hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE NECM NECM KUR'AN'IN TÜRKÇE MEALİ Hakkı YILMAZ > MEDİNE DÖNEMİ > FETİH SÛRESİ

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 2. May 2015, 05:27 PM   #11
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Sayın Hasan Akçay benim uyaran eleştirilerime "boş şeyler" dese bile 9.Tevbe Suresi 7. ayetinin orijinalinde "fe mâstekamu/istikametinde" kelimesi "kapı" gibi duruyor. Yani "mescidi'l haram istikâmetindekiler"
"Keyfe yekûnu lil muşrikîne ahdun indallâhi ve inde resûlihî illâllezîne âhedtum indel mescidil harâm(harâmi) fe mâstekâmû lekum festekîmû lehum, innallâhe yuhıbbul muttekîn(muttekîne).

Görüldüğü gibi biz senelerdir hep aynı şeyi, Allah'ın dediğini; bazı zamanlarda da doğru bulduğuz yazılarıyla Sayın Hasan Akçay'dan da aktarırken ne yazık ki Sayın Hasan Akçay ..............

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (26. March 2018 Saat 01:43 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 3. May 2015, 02:01 AM   #12
Hasan Akçay
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 819
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Hasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud of
Standart

Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Meton döngüsü:

628 = 2013
629 = 2014
630 = 2015

17 Haz 630’da başlayan
"ıddet eş-şuhûr"daki hilallerin tarihleri:

01.Ramazân….….……)17 Haz 630
02.Zilhicce……….……)17 Tem
03.Zilkâde………….….)15 Ağu
04.Recep…………….…)14 Eyl
05.Cemaziyelevvel…)12 Ekim
06.Cemaziyelahir....)12 Kas
07.Şaban……………….)11 Ara
08.Safer…………………)10 Ocak 631
09.??????……………….)09 Şub
10.Rebiulevvel……….)10 Mart
11.Rebiulahir….……..)08 Nis
12.Şevval ….….…….)07 May
Artık ay….…….…....)06 Haz

Haram aylar: Ramazân, Zilhicce, Zilkâde, Recep
Bunlar
"ıddet eş-şuhûr"un "şehr"leridir,
yılın 1/12'i anlamına gelmezler.

"Şehr"ler
artık ay yoluyla
Allah tarafından
vakten sabitlenerek şemsî yıla uyarlanmıştır

ama

ıddet eş-şuhûr
yıl değildir.

Zira
yıl, uzunluğu sabit bi zaman birimidir.

Örneğin
hicrî takvimin esas aldığı kamerî yıl 354 gündür,
miladî takvimin esas aldığı şemsî yıl 365 gün,
yıldız takviminin esas aldığı yıldız yılı 365 gün.

Bu uzunluklar değişmez.

Iddet ise
eğer "artık ay"a sahip değilse 354 gündür
"artık ay"a sahipse 383.5 gün.
Değişir.


*

Arkeolojik bulguların ortaya koyduğuna göre
Hz Muhammed döneminde ve daha önce
yılın "onikide biri"ne
Araplar YERH* diyordu.

Şehr kelimesine yılın 1/12'i anlamı
Hz Muhammed ahrete göçtükten sonra,
muhtemelen hicrî takvim düzenlenirken,
"şehr"in anlamı çarpıtılarak verilmiştir.

Bi daha:
Kuran'da geçen "şehr"ler asla yılın 1/12'i değildir.

Kuran'da geçen "şehr"ler
artık aylı "ıddet eş-şuhûr"un 1/13'idir,
artık aysız "ıddet eş-şuhûr"un 1/12'i.


*

"Iddet eş-şuhûr"u oluşturan şehrlerin
yalnızca biri Kuran'da geçiyor: Şehru ramazân.

Ötekiler
taşıdıkları anlamlara dayanark
benim yaptığım tahmin.

________________________________

* Bkz
1.Rakuş mezar yazısı (alttan 4. satır): http://www.islamic-awareness.org/His...ns/raqush.html
2.Ebrehe kitabesi (satır iii): http://www.mnh.si.edu/epigraphy/e_pr...04_sabaean.htm

Konu Hasan Akçay tarafından (3. May 2015 Saat 05:49 PM ) değiştirilmiştir.
Hasan Akçay isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 3. May 2015, 11:20 AM   #13
Hasan Akçay
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 819
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Hasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud of
Standart

Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Özelime bırakılan yazılardan biri:

Bir sitede, 'Kuran açısından Hicri ve Miladi Takvimler ' bölümünde bir yazınızı okudum. Şöyle bir ifade kullanmışsınız: 'Üreme mevsiminde av hayvani öldürmenin haramligi da Allah'in hükmüdür.' İslamiyette bir delil var mıdır bu haramla ilgili. Yani hayvanların üreme döneminde avlanmak yasaklanmış mıdır?
Kesinlikle.

Haram aylar vakten sabit olup
daima ama daima yaz mevsiminin içinde
yer alırlar

yani

av hayvanlarının
üreme vaktinde.

Siz hiç av hayvanlarının
yavrularını karların içinde dünyaya getirdiğini
duydunuz, gördünüz mü

ki

Allah
kamerî yılcıların yaptığı gibi
haram ayların yılın içinde mevsimden mevsime gezmesini
ve karların her yeri kapladığı kış mevsimine denk gelmesini
sağlasın?

Şimdi Mâide 2'ye bakalım:

İnananlar! Allah'ın ilkelerini ve "haram ay"ı İHLAL etmeyin...
Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ TUHILLÛ şeâirallâhi ve lâş şehral harâm.

Yani?

Yasaktan
çıktığınız vakit avlanın.
iza haleltum fastâdû


Ve Mâide 95:

İnananlar! Siz yasaklı olup dururken av hayvanı öldürmeyin
Yâ eyyuhâllezîne âmenû lâ taktulûs sayde ve entum hurum

Ne zaman yasaklıyız;
av hayvanlarının ürediği mevsimde mi,
her yeri karların kapladığı kışın mı?

Konu Hasan Akçay tarafından (3. May 2015 Saat 05:42 PM ) değiştirilmiştir.
Hasan Akçay isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 14. May 2015, 01:18 PM   #14
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.023
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun aleyküm,

Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Aşağıdaki sorularımın cevabını
nerde bulabilirim?

Fetih 24:

sizi onlara muzaffer kıldıktan sonra
min ba’di en azferekum aleyhim



1.
Sözü edilen zafer tam olarak neyin zaferiydi,
yani örneğin Mekke'nin fethi miydi ya da başka bir şey?
Müminler o zaferi HANGi YIL kazandılar?
Sorularınızı okuyanların aydınlanmasına yönelik olarak Rıdvan biatı ve Hudeybiye Antlaşması ile ilgili ön bir bilgi:

Rasûlullah ve Muhâcirlerin Mekke'den ayrılmasının üzerinden altı yıl geçmiş ve bu süre içerisinde kimse öz yurdu ve akrabaları ile temas kuramamıştı. Muhâcirlerde hasret ve gurbet duyguları kabarmış, Medîneli Ensâr'da da Ka‘be'ye karşı özlem oluşmuştu. Müslümanların hepsi, Mekke'yi ve Ka‘be'yi ziyaret etmek istiyorlardı.
Bu genel istek üzerine, Rasûlullah, Mekke'ye gitmek isteyenlerin hazırlanmasını istedi.
Hazırlıklar yapıldı ve Zilkâde'nin ilk Pazartesi günü [13 Mart 628] 1.400 kişi ile birlikte Mekke'ye doğru hareket edildi. Amacın barış olduğunu göstermek için yanlarına, yolcu kılıcı denilen kılıçtan başka silah almadılar.
Mekkeli müşrikler bu durumu öğrenince toplandılar ve ne pahasına olursa olsun Rasûlullah'ı Mekke'ye sokmamaya karar aldılar. Rasûlullah'ın Mekke'ye daha fazla yaklaşmasına engel olmak üzere de Hâlid b. Velîd komutasında 200 atlıdan oluşan bir birlik gönderdiler.
Bu arada Rasûlullah ve beraberindeki mü’minler Mekke yakınlarındaki Hudeybiye mevkiine gelmişlerdi.
Rasûlullah, amaçlarını bildirmek, Mekke müşriklerinin durum ve tutumlarını öğrenmek için Mekke'ye, Hudâalılardan Hıraş b. Umeyye'yi elçi olarak gönderdi. Elçi Umeyye, müşriklere, savaşmak niyetinde olmayıp yalnızca Ka‘be'yi ziyaret için geldiklerini ve umre yapıp döneceklerini bildirdi. Buna rağmen müşrikler, devesine vurup onu yere düşürerek öldürmek istediler. Mekkeli olmayan çoğu Habeşli bazı kimseler araya girip Umeyye'yi kurtardılar. Umeyye geri dönerek durumu Rasûlullah'a anlattı.
Mekkeli müşrikler, Müslümanların Mekke'ye sokulmasını kendileri için büyük onursuzluk sayıyor ve bütün Arap dünyasının gözünden düşecekleri şeklinde yorumluyorlardı.
Bu gelişmeler üzerine Rasûlullah, Ömer'i göndermek için yanına çağırdı. Ömer, Mekkelilerin kendisine olan kinlerinden dolayı güvende olamayacağını, kimsenin de kendisine yardıma gelmeyeceğini ileri sürerek, Mekke'de hâlâ hatırı sayılan ve etkin birçok akrabası bulunan Osman b. Affân'ı göndermesini istedi.
Bunun üzerine Rasûlullah, Osman b. Affân'ı çağırıp, onu Kureyş'e gönderdi. Osman b. Affân Mekke-i Mükerreme'ye varınca, önce Rasûlullah'ın mesajını iletti ve, “Biz, Hudeybiye'ye muharebeye gelmedik, yalnızca ziyaret ve umre yapmak için geldik” dedi.
Bu arada Kureyşliler Osman'a, “İstersen sen Ka‘be'yi tavaf et; ancak hepinizin Mekke'ye girmesine ve Ka‘be'yi tavaf etmesine izin veremeyiz” dediler. Osman'ın bunu reddetmesi üzerine de onu Mekke'de alıkoyup göz hapsinde tuttular.
Bu arada Hudeybiye'de bulunan Müslümanlar arasında, Osman'ın öldürüldüğü şayiası çıktı. Bu haber üzerine Rasûlullah, mü’minleri biata davet etti. Bütün mü’minler, Allah adına o'na biat ettiler; ölmek pahasına da olsa savaştan kaçmamak ve asla çekinmemek üzere söz verdiler. Bu sözleşme, semure ağacı altında olmuştu. Bu konu, sûrenin 10, 18 ve 19. âyetlerinde yer almaktadır. Bu âyetlerden ilham alınarak bu biata, “Biatu'r-Rıdvân” [razılık biatı] ve biatın alınışında altında durulan ağaca da “Şeceretu'r-Rıdvân” [razılık ağacı] adı verilmiştir.
Kısa bir aradan sonra, Osman ile ilgili ölüm haberinin asılsız olduğu anlaşılmıştır.
Bu arada karşılıklı elçiler gidip geliyor, bir uzlaşma yolu aranıyordu. Müşrikler, Müslümanları Mekke'ye sokmamaya kararlı gözüküyorlardı. Rasûlullah ise, “Biz, buraya kesinlikle savaşmak için gelmedik. Amacımız Ka‘be'yi ziyarettir, umre yapmaktır. Kureyşliler eski savaşlarda zayıf düşmüşlerdir. Dilerlerse onlarla bir anlaşma, bir süre için barış anlaşması yapmak isterim. Kabul ederlerse ne âlâ, aksi takdirde Allah'a yemin ederim ki, ölünceye kadar onlarla savaşırım” diyerek barış öneriyordu.
Mekkeli müşrikler, Allah Rasûlü'nün kararlılığı yüzünden savaşı göze alamadılar, Osman b. Affân ve bir kısım Mekke'deki Müslümanları serbest bıraktılar. Arkasından, Suheyl b. Amr'ın başkanlığında bir heyeti anlaşma yapmak üzere Rasûlullah'a gönderdiler. Burada meşhur “Hudeybiye Andlaşması” yapıldı.
Rasûlullah ile Süheyl uzun görüşmelerden sonra anlaşma şartlarını tesbit ettiler. Buna göre;
1) Müslümanlarla müşrikler 10 yıl süreyle savaşmayacaklar, birbirlerine saldırmayacaklardı.
2) Müslümanlar, bu yıl Ka‘be'yi ziyaretten vazgeçerek geri dönecekler, ancak gelecek yıl umre yapacaklar, müşriklerin boşaltacağı Mekke'de üç gün kalacaklar ve yanlarında yolcu kılıçlarından başka silah taşımayacaklardı.
3) Mekke'den birisi Müslüman olarak Medîne'ye sığındığı zaman iade edilecek; fakat Medîne'den Mekke'ye sığınanlar iade edilmeyecekti.
4) Arap kabileleri istedikleri tarafla anlaşma yapmakta serbest olacaklardı.
Bu antlaşmasının bütün şartları, görünüşte Müslümanların aleyhine idi. Bu nedenle Müslümanlar büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Bu antlaşmayı bir aşağılanma, bir küçük düşürülme olarak kabul ettiler. “Sen, Allah'ın Rasûlü değil misin? Davamız hakk dava değil mi? Bu zilleti neden kabul ediyoruz?” diye serzenişte bulundular.
Hudeybiye'de 19 gün kalındıktan sonra Medîne'ye doğru yola çıkıldı. Yolda, bu sûre indi.

şimdi sorularınıza dönecek olursak. Âyetleri bağlamından koparmadan okursak
Fetih Suresinin 24-26 âyet grubunda Mekke'nin fethi değil,mü’minler ve müşrikler arasında meydana gelebilecek büyük felaketlerin engellendiği açıklanmaktadır.
Bu olayın târihsel anlatımı da Kurtubî'nin, "el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân'da " şöyledir:

Mekkelilerden 80 kişi silahlı olarak Peygamber'i (s.a) ve ashâbını gâfil avlamak isteği ile Tenim dağı'ndan aşağıya indiler. Bize herhangi bir zarar veremeden onları teslim aldık ve hayatta bıraktık [öldürmedik]. Bunun üzerine yüce Allah, O sizi kendilerine karşı muzaffer kıldıktan sonra Batn-ı Mekke'de onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendi buyruğunu indirdi.

Abdullah b. Muğaffel el-Müzenî dedi ki: Hudeybiye'de Peygamber (s.a) ile birlikte yüce Allah'ın Kur’ân-ı Kerîm'de sözünü ettiği ağacın dibinde bulunuyorduk. Biz, bu durumda iken üzerimize silahlı 30 genç delikanlı çıkıverdi. Yüzümüze doğru hücum ettiler. Peygamber (s.a) onlara beddua etti, yüce Allah onların gözlerini aldı. Rasûlullah (s.a) onlara, “Sizler herhangi bir kimsenin ahdine [emanına] sığınarak mı geldiniz? Yoksa herhangi bir kimse size bir eman mı verdi?” diye sordu. Onlar, “Hayır, öyle bir şey yok” dediler. Peygamber de onları serbest bıraktı. Bunun üzerine yüce Allah, O sizi... onların ellerini sizden... çekendi âyetini indirdi.

Seleme b. el-Ekva dedi ki: “Henüz barış görüşmeleri yapılıyorken Ebû Süfyân geliverdi. Vâdi silahlı adamlarla dolup taşıyordu.” (Seleme) devamla dedi ki: Kendilerine ne bir fayda, ne de bir zarar vermek imkânını bulamayan silahlı 6 müşriği önüme katarak getirdim ve onları Rasûlullah'ın (s.a) huzuruna çıkardım. Ömer ise yolda, “Ey Allah'ın Rasûlü! Biz bizimle savaş hâlinde olan bir topluluğun üzerine gidiyoruz. Bizim ise beraberimizde silah da yok, savaş araç-gereci de yok” dedi. Rasûlullah (s.a) bunun üzerine yoldan Medîne'ye haber gönderdi de, oradaki bütün silahları, savaş araç ve gereçlerini getirdiler, Rasûlullah'a (s.a), Ebû Cehl'in oğlu İkrime senin üzerine 500 atlı ile birlikte geldi” diye haber verildi. Rasûlullah (s.a) Hâlid b. el-Velîd'e, “İşte bu senin amcan oğlu, üzerine 500 kişi ile birlikte geliyor”' dedi. Hâlid, “Ben Allah'ın ve Rasûlü'nün kılıcıyım” dedi. Bunun üzerine o gün kendisine ‘Allah'ın kılıcı’ adı verildi. Beraberinde bir grup atlı ile birlikte yola çıktı, kâfirleri bozguna uğratarak Mekke bahçelerine sığınmak zorunda bıraktı. (Bu rivâyet daha sahihtir. Aralarında çarpışma taşlarla olmuştu. Oklarla ve yayların uçlarıyla çarpıştıkları da söylenmiştir.)

Tarihi kaynaklarda bunun tarihi olarak Zilkâde'nin ilk Pazartesi günü [13 Mart 628] verilir.
*
Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Mekke'nin vadisinde
bi batni mekke


2.
BATN vadi midir?
Kanıt?
İsterseniz bu sözcüğün türetildiği kök harflerin anlamını Lisanul Arap'tan bakınız:

بطن: البَطْنُ من الإنسان وسائِر الحيوان: معروفٌ خلاف الظَّهْر،
مذكَّر، وحكى أَبو عبيدة أَن تأْنيثه لغةٌ؛ قال ابن بري: شاهدُ التذكير فيه
قولُ ميّةَ بنتِ ضِرار:
يَطْوي، إذا ما الشُّحُّ أَبْهَمَ قُفْلَه،
بَطْناً، من الزادِ الخبيثِ، خَميصا
وقد ذَكرْنا في ترجمة ظهر في حرف الراء وجهَ الرفع والنصب فيما حكاه
سيبويه من قولِ العرب: ضُرِبَ عبدُ الله بَطْنُه وظهرُه، وضُرِبَ زيدٌ
البطنُ والظهرُ. وجمعُ البَطْنِ أَبطُنٌ وبُطُونٌ وبُطْنانٌ؛ التهذيب: وهي
ثلاثةُ أَبْطُنٍ إلى العَشْرِ، وبُطونٌ كثيرة لِما فوْقَ العَشْرِ، وتصغيرُ
البَطْنِ بُطَيْنٌ. والبِطْنةُ: امتلاءُ البَطْنِ من الطعام، وهي
الأَشَرُ من كَثْرةِ المال أَيضاً. بَطِنَ يَبْطَنُ بَطَناً وبِطْنةً وبَطُنَ
وهو بَطينٌ، وذلك إذا عَظُمَ بطْنُه. ويقال: ثَقُلَتْ عليه البِطْنةُ، وهي
الكِظَّة، وهي أَن يَمْتلِئَ من الطعام امتلاءً شديداً. ويقال: ليس
للبِطْنةِ خيرٌ من خَمْصةٍ تَتْبَعُها؛ أَراد بالخَمْصَة الجوعَ. ومن
أَمثالهم: البِطْنة تُذْهِبُ الفِطْنةَ؛ ومنه قول الشاعر:
يا بَني المُنْذرِ بن عَبْدانَ، والبِطـ
ـنةُ ممّا تُسَفِّهُ الأَحْلاما
ويقال: مات فلانٌ بالبَطَنِ. الجوهري: وبُطِنَ الرجلُ، على ما لم يسمَّ
فاعله، اشْتَكَى بَطْنَه. وبَطِن، بالكسر، يَبْطَن بَطَناً: عَظُم
بَطْنُه من الشِّبَعِ؛ قال القُلاخ:
ولم تَضَعْ أَولادَها من البَطَنْ،
ولم تُصِبْه نَعْسَةٌ على غَدَنْ
والغَدَنُ: الإسْتِرخاءُ والفَتْرة. وفي الحديث: المَبْطونُ شهيدٌ أَي
الذي يموتُ بمَرَض بَطْنه كالاسْتِسْقاء ونحوه؛ ومنه الحديث: أَنَّ
امرأَةً ماتت في بَطَن، وقيل: أَراد به ههنا النِّفاسَ، قال: وهو أَظهر لأَن
البخاريّ ترْجَم عليه باب الصلاة على النُّفَساء. وقوله في الحديث: تَغْدُو
خِماصاً وتَرُوحُ بِطاناً أَي ممتَلِئةَ البُطونِ. وفي حديث موسى
وشعيبٍ، على نبيّنا وعليهما الصلاة والسلام، وعَوْد غَنَمِه: حُفَّلاً بِطاناً؛
ومنه حديث عليّ، عليه السلام: أَبِيتُ مِبْطاناً وحَوْلي بُطونٌ غَرْثى؛
المِبْطان: الكثيرُ الأَكل والعظيمُ البطنِ. وفي صفة علي، عليه السلام:
البَطِينُ الأَنْزَعُ أَي العظيمُ البطْنِ. ورجلٌ بَطِنٌ: لا هَمَّ له
إلاَّ بَطْنُه، وقيل: هو الرَّغيب الذي لا تَنْتَهِي نفسُه من الأَكل،
وقيل: هو الذي لا يَزَالُ عظيمَ البَطْنِ من كثرةِ الأَكل، وقالوا: كِيسٌ
بَطينٌ أَي مَلآنُ، على المَثَل؛ أَنشد ثعلبٌ لبعض اللُّصوص:
فأَصْدَرْتُ منها عَيْبةً ذاتَ حُلَّةٍ،
وكِيسُ أَبي الجارُودِ غَيْرُ بَطينِ
ورجل مِبْطانٌ: كثيرُ الأَكل لا يَهُمُّه إلا بَطْنُه، وبَطينٌ: عظيمُ
البَطْنِ، ومُبَطَّنٌ: ضامِر البَطْنِ خَميصُه، قال: وهذا على السَّلْب
كأَنه سُلِبَ بَطْنَه فأُعْدِمَه، والأُنثى مُبَطَّنةٌ، ومَبْطونٌ:
يَشْتَكي بَطْنَه؛ قال ذو الرمة:
رَخِيمات الكلامِ مُبَطَّنات،
جَواعِل في البُرَى قَصَباً خِدالا
ومن أَمثالهم: الذئب يُغْبَط بِذي بَطْنه؛ قال أَبو عبيد: وذلك أَنه لا
يُظَنُّ به أَبداً الجوع إنما يُظَنّ به البِطْنةُ لِعَدْوِه على الناس
والماشِيَةِ، ولعلَّه يكونُ مَجْهوداً من الجوع؛ وأَنشد:
ومَنْ يَسْكُنِ البَحْرَيْنِ يَعْظُمْ طِحالُه،
ويُغْبَطُ ما في بَطْنه وهْو جائعُ
وفي صفة عيسى، على نبينا وعليه أَفضل الصلاة والسلام: فإذا رجُل
مُبَطَّنٌ مثلُ السَّيف؛ المُبَطَّنُ: الضامِرُ البَطْن، ويقال للذي لا يَزالُ
ضَخْمَ البطنِ من كثرة الأَكل مِبْطانٌ، فإذا قالوا رَجُلٌ مُبَطَّنٌ
فمعناه أَنه خَميص البَطْن؛ قال مُتمّم بن نُوَيرة:
فَتىً غَيْرَ مِبْطانِ العَشِيَّةِ أَرْوعا
ومن أَمثال العرب التي تُضْرَب للأَمر إذا اشتدّ: التَقَتْ حَلْقَتا
البِطانِ، وأَما قول الراعي يصف إبلاً وحالبها:
إذا سُرِّحَتْ من مَبْرَكٍ نامَ خلفَها،
بمَيْثاءَ، مِبْطان الضُّحى غير أَرْوعا
مِبْطانُ الضُّحى: يعني راعياً يُبادِر الصَّبوح فيشرَبُ حتى يَميلَ من
اللَّبَن. والبَطينُ: الذي لا يَهُمُّه إلا بَطْنُه. والمَبْطُونُ:
العَليل البَطْنِ. والمِبْطانُ: الذي لا يزالُ ضخْمَ البطنِ. والبَطَنُ: داءُ
البَطْن. ويقال: بَطَنَه الداءُ وهو يَبْطُنُه، إذا دَخَله، بُطوناً.
ورجل مَبْطونٌ: يَشْتَكي بَطْنَه. وفي حديث عطاء: بَطَنتْ بك الحُمَّى أَي
أَثَّرَت في باطنك. يقال: بَطَنَه الداءُ يبطُنه. وفي الحديث: رجل
ارْتَبَطَ فرَساً لِيَسْتبْطِنَها أَي يَطْلُبَ ما في بطنها من النِّتاج.
وبَطَنَه يبْطُنُه بَطْناً وبَطَنَ له، كِلاهما: ضرَب بَطْنَه. وضرَب فلانٌ
البعيرَ فبَطَنَ له إذا ضرَب له تحت البَطْن؛ قال الشاعر:
إذا ضرَبْتَ مُوقَراً فابْطُنْ لهْ،
تحتَ قُصَيْراهُ ودُون الجُلَّهْ،
فإنَّ أَنْ تَبْطُنَهُ خَيرٌ لَهْ
أَراد فابطُنْه فزاد لاماً، وقيل: بَطَنَه وبَطَن له مثل شَكَره
وشَكَرَ له ونصَحَه ونصحَ له، قال ابن بري: وإنما أَسكن النون للإدغام في
اللام؛ يقول: إذا ضربت بعيراً مُوقَراً بحِمْله فاضْرِبْه في موضع لا يَضُرُّ
به الضربُ، فإنّ ضرْبَه في ذلك الموضع من بطْنه خير له من غيره. وأَلقَى
الرجلُ ذا بَطْنه: كناية عن الرَّجيع. وأَلْقَت الدَّجاجةُ ذا بَطْنِها:
يعني مَزْقَها إذا باضت. ونثرَت المرأَةُ بَطْنَها ولداً: كَثُر ولدُها.
وأَلقت المرأَةُ ذا بطنِها أَي وَلَدَت. وفي حديث القاسم بن أَبي
بَرَّةَ: أَمَرَ بعشَرَةٍ من الطَّهارة: الخِتانِ والاستِحدادِ وغَسْلِ
البَطِنةِ ونَتْفِ الإبْطِ وتقليم الأَظفار وقصِّ الشارب والاستِنْثار؛ قال
بعضهم: البَطِنة هي الدبُر، هكذا رواها بَطِنة، بفتح الباء وكسر الطاء؛ قال
شمر: والانتِضاحُ
(* قوله «والانتضاح» هكذا بدون ذكره في الحديث).
الاسْتِنجاءُ بالماء. والبَطْنُ: دون القبيلة، وقيل: هو دون الفَخِذِ وفوق
العِمارة، مُذَكَّر، والجمع أَبْطُنٌ وبُطُونٌ. وفي حديث علي، عليه السلام:
كَتَب على كلِّ بطْنٍ عُقولَه؛ قال: البَطْنُ ما دون القبيلة وفوق الفخِذ،
أَي كَتَب عليهم ما تَغْرَمُه العاقلة من الدِّيات فبَيَّن ما على كل قوم
منها؛ فأَما قوله:
وإنَّ كِلاباً هذه عَشْرُ أَبْطُنٍ،
وأَنتَ بريءٌ من قبَائِلِها العَشْر
فإنه أَنّث على معنى القبيلة وأَبانَ ذلك بقوله من قبائلها العشر. وفرسٌ
مُبَطَّنٌ: أَبيضُ البَطْنِ والظهر كالثوب المُبطَّن ولَوْنُ سائرِه ما
كان. والبَطْنُ من كل شيء: جَوْفُه، والجمع كالجمع. وفي صفة القرآن
العزيز: لكل آية منها ظَهْرٌ وبطْن؛ أَراد بالظَّهْرِ ما ظَهَرَ بيانُه،
وبالبَطْن ما احتيج إلى تفسيره كالباطِن خلاف الظاهر، والجمع بَواطِنُ؛
وقوله:وسُفْعاً ضِياهُنَّ الوَقودُ فأَصْبَحَت
ظواهِرُها سُوداً، وباطِنُها حُمْرا
أَراد: وبواطِنُها حُمْراً فوَضع الواحدَ موضعَ الجمع، ولذلك استَجاز
أَن يقول حُمْراً، وقد بَطُنَ يَبْطُنُ. والباطِنُ: من أَسماء الله عز وجل.
وفي التنزيل العزيز: هو الأَوّلُ والآخِرُ والظاهر والباطن؛ وتأْويلُه
ما روي عن النبي، صلى الله عليه وسلم، في تَمْجيد الربّ: اللهمّ أَنتَ
الظاهِر فليس فوقَك شيءٌ، وأَنت الباطِنُ فليس دونَك شيء، وقيل: معناه أَنه
علِمَ السرائرَ والخفيَّاتِ كما علم كلَّ ما هو ظاهرُ الخَلْقِ، وقيل:
الباطِن هو المُحْتَجِب عن أَبصار الخلائِق وأَوْهامِهم فلا يُدرِكُه بَصَر
ولا يُحيطُ به وَهْم، وقيل: هو العالمُ بكلِّ ما بَطَن. يقال: بَطَنْتُ
الأَمرَ إذا عَرَفتَ باطنَه. وقوله تعالى: وذَرُوا ظاهرَ الإثْمِ
وباطِنَه؛ فسره ثعلب فقال: ظاهرُه المُخالَّة وباطنُه الزِّنا، وهو مذكور في
موضعه. والباطِنةُ: خلافُ الظاهرة. والبِطانةُ: خلافُ الظِّهارة. وبِطانةُ
الرجل: خاصَّتُه، وفي الصحاح: بِطانةُ الرجل وَليجتُه. وأَبْطَنَه:
اتَّخَذَه بِطانةً. وأَبْطَنْتُ الرجلَ إذا جَعَلْتَه من خَواصِّك. وفي الحديث:
ما بَعَثَ الله من نبيّ ولا استَخْلَفَ من خليفة إلا كانت له بِطانتانِ؛
بِطانةُ الرجل: صاحبُ سِرِّه وداخِلةُ أَمره الذي يُشاوِرُه في أَحواله.
وقوله في حديث الاستسقاء: وجاء أَهلُ البِطانةِ يَضِجُّون؛ البِطانةُ:
الخارجُ من المدينة. والنَّعْمة الباطنةُ: الخاصَّةُ، والظاهرةُ:
العامَّةُ. ويقال: بَطْنُ الراحهِ وظَهْرُ الكَفّ. ويقال: باطنُ الإبْط، ولا يقال
بطْن الإبْط. وباطِنُ الخُفّ: الذي تَليه الرجْلُ. وفي حديث النَّخَعي:
أَنه كان يُبَطِّنُ لِحْيتَه ويأْخُذُ من جَوانِبها؛ قال شمر: معنى
يُبَطِّن لحيتَه أَي يأْخذ الشَّعَر من تحت الحَنَك والذَّقَنِ، والله أَعلم.
وأَفْرَشَني ظَهْر أَمرِه وبَطْنَه أَي سِرَّه وعلانِيَتَه، وبَطَنَ
خبرَه يَبْطُنُه، وأَفرَشَني بَطْنَ أَمره وظَهْرَه، ووَقَف على دَخْلَته.
وبَطَن فلانٌ بفلان يَبْطُنُ به بُطوناً وبطانة إذا كان خاصّاً به
داخلاًفي أَمره، وقيل: بَطَنَ به دخل في أَمره. وبَطَنتُ بفلان: صِرْتُ من
خواصِّه. وإنَّ فلاناً لذو بِطانة بفلان أَي ذو علمٍ بداخلةِ أَمره. ويقال:
أَنتَ أَبْطنْتَ فلاناً دوني أَي جَعلْتَه أَخَصَّ بك مني، وهو مُبَطَّنٌ
إذا أَدخَله في أَمره وخُصَّ به دون غيره وصار من أَهل دَخْلَتِه. وفي
التنزيل العزيز: يا أَيها الذين آمنوا لا تَتَّخِذُوا بِطانةً من دونكم؛
قال الزجاج: البِطانة الدُّخَلاء الذين يُنْبَسط إليهم ويُسْتَبْطَنونَ؛
يقال: فلان بِطانةٌ لفلان أَي مُداخِلٌ له مُؤانِس، والمعنى أَن المؤمنين
نُهوا أَن يَتَّخِذوا المنافقين خاصَّتَهم وأَن يُفْضُوا إليهم
أَسرارَهم. ويقال: أَنت أَبْطَنُ بهذا الأَمر أَي أَخبَرُ بباطِنِه. وتبَطَّنْت
الأَمرَ: عَلِمت باطنَه. وبَطَنْت الوادي: دَخَلْته. وبَطَنْت هذا الأَمرَ:
عَرَفْت باطنَه، ومنه الباطِن في صفة الله عز وجل. والبطانةُ: السريرةُ.
وباطِنةُ الكُورة: وَسَطُها، وظاهرتُها: ما تنَحَّى منها. والباطنةُ من
البَصْرةِ والكوفة: مُجْتَمَعُ الدُّور والأَسواقِ في قَصَبتها،
والضاحيةُ: ما تنَحَّى عن المساكن وكان بارزاً. وبَطْنُ الأَرض وباطنُها: ما
غَمَض منها واطمأَنّ. والبَطْنُ من الأَرض: الغامضُ الداخلُ، والجمعُ القليل
أَبْطِنةٌ، نادرٌ، والكثير بُطْنان؛ وقال أَبو حنيفة: البُطْنانُ من
الأَرض واحدٌ كالبَطْن. وأَتى فلانٌ الوادي فتَبَطَّنه أَي دخل بطنَه. ابن
شميل: بُطْنانُ الأَرض ما تَوَطَّأَ في بطون الأَرض سَهْلِها وحَزْنها
ورياضها، وهي قَرار الماء ومستَنْقَعُه، وهي البواطنُ والبُطون. ويقال: أَخذ
فلانٌ باطناً من الأَرض وهي أَبطأُ جفوفاً من غيرها. وتبطَّنْتُ الوادي:
دخلْت بطْنه وجَوَّلْت فيه. وبُطْنانُ الجنة: وسَطُها. وفي الحديث: ينادي
مُنادٍ من بُطْنانُ العرش أَي من وسَطه، وقيل: من أَصله، وقيل:
البُطْنان جمع بطن، وهو الغامض من الأَرض، يريد من دواخل العرش؛ ومنه كلام علي،
عليه السلام، في الاستسقاء: تَرْوَى به القِيعانُ وتسيل به البُطْنان.
والبُطْنُ: مسايلُ الماء في الغَلْظ، واحدها باطنٌ؛ وقول مُلَيْح:
مُنِيرٌ تَجُوزُ العِيسُ من بَطِناتِه
نَوىً، مثل أَنْواءِ الرَّضيخِ المُفَلَّق
قال: بَطِناتُه مَحاجُّه. والبَطْنُ: الجانب الطويلُ من الريش، والجمع
بُطْنانٌ مثل ظَهْرٍ وظُهْرانٍ وعَبْدٍ وعُبْدانٍ. والبَطْنُ: الشِّقُّ
الأَطولُ من الريشة، وجمعها بُطْنان. والبُطْنانُ أَيضاً من الريش: ما كان
بطنُ القُذَّة منه يَلي بطنَ الأُخرى، وقيل: البُطْنانُ ما كان من تحت
العَسيب، وظُهْرانُه ما كان فوق العسيب؛ وقال أَبو حنيفة: البُطْنانُ من
الريش الذي يَلي الأَرضَ إذا وقَع الطائرُ أَو سَفَعَ شيئاً أَو جَثَمَ على
بَيْضه أَو فِراخه، والظُّهارُ والظُّهْرانُ ما جُعِلَ من ظَهر عَسيب
الريشة. ويقال: راشَ سهمَه بظُهْرانٍ ولم يَرِشْه ببُطْنانٍ، لأَنَّ
ظُهْرانَ الريش أَوفَى وأَتَمُّ، وبُطْنانُ الريش قِصار، وواحدُ البُطْنانِ
بَطْنٌ، وواحدُ الظُّهْرانِ ظَهْرٌ، والعَسِيبُ قَضيبُ الريش في وسَطِه.
وأَبْطَن الرجل كَشْحَه سَيفَه ولسيفه: جعله بطانتَه. وأَبطنَ السيفَ كشْحَه
إذا جعله تحت خَصْره. وبطَّنَ ثوبَه بثوبٍ آخر: جعله تحته. وبِطانةُ
الثوب: خلافُ ظِهارته. وبطَّنَ فلان ثوبه تبطيناً: جعل له بطانةً، ولِحافٌ
مَبْطُونٌ ومُبَطَّن، وهي البِطانة والظِّهارة. قال الله عز وجل:
بَطائنُها من إسْتَبْرقٍ. وقال الفراء في قوله تعالى: مُتَّكِئِين على فُرُشٍ
بَطائنُها من إستبرقٍ؛ قال: قد تكونُ البِطانةُ ظِهارةً والظهارةُ بطانةً،
وذلك أَن كلَّ واحدٍ منها قد يكونُ وجهاً، قال: وقد تقول العربُ هذا ظهرُ
السماء وهذا بطنُ السماء لظاهرها الذي تراه. وقال غير الفراء: البِطانةُ
ما بطَنَ من الثوب وكان من شأْن الناس إخْفاؤه، والظهارة ما ظَهَرَ وكان
من شأْن الناس إبداؤه. قال: وإنما يجوز ما قال الفراء في ذي الوجهين
المتساويين إذا وَلِيَ كلُّ واحد منهما قوْماً، كحائطٍ يلي أَحد صَفْحَيْه
قوماً، والصَّفْحُ الآخرُ قوماً آخرين، فكلُّ وجهٍ من الحائط ظَهْرٌ
لمن يليه، وكلُّ واحدٍ من الوجهين ظَهْر وبَطْن، وكذلك وجْها الجبل وما
شاكلَه، فأَما الثوبُ فلا يجوز أَن تكونَ بطانتُه ظهارةً ولا ظِهارتُه
بِطانةً، ويجوز أَن يُجْعَل ما يَلينا من وجه السماء والكواكِب ظهْراً
وبطْناً، وكذلك ما يَلينا من سُقوف البيت. أَبو عبيدة: في باطِن وظِيفَيِ
الفرس أَبْطَنانِ، وهما عِرْقان اسْتَبْطَنا الذِّراعَ حتى انغَمَسا في
عَصَب الوَظيف. الجوهري: الأَبْطَنُ في ذِراع الفرسِ عِرْق في باطنها، وهما
أَبْطَنانِ. والأبْطَنانِ: عِرْقان مُسْتَبْطِنا بَواطِن وظِيفَي
الذراعَينِ حتى يَنْغَمِسا في الكَفَّين. والبِطانُ: الحزامُ الذي يَلي البَطْنَ.
والبِطانُ: حِزامُ الرَّحْل والقَتَب، وقيل: هو للبعير كالحِزام للدابة،
والجمع أَبطِنةٌ وبُطُن. وبَطَنَه يَبْطُنُه وأَبْطَنَه: شَدَّ بِطانه.
قال ابن الأَعرابي وحده: أَبْطَنْتُ البعير ولا يقال بَطَنْتُه، بغير
أَلف؛ قال ذو الرمة يصف الظليم:
أَو مُقْحَم أَضْعَفَ الإبْطانَ حادجُه،
بالأَمسِ، فاستَأْخَرَ العِدْلانِ والقَتَبُ
شَبَّه الظَّليمَ بجَمَل أَضْعَفَ حادِجُهُ شَدَّ بِطانِه فاسترْخَى؛
فشبَّه استِرْخاء
(* قوله «فشبه استرخاء إلخ» كذا بالأصل والتهذيب أيضاً،
ولعلها مقلوبة، والأصل: فشبه استرخاء جناحي الظليم باسترخاء عكميه).
عِكْمَيْه باسترخاء جَناحَيِ الظَّليم، وقد أَنكر أَبو الهيثم بَطَنْت، وقال:
لا يجوز إلا أَبْطَنت، واحتجَّ ببيت ذي الرمة. قال الأَزهري: وبَطَنْتُ
لغةٌ
أَيضاً. والبِطانُ للقَتَب خاصة، وجمعه أَبْطِنة، والحزامُ للسَّرْج.
ابن شميل: يقال أَبْطَنَ حِمْلَ البعيرِ وواضَعَه حتى يتَّضِع أَي حتى
يَسْترْخي على بَطْنه ويتمكن الحِمْل منه. الجوهري: البِطانُ للقَتَب
الحزامُ الذي يجعل تحت بطن البعير. يقال: التَقَتْ حَلْقَتا البطان للأَمر إذا
اشتدَّ، وهو بمنزلة التَّصدير للرحْل، يقال منه: أَبْطَنْتُ البعيرَ
إِبْطاناً إذا شَدَدْتَ بِطانَه. وإنه لعريضُ البِطانِ أَي رَخِيُّ البالِ.
وقال أَبو عبيد في باب البخيل، يموتُ ومالُه وافِرٌ لم يُنْفق منه شيئاً:
مات فلانٌ بِبِطْنَتِه لم يتَغَضْغَضْ منها شيء، ومثله: مات فلانٌ وهو
عريضُ البِطانِ أَي مالُه جَمٌّ لم يَذهَبْ منه شيءٌ؛ قال أَبو عبيد:
ويُضْرَب هذا المثلُ في أَمر الدِّين أَي خرَجَ من الدنيا سليماً لم يَثْلِمْ
دينَه شيءٌ، قال ذلك عمرو ابنُ العاص في عبد الرحمن بن عَوف لما مات:
هنيئاً لك خرَجْتَ من الدنيا بِبِطْنَتِكَ لم يتَغَضْغَضْ منها شيء؛ ضرَبَ
البطْنةَ مثلاً في أَمر الدين، وتغضْغَضَ الماءُ: نَقَصَ، قال: وقد يكون
ذمَّاً ولم يُرِدْ به هنا إلاْ المَدْحَ. ورجل بَطِنٌ: كثيرُ المال.
والبَطِنُ: الأَشِرُ. والبِطْنةُ: الأَشَرُ. وفي المَثَل: البِطْنةُ تُذْهِبُ
الفِطْنةَ، وقد بَطِنَ. وشأْوٌ بَطِينٌ: واسعٌ. والبَطين: البعيد، يقال:
شأْوٌ بطين أَي بعيد؛ وأَنشد:
وبَصْبَصْنَ، بين أَداني الغَضَا
وبين عُنَيْزةَ، شأْواً بَطِيناً
قال: وفي حديث سليمان بن صُرَد: الشَّوْطُ بَطِينٌ أَي بعيد. وتبطَّن
الرجلُ جاريتَه إذا باشَرها ولمَسَها، وقيل: تبطَّنها إذا أَوْلَج ذكرَه
فيها؛ قال امرؤُ القيس:
كأَنِّي لم أَرْكَبْ جَواداً لِلَذَّةٍ،
ولم أَتَبطَّنْ كاعِباً ذاتَ خَلْخالِ
وقال شمر: تبطَّنها إذا باشَرَ بطنُه بطنَها في قوله:
إذا أَخُو لذَّةِ الدنيا تبطَّنها
ويقال: اسْتَبْطَن الفحلُ الشَّوْلَ إذا ضربَها فلُقحَت كلُّها كأَنه
أَوْدع نطفتَه بطونها؛ ومنه قول الكميت:
فلما رأَى الجَوْزاءَ أَولُ صابِحٍ،
وصَرَّتَها في الفجر كالكاعِب الفُضُلْ،
وخَبَّ السَّفا، واسْتبطن الفحلُ، والتقتْ
بأَمْعَزِها بُقْعُ الجَنادِبِ تَرْتَكِلْ
صرَّتُها: جماعة كواكبها، والجَنادِب ترتَكِل من شدة الرَّمْضاء. وقال
عمرو بن بَحْر: ليس من حَيَوانٍ يتبطَّنُ طَروقتَه غيرُ الإنسان والتمساح،
قال: والبهائم تأْتي إناثها من ورائها، والطيرُ تُلْزِق الدُّبُرَ
بالدبر، قال أَبو منصور: وقول ذي الرمة تبطَّنَها أَي علا بطْنَها
ليُجامِعَها. واسْتبطنْتُ الشيءَ وتبَطَّنْتُ الكلأَ: جَوَّلتُ فيه. وابْتَطنْتُ
الناقةَ عشرةَ أَبطن أَي نَتجْتُها عشرَ مرات. ورجل بَطِين الكُرْز إذا كان
يَخبَأُ زادَه في السفر ويأْكل زادَ صاحبه؛ وقال رؤبة يذم رجلاً:
أَو كُرَّزٌ يمشي بَطينَ الكُرْزِ
والبُطَيْن: نجم من نجوم السماء من منازل القمر بين الشرَطَيْن
والثُّرَيَّا، جاء مصغَّراً
عن العرب، وهو ثلاثةُ كواكبَ صغار مستوية التثليث كأَنها أَثافي، وهو
بطن الحمَل، وصُغِّر لأَن الحمَل نجومٌ كثيرة على صورة الحَمَل، والشرَطان
قَرْناه، والبُطَيْن بَطنُه، والثريا أَليتُه، والعرب تزعُم أَن البُطَين
لا نَوْء له إلا الريحُ. والبَطينُ: فرس معروف من خيل العرب، وكذلك
البِطان، وهو ابن البَطين
(* قوله «وهو ابن البطين» عبارة القاموس: وهو أبو
البطين). والبَطين: رجل من الخَوارج. والبُطَين الحِمْضيّ: من
شُعَرائهم.


Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Hudeybiye'de
?



3.
Hudeybiye
Mekke'nin kilometrelerce dışında olduğu halde
sayın Hakkı Yılmaz onu
niçin Mekke'nin batnında gösteriyor?
Hudeybiye Mekke'nin 16 km uzağındadır ve Mekke'nin batnındadır.Bunun böyle olduğunu "be-tı-nun" kök harfi ile ilgili yazılanları okursanız görebilirsiniz.
*
Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir
huvellezî keffe eydiyehum ankum ve eydiyekum anhum


Anlaşılan
zaferi müminler kazanmış ama...
yenilenler de hâlâ güçlüymüş,

öyle ki

anlaşma yapılmasa (Allah onların ellerini müminlerden çekmese)
onların elleri müminlerin gırtlağını sıkabilirmiş.
Bu durumun tarihsel arka planını yazının girişinde önbilgi olark aktardım.

Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
4.
O anda müminler nerededir,
yenilenler nerede?

*

Fetih 25

Eğer kendilerini henüz tanımadığınız,
bilmeyerek ezmek sûretiyle kendilerinden sorumluluğunuz olacak
mü’min erkekler, mü’min kadınlar olmasaydı...
eğer onlar, birbirinden AYRILMIŞ olsalardı


Buradan anlaşılan ise
savaşçı müminler ile
onlara hedef olabilecek düşmanlar ARTI bazı müminler BiR ARADA imiş.
Âyet grubu bakınız ne diyor?
24,25Ve Allah, sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin vadisinde; Hudeybiye'de, Allah'ın dilediği kimseyi rahmetine girdirmesi için, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. Onlar, Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini kabul etmeyen ve sizi Mescid-i Haram'dan ve ayarlanmış hedylerin/ hac yapanlara gönderilen yiyeceklerin yerlerine ulaşmasını engelleyen kimselerdir. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız, bilmeyerek ezmek sûretiyle kendilerinden sorumluluğunuz olacak mü’min erkekler, mü’min kadınlar olmasaydı, eğer onlar, birbirinden ayrılmış olsalardı kesinlikle onlardan Allah'ın ilâhlığına ve rabliğine inanmayan kimseleri acıklı bir azapla azaplandırırdık.
26Hani kâfirler; Allah'ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kimseler, cahiliye kalıntısı gurur ve soy asabiyetini, tutuculuğu kendi kalplerinde alevlendirip kışkırttıkları zaman, hemen Allah, Elçisi'nin ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusunu/ morali indirmiş ve o mü’minlerin “takvâ/Allah'ın koruması altına girme” sözüne ilzam etmişti/sadık kalmalarını sağlamıştı. Zaten onlar, buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi en iyi bilendir.


Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
5.
Mekke'nin neresinde
BiR ARADA idiler;
içinde mi, dışında mı?
Mekke'nin batnında Hudeybiyede.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi ilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 14. May 2015, 01:37 PM   #15
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.023
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun aleyküm,

Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Hudeybiye'de
?


Soru işareti "Nerden çıktı bu?" demek.

Yani
Allah'ın sözü olan Arapça metinde
Hudeybiye var mı?

Ve huvellezî keffe eydiyehum ankum ve eydiyekum anhum bibatni mekke...
...وهو الذي كف ايديهم عنكم وايديكم عنهم ببطن مكة

Yok.

Allah
Hudeybiye diye bi söz
etmiyor.

Bir insanın söylemediğini söyledi demek "o insana iftira"dır da
Allah'ın söylemediğini söyledi demek ALLAH'A iFTiRA değil midir?
Olmadığını göstermek için metni yazmışsınız. Metinde Hudeybiye yok. "Bibatni mekke" var. Size birisi sırtınızın batnında ağrı var mı? diye sorsa siz ne cevap verirsiniz. Bu soruyu duyan birisi de sırtın batnı neresi acaba diye düşünse ve batnı sözcüğünün ne olduğunu bilen birisi de ona bunu söylese iftira mı etmiş olur?
*
Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
[color="Blue"]
"Bir çeviriniz varsa... edinmek isterim" diyen kardeşim,
ihtiyacınızı anlıyorum ama bi çevirim yok.

Olsaydı
"huvellezî keffe eydiyehum ankum ve eydiyekum anhum bibatni mekke"nin çevirisi
şöyle olurdu:

Mekke'nin içinde
onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çeken
O'dur.
Lütfen "be-tı-nun" kök harflerini inceleyiniz ve "bibatni mekke" yi Mekke'nin içinde diye çevirmeyiniz.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi ilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 14. May 2015, 01:42 PM   #16
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.023
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun aleyküm,

Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Zilkâde
Peki
bu nerden çıktı?

Elde 13 Mart 628 diye bir bilgi var,
onu kamerîye* çevirmişler.

Miladî.: 13 Mart 628
Kamerî: 01 Zilkâde 6

Elbet tamamen uydurma
tamamen gerçek dışıdır.

Çünkü

çevirme işleminden anlaşıldığı üzere
bu Zilkâde kamerî yıla ait bir aydır,
dolayısıyla vakten sürekli oynayıp
bir şu mevsime denk gelir bir bu mevsime.

Oysa
Kuran’da ŞEHR diye geçen aylar
vakten sabittir.

Örneğin
Ramazân AŞIRI SICAK demek olup (Elmalılı)
haram ayların ilkidir, yazın başında yer alır.

OTURUŞ anlamındaki Zilkâde de haram aylardan biridir ve daima yazın içindedir;
o ayda savaşılmayıp oturulduğu için bu adı almıştır.

Açıklaması
kısaca şöyle:

Bir ramazan hilali ile bir sonraki ramazan hilalinin arası
9:36’da ayların süresi diye geçiyor (ıddet eş-şuhûr).

Allah katında ayların süresi oniki aydır,
ıddet eş-şuhûri ındellah isné aşere şehr
.

Ama 12 ay (12 x 29.5 =) 354 gün olduğu için
365 günlük şemsî yılın 11 günü artar.

Artan bu 11 günler birikerek 29.5 güne ulaştığında
artık ay ortaya çıkar ve vakti sabitler.

Örneğin
08 Haz 628’de başlayan** süredeki hilallerin tarihleri şöyle
(ha:Haz, te:Tem, ağ:Ağu, ey:Eyl…):

------1------2----3----4-----5----6----7------8-------9----10----11---12--artık ay
)08ha 628)07te)06ağ)04ey)04ek)02ka)02ar)01oc 629)31oc)02ma)31ma)30ni)29ma
)26ha 629….

Görüldüğü gibi artık ay var.

O yüzden
bırakın hilallerin zincirleme 11 gün erken gelip vakten oynamasını
26 Haz 629 hilali 19 gün GEÇ gelir

Artık ay böylece her ayın kendi mevsiminde kalmasını sağlayıp
onları vakten sabitler.

____________________________________

*Bkz. http://www.islamicfinder.org/dateCon...&date_result=1
**Bkz http://www.timeanddate.com/calendar/?year=628&country=4
Tarihen aktarılan tarih bilgileri aktarılmış. Hudeybiye Antlaşması ve Rıdvan biatı'nın tarihinin şu ya da bu olmasında kazanılacak ya da kaybedilecek bir durum sözkonusu değildir olsaydı Âyette tarih de belirtilmiş olurdu.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 14. May 2015, 02:16 PM   #17
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.023
Tesekkür: 3.573
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun aleyküm,

Alıntı:
Hasan Akçay Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Miladî 13 Mart 628'in
Hicrî 01 Zilkâde 6 olduğu iddiası
boştur, abestir.

Yılların sayısını
ve onların içindeki ayların (şehrlerin) adlarını bilmek istiyorsanız
Allah'ın yapın dediğini yapacaksınız (Yûnus 5):

Güneşi bir ışık ve kameri bir nur yapıp
yılların sayısını bilin diye
kamere menziller verendir O.


O dolunay
D çeyrekay
) Hilal

Kamerin menzilleri bunlar.
Ay’ın Dünya’dan görünüşü her gün değişmekte, “hilâl”den başlayarak 14. günde “dolunay” hâline gelen Ay, devam eden günlerde yavaş yavaş tekrar eski şekline dönmektedir. Ay’ın bu görünüm değişimi hiçbir farklılık arz etmeden süregeldiği için, çok eski çağlardan beri onu gözlemleyen insanoğlu, Ay’ın her gün değişik bir şekil alan görüntüsüne değişik isimler vermiştir. Meselâ, Araplar Ay’ın bu evrelerine şu isimleri vermişlerdir: Şertan, Butayn, Süreyya, Deberan, Hek’a, Hen’a, Zira’, Nesre, Tarf, Cebhe, Zübre, Sarfe, Avva, Simâk, Gafir, Zubânâ, İklîl, Kalb, Şevle, Neâim, Belde, Sa’düzzâbih, Sa’dübüla’, Sa’düssüud, Sa’dülahbiye Fer’uddelvil, Muahhar ve Reşa. Ayette geçen Ay’ın menzillerinden maksat, onun her gün başka görüntü veren bu konumlarıdır. Bu konumların art arda gelmesi ile Ay’ın Dünya çevresinde oluşturduğu dolanım turu, ayetin ifadesi ile “eski, kuru bir hurma dalı gibi”dir.

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 14. May 2015, 05:17 PM   #18
Hasan Akçay
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 819
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Hasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud of
Standart hasakc

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Selamun aleyküm,

Tarihen aktarılan tarih bilgileri aktarılmış. Hudeybiye Antlaşması ve Rıdvan biatı'nın tarihinin şu ya da bu olmasında kazanılacak ya da kaybedilecek bir durum sözkonusu değildir olsaydı Âyette tarih de belirtilmiş olurdu.
Aman Allahim, aman Allah'im.

Güzel kardesim,
anlatilanlara düsülen tarihin su ya da bu olmasi bi sey kazandirmiyorsa
masal anlatiliyor demektir.

1 Zilkâde 6* diye bi tarih yok.

Tipki
Fî TARiHİ gibi,
DEVELER TELLAL iKEN,
BEN DEDEMiN BESiGiNİ TINGIR MINGIR SALLAR iKEN... gibi
sanaldir bu tarih.

Ve

bir olaya düsülen tarih sanal ise
olayin kendisi de sanaldir.

Bir sey kazandirmayan ya da kaybettirmeyen vakit ifadeleri
tarihte degil
masallarda kullanilir.


*

kazanılacak ya da kaybedilecek bir durum sözkonusu değildir
olsaydı Âyette tarih de belirtilmiş olurdu
.

Neden
"Hudeybiye diye bi andlasma olsaydi
ayette Hudeybiye geçerdi"
demiyorsunuz?

Bakin Mescidil Harâm andlasmasi var
Tevbe 7'de Mecscidil Harâm geçiyor,
Tevbe 2'de süre geçiyor: dört ay,
Tevbe 5'te bunlarin haram aylar oldugu geçiyor.

_____________________________

*Çünkü
Hz Muhammed halen hayattadir,
HiCRî TAKViM henüz yapilmamistir.
Hicrî takvimin esas aldigi KAMERî YIL yok,
kamerî yilin vakten oynak "şehr"leri yok.

Allah'in elçisi sagken Zilkâde
tipki 2:185'teki Şehru Ramazân gibi
vakten sabittir.

Yillarin sayisini
ve şehru ramazân, zilkâde gibi "şehr"leri bilmek istiyorsaniz
Allah'in 10:5'te yapin dedigini yapip
"iddet eş-şuhûr"lara bakacaksiniz.

Miladî tarihi kamerî tarihe çevirmek
gibi
abes isler yapmayacaksiniz.

Konu Hasan Akçay tarafından (16. May 2015 Saat 06:40 AM ) değiştirilmiştir. Sebep: Hasan Akcay
Hasan Akçay isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 15. May 2015, 08:48 AM   #19
Hasan Akçay
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 819
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Hasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud of
Standart

Hz Muhammed’in
Miladî 622’de hicret ettigini herkes kabul ediyor
ama hangi ay hicret ettigi belli degil.

Yolculugun 14 Haziranda basladigini söyleyen de var
ki akla yatan bi tarih bu

çünkü

14 Haziran aksami
ramazân hilalinin arefesi oldugu için ortalik tamamen karanlikti,
görünmeden yol almaya el verisliydi.

Ramazân hilallerinin göründügü şu tarihler
iddetlerin sayisini, dolayisiyla yillarin sayisini
gösteriyor (Yûnus 5):

1)15ha 622
2)04te 623
3)22ha 624
4)11ha 625
5)30ha 626
6)20ha 627
7)08ha 628
8)27ha 629
9)17ha 630


Not:

) ramazân hilali.

Görüldügü üzere ramazân hilalinin vakti daima yaz mevsiminin basi olup
gökteki bütün "şehr"ler gibi şehru ramazân vakten sabittir.

Yesiller: "artik ay"a sahip iddetler.
Hasan Akçay isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 16. May 2015, 01:59 AM   #20
Hasan Akçay
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 819
Tesekkür: 0
160 Mesajina 228 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
Hasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud ofHasan Akçay has much to be proud of
Standart

Alıntı:
dost1 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Hudeybiye Mekke'nin 16 km uzağındadır ve Mekke'nin batnındadır. Bunun böyle olduğunu "be-tı-nun" kök harfi ile ilgili yazılanları okursanız görebilirsiniz.
Mekke'nin 16 km uzagi, Mekke'nin elbet "batn"idir.

Bunu ben de belirttim iletimde
çünkü haritalari incelemistim: http://www.namazdua.net/wp-content/u...4/05/mikat.jpg

O, Allah'in gerçegidir.
Onda sorun yok.

Bakin bunlar da batn-i mekke:

Mekke'nin göbegi (A Bulaç, Diyanet Isleri, E Yüksel, Ibni Kesir, S Ates, Y N Öztürk, Mevdudi...)
Mekke'nin karni (H B Çantay)
Mekke'nin ortasi (Ö Öngüt, I I A Mihr)
Mekke'nin içi (A Ugur, Diyanet Vakfi)

Fetihle ilgili olan yer "Mekke'nin içi"dir. Sorun bu.
Çünkü Mekke'nin içi de Mekke'nin "batn"idir
ve inananlar müsriklerle Mekke'nin içindeki "batn"inda bir aradalar,
Mekke'nin 16 km uzagindaki "batn"inda degil.

Mümin savasçilarla müsrik savasçilar Mekke'nin orta yeri anlamindaki "batn"inda karsi karsiyalar ki Allah müsriklerin ellerini muminlerden, muminlerin ellerini müsriklerden orda çekiyor (Fetih 24).

Gerekçe Fetih 25'te:

Eğer (Mekke'de) kendilerini henüz tanımadığınız mümin erkeklerle mümin kadınları bilmeyerek çiğnemeniz sebebiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı (Allah savaşı önlemezdi).

Ates etmemenin, ateskes andlasmasi yapmanin nedeni bu.

Andlasmanin yapildigi yer ise Kuran'da açik açik belirtiliyor:
Mescidil Harâm.

Hudeybiye
Kuran'dan, AKILDAN uzak bi kurgulama.
Masal masal matitas...

Konu Hasan Akçay tarafından (16. May 2015 Saat 07:02 AM ) değiştirilmiştir.
Hasan Akçay isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
fetih, suresi


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 03:04 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2024, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam