29. March 2009, 05:48 PM | #1 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18 |
Kadınlarla İlgili Dini Hükümler
Kadının Şahitliği
Zamanımızda İslam düşmanlarının Kuran'ın Kuran'lığını inkar etmek ve insanların zihinlerini bulandırmak için Kuran'ın şahitlik hususunda, iki kadını bir erkeğe denk tuttuğunu ileri sürerek, kadını erkekten aşağı bir varlık kabul ettiğini iddia ederler. Bu olaya dayanak olarak Hz Peygamber'e isnat edilen bir hadiste de Hz Peygamber'in akılları kısa ve dinlerinin yarım olduğunu söylediğini ele alarak kadınlığa hakaret ettiğini iddia edip, peygamberliğini inkar etmek isterler. Kuran ve hadis hususunda kadınlarla ilgili hükümlerde ileri sürülen tenkitlerin hepsine cevap olmak üzere deriz ki: a) Kuran-ı Kerim, çok veciz ve üstün belağata sahip edebi bir eserdir. Uyguladığı ilkelerden biri de "tekabuliyet ilkesi" yani karşılıklı iki cinsten ve varlıktan birine verilen hükmün ötekine de ait olduğu esasıdır. Kuran'da kadınlara ait hükümler, onların kadınlıklarından dolayı olmayıp insanlıklarından dolayı ise o hüküm erkeğe de aittir. Erkeğe verilen bir hüküm, erkekliğinden dolayı değil de insanlığından dolayı ise o hüküm kadına da aittir. Buna biz "tekabuliyet ilkesi" diyoruz. b) Kuran'da kadınlığın erkeklikten daha az değerde ve şerefte olduğunu bildiren hiçbir ayet yoktur. İki kadının bir erkeğe şahit tutulması, yalnız tek bir yerde ve mali, ticari bir işlemdedir. Burada kadının kadınlığı söz konusu değil, unutabileceği ihtimali zikredilmektedir. Demek ki hüküm unutkanlık üzerinde kurulduğuna göre, unutkanlık da insan olarak yalnız kadının bir niteliği olmadığına göre, erkek de insan olarak unutma niteliğine maruz kaldığına göre, unutkan olan iki erkek de bir erkeğe denk olarak ancak şahit olabilir. Kuran'da erkek sigasıyla gelen namaz, oruç, hac ve diğer dini emir ve yasaklar bu ilkeye göre kadınlara da aittir. Kadınların, erkeklerle konuşurken normal ve tabii sesleriyle konuşmaları ve erkeklerin kalplerini çekecek ve çelecek şekilde ses tonlarını değiştirmemeleriyle ilgili hüküm, erkeklere de ait olup onların da ses tonlarıyla kadınların kalplerini çelmemeleri ve normal, tabii sesle konuşmaları emrolunmaktadır. Burada da şu kural geçerlidir: Özel durumda bir hükmün, daha çok hangi cinste bulunma ihtimali varsa, o zikredilir ve öteki cinse de şamil olur. Kadınların mali işlerle fazla uğraşmamalarından dolayı, daha çok yanılma ihtimali bulunduğuna ve kadının sesinin daha çok çekici olabileceğine göre hüküm verilmiş, ama öteki cins de aynı hükme tabi tutulmuştur. c) Hz Peygamber'e isnat edilen sözler, eğer Kuran'ın gayesine, felsefesine ve hikmetine aykırı ise, o sözün peygambere ait olmasından şüphe etmek her müslümanın hakkıdır. Hadisçiler rivayet senedini her ne kadar sahih çıkarsalar da, mana bakımından Kuran'ın ilke ve esaslarına aykırı olması, onun hem lafız hem de mana bakımından sahih olmadığının delili sayılmıştır. Aslında rivayet senedine itiraz edilmeyen senet pek azdır. Bu hususta sözü uzatmamak için, aynı ravinin bir hadisi değişik kelime ve sözlerle nakletmesi de hadis rivayetinde şüphe ile karşılanmasına sebep olmaktadır. Demek ki, hadisi tam Hz Peygamber'in sözleri ile dekğil, kendi sözleri ile anlatmış olmasıdır. Bu ise, manayı doğru aktarabildiğini şüpheye düşürmüştür. d) Bunun için Hz Peygamber'in sözlerini yalnız senetlerine göre değil, içeriğine, manasına göre de inceleyip kuran'ın genel ilke, hükümlerine ve bütünlüğüne zıt düşmemesine göre de anlamak ve değerlendirmek gerekir. Bu, dinin esas ilkeleri ve naslarını anlama metodları arasındadır. Hayızlı Kadının Orucu Amerika'da bulunduğum esnada (1966) bir Mısırlı kadın hayızlı kadının oruç tutması hakkında fikrimin ne olduğunu sormuştur. Hemen Kuran'ı zihnimde bir taradım; aklıma Kuran-ı Kerim'in "Hasta olanınız hastalığı sayısınca başka günlerde orucunu tutar!" (Bakara/185) anlamındaki ayeti kerimesi geldi ve "Hayızlı kadın oruç tutabilir!" cevabını verdim, Kadın da kabul etti. Çünkü Kuran'da "hasta olan" tabiri kullanılıyor. Bu erkeğe de kadına da şamildir. Eğer hayızlı kadın, oruç tutamayacak kadar rahatsız ve hasta oluyorsa tutmaz. Bu kendi takdirine ve sıhhatine bağlıdır. Buna göre ne "Mutlaka tutamaz, tutarsa günaha girer!" denemeyeceği gibi, ne de "Mutlaka tutması farzdır!" denebilir. Tutabilecekse tutar ve tutamayacaksa tutmadığı günleri başka bir gün tutar. Bunlar kaza sayılmaz. Zira, tutamayacaksa, fiilen şart tahakkuk etmediği için, yani farzın fiilen tahakkuk şartı bulunmadığından fiilen farz olmamış, başka zamanda tutmak üzere şartlı farz olmuş sayılır. Başka günlerde oruç olmadığı için gücü yettiği günlerde tutabilir. Namaz her gün vardır. Bir günde iki öğle namazı olmadığı için namazların kazasına gerek kalmaz. Ayrıca şunu müşahade ettim ki, Ramazandan sonra, kadınlar hayızlı günlerinde tutmadıkları oruçları tutmakta zahmet çekiyorlar, bazen ertesi seneye kalıyor ve birikiyor. Sonra Ramazan orucu, toplumsal bir ibadettir. Bütün ev halkı, mahalle halkı tutuyor. Onların içinde yemek bile bazen zor oluyor, yemeden günü geçiren bulunuyor. Toplumsal ibadetlerin topluca yapılmasında daha çok kolaylık gösteriliyor. Hz Peygamber'in zamanından zamanımıza kadar medeniyet ilerledi, yemekte, giyimde çok kolaylıklar ortaya çıktı. O dönemlerdeki kadınların hayız halinde nasıl korunduklarını bilemiyoruz, herhalde çok sıkıntı çekiyorlardı. Şimdi ise, korunmaları için her türlü kolaylık ve imkan ortaya çıkmıştır. Hayız hususunda kadınlara o zaman gösterilen dini hükümlerdeki kolaylıkları kaldırmak istemiyoruz. İsteyen aynı kolaylıkları sürdürebilir. Ama isteyen kadın da bugünkü kolaylıklardan istifade ederek dini hükümleri yerine getirmesini kolaylaştırmış olur. Bir dini hükmü zamanında yerine getirmek, başka bir zamanda onu yapmaktan çok kolaydır. Çünkü onu yapana kadar her zaman borç altında kalmanın şuuru, insanı rencide eder ve üzer. Halbuki insanın her zaman hür olması için borç altında bulunmaması gerekir. Bu hem maddi, hem de manevi borçda böyledir. Hayızlı kadınlara ait fıkıh hükümlerini yeniden gözden geçirip Kuran'a göre değerlendirmelidir. Hayızlı kadınlarla cinsel ilişkide bulunulmamasına dair, Kuran'da emir varken bile, Hz Peygamber'e isnat edilen bir hadiste, hayızlı halinde cinsel ilişkide bulunan kocanın ilk günlerinde bir dinar ve sonraki günlerde yarım dinar altın para, fakire vermesini emretmiştir ki, bu çok kolaylık gösteren bir yorum sayılır. (Ebu Davut ve Şerhi Bezlul-Mechud, 2/278; Kurtubi, el-Cami li Ahkamil-Kuran, 3/87. Ebu Hanife, Malik, Şafii, Rabia, Said b. Yahya; "Allah'tan bağışlanma diler ve başka bir şey gerekmez!" demiştir. Kurtubi, aynı yer.) Müslüman Kadının Yahudi veya Hıristiyan Erkekle Evlenmesi Fıkıhta değişim ilkesi: Mekanın, toplumun ve şartların değişmesiyle fıkhi hükümlerin değişmesidir. 1965-1967 yıllarında Amerika'da Chicago Üniversitesi'nde İslam Felsefesi üzerine inceleme yapıyor ve "Farabi ve İbn Sina'da Yaratma" adındaki doçentlik tezimi hazırlıyordum. Fırsat bulup izin aldıkça Amerika'yı gezdim, müslüman öğrencilerle buluştum ve sohbet ettim. Amerika'ya gelen Müslüman erkekler ülkelerine dönse de orada kalsa da pek çoğu Amerikalı kızlarla evleniyor. Amerika'da doğup büyüyen veya Amerika'ya ailesiyle gidip yerleşen Müslüman kızlarla hiçbir Müslüman erkeğin evlendiğini duymadım. Bugün de (1995) öyle olduğunu bir ilahiyatçı doktordan öğrendim. Müslüman (Amerikalı) kızlar genelde bekar kalıyorlar. Belki ömürlerinin sonuna kadar da evlenemeyecekler. Çünkü bu kızlar fıkha göre Müslüman olmayan erkeklerle de evlenemeyecekler. Müslümanla evlenme imkanı böylece ortadan kalktığına göre, bu Müslüman kızların Yahudi veya Hıristiyan ile evlenmesinin caiz olduğuna fetva verdim. Ama bu fetvamı ilan etmedim. Bu fetvamı Türkiye'ye dönüşümde merhum hocam M. Cavit Tanci'ye anlattım. Bir dakika düşündükten sonra bana katıldı. Türkiye'de olsaydım ve Amerika'da durumu görmeseydim, asla böyle bir fetva vermezdim. Bu fetvamın delilleri şunlardır : 1. Bekarlık çok işkencelidir. Acısını çektiğim için tecrübem vardır. İslam dini insanlara işkence çektirmek için gelmedi. Bir insanın ölünceye kadar bekar kalması İslam'ın hoşgörmediği bir tutumdur. Burada kastedilen namuzlu bekardır, herkesi namuzlu kabul etmeye ve namuzlu kalmasını sağlamaya İslam en büyük dikkati gösterir. 2. Kuran-ı Kerim'de, ehli kitap erkekleriyle evlenilmez diye açık bir ayet de yoktur. Evlenme müctehitlerin ictihadlarına ve zamanın şartlarına göre verilmiş sosyal bir hükümdür. Nikah yönünde yapılan akidde bir eksiklik meydana getirmez. Hıristiyan kadınla evlenmedeki nikah akdinde bir bozukluk olmadığı gibi. 3. Amerika'daki Müslüman bir aile çocuklarını okula götürüp yazdırırken okul müdürü, büyükannesinin Müslüman olduğunu söylemiş ve çocuklarına daha sempati ile ilgi göstermiştir. Hıristiyan bir torunun, ninesinin Müslüman olmasından dolayı İslam'a ve Müslümanlara sempati duyması çok güzel bir şeydir. Demek ki, en azından İslamlığa sempati duymaya sebep olacak böyle bir şuur kazanılabilir. Müslümanlık kaybolmuş sayılmaz. 4. Gayri müslimle evlenecek kız, eğer dinini biliyor ve onun şuurunda ise onu çocuklarına, etrafına ve hatta kocasına aşılayabilir. Ama dininden hiç bir haberi yoksa, ona aldırış etmiyorsa, zaten kaybedilmiş bir insan gücüdür. Belki daha az zararı dokunabilir. Ama şunu da unutmamalı ki, böyle bir kimse belki de psiko-sosyal sebeplerle eski aidiyetini daha çok arar ve ona bağlanabilir. 5. Bu sebep bir yana, daha çok İslam'ın insanlara getirdiği dünya ve ahiret saadeti, huzuru beni etkiledi ve bu fetvayı vermeye itti. ben İslam'ın, insanlara maddi ve manevi sıkıntı çektirmek için gelmediğini, onların huzurunu kaçırmak, Allah'ın yarattığı tabii haklardan mahrum etmek için hükümler koymadığını biliyor ve buna inanıyorum. İslam'ın getirdiği hükümlerde insan tabiatını zorlama ve insani haklarını kullanmasını yasaklama diye bir tutumu yoktur. Hayatımı uğruna verdiğim İslam'a dair yazdıklarım ve anlattıklarımın ruhu ve felsefesi budur. Hala öğrenmeye ve öğrendiğimi anlatmaya bütün açıklığı ile devam edeceğim.
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak ! |
29. March 2009, 05:50 PM | #2 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18 |
6. İslam, diğer dinlerin ve milletlerin nikahlarını ve bu nikaha bağlı neseplerin sübutunu kabul eder. Nikah akdinin sağlığı ve sıhhati hususunda din şartı yoktur. din ancak sosyal açıdan bir ön şart olabilir. İslam alimi yalnız kendi problemini değil, bütün insanların ve Müslümanların problemlerini de çözmeyi düşünmek zorundadır. Başkası da çözüm getirsin, hangisi daha kolay uygulanabilirse, o uygulansın. Belki de her bir çözüm bir aileye ve bir duruma daha uygun düşer. Yabancılarla evlenme bir insan kaybedip etmeme sorunundan ayrı olarak bir insan gücü kazanıp kazanmama yönünden de düşünülmelidir.
Kadının Sesi Haram Değildir Öyle Müslümanlar türedi ki, insanın aklına hayaline sığmayan, dinin hiç tasvip etmediği hurafe fikirler üretmekte ve uygulamaktadırlar. İçli dışlı dost ve kapı komşusu olan iki ailenin kadınları ötekinin kocasının bulunduğu yerde kocasına seslenemiyor. Büyük günah oluyor, dünya ve ahireti yıkılacak. Oysa aynı kadın, telefonla aynı adamla konuşuyor. Dahası var, bu kadınlar, çarşıda pazarda erkeklerle gayet sert tartışarak pazarlık yapabiliyor. Ama içli dışlı dost ve birbirinin evinde oturan bu kadınlar, o evin erkeği ile konuşmayı günah sayıyor. Bu ne biçim Müslümanlık? Müslümanlığı bu hale düşürüp perişan ettiler. Dinde mantıksızlık budur. Şu tipler de var, kendisi misafir geldiği evin hanımı ile görüşür, konuşur, hal hatır sorar -eskiden tanıdığı için- fakat kendi karısını, evine misafir getirdiği arkadaşına göstermez. O halde kendisi de arkadaşının karısı ile konuşmamalıdır. İşte bunlar hep cehalet eseridir. Dinde cahil olmak kadar kötü ve çirkin birşey yoktur. Ama bu cahiller, fen ve modern ilimlerde yüksek diploma sahibidir. Bunlarla Müslümanlık yükselir mi, insanı insandan nefret ettiren bu saçmalıklarla başkalarını da etkilemektedir. Biz burada yalnız kadının sesinin nikahı düşecek yabancı erkeğe haram olduğunu iddia edenlerin Kuran'ı anlamadıklarını gösterecek ve Kuran'a aykırı hareket ettiklerine açıklık getireceğiz. Kuran'da; "Ey kadınlar! konuşmalarınızda kırıtmayın, dürüst, ciddi, saygılı sözlerle konuşun." (Ahzab, 32-33) denilir. Bu ayette kadınların seslerinin yasaklanmadığı ancak, bayağı, adi ve tahrik edici, kadınlığı pazarlayacak gibi söz söylemeleri yasaklanmıştır. Doğru, ciddi, şerefli ve tabii bilinen sesleriyle konuşmaları emredilmiştir. Bundan da anlaşılmalıdır ki, kadının sesi normal biçimde asla yasak değildir. Kadınlığını pazarlayacak şekilde ses tonunu cezbedici bir suretle alçaltıp konuşması, içinde fitne fesat bulunanları kendisi de fesatçı olduğu için yoldan çıkarabilir. Kuran'ın ahlak kuralı budur. Kadınların sesleri ve ses tonları ile ilgili bu ayet erkeklere de aittir. bu tebabüliyet kuralına göredir. Erkeklerin de bayağı ve adi sözlerle kadınları kışkırtmaları ve kandırmaları, zihinlerini çelmeleri de yasaklanmıştır. Onların da doğru, dürüst, ciddi ve tabii sesleri ile konuşmaları buradaki emre girer Boşanma ve Kadın'ın Durumu Günümüze kadar intikal eden ve İslam toplumlarında, Türkiye'de dahil, bir problem olmaya devam eden boşanma, karı-kocanın ayrılma meselesidir. Fıkıh kitaplarının bu meseleyi çıkmaza soktuklarını, sorun üstüne sorun icat ettiklerini, kendilerinin ve Müslümanların başlarını derde soktuklarını bilmeyen yoktur. Burada uzun tarihine ve tahliline girme imkanımız olmadığından yalnız Kuran'a dayanarak boşanmanın nasıl olması gerektiğini belirtmeye çalışacağız. A. Kuran'da boşanmanın yegane bir şartı zikredilmektedir. Bu da geçimsizliktir. Ama geçimsizliğin birçok sebebi olması ayrı konudur. Sebebi ne olursa olsun, geçimsizlik ortaya çıkınca boşanmaya şu şartla gidilir. 1. Her iki taraftan karı-koca razı olacakları birer hakem tayin ederler. Bunlar uyuşmazlığı gidermeye çalışır. (Nisa Suresi, 4/35). Ortaya çıkan geçimsizlik böylece çözülür. 2. Eğer uyuşma sağlanamazsa ve geçimsizlik giderilemezse durum kadıya (hakime) intikal eder ve iki şahidin huzurunda boşanmaya karar verilir. (Talak Suresi, 65/2). İşte görüldüğü gibi kuran'ın getirdiği boşanma sebebi ve yöntemi bu kadar açık ve seçiktir. Buna ters düşen fıkhın bütün hükümleri geçersiz sayalır. B. Kuran-ı Kerim'de aynı karı-kocaya, iki defa boşanıp üç defa evlenme hakkı tanınmıştır. Üçüncü boşanmadan sonra karı kocanın tekrar evlenmesi şarta bağlanmıştır. Bu üç defa boşanma ise, Kuran'a göre olan geçimsizlikten doğan, ayrı ayrı zamanlarda vuku bulan boşanma olacaktır. Ayrı ayrı olması, boşanıp tekrar evlenmenin gereğidir. Yani üç defa nikah vuku bulacaktır. Birinci nikah ilk olandır. İkinci nikah, hakimin huzurunda iki şahidin tanıklığında birinci boşanmadan sonradır. Üçüncü nikah ise aynı şekilde ikinci boşanmadan sonradır. Artık üçüncü boşanmadan sonra tekrar nikahlanmak şarta bağlanmıştır. Bu, Kuran'ın felsefesi, gayesi ve açık ifadesi olup dördüncü nikahlanmayı şarta bağlamasının felsefesi ve gayesi şudur : 1. Aile müessesesi, insan varlığı bakımından önemlidir. Çocukların doğması, büyümesi, yetişmesi bütün insanlığın tarih boyunca olagelen bir sorunudur. Her millet bununla meşgul olmuştur ve buna devam etmektedir. İnsanlığın saatedi, insanları iyi ve güzel yetiştirmekle mümkündür. Bu sağlam, düzenli ve huzurlu bir aile ortamında mevcut olabilir. Aile, kadın ve erkekten ibaret olan çekirdek sosyal bir yapıdır. İki de bir sarsıntı geçirmesi içindekileri huzursuz ve tedirgin eder, kararsız kılabilir. Bunun için, eğer huzursuzluk ve tedirginlik temelde ve taraflardan birinde veya ikinsinde olursa, binada fazla hasar yapmadan o temelleri değiştirmeye imkan ve izin verilmiştir. Bu da boşanmadır. 2. Ancak boşanmanın da her zaman yazboz tahtasına dönüşmeden üç defa yapılan nizamlı, süreli denemelerle sabit olmuştur ki, evlilik devam etmiyor. Kuran, üç defa denemeyi yeterli buluyor. Üç defa mahkemede boşanmadan sonra artık tekrar evlenmeyi şarta bağlıyor. Bu şart şudur : Hiçbir şart ve art niyet olmadan, kadının başka biriyle temelli olarak evlenmesidir. Buradaki "temelli" sözü, eski kocasına dönme niyeti ve muvazaa (danışıklı) şartı olmamasıdır. bu şekilde danışıklı olan nikah caiz olmayıp zina sayıldığı için böyle bir nikah geçersizdir. Kadın başka erkekle evlenince, erkeklerin huyunu, suyunu öğrenmiş ve erkekler hakkında tecrübe elde etmiştir. İkinci kocası ile birincisi arasında mukayese yapacak tecrübeye sahip olmuştur. İkinci kocasının ölümü halinde veya meşru, uydurma olmayan bir sebepten dolayı boşanmış ise, birinci kocasıyla geçinebileceğine kanaat getirmiş ve kesin karar vermiş olmak şartıyla birinci kocasıyla evlenebilir. (Bakara Suresi, 2/229-230). Burada zikredilen bu üç defa ayrı ayrı şekilde boşanmış bir kadın, birinci kocasının nikahına bu şart olmadan giremez, meşru olarak evlenemez. 3. Hz Peygamber zamanında boşanma sayı bakımından anlattığımız gibi ayrı ayrı zamanlarda üç defa idi. Bu üç boşanma, Hz Ömer zamanında "üç" sözü ile bir anda boşamayı hemen uygulamaya koydu. (Müslim Şerhi Nevevi, c.10, s.70). Ehli sünnetin mezhepleri bunu Allah'ın sözü gibi kabul edip, bu görüş ve içtihadı desteklemek hususunda bin dereden su getirdiler. Hz Ömer'in bu ictihadında ilk dönemlerde ne derece başarılı olduğunu bilmiyoruz. Ama dördüncü asırdan sonra Müslümanların başına büyük felaketler getirdiği ve gayri ahlaki toplum facialarına sebep olduğunu "el-Hidaye" (Merginani, el-Hidaye, 3/20) gibi fıkıh kitaplarındaki tartışmalardan, çıkış yolları aramalarından ve bunlarla başarı gösterememelerinden anlamak mümkündür. Bunlarda başarının başı, Hz Ömer'in ictihadını hiçe saymak ve onu reddetmektir. (İbn Teymiyye dediğimiz gibi yaptı ama kimse kabul etmedi). SONUÇ Boşanma hakkında Kuran'a dayanarak anlattıklarımızdan anlaşılacağı üzere fıkıhta tartışılıp kabul edilen ve asırlarca uygulanan şu hükümler geçerliliklerini yitirmiş olur: a. Bir anda ve durumda birden çok sayı ile verilen boşamalar, yani, boşanırken 2,3,9,99 vesaire gibi sayılar boşanmada geçersiz, manasız ve Kuran'a aykırıdır. "Boş ol, boş ol, boş ol!" gibi ardarda tekrarlanarak yapılan boşamalar, Kuran'ın boşanma için koyduğu şarta uygun olmadığından geçersizdir. b. Fıkıhta şakadan veya alay ederken yapılan boşamalar da saçma ve geçersizdir. Gayesiz ve şartsız, yanlış bir boşama olması, Kuran'ın hükmüne muhalif olmasındandır. Bazı ayetlerin bir toplumda uygulanma imkanı bir zaman için yoksa, o toplumun durumu kuran'ın bütünlüğü içinde ve diğer ayetlerden hangisine uygun ise onlara göre hüküm giyer. Bu anlayışın özelliği şuradadır. İnsanlar standart yani tek ayar ve kalıpta olmadıkları gibi toplumlar da tek ayar ve kalıpta olamazlar. Standartlık yani tek düzelik, insan tabiatına aykırıdır. Bir insan kendi içinde bile tek düze ve tek ayarda olamaz. Bütün bu değişiklikleri ve çeşitlilikleri kapsamak ve kuşatmak, Kuran'da birbirine zıt ve muhalif görünen ayetlerle sağlanmıştır. Her ayet bir toplum veya bir duruma göre hüküm vermiş olur. Bundan dolayı Kuran bütün toplumlara ve zamanlara uygulanabilecek nitelik ve özelliktedir. Kuran'ın her ayeti geçerlidir ve hükmü bakidir fikrine böylece ulaşılır. Bu konuda benim Kuran felsefem budur. kuran, tek tip insan ve tek tip toplum yaratma peşinde olmayıp her tip toplumun içinde yaşama niyetinde ve emelindedir. kuran'ın üçyüzaltmış derecelik açısı budur. Esefle söylemeli ki, mezhepler tek düzelik üzerinde durmuşlar ve bu, İslam'ın aleyhine ama siyasilerin lehine olmuştur. c. Fıkıhta boşamanın erkeğin elinde olduğunun itirazsız bir hüküm olarak iddia edilmesi, temelden yanlıştır. Evlilik müessesesi adi bir şirket gibi düşünülemez. Boşanma kadının da elinde değildir. Karı kocadan her biri boşanma isteyebilir. Kuran kadına boşanma isteme hakkını verdiği halde fıkıhta "hul" bahsinde çok zorlaştırılmış ve fıkıh okuyanların bile hatırına gelmeyecek hale sokulmuştur. d. Fakihler boşanma (Talak) ile ilgili ayetleri fıkha almamış ve onlara hukuki form vermemiş; onları ahlaka bırakarak ihmal etmişlerdir. Açıkladığımız gibi onlara hukuki form vermiş olsalardı, dediğimiz gibi fıkhın talak (boşanma) bahsinde pek çok sayfanın yazılmasına ihtiyaç kalmayacaktı. İki hakemin ve boşanmada iki şahidin şart koşulması boşamanın erkeğin iki dudağı arasında olmadığının en açık delili sayılmalıdır. e. Boşanma iki şahidin bulunmasıyla kadının yanında olacağına göre ve bir defasında birden çok boşanma olmayacağına göre, artık "hulle" denilen ahlaksızlığın işlenmesine, böylece büyük bir günahın ve herkesin bilgisi altında işlenen zinanın yapılmasına imkan, ihtimal ve yer kalmamaktadır. İslam dünyasında ve halen Türkiye'de işlendiği duyula gelen, din kisvesi altındaki bu cinayet (hulle rezaleti) (*) böylece tarihe karışmış olacaktır. Birkaç sene önce Anadolu'da uğradığım vilayet müftülerini ziyaretim esnasındaki kısa bir süre içinde üçten dokuza şart (bu sözle koca karısını, bir anda üç defa boşyamış sayılıyor) ile ilgili sorular sorulduğunu müşahade ettim. Artık bundan böyle, değerli müftü ve vaizlerden kuran namına ve gerçek İslam dini adına ricam, asla böyle bir boşamanın İslam'da olmadığını, söylenen sözün saçma, geçersiz, kıymetsiz ve manasız olduğunu anlatsınlar. Bu rezalet ortadan kalksın. Umarım, bu "üç boş" sözün saçma ve kıymetsiz olduğunu öğrenen erkekler, bir daha onu ağızlarına da almayacaklardır. (*) Hulle, fıkıhta da lanetlenmiştir. Koca, hangi şart altında olursa olsun, bazen karısını boşama kasdı olmadan, bazen de boşama kasdıyla üçden dokuza şart eder veya karısını bir anda birden üç defa boşadığını ifade eder, sonra pişman olur, karısından boşanmak istemez. Üç defa boşadığı için karısı başkasıyla evlenmedikçe tekrar karısı olamayacağı için uydurma bir nikah yapılır, boşadığı karısı bir başkasıyla bir gece beraber olduktan sonra adam kadını boşar, kocasına döner. İşte hulle rezaleti budur. Hiçbir din adamı ve fıkıh kitabı bunu kabul etmediği halde toplumda ahlaksız ve cahil softalarca uygulana gelmektedir. Müslümanın şerefiyle oynamak hiç bir kimsenin ve müctehidin hakkı değildir. Hüseyin Atay
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak ! |
Bookmarks |
Etiketler |
adalet, atay, dini, hurafeler, hükümler, hüseyin, islam, kadınlarla, İlgili |
|
|