hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE TEBYîNÜ'L -KUR'AN İŞTE KUR'AN ve VİDEOLARI Hakkı Yılmaz > İniş Sırası ile Sureler > 97.Rahmân Suresi

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 8. August 2010, 11:36 PM   #1
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart Rahmân Suresi

97 (55). Rahmân Suresi
MEDENÎ, 78 ÂYET

GİRİŞ

Adını ilk âyetteki الرحمن[er-Rahmân] isminden alan sûrenin Medîne'de 97. sırada indiği kabul edilir.

Rivâyetlerin ve üslubunun Mekkî olmasından hareketle Hasan Basrî, Urve b. ez-Zübeyr, İkrime, Atâ ve Câbir gibi birçok bilgin sûrenin Mekkî olduğunu düşünür. İbn Abbâs da, 29. âyeti hariç Mekke'de indiğini kabul eder.[1]

Bizce sûre, Medîne'de inmiştir, ancak muhatapların Mekkeli müşrikler olması nedeniyle üslubu Mekkî, konusu tevhid ve âhirete iman, yapısı da belagat ağırlıklıdır.

Ra‘d/43'de, Mekkelilerin Rasûlullah'a, “Sen elçi değilsin” ve “Allah kullara müdahale etmez” dedikleri nakledilmiş, bu hususta en iyi tanığın Allah ve bilginler olduğu ifade edilmişti. İşte bu sûrede, bu tanıklık detaylıca beyân edilmektedir.

Sûrede Allah'ın sonsuz kudretinin eserleri, kullarına lütfettiği sayılamayacak kadar çok ve açık nimetler ve evrendeki büyük alâmetleri sayılmakta ve bunları inkâr ve yalanlamanın imkânsızlığı vurgulanmaktadır.

Bu sûre ayrıca eşsiz bir ifade tarzına, olağanüstü bir fonetik özelliğe sahiptir.

https://youtu.be/uf2ol8nafGg Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 469. Bölüm Rahman Suresi1. Bölüm

RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA

MEAL:

1-4. Rahmân, Kur’ân'ı öğretti, insanı yarattı, ona beyânı öğretti.

5. Güneş ve ay bir hesap ile akıp gitmektedir.

6. Gövdesiz bitkiler ve ağaçlar da secde etmektedirler.

7-9. Ve semayı da (yarattı), onu yükseltti ve terazide [ölçüde, dengede] taşkınlık etmeyesiniz diye teraziyi [ölçüyü, dengeyi] koydu. Ölçüyü hakkaniyetle dikin/ayakta tutun, teraziye [ölçüye, dengeye] zarar vermeyin.

33. Ey cinn ve ins toplulukları! Eğer göklerin ve yerin kenarlarından aşıp geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak sultan/üstün bir güç olmadan aşamazsınız.

34. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

31. Ey iki grup! Yakında sizin hesabınıza bakacağız.

32. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

35. İkinizin de üzerine ateşten alev ve duman gönderilir de siz yardımlanamazsınız.

36. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

10-12. Ve kendisinde, meyvalar ve salkımlı hurma ağaçları, yapraklı taneler ve hoş kokulu bitkiler olan yeryüzünü (yarattı), onu oranın yaratıkları için alçalttı.

13. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

14-15. O, insanı [görünen, bilinen varlıkları] pişmiş çamur gibi kuru balçıktan [değişken bir maddeden] yarattı. Cannı da ateşin dumansızından [enerjiden] yarattı.

16. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

17. O [Rahmân], iki doğunun Rabbi ve iki batının Rabbidir.

18. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

19. İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıverdi.

20. Aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar.

21. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

22. İkisinden inci ve mercan çıkar.

23. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

24. Denizde koca dağlar gibi yükseltilen gemiler de O'nundur.

25. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

26-27. Onun [arzın] üzerindeki her kişi fânidir. Ve o celal ve ikram sahibi Rabbinin yüzü [bizzat Kendisi] bâki kalır.

28. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

29. Göklerde ve yerde bulunan kimseler, O'ndan istekte bulunurlar. O, her gün [an] bir iştedir.

30. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

37. Sonra da gök yarılıp zeytinyağı gibi bir gül olduğu zaman...

38. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

39. Artık işte o gün, ins ve cann [hiç kimse], onun [bir başkasının] günahından sorumlu tutulmaz.

40. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

41. Suçlular simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından tutuluverirler.

42. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

43. İşte bu, suçluların yalanladığı cehennemdir.

44. Onlar, onunla kaynar su arasında dolaşır dururlar.

45. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

46. Ve Rabbinin makamından korkan kimseler için iki cennet vardır.

47. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

48. İkisinin de dalları vardır.

49. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

50. İkisinde de akıp giden iki pınar vardır.

51. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

52. İkisinde de her meyvadan çift çift vardır.

53. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

54. Astarları kalın ipekten [atlastan] yataklara yaslanmış kimseler olarak iki cennetin de devşirmesi yakındır.

55. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

56. Oralarda, daha önce insan ve cinn tarafından dokunulmamış [el ve göz değmemiş], bakışlarını sadece eşlerine dikenler vardır.

57. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

58. Sanki onlar yâkut ve mercandırlar.

59. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

60. İyilileştirmenin-güzelleştirmenin karşılığı, iyileştirme-güzelleştirmeden başka olabilir mi?

61. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

62. Bu ikisinin astından iki cennet daha vardır.

63. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

64. Bunlar yemyeşildirler.

65. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

66. İkisinde durmaksızın coşan iki pınar vardır.

67. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

68. İkisinde de meyva, hurma ve nar vardır.

69. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

70. Onların [meyvelerin] içlerinde iyilikler, güzellikler vardır.

71. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

72. Çadırlara kapanmış parlak gözlüler vardır.

73. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

74. Bunlardan önce onlara ins ve cann [hiç kimse] dokunmamıştır.

75. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

76. Yeşil yastıklara ve abkari sergilere [hârikulâde güzel işlemeli döşeklere] yaslananlar olarak…

77. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

78. Celal ve ikram sahibi Rabbinin adı, ne cömerttir!

TAHLİL:

1-4. Rahmân, Kur’ân'ı öğretti, insanı yarattı, ona beyânı öğretti.

Bundan evvelki Ra‘d/30'da müşriklerin Rahmân'ı inkâr ettikleri, Ra‘d/43'de de Rasûlullah'ı elçi kabul etmedikleri bildirilmiş, elçi gönderilmesine Allah'ın tanıklığı söz konusu edilmişti.

Burada konu, müşriklerin itiraz noktası olan “Allah'ın Rahmâniyeti” noktasından ele alınmakta; Allah, Rahmân [çok merhametli] olduğundan, Kur’ân'ı öğretti, insanı yarattı, ona beyânı öğretti buyurulmaktadır. Burada Kur’ân'ın öğretilmesi, Allah'ın elçi göndermesinin bir kanıtı olarak gösterilmektedir; ki insanlar ne zaman bir sorunla karşılaşsa Allah rahmeti gereği elçi gönderir, kitap indirir, böylece toplumdaki sorunları halleder. Bu sünnetullah'tır [Allah'ın değişmez yasasıdır]:

De ki: “Göklerde ve yerde olanlar kim içindir?” De ki: “Allah içindir.” O [Allah], rahmeti Kendi nefsi üzerine yazmıştır. Sizi mutlaka, kendisinde asla şüphe olmayan kıyâmet gününe toplayacaktır. Kendi nefislerini zarara sokan kimseler; işte onlar iman etmezler. (En‘âm/12)

Ve âyetlerimize inanan kimseler sana geldikleri zaman hemen, “Selâm olsun size! Rabbiniz rahmeti Kendi üzerine yazdı. Şüphesiz sizden her kim bilmeyerek bir kötülük işleyip de sonra arkasından tevbe eder ve düzeltirse; şüphesiz ki O [Allah], gafûr'dur, rahîm'dir” de! (En‘âm/54)

Burada konu edilen insanın yaratılışı, insanın ilk yaratılışı değil, hayvanlıktan insanlığa terfi ettirilişidir. Nitekim, “Her hayvan, hayvan olarak doğar, insan ise insan olarak doğmaz, sonradan insanlaşır” denilmiştir. O nedenle bu âyete göre, Kur’ân öğrenmeyen, beyânı bilmeyenler, insan sûretinde olsalar da insan sayılmazlar. Târih de, vahiyden beslenmeyenlerin ne denli canavarlaştığına tanıktır. Burada konu edilen insanın yaratılışı, işte bu oluşumdur. Bu konu, bu beyânnamenin devamı niteliğinde olan İnsan sûresi'nin başında detaylandırılmaktadır:

İnsan üzerine, henüz kendisi anılabilecek bir şey değilken, dehrden bir süre geçti mi? Şüphesiz Biz, insanı karışık bir nutfeden yarattık. Onu belâlandıracağız [imtihan edeceğiz]. Bu nedenle onu çok iyi işitici, çok iyi görücü yaptık [iyiyi-kötüyü ayıracak bilgileri yollayarak bilgilendirdik]. Şüphesiz Biz ona yolu gösterdik; ister şükredici olsun, ister nankör. (İnsan/1-3)

Âyette Allah'ın müdahalesinin üçüncü şekli, insana beyânı öğretmesidir, ki bu, “insanın maksadını açıklaması” veya “hayır ve şerr arasındaki farkın öğretilmesi” anlamlarına gelir. Tercihe şayan olan ise, ikinci anlamdır: insana iyinin doğrunun, hayrın şerrin ne olduğunun öğretilmesidir.

İnsanın doğal yetenekleri iyiyi-doğruyu, yararlıyı-zararlıyı tam tamına kavrayamaya yeteri değildir. Allah'ın bildirdiği üzere insan fıtraten zâlim, nankör, sevinç delisi, ümitsiz, cimri, bencil, güçsüz, aceleci, hırslı, sabırsız, tahammülsüz, şehvet-perest olarak yaratılmıştır. İnsanın bu olumsuz niteliklerinden kurtulması, Kur’ân'daki ilâhî ilkeleri öğrenmesine bağlıdır. O nedenle Allah toplumlara müdahale ederek iyiyi-doğruyu öğretecek kitap indirir, öğretmen gönderir.

İşte bu Muhammed'in elçi oluşuna Allah'ın tanıklığıdır.

Bunlar, Allah'ın Rahmân olmasının tecellisidir. Yani, Allah insanlara çok acıdığı için kitap indirir, elçi gönderir.

5. Güneş ve ay bir hesap ile akıp gitmektedir.

6. Gövdesiz bitkiler ve ağaçlar da secde etmektedirler.

7-9. Ve semayı da (yarattı), onu yükseltti ve terazide [ölçüde, dengede] taşkınlık etmeyesiniz diye teraziyi [ölçüyü, dengeyi] koydu. Ölçüyü hakkaniyetle dikin/ayakta tutun, teraziye [ölçüye, dengeye] zarar vermeyin.

Bu âyetlerde de Allah'ın elçi göndermesine, Kendisinin tanıklığı ile ilgilidir. 1-4. âyetlerde Allah'ın Rahmân oluşu gereği insanı koruması beyân edilmişti. Bu âyetlerde ise yine Rahmânlığı gereği evreni koruması ve bunun için de birtakım ilkeler koyması konu edilmektedir.

Dünyadaki ilâhî düzen ve denge ile ilgili Rûm ve Ahzâb sûresi'nde detay sunulmuştu. Meselenin özü şudur:

Şüphesiz Biz, emaneti [bütünlüğü, kusursuzluğu, mükemmelliği] göklere, yere ve dağlara yaydık-yaygınlaştırdık da, onlar, onu taşımaya yanaşmadılar, ondan [bütünlüğün, kusursuzluğun, mükemmelliğin alıp götürülmesinden] korktular. Ve onu insan taşıdı [ona ihanet etti]. Şüphesiz o [insan], çok zâlim ve çok câhildir. (Ahzâb/72)

Bu âyette insanlığa haber cümlesi ile önemli bir uyarı yapılmaktadır: Allah, yeri, gökleri ve dağları; bir düzen, nizam ve intizam içinde yaratmıştır. Bu yaratıklar, bu düzenlerini bozamamışlardır. Evrendeki düzeni, çok câhil ve zâlim olduğundan insan bozmuştur.

İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/kargaşa ortaya çıktı. (Rûm/41)

Bu âyette, yaptıkları yanlışlar yüzünden insanlara hatalarının bir kısmının cezasını tattırmak için yeryüzünde kargaşa; bozulmalar oluştuğu bildirilerek onlardan akıllarını başlarına almaları, yaptıkları işlerle karada ve denizde fesat çıkarmamaları/doğadaki dengeyi bozmamaları emredilmektedir. İleride bu mesaj farklı bir üslup ile de gelecektir.

Burada konu edilen fesat, doğal dengenin bozulmasıdır. Yani, mevsimlerin bozulması, yağışların azalması veya çoğalması, bitkilerin verimsizleşmesi, suların kirlenmesi, buna bağlı olarak suda yaşayan canlıların yok olması, atmosferin bozulması, ozon tabakasının delinmesi, buna bağlı olarak yüksek radyasyonun neden olduğu kanser ve benzeri hastalıkların çoğalması; tüm bunların sonucunda da yeryüzünde sıkıntılı bir hayatın meydana gelmesidir.

Ölçülü yaratılış başka yerlerde de zikredilmişti:

Şüphesiz ki, Biz her şeyi; evet onu [her şeyi] bir kader [ölçü, ayar] ile yarattık. (Kamer/49)

Güneşin aya erişip çatması uygun olmaz. Gece de gündüzü öne geçici değildir. Hepsi de bir yörüngede yüzerler. (Yâ-Sîn/40)

Tanyerini yarıp çıkarandır. Geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ay'ı hesap ile kılmıştır. Bu, Azîz'in [güçlü olan'ın], Alîm'in [en iyi bilen'in] takdiridir [belirlemesidir]. (En‘âm/96)

Burada sadece ay ve güneşteki ölçü ve hesaplar gündeme getirilmiştir.

Evrenin parçalarından olan ay ve güneşin doğuşu, batışı, dönüşü, uzayda yüzüşü bir hesap iledir. Hatta sonları da bir hesap iledir. Onların uzaydaki diğer varlıklara olan mesafeleri de ince hesaplara bağlıdır. Bunca varlığın yeryüzünde yaşaması, varlığını sürdürebilmesi güneşin ve ayın yeryüzüne belirli bir mesafe ile ayarlanmış olmasındandır. Bu hesap olmasa; güneş ve ay yeryüzüne yaklaşsa, ya da uzaklaşsa idi, bunca varlık, donarak, yanarak ve su altında kalarak yok olurdu, yeryüzünde hayat diye bir şey olmazdı.

Bu konuya dair Merhum Seyyid Kutub'un açıklamalarını aynen naklediyoruz:

Burada ayın ve güneşin yapıları ile hareketleri arasında uyum sağlayan ince plâna dikkat çekiliyor. Kalpleri ürperti, dehşet ve bilinçle dolduran bu vurgulama, sözcükleri arasında geniş çaplı ve derinlikli gerçekler barındırıyor. Şöyle ki:

Güneş, uzaydaki gök cisimlerinin en büyüğü değildir. İnsanoğlunun sınırlarını bilmediği, uçsuz-bucaksız bir boşluk olarak algıladığı uzayda milyarlarca yıldız vardır. Bunların arasında güneşten daha büyükleri, ondan daha çok ısı ve ışık yayanları vardır. Meselâ Araplar arasında “şıra el-Yemanî” adı ile bilinen büyük ayı takımındaki Cırıus yıldızı, güneşten 24 kat daha ağır ve güneşin 50 katı kadar ışıklıdır. Arcturus yıldızı ise güneşin 80 katı hacminde ve ondan 8.000 kat daha parlaktır. Süheyl yıldızının ışık yayma gücü de güneşinkinden 2.500 kat fazladır. Bu tablo bu şekilde genişletilebilir.

Fakat güneş, “yer” adını verdiğimiz şu küçük gezegen üzerinde yaşayan biz insanlar için en önemli yıldızdır. Çünkü bu gezegenin kendisi ve sakinleri güneş ışığının, güneş ısısının ve onun çekim gücünün etkisi altında yaşıyorlar, varlıklarını sürdürüyorlar.

Ay da öyle. O aslında yer yuvarlağının küçük hacimli bir uydusudur. Fakat yeryüzünün hayatı üzerinde büyük etkisi vardır. Denizlerde görülen gel-git olayının en önemli faktörü odur.

Güneşin hacmi, ısı derecesi, dünyamıza uzaklığı, yörüngesindeki dönüş hızı; bunun yanısıra ayın hacmi, dünyamıza uzaklığı ve yörüngesindeki dönüş hızı, bütün bunlar gerek yeryüzündeki hayata yönelik etkileri bakımından ve gerekse uzaydaki diğer yıldızlar ve gezegenler arasındaki konumları açısından son derece ince ve duyarlı hesapların sağladığı dengelere dayanırlar.

Şimdi onların gezegenimizi ve üzerindeki hayat olayını yakından ilgilendiren bu hesaplı dengelerinin bazı yönlerinde göz gezdirelim: Güneşin dünyamıza uzaklığı 92.500.000 mildir. Eğer o dünyamıza bundan daha yakın olsa yeryüzü ya yanar, ya erir, ya da uzaya yükselen bir buhar kitlesine dönüşürdü. Eğer bizden daha uzakta olsa o zaman da yerküremiz donar ve üzerindeki hayat ölüme dönüşürdü. Güneşin dünyamıza ulaşan ısısı, onun asıl ısısının 1/2.000.000'i kadardır.,Yeryüzündeki hayatın sürmesi için gereken optimal ısı derecesi bu kadardır. Meselâ, eğer güneşin yerinde o iri ve güçlü radyasyonlu Cirius yıldızı olsaydı, yerküremiz buharlaşıp yok oluverirdi.

Şimdi de ayın hacmini ve dünyamıza olan uzaklığını ele alalım. Eğer ay şimdikinden daha büyük olsaydı, denizlerde meydana getireceği gel-git olayının yol açacağı su yükselmeleri yeryüzünü ve üzerindeki bütün varlıkları tufana boğardı. Eğer ay, yüce Allah'ın kıl kadar bile şaşmaz hesabına göre olduğundan daha yakınımızda olsaydı, sonuç dünyamız için aynı türden bir felaket olurdu.

Güneş ile ayın dünyamıza uyguladıkları çekim gücü gerek yerküresinin konumu ve gerekse uzay boşluğundaki dönüşünün dengesi açısından hesaplı ve ölçülüdür. Dünyamızın bağlı olduğu güneş sistemi bütün uyduları ile Lîr burcundaki Vega yıldızına doğru saatte 20.000 millik bir hızla hareket etmektedir. Buna rağmen milyonlarca yıllık yolculuğu boyunca sistemimiz, uzaydaki yıldızlardan biri ile çarpışmamaktadır.

Bu korkunç ve uçsuz-bucaksız uzay boşluğunda hiçbir yıldızın yörüngesi kıl ucu kadar bile sapma göstermez. Yıldızların hacimleri ve hareketleri arasındaki uyum ve denge hesapları arasında en ufak bir değişiklik meydana gelmez.

Yüce Allah, Güneşin ve ayın konumları ve hareketleri belirli bir hesaba dayanır buyururken, gerçekten ne kadar doğru söylüyor! Devam ediyoruz: Bitkiler ve ağaçlar O'nun buyruğuna boyun eğerler.

Bir önceki âyet, şu koca evrenin yapısındaki plâna ve hesaba işaret etmişti. Bu âyette ise evrendeki doğrultu birliğine ve ilişkiye işaret ediliyor. Bu işaret de uyarıcı ve çarpıcı bir gerçeğe ileticidir. Şöyle ki:

Şu varlık bütünü ile kaynağına ve yoktan var edicisine kulluk ve boyun eğme bağı ile bağlıdır. Bitkiler ve ağaçlar, varlık âleminin bu doğrultusunu kanıtlayan iki örnektir. Kimi tefsir bilginleri âyetin orijinalindeki necm sözcüğünün “gökteki yıldızlar” anlamına geldiğini ileri sürerken, başka bazı tefsir bilginleri bu sözcüğün “ağaçlar gibi gövdesi üzerinde dik duramayan bitkiler” demek olduğunu söylemişlerdir. Sözcük ister o anlama alınsın, ister bu anlama geldiği kabul edilsin aynı kapıya çıkar. Her iki durumda da âyet, şu varlık âlemindeki doğrultu birliğine ve iç ilişkiye işaret ediyor.

Evrenin tümü, rûhu olan canlı bir varlık bütünüdür. Gerçi bu rûhun göstergesi, biçimi ve dinamiklik derecesi varlıktan varlığa değişir, ama özü bakımından birdir.

İnsan kalbi bu gerçeği, yani tüm varlıklara yayılmış “hayat” gerçeği ile bu rûhun yaratıcıya yönelmiş olduğu gerçeğini çok eski çağlardan beri fark etmiştir. İnsan kalbi sezgi yolu ile bu gerçeği kavramıştır. Ama ne zaman bu sezgisini duyu organlarının deneyleri ile sınırlı olan aklın kriterleri ile ölçmeye kalkıştı ise kuşkuya kapılmış ve bu bilgiden uzak kalmıştır.

İnsanlık son yıllarda evrendeki yapısal birliği yansıtan gerçeğin bazı ön bilgilerine ermiştir. Ama bu yöntemle onun rûh taşıyan bir canlı olduğu gerçeğine erebilmekten hâlâ çok uzaklardır.

Pozitif bilim, günümüzde evren yapısının ana biriminin atom olduğunu, atomun da aslında radyasyondan, yani ışık enerjisinden ibaret olduğunu, evrenin temel ilkesinin hareket olduğunu ve hareketin evrenin birimleri arasındaki ortak özellik olduğunu düşünme eğilimindedir.

Fakat evrenin temel ilkesini ve ana özelliğini oluşturan bu “hareket” hangi tarafa doğrudur.[2]

6. âyette, Gövdesiz bitkiler ve ağaçlar da secde etmektedirler buyurularak, evrendeki en cılız varlıkların bile Allah'a teslimiyet gösterdiklerine dikkat çekilmiştir. Bu husus, birçok âyette beyân edilmişti:

Göklerde ve yeryüzünde olan kimselerin, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, kıpırdayan canlılar ve insanların çoğunun Allah'a secde ettiklerini görmüyor musun? Bir çoğu da üzerlerine azap hakk olmuş olanlardır. Ve Allah kimi hor kılarsa, artık onun için bir yücelten yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini işler. (Hacc/18)

Onlar, Allah'ın yarattığı, gölgeleri Allah'a boyun eğerek küçülenlerin ta kendisi olarak sağdan sola dönen birtakım şeyleri görmediler mi? (Nahl/48)

O [bir tek, kahhar; Allah], gökleri ve yeri hakk ile yarattı, geceyi gündüzün üstüne bürüyor, gündüzü de gecenin üstüne bürüyor. Güneşi ve ay'ı emre âmâde kılmıştır. Hepsi de adı konmuş bir ecele akıp gitmektedir. İyi bilin ki, O, çok güçlü ve çok bağışlayıcıdır. (Zümer/5)

Buradaki, ولا تنقصواالمكيال والميزان[ve lâ tenqusu'l-mikyâle ve'l-mîzân], Hûd/84'de konu edilen Şu‘ayb peygamberin halkına, Ölçeği ve teraziyi eksik tutmayın ifadesiyle, yani alış-verişteki hilebazlık ile aynı şey değildir. Burada, Allah'ın Kendi malına sahip çıkışı anlatılıyor: Allah evreni yaratmış ve evrende dengeyi, teraziyi tesis etmiştir:

Andolsun ki Biz, elçilerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların hakkaniyeti ayakta tutmaları ve Allah'ın, Kendisine [dinine] ve elçilerine görmeden yardım edenleri belirlemesi için beraberlerinde kitabı ve ölçüyü indirdik. Biz, kendisinde büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar bulunan demiri de indirdik. Şüphesiz Allah kavî'dir [çok kuvvetlidir], azîz'dir [mutlak üstündür]. (Hadîd/25)

Bu dengenin korunması için de Allah, Rahmân sıfatının gereği olarak insanların yararına bir başka denge unsurunu lutfetmiştir. Tüm bunlar, Allah'ın Rahmân oluşuna ve elçi gönderişine bir tanıklıktır, Muhammed'in elçiliğinin belgesidir.

33. Ey cinn ve ins toplulukları! Eğer göklerin ve yerin kenarlarından aşıp geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak sultan/üstün bir güç olmadan aşamazsınız.

34. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

31. Ey iki grup! Yakında sizin hesabınıza bakacağız.

32. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

35. İkinizin de üzerine ateşten alev ve duman gönderilir de siz yardımlanamazsınız.

36. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

Teknik olarak كُما[kümâ/ikiniz] zamirinin daha evvel geçmiş olması zaruretinden dolayı âyetler, mevcut Mushaf'takinden farklı tertip edilmiştir.

Bu âyetlerde tüm insanlar tehdit edilmekte ve dengeyi bozmaları, dengeyi ikâme etmemeleri neticesinde zarara uğrayacakları bildirilip bunun cezasını çekecekleri ve bu evrenden kaçamayacakları bildirilmektedir.

Âyetteki ins-cinn terkibi, “bilinen, bilinmeyen, herkes” anlamını ifade eder. Bu konuya dair Nâs sûresi'nde detaylı bilgi vermiştik.[3]

33. âyette tüm insanlara, Eğer göklerin ve yerin kenarlarından aşıp geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak sultan/üstün bir güç olmadan aşamazsınız buyurulmaktadır. Bu hususla ilgili bir açıklamayı nakletmek istiyoruz:
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 8. August 2010, 11:37 PM   #2
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

DÜNYANIN ve UZAYIN ÇAPLARI

Ey cinnler ve insanlar topluluğu! Göklerin ve yeryüzünün çaplarını aşıp geçmeye gücünüz yetiyorsa aşıp geçin. Ancak üstün bir güçle geçebilirsiniz. (Rahmân/33)

Âyette “çapları” diye çevirdiğimiz kelimenin Arapça'sı aktar'dır. Arapça “çap” anlamına gelen kutur kelimesinin çoğulu olan aktar, göklerin ve yeryüzünün birçok çapı olduğunu ifade etmektedir. Arapça'da ikiliği belirten özel çekim de mevcuttur, aktar kelimesi çoğulu ifade ederek hem tekil hem ikilik vurgusundan ayrılmaktadır. Bu inceliğe dikkat etmeliyiz. Üç boyutlu cisimlerde “çaptan” ancak küremsi yapıların içinde bahsedebiliriz. Düzgün bir kürede ise “çaplardan” bahsetmek yanlış olur, düzgün bir kürede ancak bir tane “çap” vardır. Bu âyette “çaplar [aktar] kelimesinin nasıl yerli yerinde, ince bir bilgelikle kullanıldığına tanık oluyoruz.

Üstelik bu âyet, dünyanın geoit yapısına işaret ettiği için önemlidir. Dünyanın küresel yapısı ile ilgili şüpheler ancak Newton'un (1642-1724) ortaya koyduğu yerçekimi yasalarıyla yok olmuştur. Bundan önce dünyanın alt tarafında kalan insanların, canlıların, denizlerin aşağı düşeceği sanılıyor, dünya'nın küre olduğu fikrine itiraz ediliyordu. İsaac Newton'un çekim kuvvetini açıklamasıyla, dünyanın çekimiyle, denizlerin, insanların ve diğer canlıların dünya üzerinde durduğu; dünyanın altı ve dünyanın üstü kavramlarının anlamsız olduğu anlaşıldı. Newton'un Principa eserinde ortaya koyduğu bu açıklamalarla, dünyanın küresel yapısına gelen itirazlar anlamını yitirdi, fakat hâlâ dünyayı birçok kişi düzgün bir küre sanıyordu. Yani, Newton'un bu açıklamalarından sonra eğer bir kişiye dünyanın çaplarından bahsetseydiniz, o sizin çoğul şekilde “çapları” demenizi düzeltip dünyanın “çapı” derdi. Dünyanın çaplarının olması küre yapısında mümkün değildir; fakat geoit'in küremsi yapısında mümkündür.

DÜNYANIN ve UZAYIN ÇAPLARI UZAYIN SINIRLARI

Âyette, “göklerin çapları” denmesi de önemlidir. Uzayın, tek bir noktanın patlamasıyla oluştuğu ve sürekli genişlediği öğrenilene kadar birçok bilim adamı uzayı sonsuz sanıyordu. Oysa uzay sürekli genişlemekteydi ve uzayın her genişlediği noktada yeni ve daha büyük bir çapı oluşuyordu (1., 2. ve 3. bölümde bu konuyu açıkladık), uzayın küremsi bir yapısı olduğuna da âyette işaret vardır. Nitekim Einstein da uzayı şişmekte olan bir balona benzetmişti ki, bu benzetme âyetle uyumludur. Uzayın değişik yerlerinden alınan ölçülerde uzayın çapları farklı çıkar. Dünya geoit yapıda olduğundan kutuplarda, ekvatordan ve bunların arasından geçen çapları farklıdır.

Her an alınan çap ölçüleri de bir öncekinden farklı olacaktır. Bu yüzden göklerin de çaplarından bahsedilmesi, hem birçok çaplar dile getirildiği için, hem de sonsuz uzay görüşü reddedildiği için önemlidir.

Dünyamızın merkezindeki noktadan kutupları birleştirecek şekilde bir çap, ekvator çapı ve bunların arasında çaplar alırsak; en büyük çap ekvator çapı, en küçük çap kutup bölgesinde alınandır. Diğer çaplar ise bunların arasında kalır. Dünyanın içinden atmosferin sonuna kadar uzattığımız çaplarda da aynı şekilde farklılık gözükmektedir. Kutupların hizasından atmosferin üstüne kadar uzatılan çapın, ekvatordan atmosferin üstüne çekilen çapın, bunların arasında aynı şekilde oluşturulan çapların uzunlukları farklıdır.

Yeryüzümüzün atmosferinin sınırına kadar giden çapların da, uzay boyunca oluşturulan çapların da insan vücudunun kabiliyetleriyle aşılması imkânsızdır. Allah âyette bu çapların aşılmasının güçlüğünü belirttikten sonra, bu çapları aşmanın imkânsız olduğunu söylememiş, bilakis bu çapların üstün bir güçle aşılmasının mümkün olduğuna dikkat çekmiştir. Hiç şüphesiz bu çapları aşacak güç, bizim bedenimizin imkânlarının dışındadır. Nitekim insanlık bilimde gelişerek, dünyada var olan enerji kaynaklarından, madenlerden yararlanarak, uzay gemisi inşa ederek yerküremizin dışa doğru çaplarını geçmiştir. Uzayın çaplarının geçilmesi ise uzayın çok uzak sınırları, insanın kısa ömrü, mevcut teknolojimizin imkânlarının yetersizliği yüzünden zor gözükmektedir. Kur’ân'da üstün bir güçle (Arapça'sı sultan) geçişin mümkün olduğuna dikkat çekildiğini hatırlayıp bu geçişi de imkânsız görmüyoruz. Dünyanın sonu gelmeden Allah'ın insanlığa bu imkânı verip vermeyeceğini bilemediğimiz için bu imkânsız gözüken hedef karşısında susmayı tercih ediyoruz. Şimdilik bilimin gelişmesinin ve yeryüzünde saklı olan kaynakların değerlendirilmesinin sonucunda atmosferimizin dışına çıkılmasının mutluluğunu yaşıyoruz. (16. bölümde aya gidilmesine bakın). Yerkürenin dışına doğru çapları aşmamıza rağmen, bu çapların merkezi olan yerkürenin ortasına inmemiz de imkânsız gibi gözükmektedir. Yerin merkezindeki çok sıcak ortam ve teknolojimizin yetersizliği yerküremizin merkezine doğru çapların aşılmasını imkânsız gibi göstermektedir. Bu konuda da ilerleyen yüzyılların neler getirebileceği konusunda bir yorum yapmadan, en doğrusunu Allah bilir diyoruz.

Bu arada bir noktaya daha dikkat çekmek istiyoruz : Bir çok Kur’ân çevirisinde yeryüzünün ve göklerin çevresinden, bucaklarından, etrafından, sınırlarından çıkılmasından bahsedilmiş, “çaplar” kelimesi atlanmış, yerine “bucak, etraf, sınırlar” gibi kelimeler getirilmiştir. Gerçekten de bir alanın çaplarının uçları o alanın çevresini, sınırlarını, etrafını vermektedir. Bu açıdan çevirmenlerin niye böyle çeviri yaptıkları anlaşılmaktadır. “Çaplar” kelimesinin doğrudan çevrilmemesi ve çevirmenlerin kendi anlayışlarını çevirilerine katmalarıyla bu tarz çeviriler oluşmuştur. Çevirmenlerimizden eski Kur’ân çevirilerindeki bu noktayı düzeltmelerini rica ediyoruz. Kur’ân'ın orijinaline tamamen sadık bir çeviri yapılırsa, Kur’ân'ın bu mucizesi daha geniş kitlelerce anlaşılabilecektir.

Evren sürekli genişlediği için çapları sürekli büyümektedir.[4]

10-12. Ve kendisinde, meyvalar ve salkımlı hurma ağaçları, yapraklı taneler ve hoş kokulu bitkiler olan yeryüzünü (yarattı), onu oranın yaratıkları için alçalttı.

13. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

Bu âyetlerde insanlara verilen nimetlerden bazıları; meyvalar ve salkımlı hurma ağaçları, yapraklı taneler ve hoş kokulu bitkileri sayılıp sonunda da, Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz? diye uyarı yapılmıştır.

Burada sayılıp dökülen nimetlerle ilgili geçmiş sûrelerde birçok âyet yer almıştı:

Peki, Rabbinin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisinden kuşkuya düşüyorsun? (Necm/55)

14-15. O, insanı [görünen, bilinen varlıkları] pişmiş çamur gibi kuru balçıktan [değişken bir maddeden] yarattı. Cannı da ateşin dumansızından [enerjiden] yarattı.

16. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

Bu âyetlerde maddesel ve enerjik varlıkların yaratılışına değinilirken, aynı zamanda insanın maddî yapısı ve enerjik yapısına da işaret edilmektedir. İnsanın madde yapısı; el-ayak, göz-kulak, et-kemik vs. olarak görünen bedensel yapısıdır. Bir de insanın, akıl, zeka, dikkat, düşünme yetisi vs. gibi enerjik yapısı vardır. Böyle bir varlık, ancak Allah tarafından yaratılabilir ve bu hiç kimse tarafından yalanlanamaz.

17. O [Rahmân], iki doğunun Rabbi ve iki batının Rabbidir.

18. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

Bu âyetlerde Allah, tanıklığını, iki doğunun, iki batının Rabbi oluşu ile desteklemiştir. Âyette konu edilen iki doğu, iki batı ifadesi, güneş ve ayın doğma, batma yerleri veya güneş ve güneşin mevsimlerde farklı yerlerden doğup farklı yerlerden batması şeklinde anlaşılabilir. Nitekim bir başka âyette şöyle buyurulmuştur:

Artık hayır. Doğuların ve batıların Rabbine kasem ederim ki Biz, onların yerine kendilerinden daha hayırlı olanları getirmeye kesinlikle güç yetirenleriz. Ve Biz, önüne geçilenler değiliz. (Me‘âric/40-41)

Burada denilmek istenen şudur: Güneş ve ayın gökteki konumları ve işleyişi de Allah'tan başkası tarafından belirlenemez. Bu gerçeği de kimse yalanlayamaz.

19. İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıverdi.

20. Aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar.

21. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

22. İkisinden inci ve mercan çıkar.

23. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

24. Denizde koca dağlar gibi yükseltilen gemiler de O'nundur.

25. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

Bu âyetlerde ise denizdeki nimetlere ve bu nimetleri oluşturan güç ve programına dikkat çekilmiştir. İki deniz birbirine kavuşmak üzere salıverilmiş, ikisinden de inci ve mercan çıkıyor. Bu iki denizin arasında bir engel var; birinin özelliği [yaşayan hayvanları ve bitki örtüsü] diğerine geçmiyor.

Bu husus Furkân sûresi'nde de konu edilmişti. Oradaki açıklamaya burada da yer veriyoruz:

Ve O, iki denizi salıverendir; şu su tatlı ve susuzluğu giderici, şu da tuzlu ve acıdır. Ve O, aralarına bir berzah [engel] ve yasak kılandır. Ve O, sudan, bir beşer yaratıp sonra ona bir nesep ve sıhriyet kılandır. Ve senin Rabbin her şeye güç yetirendir. (Furkân/53-54)

Bu âyetlerde de doğadaki yasalardan birine dikkat çekilmektedir. Buna göre, acı ve tatlı sular aralarına konan bir engel ile birbirine karışmamaktadır. Allah'ın bu yasası başka âyetlerde de bildirmiştir:

Ya da, yeryüzünü barınak kılan, aralarında nehirler kılan, onun için sabit dağlar kılan ve iki deniz arasına engel kılan mı (daha hayırlı)? Allah ile beraber bir ilâh mı var? Bilakis onların çoğu bilmiyorlar. (Neml/61)

İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıverdi. Aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar. Şimdi siz ikiniz Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlarsınız? (Rahmân/19-21)

Bu yasa; denizlerdeki, göllerdeki ve bataklıklardaki suların o su kütlesinde bulunan minerallerden arınarak buharlaşmasını, buharlaşan suyun ise yeryüzüne tatlı su olarak içmeye ve tarıma elverişli özellikte düşmesini ve yeraltı sularının oluşmasını sağlamakta, ayrıca da okyanusların içinde var olan değişik akıntıları izah etmektedir.

Kur’ân Araştırmaları Grubu, Kur’ân Hiç Tükenmeyen Mucize adlı kitabında bu konuyla ilgili olarak Kaptan Cousteau'nun çok ilginç tesbitlerine yer vermiştir:

DENİZLERİN ARASINDAKİ ENGEL

İki denizi salmıştır, birbirleriyle birleşiyorlar. Aralarında bir engel vardır, birbirlerinin sınırını aşmıyorlar. (Rahmân/19-20)

Denizaltı araştırmaları ile ünlü Fransız bilim adamı Kaptan Jacques Cousteau denizlerdeki su engelleri ile ilgili yaptığı araştırmaların sonucunu şöyle anlatmaktadır:

“Bazı araştırmacıların farklı deniz kütlelerini birbirinden ayıran engellerin bulunduğuna dair ileri sürdükleri görüşleri inceliyorduk. Çalışmalar sonucunda gördük ki, Akdeniz'in kendine has tuzluluğu ve yoğunluğu var. Aynı zamanda kendine has canlıları barındırıyor. Sonra Atlas Okyanusu'ndaki su kütlesini inceledik ve Akdeniz'den tamamen farklı olduğunu gördük. Hâlbuki Cebel-i Tarık Boğazı'nda birleşen bu iki denizin tuzluluk, yoğunluk ve sahip olduğu hayatiyet açısından eşit veya eşite yakın olması gerekiyordu. Oysa ki bu iki deniz, birbirine yakın kısımlarda bile ayrı yapılara sahiptiler. Bunun üzerine yapmış olduğumuz araştırmalarda bizi şaşkına çeviren bir durumla karşılaştık. Çünkü bu iki denizin karışmasına birleşme noktasında bulunan harika bir su perdesi engel oluyordu. Aynı türden bir su engeli 1962 yılında Alman bilim adamları tarafından Aden Körfezi ile Kızıldeniz'in birleştiği Mendep Boğazı'nda da bulunmuştu. Daha sonraki incelemelerimizde farklı yapıdaki bütün denizlerin birleşme noktalarında aynı engelin bulunduğuna tanıklık ettik.”

Kaptan Cousteau'yu şaşırtan bu durum, denizlerin birleşmesine rağmen suların karışmaması, Kur’ân'da 14 asır önceden söylenmiştir. Çıplak gözle algılanamayan ve suyun algılanan özelliklerine ters gibi gözüken bu özellik, ilk olarak Arap Yarımadası'nın denizcilikle ilgisi olmayan insanlarına açıklanmıştır.

DENİZLER ALTINDAKİ HAYATIN RENKLİLİĞİ

Birleşen denizlerin karışmaması ile ilgili bu olgu, Allah'ın evrendeki çeşitliliği mükemmel plânlamasının bir örneğidir. Evrenin neresine bakarsak bakalım insanların yüzlerinden, kelebeklerin, çiçeklerin yüz binlerce çeşidine kadar Allah'ın harika ve çok çeşitli sanatlarına tanıklık etmekteyiz.

Denizlerin arasındaki engel, denizlerin altındaki hayatın daha renkli olmasına katkıda bulunmaktadır.

Denizler altındaki hayatın çeşitliliğinde Kur’ân'ın dikkat çektiği özelliğin önemli bir yeri vardır. “Yüzey gerilimi” adı verilen fiziksel özellik sayesinde komşu denizlerin suları karışmamaktadır. Böylece komşu denizler farklı yoğunluk, farklı tuz oranı ve farklı yapılar arz etmektedir. Bu farklı ortamlar, farklı canlıların yaşaması için elverişli ortamlar oluşturmaktadır. Bu sayede denizaltı yaşamı balıklardan, bitki örtülerine ve mikro canlılara kadar daha da büyük bir çeşitliliğe sahip olmaktadır. Çok rahat karışabilen bir özellik gösteren su, Allah'ın denizlerin altında işlettiği fiziksel kanunlarla bir duvara dönüşebilmekte ve bu özelliğiyle canlıların çeşitliliğine katkıda bulunmaktadır. Güçlü dalgalar, kuvvetli akımlar suya bu özelliğini kaybettirmemekte, denizlerin altındaki engel bunlara rağmen görevlerini yerine getirmektedir. Kur’ân'ın dikkat çektiği denizlerdeki bu özellik, hem Peygamberimizin döneminde bilinmeyen bir bilgiyi açıklamakla mucize oluşturmakta, hem de Allah'ın her şeyi nasıl ince bir plânla ayarladığına dikkatimizi çekmektedir.

İki denizi birbiri üstüne salan O'dur. Bu tatlı ve ferahlatıcı, bu tuzlu ve acıdır. Ve ikisinin arasına karışmalarını önleyen bir sınır olarak engel koymuştur. (Furkân/53)[5]

New York Bilimler Akademisi Rektörü ve Amerika Birleşik Devletleri Bilimsel Araştırmalar Kurulu eski üyelerinden A. Cressy Morrissonn şöyle demektedir:

Ay bize 240.000 mil uzaklıktadır. Günde iki kere gerçekleşen med olayı bize ayın varlığını gâyet latif bir şekilde hatırlatır. Ayın çekim gücü sonucu okyanuslarda meydana gelen kabarma bazı yerlerde yaklaşık olarak 18 m.'ye kadar çıkar. Hatta ay çekimi sonucu, yer kabuğu bile günde iki kere dışa doğru birkaç santim kayar. Bütün bunlar bir dereceye kadar bize düzenli görülür. Ve biz, bütün okyanusun düzeyini birkaç metre kabartan ve son derece sert görünen yer kabuğunu birkaç santim dışa doğru kaydıran korkunç gücü kavrayamayız.

Merih gezegeninin de bir ayı vardır. Küçük bir ay. Bu ay sadece gezegene 6.000 mil uzaklıktadır. Bunun gibi dünyamızın uydusu olan ay da şu andaki uzaklığı yerine söz gelimi 50.000 mil uzaklıkta olsaydı, ay çekimi sonucu sularda meydana gelen kabarma o kadar güçlü olurdu ki, deniz yüzeyinin altında bulunan bölgeler günde iki defa, dağları aşındıracak güçte tazyikli bir suyun altında kalacaktı. Bu durumda belki de gerekli çabuklukta derinliklerden yükselen dağlar olmayacaktı. Bu basınç sonucu yer kabuğu çatlayacak, havadaki kabarma her gün kasırgaların kopmasına neden olacaktı.

Dağların tamamen silindiğini varsayarsak, o zaman bütün yerküresinin üstündeki suyun derinliği 1.5 mil dolaylarında olacaktır. O zaman da hayat, muhtemelen uçsuz bucaksız bir okyanusun derinliklerinde bulunacaktı.

Ne var ki, bu evreni yönlendiren el, iki denizi salıvermiş, ama bu iki denizin arasına hem onların hem de evrenin yapısından kaynaklanan aşılmaz bir engel koymuştur. Her yönüyle uyum içinde hareket eden evrenin plânları, her işini yerinde ve bir hikmete göre yapan, her şeyi hikmetle yönlendiren yüce yaratıcının eliyle önceden belirlenmiş, özenle düzenlenmiş olarak uygulanmaktadır.

Böylesine düzenli ve sürekli işleyen bu plânlama kendiliğinden ortaya çıkmış bir tesadüf olamaz. Bütün bunlar evreni bir amaç için yaratan ve evrene hükmeden ince ve sağlam yasaları, bu amacı gerçekleştirecek özelliklere sahip kılan yüce yaratıcının iradesi ile meydana gelmektedir.[6]

26-27. Onun [arzın] üzerindeki her kişi fânidir. Ve o celal ve ikram sahibi Rabbinin yüzü [bizzat Kendisi] bâki kalır.

28. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

29. Göklerde ve yerde bulunan kimseler, O'ndan istekte bulunurlar. O, her gün [an] bir iştedir.

30. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

Bu âyetlerde de uyarıya devam edilmektedir. Arz üzerindeki herkes fânidir, yalnızca Allah bâkidir. Evrendeki her varlık, özellikle de insanlar O'ndan istekte bulunurlar. O, her an yeni bir iştedir. Hiçbir insan bu gerçeğe karşı çıkamaz, Allah'ın bu sonsuz gücünü yalanlayamaz.

37. Sonra da gök yarılıp zeytinyağı gibi bir gül olduğu zaman...

38. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

39. Artık işte o gün, ins ve cann [hiç kimse], onun [bir başkasının] günahından sorumlu tutulmaz.

40. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

41. Suçlular simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından tutuluverirler.

42. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

43. İşte bu, suçluların yalanladığı cehennemdir.

44. Onlar, onunla kaynar su arasında dolaşır dururlar.

45. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

Yukarıdaki paragrafta, arz üzerindeki her şeyin fâniliği vurgulanmıştı. Şimdi de göklerle ilgili bilgi verilmektedir: Gök yarılıp zeytinyağı gibi bir gül olacak, işte o gün, ins ve cann [hiç kimse], onun [bir başkasının] günahından sorumlu tutulmayacak. Kişinin kendi günahından başka bir günahtan sorumlu tutulmayacağı birçok âyette [En‘âm/164, İsrâ/15, Fâtır/18, Zümer/7 ve Necm/38'de] belirtilmişti.

Suçlular simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından tutulup cehenneme sürüklenecek, cehennemle kaynar su arasında dolaşıp duracaklar. Burada kıyâmet ve mahşere ait oluşumlar bildirilerek uyarı yapılmakta ve bunu kimsenin yalanlayamayacağı ifade edilmektedir.

37. âyette, kıyâmet günü, “göğün yarılıp zeytinyağı gibi bir gül olacağı” ifade buyurularak, o dehşet gününde gökyüzünün sıvılaşacağı ve alev alev yanacağı bildirilmektedir. Bu âyetlerin indiği zaman petrol olmadığından, aydınlatma malzemesi ve yakıt olarak zeytinyağı kullanılmaktaydı.

Göğün durumuna dair birçok âyette bilgi verilmişti:

Şüphesiz zakkum ağacı, aşırı günahkârların yiyeceğidir. O, erimiş maden gibidir, kızgın bir sıvının kaynaması gibi karınlarda kaynar. (Duhân/43-46)

O gün gök erimiş bir maden gibi olur. Dağlar da atılmış renkli yün gibi olur. Ve bir sıcak dost bir sıcak dosta sormaz. (Me ‘âric/8-10)

Ve o gün gökyüzü bulutlar ile yarılır ve melekler ardı arkasına indirilir. (Furkân/25)

Gök çatladığı zaman, yıldızlar dökülüp dağıldığı zaman, denizler yarılıp akıtıldığı zaman, kabirler altüst edildiği zaman, kişi, önünden gönderdiği ve geri bıraktığı şeyleri öğrenmiştir. (İnfitâr/1-5)

Gök yarıldığı, Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman; yeryüzü de dümdüz olduğu, içinde ne varsa attığı, boşaldığı ve Rabbine kulak verdiği ve gerçekleştirildiği zaman…(İnşikak/1-5)

39. âyet genellikle, “O gün ne inse ne cinne günahından sorulmaz” şeklinde çevrilmektedir. Hâlbuki âyetin teknik yapısı böyle bir anlama müsaade etmez. Zira âhirette peygamberler dâhil herkes sorgulanacaktır. Bu sorgulama, Allah'ın öğrenmesi için değil, adl-i ilâhînin teşhiri ve gösterimi içindir:

Andolsun, kendilerine elçi gönderilmiş olanları da sorguya çekeceğiz, andolsun, gönderilen elçileri de sorguya çekeceğiz. (A‘râf/6)

Sonra o gün siz nimetten mutlaka sorulacaksınız. (Tekâsür/8)

Peki, andolsun Rabbine ki, Biz, mutlaka onların hepsini yaptıkları şeylerden hesaba çekeceğiz. (Hicr/92-93)

44. âyetteki, Onlar, onunla kaynar su arasında dolaşır dururlar ifadesiyle, günahkârların cehennem ile kaynar su arasında mekik dokuyacakları bildirilmektedir. Yani, suçlular cehennemde, susadıkça su kaynaklarına gidecekler, ama orada kaynar sudan başka bir şey bulamayacaklar. Zorunlu olarak o kaynar sudan içecekler. Bu hususa başka âyetlerde de dikkat çekilmiştir:

Allah'ın âyetleri üzerinde tartışanları görmedin mi? Nasıl da döndürülüyorlar? Kitabı ve elçilerimize gönderdiklerimizi yalanlayanlar elbette ileride, boyunlarında halkalar ve zincirler olarak kaynar suya sürülüp, sonra ateşte yakılırlarken bileceklerdir. Sonra onlara, “Allah'ın astlarından ortaklar koştuğunuz şeyler nerededir?” denir. Onlar, “Bizden kaybolup gittiler; aslında; biz zaten önceleri hiç bir şeye yakarmıyorduk” derler. İşte Allah inkârcıları böyle saptırır: “İşte bu, yeryüzünde hakksız yere şımarmanız ve böbürlenmenizden ötürüdür. Orada sürekli kalmak üzere cehennem kapılarına girin!” –İşte, büyüklenenlerin durağı ne de kötüdür!– (Mü’min/69-76)

Şu ikisi, Rabb'leri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık küfretmiş kimseler; kendileri için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler. Ve “Yakıcı azabı tadın!” Şüphesiz Allah iman eden ve sâlihâtı işleyenleri, altından ırmaklar akan cennetlere girdirecek. Onlar orada altından bilezikler ve inciler ile süslenirler. Oradaki elbiseleri de ipektir. Onlar, sözden, güzel-hoş olana kılavuzlanmışlardır da. Hem de Hamîd'in [övülmeye layık olan Allah'ın] yoluna kılavuzlanmışlardır. (Hacc/19-24)

Ve de ki: “O hakk [gerçek], Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Şüphesiz Biz zâlimler için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O ne kötü bir içecektir! Dayanma/sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür! (Kehf/29)

Peki, Rabbi tarafından apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse, işinin kötülüğü kendisine süslü gösterilen ve hevâlarına uyan kimseler gibi; ateş'te ebedî olarak kalacak olan ve kaynar su içirilip de bağırsakları paramparça olan kimseler gibi midir? Takvâlı davranmışlara vaat edilen cennetin örneği: “Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rabb'lerinden bir bağışlanma vardır. (Muhammed/14-15)

Onlar [elçiler], fetih istediler. Tüm inatçı zorba da hüsrana uğradı. Ardından cehennem vardır. Ve kendisine irinli sudan içirilecektir. Onu [irinli suyu] yudum yudum içecek; yutamayacak. Ve her yandan kendisine ölüm gelecek, fakat o ölü değildir [hiç ölmeyecek]. Arkasından da çok kaba bir azap gelecektir. (İbrâhîm/15-17)

Ve ayrıca En‘âm/70; Yûnus/4; Saffat/67; Sâd/57; Duhân/46, 48; Vâkıa/42, 54 ve Nebe/25 âyetlerine bakılabilir.

46. Ve Rabbinin makamından korkan kimseler için iki cennet vardır.

47. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

48. İkisinin de dalları vardır.

49. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

50. İkisinde de akıp giden iki pınar vardır.

51. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

52. İkisinde de her meyvadan çift çift vardır.

53. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

54. Astarları kalın ipekten [atlastan] yataklara yaslanmış kimseler olarak iki cennetin de devşirmesi yakındır.

55. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

56. Oralarda, daha önce insan ve cinn tarafından dokunulmamış [el ve göz değmemiş], bakışlarını sadece eşlerine dikenler vardır.

57. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

58. Sanki onlar yâkut ve mercandırlar.

59. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

60. İyilileştirmenin-güzelleştirmenin karşılığı, iyileştirme-güzelleştirmeden başka olabilir mi?

61. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

62. Bu ikisinin astından iki cennet daha vardır.

63. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

64. Bunlar yemyeşildirler.

65. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

66. İkisinde durmaksızın coşan iki pınar vardır.

67. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

68. İkisinde de meyva, hurma ve nar vardır.

69. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

70. Onların [meyvelerin] içlerinde iyilikler, güzellikler vardır.

71. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

72. Çadırlara kapanmış parlak gözlüler vardır.

73. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

74. Bunlardan önce onlara ins ve cann [hiç kimse] dokunmamıştır.

75. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

76. Yeşil yastıklara ve abkari sergilere [hârikulâde güzel işlemeli döşeklere] yaslananlar olarak…

77. Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin [eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin] hangisini yalanlıyorsunuz?

Suçluların âkıbeti açıklandıktan sonra, beyânnamenin bu bölümünde şirk ve küfürden uzak olanların durumu, onları bekleyen nimetler sayılıp dökülmüştür:

Peki, o kazandığı şeyler ile birlikte her bir nefsin [kişinin] üzerinde dikilen [görüp gözeten] kimdir? Onlar ise Allah'a ortaklar kıldılar. De ki: “Onları isimlendirin! Yoksa siz O'na yeryüzünde bilmediği bir şey mi ya da sözden açık olanı mı haber vereceksiniz?” Aslında şu, küfre sapmış olan kişilere plânları güzel gösterildi de yol'dan saptırıldılar. Allah kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren kimse yoktur. (Ra‘d/33)

Biz onların söylediklerini daha iyi biliriz. Ve sen onların üzerinde zorlayıcı değilsin. O hâlde sen, Benim tehdidimden korkan kimselere Kur’ân ile öğüt ver. (Kaf/45)

Ve onlar, “Rahmân çocuk edindi” dediler. O [Rahmân], bundan münezzehtir. Aksine onlar lütuflandırılmış kullardır. Onlar, O'nun sözünün önüne geçemezler; onlar, yalnız O'nun emriyle iş yaparlar. O, onların [Rahmân'ın çocukları saydıkları şeylerin] önlerinde olanı ve arkalarında olanı bilir. Ve onlar, O'nun hoşnut olduğu kimselerden başkasına şefaat edemezler. Bununla birlikte onlar O'nun haşyetinden [O'na duydukları derin saygı ve sevgiden dolayı O'ndan uzaklaşma korkusundan] tirtir titrerler. (Enbiyâ/26-28)

Eğer Biz, bu Kur’ân'ı bir dağa indirseydik, Allah'ın haşyetinden onu huşû yapar [saygı duyar, baş eğmiş], parça, parça olmuş görürdün. Ve Biz bu misalleri tefekkür ederler diye insanlara veriyoruz. (Haşr/21)

Ve hani sen, Allah'ın kendisine nimet verdiği ve senin de kendisine nimet verdiğin kişiye, “Eşini yanında tut ve Allah'a takvâlı davran!” diyordun; insanlardan çekinerek Allah'ın açığa vuracağı şeyi kendi içinde saklı tutuyordun. Oysa Allah, Kendisine haşyet duymana çok daha lâyıktı. Artık Zeyd, ondan ilişkisini kesince, Biz onu seninle evlendirdik; ki böylelikle evlâtlıklarının kendilerinden ilişkilerini kestikleri zaman, onlarla evlenme konusunda mü’minler üzerine bir güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir. (Ahzâb/37)

Biz Kur’ân'ı sana sıkıntıya düşesin/sıkıntı veresin [eşkıyalık edesin] diye indirmeyip ancak haşyet duyan kimse için bir öğüt olmak üzere, yeryüzünü ve yüce gökleri yaratandan bir indirilişle indirdik. (Tâ-Hâ/2-4)

Elçilerimiz Lût'a geldiklerinde de o, onlar hakkında tasalandı. Ve onlar sebebiyle kolca daraldı. Ve onlar [elçiler], “Korkma, tasalanma! Şüphesiz biz, seni ve geride kalanlardan olan karın hariç yakınlarını kurtaracağız. Şüphesiz biz, bu kent halkının üzerine, fâsıklık yapıp durmaları nedeniyle semadan bir azap indireceğiz” dediler. (Ankebût/33-34)

O [Mûsâ] dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz ben onlardan bir can öldürdüm, şimdi onların beni öldürmelerinden korkuyorum. Kardeşim Hârûn'u da. O dil itibariyle benden daha fasihtir. O nedenle onu da beni doğrulayan bir yardımcı olarak benimle birlikte gönder. Şüphesiz ben, beni yalanlamalarından korkuyorum.” (Kasas/33-34)

Dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz benim kemiğim zayıflayıp gevşedi ve başım ağarmış saçıyla alev gibi tutuştu. Sana dua etmekle de Rabbim, bedbaht olmadım. Ve gerçekten ben, arkamdan, mevâlimden [yakınlarımdan, amcaoğullarımdan] endişedeyim. Karım da kısırdır. Onun için katından bana, bana da mirasçı olacak, Ya‘kûb ailesine de mirasçı olacak bir velî [yakın, yardımcı] bağışla. Rabbim, onu sen rızanı kazanan biri kıl!” (Meryem/4-6)

62. âyette tesniye [ikil] kalıbıyla yer alan جنتان [cennetân] sözcüğü –ki lafzen “iki cennet” demektir– klâsik eserlerde şu şekillerde anlaşılmıştır:

• Bu cennetlerden biri cinnler, biri de insanlar içindir.

• Bu cennetlerden biri cenneti hakk eden kişi, diğeri de eşleri içindir.

• Bunlar; birinde dünya nimetleri, diğerinde de cennet nimetleri olan iki cennettir.

• Bu cennetlerden biri gezmek ve dinlenmek, diğeri de ikâmet etmek içindir.

Bizce burada sözcüğün tesniye gelmesi, ses uyumu için olup anlamı çoğuldur. Zira kullara vaat edilen cennet Kur’ân'da hep جنات[cennâtin/cennetler] şeklinde çoğul olarak gelmiştir.

78. Celal ve ikram sahibi Rabbinin adı, ne cömerttir!

Allah'ın elçi göndermek sûretiyle insanlığa müdahalesi açıklandıktan sonra, Celal ve ikram sahibi Rabbinin adı, ne cömerttir! Buyurularak, Allah'ın “Rahmân” isminin bereketine ve evrene yansımasına dikkat çekilmiştir. O, insana anasından daha fazla rahmet etmekte, bu nedenle de elçi gönderip kitap indirmekte; böylece onların mutlu yaşamalarını temin etmek istemektedir.

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.



[1] Suyûtî, el-İtqân; Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[2] Seyyid Kutub, fî-Zılâli'l-Kur’ân.

[3] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 1, s. 369-371.

[4] Kur’ân Araştırmaları Grubu; Kur’ân Hiç Tükenmeyen Mucize.

[5] Kur’ân Araştırmaları Grubu, Kur’ân Hiç Tükenmeyen Mucize

[6] A. Cressy Morrisson, İnsan Yalnız Değildir [İlim Îmân Etmeye Çağırıyor].
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Taner Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
sevginur (20. February 2013)
Alt 26. January 2014, 11:27 AM   #3
Hasan Akçay
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 820
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Hasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud of
Standart

56.Fîhinne kâsirâtut tarfi lem yatmishunne insun kablehum ve lâ cânn.

Oralarda,
daha önce insan ve cinn tarafından dokunulmamış [el ve göz değmemiş],
bakışlarını sadece eşlerine dikenler vardır.

Bu çeviride benim anlamadigim hususlar var.

Bu iletimde
o hususlarin yalnizca birisi üzerinde duracagim.
En bastaki oralarda, fîhinne kelimesi.

"Oralarda"ki ORALAR nerelerdir?

Yani nerelerdedir
bakislarini eslerine diken o dilberler?

54'te
"devsirme"den
söz ediliyor:

Astarları kalın ipekten [atlastan] yataklara yaslanmış kimseler olarak
iki cennetin de devşirmesi yakındır.

Muttekiîne alâ furuşin betâinuhâ min istebrak (istebrakin), ve cenel cenneteyni dân.

Aslinda
bu ayetin dogru çevirisi
her halde sudur:

Cennet halki, astarlari kalin ipekten döseklere yaslanirlar, ve o iki bahçenin devsirmelikleri yakin mi yakindir.

Belli ki
"devsirme"den kasit
anilan iki cennetin (bahçenin)
meyvalaridir.

Bazi çevirilerde
devsirme degil de
devsirmelikler denmis.

Devsirmelikler: agaçlardaki meyvalar.

Bu, daha isabetli bi çeviri bence.
Çünkü daha açik ve net.

Simdi...
"Oralarda"dan kasit eger o meyva agaçlari ise
bundan çikan sonuç
bakislarini eslerine diken dilberler
meyva agaçlarinin içindedir.

Anlamadigim husus:

Meyva agaçlarinda ne yetisir;
meyva mi,
bakislarini eslerine diken dilberler mi?

Kâsirâtut tarf
niçin

meyvalar olmuyor da
dilberler oluyor;

niçin

RIZIK olmuyor da
INSANLAR oluyor?

Yok
"oralarda"daki "oralar"dan kasit eger o iki bahçe ise
dilberler
o iki bahçededir.

Tamam.

Ama
bu mümkün degil.

Çünkü "oralarda"nin Arapça metindeki karsiligi "fihinne"dir; fihinne ikiden çok yerde demek. O iki bahçe ikiden çok degil ki; yalnizca iki tane.

Bir açiklama lütfen.

Konu Hasan Akçay tarafından (26. January 2014 Saat 12:48 PM ) değiştirilmiştir.
Hasan Akçay isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. January 2014, 05:24 PM   #4
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.024
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun aleyküm, Değerli Hasan Akçay Kardeşim.

Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
56.Fîhinne kâsirâtut tarfi lem yatmishunne insun kablehum ve lâ cânn.

Oralarda,
daha önce insan ve cinn tarafından dokunulmamış [el ve göz değmemiş],
bakışlarını sadece eşlerine dikenler vardır.

Bu çeviride benim anlamadigim hususlar var.

Bu iletimde
o hususlarin yalnizca birisi üzerinde duracagim.
En bastaki oralarda, fîhinne kelimesi.

"Oralarda"ki ORALAR nerelerdir?

Yani nerelerdedir
bakislarini eslerine diken o dilberler?
Oralarda” dan kasıt Cennetlerdir.

“Fiyhinne kasıratuttarfi, lem yatmishunne insün kablehüm ve la cann”
Âyetinde “o dilberler” ifadesi yoktur.


Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
54'te
"devsirme"den
söz ediliyor:

Astarları kalın ipekten [atlastan] yataklara yaslanmış kimseler olarak
iki cennetin de devşirmesi yakındır.

Muttekiîne alâ furuşin betâinuhâ min istebrak (istebrakin), ve cenel cenneteyni dân.

Aslinda
bu ayetin dogru çevirisi
her halde sudur:

Cennet halki, astarlari kalin ipekten döseklere yaslanirlar, ve o iki bahçenin devsirmelikleri yakin mi yakindir.

Belli ki
"devsirme"den kasit
anilan iki cennetin (bahçenin)
meyvalaridir.

Bazi çevirilerde
devsirme degil de
devsirmelikler denmis.

Devsirmelikler: agaçlardaki meyvalar.

Bu, daha isabetli bi çeviri bence.
Çünkü daha açik ve net.

Yakındır “ sözcüğünden iki anlam da çıkarılabilir.

1.İki cennette olanların devşireceklerinin süresel olarak yakın olmasıdır.
2.İki cennette olanların, devşireceklerinin ulaşabilecek şekilde “yakın mı yakın/en yakın” olduklarıdır.
Bu çıkarım Hakka suresinin 23.ayetindeki “Gutûfuhâ dâniyetün” ifadesinden çıkarılabilir.

Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster

Simdi...
"Oralarda"dan kasit eger o meyva agaçlari ise
bundan çikan sonuç
bakislarini eslerine diken dilberler
meyva agaçlarinin içindedir.

Anlamadigim husus:

Meyva agaçlarinda ne yetisir;
meyva mi,
bakislarini eslerine diken dilberler mi?

Kâsirâtut tarf
niçin

meyvalar olmuyor da
dilberler oluyor;

niçin

RIZIK olmuyor da
INSANLAR oluyor?

Yok
"oralarda"daki "oralar"dan kasit eger o iki bahçe ise
dilberler
o iki bahçededir.

Tamam.

Ama
bu mümkün degil.

Çünkü "oralarda"nin Arapça metindeki karsiligi "fihinne"dir; fihinne ikiden çok yerde demek. O iki bahçe ikiden çok degil ki; yalnizca iki tane.

Bir açiklama lütfen.
Değerli Kardeşim,

Fiyhinne kasıratuttarfi, lem yatmishunne insün kablehüm ve la cann
Âyetindeki “kasirat” sözcüğü dişil çoğul bir ifade olduğundan ve şartlanmışlıklardan kaynaklanan nedenlerle ne yazık ki, "kasıratuttarfi meallere, “bakışlarını sadece eşlerine dikenler,bakışlarını sadece eşlerine dikmiş dilberler” vb ifadeler olarak eklenmiştir.
Âyetin aslında ne “” ne de “dilber” sözcüğü sözkonusu bile değildir.
Yazınızı yazdığınız sayfadaki mealde de bu durum:
“Oralarda, daha önce insan ve cinn tarafından dokunulmamış [el ve göz değmemiş], bakışlarını sadece eşlerine dikenler vardır.” şeklindedir.
Meali yapan Kardeşimiz bu durumu tashih etmiştir/düzeltmiştir ancak, henüz bu sayfalarda gerekli tashihler /düzeltmeler yapılamamıştır.Mealin tashih edilmiş/düzeltilmiş şekli:
“56Oralarda, daha önce bildik, bilmedik, geçmiş, gelecek hiç kimse tarafından dokunulmamış; el ve göz değmemiş, bakışlarını dikenler vardır.”
şeklindedir.

Değerli Kardeşim,
Âhiretle ilgili olan hususlar cennetteki nimetler bize hep sembolik olarak, örnekleri gösterilmek suretiyle ifade edilmiştir .
Âhirette yaşam ve yaşam koşulları değişecektir.
Hicr;45-48:
45,46Şüphesiz ki Allah'ın koruması altına giren kişiler, cennetlerde ve pınarlardadır: “Selâmetle güven içinde oraya girin!”
47Ve Biz Allah'ın koruması altına girmiş kişilerin göğüslerindeki kinleri çıkarıp attık. Onlar kardeşler hâlinde yüz yüze sedirlere otururlar.
48Cennette kendilerine hiçbir yorgunluk dokunmaz. Onlar oradan çıkarılacak da değildirler.


Devşirilecek olanlar da Rabbımız olan Yüce Allah’ın belirttikleridir. Sadece “meyveler olarak sınırlanamaz.
Rabbimiz oradakilere hiçbir kısıtlama getirmeyecek ve istedikleri her şeyi lütfedecektir.
Bu duruma Fussilet 31 de, “nefislerinizin arzuladığı her şey “ şeklinde vurgu yapılmıştır.

Fussilet 30-32:
30-32Şüphesiz, “Rabbimiz Allah'tır” deyip sonra dosdoğru olanlar; onların üzerine, haberci âyetler sürekli iner; “Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat edilen cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında ve âhirette sizin yol gösterenleriniz, yardımcılarınız, koruyanlarınızız. Cennette, kullarının günahlarını çok örten, onları cezalandırmayan ve bağışı bol olan, engin merhamet sahibinden bir ikram olarak sizin için nefislerinizin arzuladığı her şey var. Orada istediğiniz şeyler de sizin içindir.”

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Alalh'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
beyazasi (26. January 2014), Bilgi (26. January 2014)
Alt 26. January 2014, 06:21 PM   #5
Hasan Akçay
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 820
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Hasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud of
Standart

“Oralarda”dan kasıt Cennetlerdir.

Kabul edilebilir bi görüs
ama yalnizca bi görüs.

Kur'an bunu onaylamiyor.

Bakar misiniz, Rahmân suresinin ayetlerinde fîhima ve fîhinne, aralarindaki fark gözetilerek, büyük bi özenle kullanilmis. Örnegin 54'te fîhinne, 52'de fîhima var.

Malum, fîhimâ "o iki yerde" demek ve
"iki" kavramini vurguluyor. .

Zaten ayetlerde sürekli "iki"ye atifta bulunuluyor.

Iki deniz.
Iki dogu.
Iki bati.
Iki pinar.
Iki bahçe...

Ikiden çok bahçe misillu bi çokluga
bu anlatimda yer yok.

Ayetlerde, sizin "cennetler" dediginiz, "ikiden çok bahçe"nin zamiri olarak fîhinne asla kullanilmamis.

Örnegin
su cümle yok: O ikiden çok bahçede her türlü meyva bulunmaktadir -Fîhinne min kulli fâkihe.
su var: O iki bahçede her türlü meyva bulunmaktadir -Fîhimâ min kulli fâkihe.

Yine de açiklamanizda mantiga uygunluk erdemi gözetilmis. Bu da bir sey.
Tesekkür ederim.

“Fiyhinne kasıratuttarfi, lem yatmishunne insün kablehüm ve la cann”
Âyetinde “o dilberler” ifadesi yoktur
.

Peki, dilberler yok. Bu mealin sahibi KASARA fiiline, geleneksel olarak yapildigi üzere, (bakislari) "dikmek" anlamini vermis ama o isi yapanlarin "dilberler" olduguna katilmiyor.

Öte yandan her kim ise bakislarini diken o zevat, neden dikiyorlar bakislarini ve nerelere dikiyorlar?

Aslinda KASARA bir seyi "ortadan kaldirmak" demek. Örnegin 4:101'de salâtin bir bölümünü ortadan kaldirmak, yerine getirmemek. Yani bir bakima "kismak" ama Rahmân suresini tercüme ederken emin degiliz. O yüzden olsa gerek 72'de "maksûrât"i (çadırlara) "kapanmak" yapiveriyoruz.

Nedir fiilimizin bizim müdahalemizden arinmis anlami;

(bakislari) dikmek mi,
(bakislari) kismak mi,
(çadirlara) kapanmak mi?

Peki,

TARAF-TARF "uç" demek olduguna göre
"kasara"yi neden
siyakta "devsirmelikler" diye anilan

agaçlarin meyva yüklü "uçlar"iyla
cennet halkinin arasindaki
mesafenin ortadan kaldirilmasi

diye okumuyoruz?

56'ya ait Mealin tashih edilmiş/düzeltilmiş şekli:
“Oralarda, daha önce bildik, bilmedik, geçmiş, gelecek hiç kimse tarafından dokunulmamış; el ve göz değmemiş, bakışlarını dikenler vardır.”


Lütfen siz açiklar misiniz, tam olarak kimdir o bakislarini dikenler ya da kisanlar?

Devşirilecek olanlar da Rabbımız olan Yüce Allah’ın belirttikleridir.
Sadece “meyveler” olarak sınırlanamaz
.

Konumuz
kâsirâtut tarf

Sâd 54'e bakar misiniz lütfen.

Orda Allah "kâsirâtut tarf"a RIZKUNÂ diyor,
RIZKIMIZ, لرزقنا.

Konu Hasan Akçay tarafından (4. February 2014 Saat 04:51 AM ) değiştirilmiştir.
Hasan Akçay isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. January 2014, 10:17 PM   #6
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.024
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleyküm, Değerli Hasan Akçay Kardeşim.

Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
“Oralarda”dan kasıt Cennetlerdir.

Kabul edilebilir bi görüs
ama yalnizca bi görüs.

Kur'an bunu onaylamiyor.
Kur’an’da kullara vaat edilen cennet hep “cennâtin/cennetler” şeklinde çoğul olarak gelmiştir.

Sözkonusu ayette “cenneteyni” şeklinde tesniye/ikili kalıp kullanılmıştır. Bu durumun ses uyumu için olduğu düşüncesindeyim ve “cenneteyni” sözcüğünü “cennetler “ olarak algılıyorum.

Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
[
Bakar misiniz, Rahmân suresinin ayetlerinde fîhima ve fîhinne, aralarindaki fark gözetilerek, büyük bi özenle kullanilmis. Örnegin 52'de fîhima var, 54'te fîhinne.
Belirttiğiniz gibi “fihima” sadece 52 de değil 50,66,68 de de kullanılmıştır.
Belirttiğiniz gibi “fihinne" 54 de değil 56 ve 70 de kullanılmıştır.

Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
[
Zaten ayetlerde her seyin "ikiser"ine atifta bulunuluyor.

Iki deniz.
Iki dogu.
Iki bati.
Iki pinar.
Iki bahçe...

Ikiden çok cennet (bahçe) misillu bi çokluga
bu anlatimda yer yok.
Evet dediğiniz gibi Rahman Suresinin sözkonusu ayetlerinde her şeyin “ikişerine” göndermede bulunulur.

Fihima kullanılanlar:

50/İkisinde de akıp giden iki pınar vardır.
52İkisinde de her meyvedan çift çift vardır.
66İkisinde durmaksızın coşan iki pınar vardır.
68İkisinde de meyve, hurma ve nar vardır.

Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Ayetlerde "bahçeler"in zamiri olarak fîhinne ise... hiç yok.
Yine de açiklamanizda mantiga uygunluk erdemi gözetilmis. Bu da bir sey.
Tesekkür ederim.
Olup olmadığına birlikte bakalım inşaAllah.

Fihinne kullanılan âyet:

56Oralarda, daha önce bildik, bilmedik, geçmiş, gelecek hiç kimse tarafından dokunulmamış; el ve göz değmemiş, bakışlarını dikenler vardır.

Fihinne/Oralarda zamiri nedir görmek için öncesindeki âyetlere bakalım:

“46Ve Rabbinin makamından korkan kimseler için iki cennet vardır.
47Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin; eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz?
48İkisinin de dalları vardır.
49Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin; eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz?
50İkisinde de akıp giden iki pınar vardır.
51Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin; eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz?
52İkisinde de her meyvedan çift çift vardır.
53Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin; eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz?
54Astarları kalın ipekten/atlastan yataklara yaslanmış kimseler olarak, iki cennetin de devşirmesi yakındır.
55Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin; eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz? "

Fihinne zamirinin öncesindeki bu ayetlerde sözkonusu edilen zamir hangisidir? Lütfen belirtir misiniz?

Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
İsterseniz ilgili ayetleri birlikte görelim:
“Fiyhinne kasıratuttarfi, lem yatmishunne insün kablehüm ve la cann”
Âyetinde “o dilberler” ifadesi yoktur
.

Ama bakislarini eslerine dikenler onlar; aralarinda elbet dilberler de var.

56'ya ait Mealin tashih edilmiş/düzeltilmiş şekli:
“Oralarda, daha önce bildik, bilmedik, geçmiş, gelecek hiç kimse tarafından dokunulmamış; el ve göz değmemiş, bakışlarını dikenler vardır.”


Lütfen siz açiklar misiniz, tam olarak kimdir o bakislarini dikenler?
Sözkonusu ayette eşler de dilberler de olmadığını belirtmiştim.
Bakışlarını dikenler”, cennetle ödüllendirilen insanlardır.

Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Devşirilecek olanlar da Rabbımız olan Yüce Allah’ın belirttikleridir.
Sadece “meyveler” olarak sınırlanamaz
.

Konumuz
kâsirâtut tarf

Sâd 54'e bakar misiniz. Lütfen.

Orda Allah "kâsirâtut tarf"a RIZKUNÂ diyor,
RIZKIMIZ, لرزقنا.

Konumuz “kâsirâtut tarf” ise bunun geçtiği ayetlere bakalım:

Saffat suresi 48. Ayette:
“Ve ındehum gâsırâtut tarfi în.

Sad suresi 52. Ayette:
“Ve ındehum gâsırâtut tarfi etrâb”

Rahman 56. Ayette:
“Fîhinne gâsıratut tarfi lem yatmishunne insun gablehum ve lâ cânn. “

Şeklinde geçer.

Bu ayetleri bağlamında okuduğumuzda sizin “Orda Allah "kâsirâtut tarf"a RIZKUNÂ diyor.” İfadenizin “kâsirâtut tarf" olmadığı görülür.

Sözkonusu sad Suresinin 54. Ayetine ve bir öncesine baktığımızda:

53"İşte bu, hesap günü için size vaat edilendir. –54Hiç şüphesiz ki işte bu, Bizim rızkımızdır; ona hiç tükenmek yoktur.–"

ifadesi vardır.

Vaat edilen ve bitmez tükenmez olarak belirtilen “rızkın” ne olduğunu görmek için önceki ayetlere bakalım:

49-52"İşte bu, bir öğüttür/ şereftir/ hatırlatmadır. Şüphesiz ki Allah'ın koruması altına giren kimseler için güzel bir dönüş yeri; içlerinde yaslanarak birçok meyve ve içecekler istedikleri ve de yanlarında hepsi de aynı yaşta, gözleri karşılarındakinden başkasını görmeyen hizmetçilerin bulunduğu, kapıları kendilerine açılmış olan Adn cennetleri vardır."


Şimdi de Saffat 48 e bağlamıyla birlikte bakalım:
41-49İşte Allah'ın arıtılmış kulları, kendileri için belli bir rızık/meyveler olanlardır. Bol nimet cennetlerinde karşılıklı olarak tahtlar üzerinde ikram görenlerdir. İçenlere lezzet veren, pınardan doldurulmuş, kendisinde zararlı bir yön olmayan, sarhoşluk da vermeyen bembeyaz bir kadehle onların etrafında dolaşılır. Yanlarında da gözlerini kendilerine dikmiş iri gözlüler vardır. Korunmuş yumurta gibidir onlar."

Şimdi de Rahman 56 ya birlikte bakalım:

56Oralarda, daha önce bildik, bilmedik, geçmiş, gelecek hiç kimse tarafından dokunulmamış; el ve göz değmemiş, bakışlarını dikenler vardır.


Kusursuzluk sadece Allah’a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah’a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 26. January 2014, 11:33 PM   #7
Hasan Akçay
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 820
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Hasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud of
Standart

...ve “cenneteyni” sözcüğünü “cennetler “ olarak algılıyorum.

Rahmân suresinde "cennetân" da deniyor "cenneteyn" de. Ikisi de iki bahçe demek. Cennetân ya da cenneteyn denmesi degil önemli olan; önemli olan "iki bahçe" denmesi.

Sizin onu ikiden çok bahçeler olarak algilamaniza gelince, özür dilerim, sizi üzmek istemem ama buna hakkiniz yok. Benim de hakkim yok. Hiç kimsenin hakki yok. Allah ne diyorsa ona razi olacagiz; "iki bahçe" diyor "iki bahçe"dir.

Fihinne zamirinin öncesindeki bu ayetlerde sözkonusu edilen zamir hangisidir? Lütfen belirtir misiniz?

Benden ne istediginizi tam olarak anlamadim ama
tekrar ayetininin disindakilere buyurun birlikte bakalim.

46.Ve li men hâfe makâme rabbihî cennetân.

Buradaki "cennetân" için sibakta zamir kullanilmak istenseydi
dogru zamir "fîhima" olurdu.

48.Zevâtâ efnân.

Zevâta da öyle.
Dogru zamir: fîhima

50.Fîhimâ aynâni tecriyân.

Buradaki fîhimâ zamiri, "o iki bahçede" demek.
O iki bahçede akan iki pinar.

52.Fîhimâ min kulli fâkihetin zevcân.

Yine o iki bahçe.
Ikisinde de her meyvedan çift çift var.

54.Muttekiîne alâ furusin betâinuhâ min istebrak, ve cenel cenneteyni dân.

Cenel cenneteyn: o iki bahçenin devsirmelikleri, o iki bahçenin meyva agaçlari
Cenneteyn: iki bahçe

O halde ATIF
eger 56'da
"fîhinne" varsa "cenel cenneteyn"e yani meyva agaçlarinadir,
"fîhimâ" varsa "cenneteyn"e yani o iki bahçeye.

56'da "fîhinne" var; o halde meyva agaçlarina atifta bulunuluyor.
"kâsirâtut tarf" meyvalar olup o agaçlarin içindedir.

Agaçlarin meyva yüklü uçlari ile
cennet halki arasindaki mesafe ortadan kaldirilmistir (dân)

Benden istediginiz
bu muydu?

“Bakışlarını dikenler”, cennetle ödüllendirilen insanlardır.

Bakislarini "dikiyorlar" mi, "kisiyorlar" mi? Malum, bunlar zit anlamli kelimeler. Birileri bakislarini ya dikiyor ya kisiyor. Ya o ya o. Ikisi birden dogru olamaz.

Arti, bakislarini

dikiyorlarsa neden dikiyorlar,
kisiyorlarsa neden kisiyorlar?

Rahman 56. Ayette:
“Fîhinne gâsıratut tarfi lem yatmishunne insun gablehum ve lâ cânn. “

Şeklinde geçer.

Bu ayetleri bağlamında okuduğumuzda sizin “Orda Allah "kâsirâtut tarf"a RIZKUNÂ diyor.” İfadenizin “kâsirâtut tarf" olmadığı görülür
.

Olur mu öyle sey?

Sâd suresi,
Buyurun:

49.Allah'i kâle alanlar için iki güzel varis yeri.
50.Kapilari onlara açik Adn bahçeleri.
51.Orda koltuklara yaslanirlar;bol bol meyva ve içecek isterler.
52.Ve önlerinde kâsirâtut tarfi etrâb.
53.Iste hesab günü için size vaad edilenler.
54.Evet. Iste bizim tükenmesi olmayan RIZKIMIZ.

Dikkat edilirse 53 ve 54'e Allah

"Iste-Hézé" diye basliyor
meyva, içecek ve "kâsirâtut tarf"a atifta bulunduktan sonra
"Iste bizim tükenmesi olmayan RIZKIMIZ" diyerek
sözünü tamamliyor.

"Kâsirâtut tarf"in RIZIK oldugu bundan daha açik nasil anlatilir?

O iki bahçenin agaçlarindaki "kâsirâtut tarf" ne ise (Rahmân 56)
Cennet halkinin önündeki "kâsirâtut tarf" da o (Sâd 52).

Konu Hasan Akçay tarafından (29. January 2014 Saat 05:10 AM ) değiştirilmiştir.
Hasan Akçay isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 27. January 2014, 08:48 AM   #8
Hasan Akçay
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 820
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Hasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud of
Standart

“Bakışlarını dikenler”, cennetle ödüllendirilen insanlardır.

Özür dilerim, bu söylenen
yanlis görünüyor.

Kanit, örnegin Sâd 52:

Ve hemen önlerinde "kâsirâtut tarf"i etrâb
Ve ındehum "kâsırâtut tarf"i etrâb.

Buradaki hum cennet halkidir. Yanlis olarak "bakislarini dikenler" ya da "bakislarini kisanlar" diye tercüme edilen "kâsirâtut tarf" ise onlarin önündeki ödüller.

Kisacasi
kâsirâtut tarf
ödüllendirilen cennet halki degil
onlara sunulan ödüllerdir.

Meyvalar, içecekler. RIZIK.

Konu Hasan Akçay tarafından (27. January 2014 Saat 10:47 AM ) değiştirilmiştir.
Hasan Akçay isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 28. January 2014, 01:42 PM   #9
mustafabey
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Aug 2012
Mesajlar: 108
Tesekkür: 19
41 Mesajina 61 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
mustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud ofmustafabey has much to be proud of
Standart

Selamlar…

Din konusunda, kuranda geçen kavramları anlamaya çalışırken, geçmiş öğretilerin, anlayışların etkisinden, yönlendirmesinden sıyrılamıyoruz, küçük bir alana sıkışıyoruz, önümüzde bir engel, perde var.

Kelamları bize tanıtan, şudur diyen bir geçmiş öğreti zinciri var, bizi sanki hayal dünyasında yaşatmak için özel bir çaba harcanmış, zihinlere zincir vurulmuş aklın işletilmesi engellenmiş gibi görünüyor.

Dini kavramların çoğu soyuttur, akılla algılanan kelamlar bütünüdür.
Kıyamet, cennet, cehennem, ademin yaratılışı ile ilgili canlandırmalar Kuranda tasvir edilmiştir, benzetmelerin hepsi soyuttur, bir şeyleri tarif etmek ve anlatmak için kullanılan tasvirlerdir.

Dini havramlar hakkında düz mantık yürütmek, somuta indirgemek doğru sonuçlara ulaştırmaz, anlam daraltılmaları olur. Anlatılanın ne olduğunu anlamak için bir geneli görmek ve düşünmek gerekir.

Mesala bizim cennet algımız tamamen hayali, bir varsayım, somut mekansal bir cennet hayalimiz var, bu bizdeki cennet algısını oluşturan geçmiş öğretilerdir. Cennet kelamının ne olduğunun atalarımız çözebilmiş midir? Ki biz atalara güvenip bu hayali yaşatıyoruz? Ya anlatılan başka bir durum, hadise ise …

Zaten atalar problemleri doğru anlamış olsalar bugün biz İslam toplumları olarak bu aciz, akıldan yoksun halde olmazdık. Kavramada ve tanımlamada büyük sorunlarımız var, düşünce yolları kapalı ve bu geçmiş tanımlarda oluşturulan şema kesin doğru zannediliyor, ve bizi hayalde yaşatıyor.

Bu hayal aleminden çıkamazsak sonumuz kötü, hayalden kurtulmak için aklımızı başımıza toplamalıyız.


Şuara 56-57-58-59
Ve innâ le cemîun hâzirûn; Ve muhakkak ki biz, gerçekten sakınılan (korkulan) bir topluluğuz.
Fe ahracnâhum min cennâtin ve uyûn; Böylece Biz, onları (firavun ve kavmini) cennetlerden(bahçelerden) ve pınarlardan çıkardık.
Ve kunûzin ve makâmin kerîm; Ve hazinelerden ve yüksek makamlardan (çıkardık).
Kezâlik(kezâlike), ve evresnâhâ benî isrâîl; İşte böylece onlara, İsrailoğulları'nı varis kıldık.


Zamanında firavun ve kavmi cennet ve pınarlar başındaymış, ama cennetten kovulmuşlar, aynı adem kıssasında anlatılanlardaki gibi, bir benzerlik var. Yani cennetten bile kovulma, çıkarılma var.

Bir cennet değil bir çok cennet çeşidi var. Her cennetin kendine has özellikleri var, farklılar.

Cennet bir yaratılış hadisesi, insanın(ademin) yaratılışının anlatıldığı tasvir edildiği süreç. İnsanın yaratılma süreci devam ediyor, insan sıfatlarını daha kazanamadık, cenn safhasındayız daha.

Tartışma konusu olan iri gözlüler, huriler veya el değmemiş(oluşmamış) bakışlarını diken(göz) diye anlatılan daha önceki yaratılışlardan farklı yeni bir yaratılış oluşum süreci, aşaması (upgrade) olabilir...

Amaç nedir? Bunca hadise, mücadele, yaradılış bizi hayalimizdeki cennete ve cehenneme girdirmek için mi vuku bulmuş! Yoksa başka bir oluşum, bizim henüz anlayamadığımız bir hadise mi var?
mustafabey isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 29. January 2014, 05:33 AM   #10
Hasan Akçay
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 820
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Hasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud of
Standart

62. Bu ikisinin astından iki cennet daha vardır.
64. Bunlar yemyeşildirler.
66. İkisinde durmaksızın coşan iki pınar vardır.
68. İkisinde de meyva, hurma ve nar vardır.
70. Onların [meyvelerin] içlerinde iyilikler, güzellikler vardır.
72. Çadırlara kapanmış parlak gözlüler vardır.
74. Bunlardan önce onlara ins ve cann [hiç kimse] dokunmamıştır.


Keske burada da
çeviri
daha dikkatli yapilsaydi.

Örnegin:

62.Ve ikisinin yani sira iki bahçe daha.
64.Yemyesil.
66.O iki bahçede gürül gürül akan iki pinar.

68.O iki bahçede meyva agaçlari; hurma, nar...

70.O agaçlarda güzelim kazanimlar.
72.Tertemiz. Mesafeleri giderilmis. Çadirlarda
74.Onlardan önce hiç bir insan ya da cin tarafindan dokunulmamis.

Burada da
"fîhima" ve fîhinne kelimeleri
islevlerini sürdürüyor.

68.Fîhima: o iki yerde.

"Iki yer"den kasit elbet, ilk iki bahçenin yani sira, sunulan ek "iki bahçe"dir ve o "iki bahçe"nin içinde meyva agaçlari var; örnegin hurma, nar...

70.Fîhinne hayrâtun hisân.

Fîhinne:
ikiden çok olanlarin içinde.

Ikiden çok olanlar, siyakta sözü edilen meyva agaçlaridir. "Hayrâtun hisân" iste o agaçlarin içinde her ne yetisirse onlar. Ve 72'deki "hûrun maksûrât" o agaçlarda yetisenlerin sifatidir yani onlari niteliyor.

Cennet halki, dünyada Allah'i kâle alarak yasamak suretiyle, onlari hak etmislerdir.

Hisân: güzel mi güzel, güzelim.
Hayrâtun hisân: güzelim kazanimlar.

Simdi, yine ayni soru:
Agaçlarda ne yetisir?

Hurma ve nar gibi meyveler mi ya da
parlak gözlüler yani insanlar mi?

72.Hûrun maksûrâtun fîl hiyâm.

Maksûrât: mesafeleri giderilmis, mesafesiz.
Bkz 4:101, 38:52, 55:56.

Mesafeleri nasil giderilmis? Agaçlardan çadirlara getirilerek. Çadirlarin içinde yigin yiginlar simdi. Cennet halkinin hemen önünde.

Çadirlarin içinde olmasalar da daima yakindadir onlar. Çünkü cennette mesafeler giderilmistir. Cennet halki ellerini uzativerip ulasir istediklerine. Bkz 54'teki dân, 69:23 ve 76:14'teki dâniye kelimeleri.

Hûr: apak, bembeyaz, tertemiz

"Tertemiz. Mesafeleri giderilmis. Çadirlarda" ifadesi siyaktaki "güzelim kazanimlar"i niteliyor tipki 64'teki "yemyesil" kelimesi nasil 62'deki "iki bahçe"yi niteliyorsa. Yani olmazsa olmaz degil. Ek bilgi veriyor.

Su anlamda:

Agaçlarda güzelim kazanimlar
ki tertemizdirler ve çadirlarda mesafeleri giderilmistir.

74.Onlardan önce hiç bir insan ya da cin tarafindan dokunulmamis.

"Onlar"dan önce:
"cennet halki"ndan önce

Onlardan önce o RIZIKLAR hiç bir insan ya da cin tarafindan görülmemis, tadilmamistir. Çünkü cennet ödülüdür onlar. Bu dünyanin insanlari ve cinleri için gaybdir.

Konu Hasan Akçay tarafından (5. February 2014 Saat 04:38 AM ) değiştirilmiştir.
Hasan Akçay isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
rahman, suresi

Seçenekler
Stil

Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 06:43 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam