hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > MAKALELER(DİNİ ve SİYASİ) > Makaleler

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 22. September 2008, 03:29 AM   #1
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.094
Tesekkür: 3.632
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Hukuk Kurallarının Koyucusu: İnsan İradesi
Yukarıda vurgulandığı şekliyle hukuk kurallarının, bir emir, yasak veya izin içerdiğini, bu kuralların konusunun bir insan davranışı olduğunu ve bunlara iznin yine insanlar tarafından verildiğini ifade ederek, bu bağlamda da hukuk kurallarının yaratıcısının bireysel irade olduğunun altını çizelim. Kısacası hukuk kuralları, insan iradesi tarafından yaratılan ve ortaya konulan olgulardır. Dolayısıyla insan iradesi tarafından konulmayan bir yaptırım da hukuk kuralı olamaz . Bu şu anlama gelir ki, bir irade tarafından, en azından bir insan iradesi tarafından konulmayan tabiî hukukun ilkeleri birer hukuk kuralı değildirler. Hukuk kuralı insan iradesinin bir ürünüdür; kural koyan irade yoksa kural da yoktur .

İnanç ve din boyutu
Dinler açısından irade, bir Tanrı gücüdür.
Origenes’in ünlü teslisi (üçleme) şöyledir: “İnsanda Akıl, Tin ve İrade olmak üzere üç Tanrısal öğe vardır ve insanın başlıca özelliği, özgür bir iradesinin bulunmasıdır
İnsanoğlunun varoluşundan günümüze dek, “kader” ve “irade” kavramları üzerinde düşünmeye ve fikir üretmeye başladığında, bireysel ve toplumsal boyutta kendine sorduğu ve yanıtlarını aradığı temel soruları genelde değişmemekte olup, bunlar:
• Bir Tanrının varlığına inanmamız gerekli midir?
• Tanrı var ise, kaderin belirlenmesi ve gerçekleşmesi yalnız onun tekelinde midir?
• Kadere, bireyin iradesinin etkisi var mıdır? Eğer varsa sınırları nedir? Birey, kendi kaderini değiştirme şansına veya becerisine sahip midir?
• Eğer her şey Tanrının iradesinin altında belirleniyor ve gerçekleşiyor ise, bireyin sorumluluğu söylemi anlamsız olmuyor mu?,
şeklinde sıralanmaktadır.
İnsanın varoluş öyküsüyle birlikte, akıl, sezgi ve şüphe silahlarını kullanarak yanıtlamaya çalışıp, çözüm arayışlarına girdiği yukarıdaki soruları, daha da çeşitlendirmek olasıdır. Bu soruların yanıtlarının dayandığı temel etmenler, kader ve iradenin, birey ve toplumlarca nasıl anlaşıldığı veya modellendiği ile ilgili olduğundan, önce din felsefesinin bu soruna yaklaşımına bakalım. Din felsefesinde bu sorunun çözümüne ilişkin üç farklı görüş genelde egemen olmuştur. Bu görüşlerden:
Birinci görüş, katı kaderci görüştür. Bu görüşe göre varolan her şey ile ilgili olup, bütün durumlar ve olaylar Tanrının takdirindedir. Olayların bireyin iradesine bağlı olmadan, Tanrı tarafından önceden değişmez bir şekilde belirlendiğine inanan bu katı görüşe göre, iyilik ve kötülük Tanrı’dandır. Bu görüşe göre insanın hiç bir özgürlüğü olmayıp kaderi karşısında boyun eğmeye mecburdur.
İkinci görüş, iradeci görüş olup, birinci görüşün neredeyse tam tersini öne sürmektedir. Bu görüşe göre, bireyin tam bir özgür iradeye sahip olup, bütün eylemlerinden sorumludur. Aksi halde bireyin yaptığı kötü işlerinde, Tanrının iradesi ve kulunu mecbur edişi söz konusu olur. Bu durumda Tanrı, zorla yaptırdığı kötü bir davranış ve eylemden dolayı kulunu sorgulayıp sonra da cezalandıran, ona zulmeden durumuna düşer ki, Tanrı, tanımı gereği böyle vasıflandırılamaz. Bu görüşe göre, bireyin karar verebilecek, eylemlerini seçebilecek irade gücüne ve akla sahip oluşundan dolayıdır ki, eylemlerinden bireysel olarak insanın kendisi sorumludur.
Üçüncü görüş, din felsefesinde savunulan son görüş olup, orta bir yol izlemekte ve yukarıdaki iki görüşten bir sentez oluşturmaktadır. Bu görüşe göre kader, Tanrının elinde kapsayıcı, bütün olan (irade-i külliye) ve bireyin elinde sınırlı olan (irade-i cüzziye), olmak üzere ikiye ayrılır. Birey kendi elinde olan sınırlı iradesiyle neyi ne kadar ve nasıl isterse; Tanrı da onu yaratır. Bu görüş, Tanrının meydana gelecekleri, bireyin seçimlerini, ezelden beri biliyor olmasının, bireyin iradesini kullanmasına mani olmadığını savunur. Bireyin bir durum karşısında seçim yapması, o olayın Tanrı tarafından ezelden beri bilinmemesinden değil, bireyin sınırlı iradesi ve kendi özgür seçiminden ileri geldiği, bu görüş tarafından savunulur.

Konuyu kader kavramı yönüyle biraz daha açmaya çalışırsak, bireylerde ortaya çıkan eylem ve hareketler iki türlüdür. Bunlar:
1. İsteğe Bağlı eylemler: Yapmak ve yapmamak bireyin elindedir. Birey, irade-i cüzziyesi ile bunu ister, Tanrı’da yaratır. O yüzden birey, kendi yaptığı işlerden sorumlu olur. Okumak, ders çalışmak, namaz kılmak, içki içmek... gibi. İnsan, kendisinde bulunan ve bir bütün olarak kabul edilen iradesini kullanarak bu hareketleri yapar ve bunları kendisi için iradi fiil haline getirir. Örneğin, bireyin önünde gece kulübüne, sinemaya, ibadet mekanına veya kütüphaneye gitmek veya gitmemek şeklinde tercihler bulunsa, insanın bunlardan birini tercih etmesi istense, bu taktirde insanda hem külli iradenin, hem cüz'i iradenin varlığı görülür. Söz konusu insan, bu mekanlardan birine gidip gitmeme noktasında külli, bunlardan birini tercih ettiğinde ise cüz'i iradesini kullanma halindedir.
Gerçekte insan yaşamı, sürekli bir tercihler zinciri şeklinde devam edip gitmektedir. İnsan kendisinde bulunan irade-i cüzziyesiyle Tanrı'nın emirlerine uygun veya ters tercihlerde bulunur. Tanrı da, bireyin tercihine uygun olarak o fiilleri yapma kudretini yaratır. O fiilleri isteyen ve yapan birey, eylem ve fiillerinden de sorumlu olur. Bu eylemlerinde kendisi tercih yaptığından, eylemlerinde mecbur değildir. Böylece bu yönüyle yapılan tercihler, hayat boyu bireyin uygulamaları ve yaşam tarzını oluşturur.
2. İsteğe Bağlı olmadan yapılan eylemler (refleks hareketler): İnsanların kendi iradesi ve isteği olmadan oluşan eylem ve hareketlerdir. İnsanın acıkması, hasta olması, unutması ve yanılması gibi hareket ve eylemler olup, bu olgular iradenin etki ve kapsama alanına girmeyen eylemlerdir.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 22. September 2008, 03:30 AM   #2
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.094
Tesekkür: 3.632
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

HÜR-ÖZGÜR İRADE KAVRAMI
Hür İrade, konuyu bilerek karar verme gücünden başka bir şey değildir.” Engels
SOKRAT, öğrencilerini yetiştirirken "okuduklarınızı ve duyduklarınızı değil, kendi öz düşüncelerinizi, kendi içinizde olup bitenleri söyleyin. Başkalarının ağaçlarından meyve yeme alışkanlığından sıyrılarak, kendi bahçenizin fidanlarını yetiştirin. İşte o zaman, meyve yemenin zevkini tadacaksınız" diyerek, öğrencilerinin kendi kişiliklerini ve iradelerini özgür düşünce ortamında geliştirmeye yöneltmiştir.

Akıl ve özgür irade ön plana çıkmasıyla ilk fikir çatışmaları, farklılık ve anlaşmazlıklar da su yüzüne çıkmaya başlar. Bu, bir yerde bir yığın anlaşmazlıklar olarak görünse bile insanın gelişmesinin de başlangıç noktasıdır. Yaşamda hiçbir şey, önündeki engelleri yıkmadan elde edilemez. Bir insanın gerçek varoluşunu kabullenebilmesini engelleyen şeyler, hep haz arzuları ve ıstırap korkularıdır.

İnsanlarda karar alma ve kararı yerine getirebilme özgürlüğü vardır. Karar alma bir kaç olanak karşısında bunlardan birini seçebilme serbestisidir. İnsan bu yetkiyi küçüklüğünden beri kendinde bulur. Dolayısıyla düşünce özgürlüğü ve bunu uygulama yani hür irade doğal olarak insanda doğuştan vardır. Ancak hür irade insanın; her istediğini yapması, başkalarının zararına da olsa hür düşündüğünü uygulamaya koyabilmesi değildir. Oysa hangi tür özgürlük olursa olsun, insanlara hiç bir zaman ve mekanda sınırsız olarak verilmemiştir. Zira sınırsız özgürlük fayda yerine zarar getirdiği gibi, toplumu fikir, düşünce ve ahlâk kargaşasına ve yozlaşmaya götürür. Tıpkı, “Demokrasilerde de, demokrasiyi yok etme özgürlüğü bulunmaması” gibi...
Tasarladığımız bir eylemi, düşünceye uygun olarak gerçekleştirebilme, ancak iç ve dış koşulların uygunluğuyla mümkün olur. Örneğin, fiziksel bedeni koşulları uygun olmayan bir şahıs, ne kadar çok parası olursa olsun içki içemez. Buna karşı parası olmayan insan da, beden yapısı ne kadar uygun olursa olsun içki içemez. Demek ki, İrade uluorta bir özgürlük değil, çeşitli koşullara bağlı ve onlarla belirlenen ve onları bilerek bir karar verme özgürlüğüdür.

Nedensellik ilkesine göre evrende oluşan her hareketin bir nedeni olmak zorundadır ve ortaya çıkan hareket veya enerji de başka sonuçlara neden teşkil etmektedir. Filmi geriye doğru oynattığımızda, evrende ilk atomun ya da ilk enerjinin oluşum anı, yine evrendeki son atomun ya da son enerjinin oluşumunun veya yok olmasının nedeni olmaktadır. Kısacası katı ve değiştirilemez bir neden - sonuç ilişkisi içinde kesin ve değiştirilemez bir kader kavramı ortaya çıkmakta olup, böyle bir evren modelinde, özgür iradeden bahsetmek doğru mudur acaba?
Bu yaklaşımda yanılgı, filmi geriye oynattığımızda olanın, yanlış algılanmasında yatmaktadır. Eğer, evrenin tüm yaşamını filme alır ve tersten oynatırsak, ortaya çıkan manzara bizim evrenimize ait olmaz. Örneğin kaynayan bir sudan çıkan bir buhar yığını, yoğunlaşıp aynı sırayla tekrar aynı kabın içine "bu evrende" dolmaz. Ama film geri sarıldığında bunun olduğu görülür. Bunun en önemli nedeni, bazı fizik kanunlarının, özellikle "entropi"nin "zamanda tersinmez" olmasıdır. Bu bizim evrenimizde böyledir; düzensizlik sürekli artma eğilimindedir. R. Penrose ve I. Prigogine'in dediklerine göre, "zamanın oku"nu (yönünü) yapan da bu entropi artışı veya termodinamiğin ikinci kanunu olan "maksimum entropi" ilkesidir. Demek ki zamansal olarak, kader tam da bizim tahmin ettiğimiz şekilde işlemiyor. Yani arada bir kaçak var. Fakat örneğin, Ben Goertzel'in dediği gibi bu bir "yanılsama" da olabilir ama artık bu nokta objektiflikten hızla uzaklaşır, çünkü artık felsefenin alanına gireriz
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 22. September 2008, 03:31 AM   #3
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.094
Tesekkür: 3.632
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

İRADE VE UYGARLIK ETKİLEŞİMİ
Yunan Mitolojisinde Prometheus, tanrılara karşı bir silah olarak kullansınlar diye ateşi insanlara armağan etmişti. İnsanlar da bu tanrısal gücü, Prometheus’un öcünü almada, yani insanı köle durumuna düşüren bağlardan kurtarmada, aklın ışığıyla doğayı yenmede, yeniyi, sonsuz yeniyi aramada kullandılar, kullanıyorlar da. Bu bağlamda, her yaratıcı insan bir ateş yakıcıdır. Konfüçyüs, İsa, Solon, Muhammed, Copernicus, Newton, Ganhi, Darwin, Einstein, Freud, Marx birer ateş yakıcıdır örneğin.

Her ateş yakıcı, kendinden sonraki yaratıcı atılımları için bir başlangıç noktası ve atlama tahtası olmuştur. İsa Platon’dan, Muhammed Musa’dan, Rönesans düşünürleri ise Eski Yunan’dan, Roma’dan ve İslamiyet’ten “ateş” almışlardır. Uygarlık, dünya yuvarlağının şurasında, burasında, zaman zaman yakılan ateşlerin, her türlü sınırlar ötesinde, birbirine eklenen alevleriyle beslenip gelişmiş ve gelişmektedir. Ancak, hiçbir ateş başlı başına yüzyılların sınavına dayanamamış, er geç sönüp geçmiştir. Göçüp giden nice uygarlıklar ve dinler bunun tanığı olmuşlardır. Her sönen ateşin ilerisinde ve ufkunda başka ateşler yanıp insanlığa yeni gelişme olanakları, yeni mutluluk yolları getirmesiydi, dünyamız birbirine sadece içgüdülerini, biyolojik özelliklerini geçiren hayvanlardan farksız güdük bir insan soyunun korkunç kalabalığıyla taşardı çoktan.

Uygarlık denilince, birbirinden iki farklı kavram anlaşılır:
Bir anlamıyla uygarlık, barbarlığın karşıtı olan durumu anlatmakta olup, bu anlamda “uygar toplum” denilince, “gelişme yolunda hayli ilerlemiş, ideal ölçülere hayli yaklaşmış bir topluluk” anlaşılmaktadır.
Bir başka anlamıyla ise uygarlık, “bir toplumu başka toplumlardan ayıran, onun özgün yanını ortaya koyan, yaşam biçimlerinin, kullanılan alet ve teknolojinin, çalışma biçim ve yöntemlerinin, inançların, düşünsel ve sanatsal faaliyetlerin, siyasal ve sosyal örgütlenme biçimlerinin bütünüdür.”
Bir topluluğun uygarlık aşamasına vardığını söyleyebilmek için, kendisine bazı koşulları ve nitelikleri toplamış olması gerekir. Bu koşullar kısaca:
- Her uygarlık, belli bir iktisadi yapının biçimlendirdiği bir değerler sistemidir. İktisadi yapı denilince öncelikle, insanların doğa ile mücadelesini ve o mücadelenin ortaya çıkardığı ilişkileri içine alan, doğayı aşabilmek için çalışıp, üretmek ve üretim faaliyetinde kullandıkları maddesel araçlar, teknoloji ve bu faaliyetin doğurduğu ilşkileri kapsayan üretim biçimi algılanmaktadır.
- İktisadi yapı, üretim faaliyetinde kullanılan maddesel araçlar ve teknoloji, sonuçta bütün bunları kapsayan üretim biçimiyle, insan toplulukları, uygarlığın temel yapısını oluşturmaktadır. Ne var ki, bir uygarlığı oluşturan yalnızca bu etmen değildir. Uygarlık bir yerde bu temel yapının üstüne kurulan ve onun biçimlendirdiği değerler sistemidir. Bu değerler sisteminin içine; siyasal ve hukuksal kurumlar, din, ahlak, felsefe, edebiyat, sanat, özetle bir kültürü oluşturan bütün ögeler girmektedir.

Bir ülkenin çağdaşlaşabilmesi ve belirli bir uygarlık düzeyini yakalayabilmesi, bireysel ve toplumsal sorumluluk bilincine dayanmaktadır. Öncelikle, toplumda yaşayan bir birey olarak görev ve sorumluluklarımız olduğuna inanmamız gerekiyor. Birey olarak, "böyle gelmiş, böyle gider" türü ve benzeri yerleşik yaklaşım ve anlayışlardan kendimizi arındırmamız gerekir. İstek, irade, cesaret ve kararlılığın olmadığı yerde değişim, reform ve gelişim olamaz. Bu değişim ve gelişimin itici gücü de, bireyden topluma uzanan çizgideki tutarlı, dengeli ve özeleştirisel boyutu ön plana çıkarılmış bireysel ve toplumsal iradenin varlığı ile kendini gösterir.

SONUÇ

İrade, başarının temelidir. Kaygıdan uzaklaşıp, kendine güvenmenin bir önemli bağlantısı da "irade" ile olur. Çevremize baktığımızda, öyle pek üstün zekâ veya bilgi düzeyinde olmayan, fakat sarsılmaz bir irade sahibi olmasından dolayı, büyük işler becermiş, başarılı insanlar görebiliriz.
Bireyin yapıp etmelerindeki seçeneklere kendi istem ve eğilimleri doğrultusunda karar verme yeteneği ya da gücü olan irade, insana doğuştan verilme bir yeti olmayıp, bireyin bu yetiyi yaratıcı ve etkin şekilde kullanabilmesi için bir mücadele vermesi gerekmektedir. Bu uğraş ve mücadele iki ayrı alanda söz konusudur. Bunlardan ilki ve mücadelesi daha kolay olanı, baskılara ve dış etkilere karşı olan savaşımdır. Bu savaşımı kazanabilen birey, kendisine ait tüm düşünce, davranış ve eylemlerine kendi karar verebilir. Diğeri ve daha zor olanı ise, bireyin kendi benliğine karşı olan içsel savaşımıdır. Bu savaşımın belirgin özelliği de, kişinin öncelikle dürüstlük ve cesaretle eylem ve davranışlarındaki hata ve kusurlarından dolayı, vicdan öğesini ön plana çıkararak özeleştiride bulunabilmesidir.
Merhum Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in "Gençlerle Başbaşa" isimli yapıtından irade ile ilgili bir alıntı ile konuyu sonuçlandırmak istiyorum:
"Daha iyi düşünürsek, iradeli olmak, sadece maddi ve içtimai (toplumsal) anlamda bir başarının değil, mesut olmanın bile temel şartıdır. İnsanların çoğu bindiği eşeği unutup da, kaybolduğunu sanarak pazarda eşeğini arayan Nasrettin Hoca'ya benzer. Onlar da saadetin kendi içlerinde olduğunu unutarak; onu barlarda, kahvelerde ve eğlence yerlerinde ararlar. Sen bu gaflete düşme ve inan ki, başarının sırrı gibi, saadet kuşu da kendi içimizde ve içimizin en orijinal ve en insani bir kudret kaynağı olan, irademizin altın kafesi içindedir. Saadet, define gibi bir tesadüf kazması darbesiyle bulunuveren bir nimet değildir. O ne şanstır, ne mirastır, ne piyangodur, ne servettir. Saadet, ceht ile (çaba ile) ve irademizin kuvvetiyle zapt edebileceğimiz bir kaledir. İradenin üstün kuvvetine, bunun cehtle ve iyi bir terbiye yardımı ile elde edilebilmesinin mümkün olduğuna mı inanıyoruz? Bu taktirde hayatımızın planı şu olur: Her gün biraz daha gayret... Yavaş da olsa daima iyiliğe ve kemâle doğru emin bir ilerleyiş. İradenin insan için yüksek değerine kulak asmıyor ve bunun elde edilemeyeceğine mi inanıyoruz? Bu takdirde de tutacağımız yol, ya kör talihe küserek uyuşukluğa ve miskinliğe düşmek, yahut da, hava ve hevese uyarak kendimizi hoppalık ve züppeliğin pençesine kaptırmaktır. Fakat bilelim ki, her iki takdirde varacağımız nokta aynıdır: Sefalet ve pişmanlık.”
[1] Varoluşçu felsefeye göre, nesneler ve hayvanlar kendi varoluşlarına katkıda bulunamazlar; ancak insan, kendi varoluşuna katkıda bulunabilir; insan, ne ise öyle kalmak zorunda değildir, özgür seçimlerle kendisini değiştirebilir.

Prof. Dr. Mustafa EROL
Dokuz Eylül Üniversitesi,
Buca Eğitim Fakültesi, Fizik Eğitimi Anabilim Dalı, İZMİR.


KAYNAKÇA
BENAZUS, Hanri -Düşüncenin Istırabı
DÖKMEN, Üstün ( Prof.Dr.) -Varolmak,Gelişmek,Uzlaşmak
FROMM, Erich - Erdem ve Mutluluk
GÜNYOL, Vedat-Yeni Türkiye Ardında
HANÇERLİOĞLU, Orhan - Felsefe Sözlüğü
KÖKNEL, Özcan (Prof.Dr.) - Yaşamın Zaferi
MAY, Rollo - Kendini Arayan İnsan
SAYGIN, Hasan - Kader ve İrade
TANİLLİ, Server - Uygarlık Tarihi
YILDIZ, Beyza - Çocuğun Gelişimsel Dönemleri
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 18. October 2008, 04:15 PM   #4
eğitimci
Yeni Üye
 
Üyelik tarihi: Oct 2008
Mesajlar: 1
Tesekkür: 0
0 Mesajina 0 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 0
eğitimci is on a distinguished road
Standart acele cevap istiyorum

selam.kuantum fiziği ile düşünme tarzı ile ilgileniyorum.bir arkadaş birkaç dua okuyarak kendimi prizmaya alıyorum ....gibi şeylerden bahsetti .bununla ilgili bildiklerinizi paylaşır mısınız?teşekkürler
eğitimci isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
dünyamızın, düşünce, fiziği, kontrolü, kuantum


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 11:26 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam