| Uzman Üye 
				 
				Üyelik tarihi: Nov 2012 
					Mesajlar: 300
				 Tesekkür: 477 
		
			
				198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
			
		
	 
				
				Tecrübe Puanı: 24      | 
				  
 
			
			4.1. Fıtrata  Uyanlar
 Bütün  peygamberler insanlara “Allah’tan başkasına İbadet etmemelerini[7]“   söylemişlerdir. “İbadet” sözlükte taat anlamına gelir.  Taat boyun  eğmek demektir, daha çok “emre uymak ve  izinden gitmek.” anla*mında  kullanı*lır[8]. Türkçe’de  buna kulluk ve kölelik denir.
Allah’tan başkasına İbadet etmemek,  ondan  başkasına kul ve köle olmamak demektir. Bu da hürriyetin doruk  noktasıdır.  Fıtrat hür olmayı gerektirir. Ama insanlar, güçlerinin  yettiğini kendilerine  köle et*meğe, güç yeti*remediklerine de köle  olmağa yatkındırlar. Erginlik  çağına girmiş kişi imtihan gereği, iç ve  dış baskılarla yüz yüze gelir. Kendi iç  dünyasından ve dışardan gelen  bu baskılar onu zihinsel ve duygusal köleliğe  iterler. Bunlar fıtratı  bozmaya yönelik baskılardır. 
 Uyulması  gereken fıtrattır. Fıtrat,  varlıkların  temel yapısını ve bu yapıyı oluşturan yaratılış, değişim,  gelişim ilke ve  kanunlarını ifade eder. İnsanların, hayvanların,  bitkilerin, yerin, göğün hasılı  her şeyin yapısı ve işleyişi buna  göredir. İnsanın içinde ve çevresinde görüp  durduğu âyetler fıtrat  âyetleridir. Kur’ân ise  fıtratın “kelâma” dönüşmüş halidir.
 İmtihan hür  ortamda yapılır. İnsan, karar alırken de  uygularken de hürdür. Fıtrattan  edindiği bilgiler sayesinde yaptığının  iyi mi kötü mü olduğunu fark eder.  Kendine zorla yaptırılan şeylerden  de sorumlu tutulmaz. Bu durumda insanın sahip  olduğu üç şey ortaya  çıkmaktadır.
 Birincisi;  karar alma hürriyetidir. İnsanın  aklı ve kalbi vardır. Kalp karar organı;  akıl  onun yanında,  fıtrata uymayan şeyleri ayıklamakla görevli uzmandır.  Karar, akla uyarsa fıtrata  da uyar. Bir hata yapılırsa kolaylıkla  anlaşılır ve  düzeltilir.
 Akıl ve kalp,  kişinin alabildiğine hür olduğu sahadır. Burada verilen karara kimse karışamaz.
 
 Allah  Teâlâ şöyle buyurur:
 
 “Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi  Allah'ındır.   İçinizde olanı açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi ondan  hesaba  çekecektir. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder.  Allah’ın gücü her  şeye yeter.”(Bakara 2/284)
 İçinde olan ile  içinden geçen aynı değildir. İçinde olan; iman, küfür, sevgi,  nefret, kin, iyi  niyet gibi şeylerdir. İçinden geçenler ise  şeytan vesvesesi, duygular, istekler, beklentiler ve  diğerleridir. İçte olana engel olunabilir, ama içinden geçene engel olunamaz.  
 Dinin özü  imandır. İmanın temeli de onu içten kabul  etmek, yani kalp ile tasdiktir.  Kalpteki tas*diki bir o kişi, bir de  Allah bilir. Orası in*sanın en hür olduğu  yerdir. Bu se*beple hiç kimse  bir inancı kabule veya inkara zorlanamaz. Çünkü  bu, fıtrata aykırıdır.
 
 Allah Teâlâ şöyle  buyu*rur:
 “Dinde  zorlama olmaz; doğru ile eğri  birbirinden iyice ay*rıl*mıştır. Kim  azgınları tanımaz da Allah'a inanırsa  kop*mak bilme*yen sağlam bir  kulpa yapışmış olur. Allah işitendir,  bilen*dir.”
 (Bakara  2/256)
 İnsan İbadete  de zorlana*maz. Çünkü  İbadet için ni*yet ge*rekir. Niyet, bir şeye içten karar  vermek*tir.  “Ameller ni*yetlere gö*redir[9].”  Bir İbadetin  ne maksatla yapıldığını, tam olarak bir o İbadeti yapan  bir de Allah bilir.  Niyetsiz İbadet yapı*lamadığından zorla İbadet  olmaz. Birisine zorla namaz  kıldırılabilir ama niyet et*mezse na*maz  kılmamış, bo*şuna yatmış kalkmış olur.  Bu da bir şeye yaramaz.
 Davranışlara  yön veren, insanın  içinde olanlardır. Kalbinde iman olduğu halde baskılar sonucu  farklı  davrananın sorumlu tutulmaması bu yüzdendir. Allah  Teâlâ şöyle buyurur:
 “Kim  inandıktan  sonra Allah’ı görmezlikten gelir, kâfir olursa … kalbi iman  ile huzur bulmuşken  baskı altında bırakılmış  başka; ama kim  içini  küfre açarsa üstüne Allah’ın gazabı çöker. Onların payına düşen büyük  bir  azaptır.”(Nahl 16/106)
 
 İkincisi; yaptığı şeyin farkında olmaktır.  Büyüdüğünü ispat için sigara içen çocuk gibi fıtrata uymamak da kişiye cazip  gelir. Ama o, bunun yanlış olduğunu bilir.
 
 Allah  Teâlâ şöyle buyurur,
 
 “(Nefse)   isyankâr*lı*ğını ve takvâsını ilham ede*nin hakkı için, onu  arındıran  gerçekten um*du*ğuna kavuşmuş,  kirle*tip karartan da kaybetmiş olur.”(Şems  91/8-10)
 Fıtrata aykırı  davranan, önce  irkilir, sonra ya vazgeçer ya da devam eder. Onu irkilten, Al*lah’ın  “(Nefse)  is*yankârlığını il*ham et*me*si”dir. Bu, ona yapılan uyarı;  “yanlış yapıyorsun”  uyarısıdır. İsyandan sonra da bir iç sıkıntısı  duyar; bu da onu tevbeye teşviktir.   
 Takvâ,  kendini kötü  duruma düşmekten korumak demektir. Bu, iyi bir  davranıştır. İyi davranışlar  insanın içini rahatlatır. Bu da Allah’tan  ona bir ilham yani “(Nefse) takvâsını  ilham”dır. 
 Vabısa b. Mabed di*yor ki;  Muhammed sallal*lahu aleyhi ve selleme gittim; “iyilikten ve günahtan sormaya mı geldin?  “ dedi.
 Evet, dedim.  
 Parmaklarını  bir araya getirip göğsüne vurdu ve üçkere şöyle  dedi:  “Nefsine danış, kalbine  danış Va*bısa! İyilik, nefsin yatış*tığı,  kalbin  yatıştığı şeydir. Günah da içe dokunan ve göğüste te*reddüt  do*ğuran şeydir.  İsterse in*san*lar sana fetva vermiş, yaptığını uygun  bul*muş ol*sunlar[10]. ”
 Doğru karar  veren kişinin içi rahat  olur. Kararını uygularken de mutluluk duyar. Yanlış  karar ise, hem  karar verme süreci içinde hem de uygulama esnasında kişiyi  rahatsız  eder. Çünkü fıtrata aykırıdır.
 Allah  Teâlâ şöyle buyurur:
 
 “Kimler inanır,  iyi işler yapar, namazı  dosdoğru kılar ve zekatı verirlerse; onlara  Rableri katında ödül vardır.  Üstlerinde ne bir korku olur, ne de  üzülürler.”(Bakara 2/277)
 Üçüncüsü; tezekkürdür. İç ve  dış dünyadaki  âyetlerden edinilen bilgileri zihne yerleştirmek ve  kullanıma hazır halde tutmak  gerekir. Bu tür bilgiye zikir denir. Onu  kalbe ve dile getirme ve hatırlama da  zikirdir[11].  Bu bilgilerin  yanlışları da olur. Aklını kullananlar o yanlışları  ayıklayabilirler. Onların  doğru olanları ile Allah’ın kitabı arasında  tam bir uyum bulunur. Bu sebeple  Kur'ân'ı okuyan her insanın içinde ona  karşı bir güven  ve tatmin duygusu oluşur.
 
 Peygamberler  insanları tezekküre çağırmışlardır. Tezekkür, zihinde var  olan bilgiyi harekete geçirmektir. İbrahim aleyhisselam puta  tapanlara “tezekkür etmez misiniz[12]?”  derken  “Fıtrattan edindiğiniz bilgilerle benim sözlerimi karşılaştırıp  yaptığınız  yanlışı görmez misiniz?” demiş olmaktadır. Bu onları, iç  muhasebesi yapmaya  çağırmadır.
 
 Fıtrattan  alınan doğru bilgi zikir olduğu gibi ilâhî kitapların ortak adı da zikirdir[13].
 
 Allah Teâlâ şöyle buyurur:
 
 “Bilin ki kalplerin yatışıp rahatlaması  Allah’ın zikri ile olur.” (Ra’d 13/28)
 Allah Teâlâ Kur’ân ile ilgili şöyle  buyurur:
 
 “O Zikri biz indirdik. Ne olursa olsun onu  koruyacak olan da biziz.” (Hicr 15/9)
 Allah’ın  elçileri, insanlarda var  olan doğru bilgileri harekete geçirdikleri yani  evrensel doğruları  söyledikleri için etkili olmuşlardır. Herkese Allah’ın bir  elçisinin  tebliği ulaşmayabilir. Bu açıdan insanlar iki kısımdır. Bir kısmı bir   elçinin tebliğini almış, ikinci kısmı ise böyle bir tebliğ ile muhatap  olmamış  olur.
 
				__________________De ki: “Ey kâfirler!
 Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
 Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
 Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim.  Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
 Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
 Kâfirûn Sûresi
 |