![]() |
|
![]() |
#1 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() |
![]()
ATATÜRK'te Millî Devlet Anlayışının Ortaya Çıkışı
ATATÜRK, 14 Eylül 1931 günü bir sohbet sırasında anlattığı aşağıdaki hatırasıyla kendisinde milliyetçilik fikrinin gelişmesini çok net bir şekilde dile getirmektedir: "Bizim neslin gençlik yıllarına Osmanlılık telkin ve etkileri hâkimdi. İmparatorluk halkını meydana getiren Türk'ten başka milletlere, bu arada yanlış bir din anlayışıyla Araplara, sarayın, ordu ve devlet ileri gelenleri arasında bulunan ırktaşlarının etkisiyle Arnavutlara özeJ bir değer veriliyor, onlardan söz edilirken 'kavmi necip' deyimi ile sıfatlandırılarak bu duygunun belirtilmesine çalışılıyor, memleketin sahibi ve devletin kurucusu olan biz Türkler, ikinci plânda gelen önemsiz halk yığınları sayılıyordu. Şair Mehmet Emin Yurdakul'un, ilk defa Manastır Askerî İdadisinde öğrenci iken okuduğum 'Ben bir Türk'üm, dinim, cinsim uludur' mısrasıyla başlayan manzumesinde, bana millî benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum. Fakat ben asıl bunu, orduya katıldığım ilk günlerde, bir Anadolu çocuğunun gözyaşlarında gördüm ve kuvvetle duydum. Ondan sonra Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağım oldu. Kendimi hiçbir zaman Osmanlılığın telkin ettiği başka milletleri öven ve Türklüğü aşağı gören eksiklik duygusunu kaptırmadım. Bakınız nasıl oldu? Kurmaylık stajı için verildiğim süvari alayı, Hayfa'da bulunuyordu. Kışla ile deniz arasında geniş bir talim alanı vardı ve piyade acemi eğitim devri yeni başlamıştı. Erleri bölgeden toplanmış Arap gençlerinden, öğretici kadro da tecrübeli ve Anadolulu kıt'a çavuşları olan Türk delikanlılarından kurulu idi. Katıldığım bölüğün alaydan yetişmiş, Makedonya Türklerinden, ileri yaşlı bir yüzbaşısı vardı. Erlere çavuşlar talim yaptırıyor, biz subaylar arada dolaşarak çalışmaları izliyor ve denetliyorduk. Yüzbaşı, çavuşlarına karşı sert davranıyor, yeni erlere karşı ise fazla şefkatli görünüyordu. Onların herhangi bir şekilde azarlanmasına, hırpalanmasına gönlü razı olmadığını ısrarla söylüyordu. Hâlbuki talimlerde, Türkçe bilmedikleri için, çavuşların söylediklerini iyi anlayamayan kimi erlerin yanlış hareketlerinin, zaman zaman çavuşların sabırlarını tükettiği, sertçe davranışlarına yol açtığı da oluyordu. Bir gün yüzbaşı, bu yolda hareketten kendini alıkoyamayan bir çavuşunu mimlemiş ve talimden dönüldükten sonra, birlikte oturduğumuz bölük komutanlığı odasına çağırtmıştı. Takım komutanıyla birlikte gelerek yüzbaşısını saygıyla ve askerce selâmlayan çavuş, yirmi beş yaşlarında dinç ve yakışıklı, ince bıyıklı, elmacık kemikleri fazla kabarık, uyanık bir Türk çocuğu idi. Yüzbaşı, onu millî onurunu ağır şekilde hançerleyen '...Türk!' sözleriyle azarlamaya başlamıştı. 'Sen nasıl olur da kavmi necibi Arap'a mensup, Peygamberimiz Efendimizin mübarek soyundan olan bu çocuklara sert davranır, ağır söz söyler, onların kalbini kırarsın? Kendini bil, sen onların ayağına su bile dökmeye lâyık değilsin...' gibi gittikçe manasızlaşan, fakat yaşlı yüzbaşının samimî inancından kuvvet alan sözlerle hakaret ediyor, gittikçe asabîleşiyordu. Ben dikkatle çavuşun yüz ifadesini izliyordum. Başlangıçta üstünde bir babaya duyulan saygının içtenliği okunan çizgiler sertleşmeye, içten gelen haklı bir isyanın ateşleri gözlerinde okunmaya başlamıştı. Fakat gerçek itaatin simgesi olan her Türk askeri gibi bu da iç duygularını gemlemesini bildi. Sessizce göz pınarlarından dökülmeye başlayan yaş damlaları, yanaklarında birbirini kovalayarak bıyıkları üstünde toplanıyor ve kendini böylece yatıştırmaya çalışıyordu. Ben, bir taraftan üzgün ve sinirli, bu sahneyi seyreder ve söylenenleri dinlerken, bir yandan da içimde bir isyan duygusu şahlanıyor ve şöyle düşünüyordum: 'O erin bağlı olduğu kavim, birçok bakımdan necip olabilirdi. Fakat çavuşun, yüzbaşının ve benim bağlı olduğumuz kavmin de tarihleri şerefle dolduran büyük ve asil bir millet olduğu da bir an şüphe götürmez bir gerçekti. Türklük hakkındaki o günkü görüş ise doğrudan doğruya Türk aydınlarının kendi kendini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük var sayarak, kendini onlardan aşağı görüp nefsine olan güveni yitirmesindendir. Artık bu yanlış görüşe son vermek, Türklüğümüzü bütün asalet ve necabeti ile tanımak ve tanıtmak gerekmektedir' dedim ve o andan beri inandığım bu gerçeğe bütün Türklerin inanmasını, bununla övünüp kendine güvenmesini ülkü bildim."5 Bu sözlere eklenebilecek çok az şey var. Ancak, ATATÜRK'ün çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği çevre ile kendisini etkileyen fikir akımlarından bahsetmekte yarar bulunmaktadır. Selanik'te dünyaya gelen ATATÜRK, çocukluğunu ve gençliğinin önemli bir bölümünü Makedonya'da geçirmiştir. Özellikle Selanik çeşitli milletlerden oluşan karışık yapısı ile çeşitli fikirlerin ve ayrılıkçı ayaklanmaların yer aldığı bir merkezdi. ATATÜRK bu fikirlerden ve ayaklanmalardan çok etkilenmiştir. O dönemden itibaren devletin düştüğü durumun nedenleri ve kurtuluş çareleri hakkında düşünmeye başlamıştır. Makedonya ve Balkanlar'da yaşayan Türkler, XVII. yüzyıla değin Viyana'ya kadar ilerleyen muhteşem Osmanlı Devleti'nin evlâdı fatihanları yani fatihlerin çocukları olarak gururlu bir hayat sürdürmüşlerdir. Bu yüzyıldan sonra bozulmaya başlayan Osmanlı Devleti'nin durumu en çok buraları etkilemiştir. Uzun savaşlar sonucu toprak kaybedilmiş, Osmanlı Devleti'nin Balkan toprakları ya başka ülkelere verilmiş ya da yeni devletlere bırakılmıştır. XIX. yüzyıl sonlarına doğru artık iyiden iyiye zayıflayan Osmanlı Devleti'nin en zayıf yeri yine Balkanlar olmuştur. Balkanlar'da elde kalan topraklar üzerinde de emelleri olan ülkeler Rusya, Avusturya-Macaristan, Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan kendilerine hak iddia etmekteydiler. Osmanlı Devleti'ne sınırı olmayan, Osmanlı topraklarını kendi topraklarına katma şansı olmayan büyük devletler de buralarda kendilerine bağlı küçük devletçikler oluşturmak amacıyla ayrılıkçı ayaklanmaları destekliyorlardı. Sırp, Bulgar ve Rum çeteleri dağlarda serbestçe gezerken Türkler kaybedilen yerlerden ezik bir şekilde geri çekiliyorlardı. Balkanlar sürekli korku içindeydi. İşte ATATÜRK çocukluk ve gençlik yıllarının önemli bir bölümünü bu ortamdaki Balkanlar'da geçirmiştir.6 Selanik ise Makedonya'nın en gelişmiş şehri idi. Çeşitli din mezhep ve ırk bir arada yaşamakta idi. Deniz ve demir yolu bağlantısı bulunması, ticaret merkezi olması, renkli etnik yapısı şehirde batı tesirlerine açık çeşitli fikir akımlarının yerleşmesine elverişli bir ortam yaratmıştı. Dolayısıyla Mustafa Kemal çok genç yaşta her türlü yeni fikirle tanışma olanağı bulmuştur. Mustafa Kemal, Manastır Askerî İdadisinde öğrenci olduğu sırada gerçekleşen 1897 Türk-Yunan Savaşı'ndan oldukça etkilenmiştir. Türk ordusunun savaş meydanında zafer kazanmasına rağmen büyük devletlerin baskısı karşısında barış masasında zararlı çıkması onu derinden yaralamıştır. Bu savaş o sıralar 16 yaşlarında olan Mustafa Kemal'de coşkun bir yurt sevgisi uyandırmıştır. Bir arkadaşı ile gönüllü olarak savaşa katılmak için girişimde bulunmuşsa da bu arzusunu gerçekleştirme imkânını bulamamıştır. Ancak bu kabına sığmaz sonsuz yurt sevgisi bundan sonra Mustafa Kemal'in en belirgin özelliklerinden biri olarak kendini göstermiştir.7 ATATÜRK'Ü bu denli etkileyen 1897 Türk Yunan Savaşı Türklerde millî birlik duygusunun gelişmesinde önemli bir etken olmuştur. Bu ortamda Mehmet Emin (Yurdakul) adında genç bir ozan "Türkçe Şiirler" adlı bir şiir kitabı yayınlamıştır. Mehmet Emin, Osmanlı divan şairlerinin resmî dilini ve aruz veznini terk ederek sade halk Türkçesiyle ve halk şiirlerinde kullanılan hece vezniyle yazmıştır. Daha da dikkati çekici olarak günlük Türkçede kaba, cahil köylü anlamında kullanılan bir sözcüğü benimsemiş ve kendinin bir Türk olduğunu "Ben bir Türk'üm dinim, cinsim uludur" "Biz Türk'üz, bu kanla ve bu adla yaşarız" mısralarıyla gurur duyarak ilân etmiştir.8 Rusya'da yaşayan ve millî haklarına kavuşabilmek için çaba harcayan Türkler arasında millî bilinç daha erken dönemlerde ortaya çıkmıştı. Buradan gelen Akçuraoğlu Yusuf, Ağaoğlu Ahmet ve Hüseyinzade Ali gibi göçmenler aracılığıyla Pantürkist görüşler Osmanlı Devleti'nde yayılmaya başlamıştır.9 Daha sonra Ziya Gökalp, sosyolojik değerleri de katarak Osmanlıda gelişmeye başlayan Türk milliyetçiliğini yeni ve pozitivist bir aşamaya gelmesini sağladı.10 Ancak Osmanlı Devleti'ndeki bu Pantürkist milliyetçilik anlayışı, belli bir vatan ile sınırlı olmayıp Turancı ve yayılmacı amaçlar güttüğünden uygulanabilirliği olanaklı olmayan bir anlayıştı. ATATÜRK'ün belirttiği gibi yapamayacağı şeyleri yapacakmış gibi söylüyordu ve büyük devletlerden tepki alıyordu. Ayrıca aydınlar arasında ve İttihat ve Terakki Partisinde gelişen bu fikirler, halk için bir anlam taşımıyordu. Halk, hâlâ kendilerini bir arada tutan en önemli değer olarak dini görüyordu. Ümmet bilinci her konuda egemendi. ATATÜRK, Osmanlılık, İslamcılık ve Türkçülük fikirlerinin aydınlar arasında gerçekleşen mücadeleleri arasında kendi fikirlerini oluşturdu. 5 Utkan Kocatürk; Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, Ankara, 1999, s.203-204. Faik Reşit Unat; "Ne Mutlu Türküm Diyene", Türk Dili Dergisi, Sayı 146, Kasım 1963, s.77-78. 6 Falih Rıfkı Atay; Çankaya, istanbul, 1980, s.23-28. 7 A.Fuat Cebesoy; Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul, 1967, s.19. Lord Kinross; Bir Milletin Yeniden Doğuşu, İstanbul, 1966, s.35. Ali Güler; Atatürk Soyu Ailesi ve öğrenim Hayatı, Ankara, 1999, s.107. 8Lewis;s.341. 9 Bu isimlerden Akçuraoğlu Yusuf (Yusuf Akçura), Mısır'da çıkarılan Türk Gazetesi'nde 1904 yılında yayınladığı 32 sayfalık "Üç Tarzı Siyaset" adlı makalesi ile Türkçülüğün bilimsel izahını yapan ilk kişidir. 1911'de Mehmet Emin (Yurdakul), Ahmet Hikmet, Ağaoğlu Ahmet, Hüseyinzade Ali ve Dr. Akil Muhtar ile birlikte "Türk Yurdu" adlı bir dernek kurmuştur. 1912'de Türk Ocağının açılmasında da aktif rol oynamıştır. Türk Tarih Kurumunun kuruluşunda görevlendirilmiştir ve 1932'de bu kurumun başkanlığına getirilmiştir. Bu arada öğretmenlik ve milletvekilliği de yapan Akçura 11 Mart 1935'te Kars milletvekili iken hayattan ayrılmıştır. Cemal Avcı; "Yusuf Akçura Hayatı, Eserleri ve Etkileri", Uluslararası Dördüncü Türk Kültürü Kongresi Bildirileri, cilt, Ankara, 2000, s.85-89. 10 Büşra Ersanlı Behar; İktidar ve Tarih, İstanbul, 1992, s.72-78. devam edecek
__________________
Halil Ay |
![]() |
![]() |
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | Bilgi (31. July 2013) |
![]() |
Bookmarks |
Etiketler |
anlayışı, atatürkün, milliyetçilik |
|
|