7. July 2012, 03:00 PM | #1 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.023
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 |
Sâd sûresi
MEKKE DÖNEMİ
Necm: 62 1Sâd/90.84 Öğüt/şeref sahibi Kur’ân kanıttır ki, 3onlardan önce nice kuşakları değişime, yıkıma uğrattık Biz. Onlar da çağrıştılar. Ama artık kurtuluş vakti değildi. 2Aksine o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler bir gurur ve bölünme içindedirler.85 4,5Ve içlerinden kendilerine bir uyarıcı geldiğine şaştılar da o kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, “Bu bir sihirbazdır, çok çok yalan söyleyen birisidir. O bunca ilâhı, bir tek ilâh mı yapmış? Bu gerçekten çok şaşılacak bir şey!” dediler. 6-8Ve içlerinden ileri gelenler yürüdüler: “İlâhlarınız üzerinde direnin ve sözünüzden, kararınızdan dönmeyin. Bu, gerçekten, sizden beklenen bir şeydir! Biz bunu son/başka bir dinde işitmedik, bu ancak bir uydurmadır. Öğüt/ Kitap aramızdan o'nun üzerine mi indirildi?” -Aksine onlar Benim öğüdümden/ Kur’ân'dan yetersiz bilgi içindeler, aksine onlar henüz azabımı tatmadılar.- 9-11Yoksa çok güçlü ve çok bağış yapan Rabbinin rahmet hazineleri onların yanında mıdır? Ya da bütün o göklerin, yerin ve aralarında olanların mülkü onların mıdır? Öyleyse, burada, çeşitli gruplardan oluşmuş, bozguna uğramış bir ordu olan onlar, her yolu deneyerek yükselsinler, ellerinden gelen her şeyi denesinler! 12,13Onlardan önce Nûh'un toplumu, Âd, kazıklar sahibi86 Firavun, Semûd, Lût'un toplumu ve Eyke ashâbı87 da yalanladılar. İşte onlar, ayrı ayrı baş çeken gruplardır. 14Onların hepsi, sadece elçileri yalanladılar. Bu sebeple azabım hak oldu. 15Ve bunlar, göz açıp kapayacak kadar bile gecikmesi olmayan bir çığlıktan başkasını beklemiyorlar. 16Ve dediler ki: “Rabbimiz! Hesap gününden önce bizim azaptan payımızı acele ver bize!” (38/38, Sâd/1-16) Necm: 63 17Sen onların dediklerine sabret ve güçlerin sahibi kulumuz Dâvûd'u hatırla. Şüphesiz o, Rabbine çokça dönendi. 18Gerçekten Biz, dağlara boyun eğdirdik/yapısal olarak insanların yararına kullanılacak biçimde yarattık. Her zaman kendisiyle birlikte Allah'ı noksanlıklardan arındırırlardı. 19Kuşları da toplu olarak o'na boyun eğdirmiştik/Dâvûd'un ve insanların yararlanacağı biçimde yaratmıştık. Hepsi o'na dönücü idi. 20Biz o'nun mülkünü de pekiştirdik. Ve o'na yasayı ve hakkı bâtıldan ayıran sözü söyleme imkânını verdik. 21Ve sana şu davacıların haberi geldi mi? Hani onlar mihraba/Dâvûd'un özel evine çıkıp varmışlardı. 22,23 Dâvûd'un yanına girdiklerinde o, onlardan korkuvermişti. Ona, “Korkma! Biz, iki davacıyız. Kimimiz, kimimize haksızlık etti. Şimdi sen aramızda hak ile hüküm ver, haksızlık etme ve bizi doğru yolun ortasına yönelt” dediler. Birisi de dedi ki: “İşte bu benim kardeşim. Onun doksan dokuz koyunu var, benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken, ‘Onu da bana ver’ dedi ve konuşmada bana üstün geldi/tartışmada beni yendi.” 24Dâvûd dedi ki: “Doğrusu senin bir koyununu kendi koyunlarına katmak istemesiyle o sana haksızlık etmiştir. Gerçekten de ortakların, bir toplulukta yaşayanların çoğu kesinlikle birbirlerine haksızlık ediyorlar. Ancak iman edenler ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimseler haksızlık etmezler. Ama onlar da ne kadar azdır!” Ve Dâvûd, Bizim kendisini birtakım sıkıntılarla imtihan ederek arı-duru hâle getirdiğimize/olgunlaştırdığımıza kesin kanaat getirdi ve anladı. Hemen Rabbinden bağışlanma diledi, ortak koşmaktan uzak olarak yere kapandı ve döndü. 25Biz de o'nun için bunu bağışladık/Biz de o'nu bağışladık. İşte böyle! Şüphesiz yanımızda o'nun için bir yakınlık ve güzel bir dönüş yeri vardır. 26Ey Dâvûd! Gerçekten Biz/biz seni bu yerde eski yöneticinin yerine yönetici yaptık. O hâlde insanlar arasında hak aracılığıyla, haksızlık ve kargaşayı engelleyip adaleti sağla. Keyfe, arzuya uyma. O takdirde seni Allah'ın yolundan saptırır. Kesinlikle Allah yolundan sapanlar; hesap gününü umursamadıklarından kendileri için çok şiddetli bir azap vardır. 30Dâvûd'a Süleymân'ı da bahşettik. O ne güzel kuldu! Şüphesiz O, Rabbine çokça dönendi. 31Hani kendisine akşamüstü iyi cins ve rahvan atlar sunulmuştu; “32Ben, mal, servet, çıkar sevgisini, Rabbimin anılmasından dolayı sevdim.” -Sonunda onlar perdenin arkasına girdiler.- “33Geri getirin onları bana!” dedi. Hemen onların bacaklarını, boyunlarını sıvazlamaya başladı. 34,35 Andolsun ki Biz Süleymân'ı da çeşitli badirelerden, sıkıntılardan geçirerek saflaştırmıştık/olgunlaştırmıştık. Ve tahtının üzerine bir ceset bırakmıştık. Sonra o, döndü; “Ey Rabbim! Beni koru/bana maddî ve manevî pislik bulaştırma ve bana, benden sonra hiç kimseye yaraşmayan bir mülk hibe et/ bağışla! Şüphesiz ki Sen, bol bol hibe edensin/ bağışlayansın” dedi. 36-38 Bunun üzerine Biz de, o'nun emriyle istediği yere yumuşacık akıp giden rüzgârı, şeytânları; tüm dalgıç ve yapı ustalarını ve zincirlere bağlanmış olan diğerlerini o'nun emrine verdik. 39-İşte bu, Bizim hesaba gelmez ihsanımızdır. Artık sen dilersen başkalarına ver veya vermeyip tut.- 40Şüphesiz ki o'nun için yanımızda bir yakınlık ve güzel bir dönüş yeri vardır. 41Kulumuz Eyyûb'u da hatırla! Bir zaman o, Rabbine seslenmişti: “Şeytân bana acı ve dert, tasa sıkıntı dokundurdu.” “42-Hemen, hızlıca, yaya olarak oradan uzaklaş! İşte yıkanılacak bir yer, soğuk içecek!”- 43Ve Biz o'na, ailesini ve onlarla birlikte olanların bir mislini daha tarafımızdan bir rahmet ve kavrama yeteneği olanlar için bir ibret olarak bahşettik. “44Ve eline bir tutam ot mesabesinde ki sermayeni/baharatçılık için nane, fesleğen demeti al, onunla hemen, rızık aramak için sefere çık ve kararsız olma, doğrudan sapma, günah işleme.” Gerçekten Biz o'nu sabırlı biri olarak bulduk. O, ne güzel kuldu! Şüphesiz o, Rabbine çokça dönendir. 45Güç ve öngörü sahibi kullarımız İbrâhîm'i, İshâk'ı ve Ya'kûb'u da hatırla! 46Şüphesiz Biz onları “Yurt Düşüncesi/ özgür vatan hasreti” saflığıyla saflaştırdık, arı-duru hâle getirdik. 47Ve şüphesiz onlar, yanımızda seçilmiş en hayırlı kimselerdendir. 48İsmâîl'i, Elyasâ'yı, Zülkifl'i de an. Hepsi de hayırlı kimselerdendir. (38/38, Sâd/17-26, 30-48) Necm: 64 27Ve Biz gökyüzünü, yeryüzünü ve aralarında olanları boşuna oluşturmadık. Bu, kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden kişilerin zannıdır. Cehennem ateşinden dolayı şu kâfirlerin; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden şu kişilerin vay hâline! 28Yoksa, iman eden ve de sâlihâtı işleyenleri Biz, yeryüzündeki o bozguncular gibi mi yaparız? Yoksa Allah'ın koruması altına girmiş o kimseleri din-iman tanımayıp kötülüğe batanlar gibi mi yaparız? 29Bu, temiz akıl sahipleri onun âyetlerini düşünsünler ve öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz bereketli bir kitaptır.88 49-52İşte bu, bir öğüttür/ şereftir/ hatırlatmadır. Şüphesiz ki Allah'ın koruması altına giren kimseler için güzel bir dönüş yeri; içlerinde yaslanarak birçok meyve ve içecekler istedikleri ve de yanlarında hepsi de aynı yaşta, gözleri karşılarındakinden başkasını görmeyen hizmetçilerin bulunduğu, kapıları kendilerine açılmış olan Adn cennetleri vardır. 53İşte bu, hesap günü için size vaat edilendir. -54Hiç şüphesiz ki işte bu, Bizim rızkımızdır; ona hiç tükenmek yoktur.- 55,56 İşte! Şüphesiz azgınlar için de en kötü dönüş yeri; kendisine yaslandıkları cehennem vardır. -O ne kötü yataktır!- 57İşte o kaynar su ve irindir. Artık onu tadıp dursunlar! 58Ve onun şeklinden çifter çifter diğerleri vardır. 59İşte bunlar da sizinle birlikte atılırcasına giren bir gruptur. Onlara bir rahat yok. Şüphesiz onlar cehenneme sallandılar. 60Derler ki: “Hayır, asıl size merhaba; selam sabah yok. Cehennemi önümüze siz getirdiniz. O ne kötü bir duraktır!” 61Derler ki: “Rabbimiz! Bizim önümüze bunu kim getirdiyse onun ateşteki azabını kat kat arttır!” 62Ve yine derler ki: “Kendilerini kötülerden saydığımız birtakım adamları niye göremiyoruz? 63Biz onları alaya almıştık/aşağılamıştık. Yoksa gözler onlardan kaydı mı?” 64Şüphesiz ki bu, ateş ehlinin birbiriyle tartışması/ davalaşması gerçektir. (38/38, Sâd/27-29, 49-64) Necm: 65 65,66 De ki: “Ben ancak bir uyarıcıyım. Ve O, bir tek ve kahredici, göklerin, yerin ve ikisi arasında olan şeylerin Rabbi, çok güçlü, çok bağışlayıcı olan Allah'tan başka tanrı yoktur.” 67De ki: “O; Kur’an, çok büyük, önemli bir haberdir. 68Siz ondan yüz çeviriyorsunuz. 69Onlar birbirleriyle tartışırken, benim “en üstün şeylerin doldurulduğu; Kur’ân'a89 dair bir bilgim yok idi. 70Ancak ben, evet ben apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyediliyor.” (38/38, Sâd/65-70) Necm: 66 71,72 Hani Rabbin bir zaman evrendeki güçlere,90 “Şüphesiz Ben çamurdan bir beşer oluşturucuyum. Onu düzgünleştirip bilgili hâle getirdiğim91 zaman derhal ona boyun eğip teslim olun” demişti. 73,74 Bunun üzerine İblis/ düşünce yetisi92 hariç evrendeki güçlerin tümü hep birlikte boyun eğip teslimiyet gösterdiler, İblis büyüklük tasladı ve görmezden gelenlerden oldu. 75Allah, “Ey İblis! O benim iki elimle/kudretimle oluşturduğuma boyun eğip teslim olmana ne engel oldu? Büyüklendin mi? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?” dedi. 76İblis dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım. Beni enerjiden oluşturdun, onu ise maddeden93 oluşturdun.” 77,78 Allah, “Hemen çık oradan, artık sen kesinlikle kovulmuşsun, / katilin, asılsız söz ve düşünce üretenin, karanlığa taş atanın tekisin, “Elbette hayırdan uzak tutmam da karşılık gününe kadar senin üzerindedir” dedi. 79İblis, “Rabbim! O hâlde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana süre ver” dedi. 80,81 Allah, “Haydi, sen belirli bir vakte kadar süre verilenlerdensin” dedi. 82,83 İblis, “Öyle ise en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan; mutlak galip oluşuna yemin ederim ki ben onların hepsini; -içlerinden arıtılmış kulların hariç- kesinlikle azdıracağım” dedi. 84Allah dedi ki: “Gerçek budur. Ben de şu gerçeği söylüyorum: “85Andolsun ki cehennemi kesinlikle senden ve onların sana uyanlarından; hepinizden dolduracağım.” (38/38, Sâd/71-85) Necm. 67 86De ki: “Ben Kur’ân'a karşı sizden bir ücret istemiyorum. Ben yükümlülük getirenlerden/ kendiliğinden bir şeyler uyduranlardan, külfet getirenlerden, başa iş çıkaranlardan da değilim. 87Kur’ân, bütün âlemler için bir öğüttür ancak. 88Ve onun müthiş haberini bir zaman sonra kesinlikle bileceksiniz.” (38/38, Sâd/86-88) Dip not: 84 Kur’ân'da birçok sûrenin “kesik, bağlantısız harfler” ile başladığı görülür. Çeşitli kimselerce bu harflerin müteşâbih, bir şifre, bir sözcüğün kısaltılmış şekli, bazı sözcüklerin ilk harfi veya son harfi olduğu gibi görüşler ileri sürülür. Bize göre bu harfler, “elâ” [dikkat, gözünüzü açın] sözcüğü gibi bir uyarı işaretidir ve telefon konuşmalarındaki “alo!” ünlemi gibi dikkati, okunacak âyetlere çekmektedir. Ayrıca Kur’ân'ın matematiksel yapısındaki olmazsa olmaz unsurlardan birisidir. Ayrıca bu harfler, sayısal bir değer de ifade ediyor olabilirler. Zira Kur’ân indiği dönemde Araplar arasında rakamlar henüz icat edilmemişti, rakam yerine harfler kullanılmaktaydı. Rakam yerine harf kullanılması, “Ebced” hesabı olarak bilinir. Biz kesik harflerin yanında sayısal değerlerini de gösterdik. Sayısal değerler ile neyin kastedilmiş olabileceği noktasında da henüz bir kanaatimiz oluşmamıştır. “Ebced” hesabının, Kur’ân'ın indiği dönemlerde rakam yerine kullanılmış olmasından başka, herhangi bir nitelik ve özelliği yoktur. Bu kesik harflerle ilgili henüz doyurucu bir çalışma yapılmamış olup mevcut eserlerde de eskilerin aktarımlarından başka bir bilgi bulunmamaktadır. Bu meselenin tam aydınlığa kavuşması da, -diğer birçok mesele gibi- dürüst, samimî ve gönüllü Kur’ân erlerini beklemektedir. 85 Teknik özellik gereği, âyetlerin sıralanışı, Mealde 1, 3, 2 şeklinde tertip edilerek sunulmuştur. 86 “Kazıklar sahibi” ifadesi, klâsik Arapça'da eski bir bedevî terimidir. Deyimsel olarak, “güçlü bir otorite” yahut “sarsılmaz, yıkılmaz bir güç”ten mecâz olarak kullanılmaktaydı. Bir bedevî çadırını ayakta tutan kazıkların sayısı, o çadırın büyüklüğüne bağlıydı. Çadırın büyüklüğü, her zaman çadır sahibinin statü ve gücüne göre değişmekteydi. Bundan dolayı güçlü bir kabile reisi için çoğu zaman “sayısız direkler üstünde duran çadırın sahibi” tanımlaması yapılırdı. 87 Ashâb-ı Eyke, “Kızıldeniz sahillerindeki Medyen kentinde yaşayan toplum”dur. Eyke, “ağaçlık, ağaçları birbirine sarmaş-dolaş olmuş bir orman” demektir. Bu toplum, iklimi son derece güzel, verimli bir arazî üzerinde yaşıyorlardı. 88 Resmi Mushaf'taki 27-29. âyetlerden oluşan paragraf, anlam bütünlüğü gereği 48. âyet ile 49. âyetler arasında tertip edildi. 89 Âyetteki mele sözcüğünün esas anlamı, “dolu olan” [depo] demektir. Zaman içerisinde “reisler/başkanlar, bir toplumun ileri gelenleri, toplumun erdemlileri” için de mecâzen kullanılmıştır. Bu kişilere mele denilmesi, onların bilgi, deneyim ve anlayışla dolu olmaları sebebiyledir. Eski müfessirler, mele sözcüğünün “reisler, ileri gelenler” [konsey] şeklindeki mecâz anlamından yola çıkarak âyetteki el-melei'l-a‘lâ tamlamasındaki a‘lâ [yüce] sıfatından dolayı “yüce konsey” olarak değerlendirmişlerdir. Ancak, bu yüce konseyin ne olduğu hakkında ortada sağlam bir kanıt bulunmadığından, bunların “göklerdeki melekler”, “kerrûbiyûn/mukarrebûn” [Allah'a en yakın olan melekler] olduklarına dair mesnetsiz birtakım görüşler ileri sürmüşlerdir. Ama iş bununla kalmamış, Allah'ın başucundaki meleklerin [yüce konseyin] muhabbetlerini dinlemek üzere şeytânlar da göklere çıkarılmış ve orada yıldızlarla bombardımana tutulmuşlardır. Bize göre ise, sözlük anlamı “yüce dolu, yüce depo” demek olan mele-i a‘lâ ile kastedilen, “vahiydir, Kur’ân âyetleri”dir. Çünkü Kur’ân, herkesin ihtiyacını karşılayacağı herşey ile dopdoludur; herkesin ihtiyaç duyduğu/duyacağı bilgiler, eksiksiz olarak Kur’ân'da depo edilmiştir. Kur’ân'ın içindekiler ıvır-zıvır şeyler olmayıp, en değerli, en yüce şeylerdir. Zaten 69. âyetin önü ve arkası iyi anlaşıldığında, mele-i a‘lâ ifadesi ile “Kur’ân”ın kasdedildiği anlaşılır. Zira, 70. âyette “vahyedildiği” bildirilen ve 68. âyette de kâfirlerin “yüz çevirdikleri” şey Kur’ân'dır. Şimdiye kadar tahlilini yaptığımız sûrelerde hep gördüğümüz ve aşağıdaki âyetlerde de göreceğimiz gibi, müşrikler daima Kur’ân'ı tartışma konusu yapmışlardır. Ayrıntılı bilgi Tebyînu'l-Kur’ân'da verilmiştir. Mele-i a‘la ifadesi, Sâffât/8'de de yer almış ve orada da “yüce depo” anlamında ve Kur’ân'ın bir niteliği olarak zikredilmiştir. 90 Melâike ve bunun tekili olan melek, sesteş sözcüklerdir. Hem “elçi göndermek” anlamına gelen ulûk kökünden, hem de “kuvvet, yönetim gücü” anlamındaki melk kökünden türemiş olabilir. “Elçi göndermek” anlamına gelen ulûk kökünden türemiş melek, melaike sözcükleri, “peygamberleri, vahiy âyetlerini” ifade ederler. Melk kökünden gelen melek, melaike sözcükleri de “doğadaki maddî ve enerjik tüm güçleri” ifade eder. Tesbitlerimize göre Kur’ân'da geçen bu sözcükler, her iki kökten de türemiş ve türediği kökün anlamına göre farklı manalarda kullanılmıştır. Yani melâike sözcüğü, Kur’ân'da bazen birinci anlamda, bazen de ikinci anlamda kullanılmıştır. Sözcüğün Kur’ân'da hangi anlamda kullanıldığı ise, yer aldığı pasajın söz akışından ayırt edilmektedir. Melek sözcüğü ile ilgili ayrıntılı açıklama Tebyînu'l-Kur’ân'da verilmiştir. 91 Rûhun üfürülmesi/üflenmesi ifadesi, “Allah'ın insanı bilgilendirmesi, ona vahiy göndermesi, az bir bilgi vermesi; bilgikoklatması” anlamına gelmektedir. Burada, Hicr/29 ve Secde/9'da yaratılmış insanın bilgilenme; ilk vahyi alma; ilk elçi gönderme aşaması konu edilmektedir. Ayrıntılı bilgi Tebyînu'l-Kur’ân'da verilmiştir. 92 Âyetin orijinalindeki ifade, “bu, kovulmuş şeytanın sözü değildir” şeklindedir. Şeytan, sözlük anlamı olarak “haktan uzak olan” demektir. Kavram olarak ise, “hakka ve akla aykırı hareket eden her türlü kişi, güç ve kurumun ortak ve karakteristik adı”dır. Şeytanın kimler veya neler olabileceği, özellikleri ve ayırt edici nitelikleri Kur’ân'da ayrınyılı olarak mevcuttur. Kur’ân'a göre Şeytân; A) Haram yemeyi, haksız kazanç elde etmeyi öneren/emreden, B) Kötülük, hayâsızlık yapmamızı ve Allah'a karşı bilmediğimiz şeyleri söylememizi telkin eden, C) Bizi fakirlikle korkutan, D) Bizi kuruntulara düşüren, E) Allah'ın yarattıklarını değiştirmeyi emreden, F) Kandırmak için bize yaldızlı sözler fısıldayan, G) Vesvese verip kışkırtan, zihin bulandıran, H) Yaptığımız amellerimizle bizi şımartan, I) Bizi azdıran, J) İçki/uyuşturucu ve kumarla insanlar arasına düşmanlık ve kin sokmak isteyen, K) Bizi Allah'ı anmaktan ve O'na kulluk etmekten geri bırakmak isteyen kişi ve güçlerdir. “Kovulmuş şeytan”, “inatçı şeytan” ifadeleri de Kur’an’da “İblis” için kullanılır. “İblis” ise, “insanın düşünme yetisi”dir. Kur’an’da İblis, göze gözükmeyen, insanın zihninde vesvese veren; ham düşünceler üreten, insanlara etfalarından yanaşan; etkiyle faaliyete geçen, etkisiz alanlarda faaliyet gösteremeyen, canlılardan sadece insanda bulunan, insana boyun eğmeyen, enerjiden yaratılmış bir güç, yeti olarak tanımlanır. Kur’an’da bu yeti kişileştirilerek kullanılır. Ayrıntılı bilgi “Tebyînü’l Kur’an”da görülebilir 93 Toprak maddeyi, ateş enerjiyi temsil eder. Ayrıntılı bilgi Tebyînu'l-Kur’ân'da verilmiştir.
__________________
Halil Ay |
7. July 2012, 05:09 PM | #2 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Mar 2010
Mesajlar: 1.979
Tesekkür: 1.908
1.298 Mesajina 2.732 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26 |
Çok güzel olmuş, ellerinize emeklerinize sağlık...
*** Necm. 67 86 De ki: “Ben Kur’ân'a karşı sizden bir ücret istemiyorum. Ben yükümlülük getirenlerden/ kendiliğinden bir şeyler uyduranlardan, külfet getirenlerden, başa iş çıkaranlardan da değilim. *** Hadis perestlerin düşünerek okuması dileğimle. Allah hepimize hidayet versin, rahmetini esirgemesin... |
8. July 2012, 10:02 PM | #3 |
Uzman Üye
Üyelik tarihi: Apr 2012
Mesajlar: 582
Tesekkür: 819
299 Mesajina 561 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23 |
Dost 1 kardeşim
Geçmiş Necmler de olan dip notların tekrar yazılmasındaki emeğinize teşekkür ediyorum .Şu an odip notların okunması daha kolaylaştı ,Allah da sizin tüm işlerinizi kolaylaştırsın (Dip not 84 =8) Selamlar |
Bilgi Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | dost1 (8. July 2012) |
Bookmarks |
Etiketler |
sağ, suresi |
|
|