![]() |
|
![]() |
#1 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.093
Tesekkür: 3.632
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() |
![]()
45 – Ve Allah, “bir tek” olarak anıldığı zaman ahirete inanmayan kişilerin yürekleri burkulur da, O’nun astlarından olan kimseler anıldığı zaman derhal yüzleri gülüverir.
Bu ayette, bir takım düzme tanrı ve tanrıçaların şefaatine nail olacaklarına inanan müşriklerin kompozisyonu çizilmiştir. Bunlara “bir tek Allah yeter”, yani “herhangi bir şeyhe, üstada, abiye, şefaatçiye, aracıya gerek yoktur” denilince canları sıkılır, yürekleri burkulur. Oysa Allah ile beraber “falan hazret, filan hazret” gibi bir takım aracılar da zikredilince yüzlerinde güller açılır. Ne yazık ki, kendi algılarını dinin tek doğru ölçüsü olarak kabul eden bazı fanatik grup, cemaat ve tarikatların mensupları da aynen bu durumdadır. “Yalnız Kur’an yeter” derseniz size kinlenirler, bir takım hazretleri de dine ortak ederseniz sizi kardeş diye bağırlarına basarlar. Müşriklerin bu tutumları Kur’an’da birkaç kez dile getirilmiştir. Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık kıldık. Ve sen Kur’an’da sadece Rabbini ‘bir ve tek’ olarak andığın zaman, ‘nefretle kaçar vaziyette’ gerisin geriye giderler. (İsra/46) İşte bu, şu sebeptendir: Siz, “bir ve tek” olarak Allah'a davet edildiğiniz zaman inkâr ettiniz. O'na ortak koşulunca da inandınız. Artık hüküm, o çok yüce ve çok büyük Allah'ındır. (Mü’min/12) 46 - De ki: “Ey göklerin ve yerin yoktan yaratıcısı/parçalayıcısı, gaybı [varlıkların kavrayış alanı dışındakileri] ve şahadeti [varlıkların akıl ve duyularla gözlenenlerini] bilen Allah'ım! Kulların arasında, o ihtilâf edip durdukları şeyler hakkında Sen hüküm vereceksin.” Bu ayette, inkârcıların mevcut tutumlarını sürdürecekleri, bu nedenle de elçinin işi Allah’a havale etmesi gerektiği bildirilmektedir. Müşrikler ile müminler birbirlerinden ayrılacaklar, inanç ve davranışlarda kimin doğru ve haklı olduğu Allah tarafından açıklanacak ve herkes yaptığının karşılığını alacaktır. Ve Yahudiler:, "Hıristiyanlar bir şey üzerinde değiller” dediler. Hıristiyanlar da “Yahudiler bir şey üzerinde değiller” dediler. Oysa onlar, Kitap’ı okuyorlar. Bilmeyen kimseler de onların sözü gibisini dediler. Artık içinde ihtilâf edip durdukları şeylerde, kıyamet günü aralarında Allah hüküm verecektir. (Bakara/113) Ve sen sana vahyolunan şeye uy! Ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. Ve O [Allah], hüküm verenlerin en hayırlısıdır. (Yunus/109) Ancak Sebt, kendisinde ihtilaf eden kimseler üzerine kılındı. Ve şüphesiz senin Rabbin onların içinde ihtilaf edip durdukları şeyler hakkında kıyamet günü, aralarında kesinlikle hüküm verecektir. (Nahl/124) O gün hükümranlık Allah’ındır. Aralarında O hüküm verir. Artık iman edip salihatı işleyenler nimet cennetlerindedirler. (Hacc/56) İşte bu, şu sebeptendir: Siz, tek olarak Allah'a davet edildiğiniz zaman inkâr ettiniz. O'na ortak koşulunca da inandınız. Artık hüküm, o çok yüce ve çok büyük Allah'ındır. (Mü’min/12) Ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şey; artık onun hükmü Allah'a aittir. İşte bu, benim Rabbim Allah’tır. Ben yalnız O'na tevekkül ettim ve ben yalnız O'na yöneliyorum. (Şûra/10) Ve Biz, sana Kitap’ı [Kur'ân’ı] sırf hakkında ihtilâfa düştükleri şeyler onlar için açığa koyasın diye ve iman edecek bir topluma bir kılavuz, bir rahmet olarak indirdik. (Nahl/64) Bu ayetlerden anlaşılıyor ki dinî konudaki ihtilâflarda Allah'ın kitabına giderek çözüm aranmalıdır. 47 – Ve eğer bütün yeryüzündekiler ve onunla birlikte bir o kadarı da o zulmeden kişilerin olsaydı, kıyamet günü azabın kötülüğünden kurtulmak için onu mutlaka kurtulmalık verirlerdi. Ve onların hiç hesaba katmadıkları şeyler, Allah tarafından onlar için meydana çıkar. 48 – Ve kazandıklarının kötülükleri onlar için meydana çıkmış ve kendisiyle alay edip durdukları şeyler, kendilerini çepeçevre sarmıştır. Bu ayetlerde, ahirete inanmamış kişilerin ahiretteki konumları açıklanarak bu kişiler şimdiden uyarılmaktadır: Şüphesiz ki şu inkâr etmiş ve inkârcı oldukları halde de ölenlerin hiç birinden, yeryüzü dolusu altın - onu fidye verseler bile - asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar, dayanılmaz azap kendileri için olanlardır. Onlar için yardımcılardan da yoktur. (Al-i İmran/91) Rablerine uyanlar için daha güzeli vardır. O'na uymayanlar ise, yeryüzünde bulunan ne varsa hepsi ve onunla birlikte bir misli daha kendilerinin olsa, onu kurtuluş fidyesi olarak verirlerdi. İşte onlar, hesabın kötüsü kendileri için olanlardır. Varacakları yer de cehennemdir. Orası da ne fena yataktır. (Rad/18) Konumuz olan ayetler müşrik olarak ölmemenin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. İnsanın geçmişinde bilgisizlik veya ilgisizlik nedeniyle şirk ve inkâr dönemleri olabilir. Ancak bu durumdan vazgeçip de tevhide yönelen ve Müslüman olarak ölenler için herhangi bir sorun söz konusu değildir. Önemli olan müşrik olarak ölmemektir. 49 – İşte, insana bir sıkıntı dokunuverince Bize yalvarır, sonra kendisine tarafımızdan bir nimet bahşettiğimiz zaman da: “O, bana bir bilgi üzerine verildi” der. Aslında o [verilen nimetler], bir fitnedir. Velâkin onların çoğu bilmezler. 50 – Gerçekten onu [“o, bana bir bilgi üzerine verildi” sözünü], bunlardan önceki kimseler de söyledi de o kazandıkları şeyler kendilerine fayda vermedi. 51 - Sonunda kazandıkları şeylerin kötülükleri kendilerine isabet etti. Şunlardan o zulmetmiş olan kimseler; onların da kazandıkları şeylerin kötülükleri kendilerine isabet edecektir. Ve onlar aciz bırakanlar değildir. 52 – Hâlâ, şüphesiz Allah’ın, rızkı dilediğine yaydığını ve ölçülendirdiğini bilmediler mi? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için kesinlikle nice ayetler vardır. Bu ayet gurubu, insan psikolojisindeki bir zaafa atıf yaparak başlamaktadır. Daha önce de tahlil ettiğimiz gibi, insan bir nimete eriştiğinde memnun olmakta, sıkıntıyla karşılaştığında ise çabucak Rabbine küsmektedir. Oysa her iki durum da Allah’ın insanı sınaması olarak kabul edilmelidir. Pasajda, bu sınamanın sonucu olarak dünya ve ahirette insanın başına gelecek durumlar hatırlatılmakta ve insanlar uyarılmaktadır. Ayetlerde Karun’a ve Sebe halkına da gönderme yapılmıştır. Sebe halkı ve Karun gibi akılsızlar kendilerine verilen nimetleri Allah katında saygın kimseler olduklarının bir belirtisi olarak yorumlamakta, dolayısıyla da onları kendi bilgi ve becerileri ile elde ettiklerine inanmaktadırlar. Hâlbuki bütün bunlar Allah’ın fitnesinden, denemesinden, imtihan etmesinden başka bir şey değildir. Dünyada verilen nimetler ikram olsun diye değil, imtihan için verilmektedir. Az kazançlı olmak seviyesizlik, çok kazançlı olmak da seviyeli, makbul biri olmak değildir. KARUN VE SEBE’ HALKI: Zenginliğin sembolü olarak bilinen Karun adlı şahsiyet hakkında Kur’an’da şu bilgiler verilmektedir: Şüphesiz Karun, Musa’nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, şüphesiz onun anahtarları güçlü kuvvetli bir topluluğa ağır gelirdi. Bir zaman kavmi ona demişti ki: “Şımarma! Şüphesiz ki Allah şımarıkları sevmez. Ve Allah’ın sana verdiğinde ahiret yurdunu iste. Dünyadan da nasibini unutma! Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun. Ve yeryüzünde bozgunculuğu isteme. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.” O [Karun]; “O [servet], bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi.” dedi. Bilmez miydi ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok topluluğu [taraftarı, birikimi] olan kimseleri kesinlikle helâk etmişti. Ve günahkârlar günahlarından sorulmaz [Allah onların hepsini bilir]. Derken o [Karun], ziynet [ihtişam] içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyen kimseler; “Keşke Karun’a verilen gibi bizim de olsaydı! Şüphesiz ki o [Karun], çok büyük bir nasip sahibidir” dediler. Ve kendilerine ilim verilmiş olan kimseler ise; “Yazıklar olsun size! İman eden ve salihi işleyen kimseler için Allah’ın mükâfatı daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir” dediler. Sonunda Biz onu ve evini yere geçirdik. Artık Allah’ın astlarından kendisine yardım edecek bir taraftar da olmadı ve o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi. Ve daha dün onun yerinde olmayı isteyenler, “Demek ki Allah kullarından dilediğine rızkı genişletiyor ve daraltıyor. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Ve demek ki inkârcılar felâh bulmuyorlar” diyerek sabahladılar. (Kasas/76-82) Zengin ve müreffeh toplumlara örnek olarak gösterilen Sebe halkı hakkında ise Kur’an’da şu bilgiler verilmektedir: Ant olsun ki Sebe' kavmi için iskan ettikleri yerde bir ayet vardı: Sağdan ve soldan iki bahçe! – “Rabbinizin rızkından yiyin ve O'nun için şükredin [karşılığını ödeyin]! Ne güzel bir belde ve çok bağışlayıcı bir Rab!”- Fakat onlar yüz çevirdiler [karşılığını vermediler]. Biz de üzerlerine Arim [barajların] selini salıverdik ve o onlara iki bahçelerini buruk yemişli, ılgınlık ve içinde biraz da sidir ağacı bulunan iki bahçeye çevirdik. Bu, onların küfretmeleri nedeniyle Bizim onları cezalandırmamızdır. Ve Biz sadece çok nankör olanları cezalandırırız. Ve Biz onlarla o bereket verdiğimiz memleketler arasında, sırt sırta şehirler meydana getirmiştik. Ve onlara da muntazam gidiş geliş düzenledik: -Buralarda gecelerce ve gündüzlerce [sürekli] emniyet içinde gidin gelin!- Sonra da onlar: “Rabbimiz! Seferlerimizin arasını uzaklaştır” dediler ve nefislerine zulmettiler. Şimdi de Biz onları ehadis [efsaneler] kıldık ve tamamen didik didik dağıttık. Şüphesiz ki bunda tüm çok şükreden sabırlı için elbette ayetler vardır. Ve ant olsun ki, İblis onlar hakkındaki zannını tasdik etti de müminlerden ibaret bir kesimden başkası ona [iblise] uydular. Hâlbuki onun [İblis] için onlar üzerinde hiçbir sultan [kudret] yoktu. Fakat Biz ahirete imanı olanı, ondan şek içinde bulunandan [yeterli bilgisi olmayandan] ayırt edecektik. Ve senin Rabbin her şeyi iyice koruyandır. (Sebe/15-21) Ve Biz herhangi bir memlekete uyarıcı gönderdikse, mutlaka oranın varlık ve güç sahibi şımarık önde gelenleri: “Biz sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyleri [mesajları] inkar edicileriz” dediler. Ve yine dediler ki: “Biz malca ve evlatça daha çoğuz ve biz azaba uğrayacaklardan değiliz.” De ki: “Şüphesiz benim Rabbim dilediği kimseye rızkını genişletir ve ölçülendirir. Fakat insanların çoğu bilmezler." Ve sizi huzurumuza yaklaştıracak olan, mallarınız ve evlatlarınız değildir. Ancak kim iman eder ve salihatı işlerse, işte onlar; kendileri için yaptıklarına karşı kat kat karşılık olanlardır. Ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler. Ve şu, ayetlerimiz hakkında aciz bırakmak için yarışanlar; azap içinde hazır edilenlerdir. De ki: “Şüphesiz benim Rabbim kullarından dilediği kimse için rızkını hem genişletir ve onun için ölçülendirir. Ve siz her ne şeyden infak ederseniz hemen O, arkasını getirir. Ve O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” Ve o gün O [Allah], onları hep birlikte toplayacak, sonra meleklere: “Şunlar mı size tapıyorlardı?” diyecektir. Onlar: “Seni tenzih ederiz. Onlara karşı bizim velimiz Sensin. Bilakis onlar cinlere tapıyorlardı. Çoğu onlara inananlardı.” dediler. Artık bu gün bazınız bazınıza yarar ve zarara malik olmaz. Ve Biz o zulmetmiş [şirke batmış] kişilere: “Tadın bakalım o kendisini yalanlayıp durduğunuz ateşin azabını!” deriz. (Sebe/34-42) 51. ayetteki “Sonunda kazandıkları şeylerin kötülükleri kendilerine isabet etti. Şunlardan o zulmetmiş olan kimseler; onların da kazandıkları şeylerin kendilerine isabet edecektir. Ve onlar aciz bırakanlar değildir” ifadesinden müşriklerin azaptan kurtulmalarının söz konusu olamayacağı anlaşılmaktadır. Şüphesiz sizin vaad olunduğunuz şeyler kesinlikle gelecektir. Ve siz, aciz bırakanlar [bunu engelleyecek birileri] değilsiniz. (En’am/134) Ve "O [azap] gerçek mi?" diye senden haber almak istiyorlar. De ki: “Evet. Rabbime ant olsun ki o, kesinlikle bir gerçektir. Ve siz aciz bırakanlar değilsiniz.” (Yunus/53) 53 - De ki: “Ey nefislerine karşı sınırı aşmış olan kölelerim/kullar! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz Allah, günahları tümden bağışlar. Şüphesiz O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. 54 – Ve size azap gelmeden önce Rabbinize yönelin ve O’na teslim olun. Sonra yardım edilmezsiniz. 55- 58 – Ve ansızın azap gelmeden, kişinin, “Allah’ın yanında, yaptığım ölçüsüzlüklerden dolayı yazık bana! Doğrusu ben alay edenlerdendim” demesinden yahut “Allah bana doğru yolu gösterseydi, her halde ben muttakilerden olurdum” demesinden veya azabı gördüğü zaman, “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik-güzellik üretenlerden olsaydım” demesinden önce Rabbinizden size indirilenin en güzelini izleyin.” 53. ayette, Resulullah’ın o günkü köleleri muhatap alınarak akıllı, inançlı olmalarına rağmen günah işlemiş kimselere hemen tövbe etmeleri çağrısı yapılmaktadır. Bu ayetin teknik yapısı ile ilgili kanaatlerimizi yine bu surenin 10. ayetinin tahlilinde detaylı olarak dile getirmiştik. Bizim ölçü aldığımız Mushaf'ta 53. ve 54. ayetlerin Medeni olduğu zikredilmektedir. 53. ayetin nüzul sebebi ile ilgili olarak müfessirler şu rivayetleri zikretmektedirler: Âlimler ayetin nüzul sebebi hususunda çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. "Bu, Mekkeliler hakkında nazil olmuştur. Çünkü onlar, "Muhammed, putlara tapanların ve adam öldürenlerin bağışlanmayacağını iddia ediyor. Biz ise putlara taptık ve adam öldürdük. Dolayısıyla daha nasıl müslüman olabiliriz?" demişlerdir [ayet bunun üzerine nazil olmuştur]. Böyle denildiği gibi, ayetin müslüman olmayı arzu edip de tövbesinin kabul olmayacağından korktuğu için Hz. Hamza (r.a)'nın katili Vahşî (r.a) hakkında nazil olduğu ve ayet nazil olunca müslüman olduğu da söylenmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s)'e, "Bu ayet ona mı mahsustur, yoksa bütün müslümanlar için genel midir?" diye sorulduğunda O, "Hayır, bütün müslümanlar için geneldir" buyurmuştur. Yine bu ayetin, câhiliyye döneminde büyük günahlar işleyip İslâmiyet gelince Allah Teâlâ'nın tövbelerini kabul etmeyeceği korkusu ile tir tir titreyen bazı müslümanlar hakkında nazil olduğu da söylenmiştir. Yine bu ayetin, İyâş b. Ebî Rebî'a ile Velîd b. Velîd ve bir grup müslüman hakkında nazil olduğu da söylenmiştir: Bunlar müslüman oldular, sonra fitneye düştüler [irtidâd ettiler]. Müslümanlar onlar hakkında "Artık Allah onların tövbelerini kabul etmez" demeye başladılar. İşte, bunun üzerine bu ayetler nazil oldu. Hz. Ömer (r.a) bu ayetleri yazıp onlara gönderdi. Böylece onlar da müslüman olup hicret ettiler. (Razi; el Mefatihu’l Gayb) Yine İbn Abbas ve Ata şöyle demiştir: Âyet-i kerime Hamza (r.a)'ın kati*li Vahşi hakkında inmiştir. Çünkü Allah'ın onun müslüman olmasını kabul et*meyeceğini zannetmişti. İbn Cüreyc'in Ata'dan, onun İbn Abbas'tan rivaye*tine göre ise İbn Abbas şöyle demiştir: Vahşi, Peygamber (sav)'a gelerek: Ey Muhammed, ben sana himaye isteyerek geldim. Allah'ın kelamını dinleyinceye kadar beni himayene al, dedi. Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: "Ben se*ni himayesiz olarak görmek isterdim. Fakat madem benden himaye isteye*rek geldin, Allah'ın kelamını dinleyinceye kadar seni himayeme alıyorum" de*di. Vahşi dedi ki: Ben Allah'a ortak koştum, Allah'ın haram kıldığı canı öl*dürdüm, zina ettim. Allah benim tövbemi kabul eder mi? Rasûlullah (sav) "Onlar ki Allah ile birlikte başka bir ilâha ibadet etmezler. Hak ile olması dışında Allah'ın öldürülmesini haram kıldığı nefsi de öldürmezler, zina da etmezler (Furkan/25/68)" ayet-i kerimesi sonuna kadar nazil oluncaya ka*dar sustu. Sonra bu ayeti Vahşi'ye okudu. Vahşi ben burada bir şart koşulduğunu görüyorum, belki ben salih bir amel işlemeyeceğim, Allah'ın kela*mını dinleyinceye kadar ben senin himayende kalmaya devam ediyorum. Bu*nun üzerine şu ayet-i kerime indi: "Doğrusu Allah kendisine şirk koşulma*sını mağfiret etmez. Ondan başkasını da dilediğine bağışlar (Nisa/48 ve 116)” ayetleri indi. Onu çağırttırdı ve ona bu ayeti okudu. Bu sefer şöy*le dedi: Belki ben mağfiret etmeyi dilemeyeceği kimselerdenim. Onun için Allah'ın kelamını dinleyinceye kadar senin himayende kalıyorum, dedi. Bu sefer: "Ey nefisleri aleyhine ileri giden kullarım! Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin!" ayeti nazil oldu. Bunun üzerine: Evet şimdi oldu, ayrıca herhan*gi bir şart koşulduğunu görmüyorum, dedi, sonra da müslüman oldu. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an) Bu açıklamaya göre pasajın Medenî olması gerekmektedir. Bize göre bu pasajın Mekkeliler hakkında indiği görüşü tercih edilmelidir. Sebeb-i nüzulün özel oluşuna değil, ayetin anlamının genel oluşuna bakılmalıdır. Rabbimizin mağfiretinin genişliği herkese yöneliktir. Aklını başına alıp Allah’a yönelenlerin şirki de, küfrü de, fıskufücuru da bağışlanacaktır. O nedenle azap gelmeden önce “Allah’ın yanında, yaptığım ölçüsüzlüklerden dolayı yazık bana! Doğrusu ben alay edenlerdendim” demesinden yahut “Allah bana doğru yolu gösterseydi, her halde ben muttakilerden olurdum” demesinden veya azabı gördüğü zaman “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik-güzellik üretenlerden olsaydım” demesinden önce herkes Allah’a yönelmelidir. |
![]() |
![]() |
![]() |
#2 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.093
Tesekkür: 3.632
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() |
![]()
BAĞIŞLANMA
Rabbimiz dünyada tevbe ile beraber bütün günahları bağışlamaktadır. Günahları ne kadar büyük ve çok olursa olsun, hiç bir kul Allah'ın rahmetinden ümidini asla kesmemelidir. Onlar, Allah’ın, kullarından tevbeyi kabul ettiğini, sadakaları aldığını ve Allah’ın, tevbeleri çok kabul edenin ve çok merhamet edenin ta kendisi olduğunu bilmediler mi? (Tevbe/104) Kim bir kötülük işler yahut nefsine zulmeder, sonra da Allah'tan bağışlanma dilerse, Allah'ı çok bağışlayıcı ve çok merhametli bulur. (Nisa/110) Şüphesiz ki münafıklar, Ateş’ten en aşağı tabakadadırlar. Sen de onlara bir yardım edici bulamazsın. Ancak dönenler, düzeltenler, Allah'a sıkıca sarılanlar ve dinlerini Allah için arıtan kimseler müstesna. İşte bunlar, müminlerle beraberdirler. Ve Allah, müminlere büyük bir ecir verecektir. (Nisa/145, 146) “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır. Hâlâ onlar, Allah'a tevbe etmez ve O'ndan af dilemezler mi? Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Mâide/73, 74) Şüphesiz ki, inanan erkek ve kadınları ateşlere salıp [işkence edip] sonra da tövbe etmeyenler için cehennem azabı vardır; yangın azabı da onlar içindir. (Buruc/10) Bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi, Allah’a şirk koşanlar bile dünyada tevbe etmeleri halinde bağışlanmaktadırlar. 59 – Bilakis, sana Benim ayetlerim geldi de sen onları hemen yalanladın, büyüklük tasladın ve kâfirlerden oldun. Bu ayet, 56-58. ayetlerde konu edilen “nefse [kişiye]” hitap etmektedir. Ayetin sözleri, bu nefsin keşkilerine cevap teşkil etmektedir ve zımnen ona “Sen şimdi ‘Allah bana doğru yolu gösterseydi, her halde ben muttakilerden olurdum’, ‘Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik-güzellik üretenlerden olsaydım’ demektesin ama sana Benim ayetlerim geldi de sen onları hemen yalanladın, büyüklük tasladın ve kâfirlerden oldun. Tercihinin sonucuna katlanmalısın” denilmektedir. Bu ayet aynı zamanda surenin 7. ayetinin de açılımı mahiyetindedir. 60 – Ve o kıyamet günü, Allah'a karşı yalan söyleyen kişileri yüzleri kararmış olarak göreceksin. Kibirlenenler için cehennemde yer yok mu? 61 – Ve takvalı davranan kişileri de Allah başarıları sebebiyle/ korunaklarında kurtarır. Onlara fenalık dokunmaz ve onlar üzülmezler de. Bu ayetlerde yine inkârcıların ve müminlerin ahiretteki durumları hatırlatılarak insanlara uyarı yapılmıştır. YÜZLERİN KARARMASI Ayetteki “Allah'a karşı yalan söyleyen kişileri yüzleri kararmış olarak göreceksin” ifadesinde yer alan “yüzlerin kararması” sözü bir deyimdir. Türkçede de sıkıntılı, mutsuz kişilere “kararıp durma, biraz gül” denir. Müminler mutludurlar, yüzleri güleçtir, kararmaz. O en büyük korku onları üzmez ve kendilerini melekler: “İşte bu, size söz verilmiş olan gününüzdür” diye karşılarlar. (Enbiya/103) O gün kimi yüzler ağaracak, kimi yüzler de kararacaktır. Yüzleri kararanlara şöyle denecektir: “Siz inandıktan sonra yeniden kâfir mi oldunuz? Öyleyse, kâfirliğinizden dolayı tadın cezayı! Ve yüzleri ağaranlar ise, Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar orada temelli kalacaklardır.” (Âl-i İmrân/106, 107) Kötülük kazanmış olan kimseler de, kötülüğün cezası, bir misli iledir. Ve onları bir zillet kaplar. Onlar için Allah'tan, hiçbir koruyucu yoktur. Sanki onların yüzleri karanlık gecelerden bir parçaya bürünmüş gibidir. İşte onlar ateşin ashabıdırlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır. (Yunus/27) 62- Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O, her şeye vekildir [her şeyin yöneticisidir]. 63 - Bütün göklerin ve yerin anahtarları yalnızca O’nundur. Allah'ın âyetlerini inkâr eden kimseler; işte onlar, zarara uğrayanların ta kendileridir. Yukarıdaki hatırlatmalardan sonra Rabbimiz bu ayetlerde kendisini, azametini tanıtarak aklını kullanmayanlara bir ihtar daha yapmıştır. Aynı ihtarı En’am suresinde de görmüştük: İşte Rabbiniz Allah! O’ndan başka ilâh yoktur. Her şeyin yaratıcısıdır. Öyleyse, O’na kulluk edin. O, her şey üzerine vekildir [yönetendir]. (En’am/102) 64 - De ki: “Buna rağmen siz, bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz, ey cahiller!” Bu ayette peygamberimiz müşriklere “Ey cahiller!” diye hitap ettirilerek “Allah her şeyin yaratıcısı iken bu eften püften şeylere mi kulluk edeyim?” dedirtilmiştir. Her şeye gücü yeten, yeri göğü yaratan Allah ile hiçbir şeye güç yetiremeyen, hiçbir şeyi yaratamayan, üstelik de kendileri yaratılmış olan sözde ilâhlar arasındaki farkı fark edemeyenlere başka ne denir! Hangi akıllı ve bilgili kimse böyle bir ahmaklık yapar? “Esbab-ı Nüzul” kayıtlarına göre müşrikler bir gün gelip Resulullah’tan şirk koşmasını istemişler. Böyle bir teklifi cahillerden başka kimsenin yapmayacağı açıktır. Müşriklerin bu teklifi, asayişi korumakla görevli memurlara “gel beraber asayişi bozalım” denilmesine benzer. Görevi insanları şirkten uzaklaştırmak olan bir peygambere şirk koşmayı teklif etmek, gerçekten de cahillikten, beyinsizlikten başka bir şey değildir: İbn Ebu Hatim ve başkaları İbn Abbas’tan şöyle bir olay naklederler: Bilgisizlikleri nedeniyle müşrikler Allah Rasûlünü (s.a.v) kendi ilâhlarına ibadete çağırdılar. Şayet o böyle yaparsa, onlar da Allah Rasûlü ile birlikte onun ilâhına ibadet edeceklerdi. İşte bunun üzerine: “De ki: Bana, Allah'tan başkasına ibadet etmemi mi emredersiniz ey cahiller? Andolsun; sana da, senden öncekilere de vahyolunmuştur” ayeti nazil olmuştur. (İbn Kesir) 65, 66 – Ve ant olsun ki, sana ve senden öncekilere vahyedildi ki: “Ant olsun ki, eğer şirk koşarsan amelin kesinlikle boşa gidecek ve mutlaka kaybedenlerden olacaksın. Onun için, tam aksine yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.” Bu ayetlerde elçilerin niçin gönderildiği ve neyi öğretmek istedikleri açıklanmıştır. Elçilerin görevlendirildikleri davadan vazgeçmeleri söz konusu değildir. Ayetten anlaşılan odur ki, bütün elçiler tevhid inancını yerleştirmek için gönderilmiştir. Şirk koşanların iyi amelleri bir işe yaramayacaktır. Bu sebeple, Allah’a şirk koşmadan inanılmalı, O’na kulluk edilerek verdiği nimetlerin karşılığı ödenmelidir. Şirk, amelle*rin ahirette Allah tarafından değerlendirilmesini engellemektedir. Müşrik ne kadar fay*dalı iş üretirse üretsin, boşa gidecektir. Kişiyi topyekûn iflas ettirecektir. Bu ayetler birinci derecede Peygamber'i muhatap almakla beraber, üzerinde durduğu ilkeler itibariyle tüm insanlığı ilgilendirmektedir. İşte bu, Allah'ın kılavuzluğudur. O, onunla kullarından dilediğine kılavuzluk eder. Ve eğer onlar ortak koşsalardı, kesinlikle yapmış oldukları şeyler boşa gitmişti. (En'âm/88) Yoksa onlar, O'nun astlarından bir takım ilâhlar mı edindiler? De ki: “Kesin delilinizi getirin. İşte şu, benimle beraber olanların öğüdüdür ve benden öncekilerin öğüdüdür.” Bilakis, onların çoğu gerçeği bilmezler de onlar onlar, yüz çevirenlerdirler. (Enbiya/24) Sana haram aydan ve onda [o haram ayda] savaşmaktan soruyorlar. De ki: Onda savaşmak, büyüktür ve Allah yolundan alıkoymaktır, O’nu ve Mescid-i Haram’ı inkar etmektir. Ve onun [Mesci-i Haram’ın] halkını oradan çıkarmak, Allah yanında daha büyüktür. Ve fitne, öldürmekten daha büyüktür. Onlar, eğer güç yetirirlerse, sizi dininizden döndürmek için sizinle savaşmaktan hiçbir zaman geri durmazlar. Sizden de her kim, dininden döner ve kâfir olarak can verirse artık onların bütün amelleri, dünyada ve ahirette boşa gitmiştir. Ve işte onlar, ateşin ashabıdır. Onlar orada sürekli kalanlardır. (Bakara/217) De ki: “Şüphesiz ki ben; sizin, Allah’ın astlarından yalvardıklarınıza ibadet etmekten yasaklandım”. De ki: “ Ben sizin hevalarınıza uymam. O zaman [eğer uyarsam] sapıtmış olurum ve ben, doğru yola erenlerden olmamış olurum.” (En’am/56) De ki: “Allah’ın astlarından bize yarar sağlamayan ve zarar vermeyen şeylere mi yakaralım? Ve Allah bizi doğru yola ilettikten sonra, kendisinin “bize gel” diye doğruya ve güzele çağıran arkadaşları varken şeytanların kendisini ayartıp yeryüzünde şaşkın dolaşır hale getirdiği kimseler gibi gerisin geri mi döndürülelim? De ki: “Şüphesiz Allah’ın doğru yolu, gerçek doğru yolun ta kendisidir. Ve biz âlemlerin rabbine teslim olmakla ve “Salâtı ikame ediniz ve O’na takvalı olunuz” diye emrolunduk. Ve O [Allah], sadece Kendisine toplanacağımız kimsedir.” (En’am/71) De ki: “Bana Rabbimden apaçık deliller geldiği zaman, şüphesiz ben, o, sizin Allah'ı bırakıp taptıklarınıza ibadet etmekten kesinlikle men edildim ve ben âlemlerin Rabbine teslim olmamla emrolundum. (Mü’min/66) İşte onlar, Rabblerinin ayetlerini ve O’na ulaşmayı inkâr etmişlerdi de bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitmiştir. Artık kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız [hiç bir değer vermeyiz]. (Kehf/105) 67 – Ve onlar Allah'ı hakkıyla takdir etmediler. Ve yeryüzü, kıyamet günü O'nun avucundadır. Gökler de O’nun sağ eliyle [kudretiyle] dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından münezzeh ve çok yücedir. Tevhid üzerine önemli açıklamalar yapıldıktan sonra, bu ayetlerde de müşriklerin Allah’ı hakkıyla takdir etmedikleri ifade edilerek bunca öğüt ve açıklamaya rağmen hiç birini değerlendirmedikleri, Allah’ın bağışlayıcılığından ve tevbeleri kabul edişinden yararlanmadıkları, Allah ile kâinat arasındaki ilişkiyi kavrayamadıkları mesajı verilmiştir. Sonra da Allah’tan kurtulmanın mümkün olmadığı, yerin ve göğün O’nun kontrolünde olduğu, ayrıca Allah’ın onların şirk koştuklarından münezzeh olduğu vurgulanmıştır. Bu mesaj başka ayetlerde de verilmiştir: Ve onlar: “Allah, hiçbir beşere bir şey göndermemiştir” demekle, Allah’ı hakkıyla takdir edemediler [gereği gibi tanıyamadılar]. De ki: Musa'nın insanlara aydınlık ve kılavuz olmak üzere getirdiği, sizin parça parça kâğıtlar kıldığınız, bir kısmını belli ettiğiniz, birçoğunu gizlediğiniz; siz ve babalarınızın, sayesinde bilmediğiniz birçok şeyleri öğrendiğiniz Kitap’ı kim indirdi? Sen de ki: “Allah!”. Sonra onları boş uğraşlarında oynar halde bırak. (En’am/91) Allah’ı gereği gibi ölçemediler [değerlendirip bilemediler]. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, her şeye üstündür. (Hacc/74) Siz Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? Oysa siz ölüler idiniz de sizlere O hayat verdi. Sonra O, sizleri öldürecek, sonra canlandıracaktır. Sonra da kendisine döndürüleceksiniz. (Bakara/28) 68- Ve sûra üflenmiştir de Allah’ın dilediği hariç, göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp yıkılıvermiştir. Sonra ona başka bir daha üflenmiştir de onlar kalkmışlar, karşıda bakıp duruyorlar. 69- Ve yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanmış, kitap konulmuş, peygamberler ve tanıklar getirilmiş ve aralarında hak ile karar verilmiştir. Ve onlar zulüm olunmazlar [onlara haksızlık edilmez]. 70- Ve ne amel yaptıysa herkese karşılığı tam olarak ödendi. Ve O [Allah], onların yaptıklarını en iyi şekilde bilendir. Bu ayetlerde kıyametin kopuşu, öldükten sonra dirilme, amellerin değerlendirilmesi, insanların cehennem ve cennete sevk edilmeleri gibi ahiretle ilgili konular ele alınmaktadır. Ayetlerden anlaşıldığına göre, Rabbimiz ahiretteki yargılamasını, bir mahkemede olduğu gibi, amel defterleri, belgeler, elçilerden, vücut azalarından tanıklar getirterek yapacaktır. Ayette yer alan “Allah’ın dilediği hariç” ifadesi, kontrolün tamamen Allah’ta olduğunu gösteren bir ifadedir. Bu ifade Kur’an’da sıkça görülür. GETİRİLEN KİTAPLAR 69. ayette geçen “... kitap konulmuş, ...” ifadesi ile herkesin amel defterinin kendisine verilmesi olayı kastedilmiştir. Bu temayı birçok ayette görmekteyiz: Ve her insanın kendi kuşunu ayrılmayacak şekilde boynuna doladık. Ve biz kıyamet günü açılmış bulacağı kitabı onun için çıkarırız. -“Oku kendi kitabını! Bugün nefsin [kendi zatın], kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!”- (İsra/13, 14) Ve Kitap [amel defteri] konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez. (Kehf/49) Aynı ayetteki “peygamberler getirilmiş” ifadesiyle de peygamberlerin tanık olarak getirileceği kast edilmiştir. Her ümmetten bir tanık getirdiğimiz ve seni de işte onların üzerine bir tanık olarak getirdiğimiz zaman bak nasıl? (Nisa/41) And olsun, kendilerine elçi gönderilmiş olanları da sorguya çekeceğiz, and olsun, gönderilen elçileri de sorguya çekeceğiz. ‘A’raf/6) Allah, elçileri toplayacağı gün şöyle diyecek: “Size verilen cevap nedir ?” Onlar da: “Bizim hiç bir bilgimiz yoktur; şüphesiz ki gaypları bilen Sensin, Sen.” (Maide/109) elçiler, vakitlendirildikleri zaman, bunlar hangi gün için ertelendiler ise! Ayırt etme günü için... (Mürselat/11-13) Yine aynı ayetteki “şühedâ [tanıklar]” sözcüğü ile kastedilenler ise insanın kendi organları, hafıza hücreleri ve sürekli içinde bulunan İblis’tir. Ve işte böyle Biz, siz, insanlar üzerine şahitler olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun diye sizi hayırlı bir ümmet kıldık. Daha önce içinde durduğun kıbleyi kılmamız da yalnızca; elçilere uyan kimseleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım diyedir. Bu iş, elbette, Allah'ın hidayet ettiği kimselerin dışındakilere çok büyüktür. Ve Allah imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. (Bakara/143) Ve herkes, kendisiyle beraber bir sâik [sürücü] ve bir şâhit bulunarak geldi. (Kaf/21) O gün [buluşma günü], onlar, meydana çıkarlar. Kendilerinden hiçbir şey Allah'a karşı gizli kalmaz. –‘Bugün mülk kimindir?’, Sadece tek ve kahhar olan Allah'ındır!’- (Mümin/16) İşte o, bir tek haykırıştır. Bir de bakmışsın onlar meydandadır. (Nâziât/13 -14) De ki: “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun.” Sonra onlar; “Bizi kim geri döndürecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yaratmış olan.” Bunun üzerine sana başlarını sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki: “Çok yakın olması umulur! Sizi çağıracağı [diriltileceğiniz] gün, O’nu överek O’nun çağrısına uyacaksınız ve sadece pek az kaldığınızı zannedeceksiniz.” (İsra/50- 52) Göğün ve yeryüzünün kendi emriyle durması da O’nun ayetlerindendir. Sonra sizi yeryüzünden bir tek çağırışla çağırdığı zaman bir de bakarsınız ki siz çıkarılıyorsunuz. (Rûm/25) Biz kıyamet günü için adalet terazileri koyarız; hiçbir kimse, hiçbir şeyce haksızlığa uğratılmaz. [o şey] bir hardal tanesi ağırlığınca da olsa, onu getiririz. Ve hesap görenler olarak Biz yeteriz. (Enbiya/47) Şüphesiz ki Allah, zerre kadar zulüm etmez. Ve eğer iyilik ise onu kat kat artırır. Ve kendi katından büyük bir ecir verir. (Nisa/40) 71- Ve inkâr etmiş olanlar bölük bölük cehenneme sevk olundu [olunacak]. Nihayet oraya vardıklarında kapıları açıldı [açılacak]. Ve onun bekçileri onlara: “İçinizden size Rabbinizin ayetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” dediler [diyecekler]. Onlar: “Evet geldi” dediler [diyecekler]. -Velâkin kâfirler üzerine azap kelimesi hak oldu.- 72- “Sürekli olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından” denildi. -Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!- 73- Rablerine karşı takvalı olanlar da cennete bölük bölük sevk edildi. Nihayet oraya vardıkları, kapıları açıldığı ve bekçileri onlara: "Selâm sizlere, tertemiz geldiniz!” dediği zaman; “Ebedî olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya!" dediler [denilecek]. 74- Onlar da: “Bize vaadini doğru çıkaran ve bizi bu arza vâris kılan ve cennette bizi istediğimiz yerde konup göçürten o Allah’a hamdolsun” dediler. –İşte, çalışanların ödülü ne güzeldir!- Ahirette her şeyin kontrolünün Rabbimizde olduğu ihtar edildikten sonra bu ayetlerde de muttakiler ile kâfirler, mahşer alanı ve sonrasındaki gelişmeler aktarılmıştır. Kâfirler grup grup cehenneme sürülürler: Ve her ümmetten [önderli topluluktan] ayetlerimizi yalan sayanlardan bir grup topladığımız gün, artık onlar tutuklanıp dağıtılırlar. (Neml/83) O gün onlar cehennem ateşine itildikçe itilirler. -İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin artık sizin için birdir. Siz sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız! – (Tur/13-16) Suçluları da susamış olarak cehenneme süreceğiz. (Meryem/86) Ve Allah kime kılavuz olursa, işte o doğru yoldadır. Kimi de saptırırsa, artık bunlar için Allah'ın astlarından hiçbir veliy bulamazsın. Ve Biz, onları kıyamet günü kör, dilsiz ve sağır oldukları hâlde, yüzleri üstü haşredeceğiz. Onların varacakları yer cehennemdir. Ne zaman ki o [cehennem] dindi onlara ateşi arttırırız. İşte bu, onların, ayetlerimizi inkâr etmiş olmaları ve “Bizler, bir yığın kemik ve ufalanmış toz olduğumuz zaman mı, biz yeni bir yaratılışla mutlaka diriltilmiş mi olacağız?” demiş olmaları nedeniyle onların cezasıdır. (İsra/97) O gün Biz bütün insanları önderleriyle çağıracağız. Ki o gün, kimin kitabı sağ eline verilirse, işte onlar kendi kitaplarını okuyacaklar ve onlar kandil fitili/ çekirdeğin iplikçiği kadar [en küçük] bir haksızlığa uğratılmayacaklar. (İsra/71) Ve her ümmetten [önderli topluluktan] ayetlerimizi yalan sayanlardan bir grup topladığımız gün, artık onlar tutuklanıp dağıtılırlar. (Neml/83) Az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” Derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi ama biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik.” Ve derler ki: “Eğer biz dinlemiş olsaydık, yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin halkı arasında olmazdık Böylece günahlarını itiraf ettiler. Artık, toz duman olmak ateş ashabı içindir. (Mülk/8-11) Müminler de grup grup cennete sevk edilecektir: O kişiler ki ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler: “Rabbimiz! Sen bunu boş yere yaratmadın, Sen noksanlıklardan münezzehsin. Artık bizi ateşin azabından koru! Rabbimiz! Şüphesiz Sen kimi Ateş’e girdirirsen artık onu kesinlikle rezil etmişsindir. Zalimleri için hiç yardımcılardan da yoktur. Rabb’imiz! Şüphesiz ki biz, “Rabb’inize inanın!” diye çağıran bir nidacıyı duyduk ve hemen inandık. Rabb’imiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi Ebrar [İyiler/yardımseverler] ile birlikte vefat ettir. Rabbimiz! Ve bize, elçilerin üzerine vaat ettiğin şeyleri ver, kıyamet günü bizi rezil etme. Şüphesiz Sen verdiğin sözden dönmezsin." (Al-i Imran/194) İman edenler ve sâlihâtı işleyenler; –ki Biz hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemeyiz– işte onlar cennet yâranlarıdır ve onlar, orada ebedî olarak kalıcılardır. Ve göğüslerinde gıll'den [kinden, hınçtan, kıskançlıktan, hileden, hainlikten, garazdan] ne varsa çıkarıp atarız. Onların altlarından ırmaklar akar. [Ve onlar,] “Bize bunun için kılavuzluk eden Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bize kılavuzluk etmeseydi biz doğru yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri bize gerçek ile gelmiştir” derler. Ve onlara seslenilir: “İşte size cennet! Yapmış olduklarınızla buna vâris oldunuz.” (A’raf/42, 43) Onlar orada, “Hamd, bizden o üzüntüyü gideren ve bizi lütfundan, kendisinde bize yorgunluk gelmeyen, kendisinde bizim için usanç olmayan, durulacak bu yurda girdiren Allah’a özgüdür. Gerçekten Rabbimiz çok bağışlayıcı ve çok karşılık vericidir” derler. (Fatır/34,35) Ant olsun ki Biz, Zikir’den sonra, Zebûr'da da ‘şüphesiz yeryüzüne ancak Benim salih kullarımın mirasçı olacağı’nı yazdık. (Enbiya/105) Şüphesiz, “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra dosdoğru olanlar; onların üzerine, melekler sürekli iner; “Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat edilen cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında ve âhirette sizin Yakınlarınızız. Cennette, Gafûr ve Rahîm Allah’tan bir ikram olarak sizin için nefislerinizin arzuladığı her şey var. Orada istediğiniz şeyler de sizin içindir. (Fussilet/30) 74. ayette geçen “bizi bu arza [yeryüzüne] vâris kılan” ifadesindeki “arz [yeryüzü]”, yaşadığımız yeryüzü olmayıp cennetin alanıdır. 75 – Ve sen, melekleri arşın bir kenarından dolaşanlar olarak, Rablerine hamd ile tesbih ettiklerini görürsün. Ve onların aralarında hakk ile gerçekleştirilmiştir. Ve “Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun” denilmektedir. Bu ayette, cennet ehline Allah’ın tecellisi olarak Allah’ın azametinin, kibriyasının gösterileceği bildirilmektedir. Gösterileceği bildirilen bu ilahî tecelli, çok sanatsal bir benzetme ile ifade edilmiştir: Allah iktidar tahtında oturmakta, tüm güçler ise O’nu arındırarak ve övgüleyerek etrafında dolaşmaktadır. Bu tür benzetmeleri başka ayetlerde de görmekteyiz: Çok güçlü kralın yanındaki [huzurundaki] doğruluk oturma yerlerindedirler. (Kamer/55) Melekler onun [semanın] çevresindedirler. O gün Rabbinin Arşını bunların fevkinde sekiz taşır. (Hakka/17) Burada konu edilen “melekler”, Bakara/30-34’ten oluşan pasajda geçen meleklere benzemektedir. Allah’ın yarattığı tüm güçler, sistemler cennette de Allah’ı tesbih ve takdis etmektedirler. Allah doğrusunu en iyi bilendir. العصمة للّه وحده - el-Ismetü lillâhi vahdeh
[Kusursuzluk sadece Allah’a mahsustur]… |
![]() |
![]() |
![]() |
Bookmarks |
Etiketler |
59zumer, suresi |
|
|