hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > TASAVVUF > Tasavvuf Araştırmaları

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 10. November 2012, 04:24 AM   #1
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

4.1. Fıtrata Uyanlar

Bütün peygamberler insanlara “Allah’tan başkasına İbadet etmemelerini[7]“ söylemişlerdir. “İbadet” sözlükte taat anlamına gelir. Taat boyun eğmek demektir, daha çok “emre uymak ve izinden gitmek.” anla*mında kullanı*lır[8]. Türkçe’de buna kulluk ve kölelik denir.


Allah’tan başkasına İbadet etmemek, ondan başkasına kul ve köle olmamak demektir. Bu da hürriyetin doruk noktasıdır. Fıtrat hür olmayı gerektirir. Ama insanlar, güçlerinin yettiğini kendilerine köle et*meğe, güç yeti*remediklerine de köle olmağa yatkındırlar. Erginlik çağına girmiş kişi imtihan gereği, iç ve dış baskılarla yüz yüze gelir. Kendi iç dünyasından ve dışardan gelen bu baskılar onu zihinsel ve duygusal köleliğe iterler. Bunlar fıtratı bozmaya yönelik baskılardır.

Uyulması gereken fıtrattır. Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve bu yapıyı oluşturan yaratılış, değişim, gelişim ilke ve kanunlarını ifade eder. İnsanların, hayvanların, bitkilerin, yerin, göğün hasılı her şeyin yapısı ve işleyişi buna göredir. İnsanın içinde ve çevresinde görüp durduğu âyetler fıtrat âyetleridir. Kur’ân ise fıtratın “kelâma” dönüşmüş halidir.


İmtihan hür ortamda yapılır. İnsan, karar alırken de uygularken de hürdür. Fıtrattan edindiği bilgiler sayesinde yaptığının iyi mi kötü mü olduğunu fark eder. Kendine zorla yaptırılan şeylerden de sorumlu tutulmaz. Bu durumda insanın sahip olduğu üç şey ortaya çıkmaktadır.


Birincisi; karar alma hürriyetidir. İnsanın aklı ve kalbi vardır. Kalp karar organı; akıl onun yanında, fıtrata uymayan şeyleri ayıklamakla görevli uzmandır. Karar, akla uyarsa fıtrata da uyar. Bir hata yapılırsa kolaylıkla anlaşılır ve düzeltilir.

Akıl ve kalp, kişinin alabildiğine hür olduğu sahadır. Burada verilen karara kimse karışamaz.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. İçinizde olanı açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çekecektir. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah’ın gücü her şeye yeter.”(Bakara 2/284)


İçinde olan ile içinden geçen aynı değildir. İçinde olan; iman, küfür, sevgi, nefret, kin, iyi niyet gibi şeylerdir. İçinden geçenler ise şeytan vesvesesi, duygular, istekler, beklentiler ve diğerleridir. İçte olana engel olunabilir, ama içinden geçene engel olunamaz.

Dinin özü imandır. İmanın temeli de onu içten kabul etmek, yani kalp ile tasdiktir. Kalpteki tas*diki bir o kişi, bir de Allah bilir. Orası in*sanın en hür olduğu yerdir. Bu se*beple hiç kimse bir inancı kabule veya inkara zorlanamaz. Çünkü bu, fıtrata aykırıdır.

Allah Teâlâ şöyle buyu*rur:



“Dinde zorlama olmaz; doğru ile eğri birbirinden iyice ay*rıl*mıştır. Kim azgınları tanımaz da Allah'a inanırsa kop*mak bilme*yen sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah işitendir, bilen*dir.”
(Bakara 2/256)


İnsan İbadete de zorlana*maz. Çünkü İbadet için ni*yet ge*rekir. Niyet, bir şeye içten karar vermek*tir. “Ameller ni*yetlere gö*redir[9].” Bir İbadetin ne maksatla yapıldığını, tam olarak bir o İbadeti yapan bir de Allah bilir. Niyetsiz İbadet yapı*lamadığından zorla İbadet olmaz. Birisine zorla namaz kıldırılabilir ama niyet et*mezse na*maz kılmamış, bo*şuna yatmış kalkmış olur. Bu da bir şeye yaramaz.


Davranışlara yön veren, insanın içinde olanlardır. Kalbinde iman olduğu halde baskılar sonucu farklı davrananın sorumlu tutulmaması bu yüzdendir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


Kim inandıktan sonra Allah’ı görmezlikten gelir, kâfir olursa … kalbi iman ile huzur bulmuşken baskı altında bırakılmış başka; ama kim içini küfre açarsa üstüne Allah’ın gazabı çöker. Onların payına düşen büyük bir azaptır.”(Nahl 16/106)


İkincisi; yaptığı şeyin farkında olmaktır. Büyüdüğünü ispat için sigara içen çocuk gibi fıtrata uymamak da kişiye cazip gelir. Ama o, bunun yanlış olduğunu bilir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur,

“(Nefse) isyankâr*lı*ğını ve takvâsını ilham ede*nin hakkı için, onu arındıran gerçekten um*du*ğuna kavuşmuş, kirle*tip karartan da kaybetmiş olur.”(Şems 91/8-10)

Fıtrata aykırı davranan, önce irkilir, sonra ya vazgeçer ya da devam eder. Onu irkilten, Al*lah’ın “(Nefse) is*yankârlığını il*ham et*me*si”dir. Bu, ona yapılan uyarı; “yanlış yapıyorsun” uyarısıdır. İsyandan sonra da bir iç sıkıntısı duyar; bu da onu tevbeye teşviktir.

Takvâ, kendini kötü duruma düşmekten korumak demektir. Bu, iyi bir davranıştır. İyi davranışlar insanın içini rahatlatır. Bu da Allah’tan ona bir ilham yani “(Nefse) takvâsını ilham”dır.
Vabısa b. Mabed di*yor ki; Muhammed sallal*lahu aleyhi ve selleme gittim; “iyilikten ve günahtan sormaya mı geldin? “ dedi.

Evet, dedim.

Parmaklarını bir araya getirip göğsüne vurdu ve üçkere şöyle dedi: “Nefsine danış, kalbine danış Va*bısa! İyilik, nefsin yatış*tığı, kalbin yatıştığı şeydir. Günah da içe dokunan ve göğüste te*reddüt do*ğuran şeydir. İsterse in*san*lar sana fetva vermiş, yaptığını uygun bul*muş ol*sunlar[10]. ”


Doğru karar veren kişinin içi rahat olur. Kararını uygularken de mutluluk duyar. Yanlış karar ise, hem karar verme süreci içinde hem de uygulama esnasında kişiyi rahatsız eder. Çünkü fıtrata aykırıdır.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kimler inanır, iyi işler yapar, namazı dosdoğru kılar ve zekatı verirlerse; onlara Rableri katında ödül vardır. Üstlerinde ne bir korku olur, ne de üzülürler.”(Bakara 2/277)



Üçüncüsü; tezekkürdür. İç ve dış dünyadaki âyetlerden edinilen bilgileri zihne yerleştirmek ve kullanıma hazır halde tutmak gerekir. Bu tür bilgiye zikir denir. Onu kalbe ve dile getirme ve hatırlama da zikirdir[11]. Bu bilgilerin yanlışları da olur. Aklını kullananlar o yanlışları ayıklayabilirler. Onların doğru olanları ile Allah’ın kitabı arasında tam bir uyum bulunur. Bu sebeple Kur'ân'ı okuyan her insanın içinde ona karşı bir güven ve tatmin duygusu oluşur.



Peygamberler insanları tezekküre çağırmışlardır. Tezekkür, zihinde var olan bilgiyi harekete geçirmektir. İbrahim aleyhisselam puta tapanlara “tezekkür etmez misiniz[12]?” derken “Fıtrattan edindiğiniz bilgilerle benim sözlerimi karşılaştırıp yaptığınız yanlışı görmez misiniz?” demiş olmaktadır. Bu onları, iç muhasebesi yapmaya çağırmadır.



Fıtrattan alınan doğru bilgi zikir olduğu gibi ilâhî kitapların ortak adı da zikirdir[13].

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bilin ki kalplerin yatışıp rahatlaması Allah
’ın zikri ile olur.” (Ra’d 13/28)


Allah Teâlâ Kur’ân ile ilgili şöyle buyurur:

“O Zikri biz indirdik. Ne olursa olsun onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr 15/9)


Allah’ın elçileri, insanlarda var olan doğru bilgileri harekete geçirdikleri yani evrensel doğruları söyledikleri için etkili olmuşlardır. Herkese Allah’ın bir elçisinin tebliği ulaşmayabilir. Bu açıdan insanlar iki kısımdır. Bir kısmı bir elçinin tebliğini almış, ikinci kısmı ise böyle bir tebliğ ile muhatap olmamış olur.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10. November 2012, 04:25 AM   #2
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

4.1.1. Kendine Tebliğ Ulaşmamış Olanlar

Kendine bir elçinin tebliği ulaşmamış olanın sorumluluğu fıtrata uymakla sınırlıdır. Fıtrata uymak, şirke karşı yani Allah’tan başkasına kul olmaya karşı direnmeyi gerektirir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


“Allah kendisine ortak koşulmasını bağışla*maz, bunun dışında olanı dilediği kimse için bağışlar.”(Nisa 4/48)

Allah’ın varlığının ve birliğinin delili her yerde sayısız miktarda olduğu halde ortak koşulanlarla ilgili bir delil yoktur. Bu konuda tek dayanak gelenektir. Allah Teâlâ şöyle buyu*rur:

“Onlara, “Allah ne indirmişse ona ve o Elçi’ye gelin.” denince şöyle derler: “Atalarımızda ne bulmuşsak o bize yeter”. Ya ataları bir şey bil*mez, doğru yolu da tutmaz kimseler idiyse?”(Mâide 5/104)


“İyi bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Öyleyse Allah’ın yakınından ortaklara yalvaranlar neyin peşindedirler? Onların peşine takıldığı sadece kuruntudur. Onlar sadece yalan söylerler.”(Yunus 10/66)

Aklını kullanan bu batağa düşmez. Çünkü (Allah) o pisliği aklını kullan*mayanların üs*tüne bırakır.”(Yunus 10/100) Bu sebeple insana tebliğ ulaşsın veya ulaşmasın, onun bağışlanmayacak günahı, şirk günahıdır. Yukarıda geçen ilgili âyetlerden birini burada tekrarlayalım.



“Şunu diyemezsiniz: “Önceden ortak koşanlar babalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesil idik. O batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin?”(A’raf 7/173)

Kendine peygamber tebliği ulaşmamış olanlar, bir peygamberden öğrenilebilecek şeylerden sorumlu olmazlar. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyu*rur:
“Allah
, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.”(Bakara 2/286)



Bu konu ile ilgili olarak “Cennete Kimler Girer” başlıklı yazının da okunması yararlı olur.

4.1.2. Kendine Tebliğ Ulaşmış Olanlar



Kendine Allah’ın elçisinin tebliği ulaşan kişi önce o elçiyi sorgulamalıdır. Çünkü Allah her elçiye, elçiliğini ispatlayacak belge vermiştir. Taklidi mümkün olmadığı için o belgeye mucize denir. Mucizeyi gören kişi, Allah’ın ona elçilik görevi verdiğini gözüyle görmüş gibi kavrar. “Eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh.” Yani “Ben şahitlik ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.” dememiz bundandır. Onun mucizesi olan Kur’ân’ı anlayan herkes bu kanaate varır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


“Doğru yol kendisi için apaçık belli olduktan sonra kim o elçiden ayrı düşer ve müminlerin yolundan başka bir yola girerse onu gittiği yolda bırakır ve cehenneme sokarız. Ne kötü hale gelmedir o!”(Nisa 4/115)


Fıtrata uyanlar, benliklerini koruyan, doğru olduğu için dine uyanlardır. Allah Teâlâ bunlarla ilgili olarak şöyle buyurur:

“Rabbimiz Allah'tır diyen, sonra doğru davrananlar.. onların üzerlerine melekler iner ve «korkmayın, üzülmeyin, size söz verilmiş cennet ile sevinin» derler.
Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız. Ahirette sizin için canınızın çektiği her şey vardır. Sizin için orada istediğiniz her şey vardır.
Bu, bağışlaması ve ikramı bol olan Allah tarafından bir ziyafet olarak verilecektir.
Allah'a çağıranın, iyi işler yapanın ve «ben müslümanım» diyenin sözünden daha güzeli kimin sözüdür?” (Fussilet 41/30-33)




4.2. Kararsızlar



Kendi arzularına uygun olarak yaşamak isteyenler, Allah’ın her şeyi vermesini ama emir vermemesini isterler. Bunlardan bazıları da Allah’a kulluğu, isteklerinin kabulüne vasıta sayarlar. İşler iyi giderse sevinir, dine sarılırlar.


Kötü giderse umutsuzluğa kapılır, yoldan çıkarlar. Bunlar dine, doğru olduğu için değil, menfaatlerine uygun düştüğü için uyarlar. Menfaatleri bozuldu mu kararları değişir, çareyi başka kapılarda aramaya başlarlar. Onun için bunlara kararsızlar demek uygun olur. Bununla ilgili olarak “Müşrikin Din Anlayışı” bölümünü okumak gerekir.

4.3. Fıtrata Uymayanlar



Allah Teâlâ şöyle buyurur: Sizi yaratmış olan, sonra size rızık veren, sonra canınızı alacak olan, sonra yeniden diriltecek olan Allah’tır. Ortaklarınız içinde bunlardan birini yapan var mıdır? Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir.


İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozulmalar ortaya çıktı. Bu, yaptıklarının bir kısmı-nı onlara tattırsın diyedir. Belki vazgeçerler.
De ki: «Yeryüzünde gezip dolaşın da bakın ki, bundan evvelkilerin sonu nasıl olmuştur?» Onların çoğu müşrik kimselerdi.
Sen yüzünü o doğru dine yönelt. Bunu Allah tarafından gelecek olan ve savma imkanı olmayan bir günden önce yap. İnsanlar o gün bölük bölük bölüneceklerdir.
Kim kâfir olursa kâfirliği kendi aleyhinedir. Kim de iyi iş yaparsa kendileri için hazırlık yapmış olurlar.”(Rum 30/40-44)


İnsanların çoğunun müşrik olması, çoğunun fıtrata uymaması demektir. Müşrik, ortak koşana denir. Ortaklık en az iki şey arasında olur. Bunlardan biri daima Allah’tır; ikincisi değişir.



Bazen değer verilen bir varlık, bazen de bir ruhani olur. Allah’a ortak sayılan bu varlıklara, Allah’a ait özellikler yakıştırılır. Allah ile bitecek işin, ancak onların araya girmesi ile olacağına inanılır[14]. Böylece kişi, Allah’tan önce bu aracıya kul olur.

Çünkü aracılar yarı insan, yarı tanrı sayılırlar. Hıristiyanların 451’de Kadıköy’de toplanan dördüncü ökümenik konsil’de İsa aleyhisselamın “.. mükemmel Tanrılığa ve mükemmel insanlığa sahip, gerçek Tanrı ve gerçek insan olduğuna[15] karar vermeleri bundandır.


Bu, aklın ve fıtratın kabul edemeyeceği bir iddiadır. Bu sebeple bu tür inançlara sahip olanlar akıllarını kullanmaya yanaşmaz, uydurma iddialar, telkinler ve manevi baskılarla insanları şartlandırmaya çalışırlar.


İnsanlardan bir kısmı da kendilerini tanrılaştırarak Allah’tan önce kendilerine kul olurlar.

__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10. November 2012, 04:26 AM   #3
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

4.3.1 Kendine Kul Olanlar

Kendine kul olanlar, gönüllerince yaşamak isteyenlerdir. Karşılarına Allah’ın bir elçisinin tebliği ile çıkılınca çok rahatsız olurlar. Çünkü Allah’ın her şey vermesini ama emir vermemesini isterler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah’ı ve elçilerini görmezlik ederek kâfir olan, Allah’la elçilerinin arasını ayırmak isteyen, birine inanır diğerini tanımayız diyen ve ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler… Onlar hak ederek kâfir olanlardır. O kâfirlere aşağılayıcı bir azap hazırlamışızdır.”
(Nisa 4/150- 151)

Allah’ın Elçisini kabul etmeyen biriyle yaptığımız bir görüşme şöyledir:
- Benim Allah’ıma inancım sonsuzdur.
- Allah’a herkes inanır, bu her insan için kaçınılmazdır.
- Zaman zaman Allah’ıma sığınır, onun yardımını isterim. Böyle yapınca rahatlar, mutlu olurum.

- Bunu herkes yapar. Zor olan Allah’ın emirlerine yani Elçisinin tebliğine uymaktır. Siz Elçiye uymak yerine gönlünüzce yaşamak istiyorsunuz değil mi?
- Elbette. Hayat benim hayatım; buna kim karışabilir?
- O hayatı veren Allah karışamaz mı?
- … ?!
Bunların bir kısmı Allah’ın emirlerini sınıflara ayı*rır, kimini uygun görür, kimini görmezler. Bazıları kendilerini Tanrıtanımaz saydıkları için onları ikiye ayırarak inceleyeceğiz.

Kendine kul olanların bir kısmına tanrıtanımaz yani ateist denir. Bunların bir kısmı önder kişiler, bir kısmı da onların takipçileridir. Önderler, fıtrata uyma yerine fıtratı kendilerine uydurmaya çalışır, görüş ve teoriler üretirler. Kimileri de itibarını kaybetme korkusuyla ateizme sarılırlar. Bunların ortak yönü, kendi arzu ve heveslerine uygun bir dünya kurmak veya böyle bir dünyada yaşamaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kendi arzusunu kendine tanrı edineni görmedin mi? Bilgili olduğu halde Allah onu sapık saymış, kulağında ve kalbinde izler, gözünün önünde perde oluşturmuştur. Allah sapık saydıktan sonra onu kim yola gelmiş kabul edebilir? Hiç düşünmez misiniz
?
(Câsiye 45/23)

Bunlar kendine aşık, kendini kainatın merkezi gören ve kendi doğrularını evrensel doğru sayan, dünyası dar, çözemediği problemler sebebiyle huzursuz ve hırçın kimselerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kendi arzusunu kendine tanrı edineni görmedin mi? Ona sen mi vekil
olacaksın?Yoksa sen zannediyor musun ki, onların çoğu söz dinler veya aklını çalıştırır?

Onlar; en’âm[16] gibidirler; hayır, daha düşük seviyededirler.”
(Furkan 25/43-44)

Koltuğunu kaybetme korkusuyla ateizme sarılanların işi daha da zorlaşır. Bunların karşısına hangi delille çıkılırsa çıkılsın aldırmazlar ve hırçınlıkları artar. Nitekim bunlardan biri olan Firavun, Musa’nın Allah’ın elçisi ol*duğundan şüphe duymadığı halde onu kabul etmemişti. Konuyla ilgili âyet şöyledir:

“Belgelerimiz bütün açıklığı ile onlara gelince: “Bunlar apaçık büyüdür” dediler.

Belgeleri içten kesin olarak anladıkları halde zalim*likten ve büyüklük taslamadan dolayı, onlara karşı inkarcılık yaptılar.”
(Neml 27/13-14)

Firavun’un tanrıtanımazlardan olduğunu şu âyetlerden anlıyoruz:

Musa dedi ki, "Bak, Firavun! Ben âlemlerin Rabbinin bir elçisiyim.
Bana düşen, Allah'a karşı gerçek dışı bir şey söylememektir. Size Rabbinizden bir mucize getirdim, İsrail oğulları
nı benimle beraber gönder.(A’raf 7/104-105)

“Firavun dedi ki: "Alemlerin Rabbi de neyin nesi oluyor?"

Dedi ki, kesin olarak inanacaksanız, o göklerin, yerin ve ikisinin arasındaki her şeyin Rabbidir."

Çevresinde bulunanlara dedi ki, "İşitmiyor musunuz?"

Musa
devam etti: "O sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir."

Firavun dedi ki, "Size gönderilen elçiniz gerçekten delidir."

Musa dedi ki: "Eğer aklınızı kullanabilirseniz o, doğunun, batının ve bu ikisinin arasında olanların Rabbidir.

Firavun dedi ki: "Hele benden başkasını tanrı edin, ant olsun seni zindanlıklardan biri yaparım.
(Şuarâ 26/23-29)

Firavun önce akıllı, sabırlı, bilgili ve güçlü görünüp Musa aleyhisselama cevap vermeye çalıştı. Başarılı olamayınca hırçınlaştı ve aşırı tepkiler gösterdi. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Firavun'a belgelerimizin hepsini gösterdik. Ama o, yalana saptı ve direndi.

Dedi ki, “Sen büyünle bizi toprağımızdan çıkarmaya mı geldin, Musa?

Ne olursa olsun, sana onun dengi bir büyü getireceğiz. Bizimle senin aranda bir buluşma yeri belirle. Düz bir yer olsun ki, ne biz cayalım, ne de sen.”


Musa dedi ki, “buluşmamız bayram gününüzde, insanların toplandığı kuşluk vaktinde olsun.”
(Taha 20/56-59)

Firavun
: “Bana bütün bilgin büyücüleri getirin” dedi. (Yunus 10/79)

(Büyücüler ve halk toplandı, gösteri başladı.)
“Musa büyücülere: “Ne atacaksanız atın” dedi.

İplerini ve değneklerini attılar ve “Firavun’un gücü adına üstün gelen biz olacağız” dediler.”
(Şuarâ 26/43-44)

“..değnekleri ve ipleri, büyüleri yüzünden, Musa'ya sanki yürüyorlarmış gibi geldi.”
(Taha 20/66)

“Musa
da değneğini attı; birden, onların uydurduklarını yutmağa başladı.” (Şuarâ 26/45)

“Hak yerini buldu, onların yaptıkları da boşa gitti.

Orada yenildiler ve küçük düştüler.”
(A’raf 7/ 118-119)
“Büyücüler hemen secdeye kapandılar.


“Biz âlemlerin Rabbine inandık.

Musa'nın ve Harun'un Rabbine” dediler.

Firavun
dedi ki: “Ona inandınız ha? Ben size izin vermeden!.. Muhakkak o sizin büyüğünüzdür; size büyüyü öğreten odur. Yakında iyice öğreneceksiniz. Ellerinizi ayaklarınızı, çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım.” (Şuarâ 26/46-49)

“Büyücüler dediler ki: “Biz seni, ne bize gelen apaçık mucizelere üstün tutarız ne de bizi yaratana. Haydi ne karar vereceksen ver. Sen, ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin.


Biz Rabbimize inandık ki, hem hatalarımızı hem de bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlasın. Allah'ın vereceği daha iyi ve daha kalıcıdır.”
(Taha 20/72-73)

“Firavun dedi: “Bırakın beni Musa'yı öldüreyim; o da Rabbini çağırsın bakalım. Çünkü korkarım o, sizin dininizi değiştirir veya bu toprakta karışıklık çıkarır.”


Musa
şöyle dedi: “İşte ben, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım. Hesap gününe inanmayan her kibirlinin şerrinden. (Mümin 40/26-27)

Bunlar Allah’ın varlığını bilirler ama açığa vurmak istemezler. Ümitlerinin kaybolduğu, gizlemenin bir anlam taşımadığı zaman bunu açığa vururlar.

“… Firavun boğulmayla yüz yüze gelince dedi ki, “İsrail oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben ona teslim olanlardanım.”
(Yunus 10/90)

Bunların arkasından gidenler de bunlar gibi değerlendirilirler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Firavun kavmini küçümsedi ama, onlar ona boyun eğdiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavim idiler.”
(Zuhruf 43/54)

Kendine kul olanların tamamı Allah’ı bilirler. Yukarıda anlatılan tanrıtanımazlar yani ateistlerin görüntüde bir farkı vardır ama aslında onlar da bu gurupla aynıdır. Kendine kul olanların başında İblis gelir. Allah, Adem’e secde emri verince İblis, kendi şartlarına uygun görmediği için secde etmemişti. Konu ile ilgili âyetler şöyledir:

“Bir gün Rabbin meleklere dedi ki: “Ben, kurumuş çamurdan, değişken kara balçık*tan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğimde ona secde edin.” Bütün melekler hemen topluca secde ettiler; İblis öyle yapmadı, secde edenlere katılmamakta direndi. Allah dedi ki: “İblis! Senin neyin var ki, onlarla birlikte secde etmedin?” Dedi ki, “Kurumuş çamurdan, değişken kara balçıktan yarattığın insana secde edemem.” Allah dedi ki, “Öyleyse çık oradan, çünkü sen kovuldun.”

(Hicr 15/28-34)

“O, direnmiş, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.”
(Bakara 2/34)

İblis, Adem’e değil, Allah’a karşı büyüklenmişti. Çünkü uygun bulmadığı Allah’ın emriydi. Bu yüzden Allah ona

, “..İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez; çık, sen alçağın te*kisin”
demişti.(A’raf 7/13)

İblis, Allah’ın ne varlığını, ne de birliğini inkar etmiştir. Sapık sayıldıktan sonra bile şöyle demiştir:

“..Doğrusu ben Allah’tan korkarım, Allah’ın cezası pek ağırdır.”
(Enfâl 8/48)

İblis ahirete de inanır. Çünkü kovulunca şöyle demişti:

“Rabbim! Hiç olmazsa, tekrar dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.”
(Hicr 15/36)

İblis’in kâfirliği, Allah’a şart ileri sürmesi ile başladı ve artarak devam etti. Çünkü Allah’a şart ileri sürmek, kendini o konuda onunla eşit görmektir. Bu da kendini tanrılaştırmaktan başka bir şey değildir. Büyüklenmenin en kötüsü işte budur.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10. November 2012, 04:28 AM   #4
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

4.3.2. Büyüklere Kul Olanlar





İslam’ın dışına çıkan her insan ya nefsinin ya başkasının kölesi olur. Yanlış yolda olduğu için kendine destekçiler arar. Kendisi gibi düşünenlerle birlik olur. Bunların ortak hatası, ortak değerleri olur. Bu yanlış değerler etrafında kenetleşirler. Putperestlerde de olan bu özelliği, Kur’ân şöyle anlatır:

“İbrahim dedi ki; Allah’ın yakınından putlara tutulmanızın sebebi sadece bu dünyada, aranızda bir sevgi bağı oluşsun diyedir...”(Ankebut 29/25)

Her insan, yaptığı yanlışın farkındadır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Her millete bir elçi gönderdik; «Allah’a kul olun ve azgınlardan uzak durun!» diye. Sonra onlardan bir kısmına Allah hidâyet nasip etti, bir kısmı da sapıklığı hak etti. Yeryüzünde gezin dolaşın da o yalancıların sonu ne olmuş bir görün.”(Nahl 16/36)



“Ya Muhammed, seninle o gerçeği (Kur’ân’ı), müjdeci ve uyarıcı olasın diye gönderdik. Her ümmetin geçmişinde bir uyarıcı, kesin vardır.”(Fâtır 35/24)


Her millete elçi gönderildiğine göre mevcut dinlerden her birinin temelinde bir elçinin tebliğini bulmak mümkündür. Nitekim Kur’ân’ın müşrik saydığı Mekke’nin geçmişinde İbrahim ve İsmail peygamberler vardı. Kureyşliler İbrahim soyundan gelmekle övünür[17], ondan kalma hac ve umre İbadetlerini yerine getirirlerdi.



Geçmişlerinde İbrahim ve İsmail peygamberler olmasına rağmen eski Mekkeliler şirke düşmüşlerdi. Hıristiyanların büyük bir bölümü ise, İsa aleyhisselamı ve Kutsal Ruh’u yani Cebrail’i sonradan Allah’a ortak saymaya başlamışlar ve şirke düşmüşlerdir.



Allah, dinlerdeki bozulmanın nasıl başladığını, ehl-i kitapa hitaben söylediği şu sözleriyle açıklamaktadır:

“Ey ehl-i kitap! Dininizde sınırı aşmayın. Allah’a karşı gerçek dışı şeyler söylemeyin. Meryem oğlu İsa Allah'ın sadece elçisi, Meryem’e yönelttiği sözü[18] ve onun bir ruhudur[19]. Artık Allah'a ve Elçisi’ne inanın. Tanrı üçtür, demeyin; buna bir son verin, sizin için iyi olur. Allah tek tanrıdır, onun çocuğa ihtiyacı olmaz. Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi onundur. Vekil olarak Allah yeter.”(Nisa 4/171)

Sınırı önce Yahûdiler aşmış, Hıristiyanlar onları takip etmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


“De ki: Ey ehl-i kitâp! Dininizde haksız yere aşırılık yapmayın; daha önce sapmış bir kavmin arzusuna uymayın; onlar çoklarını yoldan çıkardılar. Kendileri zaten doğru yoldan çıkmışlardı.
İsrail oğulları içinden kâfir olan bu kimseler hem Davûd’un hem Meryem oğlu İsâ’nın diliyle lanetlendiler. Bu onların isyan etmeleri ve sınırı aşmaları sebebiyle idi.”(Mâide 5/77-78)

Yahûdi ve Hıristiyanlar, bu şekilde aşırılıklar yaparak kendi din adamlarına kul olmuşlardır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


“Alimlerini ve din büyüklerini, Allah ile aralarına rab olarak koydular. Meryem oğlu Mesih’i de öyle. Oysa onlara verilen emir, sadece tek bir Tanrı’ya kul olmaları idi. Ondan başka tanrı yoktur. Allah, onların şirkinden uzaktır.” (Tevbe 9/31)

Adiyy b. Hatim diyor ki, Peygamber sallallahu aleyhi ve seleme geldim, boynumda altın haç vardı; “Adiyy, at o putu” dedi. Ondan yukarıdaki âyeti dinledim.Dedi ki, “Onlar bunlara İbadet etmediler, ama bir şeyi helal sayarlarsa helal saydılar, haram sayarlarsa haram saydılar[20].” Onları rab edinmeleri böyle oldu.


Bir çok müslümanın da bu konuda yukarıdaki duruma düştüğü gözlenmektedir. Bu kitapta yer alan bölümler bunun delilidir. Örnek olarak talak, Nikahın Denetlenmesi ve iftidâ başlıklı yazılar incelenebilir.


Sonuç olarak doğru dindarlık, aklı kullanmayı ve Allah’ın kitabına uymayı gerektirir. Sınırları aşanlar ise dinin akılla anlaşılamayacağını söyler, Allah’ın kitabı yerine büyüklere uymayı tavsiye ve telkin ederler. Mesela üçlü tanrı inancını aklın kabul edemeyeceğini bilen Katolikler şöyle derler:

“İmanın nedeni, açıklanan gerçeklerin doğal aklımızla anlaşılmaları ve gerçek olarak görülmeleri değildir[21].” İnanmak bir Kilise eylemidir. Kilisenin imanı bizim imanımızdan önce gelir, imanımızı taşır ve besler. Kilise tüm inananların anasıdır. Anası Kilise olmayanın Babası Tanrı olamaz[22].”



Allah Teâlâ Yahûdi ve Hıristiyanlara şöyle buyurur:

“De ki: Ey ehl-i kitap! Siz Tevrat’ı ve İncil’i ve size rabbinizden indirileni uygulamadıkça hiç bir temeliniz olmaz. (Ya Muhammed!) Sana rabbinden indirilen -bu Kur’ân- onlardan bir çoğunun sadece aşırılığını ve kâfirliğini artıracaktır. O kâfirler topluluğuna üzülme.” (Mâide 5/68)

Allah Teâlâ Müslümanlar için de benzer bir uyarıda bulunmuş ve şöyle demiştir:

“Kim Rahman’ın Zikri’ni (Kur’ân’ı) bulanık görürse başına bir şeytan sararız. O onun arka*daşı olur. Onlar bunları yoldan çevirirler ama bunlar doğru yolda olduklarını hesap ederler.”(Zuhruf 43/36-37)

Kur’ân, fıtratın kelama dönüşmüş şekli olduğu için dili, evrenseldir. Onu açıklayan ve tebliğ eden Muhammed aleyhisselamın dili de evrenseldi. Kur’ân’da anlatılanlar, her insanın kendi içinde ve çevresinde gözlemlediği fıtrat âyetlerinin gereği olduğundan onu anlamak ve kavramak kolay olur. Yorumlar ise yereldir. Hangi mezhep, hangi yorum veya hangi alimin görüşü olursa olsun, yerel unsurlar taşır. İnsanlara, onları hayata bağlayacak olan Kur’ân’ı anlatmak, doğru dini tebliğ etmek gerekir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


“Bu Kur’ân, insanlara en doğru yolu gösterir. İyi iş yapan müminlere, kendilerini büyük bir karşılığın beklediğini müjdeler. Ahirete inanmayanlara gelince, onlar için elemli bir azap hazırlamışızdır.(İsrâ 17/9-10)

el-Cevheri, es-Sıhah, (Tahkik: Ahmed Abdulgafûr Atar), Beyrut 1983, (دين) mad.

[2] Cemalüddin Muhammed b. Manzur, Lisanu’l-arab, Beyrut tarihsiz, (دين) mad.

[3] Muhammed Murtaza ez-Zebidi, Tacu’l-arus, Mısır 1306/1889, (دين) mad.

[4] Kamus Tercümesi (دين) mad.

[5] Ragıp el-İsfahânî, Müfredât,(دين)mad.

[6] İlgi duyanlar şu âyetleri inceleyebilirler: Bakara 2/164; Ali İmrân 3/190; En’âm 6/97, 99; A’raf 7/26, 58; Yunus 10/5, 6, 67, 92, 101; Yusuf 12/7, 35; Ra’d 13/2, 3, 4; Nahl 16/13, 65, 66, 67, 68, 69, 79; İsrâ 17/12; Kehf 18/9; Meryem 19/10; Tâhâ 20/128; Ankebût 29/ 24, 33, 34, 35; Rum 30/21, 22, 23, 24, 28; Lokman 31/31, 32; Secde 32/26; Sebe’ 34/15; Zümer 39/42, 52; Mümin 40/13; Câsiye 45/3, 4, 5, 6; Zâriyât 51/22, 23, 35, 36, 37; Kamer 54/12, 13, 14, 15.

[7] Hûd 11/2,26; Yusuf 12/40; İsrâ 17/23; Yasin 36/60-61; Fussilet 41/14; Ahkâf 46/21.

[8] İbn Manzûr, Lisanu’l-arab, İtaat, Tav’ (طوع) kökündendir. Tav’ boyun eğmek, istemek demek*tir. Zıddı, kerih görmek ve hoşlanmamaktır. Âyette şöyle buyurulur: “Sonra, duman halinde bulunan göğe yöneldi, ona ve yeryüzüne: "İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin" dedi. İkisi de "İsteyerek geldik" dediler.” (Fussilet 41/11) Taat da aynı köktendir, boyun eğmek anlamına gelir ve daha çok “Emre uymak ve izinden gitmek.” anlamında kullanılır. (Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, (طوع) mad.

[9] Bu hadis-i şerif, Sahih-i Buhârî’nin en başında yer alır.

[10] Sünen-i Dârimî, Büyû', 2.

[11] Ragıb el-İsfahânî, Müfredât,كرذ mad.

[12] En’âm 6/80.

[13] Bkz. Al-i İmran 3/58, A’raf 7/63, Hicr 15/6,9; Nahl 16/44, Enbiya 21/2,50,105; Furkân 25/18, Yasin 36/11, Sad 38/8, Kamer 54/25.

[14]Muhammed b. Abdullah Hani, Adâb, (Terc: Abdulkadir Akçiçek), İstanbul, 1396/1976, s. 172.

[15] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 467.

[16] En’am Arapça’da koyun, keçi, sığır ve deveye verilen ortak addır.

[17] İbn Hişam, Siretu’n-Nebî, Thk: M. Muhyiddin Abdülhamid, Beyrut, 1401/1981, c. I, 216.

[18] “Meryem’in rahminde ol” dediği için orada babasız olarak bir çocuk oluşmuştur.

[19] “Allah’ın ruhu” terimi İsa aleyhisselama has değildir. Bu terim, Adem için ve her insan için kullanılmıştır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Adem’i tamamlayıp, içine ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın.”(Sad 38/72) İnsanın yaratılışı ile ilgili bir âyet şöyledir: “Sonra insanı tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir.” (Secde 32/9)

[20] Tirmizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 10.

[21] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 156.

[22] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 181.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi

Konu sevginur tarafından (14. November 2012 Saat 04:36 AM ) değiştirilmiştir.
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (10. November 2012)
Alt 10. November 2012, 04:31 AM   #5
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

6. TESBİH ve TAKDİS




Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“… Melekler: Neylersen, güzel eylersin; biz bu sebeple sana boyun eğeriz. Sen en temizini yaparsın.” dediler. Dedi ki: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.”(Bakara 2/30)


Tesbih, sebh kökündendir. Sebh, havada veya suda hızla akıp gitme, yüzme, yıldızların kendi yörüngelerinde dönmesi anlamlarına gelir. Hızla işe koşma veya atın hızla koşması anlamına da gelir. Tesbih, terim olarak, Allah’a kul olmada hızlı davranma anlamında kullanılmıştır[1].



Buna göre “nusebbihu bi hamdike” cümlesi, “Hamdin sebebiyle sana kul oluruz” demek olur. Hamd’in Türkçe[2] karşılığını katınca anlam şöyle olur: “Neylersen güzel eylersin, biz bu sebeple sana kul oluruz”.



Takdis, kuds kökündendir. Kuds, temiz olma anlamına gelir. Takdis ise, teksir kalıbında tertemiz saymak demektir. Kuddüs, Allah’ın isimlerinden, lekesiz, tertemiz demektir[3]. Allah’ın lekesiz ve tertemiz olduğunu, yaptığı işlere bakarak görebiliriz. “Nukaddisu lek” (seni takdis ederiz) sözünü, “en temizini yaparsın” diye tercüme etmemiz bundandır.



[1] Mufredât,سبح mad.

[2] Bkz: "Hamd" başlıklı yazı.

[3] Mufredât, قدس mad; Muhammed b. Yakub el-Firuzâbâdi, Besâiru zevi’t-temyiz, Beyrut tarihsiz, قدس mad.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi

Konu sevginur tarafından (14. November 2012 Saat 04:38 AM ) değiştirilmiştir.
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (10. November 2012)
Alt 11. November 2012, 04:44 AM   #6
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

5. İNSAN ALLAH’IN HALİFESİ Mİ ?


(HALEF- SELEF OLAYI)


Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bir gün Rabbin meleklere: “Yeryüzünde bir halifelik oluşturmaktayım” dedi. Melekler: “Orada karıştırıcılık yapacak ve kan dökecek birilerini mi oluşturuyorsun? Ama neylersen, güzel eylersin; biz bu sebeple sana boyun eğeriz. Sen en temizini yaparsın[1]” dediler. Allah dedi ki: “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim.”(Bakara 2/ 30)


Başkasının yerine geçene halife veya halef denir. Her insan, öncelikle aile büyüklerinin yerine geçer. Hayatı boyunca, bir çok kimsenin malını, makamını ve imkanlarını ele geçirebileceği gibi elinde olanı da kaptırabilir.


Bütün karışıklıklar, elindekini kaybetme korkusundan veya başkasının yerine geçme arzusundan kaynaklanır. Peygamberlere karşı gelenler de ellerindekini kaybetme korkusu ile hareket etmişlerdir. Buna karşılık her bir peygamber şunu söylemiştir:

Ben sizden bunun bir karşılığını beklemiyorum. Alacağım karşılığı alemlerin Rabbi verecektir.”(Şuarâ 26/127)


Melekler; “Orada karıştırıcılık yapacak ve kan dökecek birilerini mi oluşturuyor*sun?”derken bu sistemden duydukları endişeyi aktarmışlardır. Allah Teâlâ bunun olmayacağını söylememiş ama meleklerin bilmediği şeyler olduğunu belirtmiştir.


Bu âyete dayanılarak insanın, Allah’ın halifesi olduğu iddia edilir. Halife, kendinden öncekinin yerine konan ve onun makamına geçen kişidir[2]. Önceki kişi ya orada bulunmamalı veya aciz yahut ölmüş olmalıdır. Bunlar Allah hakkında düşünülemez. Öyle ise insan Allah’ın değil, ancak, bir başka insanın halifesi olabilir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bak Davûd! Biz seni bu toprağa halife yaptık. İnsanlar arasında gerçekçi kararlar ver. Arzuna uyma, bu seni Allah’ın yolundan saptırır.”(Sâd 38/26)



Çünkü Davûd, kendinden önce o toprağa hakim olan Talut’un yerine geçmişti. Konu ile ilgili âyetlerin tamamı insanların birbirlerine halife olmasını anlatır[3]. Onlardan ikisi şöyledir:

“Kavmi, Nuh’u yalancı yerine koydu. Biz de onu ve gemide kendisiyle beraber olanları kurtardık. Onları ötekilere halifeler yaptık. Âyetlerimizi yalan sayanları da suda boğduk. Bak bakalım, uyarılan o kimselerin sonu nasıl olmuş.”(Yunus 10/73)


İsrail oğulları Musa aleyhisselama demişlerdi ki: "Sen gelmeden önce de işkence gördük, geldikten sonra da." Musa dedi ki: "Belki Rabbiniz düşmanlarınızı yok eder de bu toprakta sizi onların halifesi yapar. Sonra da nasıl davranacağınıza bakar."(A’raf 7/129)


Bilgisine güvendiğim bir kişi ile aramızda şu konuşma geçti[4]:
Sordum: İnsan Allah’ın vekili olabilir mi?

Dedi ki: Hayır, Allah, peygamberini vekil etmemiştir; bizi eder mi? O, Peygamberine şöyle demiştir:

"Allah dile*seydi şirke düşmezlerdi. Biz seni onların üzerinde bir koruyucu yapmadık. Sen onların üzerinde bir vekil de değilsin."(En'am 6/107)

"Sen sadece bir uyarıcısın. Her şeye vekil olan Allah'tır."(Hûd 11/12)
Sordum:

İnsan Allah’ın halifesi olabilir mi?
Dedi ki: Evet, çünkü Allah meleklere, “Yeryüzünde bir halife var edeceğim” buyurmuştur.
Sordum: Halifelik mi üst görevdir, yoksa vekillik mi?
Dedi ki: Halifelik. Vekil bazı konularda temsile yetkili olur ama halifenin yetkisi fazladır.
Sordum: Allah’ın vekili olamayan, halifesi olabilir mi?
Dedi ki: Peki sen o âyeti nasıl anlıyorsun?

Dedim ki; ilgili âyetlere bakınca Bakara 30. âyette, bir kişinin diğerinin yerine geçeceğinden, halef-selef sisteminden bahsedildiği ortaya çıkar. Yoksa insan Allah’a halife olamaz. Bu, kelimenin hem sözlük anlamına; hem de terim anlamına aykırıdır. Ayrıca çok çirkin bir durumun ortaya çıkmasına da yol açar. Çünkü Melekler; Allah’ın yerine geçecek birinin karıştırıcı ve kan dökücü olacağını söylemekle, Allah’ın karıştırıcı ve kan dökücü olduğunu ima etmiş olurlar. Allah Teâlâ da Melekler de böyle şeylerden uzaktır.
Dedi ki: Beni susturdun.



[1] Bkz. "Tesbih ve Takdis" başlıklı yazı.

[2]الخليفة من استخلف مكان من قبله و يقوم مقامه” el-Halil b. Ahmed (100-175 h.) el-Ayn, Tahkik;: Mehdî el-Mahzûmî, İbrahim es-Sâmrâî, İran 1409 خلف mad., c. IV, s.267.

[3]Halef kökünden kelimeler şu ayetlerde geçer. Bakara 2/30,66, Al-i İmran 3/170, Nisa 4/9, En’am 6/133,165, A’raf 7/69,74,129,169,Yunus 10/14,73, Hud 11/57, Ra’d 13/11, İsra 17/76 Meryem 19/59, Nur 24/55, Neml 27/62, Fatır 35/39. Sad 38/26. Toplam 20 ayet.

[4]Bu zat, uzun süre İstanbul Müftülüğü’nde Fetva Kurulu Üyesi olarak çalışmış ve bu görevden emekli olmuş olan Celal Börühan’dır.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
dost1 (11. November 2012), hiiic (11. November 2012)
Alt 11. November 2012, 04:46 AM   #7
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

8. DİNLER



Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“… Allah’a benzerler uydurmayın. Siz bunu bilirsiniz.”(Bakara 2/22)


Herkes Allah’ın benzerinin olamayacağını bilir. Bu yüzden kimse onun heykelini yapamamıştır. En büyük hastalık, Allah ile ilişkiyi, aracılarla kurmaya çalışmaktır. Allah’a dair sayısız delil olduğu halde aracılarla ilgili delil yoktur. Buna inananların tek dayanağı, atalarına dayandırdıkları haberlerdir.



Allah tek olduğu halde aracı olacağına inanılanlar sayısızdır. Her topluluk, kendi hayaline göre, farklı aracılar uydurur. Bu onları şirke sokar. Çünkü bu aracıların, Allah'a ait bazı özelliklere sahip olduğu var sayılır. Allah'a yakın bilinir ve Allah’tan önce onlara köle olunur. Allah kral, onlar da onun yakınları gibi görülürler.



Allah Teâlâ şöyle buyurur:


“İyi bil ki, saf din Allah’ın dinidir. Allah ile kendi aralarına koydukları velilere tutulanlar derler ki: “Biz onlara, başka değil sadece bizi Allah’a daha çok yaklaş*tırsınlar diye kul oluruz.”(Zümer 39/3)


Aracıların değişmesi ile dinlerin adı değişir. Hıristiyanlar İsa aleyhisselamı, Kutsal Ruh’u, Meryem’i, havarileri ve kilise babalarını, Taoistler Te, Yin - Yang vb. yi, Mekkeli müşrikler ise Allah’ın kızları diyerek bazı melekleri aracı sayar, onların putlarını yaparlardı.


el-Lât, el-Uzza ve el-Menat, Mekke’nin meşhur putları idi. Allah’ın kızları saydıkları için isimlerini Allah’ın isimlerine benzetmişlerdi. el-Lât, ellah’ın, el-uzza, el-aziz’in, el-menat da el-mennan’ın benzeridir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Gördünüz değil mi el-Lât’ı ve el-Uzzayı; diğer üçüncüsü el-Menât'ı? Erkek size dişi ona öyle mi? O halde bu haksız bir paylaşımdır.”(Necm 53/19-22).


İslam, aracılığı kesin olarak reddeder. Allah Teâlâ şöyle buyurur

: “İnsanı biz yarattık ve nefsinin ona ne fısıl*da*dığını biliriz. Biz ona şah dama*rından da yakınız.”
(Kaf 50/16)

Allah şah damarından yakın olduğuna göre araya aracı giremez. Öyle olsa, insanlar önce ona kul olurlar. Çünkü aracı memnun olmazsa işlerini görmez. Mesela biri, belediye başkanı ile olan işlerini bir kişi aracılığı ile yürütse onun için belediye başkanı artık odur. Onunla ilişkilerini iyi yürütür ki, o da belediye ile olan işlerini iyi yürütsün.



Bütün Peygamberler insanları, Allah’tan başkasına kul olmamaya çağırmışlardır[1]. Allah’tan başkasına kul olmamak için Allah ile araya kimseyi sokmamak gerekir. Müslümanlar yalnız Allah'a kul olur ve hürriyetin doruğuna ulaşırlar.
Allah, yarattığı ve her şeyini temin ettiği insanın başkasına da kul olmasını affetmez. O, şöyle buyurur:



"Allah kendisine ortak koşulmasını bağışla*maz, bunun dışında olanı dilediği kimse için bağışlar."(Nisa 4/48)
"Hiçbir insanın hakkı yoktur ki, Allah ona Kitap, doğru bilgi ve peygamberlik versin, o da tutsun halka, "Allah'tan önce bana kul olun" desin. Onun diyeceği şudur: "Kitabı öğrettiği*nize ve okuduğunuza göre katıksız olarak Rabbe kul olun".

(Al-i İmran 3/79)

Allah ile insan arasına aracı koymayı kabul etmeyen tek din İslam’dır. İslam çizgisi dışında olanlar kendilerini aracılara göre isimlendirirler.



[1] Şu âyetler de konu ile ilgilidir: En’am 6/56, Ra’d 13/36, Zümer 39/11.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi

Konu sevginur tarafından (14. November 2012 Saat 04:35 AM ) değiştirilmiştir.
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
dost1 (11. November 2012), hiiic (11. November 2012)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
bildiğimiz, doğru, işığında, kur’an, yanlışlar


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:11 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam