|  | 
|  | 
|  28. August 2012, 11:06 AM | #1 | ||||||||||||
| Uzman Üye Üyelik tarihi: Aug 2009 
					Mesajlar: 933
				 Tesekkür: 110 
		
			
				268 Mesajina 414 Tesekkür Aldi
			
		
	Tecrübe Puanı: 18   |   ALLAH'IN SELAMI ÜZERİNİZE OLSUN. Sevgili kardeşim, Yazınızda; yine, ilgisiz şeylerle çok ilgiliymiş gibi ilişki kurma çabaları ve düşülen hatalar var. Onları sabırla ele almaya çalışıyorum: Bu kısımdaki bütün tartışmalar, şu iddianız üzerine oluşmaktadır. Alıntı: 
 Alıntı: 
 Alıntı: 
 Ama; atasözü haline gelmiş bir deyişle, gerçekten de “sapla samanı birbirine karıştırmışsınız” bunu göstereyim size sevgili kardeşim… Kurandaki her harfin 1000 sevabı (mana değil, sevap) olduğunu, ve Türkçesine gerek olmadığını iddia eden, yobaz, dini dünya menfaatine değişmiş (z)alimler için söyledikleriniz doğrudur. Ama; Elmalılı ile ilgili iddialarınız bile yarım doğrudur. 1- Sadece kuranıntürkçe meali istenilmemiştir. Aynı zamanda, Buharinin sahih kaynağınında meallenmesi istenilmiştir. Bunu bilmiyordunuz değilmi? 2- Meallendirme işi, M.Akif Ersoy’a verilmişken, M.Akif’in neden mealini teslim etmeyip, parasını iade ettiğini biliyormusunuz? 3- İlk tam meali, sizin yukarda eleştirdiğiniz Elmalılı’nın yaptığını biliyormusunuz? Peki, Elmalılının aynı zamanda ehli sünnet anlayışına göre meal yapma anlaşması yaptığını biliyormuydunuz? Hayır değilmi? Şimdi, bunlar çerçevesinde yeniden düşünün ve Kuranın doğru yaşanması için Türkçeleştirilme gibi bir amaç, bir endişe duyulmadığını anlayınız. Ayrıca; Türk anayasasından “devletin dini islamdır” hükmünü çıkaranların, böyle kaygıları olmayacağını da anlamaya çalışın. Ayrıca, bir devlette, diyanet gibi bir kurum kuruluyorsa, o devletin laik olamayacağını da idrak edin artık… Okullarda okutulmaya çalışılan zorunlu din derslerine, azınlıkların daha yeni iade edilen mallarına el konulmasına, dinlerinin öğrenilmesi için açılan okulların engellenmesine daha değinmeme gerek varmıdır? İyice düşünün, bundan sonra laikliği koyarken bile laik olunamadığını, laikliğin gerçekte değil görünüşte olduğunu anlayın artık… Alıntı: 
 Atatürk’ün ilkeleri, Türk ulusuna endekslidir. Türk Ulusunun kalkınmasına, ilerlemesine, rahatına ilişkin çözümlerdir. Bütün insanlığa ilişkin çözümler değildir, olmasına da gerek yoktur. Çünkü, Atatürk, bütün insanları yaratan değildirki onların hepsinin problemlerini çözecek ilkeler belirlemeye çalışsın. O Türklerin lideri olarak, Türklerin menfaatlerine ilişkin ilkeler ortaya koymuştur. Şimdi bu ilkeleri tek tek ele alarak, islamın gereği olarak konmadığını anlatmaya lüzum yoktur. Çünkü, aklını kullanan herkes, bunların islami yaşam anlayışı gereği ortaya konmadığını bilir, işin ilginci siz de bunu bilirsiniz. Bunu, islamla ilgilendirmeye gerek olmadığını da bilmenize rağmen, tuhaf, anlaşılmaz bir şekilde islami olduğunu iddia edersiniz. İlkelerin islami kaygılarla belirlenmediğini yeniden anlatmak yerine, ilkelerin her zaman ve her yerde geçerli olamayacağını, evrensel olamayacağını anlatmakla yetineceğim. Çünkü, bugün bile bazı ekonomik gelişmeler, örneğin; devletçiliği reddetmeyi, devletin sadece sosyal yaşamı gözetmesini, yani, herkesin yaşama, korunma, eğitim, sağlık gibi hususları garanti etmesini, ekonomi ve diğer dinamiklere dokunmamasını gerekli kılmaktadır. Yine; okullarda zorunlu din dersleri, diyanet gibi kurumların varlığı, azınlıkların mallarının gasbı gibi durumlar ise laikliğin yeterli olmadığının göstergesidir. Zaten, iyi düşünen birisi; herzaman ve her dönemde bütün insanları kapsayacak şekilde adil, sosyal hükümleri rabbimizden başka kimsenin koyamayacağını iyi bilirler… Hala, ikna olmazsanız, bu ilkelerin, türk ulusu ile sınırlı olduğunu görmek için, en bilimsel kurumların ilkelerle ilgili açıklamalarına bakabilirsiniz. Yoksa, tek tek ilkeleri ele almak ve kurandakilerle kıyaslamak zor değildir benim için… Alıntı: 
 İslami kaygılar deyiminden, islamın kendisi için kaygı duymayı, onu korumak gerektiğini anlayan size nasıl anlatabilirim, bunu deneyeyim. Kardeşim, “islami kaygı duymak” islamın yok olacağının endişesini taşımak anlamına gelmez. İslam zaten rabbimizin koruması altında, islam için kimsenin kaygılanmasına gerek yoktur. Ancak; korunan, duran islama uygun yaşamamanın, islami kararlar alamamanın kaygısı duyulmalıdır. Müslüman olanların bu kaygıyı taşımları gerekir. İşte islami kaygı kısaca budur. Bunu şimdi anlayabileceğini umut ederek, diğer “tespik çekenler” sözüyle anlatmak istediklerine değinmiyorum… Özetle; islami kaygı, kişinin kendi islami inanıcına ters düşmeme kaygısıdır. İslamın korunması kaygısı değildir. Alıntı: 
 Ancak, bu farkı hem sizin tekrar ve net olarak görmeniz, hem de diğer okuyucuların kolay anlamaları için bu yazınıza dayanak olan yazımın tam alıntılanması gerekiyor. Siz neden, yazımı tam alıntılamadan bu cevabı veriyorsunuz? Bu tip davranışlarla haklı çıkmaya çalışmak, kendinizi ve başkalarını kandırmaktan başka neye yararki? Şimdi, ikimizinde bu kısım yazılarını tam olarak alıntılayalım ve sonra görüşümü belirteyim. Alıntı: 
 Görüldüğü gibi, “devrimlerin olması sanki rabbimizin emri gereği gibi lanse edilmiş ve delil olarakta rabbimizin haberi ve izni olması gösterilmiştir. Ancak; rabbimizin bilgisi ve izni olması, onu emretmesi bir kere onaylaması anlamına da gelmez. Aksi, halde İblise izin verilmesi İblisin yaptıklarının emredilmesi, onaylanması, iman etmeme serbestisinin verilmesi, imansızlığın emredilmesi, onaylanması vb. sonucu da doğurur. İşte, burada da rabbimizin devrimleri onayladığı izlenimi veren bu yazıya, bu anlatıma, onun doğru olmadığı anlatımım vardır. Rabbimizin haberi olmadan yaprak düşmemesi gibi, devrimlerin yapılması da, firavunun, nemrutun, Ebu Leheb’in, Hitler’in yaptıkları da, batının kölecilik ve sömürgeleştirme faaliyetleride rabbimizin bilgisi dahilindedir, ama onun emri, onayladığı şeylerden değildir. Bu nedenle, devrimlerin yapılmasına izin verilmesi, Ata’yı mehdi yapmaz… Alıntı: 
 Şu anda, kurana ters uygulamaları olan sistemin, islami sistem olarak kabulünümü istiyorsunuz? Sevgili kardeşim, ne Atatürk kuran hükümlerini dikkate alarak bir sistem kurmuştur, ne de kurulan bu sistem islamidir. Ancak; daha kuran üzerinde bile ortak noktaya gelinemeyen, kuranı ya terk edip rivayetler dini yaşan gelenekselciler ve ya da kurandaki gerçek olayları, kurandaki gerçek kavramları, sembol, mecaz kabul ederek, kuranın doğru anlaşılmasını engelleyen modernistler yüzünden gerçek islami yönetime geçilemediği sürece; demokratik sistem en iyi sistem olarak kabul edilmelidir. Demokrasi ancak, bu şartlarda en iyi sistemdir ve gerekliliktir. Bunu iyi anlayın lütfen… Alıntı: 
 Üstelik, önümüzde olan vahiyi bile gerçekliğinden uzaklaştırmak pahasına, mecaz, semboller kitabı yapma çalışmalarına, ondaki kişi, kurum ve diğer şeyleri kavram kargaşasına dönüştürdüğünüzü görmeden, akıl öneren kardeşlerime, akıllarını doğru kullanmalarını, İbrahim hanifliğini örnek almalarını önererek yazımı bitiriyorum. Saygılarımla… aorskaya | ||||||||||||
|   |   | 
| aorskaya Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: |  Miralay (29. August 2012) | 
|  | 
| Bookmarks | 
| Etiketler | 
| fantastik, kahraman, mehdi | 
| 
 | 
 |