafından (20. November 2024 Saat 05:18 PM ) değiştirilmiştir. |
Hasan Akçay Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | dost1 (7. March 2024) |
22. January 2024, 02:08 PM | #6 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 820
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Okula teslim edildik.
Sınıflarımıza çıktık. Arkadaşların çoğu bizden önce gelmiş. Okula yeni yazılıyormuşum gibi bir duyguya kapıldım. Herkes bir birine o gece nerde olduğunu, ne haltlar karıştırdığını anlattı. Çocuklar teslim oldukları yerlerde öyle iyi karşılanmışlar ki. Beyler, paşalar gibi ağırlanmışlar. 28. Tümen komutanı radyo evinin önünde sekizyüz kadar öğrenciyi cemselere bindirirken Nasreddin Hoca'nın fıkrasını anlatıvermiş: "Ya bir de tutarsa!" |
3. March 2024, 07:12 AM | #7 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 820
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
"Bize birşey yapamazlar" diyor arkadaşlar. Bunu
bir sürü nedene bağlıyorlar. Öte yandan mahkemeye verilmemiz için hazırlık yapıldığını görüyoruz. Sıralarımızı, dolaplarımızı, yataklarımızı defalarca aradılar. Bazı öğretmenler yüzümüze boğulmaya götürülüyormuşuz gibi bakıyor. Bazıları nefretle. Bir İngilizce öğretmeni Harb Tarihi öğretmenine "Bunlar kendi komutanlarını vurdular" demiş, "bunlardan herşey beklenir." Tarih öğretmeni: Hoca! Onların yerinde sen olsan babanı vururdun babanı. Uykunun o tatlı yerinde alıp götürsünler de seni... Bir arkadaşın sırasına oturdum. Dalmış gitmişim. Önümdeki deftere "Tutuklanıyoruz" yazmışım. Arkadaş bunu görünce "Moral bozuyorsun" diye kızdı. 23 Mayısta sahiden tutuklandık. Kararı yüzümüze okudular. Suçumuz anayasayı ihlal suçuna fer'an katılmakmış (fer'an ne demekse). Suç üstü yakalanmışız, elde yeterli delil varmış. Konu Hasan Akçay tarafından (5. March 2024 Saat 08:05 PM ) değiştirilmiştir. |
3. March 2024, 08:35 AM | #8 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 820
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Bunun üzerine çoğumuzun morali bozuldu.
Mecit Kocacıklı bayılmış. Yzb Turgut Ekmekçi ağlamış, mendilini ıslatıp arkadaşı ayıltmaya çalışmış. Moralimizi bozan bir şey de hiç gazete okuyamıyorduk. O yüzden bol bol dedi kodu yapılıyordu. Yeni Sabah gazetesi şöyle manşet atmış: İnönü "Harbiyeliler imha edilmiştir" dedi, biz buna inanıyoruz. Milliyet'te R C Ulunay şöyle yazmış: Siyasî yazı yazmıyacağıma dair söz vermiştim, bugün dayanamadım, 1500 tane bıyığı yeni terlemiş evladımı kaybetmenin acısıyla yazıyorum. İsmet İnönü'ye seslenmiş: 27 Mayıstan önce "Artık sizi ben bile kurtaramam" dersin darbe olur, 22 Şubattan önce "Bu okulda ihtilal kokuyor" dersin 22 Şubat hareketi olur. 21 Mayıstan önce de "Üç dört güne kadar herşey olabilir, vaziyet çok vahimdir" dedin. Hepsinin müsebbibi sensin! Bu gazeteler kapatılmış. Konu Hasan Akçay tarafından (3. March 2024 Saat 08:44 AM ) değiştirilmiştir. |
Hasan Akçay Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | dost1 (3. March 2024) |
4. March 2024, 02:57 AM | #9 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 820
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Nihayet ilk soruşturma başladı. Bizi
10'ar kişilik gruplar halinde alt kattaki odalara götürdüler. Girdim. Savcı masadaki sandalyeyi gösterdi. Oturdum. -Sen nerdeydin? Tarım Bakanlığının önünde. -Tamam. Kısaca anlat. Kısaca... Yorgun ve bıkkındı. Aynı hikayeyi benden önce kim bilir kaç arkadaştan dinlemişti. Bir de bazı arkadaşlar konuşmayı seviyor, duyduklarını gördüm düşündüklerini yaptım diye anlattıkça anlattılar. Savcı "Kes!" deyinceye kadar. Ben kısa konuştum. Sonra konuşma zabtını okuyup imzaladım. Savcı bazı arkadaşlara zabtı okutmamış. "Bize güvenmiyor musun?" demiş. "İmzala, seni ölüme götürmüyoruz ya..." O arkadaşlar duruşmada savcılara sürekli çattılar. Efendim, savcı beni dinlemedi ki. İşim var, seni mi bekliycem" dedi. O ak saçlı var ya o ak saçlı. |
4. March 2024, 03:14 PM | #10 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 820
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24 |
Darbe girişiminden hemen sonra
bazı öğrencileri bizden ayırdılar. Bunlar olayı önceden biliyormuş, Aydemir'le öğrenciler arasında teması sağlamışlar ve eylem esnasında elebaşılık etmişler. Okul komutanı Tuğgeneral Burhan Ercan bunları konuşturmak için işkenceden geçirirmiş. Üç dört subay daire oluşturur, komutan dairenin içinde öğrenciyi dövermiş. Öğrenci dengesini yitirip düşünce hangi subayın kucağına düştüyse o subay öğrenciyi tekrar ortaya iter, komutanın nazik (!) ellerine teslim edermiş. Örneğin sigara verirmiş, bir de yakıverirmiş. Birden sorarmış: emri kim verdi? Bilmiyorum. Sigarayı kim verdi? Öğenci (şaşkın): Siz efendim! Göğse okkalı bir yumruk. Ulan, sigarayı kimin verdiğini bilirsin de parolayı kimin verdiğini neden bilmezsin? O öğrencilerden biri Kemal Ülkütanak'tı, her halde eşyalarını alsın diye bir ara yanımıza bıraktılar. Görenler anlattı: Kemal'in dudakları, kaşları patlamış. Avukatlarımız nerdeyse her duruşmada bunlara dikkat çektiler. Konu Hasan Akçay tarafından (4. March 2024 Saat 03:30 PM ) değiştirilmiştir. |
Bookmarks |
Etiketler |
iki, mahkeme, numaralı |
|
|