hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > TASAVVUF > Tasavvuf Araştırmaları

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 9. November 2012, 09:26 PM   #1
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

[1] Mütercim Asım, Kamus Tercümesi (Firuzâbâdî’nin), Bahriye Matbaası, 1305.

[2] Ragıb el-İsfahânî, Müfredât, (Tahkik: Safvan Adnan Dâvûdî), Dımışk ve Beyrut, 1412/1992, كرذ mad.

[3] Bkz. Al-i İmran, 3/58, A’raf 7/63, Hicr, 15/6,9; Nahl, 16/44, Enbiya, 21/2,50,105; Furkân, 25/18, Yasin, 36/11, Sad,38/8, Kamer, 54/25.

[4] Ragıb el-İsfahânî, Müfredât,قيض mad.

[5]Bkz. En’am 6/112 ve Nas 114/6.

[6] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, Çev. Dominik Pamir, İstanbul 2000, par. 2112. Bu eser Papa 14. Lui’nin emriyle (bugünkü Papa) Kardinal Joseph Ratzinger başkanlığında kurulan 12 kişilik heyetin altı yıllık çalışmasının ürünüdr. Kilise tarafından kabul edilmiş öğretileri içerir. Kardinal Joseph Ratzinger, Katolik Kilisesi’nin bugünkü Papa’sıdır.

[7] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 465.

[8] Şinasi Gündüz, Pavlus Hıristiyanlığın Mimarı, Ankara 2004, s. 32.

[9] İncil / Elçilerin İşleri 9/3-6.

[10] İncil / Elçilerin İşleri 9/18 vd.

[11] İncil / Pavlus’un Korintililere 1. Mektubu 8:5-6.

[12] İncil / Pavlus’un Romalılara Mektubu 1: 1-6.

[13] İncil / Pavlus’un Koloselilere Mektubu 3:17.

[14] İncil / Pavlus’un Filipililere Mektubu 2:6.

[15] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 465.

[16] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 467.

[17] Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Camiu’l-beyân fî tefsîril-Kur’ân (Taberi Tefsiri), Beyrut 1412/1992, c. 11, s. 519, Necm 19. Ayet.

[18]Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par.200 ve 212. Burada Allah yerine Tanrı kelimesi kullanılmaktadır.

[19] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 215, 216 ve 222.

[20] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 206.

[21] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 208.

[22] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 212.

[23] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 224.

[24] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 212.

[25] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 239.

[26] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 519.

[27] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 2634.

[28] İncil, Romalılar 8/26-28. Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 741.

[29]Tirmizî, Dua,1, 3371 sayılı hadis.

[30] Daha geniş bilgi için bkz: Abdulaziz Bayındır, Duada Evliyayı Aracı Koyma ve Şirk, İstanbul 2001. s. 8-9. (Kitaba www.suleymaniyevakfi.org adresinden ulaşılabilir.)

[31] Hayrettin Karaman, Ali Özek, İbrahim Kâfi Dönmez, Mustafa Çağırıcı, Sadrettin Gümüş, Ali Turgut, Kur’ânı Kerim ve Açıklamalı Meâli, TDV yayınları, Ankara 2005. (Bu meâl, yıllardır Suudiarabistan krallığı tarafından Türk hacılarına hediye edilmektedir. Suudiarabistan baskısında öze dokunmayan farklılıklar vardır.)

[32] Cümle içinde akıllı varlıklarla birlikte başka varlıklar da geçerse men kelimesi, akıllı olmayanlar için de kullanılabilir. Buna şu âyet örnek verilir: “Allah bütün canlıları sudan yarattı. Onlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayak üzerinde yürür, kimi de dört ayak üzerinde yürür.” (Nur 24/45) Bu âyette “kimi” diye tercüme edilen “men” kelimesidir. İki ayak üstünde yürüyen insanlar, canlılar kapsamında olduğu için diğer canlılara da “men” denmesi uygun düş*müştür.

[33] Örnek olarak şu tefsirlere bakılabilir: Celaleddin el-Mahallî, Tefsîru’l-celâleyn; Abdullah b. Ahmed en-nesefî, Tefsîru’n-nesefî, Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Cami’ li-ahkâmi’l-Kur’ân; Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Tefsîru’t-taberî, Fahru’d-Din er-Râzî, et-Tefsîru’l-kebîr.

[34] Hayrettin Karaman, “Ramazanda Türbe Ziyaretleri” 10. 12. 2000 tarihli Yeni Şafak Gazetesi, Fıkıh Köşesi.

[35] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 331.

[36]İsmail b. Muhammed el-Aclûnî, Keşfu’l-hafâ (كشف الخفاء), Beyrut 1988/1408, c. II s. 164. Aclûnî bu eserini, halk ara*sında hadis diye bilinen sözleri, eğrisiyle doğrusuyla ortaya çıkarmak için yazmıştır. Bu sebeple o kitapta çok sayıda uydurma ha*dis vardır. Bu hadis de uydurmadır.

[37] Mehmet Demirci, Hakikati Muhammediye”,Diyanet İslam Ansiklopedisi (DİA) c. XV, s. 179-180.

[38] Katolik Kilisesi Din ve Ahlak İlkeleri, par. 480.

[39] Mehmet Demirci, Hakikati Muhammediye”,DİA, c. XV, s. 179-180.

[40] Ali Ramazan Dinç, İki Cihan Serveri Peygamberi Zîşânımız, Yeni Dünya Dergisi, 58-59. sayılar, Ağustos-Eylül 1998, s. 32.
Bu şahıs, İlahiyat Fakültesi mezunudur ve Nakşibendi tarikatı şeyhlerdendir. Bu yazıyı dergide gördüğüm gün onu, İstanbul Gedikpaşa’da bulunan bir müridinin evinde ziyaret ederek gerekli uyarıyı yaptım. Ancak o, bunun sevgiden kaynaklandığını iddia edip kendini canla başla savundu. İnşaallah ölmeden tevbe eder. Günahı yazılı işlediği için tevbesi de yazılı olmalıdır.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (9. November 2012), Miralay (15. November 2012)
Alt 9. November 2012, 09:28 PM   #2
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

1. BESMELE



Besmele diye bilinen “Bismillahirrahmanirrahim”, Türkçe’ye farklı şekillerde tercüme edilmiştir. Fark, Rahmanve Rahimkelimelerinden kaynaklanmaktadır. Bunlar rahmet kökünden türetilmiştir. Rahmet, iyilik ve ikramı gerektiren incelik anlamınadır. Ama bazen yalnız incelik, bazen de yalnız iyilik ve ikram anlamında kullanılır. Allah’ın özelliği olarak kullanılınca sadece iyilik ve ikram anlamı kast edilir[1].

Rahman “rahmeti her şeyi kuşatan” demektir. Bu özellik Allah’tan başkasında olmaz. Rahim ise “rahmeti bol” demektir. Rahmet bolluğu Allah’ın dışındaki varlıklarda da olabilir. Bu sebeple rahim sıfatı Kur’ân’da Peygamberimiz için de kullanılmıştır.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

Size kendi içinizden bir elçi geldi. Sizi sıkıntıya sokan her şey onu da sıkar. O size pek düşkündür. Müminlere karşı çok şefkatli ve rahimdir. ‏” (Tevbe 9/128)


“Rahman”ı Türkçe’ye “iyiliği sonsuz” diye çevirdik. Çünkü Allah’tan başka kimsenin iyiliği sonsuz olamaz. “Rahim”i de “ikramı bol” diye çevirdik. Çünkü bu özellik insanlarda da olabilir. Sonunda Besmelenin Türkçe tercümesi şöyle oldu:

“İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla”
Bize göre bu tercüme en doğru tercümedir.

2. HAMD VE ŞÜKÜR





Hamd; birini, yaptığı iyi bir işten dolayı övmektir. Buna medih de denir. O iyi işi, sizin için yaptı diye övmek şükür olur. Türkçe’de buna teşekkür denir. Kişinin, kendi katkısı olmadan sahip olduğu şeyle övülmesi, sadece medih yani övgü olur. Hamd şükürden, medih de her ikisinden kapsamlıdır.

Birinin size iyi davrandığını söylemeniz hem hamd, hem şükür hem medih olur. Size yaptığı iyilikten bahsetmeden “O iyidir” demeniz, hamd ve medihtir ama şükür değildir. “Uzun boylu ve zekidir” demek ise sadece medih olur.

Çünkü zekayı ve uzun boyu, kendi çalışmasıyla elde etmemiştir. Bunlar aşağıda olduğu gibi iç içe övgü halkalarıdır.


Her şükür, hamd ve medihtir. Her hamd medihtir ama şükür değildir. Her medih hamd ve şükür olmayabilir[1].
“El-hamdu lillah” sözünün başındaki “el” takısı, “hamd” kelimesine cins anlamı kazandırır ve “bütün hamdler Allah’a aittir” demek olur.

Hamd
; birini, yaptığı iyi bir işten dolayı övmek, olduğundan “Yaptığı her şeyi doğru ve güzel yapmak Allah’a mahsustur” anlamı çıkar.

Bütün bu anlamları içine alması ve şiirsel bir yapıda olması sebebiyle biz “El-hamd
u lillah” sözünü, “Allah neylerse güzel eyler” şeklinde tercüme etmenin uygun olacağı kanaatindeyiz.


Varlıkların sahibi Allah, neylerse güzel eyler.(Fatiha 1/1)


[1] Ragıb el-İsfahânî, Müfredât. حمد mad.



__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi

Konu sevginur tarafından (10. November 2012 Saat 04:22 AM ) değiştirilmiştir.
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (9. November 2012)
Alt 10. November 2012, 04:22 AM   #3
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

3. HER İNSAN ALLAH’I BİLİR




(“ELESTU Bİ RABBİKUM” OLAYI)

Allah Teâlâ kâfirlerle ilgili şöyle buyurur:

“Onlar Allah’a verdikleri sözün kesinleşmesinden sonra cayarlar. Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi keserler. Ortalığı karıştırırlar. Onlar büsbütün zarardadırlar.”(Bakara 2/27)

Her insan, Allah’ın varlığını ve birliğini, gözüyle görmüş ve eliyle dokunmuş gibi kavrar ve bu hususta Allah’a kesin söz verir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Rabbin, Ademoğullarından, onların bellerinden nesillerini aldığında onları kendilerine karşı şöyle şahit tuttu: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” Onlar da: “Evet Rabbimizsin. Biz buna şahidiz.” dediler. Artık Kıyâmet günü; “biz bunun farkında değildik” diyemezsiniz.

Şunu da diyemezsiniz: “Önceden ortak koşanlar babalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesil idik. O batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin?”
İşte o belgeleri böyle açık açık anlatırız. Belki dönerler.
(A’raf 7/172-174)



Halk arasında “bezm-i elest’te alınan misak veya “elestu birabbikum denen bu olay, insanın, açık ve net olarak, Allah’ın varlığını ve birliğini kabul etmesi olayıdır. Âyet bu işlemin, Adem oğullarının “bellerinden nesillerinin alınması” sırasında kesinleştiğini bildirmektedir.



Neslin belden alınması, nesli devam ettirecek tohumun alınmasıdır. Kişi onunla erginlik çağına girer ve çocuğu olacak yaşa gelir. İnsan, henüz çocuk yaşta iken Allah’ı aramaya başlar. Bu konuda çevresini soru yağmuruna tutar. Sonunda Allah’ın var ve bir olduğunu tam olarak kavrar. Karşısına çıkan delillerle sanki Allah ona, “Ben senin rabbin değil miyim?” diye sorar. O da tam bir kararlılıkla “evet, Rabbimsin, ben buna tanıklık ediyorum” der. Benzeri durumlar, çevresinde Allah’ın ayetlerini gözlemledikçe tekrarlanır durur. Bu sebeple her insan, Allah’ın var ve bir olduğunu, her şeyi onun yarattığını kabul eder.



Müşrik, ortak koşan demektir. Ortaklık için en az iki şey gerekir. Bunlardan birincisi daima Allah’tır. Allah’ın var ve bir olduğunu bilen insan, Allah’a ortak saydığı varlık için haklı bir gerekçe bulamayacağı için ahirette şu sözü söyleyemeyecektir:

“Önceden ortak koşanlar babalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesil idik. Şimdi o batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin.”(A’raf 7/174)


Erginlik çağı önemlidir. Sorumluluk bu çağda başlar. Babalar veya çevredekiler aksini söylese de erginlik çağına giren insan, Allah’ın varlığına ve birliğine, onun kendinin ve tüm varlıkların sahibi ve efendisi olduğuna kesinkes tanık olur. Kimi bunu açığa vurur. Kimi de önemli olaylar karşısında ortaya çıkarır. Bir çok insan bu kadar bir inancın kendine yeteceğini sanır. Bu bir şeytan aldatmasıdır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


“O aldatıcı şeytan, sakın sizi Allah ile aldatmasın.”(Lokman 31/33)


Kendilerine tanrıtanımaz diyen ateistler Allah’ı işlerine karıştırmak istemeyenlerdir. Onlar kendilerini tanrılaştırır ve kendilerinin efendisi olmaya çalışırlar. Diğer müşrikler ise Allah ile beraber başka efendiler bulur, onları Allah’a benzer konuma getirir ve Allah’a verdikleri kesin sözden cayarlar. Ama hepsi de bilir ki, Allah’ın bir benzeri olamaz.


Şirke düşenler; “...Allah’a verdikleri sözün kesinleşme-sinden sonra caymış, Allah’ın birleştirilmesini emrettiği şeyi kesmiş olurlar.” Çünkü Allah’a karşı aracı koymak doğrudan ilişkiyi kesmektir.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
sevginur Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
Bilgi (14. November 2012), hiiic (10. November 2012), merdem (14. November 2012)
Alt 10. November 2012, 04:23 AM   #4
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

4. KUR’ÂN’DA DİNDARLIK


Din, Arapça deyn kökünden mastar veya isim olarak kabul edilir. Cevherî dinin “âdet, durum; ceza, mükâfât; itaat” şeklinde üç anlamını verir ve terim olarak dinin bu son anlamdan geldiğini belirtir[1].

Ragıb
buna ceza ve itaat anlamlarını vermiş, İbn Manzur bunlara hesap ve islam’ı eklemiş, ayrıca deynin mastar, dinin isim olduğu yolunda bir görüş aktarmıştır[2].


Zebîdî âyet ve hadisler yanında Arap şiirinden aldığı çeşitli örneklere dayanarak din kelimesinin yirminin üzerinde anlamını ve terim olarak iki ayrı anlamını zikretmiştir[3]. Mütercim Asım Efendi ise dinin otuzu aşkın anlamından söz etmiştir.

Bunlardan dinin terim anlamını yakından ilgilendirenler şunlardır: Ceza ve karşılık, İslam, örf ve âdet, zül, inkıyad, hesap, hakimiyet ve galibiyet, saltanat ve mülkiyet, hüküm ve ferman, makbul İbadet, millet, şeriat, itaat[4].


Dinin sözlük anlamlarından boyun eğme ve karşılık görme[5] öne çıkmaktadır. Çeşitli güçlere boyun eğilerek bir karşılık beklenebilir. Dinde boyun eğilen güç, aşkın güç, yani ilahtır. Her dinin ilahı, kendine boyun eğilen kuralları ve o kurallara uyanlara vaat ettiği bir karşılık vardır.



İlk din, Allah’ın Adem’e öğrettiği, onun da çocuklarına tebliğ ettiği dindir. Bu çizgi, ilk peygamberden son peygambere kadar devam etmiştir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O, insanları ona göre yaratmış*tır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte doğru din bu dindir. Ama in*sanların çoğu bunu bilmez*ler.”(Rum 30/30)

Bu ayet, dini; doğru ve yanlış olarak ikiye ayırmakta, doğru dinin fıtratla örtüştüğünü bildirmektedir.



Allah Teâlâ bir de şöyle buyurur:

“Allah katında din, İslam dinidir.” (Al-i İmran 3/19)) Kim İslam'dan başka din ararsa, bu ondan kabul edilmez. O, ahirette, kaybetmiş olanlardan olur.”(Al-i İmran 3/85)



İnsan, dünyaya gözünü açtığı andan itibaren Allah’ın âyetlerini görmeye başlar. Âyet; açık işaret, gösterge ve belge demektir. Kur’ân surelerinin birbirinden ayrılmış bölümlerine de âyet denir.



Allah’ın âyetleri Kur’ân’da olanlarla sınırlı değildir. Tüm varlıklarda; göklerde, yerde, hayvanlarda, bitkilerde, kişinin iç dünyasında hâsılı her yerde onun âyetleri vardır[6]. Bunlar fıtrat âyetleridir. Allah Teâlâ şöyle
buyurur:

Biz hem dış çevrede hem de kendi içlerinde olan âyetlerimizi onlara gösterece-ğiz; sonunda onun (Allah’ın) gerçek olduğu onlar açısından iyice ortaya çıkacaktır.”(Fussilet 41/53)



İnsanın çevresinde ve içinde var olan âyetler, bir yaratıcının var olduğunu gösterir. Bu sebeple o, henüz çocukken Allah ile ilgilenmeye başlar ve çevresini soru yağmuruna tutar. Sonunda varlıkların Rabbini yani sahibini, gözüyle görmüş ve eliyle dokunmuş gibi kavrar.Bu konu “Her İnsan Allah’ı Bilir” başlığı altında anlatılmıştı.


Allah’ın varlığını herkes anlayıp kavradığı için Kur’ân’da onu ispatla ilgili âyet yoktur. Allah’ın hiçbir elçisi bu konuda bir çaba sarf etmemiştir. Onlar Allah’tan aldıkları emirle çabalarını, ondan başka ilah olmadığı konusunda yoğunlaştırmışlardır.

Allah Teâlâ Elçisi Muhammed aleyhisselama şöyle buyurur:


De ki, Allah’a koşun; ben ondan yana sizi açıkça uyarı-yorum.
Allah’ın yanı sıra başka bir Tanrı uydurmayın; ben ondan yana sizi açıkça uyarıyorum.
Bunlardan öncekilere bir elçi gelmeye görsün; hemen ya büyücü dediler ya deli. Bunlar da öyle.
Biri diğerine vasiyette mi bulundu? Yok; onlar taşkınlık eden bir toplumdur.
Onlara bakma. Onlardan dolayı kınanacak değilsin.
Sen yine de görevlerini hatırlat. Hatırlatma inanacak olanlara yarar sağlar.
Cinleri ve insanları yaratmam, başka değil, sırf bana kul olsunlar diyedir.
Onlardan ne bir rızk isterim, ne beni doyurmalarını isterim.
(Ben Allah’ım.) Rızkı, güç ve kuvvet sahibi olan Allah verir.
Yanlış yapanların peşine takılacak vardır; tıpkı arkadaşlarının peşine takılan gibi; acele etmesinler.
Sözü verilen günlerinden dolayı vay o kafirlerin haline!”
(Zâriyat 51/50-60
)



Dindar, bir dine uyan kişi demektir.Herkesin kendine göre din anlayışı vardır ve herkes kendini, kendi anladığı dinin dindarı sayar. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


“Ey Ademoğulları! Sakın Şeytan başınızı derde sokma-sın. Nitekim edep yerlerini kendilerine göstermek için ananızın ve babanızın elbiselerini soymuş ve onları o cennetten çıkarmıştı. O ve onun takımından olanlar sizi, sizin onları göremeyeceğiniz yerlerden görürler. Biz şey-tanları, inanmayanlara dost olacak hale soktuk.


Onlar çirkin bir iş işlediler mi, “Atalarımızdan böyle gördük. Allah da bize böyle emretmiştir” derler. De ki: “Allah çirkinlikleri emretmez. Yoksa siz bilmediğiniz şeyleri Allah’ın üstüne mi atıyorsunuz?
De ki: “Rabbim adaletli davranmayı emretti. Siz, her secde yerinde ona yönelin. Dini, katkısız, ona has kılarak ona yalvarın. Sizi baştan yarattığı gibi yine ona döneceksiniz.”


Allah bir takımını doğru yola kabul etti. Bir takımı da sapkınlığı hak etti. Çünkü onlar Allah’tan önce o şeytanları kendilerine dost edindiler. Üstelik kendilerini doğru yolu tutmuş sanırlar.
(A’raf 7/27-30)



İtiraf etsin veya etmesin her insan Allah’ı kabul ettiği için bütün sapıklıklar, Allah ile kendi aralarına başka dostlar, başka ilahlar koyarlar.



Doğru din, fıtrat ile örtüştüğü için fıtratı esas alarak değerlendirme yapacak olursak insanların üçe ayrıldığını görürüz; bir bölümü fıtrata uyar, bir bölümü uymaz, bir bölümü de kararsız kalır.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10. November 2012, 04:24 AM   #5
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

4.1. Fıtrata Uyanlar

Bütün peygamberler insanlara “Allah’tan başkasına İbadet etmemelerini[7]“ söylemişlerdir. “İbadet” sözlükte taat anlamına gelir. Taat boyun eğmek demektir, daha çok “emre uymak ve izinden gitmek.” anla*mında kullanı*lır[8]. Türkçe’de buna kulluk ve kölelik denir.


Allah’tan başkasına İbadet etmemek, ondan başkasına kul ve köle olmamak demektir. Bu da hürriyetin doruk noktasıdır. Fıtrat hür olmayı gerektirir. Ama insanlar, güçlerinin yettiğini kendilerine köle et*meğe, güç yeti*remediklerine de köle olmağa yatkındırlar. Erginlik çağına girmiş kişi imtihan gereği, iç ve dış baskılarla yüz yüze gelir. Kendi iç dünyasından ve dışardan gelen bu baskılar onu zihinsel ve duygusal köleliğe iterler. Bunlar fıtratı bozmaya yönelik baskılardır.

Uyulması gereken fıtrattır. Fıtrat, varlıkların temel yapısını ve bu yapıyı oluşturan yaratılış, değişim, gelişim ilke ve kanunlarını ifade eder. İnsanların, hayvanların, bitkilerin, yerin, göğün hasılı her şeyin yapısı ve işleyişi buna göredir. İnsanın içinde ve çevresinde görüp durduğu âyetler fıtrat âyetleridir. Kur’ân ise fıtratın “kelâma” dönüşmüş halidir.


İmtihan hür ortamda yapılır. İnsan, karar alırken de uygularken de hürdür. Fıtrattan edindiği bilgiler sayesinde yaptığının iyi mi kötü mü olduğunu fark eder. Kendine zorla yaptırılan şeylerden de sorumlu tutulmaz. Bu durumda insanın sahip olduğu üç şey ortaya çıkmaktadır.


Birincisi; karar alma hürriyetidir. İnsanın aklı ve kalbi vardır. Kalp karar organı; akıl onun yanında, fıtrata uymayan şeyleri ayıklamakla görevli uzmandır. Karar, akla uyarsa fıtrata da uyar. Bir hata yapılırsa kolaylıkla anlaşılır ve düzeltilir.

Akıl ve kalp, kişinin alabildiğine hür olduğu sahadır. Burada verilen karara kimse karışamaz.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. İçinizde olanı açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çekecektir. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder. Allah’ın gücü her şeye yeter.”(Bakara 2/284)


İçinde olan ile içinden geçen aynı değildir. İçinde olan; iman, küfür, sevgi, nefret, kin, iyi niyet gibi şeylerdir. İçinden geçenler ise şeytan vesvesesi, duygular, istekler, beklentiler ve diğerleridir. İçte olana engel olunabilir, ama içinden geçene engel olunamaz.

Dinin özü imandır. İmanın temeli de onu içten kabul etmek, yani kalp ile tasdiktir. Kalpteki tas*diki bir o kişi, bir de Allah bilir. Orası in*sanın en hür olduğu yerdir. Bu se*beple hiç kimse bir inancı kabule veya inkara zorlanamaz. Çünkü bu, fıtrata aykırıdır.

Allah Teâlâ şöyle buyu*rur:



“Dinde zorlama olmaz; doğru ile eğri birbirinden iyice ay*rıl*mıştır. Kim azgınları tanımaz da Allah'a inanırsa kop*mak bilme*yen sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah işitendir, bilen*dir.”
(Bakara 2/256)


İnsan İbadete de zorlana*maz. Çünkü İbadet için ni*yet ge*rekir. Niyet, bir şeye içten karar vermek*tir. “Ameller ni*yetlere gö*redir[9].” Bir İbadetin ne maksatla yapıldığını, tam olarak bir o İbadeti yapan bir de Allah bilir. Niyetsiz İbadet yapı*lamadığından zorla İbadet olmaz. Birisine zorla namaz kıldırılabilir ama niyet et*mezse na*maz kılmamış, bo*şuna yatmış kalkmış olur. Bu da bir şeye yaramaz.


Davranışlara yön veren, insanın içinde olanlardır. Kalbinde iman olduğu halde baskılar sonucu farklı davrananın sorumlu tutulmaması bu yüzdendir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


Kim inandıktan sonra Allah’ı görmezlikten gelir, kâfir olursa … kalbi iman ile huzur bulmuşken baskı altında bırakılmış başka; ama kim içini küfre açarsa üstüne Allah’ın gazabı çöker. Onların payına düşen büyük bir azaptır.”(Nahl 16/106)


İkincisi; yaptığı şeyin farkında olmaktır. Büyüdüğünü ispat için sigara içen çocuk gibi fıtrata uymamak da kişiye cazip gelir. Ama o, bunun yanlış olduğunu bilir.

Allah Teâlâ şöyle buyurur,

“(Nefse) isyankâr*lı*ğını ve takvâsını ilham ede*nin hakkı için, onu arındıran gerçekten um*du*ğuna kavuşmuş, kirle*tip karartan da kaybetmiş olur.”(Şems 91/8-10)

Fıtrata aykırı davranan, önce irkilir, sonra ya vazgeçer ya da devam eder. Onu irkilten, Al*lah’ın “(Nefse) is*yankârlığını il*ham et*me*si”dir. Bu, ona yapılan uyarı; “yanlış yapıyorsun” uyarısıdır. İsyandan sonra da bir iç sıkıntısı duyar; bu da onu tevbeye teşviktir.

Takvâ, kendini kötü duruma düşmekten korumak demektir. Bu, iyi bir davranıştır. İyi davranışlar insanın içini rahatlatır. Bu da Allah’tan ona bir ilham yani “(Nefse) takvâsını ilham”dır.
Vabısa b. Mabed di*yor ki; Muhammed sallal*lahu aleyhi ve selleme gittim; “iyilikten ve günahtan sormaya mı geldin? “ dedi.

Evet, dedim.

Parmaklarını bir araya getirip göğsüne vurdu ve üçkere şöyle dedi: “Nefsine danış, kalbine danış Va*bısa! İyilik, nefsin yatış*tığı, kalbin yatıştığı şeydir. Günah da içe dokunan ve göğüste te*reddüt do*ğuran şeydir. İsterse in*san*lar sana fetva vermiş, yaptığını uygun bul*muş ol*sunlar[10]. ”


Doğru karar veren kişinin içi rahat olur. Kararını uygularken de mutluluk duyar. Yanlış karar ise, hem karar verme süreci içinde hem de uygulama esnasında kişiyi rahatsız eder. Çünkü fıtrata aykırıdır.

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kimler inanır, iyi işler yapar, namazı dosdoğru kılar ve zekatı verirlerse; onlara Rableri katında ödül vardır. Üstlerinde ne bir korku olur, ne de üzülürler.”(Bakara 2/277)



Üçüncüsü; tezekkürdür. İç ve dış dünyadaki âyetlerden edinilen bilgileri zihne yerleştirmek ve kullanıma hazır halde tutmak gerekir. Bu tür bilgiye zikir denir. Onu kalbe ve dile getirme ve hatırlama da zikirdir[11]. Bu bilgilerin yanlışları da olur. Aklını kullananlar o yanlışları ayıklayabilirler. Onların doğru olanları ile Allah’ın kitabı arasında tam bir uyum bulunur. Bu sebeple Kur'ân'ı okuyan her insanın içinde ona karşı bir güven ve tatmin duygusu oluşur.



Peygamberler insanları tezekküre çağırmışlardır. Tezekkür, zihinde var olan bilgiyi harekete geçirmektir. İbrahim aleyhisselam puta tapanlara “tezekkür etmez misiniz[12]?” derken “Fıtrattan edindiğiniz bilgilerle benim sözlerimi karşılaştırıp yaptığınız yanlışı görmez misiniz?” demiş olmaktadır. Bu onları, iç muhasebesi yapmaya çağırmadır.



Fıtrattan alınan doğru bilgi zikir olduğu gibi ilâhî kitapların ortak adı da zikirdir[13].

Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Bilin ki kalplerin yatışıp rahatlaması Allah
’ın zikri ile olur.” (Ra’d 13/28)


Allah Teâlâ Kur’ân ile ilgili şöyle buyurur:

“O Zikri biz indirdik. Ne olursa olsun onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr 15/9)


Allah’ın elçileri, insanlarda var olan doğru bilgileri harekete geçirdikleri yani evrensel doğruları söyledikleri için etkili olmuşlardır. Herkese Allah’ın bir elçisinin tebliği ulaşmayabilir. Bu açıdan insanlar iki kısımdır. Bir kısmı bir elçinin tebliğini almış, ikinci kısmı ise böyle bir tebliğ ile muhatap olmamış olur.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10. November 2012, 04:25 AM   #6
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

4.1.1. Kendine Tebliğ Ulaşmamış Olanlar

Kendine bir elçinin tebliği ulaşmamış olanın sorumluluğu fıtrata uymakla sınırlıdır. Fıtrata uymak, şirke karşı yani Allah’tan başkasına kul olmaya karşı direnmeyi gerektirir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


“Allah kendisine ortak koşulmasını bağışla*maz, bunun dışında olanı dilediği kimse için bağışlar.”(Nisa 4/48)

Allah’ın varlığının ve birliğinin delili her yerde sayısız miktarda olduğu halde ortak koşulanlarla ilgili bir delil yoktur. Bu konuda tek dayanak gelenektir. Allah Teâlâ şöyle buyu*rur:

“Onlara, “Allah ne indirmişse ona ve o Elçi’ye gelin.” denince şöyle derler: “Atalarımızda ne bulmuşsak o bize yeter”. Ya ataları bir şey bil*mez, doğru yolu da tutmaz kimseler idiyse?”(Mâide 5/104)


“İyi bilin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. Öyleyse Allah’ın yakınından ortaklara yalvaranlar neyin peşindedirler? Onların peşine takıldığı sadece kuruntudur. Onlar sadece yalan söylerler.”(Yunus 10/66)

Aklını kullanan bu batağa düşmez. Çünkü (Allah) o pisliği aklını kullan*mayanların üs*tüne bırakır.”(Yunus 10/100) Bu sebeple insana tebliğ ulaşsın veya ulaşmasın, onun bağışlanmayacak günahı, şirk günahıdır. Yukarıda geçen ilgili âyetlerden birini burada tekrarlayalım.



“Şunu diyemezsiniz: “Önceden ortak koşanlar babalarımızdı. Biz ise onlardan sonra gelen bir nesil idik. O batıla sapanların işlediklerinden ötürü bizi yok mu edeceksin?”(A’raf 7/173)

Kendine peygamber tebliği ulaşmamış olanlar, bir peygamberden öğrenilebilecek şeylerden sorumlu olmazlar. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyu*rur:
“Allah
, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.”(Bakara 2/286)



Bu konu ile ilgili olarak “Cennete Kimler Girer” başlıklı yazının da okunması yararlı olur.

4.1.2. Kendine Tebliğ Ulaşmış Olanlar



Kendine Allah’ın elçisinin tebliği ulaşan kişi önce o elçiyi sorgulamalıdır. Çünkü Allah her elçiye, elçiliğini ispatlayacak belge vermiştir. Taklidi mümkün olmadığı için o belgeye mucize denir. Mucizeyi gören kişi, Allah’ın ona elçilik görevi verdiğini gözüyle görmüş gibi kavrar. “Eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh.” Yani “Ben şahitlik ederim ki, Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir.” dememiz bundandır. Onun mucizesi olan Kur’ân’ı anlayan herkes bu kanaate varır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:


“Doğru yol kendisi için apaçık belli olduktan sonra kim o elçiden ayrı düşer ve müminlerin yolundan başka bir yola girerse onu gittiği yolda bırakır ve cehenneme sokarız. Ne kötü hale gelmedir o!”(Nisa 4/115)


Fıtrata uyanlar, benliklerini koruyan, doğru olduğu için dine uyanlardır. Allah Teâlâ bunlarla ilgili olarak şöyle buyurur:

“Rabbimiz Allah'tır diyen, sonra doğru davrananlar.. onların üzerlerine melekler iner ve «korkmayın, üzülmeyin, size söz verilmiş cennet ile sevinin» derler.
Biz dünya hayatında da ahirette de sizin dostlarınızız. Ahirette sizin için canınızın çektiği her şey vardır. Sizin için orada istediğiniz her şey vardır.
Bu, bağışlaması ve ikramı bol olan Allah tarafından bir ziyafet olarak verilecektir.
Allah'a çağıranın, iyi işler yapanın ve «ben müslümanım» diyenin sözünden daha güzeli kimin sözüdür?” (Fussilet 41/30-33)




4.2. Kararsızlar



Kendi arzularına uygun olarak yaşamak isteyenler, Allah’ın her şeyi vermesini ama emir vermemesini isterler. Bunlardan bazıları da Allah’a kulluğu, isteklerinin kabulüne vasıta sayarlar. İşler iyi giderse sevinir, dine sarılırlar.


Kötü giderse umutsuzluğa kapılır, yoldan çıkarlar. Bunlar dine, doğru olduğu için değil, menfaatlerine uygun düştüğü için uyarlar. Menfaatleri bozuldu mu kararları değişir, çareyi başka kapılarda aramaya başlarlar. Onun için bunlara kararsızlar demek uygun olur. Bununla ilgili olarak “Müşrikin Din Anlayışı” bölümünü okumak gerekir.

4.3. Fıtrata Uymayanlar



Allah Teâlâ şöyle buyurur: Sizi yaratmış olan, sonra size rızık veren, sonra canınızı alacak olan, sonra yeniden diriltecek olan Allah’tır. Ortaklarınız içinde bunlardan birini yapan var mıdır? Allah, onların ortak koştuklarından uzaktır ve yücedir.


İnsanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozulmalar ortaya çıktı. Bu, yaptıklarının bir kısmı-nı onlara tattırsın diyedir. Belki vazgeçerler.
De ki: «Yeryüzünde gezip dolaşın da bakın ki, bundan evvelkilerin sonu nasıl olmuştur?» Onların çoğu müşrik kimselerdi.
Sen yüzünü o doğru dine yönelt. Bunu Allah tarafından gelecek olan ve savma imkanı olmayan bir günden önce yap. İnsanlar o gün bölük bölük bölüneceklerdir.
Kim kâfir olursa kâfirliği kendi aleyhinedir. Kim de iyi iş yaparsa kendileri için hazırlık yapmış olurlar.”(Rum 30/40-44)


İnsanların çoğunun müşrik olması, çoğunun fıtrata uymaması demektir. Müşrik, ortak koşana denir. Ortaklık en az iki şey arasında olur. Bunlardan biri daima Allah’tır; ikincisi değişir.



Bazen değer verilen bir varlık, bazen de bir ruhani olur. Allah’a ortak sayılan bu varlıklara, Allah’a ait özellikler yakıştırılır. Allah ile bitecek işin, ancak onların araya girmesi ile olacağına inanılır[14]. Böylece kişi, Allah’tan önce bu aracıya kul olur.

Çünkü aracılar yarı insan, yarı tanrı sayılırlar. Hıristiyanların 451’de Kadıköy’de toplanan dördüncü ökümenik konsil’de İsa aleyhisselamın “.. mükemmel Tanrılığa ve mükemmel insanlığa sahip, gerçek Tanrı ve gerçek insan olduğuna[15] karar vermeleri bundandır.


Bu, aklın ve fıtratın kabul edemeyeceği bir iddiadır. Bu sebeple bu tür inançlara sahip olanlar akıllarını kullanmaya yanaşmaz, uydurma iddialar, telkinler ve manevi baskılarla insanları şartlandırmaya çalışırlar.


İnsanlardan bir kısmı da kendilerini tanrılaştırarak Allah’tan önce kendilerine kul olurlar.

__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 10. November 2012, 04:26 AM   #7
sevginur
Uzman Üye
 
sevginur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2012
Mesajlar: 300
Tesekkür: 477
198 Mesajina 387 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
sevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud ofsevginur has much to be proud of
Standart

4.3.1 Kendine Kul Olanlar

Kendine kul olanlar, gönüllerince yaşamak isteyenlerdir. Karşılarına Allah’ın bir elçisinin tebliği ile çıkılınca çok rahatsız olurlar. Çünkü Allah’ın her şey vermesini ama emir vermemesini isterler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Allah’ı ve elçilerini görmezlik ederek kâfir olan, Allah’la elçilerinin arasını ayırmak isteyen, birine inanır diğerini tanımayız diyen ve ikisi arasında bir yol tutmak isteyenler… Onlar hak ederek kâfir olanlardır. O kâfirlere aşağılayıcı bir azap hazırlamışızdır.”
(Nisa 4/150- 151)

Allah’ın Elçisini kabul etmeyen biriyle yaptığımız bir görüşme şöyledir:
- Benim Allah’ıma inancım sonsuzdur.
- Allah’a herkes inanır, bu her insan için kaçınılmazdır.
- Zaman zaman Allah’ıma sığınır, onun yardımını isterim. Böyle yapınca rahatlar, mutlu olurum.

- Bunu herkes yapar. Zor olan Allah’ın emirlerine yani Elçisinin tebliğine uymaktır. Siz Elçiye uymak yerine gönlünüzce yaşamak istiyorsunuz değil mi?
- Elbette. Hayat benim hayatım; buna kim karışabilir?
- O hayatı veren Allah karışamaz mı?
- … ?!
Bunların bir kısmı Allah’ın emirlerini sınıflara ayı*rır, kimini uygun görür, kimini görmezler. Bazıları kendilerini Tanrıtanımaz saydıkları için onları ikiye ayırarak inceleyeceğiz.

Kendine kul olanların bir kısmına tanrıtanımaz yani ateist denir. Bunların bir kısmı önder kişiler, bir kısmı da onların takipçileridir. Önderler, fıtrata uyma yerine fıtratı kendilerine uydurmaya çalışır, görüş ve teoriler üretirler. Kimileri de itibarını kaybetme korkusuyla ateizme sarılırlar. Bunların ortak yönü, kendi arzu ve heveslerine uygun bir dünya kurmak veya böyle bir dünyada yaşamaktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kendi arzusunu kendine tanrı edineni görmedin mi? Bilgili olduğu halde Allah onu sapık saymış, kulağında ve kalbinde izler, gözünün önünde perde oluşturmuştur. Allah sapık saydıktan sonra onu kim yola gelmiş kabul edebilir? Hiç düşünmez misiniz
?
(Câsiye 45/23)

Bunlar kendine aşık, kendini kainatın merkezi gören ve kendi doğrularını evrensel doğru sayan, dünyası dar, çözemediği problemler sebebiyle huzursuz ve hırçın kimselerdir. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Kendi arzusunu kendine tanrı edineni görmedin mi? Ona sen mi vekil
olacaksın?Yoksa sen zannediyor musun ki, onların çoğu söz dinler veya aklını çalıştırır?

Onlar; en’âm[16] gibidirler; hayır, daha düşük seviyededirler.”
(Furkan 25/43-44)

Koltuğunu kaybetme korkusuyla ateizme sarılanların işi daha da zorlaşır. Bunların karşısına hangi delille çıkılırsa çıkılsın aldırmazlar ve hırçınlıkları artar. Nitekim bunlardan biri olan Firavun, Musa’nın Allah’ın elçisi ol*duğundan şüphe duymadığı halde onu kabul etmemişti. Konuyla ilgili âyet şöyledir:

“Belgelerimiz bütün açıklığı ile onlara gelince: “Bunlar apaçık büyüdür” dediler.

Belgeleri içten kesin olarak anladıkları halde zalim*likten ve büyüklük taslamadan dolayı, onlara karşı inkarcılık yaptılar.”
(Neml 27/13-14)

Firavun’un tanrıtanımazlardan olduğunu şu âyetlerden anlıyoruz:

Musa dedi ki, "Bak, Firavun! Ben âlemlerin Rabbinin bir elçisiyim.
Bana düşen, Allah'a karşı gerçek dışı bir şey söylememektir. Size Rabbinizden bir mucize getirdim, İsrail oğulları
nı benimle beraber gönder.(A’raf 7/104-105)

“Firavun dedi ki: "Alemlerin Rabbi de neyin nesi oluyor?"

Dedi ki, kesin olarak inanacaksanız, o göklerin, yerin ve ikisinin arasındaki her şeyin Rabbidir."

Çevresinde bulunanlara dedi ki, "İşitmiyor musunuz?"

Musa
devam etti: "O sizin de Rabbiniz, önceki atalarınızın da Rabbidir."

Firavun dedi ki, "Size gönderilen elçiniz gerçekten delidir."

Musa dedi ki: "Eğer aklınızı kullanabilirseniz o, doğunun, batının ve bu ikisinin arasında olanların Rabbidir.

Firavun dedi ki: "Hele benden başkasını tanrı edin, ant olsun seni zindanlıklardan biri yaparım.
(Şuarâ 26/23-29)

Firavun önce akıllı, sabırlı, bilgili ve güçlü görünüp Musa aleyhisselama cevap vermeye çalıştı. Başarılı olamayınca hırçınlaştı ve aşırı tepkiler gösterdi. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Firavun'a belgelerimizin hepsini gösterdik. Ama o, yalana saptı ve direndi.

Dedi ki, “Sen büyünle bizi toprağımızdan çıkarmaya mı geldin, Musa?

Ne olursa olsun, sana onun dengi bir büyü getireceğiz. Bizimle senin aranda bir buluşma yeri belirle. Düz bir yer olsun ki, ne biz cayalım, ne de sen.”


Musa dedi ki, “buluşmamız bayram gününüzde, insanların toplandığı kuşluk vaktinde olsun.”
(Taha 20/56-59)

Firavun
: “Bana bütün bilgin büyücüleri getirin” dedi. (Yunus 10/79)

(Büyücüler ve halk toplandı, gösteri başladı.)
“Musa büyücülere: “Ne atacaksanız atın” dedi.

İplerini ve değneklerini attılar ve “Firavun’un gücü adına üstün gelen biz olacağız” dediler.”
(Şuarâ 26/43-44)

“..değnekleri ve ipleri, büyüleri yüzünden, Musa'ya sanki yürüyorlarmış gibi geldi.”
(Taha 20/66)

“Musa
da değneğini attı; birden, onların uydurduklarını yutmağa başladı.” (Şuarâ 26/45)

“Hak yerini buldu, onların yaptıkları da boşa gitti.

Orada yenildiler ve küçük düştüler.”
(A’raf 7/ 118-119)
“Büyücüler hemen secdeye kapandılar.


“Biz âlemlerin Rabbine inandık.

Musa'nın ve Harun'un Rabbine” dediler.

Firavun
dedi ki: “Ona inandınız ha? Ben size izin vermeden!.. Muhakkak o sizin büyüğünüzdür; size büyüyü öğreten odur. Yakında iyice öğreneceksiniz. Ellerinizi ayaklarınızı, çaprazlama keseceğim ve hepinizi asacağım.” (Şuarâ 26/46-49)

“Büyücüler dediler ki: “Biz seni, ne bize gelen apaçık mucizelere üstün tutarız ne de bizi yaratana. Haydi ne karar vereceksen ver. Sen, ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin.


Biz Rabbimize inandık ki, hem hatalarımızı hem de bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlasın. Allah'ın vereceği daha iyi ve daha kalıcıdır.”
(Taha 20/72-73)

“Firavun dedi: “Bırakın beni Musa'yı öldüreyim; o da Rabbini çağırsın bakalım. Çünkü korkarım o, sizin dininizi değiştirir veya bu toprakta karışıklık çıkarır.”


Musa
şöyle dedi: “İşte ben, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım. Hesap gününe inanmayan her kibirlinin şerrinden. (Mümin 40/26-27)

Bunlar Allah’ın varlığını bilirler ama açığa vurmak istemezler. Ümitlerinin kaybolduğu, gizlemenin bir anlam taşımadığı zaman bunu açığa vururlar.

“… Firavun boğulmayla yüz yüze gelince dedi ki, “İsrail oğullarının inandığından başka tanrı olmadığına inandım, artık ben ona teslim olanlardanım.”
(Yunus 10/90)

Bunların arkasından gidenler de bunlar gibi değerlendirilirler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:

“Firavun kavmini küçümsedi ama, onlar ona boyun eğdiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir kavim idiler.”
(Zuhruf 43/54)

Kendine kul olanların tamamı Allah’ı bilirler. Yukarıda anlatılan tanrıtanımazlar yani ateistlerin görüntüde bir farkı vardır ama aslında onlar da bu gurupla aynıdır. Kendine kul olanların başında İblis gelir. Allah, Adem’e secde emri verince İblis, kendi şartlarına uygun görmediği için secde etmemişti. Konu ile ilgili âyetler şöyledir:

“Bir gün Rabbin meleklere dedi ki: “Ben, kurumuş çamurdan, değişken kara balçık*tan bir insan yaratacağım. Onu düzenleyip içine ruhumdan üflediğimde ona secde edin.” Bütün melekler hemen topluca secde ettiler; İblis öyle yapmadı, secde edenlere katılmamakta direndi. Allah dedi ki: “İblis! Senin neyin var ki, onlarla birlikte secde etmedin?” Dedi ki, “Kurumuş çamurdan, değişken kara balçıktan yarattığın insana secde edemem.” Allah dedi ki, “Öyleyse çık oradan, çünkü sen kovuldun.”

(Hicr 15/28-34)

“O, direnmiş, büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu.”
(Bakara 2/34)

İblis, Adem’e değil, Allah’a karşı büyüklenmişti. Çünkü uygun bulmadığı Allah’ın emriydi. Bu yüzden Allah ona

, “..İn oradan, orada büyüklenmek sana düşmez; çık, sen alçağın te*kisin”
demişti.(A’raf 7/13)

İblis, Allah’ın ne varlığını, ne de birliğini inkar etmiştir. Sapık sayıldıktan sonra bile şöyle demiştir:

“..Doğrusu ben Allah’tan korkarım, Allah’ın cezası pek ağırdır.”
(Enfâl 8/48)

İblis ahirete de inanır. Çünkü kovulunca şöyle demişti:

“Rabbim! Hiç olmazsa, tekrar dirilecekleri güne kadar bana süre tanı.”
(Hicr 15/36)

İblis’in kâfirliği, Allah’a şart ileri sürmesi ile başladı ve artarak devam etti. Çünkü Allah’a şart ileri sürmek, kendini o konuda onunla eşit görmektir. Bu da kendini tanrılaştırmaktan başka bir şey değildir. Büyüklenmenin en kötüsü işte budur.
__________________
De ki: “Ey kâfirler!
Ben sizin taptıklarınıza tapmam/ Ben sizin yaptığınız ibâdeti yapmam.
Siz de benim taptığıma tapıcı değilsiniz/ Siz de benim yaptığım ibâdeti yapmazsınız.
Ve ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim/ Ben asla sizin yapmış olduğunuz ibâdeti yapıcı değilim. Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz/ Siz de benim yapmakta olduğum ibâdeti yapıcı değilsiniz.
Sizin dininiz sadece sizin için, benim dinim de sadece benim içindir.”
Kâfirûn Sûresi
sevginur isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
bildiğimiz, doğru, işığında, kur’an, yanlışlar


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 04:08 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam