hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > DEVLET VE İDARE > Devlet idaresi

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 14. September 2011, 12:13 AM   #11
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Ülülemr’in oluşması

Geçmişte; Rasülüllah’tan sonra Müslümanlar, Ülülemr’i “İmameti kübra” veya “Hilafet” olarak nitelediler. İslâm hukukçuları "Hilâfet" terimini, genellikle “Peygamberin yerine geçmek” anlamına kullanmışlardır. Ve “Ülülemr” niteliğini, ümmete vermeyip imam, halife, padişah, vs. gibi isimlerle kişiye verme gafletini gösterdiler, yanlışı yanlışla örtmeye çalıştılar. Bu yanlışın bedeli tarihte çok acı bir şekilde ödendi; bilindiği gibi bu yanlış yüzünden Müslümanların iki yakası asırlardır bir araya gelmedi. Kişiye verilen sözde halifelik, zaten bölük pörçük olmuş Müslümanlar arasında el değiştirirken itibar da görmemiştir. Ara sıra dar günlerde göstermelik yardımlaşmalar boyutunda kalmıştır.

Konu buraya gelince “halife” konusunu ile ilgili biraz ayrıntı verelim.

" خلافةHilâfet" sözcüğünün; "Allah'ın yeryüzündeki temsilciliği, vekilliği" olarak anlaşılması ve "Halife"nin de; "Allah'ın yeryüzündeki temsilcisi, vekili", bir başka ifade ile de "Allah'ın yeryüzündeki gölgesi"(!) sayılması sonucunda, bu sözcükler öz anlamları dışında kavramlaşmış ve sözcüklerin anlamları konusunda "bilenler" arasında bile ayrılıklar oluşmuştur.

Üzerinde ciltler dolusu kitaplar yazılmış olan "halife" ve "hilâfet" kavramları kimileri tarafından sûistimal edilerek sömürü konusu yapılmış ve tarihteki birçok kanlı olay da bu kavramlar yüzünden meydana gelmiştir.

" خليفةHalife" ve " خلافةhilâfet" sözcüklerinin, sözcük anlamları dışında kullanılmasının ve kabulünün en önemli sonucu ise Müslümanlar arasında kendisini göstermiş, her zamanki gibi yine yanlış inançlar; hurafeler ortaya çıkmıştır. İşte bu sebeple sözcüklerin Kur'an'daki kullanımlarının iyice araştırılması ve anlamlarının doğru bir şekilde anlaşılması gereği vardır ve bu yazımız ile sözcüklerin Kur'an'daki konumu gözler önüne serilmeye çalışılmıştır.

" خليقةHalife" sözcüğü, "arka" demek olan " خ ل ف hlf" kökünden ism-i fail kalıbında bir sözcüktür. Aslı " خلافةhilâfetün" olan sözcüğün sonundaki " ةt" harfi mübalâğa için olup, sözcük halk arasında "halife" şekline dönüşmüştür ve "halifeh" diye okunur. Sözcüğün anlamı da; "arkadan gelen" yani "zaman itibariyle bir başkasının arkasından gelip onun yerine geçen" demektir. Örneğin bir ülkenin 16. başkanı, 15. başkanının halifesidir. Keza bir kurumun mevcut yöneticisi, kendisinden evvelki yöneticinin halifesidir. Türkçe'deki "kalfa sözcüğü de "halife" sözcüğünün değişime uğramış bir biçimidir.

"Halife" sözcüğü tekil olarak Kur'an'da iki kez yer alırken, çoğulu olan " خلفاءhulefa" ve " خلائفhalaif" sözcükleri yedi kez yer almıştır: En'âm; 165, A'râf; 74:A'râf; 69: Yunus; 73: Fatır; 39: Yunus; 13, 14: Neml; 62.

Bu âyetlerde yer alan "halifeler" sözcüklerinin hepsi de; "arkadan gelip eskilerin yerini alanlar" manasındadır. Yani, bütün "halifeler" sözcükleri, sözcük anlamı ile kullanılmış olup, hiçbiri "yeryüzünde Allah'ın yerini alan, O'na vekâlet eden, O'nun adına hareket eden" anlamında değildir.

Yukarıdaki âyetler haricinde bir de " خلفhalf" kökünün " إستفعالistif'al" kalıbıyla kullanıldığı âyetler vardır ki, bu âyetlerdeki (Nur; 55: En'âm; 133: Hud; 57: A'râf; 129 sözcükler de yine "halef, halife bırakmak, birisini başkasının yerine geçirmek" anlamındadır:

Gerek "halifeler" sözcüğünün geçtiği âyetlerde gerekse " خلفhalf" sözcüğünün istif'al kalıbında olanlarının geçtiği âyetlerde "hilâfet"; "kendinden evvelkinin yerine geçmek" anlamına gelmektedir. Yani bütün bu âyetlerde halifeliği konu edilen kişi veya toplumlar, hep başka kişilerin veya yok edilmiş toplumların yerini almışlar, ama hiç Allah'ın halifesi, temsilcisi, vekili olmamışlardır.

"Halife" şeklinde tekil hâliyle Kur'an'da sadece iki kez yer alan sözcüklerin ilki, iniş sırasına göre Sad suresinde geçmektedir:

Ey Dâvûd! Gerçekten Biz seni bu yerde Halife; eski yöneticinin yerine yönetici yaptık. O hâlde insanlar arasında hak aracılığıyla, haksızlık ve kargaşayı engelleyip adaleti sağla. Keyfe, arzuya uyma. O takdirde seni Allah'ın yolundan saptırır. Kesinlikle Allah yolundan sapanlar; hesap gününü umursamadıklarından kendileri için çok şiddetli bir azap vardır. (Sad/ 26)

Acaba bu âyette halife yapıldığı söylenen Davud peygamber Allah'ın yerini mi almış, O'nun yerine mi halife olmuştur? Tabiî ki bu sorunun cevabı "Hayır!" olmalıdır. Çünkü hem Kur'an hem de tarihî bilgiler bize Davud peygamberin, İsrailoğullarının o günkü yöneticisi olan Talut'un yerini aldığını bildirmektedir. Kitab-ı Mukaddes ve İbranî tarihinde ise Davud peygamberin yönetimi, bir söylentiye göre kayınpederi olan Saul'den aldığı bilgisi yer almaktadır. Yani, Davud peygamber Allah'ın halifesi değildir, yeryüzünde O'nun yerini almamıştır; Talut'un (veya Saul) ölümü üzerine onun yerine İsrailoğullarının kralı olmuştur.

Kur'an'da yer alan "halife" sözcüklerinin ikincisi Bakara suresindedir:

Ve bir zaman Rabbin, doğadaki güçlere, “Şüphesiz Ben, yeryüzünde bir halîfe getiren Zatım” demişti. Doğadaki güçler, “Orada bozgunculuk yapan, kan döken birisini mi yapacaksın? Oysa biz, Senin övgünle birlikte tüm noksanlıklardan arındırıyoruz ve Senin tertemiz; her türlü kötülük ve eksiklikten uzak olduğunu haykırıyoruz” demişlerdi. Senin Rabbin, “Ben sizin bilmediğiniz şeyleri çok iyi bilirim” demişti. (Bakara/ 30)

Bu âyette, birçoklarının anladığı gibi, insanın ilk yaratılışı değil, halife yapılışı anlatılmaktadır. Çünkü insanın halife yapılışı, "takdir etmek, biçim vermek, yaratmak" anlamındaki "halk" fiiliyle değil, "bir hâlden başka bir hâle dönüştürmek" anlamındaki " جعلca'l" fiiliyle anlatılmıştır. Ayrıca âyetten, halife kılınacak olanın, daha önce yaratılmış melekler tarafından tanınıp bilindiği anlaşılmaktadır ki, bu husus da âyetin ilk yaratılışı anlatmadığını göstermektedir.

Bakara suresinin 30. âyetindeki halifenin kimliği, Sad suresinde halife kılınan Davud peygamber gibi açıkça belirtilmemesine rağmen, bir sonraki âyette Allah'ın Âdem'e isimleri, yani konuşmanın temeli olan kelimeleri öğrettiği ve bunları meleklerin bilmeyip Âdem'in bildiği, onun için halifeliğe ehil olduğu anlatıldığından, halife yapılanın, insan olduğu anlaşıl maktadır. Ama buradaki "insan halife"nin kime halife kılındığı belli değildir. Bir insanın; Âdem'in veya Davud'un Allah'tan sonra gelip O'nun yerine geçmesi söz konusu edilemeyeceğine göre bu âyetteki halifenin kime halife kılındığı düşünülmelidir, araştırılmalıdır.

Bu noktada, Rabbimizin geçmişte birçok kavimleri yok edip onların arkasından yenilerini getirdiği; halifeler kıldığı ve gelecekte de dilediği takdirde toplumları yok edip onların yerine yenilerini getireceği; halife kılacağı yolundaki mesajlarını hatırlamakta yarar vardır. Bu mesajlardan; bizim bildiğimiz insan türünden başka varlıkların daha evvel yeryüzüne hâkim oldukları, o dönemde insan denen ve kan döküp fesat çıkaran varlıkların da bilgilendirilmemiş hâlde mevcut oldukları, Yüce Allah'ın hâkim olanları ortadan kaldırmasından sonra onların arkasından kan döküp fesat çıkaran insanoğlunun yeryüzüne halife kılındığı, daha sonra da bu kan döküp fesat çıkaranların Allah'ın lütfu ile bilgilendirilmeleri sayesinde, yani kendilerine ruh üfürülmesi (vahy gönderilmesi) sayesinde erdemli bir konuma geldikleri anlaşılmaktadır. Fakat insanoğlunun kimlerin ya da nelerin halefleri olduğu, başka bir söyleyişle insanoğlunun seleflerinin kimler ya da neler olduğu ise bu mesajlardan anlaşılamamaktadır. Bunların ne tür yaratıklar olduğu belki ilerideki zamanlar içinde anlaşılacaktır.

Eğer yönetici anlamında “halife” diye adlandırılacak birileri varsa, o da “Ülülemr”dir.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (14. September 2011), merdem (3. July 2013)
Alt 14. September 2011, 12:15 AM   #12
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Ülülemr’in oluşturulması

Rabbimiz, Müslümanlardan kamu görevine getirilecek kişiler için genel olarak şu çerçeveyi çizmiştir:

Şüphesiz Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Şüphesiz Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah, en iyi işiten, en iyi görendir. (Nisa/ 58)

Rasülüllah da bu ilkeyi şöyle dile getirmiş ve hayatında uygulamıştır:

İş, ehil olmayanın eline geçti mi, kıyameti gözetleyiniz" (Buhârî, İlim, 2)

Bu ilkelere göre tepeden tırnağa kamu görevlileri “ehliyet sahibi (lâyık ve yeterli)” kimselerden istişare sonucu seçilip atanacaktır. “Ülülemr” kamu görevinin en üst makamıdır. Dolayısıyla de “Ülülemr” tamamen ehil kimselerden oluşacaktır. Yöneticilerin Kureyş’ten veya Ehl-ibeyt’ten olacağı hem mesnetsizdir hem de İslâm’dan onay almaz. Müslüman devlette görev verilecek kişilerin ait olduğu zümreye, kabileye, aileye, partiye ilişkin olarak değil, verilecek işe ait bilgisine, yeteneğine ve aşağıdaki özelliklere göre görevlendirilmesi gerekir.

Kur’an’a bakıldığında ehliyet konusunda şu âyetler bize ışık tutacaktır:



Peygamberleri de onlara, “Şüphesiz Allah, size hükümdar olarak Tâlût'u gönderdi” demişti. İsrâîloğulları, “O, bizim üzerimize nasıl hükümdar olur, oysa hükümdar olmaya biz ondan daha çok hak sahibiyiz, ona maldan bir genişlik, bir bolluk da verilmemiştir” dediler. Peygamberleri, “Onu sizin başınıza Allah seçmiş ve onu bilgi ve vücut bakımından fazlalıklı kılmıştır” dedi. Allah da, mülkünü dilediği kimseye verir. Ve Allah, bilgisi ve rahmeti geniş ve sınırsız olandır, çok iyi bilendir. (Bakara/ 247)

Nûh: “Rabbim! Şüphesiz toplumum bana isyan etti. Malı ve evladı kendisine zarardan başka birşey vermeyen kimseye uydular. Ve onlar büyük tuzaklar kurdular. Ve ‘Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Ve sakın Vedd, Suvâ, Yagûs, Yeûk ve Nesr'i bırakmayın’ dediler. Kesinlikle birçoklarını da saptırdılar. Sen de o şirk koşarak yanlış yapanlara sadece sapıklığı arttır” dedi. (Nuh/ 21- 24)

Ve Mûsâ: “Rabbimiz! Şüphesiz Sen Firavun'a ve ileri gelenlerine basit dünya hayatında zînet ve mallar verdin. –Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye– Rabbimiz! Onların mallarını sil-süpür ve kalplerine sıkıntı düşür. Çünkü onlar o acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler” dedi. (Yunus/ 88)

Bu âyetlere göre siyasi konularda ilim ve cisim; sağlık, bedenen kusursuzluk ve heybetli olmak dikkate alınacak, zenginlik; mal, mülk, para pul, evlat çokluğu dikkate alınmayacaktır. Bu özellikler dikkate alındığında “ehliyet” kavramı özetle şu maddeler ile açıklanır:

Adil olmak; (Günlük yaşantısında fısk ve isyanın içinde olmamak, haramları işlememek, çirkin işler yapmamak, hevâ, heves ve şehvete düşkün olmamak, herkese eşit davranmak, kin gütmemek, kültür, bilgi ve mevkî farklılıklarından dolayı insanlara başka başka davranmayan kişi olmak).

Âkil (Reşit olma) olmak; zihinsel açıdan kusurlu olmamak; deli, baygınlık geçirip duran, bunak, vs. olmamak.

Âlim olmak; atandığı görevin mahiyetine ve uygulamasına yönelik yeterli bilgi, beceri ve deneyim sahibi olmak (yasama meclisi üyesi ile belediye meclisi üyesinin tabi olacağı nitelikler doğal olarak farklı farklıdır).

Özgür olmak; başkasının kontrolünde ve etkisinde bulunan kimselerin; kölelerin, ağa marabalarının, şeyh müritlerinin, sendika uşaklarının ve beslemelerin seçme ve seçilme ehliyeti olmaz. Çünkü bunlar hakkaniyetle hareket edemez, sahiplerinin direktiflerini uygularlar.

Siyâsî basirete sahiplik; toplumun karşılaşabileceği tüm sıkıntıların çözümünde konuları öncelikleyebilme yetisine sahip olmak.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (14. September 2011), merdem (3. July 2013)
Alt 14. September 2011, 12:18 AM   #13
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

İslâm dini ehliyeti ön plana çıkarmış, yönetimin irsen intikaline izin vermemiştir.

Ve hani Rabbi İbrâhîm'i, birtakım kelimeler ile sınamış, o da onları tam olarak yerine getirmişti. Rabbi, “Ben seni insanlara önder yapanım” demişti. İbrâhîm, “Soyumdan da önderler yap!” dedi. Rabbi, “Benim ahdim/ tutulmak üzere verdiğim söz, kendi benliğine haksızlık eden kimselere ulaşmaz!” dedi. (Bakara/ 124)

İnsanlık tarihine bakıldığında, Mısır, Asur, Sümer, Babil, Roma, Emevî, Abbasî, Eyyubî, Selçuklu, Osmanlı tüm devletlerin “ehliyetsiz” yöneticiler; kamu görevlileri yüzünden yok olup gittikleri görülür.

Müslümanlar, ehliyetli kimseleri arar, tarar ve bu göreve getirirler veya ehil Müslümanlar göreve talip olurlar ve yetkili kurumca atanırlar. Bu olaya velâyet verme, vekâlet verme veya bey’at etme denir.

Kur’an’a baktığımızda “Ülülemr”in (Yetki sahipliğinin; kamuda görev almanın) oluşturulması şekli ile ilgili iki örnek verildiğini görüyoruz.

Birincisi: Toplumun vekâlet, velâyet verip biat edeceği ehil kişileri arayıp, bulup kapısını çalarak bu göreve atamasıdır. Bunu İsrailoğullarının Davûd’u kendilerine devlet başkanı yapmaları örneğinde görürüz.

Ve sana şu davacıların haberi geldi mi? Hani onlar mihraba (Dâvûd'un özel evine) çıkıp varmışlardı.

Dâvûd'un yanına girdiklerinde o, onlardan korkuvermişti. Ona, “Korkma! Biz, iki davacıyız. Bazımız, bazımıza haksızlık etti. Şimdi sen aramızda hak ile hüküm ver, haksızlık etme ve bizi doğru yolun ortasına yönelt” dediler. Birisi de dedi ki: “İşte bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu var, benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken, ‘Onu da bana ver’ dedi ve konuşmada bana üstün geldi/tartışmada beni yendi.”

Dâvûd dedi ki: “Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle o sana haksızlık etmiştir. Gerçekten de ortakların, bir toplulukta yaşayanların çoğu kesinlikle birbirlerine haksızlık ediyorlar. Ancak iman edenler ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler haksızlık etmezler. Ama onlar da ne kadar azdır!” Ve Dâvûd, Bizim kendisini birtakım sıkıntılarla imtihan ederek arı-duru hâle getirdiğimize/olgunlaştırdığımıza kesin kanaat getirdi ve anladı. Hemen Rabbinden bağışlanma diledi, ortak koşmaktan uzak olarak yere kapandı ve döndü.

Biz de o'nun için bunu bağışladık/Biz de o'nu bağışladık. İşte böyle! Şüphesiz yanımızda o'nun için bir yakınlık ve güzel bir dönüş yeri vardır.

Ey Dâvûd! Gerçekten Biz seni bu yerde eski yöneticinin yerine yönetici yaptık. O hâlde insanlar arasında hak aracılığıyla, haksızlık ve kargaşayı engelleyip adaleti sağla. Keyfe, arzuya uyma. O takdirde seni Allah'ın yolundan saptırır. Kesinlikle Allah yolundan sapanlar; hesap gününü umursamadıklarından kendileri için çok şiddetli bir azap vardır. (Sad/ 21-26)

Müslümanların Salât, Kıble ve Hacc görevleri kapsamında her zaman için ehliyetli kişileri yetiştirip hazır bulundurmaları bir kulluk görevidir. Gerektiğinde tolumdaki yetişmiş ehliyetli kişiler arasından seçim ve görevlendirme yaparlar.

İkincisi: Ehil, yeterliliği olan kimselerin göreve talip olmaları ve talipler arasından ehil seçmenlerin seçimiyle onlara görev verilmesidir. Bunun örneğini de Yusuf peygamberin Firavun’dan görevi istemesi örneğinde görürüz.

Ve hükümdar, “Onu bana getirin, kendi işlerime atayayım” dedi. Sonra o'nunla konuşunca da, “Şüphesiz sen bugün yanımızda gerçekten önemli bir mevki sâhibisin, güvenilir birisin” dedi.

Yûsuf dedi ki: “Beni yeryüzünün hazineleri üzerine görevlendir. Şüphesiz ben, iyi koruyan, çok iyi bilenim.”

–Ve işte Biz böylece Yûsuf için o yerde iktidar; ülke yönetimi verdik. Neresinde isterse orada konaklardı. Biz rahmetimizi dilediğimize nasip ederiz. Ve iyilik edenlerin ödülünü kaybetmeyiz. Ve iman eden ve Allah'ın koruması altına girmiş kişiler için elbette âhiret ödülü daha hayırlıdır.– (Yusuf/ 54- 56)

Bu âyetlerden ehil olanların göreve talip olabileceklerini, Müslümanların ehil olanları tespit edip kapılarını çalacaklarını anlıyoruz. “Ülülemr” her iki metodlada oluşturulabilir. Burada dikkate alınması gereken en önemli unsur, kendilerinden olması ve adayın ehil (yeterlilik sahibi) olmasıdır.

Yesribliler de Mekke’de tebliğ görevi sürdüren Rasülüllah’ı tespit ve teşhis etmiş, Davud örneğinde olduğu gibi gelip kapısını çalarak kendilerine idareci olmalarını istemişlerdir. Rasülüllah da bu davet üzerine Yesrib’e hicret etmiş ve orada İslâm dini ilkeleri çerçevesinde bir yönetim oluşturmuştur.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (14. September 2011), merdem (3. July 2013)
Alt 14. September 2011, 12:19 AM   #14
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Velâyet - vekâlet – bey’at
Ülülemr’in (Şura Mecisinin) üyelerinin kaç kişiden oluşacağını, üyelerin görev sürelerini yine Müslümanlar kendi aralarında istişare etmek suretiyle belirlerler. Bu konu kullara bırakılmıştır. Bazıları Rasülüllah sonrasındaki halife seçimlerini baz alarak üye sayısı belirlemeye çalışmışa da o günkü halife seçimleri islâmi çerçevede yapılmadığından bu yola başvurmak yanlış olur.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (14. September 2011), merdem (3. July 2013)
Alt 14. September 2011, 12:20 AM   #15
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Velâyet:

ولاية - velâyet sözcüğü de, "arada bir şey bulunmadan bitişiklik, yakın olma, yan yana olma ve yaklaşma" demek olup yer, niyet, zaman, din gibi faktörlere bağlı kalmaksızın arkadaşlıkta ve yardımda tam bir yakınlığı ifade eder.

Veli

Hem ولىvelî sözcüğü, hem de bu sözcüğün çoğulu olan اولياءevliyâ sözcüğü Kur’ân'da hep bu anlamda kullanılmıştır. Bu sözcükler İslâm'ın ortaya çıkışından yüzyıllar sonra, yabancı kültürlerin etkisiyle sözcük anlamları dışında birer kavram hâline gelmiş ve Müslümanların dinî hayatlarını istila etmiştir. Açıklıkla belirtmek gerekir ki, velî ve evliyâ sözcükleri Kur’ân'da tamamen kendi doğal anlamlarıyla kullanılan iki sözcüktür. Tasavvuf literatürünün bu doğal anlamları bozarak halk kültürüne özel mistik anlamlar ve hiyerarşik bir derecelendirmeyi ifade etmek üzere soktuğu "veli" ve "evliya" kavramlarının Kur’an’daki "veli" ve "evliya" sözcükleriyle bir ilgisi yoktur.

Esma-i Hüsnâ'dan biri olan ve Kur’ân'da hem Allah hem de kullar için kullanılmış olan velî sözcüğü Âyetlerde hep نصير - nasîr = yardımcı, مرشد- mürşid = aydınlatan, yol gösteren, شفيع – şefî' = şefaat eden, واق - vâk = koruyucu, حميد - hamîd = öven, yücelten sıfatları ve "karanlıklardan aydınlığa çıkarır, bağışlayıp merhamet eder, zarardan alıkoyup yarara yaklaştırır" nitelemeleri ile birlikte yer almıştır. Bu da demektir ki, velîliğin [yakınlığın] bu nitelikler ve bu sıfatlar ile yakın ilişkisi vardır. Yani, bu nitelik ve sıfatlar, velînin [yakın olanın] belirgin özellikleridir. Buna göre her nerede bir kimse için velî [yakın] sıfatı kullanılmışsa, o kimsenin "yardım eden, yol gösteren, şefaat eden, aydınlatan ve koruyan" bir kimse olduğu anlaşılmalıdır. Bunu şu âyetlerden kolayca anlamak mümkündür:

Bakara/107,120, Nisâ/45,123, 173, En'âm/14, 51,70, Ra'd/37, Kehf/17, 26, Şûra/ 28, 46, A’raf /196, Yusuf/ 101.

Velâyet sözcüğü zaman içinde, kişilerin ve toplumların birbiriyle olan ilişkilerinde hukukî bir kavram hâline gelmiş ve bu kavram uluslararası ilişkiler düzeyinde de genel kabul görmüştür. "Reşit bir şahsın, şahsi ve mali işlerini gözetip yürütme hususunda kasır [becerisi ve yeteneği olmayan, eksikli] olan bir şahsın yerini tutması" demek olan bu kavram, hukuk alanında geniş bir yer işgal etmesine rağmen, mana olarak sözcüğün kök anlamı ekseninden uzaklaşmamıştır.

Kısacası “Ülülemr, aynı zamanda Müslümanın velisi; "Yardım edeni, yol göstereni, aydınlatanı ve koruyanı” olmaktadır.

Rabbimiz biz Müslümanlara kimlere vekâlet, velâyet vermememiz gerektiğini Kur’an’da defalarca konu etmiştir.

Mü’minler, kendilerinden seviyesiz, Allah’ın ilâhlığını, Rabliğini örten kimseleri yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmesinler; yönetici yapmasınlar, yaşamlarını onların ellerine teslim etmesinler. Artık onu her kim yaparsa Allah’tan hiçbir şeyi yoktur. Ancak onlardan bir korunma yapmanız başkadır. Allah sizi Kendisinden sakındırıyor. Ve oluş/varış yalnızca Allah’adır. 89/3 [Âl-i Imran, 28]

Ey iman etmiş kimseler! Kendinizden seviyece düşük olan, Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğini örten kimseleri yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyin; yönetici yapmayın. Kendi aleyhinizde Allah’a apaçık bir kanıt vermek mi istiyorsunuz? 92/4 [Nisa, 144]

Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu yardımcı, koruyucu; yönetici yapanları görmedin mi; hiç düşünmedin mi? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Ve onlar bilerek yalan yere yemin ediyorlar. 105/58 [Mücadile, 14]

Ey iman etmiş kimseler! Eğer Benim yolumda cihat etmek ve Benim rızamı kazanmak için çıktınızsa, size haktan gelen şeyleri örttükleri; inanmadıkları halde, onlara sevgi ulaştırarak; onlara sevgiyi gizleyerek Benim düşmanımı ve kendinizin düşmanını yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyin; onları yönetici yapmayın. Onlar, Rabbiniz Allah’a inandığınızdan dolayı elçiyi ve sizi çıkarıyorlar. Oysa Ben sizin gizlediğiniz şeyleri ve açığa vurduğunuz şeyleri en iyi bilenim. Ve sizden kim bunu yaparsa artık o, kesinlikle yolun ta ortasından sapmıştır.

Eğer onlar sizi ele geçirirlerse, sizin için düşman olacaklardır, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatacaklardır. Ve onlar, “keşke Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğini örtseniz; inanmasanız” diye arzu etmektedirler.

Kıyamet günü akrabalarınız ve çocuklarınız size asla yarar sağlamazlar. Allah, aranızı ayırır. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir. 91/60 [Mümtehıne, 1- 3]

Belki Allah, sizlerle onlardan kendilerine karşı düşmanlık beslemekte olduğunuz kimseler arasında bir sevgi oluşturur. Allah, en iyi güç yetirendir. Ve Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

Allah sizi, din hakkında sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmekten, onlara hakkaniyetle davranmaktan men etmez. Şüphesiz ki Allah, hakkaniyetle davrananları sever.

Allah, ancak sizi, sizinle din hakkında savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için yardımlaşan kimseleri velîleştirmenizi [koruyucu, gözetici, yönetici yapmanızı] yasaklar. Kim onları velîleştirirse, işte onlar, yanlış yapanların ta kendileridir.

(91/60, Mümtehine/7-9)

Ey iman etmiş kimseler! Allah’ın gazap ettiği toplumu velileştirmeyin; yönetici, gözetici yapmayın. Allah’ın ilâhlığını ve Rabliğini örtenlerin mezarlık halkından ümit kestiği gibi, kesinlikle onlar, ahiretten ümit kesmişlerdir. 91/60 [Mümtehıne, 13]

Ey iman etmiş kimseler! Yahudileri ve Hıristiyanları yardımcı, yol gösterici, koruyucu yakınlar edinmeyin. Onlar birbirlerinin koruyucu, yol gösterici yakınıdırlar. Sizden kim onları mütevelli; koruyucu, gözetici, yönetici yaparsa, artık o, şüphesiz onlardandır. Şüphesiz Allah, şirk koşarak, küfrederek yanlış yapanlar topluluğunu kılavuzlamaz. 112/ 5 [Maide, 51]

Ey iman etmiş kimseler! Kendi seviyenizde olmayanlardan sırdaş/sıkı arkadaş edinmeyin. Onlar size fenalık etmekten geri kalmazlar. Onlar, sıkıntıya düşmenizi istediler. Kesinlikle kinleri ağızlarından dışa vurmuştur. Göğüslerinde gizledikleri şeyler de daha büyüktür. Eğer siz, aklınızı kullanacaksanız, Biz, sizin için âyetleri/alâmetleri/göstergeleri kesinlikle açığa koymuşuzdur. (Al-i Imran; 118)

Meseleyi özetlersek, velâyet ve vekâlet vermek velâyet verilen kişinin, kurumun, ülkenin vesâyeti altına girmek demektir.

Bu ayetlerin bize verdiği mesajlara göre Mü'minler kesinlikle velâyetlerini [korunmalarını, gözetilmelerini, yönetimlerini; hak ve özgürlüklerini], müşriklere-kâfirlere, Yahudi ve Hıristiyanlara veremezler, teslim edemezler. Bu, kesinlikle yasaklanmıştır. Müslümanlar, korunma, gözetilme, yönetilme; bekalarını ve geleceklerini etkileyecek işlerine; hak ve özgürlüklerine Müslüman olmayanları el sürdürmemelidir. Onlara ne velâyet ne de vekâlet verilebilir.

Allah’ın koyduğu bu, velâyetin, Yahudi, Hıristiyan, kâfir ve münafıklara verilmemesi kuralı, bağımsızlığın, özgürlüğün, varlığı sürdürmenin ve gelecekte de var olmanın teminatıdır. Bir Müslüman erkek, Yahudi veya Hıristiyan bir kadınla evlenebilir. Bunda her hangi bir sakınca yoktur. Yahudi veya Hıristiyan kadın, Müslüman erkeğin eşi, çocuklarının anası olabilir ama aile bünyesinde “Velî” olamaz. Nitekim Tevbe suresinin 71. âyetinde de şu ifadeler yer alır: “İnanan erkekler ve inanan kadınlar; bunların bazısı bazılarının velîsi; koruyucu, yol gösterici yakınlarıdırlar. ……”.

Şu âyetlere de bakılabilir: Enfal; 72, 73, Mâide; 51, 57, 80–82, Âl-i İmrân; 28, Tövbe; 23, Mümtehine; 1–2, 8, 9, Nisâ; 89, 144.

Bu ilkeye ters davrananların ve önemsemeyenlerin ibretlik akıbetleri tarih kitaplarında bolca görülebilir.

İşte bu ölçüleri dikkate alınan Müslümanlar, idari açıdan mahalle muhtarından, kaymakamdan, validen, bakandan başbakana, askeri açıdan da onbaşıdan generaline kadar velâyet ve vekâlet vereceği kişilerde bu özelliği arar. Bunları bulur, seçer ve atar. Sonra da atanmışlar İslâmi çerçevede bulundukları sürece ona itaat ederler. Bir Müslümanın aile reisi, mahalle muhtarı, belediye başkanı, kaymakamı, valisi, milletvekili, bakanları, başbakanı (idari yönetimdeki tüm yetkilileri) mutlaka kendilerinden yani Müslüman olmalıdır. Keza bir Müslüman askerin de manga komutanından mareşale tüm komutanları kendinden yani Müslüman olmalıdır; bir Müslüman asker, kesinlikle Müslüman olmayan bir komutanın emrinde askerlik yapamaz, o komutanın inancı çerçevesine savaşa çıkamaz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (14. September 2011), merdem (3. July 2013)
Alt 14. September 2011, 12:21 AM   #16
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Vekâlet
Pratik hayatımızda özetle " وكالةVekâlet"; "Bir kimsenin, işini görmesi için bir başkasını kendi yerine bırakması veya bir başka kişiye yetki vermesi", " وكيلVekil" de; "bir kimsenin, işini görmesi için kendi yerine bıraktığı ya da yetki verdiği kişi" demektir.

"Vekil" ve "tevekkül" sözcükleri, hem sözcük hem de terim olarak İslâm dininde önemli bir yer tutmaktadır. Fakat Kur'an'daki "vekil" ve "tevekkül" sözcüklerinin anlamları ile bu sözcüklerin sosyal yaşamda ifade ettiği anlamlar arasında bir benzerlik bulunmamaktadır. Çünkü sosyal yaşamda bir avukata, bir siyasî temsilciye ve yürütme meclisindeki bir "bakan"a da vekil denmesine karşılık, Kur'an'da "Vekil" sözcüğü Allah'ın isimlerinden birisi olarak geçmekte ve Yüce Allah, sadece kendisinin "Vekil" tutulmasını, inananların sadece kendisine tevekkül etmesini istemektedir.

Aslında "vekil"; "Canlı cansız tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan" demektir. Bu anlamıyla gerçek “Vekil” Allah’tır.

Müslümanlar da oluşturdukları “Şura Meclisi”nde, rahat yaşamını sağlayacak, bekasını ve istikbalini düzene koyacak; yasa yapacak, uygulayacak, denetleyecek kimseleri kendi adına hareket etmeye yetkilendirirler. Vekâletin meşruluğunu Kehf; 19’daki “Şimdi siz birinizi, bu gümüş paranızla şehre gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size yiyecek getirsin. Ve çok nazik davransın ve sizi kimseye sezdirmesin” ifadelerinden anlayabiliriz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
merdem (3. July 2013)
Alt 14. September 2011, 12:22 AM   #17
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

البيعةBEY'AT

Sözcüğün anlamı “itaat”, “itaatleşme” demek iken, “bir konuda ölümü pahasına, itaat etmeye, sadık kalmaya sözleşme” olarak terimleşmiştir.

Müslümanların Rasülüllah ile bey’atleştiklerini Kur’an’daki âyetlerden öğreniyoruz.

Şüphesiz sana bağlılık yemini eden şu kimseler, gerçekte Allah'a bağlılık yemini etmektedirler. Allah'ın gücü; nimetleri, yardımları onların güçlerinin; yardımlarının, hizmetlerinin üzerindedir. O nedenle kim sözünden dönerse, artık sadece kendisi aleyhine olmak üzere dönmüştür. Kim de Allah'a verdiği söze vefa gösterirse, Allah ona hemen büyük bir ödül verecektir. (Fetih/ 10)

Andolsun o ağacın altında sana bağlılık yemini ederlerken Allah, mü’minlerden razı olmuştur. İşte kalplerinde olanı bilmiş, onlara kalbi teskin eden, güven ve yatışma duygusu/ moral indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ve alacakları birçok ganimetler ile ödüllendirmiştir. Ve Allah, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olandır, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapandır. (Fetih/ 18)

Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana, Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zina etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, ma’rufta; herkesçe kabul gören/vahye uygun hususlarda sana isyan etmemeleri üzerine bağlılık yemini ederek gelirlerse, hemen onların bağlılık yeminlerini al ve onlar için Allah'tan bağışlanma dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayan, çok merhamet edendir. (Mümtehıne/ 12)

Mümtehıne; 12’deki “ma’rufta; herkesçe kabul gören/vahye uygun hususlarda” ifadesi dikkat çekicidir. Buradan anlaşılıyor ki bey’at, sadece Ma’ruf’tadır. Maruf olmayan konularda peygambere bile biat edilmez.

Âyetlerin ilk muhatabı olan ve hayatında en güzelini uygulayan Rasülüllah da bu ilkeyi, "Âllahu Teâlâ'ya isyan olan yer ve konuda mahlûka itaat yoktur. İtaat ancak ma'ruftadır" diye deklera etmiştir. (Müslim, İmâre, 39; Ebû Davûd, Cihad, 87; Nesâî, Bey'at, 34; İbn Mâce, Cihad, 40)

Ayrıca Rabbimiz birçok âyetinde Elçisi Muhammed’i muhatap alarak; hevasına uyan, Allah’ın zikrinden gâfil, kafir, münafık, ahıreti yalanlayan, çok yemin eden, aşağılık, alaycı, gammaz; arkadan çekiştiren, arabozucu, kovuculuk için gezip duran, mal ve oğulları var diye hayrı engelleyen, saldırgan, günaha batmış, kaba/obur, sonra da kötülükle damgalı olan, günahkar, nankör, kimselere itaati yasaklamıştır. Şu âyette ise hepsini icmalen Müslümanlara emretmiştir.

Semûd, gönderilmişleri [elçileri, mesajları] yalanladı.

Hani kardeşleri Sâlih onlara demişti ki: “Allah'ın koruması altına girmez misiniz? Şüphesiz ki ben, sizin için güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'ın koruması altına girin ve bana itaat edin. Ben sizden hiçbir ücret istemiyorum da. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi üzerinedir. Siz burada; bahçelerde, pınarlarda ve ekinlerin, salkımları sarkmış hurmalıkların arasında güven içinde bırakılacak mısınız? Ve siz dağlardan ustaca evler yontuyorsunuz. Artık Allah'ın koruması altına girin ve benim dediklerimi yapın. Ve yeryüzünde bozgunculuk yapıp ıslah etmeyen o aşırı giden kimselerin emrine uymayın.”

Onlar dediler ki: “Sen, kesinlikle büyülenmişlerdensin! Sen de ancak bizim gibi bir beşersin. Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir alâmet/gösterge getir.”

Sâlih: “İşte bu Destek Kurumu'dur, onun yaşaması için desteklenmesi gerekir; kazancınızın bir bölümü onun için ayrılmalıdır. Onu ayakta tutun. Yoksa sizi büyük bir günün azabı yakalayıverir” dedi.

Buna rağmen onlar Destek Kurumu'nu, gelir kaynaklarını kurutarak yok ettiler de pişman olanlar olarak sabahladılar.

Bunun üzerine onları azap yakalayıverdi. Doğrusu bunda, büyük bir ders vardır, ama onların çoğu iman etmediler.

Ve Şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, engin merhametlinin ta kendisidir. (47/26, Şu‘arâ/141-159)



Müslümanlar kendilerinden ehil kimselerle “Ülülemr”i oluştururken; vekâlet ve velâyet verirken aynı zamanda ma’rufta, ölüm pahasına da olsa Ülülemr’e uyacaklarına, “Ülülemr”e itaat edeceklerine, sadakat göstereceklerine, anarşi çıkarmayacaklarına söz verirler. Böylece Müslümanların devleti sağlıklı bir şekilde işler.

Çağımızda siyasi Vekâlet, Velâyet ve Bey’at işleri sandıklarda oy kullanılması şeklinde icra edilmektedir. Müslümanlar oy verme işlemlerinde yukarıda konu edilen “Vekâlet”, “Velâyet” ve “Bey’at” hükümlerini mutlaka dikkate almak zorundadırlar.

İslâmi yönetimde seçilmişler, yöneticiler küçüğünden en büyüğüne kadar topluma hizmet ederek Allah’a kulluk yapan memurlardır. Herhangi bir kutsiyetleri, dokunulmazlıkları yoktur. Hepsi hem Allah’a karşı hem de halka karşı mukayyet ve sorumludurlar. Her zaman hesap verirler ve gözetim altında tutulurlar. Ma’ruf’tan (İslâm ilkelerinden) saptıkları anda görevden alınır ve sorgulanırlar.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
merdem (3. July 2013)
Alt 14. September 2011, 12:23 AM   #18
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Ülülemr’in görevleri:
“Ülülemr”, toplumun; sosyal bünyenin beynidir. O nedenle “Ülülemr”, İslâmi hükümler çerçevesinde toplum için bağlayıcı kaideler, kurallar, kanunlar yapar, bunları günceller, kamu için gerekli kurumları ve organları oluşturur ve bunları denetler.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 14. September 2011, 12:24 AM   #19
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Devletin korunması

Devletin varlığını, toprak bütünlüğünü ve egemenliğini savunmak, halkını korumak, hayatı tehdit edecek her türlü terörü engellemek için de bir orduya gerek vardır. Müslümanlar da ordularını şu âyetlerin işaret ettiği ölçülerde hazırlarlar.

Ey iman etmiş kişiler! Önleminizi alın, sonra da onlara karşı ya küçük birlikler hâlinde sefere çıkınız veya toptan sefere çıkınız. (Nisâ/71)

Ve siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki, onlarla, Allah'ın düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ve Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz, bunlardan aşağı daha başkalarını korkutasınız. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz hakksızlığa uğratılmazsınız. (Enfal/ 60)



Bu âyette hitap, tüm mü’minlere ve tüm zamanlara yöneltilerek, Siz de gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin ve savaş atları hazırlayın ki, onlarla, Allah'ın düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ve Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz, bunlardan aşağı daha başkalarını korkutasınız. Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz hakksızlığa uğratılmazsınız buyurulmuş ve böylece mü’minler için askerî strateji belirlenmiştir.

Âyette önce, gücünüzün yettiği kadar onlara karşı her çeşitten kuvvet biriktirin denilerek, her türlü askerî silah ve malzeme tedariki emredilmiş, sonra da savaş atları hazırlayın buyurularak, “savaş atları”na vurgu yapılmıştır. Malumdur ki Kur’ân'ın indiği dönemde en iyi savaş aracı at idi. O nedenle âyetteki “at” ifadesi, bugün için, savaş uçağı, tank, denizaltı, güdümlü füze, hatta atom bombası olarak anlaşılmalıdır.

Âyetteki, Allah'ın düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ifadesiyle, “müşrikler, Yahûdiler ve tüm İslâm düşmanları”; Allah'ın bilip de sizin bilmediğiniz düşmanlar ile de, “münâfıklar ve uzaklardaki düşmanlar” kastedilmektedir:

Evet Müslümanlar güçlü olurlarsa, bilinen ve bilinmeyen düşmanların hepsi korkar; Müslümanlara saldırmak şöyle dursun onları rahatsız bile edemezler. Ayrıca güçlü olmaları gelişmelerine ve ila-yı kelimetullah için gayretlerine de vesile olur.

Âyetteki, Ve Allah yolunda her ne harcarsanız o size eksiksiz ödenir ve siz hakksızlığa uğratılmazsınız ifadesi ise, bilinen-bilinmeyen düşmanlara karşı en üst düzeyde kuvvet ve teknoloji hazırlamanın infak gibi mâlî bir desteğe muhtaç olduğuna, dolayısıyla Müslümanların ekonomik yönden de çok güçlü olmaları gerektiğine işaret ediyor. Savaş ve infak konuları daha evvel de birlikte zikredilmişti:

Ve de fitne kalmayıp, din yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Artık eğer, vazgeçerlerse, düşmanlık, zâlimlerden başkasına yoktur. Harâm ay [dokunulmazlık ayı], harâm aya karşılıktır. Ve bütün harâmlar [dokunulmazlıklar; bağlayıcı hükümler], kısastır [birbirine karşılıktır]. O hâlde kim size saldırdıysa, siz de ona yaptığı saldırının aynıyla saldırın. Ve Allah'a takvâlı davranın. Ve bilin ki Allah, takvâ sahipleriyle beraberdir. Ve Allah yolunda infak yapın, ellerinizi [kendinizi] ellerinizle tehlikeye bırakmayın ve iyileştirin-güzelleştirin. Şüphesiz Allah, iyileştirenleri-güzelleştirenleri sever. (Bakara/193-195)
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
merdem (3. July 2013)
Alt 14. September 2011, 12:25 AM   #20
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.015
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Ülülemr’i desteklemek ve itaat Müslümanların görevidir.

Şüphesiz Allah ve doğadaki güçleri/indirdiği Kur’ân âyetleri Peygamber'i destekliyorlar/yardım ediyorlar/arka çıkıyorlar. Ey iman etmiş kimseler! Siz de Peygamber'e destek olun/o'na yardım edin/arka çıkın ve o'nun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayın! (Ahzab/ 56)

Ve onlar, “Allah'a ve Elçi'ye inandık ve itaat ettik” diyorlar. Sonra da onlardan bir grup, arkasından geri duruyorlar ve bunlar, mü’minler değildir.

Ve aralarında hükmetmesi için Allah'a ve Elçisi'ne çağrıldıkları zaman, bakarsın ki, onlardan bir grup mesafelenmişler. Ama eğer hak kendi lehlerine ise, o'na, gönülden bağlı kimseler olarak gelirler.

Peki, onların kalplerinde bir hastalık mı var? Yoksa şüpheye mi düştüler? Yoksa Allah ve Elçisi'nin kendilerine haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Tam tersine onlar, yanlış davrananların ta kendileridir!

Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Elçisi'ne davet edildiklerinde mü’minlerin sözü ancak “İşittik ve itaat ettik” demeleri oldu. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.

Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne itaat eder, Allah'a saygı, sevgi ve bilgiyle ürperti duyar ve O'nun koruması altına girerse, işte onlar başarıya ulaşanların ta kendileridir.

Ve o münâfıklar, sen hakikaten kendilerine emrettiğin takdirde kesinlikle savaşa çıkacaklarına dair, en ağır yeminleri ile Allah'a yemin ettiler. De ki: “Yemin etmeyin. İtaat, örfe uygun/herkesçe iyi olduğu kabul edilen şekildir! Şüphesiz Allah, yaptıklarınıza haberdardır.”

De ki: “Allah'a itaat edin, Elçi'ye de itaat edin.” Artık, eğer yüz çevirirseniz şunu bilin ki o'nun üzerine olan, sadece kendisinin yüklendiğidir. Sizin üzerinize de, size yüklenendir. Eğer Elçi'ye itaat ederseniz, kılavuzlandığınız doğru yola girersiniz. Elçi'nin üzerine olan da, sadece apaçık mesajı iletmektir. (Nur/47- 54)



Ve Nisa 13, 59, 69, 80, Ahzab 33, Âl-i Imran 32, 132, 71, Maide 92, Fetih 17, Tevbe 71, Enfal 1, 30,46, Muhammed 32, Mücadele 13, Teğabün 12. âyetlerdeki itaat edilecek Rasül, devlet başkanı da olan Rasüldür. Bu âyetler indiği dönemde Rasülüllah “Ülülemir”liği de temsil ediyordu. Yani Rasülüllah, peygamberliğinin yanında hem devlet başkanı, hem de askeri komutan idi.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
merdem (3. July 2013)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
demokrası, devlet, din, ilke, islam, kur’an, mülk, müslüman, sıyâsetnâme, tabu, yeryüzü, ışığında


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 08:09 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam