hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > GELENEK DİNİ > Mezhepler ve Tarikatlar

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 9. November 2012, 06:56 PM   #1
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Merdem Kardeşim!

Tefekkürümüze ışık tutması dileğiyle:

SÂBİÎLER
Âyetlerde bir de, الصّابئين'den [sâbiîn'den/sâbiîlerden] söz edilmektedir. Bunların kimliği ötedenberi tartışmalıdır. Bu hususta klasik kaynaklardaki açıklamalar şu şekildedir:

1) Mücâhid ve Hasan Basrî, bunların kestikleri hayvanlar yenilmeyen ve kadınları ile evlenilmeyen Mecûsî ve Yahûdilerden olan bir tâife olduğunu söylemişlerdir.

2) Katâde, bunların meleklere tapan ve hergün beş kere güneşe doğru ibâdet eden kimseler olduğunu söylemiş; sözüne devamla şöyle demiştir: “Beş türlü din vardır. Dördü şeytânın, biri Allah'ın dinidir. Meleklere tapan Sâbiîlerin, ateşe tapan Mecûsilerin, putlara tapan müşriklerin ve Ehl-i Kitab'ın dini şeytânın dinidir.

3) Doğruya en yakın olan bu görüşe göre, Sâbiîler, yıldızlara tapan bir tâifedir. Sâbiîlerin bu hususta iki değişik görüşleri vardır:

A) Kâinatın yaratıcısı Cenâb-ı Allah'tır. Ancak O, bu yıldızlara tazim edilmesini ve onların ibâdet, duâ ve tazim için kıble kabul edinilmesini emretmiştir.

B) Allah felekleri ve yıldızları yaratmıştır. Fakat, âlemdeki hayır, şerr, sıhhat ve hastalık gibi şeyleri idare eden, düzenleyen ve yaratan bu yıldızlardır. Bundan dolayı insanların, onlara tazim etmesi gerekir. Çünkü bunlar âlemi idare eden ilâhlardır. Hem bu yıldızlar da Cenâb-ı Hakk'a ibâdet ederler. Bu mezheb, Hz. İbrâhîm'in (a.s) itikadlarını reddetmek ve iptal etmek için geldiği, Keldânilere âit bir mezhebdir.

Sâbiîler; Mecûsîler, Yahûdiler ve Hristiyanlar arasında bir kavim olup dinleri yoktur. İbn Ebî Nûceyh de böyle rivâyet eder. Keza Atâ ve Sa‘îd ibn Cübeyr'den de böyle rivâyet edilmiştir. Ebu'l-Âliye, Rebî ibn Enes, Süddî, Câbir ibn Zeyd ve Dahhâk, Sâbiîlerin Ehl-i Kitabtan bir fırka olup Zebur'u okuduklarını söyler.

Heşîm Mutraf'tan nakleder ki o şöyle demiş: “Biz Hakem ibn Uteybe'nin yanında bulunuyorduk. Basralının biri Hasan'dan nakletti ki o, Sâbiîlerin Mecûsîler gibi olduğunu söylemiş. Hakem, ‘Ben size bunu haber vermedim mi?’ demişti.”
Abdurrahmân ibn Mehdi de Muâviye ibn Abdulkerîm'den nakletti ki o şöyle demiş: Ben işittim ki Hasan, Sâbiîleri anlatıyordu. “Onlar, meleklere tapınan bir kavimdiler” dedi.
Ebû Ca‘fer er-Râzî dedi ki: “Bana ulaştığına göre Sâbiîler meleklere tapınan, Zebur'u okuyan ve kıbleye doğru ibâdet eden bir kavim imiş. Sa‘îd ibn Arûbe, Katâde'den aynı şekilde rivâyet eder.

İbn Ebû Hatim der ki: Bana Yûnus... Ebû Zenâd'dan nakletti ki o şöyle demiş: “Sâbiîler Irak'ın ötesinde bir kavim olup Kûsâlıdırlar, bütün peygamberlere inanırlar ve her yıl otuz gün oruç tutarlar, Yemen'e doğru günde beş vakit namaz kılarlar.”
Vehb ibn Münebbih'e, “Sâbiîler kimdir?” diye sorulduğunda, o “Allah'ı bir olarak tanıyan, fakat amel edecekleri bir şeriatı bulunmayan ve küfür sözü söylemeyenlerdir” demiştir.

Abdullah ibn Vehb der ki: Bana Abdurrahmân ibn Zeyd şöyle dedi: “Sâbiîler dinlerden bir dinin mensubudurlar. Onlar Musul el-Cezire'sinde bulunurlardı ve ‘lâ ilâhe illallâh’ derlerdi. Ancak ne amelleri, ne kitapları, ne de peygamberleri vardı. Sadece Allah'tan başka ilâh bulunmadığını kabul ederlerdi.”

Abdurrahmân ibn Zeyd dedi ki: “Onlar bir peygambere de inanmazlar, bunun için müşrikler Hz. Peygamber ve arkadaşlarına, ‘Bunlar Sâbiîlerdir’ diyorlardı.” Yani, Allah'dan başka ilâh olmadığını söyledikleri için onlara benzetiyorlardı.

Sözlerin en açığı –Allah en iyisini bilir– Mücâhid ve onun ardından gidenlerden Vehb ibn Münebbih'in sözüdür ki buna göre; Sâbiîler ne Yahûdi, ne Hristiyan, ne Mecûsî ne de müşrik olan bir kavimdir. Onlar kendi fıtratları üzere oldukları gibi kalmışlardır. Tâbi olup uyguladıkları bir dinleri yoktur. Bunun için Araplar, müslüman olanlara Sâbiî ismini veriyorlardı. Yani, o gün yeryüzünde mevcûd olan dinlerden dışarı çıkmışlar, diyorlardı. Bazı ilim adamları da dediler ki: “Peygamber'in çağrısının kendisine ulaşmadığı kimselerdir.”

Mücâhid, Hasan ve İbn Ebî Necih de der ki: “Bunlar dinleri Yahûdilik ve Mecûsilikten meydana gelmiş bir topluluktur, kestikleri yenmez.”

İbn Abbâs da, “Onların kadınlarıyla da evlenilmez” demiştir.

Yine el-Hasen ve Katâde şöyle demiştir: “Bunlar meleklere tapan, kıbleye doğru namaz kılan, Zebur'u okuyan ve beş vakit namaz kılan kimselerdir.”

Ziyad b. Ebû Süfyân bunları görmüş ve onların meleklere taptıklarını öğrenince üzerlerinden cizyeyi kaldırmak istemiştir.

İlim adamlarımızın anlattıklarına göre, görüşlerinin hülasası şudur: Bunlar muvahhid kimselerdirler, bununla birlikte yıldızların etkisine ve faal olduklarına inanırlar. Bundan dolayı Ebû Sa‘îd el-İstahrî hakklarında soru soran, el-Kâdir Billâh'a kâfir olduklarına dair fetva vermiştir.

Sâbiîler, Yahûdilik ile Hristiyanlık arasındaki tek tanrılı bir dinî grup olarak bilinmektedir. İsimleri (bu isim, “kendini (suya) daldırdı” anlamındaki Ârâmîce tsebha‘ fiilinden türetilmiştir), onların Hz. Yahyâ'nın takipçileri olduklarına işaret etmektedir, ki bu durumda, bugün hâlâ Irak'ta yaşayan ve Mandeliler diye tanınan bir topluluğa mensup olabilirler. Ancak onları, İslâm'ın ilk çağlarında mevcut olan ve Müslümanlarca bütün tek tanrılı din sâliklerine tanınan avantajları elde etmek için gerçek Sâbiîlerin ismini bilinçli olarak kabullenmiş olmaları muhtemel bir irfânî/bilinirci [gnostic] mezhep olan “Harran Sâbiîleri” ile karıştırmamalıyız.


Biz bu konuya sözcüğün anlamından hareket ederek yaklaşmayı tercih ediyoruz:
صبئين[sabiîn] sözcüğü, “devenin, davarın tırnağının, çocuğun dişinin çıkması, yıldızın doğması anlamlarını ifade eden ص ب ا[s-b-e] kökünden türemiş, çoğul ism-i fâil olup, anlamı “çıkanlar” demektir. Bunlar kendilerinin Nûh peygamberin dini üzere olduklarını kabul eden bir topluluktur. Sıhah'ta ise bunların Ehl-i Kitaptan oldukları, kuzey yönünü kıble edindikleri yer alır. Tehzib'de Leys'in, bunların Hristiyanlara benzedikleri, yalnız güneyi kıble edindikleri ve bunların Nûh dini üzere olduklarına inandıkları, ama yalancı olduklarını söylediği yer alır. Rasûlullah zamanında, Müslüman olanlara Mekkelileler قد صبأ[qad sabe’e/bir dinden başka bir dine geçti] derlerdi. Ebû İshâk ez Zeccâc, Kur’ân'daki Sâbiîlerin, “bir dinden başka bir dine geçenler” olduğunu söylemiştir. Araplar Rasûlullah'ı da Kureyş'in dinini terkedip İslâm'a girdiği için Sâbiî ismini takmışlardı.

Bu açıklamalardan sonra vardığımız kanaat şudur: Bunlar, Allah'ın lütfuna mazhar olmaları hasebiyle şirkten uzak bir gruptur. Hristiyan, Yahûdi ve mü’minlerden ayrı bir grup olarak sayıldıklarından bunların, Rasûlullah'ı tanımayan-bilmeyen bir grup olduğu anlaşılıyor.
Bizce bunlar, akıllarıyla Allah'ın varlığı-birliği ve âhiret hakikatine ulaşan, fakat kendilerine elçi ve vahiy ulaşmayan “doğal dindarlar”dır.
Kaynak: İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (9. November 2012), merdem (9. November 2012)
Alt 9. November 2012, 09:36 PM   #2
aorskaya
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Aug 2009
Mesajlar: 933
Tesekkür: 110
268 Mesajina 414 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 17
aorskaya will become famous soon enoughaorskaya will become famous soon enough
Standart

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster

Bu açıklamalardan sonra vardığımız kanaat şudur: Bunlar, Allah'ın lütfuna mazhar olmaları hasebiyle şirkten uzak bir gruptur. Hristiyan, Yahûdi ve mü’minlerden ayrı bir grup olarak sayıldıklarından bunların, Rasûlullah'ı tanımayan-bilmeyen bir grup olduğu anlaşılıyor.

Bizce bunlar, akıllarıyla Allah'ın varlığı-birliği ve âhiret hakikatine ulaşan, fakat kendilerine elçi ve vahiy ulaşmayan “doğal dindarlar”dır.
Kaynak: İşte Kur'an

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
Selamun aleyküm,

Sevgili dost1,

İlk defa sizin bana göre ciddi hata olduğunu düşündüğüm bir yazınıza tanık oluyorum.

Ama, bütün yazılarınızda zaten imza olarak kullandığınız "Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır." diyen sözleriniz nedeniyle tenkit etmeye hakkım olmadığını, fakat sizinde görmeniz ve hata olduğunu kabul ederseniz, sözlerinizi düzeltmenizi sağlamak için hata kabul ettiğim hususları yazıyorum.

1- Sabiiler hakkında, kuranda verilen bilgi ile yetinmeyerek, sanki bunların bilinmesi dini zorunlulukmuş gibi, bunların kimliğini anlamak ve anlatmak için çaba harcamış, bu çabalarınız esnasında da bazı kimselerden rivayetleri de kaynak olarak kullanmışsınız.

Bu kısımda iki sorun ortaya çıkmaktadır.

a- rabbimiz, biz insanlar için gereken bilgiyi kuranda vermiştir. Kurandaki bilgi dışında varacağımız her bilgi en fazla tarihi bilgi olabilirki, buda % 100 doğru olduğunu kabul edebileceğimiz bir bilgi olmaz. O halde, kuranda verilmeyen bilginin peşine düşmek anlamsızdır, faydası yoktur.

Şimdi samimi olarak düşünelim:

-Sabiilerin kimler oldukları, neye taptıkları bilinince bize ne faydası olmuştur? -Dini yaşamak için gerekli hangi bilgi açığımızı kapatmıştır?
-Bu bilgi olmazsa, dini eksikmi yaşamış oluruz?
-Bu bilgi bize gerekli olsaydı, rabbimiz zaten ya aynı ayette detaylara girip anlatırdı, yada başka ayette bu bilgiyi mutlaka verirdi, vermediğine göre, sabileri bilip öğrenmemize din açısından gerek yoktur dememiz gerekmezmiydi?
-Rabbimiz, öğretmediğine göre, bunu öğrenmek ancak bizim magazin yönümüzü tatmin etmek için olabilir, bunu yapmaya gerek varmıdır diye düşünüp, faydası olmadığını görünce, peşini bırakmamız gerekirdi diye sonuca varmamız gerekmezmiydi?

İşte bunlar düşünülünce, bunu öğrenmeye çalışmanın boşa zaman kaybı olduğunu görebiliriz.

b- Kuranda verilmeyen bu bilgiyi illaki öğrenmek hevesimizi bastıramadığımız zaman, bu bilgiyi verdiğini düşündüğümüz başka kaynaklara başvurmamız da kaçınılmaz olmaktadır.

İşte, burada da böyle olmuştur ve bu bilgiye ulaşmak için bazı kimselerin rivayetlerinden faydalanılmıştır, o rivayet edenin doğru olduğu dolaylı yoldan da olsa kabul edilmiş konumuna düşülmüştür.

Şimdi, burada (kurana tastikletmeden) rivayetini kullandığınız ravi, bu bilgiyi kullanan sizin için emin, rivayet ise doğru varsayıldığına göre, başka konuda aynı ravinin yanlış bir bilgi taşıyan rivayetini size karşı başka birisi delil olarak kullandığında, o kimseye diyecek sözünüz, yapacağınız itirazınız olamaz.

Çünkü, siz onu doğru kabul etmeyip, reddetmeye çalışırsanız, bu defa onu delil olarak sunan karşı taraf, sizin aynı ravinin burada kullandığınız rivayetini (kurana tastikletmeden kullandığınız için ayağınıza dolaşacaktır) kabul ettiğiniz halde, aynı ravinin öteki rivayetini neden kabul edemediğinizi soracak ve öncekinden farkı olmadığından siz bu defa red gerekçenizi açıklayamayacaksınız, yada gerekçeniz kabul edilmeyecektir.

c- Yine, kuranda verilenle yetinmeyip, başka kaynaklardan bilgilenmeye çalışılınca, farkında olmadan kuranı terk etmişde olduğumuz durumu ortaya çıkıyor.

Kuranla yetinmemenin, çok basit bir bilgi yada anlama için bile olsa, gerçekten çok büyük sakıncalar doğurduğunu sanırım anlatabilmişimdir.

2- Sabiiler hakkında, kuranda verilen bilgi ile yetinmeyerek, sanki bunların bilinmesi dini zorunlulukmuş gibi, bunların kimliğini anlamak ve anlatmak için çaba harcamak için yoğunlaşınca, bu defa; "Bizce bunlar, akıllarıyla Allah'ın varlığı-birliği ve âhiret hakikatine ulaşan, fakat kendilerine elçi ve vahiy ulaşmayan “doğal dindarlar”dır.

deme hatasına düşmüşsünüz.

Halbuki, "insanları, bana kulluk etmeleri için (ve imtihan üzere) yarattım" diyen rabbimizin, sabilere elçi ve vahiy ulaştırmaması mümkün değildir.

a- Aksi halde, vahiy ulaşan diğer kimselere göre sabiler kulluk görevini nasıl yapacağını bilemeyecek ve imtihan dışı kalmaları gerekecektir. Bu durumda her şeyden önce rabbimizin adaletine ve sünnetine ters düşer.

b- Yine, kimseye elçi (vahiy) ulaştırmadıkça, azap edilmeyeceğini yani cehenneme atılmayacağını söyleyen rabbimizin, bunlara sizin dediğiniz gibi elçi ulaştırmaması halinde, bunları cehennemden muaf tutmuş olurki, yine adaleti ve sünneti ile çelişmiş olur.

SONUÇ:

Kuranda verilmeyen bir bilgiyi edinmek için girişilen masum çabalar, dolaylı da olsa kurandan ayrılmayı doğurduğundan, başka hatalar yapmamızda kaçınılmaz oluyor (kuranı terkin karşılığında, bunu isteyen şeytanın tesiri olabilir) ve gerçekten de büyük kayıplara yol açabiliyor.

Sevgili halil ay,
yazılarımda aceleyle yazıdğım için anlatım düşüklükleri olabilir, bunu gözardı edin. Ancak; anlatılanlara rağmen beni hatalı bulabilirseniz bunu mutlaka benimde görmem ve anlamam için üşenmeden yazınız.

Not: sizin gibi birine yazımda ayet yazma gereği duymadım. Siz, zaten sözleri okuduğunuzda ayetleri hatırlayacaksınızdır.

saygı ve selamlarımla...
aorskaya
aorskaya isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
beylere, gündelik, hanım, hayat, mezhepçi, tavsiyeleri


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 08:43 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam