hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE TEBYîNÜ'L -KUR'AN İŞTE KUR'AN ve VİDEOLARI Hakkı Yılmaz > İniş Sırası ile Sureler > 61.Fussılet Suresi

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 25. April 2009, 10:18 PM   #1
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.093
Tesekkür: 3.632
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Ayetteki “İstediğinizi yapın! Şüphesiz ki O [Allah], yaptığınız şeyleri en iyi görendir” ifadesi, tehdit içeren bir emirdir. “Sizler, bu ikisi*nin eşit olmayacağını bildikten ve amellerin karşılığının mutlaka verileceği*ni öğrendikten sonra, istediğinizi yapabilirsiniz” demektir.

41, 42 – Şüphesiz zikir kendilerine geldiğinde onu inkâr eden kimseler, … Ve şüphesiz o [zikir], Hakîm ve Hamîd tarafından indirilmedir. Önünden ve ardından [hiçbir tarafından] kendisine batılın gelmediği azîz [yenilmez] bir kitaptır.

Bu ayetlerde de Allah’ın ayetlerine karşı duranların bir başka türlüsü gözler önüne serilmektedir. Kur’an, Hakîm ve Hamîd olan Allah tarafından indirilmiştir. O, batılın hiçbir taraftan kendisine yaklaşamayacağı yenilmez bir kitaptır. Bu nedenle de zafer mutlaka onun olacaktır. Müşriklerin bunu iyi anlamaları gerekmektedir.
41. ayeti oluşturan cümlenin yüklemi hazfedilmiştir [gizlenmiştir, düşürülmüştür]. Cümleye “onlar helak olacaklardır” veya “azaba uğratılacaklardır” şeklinde bir yüklem takdir edilebileceği gibi, aşağıdaki ayet ışığında “onun için zor, sıkıcı bir geçim / yaşam vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz, onu cezalandırırız” şeklinde bir yüklem de takdir edilebilir:

Kim Benim zikrimden [Benim anılmamdan / Benim öğüdümden] yüz çevirirse hiç şüphesiz onun için zor, sıkıcı bir geçim / yaşam vardır. Kıyamet günü de onu kör olarak haşrederiz. O der ki: “Rabbim ben gören biri olduğum hâlde beni neden kör olarak haşrettin?” [Allah] Der ki: “Bu böyledir, ayetlerimiz sana geldi de sen onları terk etmiştin; bu gün de aynı şekilde sen terk ediliyorsun [cezalandırılıyorsun].” (Ta Ha/126)

Ayette Kur’an, “Önünden ve ardından [hiçbir tarafından] kendisine batılın gelmediği azîz [yenilmez] bir kitaptır” diye tanıtılmıştır. Bu şu anlama gelir: “Kur’an’ın hak olduğunu bildirdiği hiçbir şey batıl olmaz; batıl olduğunu söylediği hiçbir şey de hak olmaz. Onda eksiltme, ilave etme yapılamaz; içindekiler nakzedilmez, çürütülemez.” Yani Kur’an insanlara inanç, ahlak, ekonomi, siyaset, hukuk, medeniyet veya diğer alanlarda herhangi bir hususu beyan etmiş ise, o mutlak surette doğrudur. Ne kadar uğraşılırsa uğraşılsın, aksi ispat edilemez. Üzerinden çağlar geçse de eskimez, geçerliliğini kaybetmez.

43 – Senin için senden önceki elçilere söylenenden başka bir şey söylenmiyor. Şüphesiz senin Rabbin kesinlikle mağfiret sahibidir ve acı veren bir azabın sahibidir.
Kur’an’ın arkasında Allah’ın olduğu, Kur’an’ın yenilmez, ortadan kaldırılamaz, ilkeleri çürütülmez yüce bir kitap olduğu açıklandıktan sonra, bu ayette hem Resulullah teselli edilmiş, hem de müşriklere durumlarını düzeltmeleri için açık kapı bırakılmıştır. Sonra da bu fırsatı değerlendirmeyenlerin acı bir azapla azaplandırılacakları ihtar edilmiştir.
Resulullah’a yapılan teselli, kavminin eziyetlerine karşı sabretmesi ve Kur’an’a düşmanlık edenleri sıkıntı etmemesi yönündedir.
Ayeti şu üç şekilde anlamak da mümkündür:
1 - “Kavmindeki inkârcıların sana söylediği sözler, tıpkı geçmişteki inkârcı kavimlerin kendi elçilerine söylediği üzücü sözler ve onlara indirilen kitaplar hakkında yaptıkları tenkitler gibidir. Senin Rabbin, hakkı savunanlar için mağfiret sahibi; batıldan yana olanlar için de acıklı bir azap sahibidir. Bu nedenle, sen bu işi Allah'a havale et ve emrolunduğun davet ve tebliğ işiyle meşgul ol!”
Şu ayetler de benzer mesajlar içermektedir:

Ve elbette ki senden önce de elçiler yalanlanmıştı da kendilerine yardımımız gelinceye kadar yalanlanmaya ve eziyet olunmaya sabretmişlerdi. Ve Allah’ın sözlerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. Hiç şüphesiz ki sana, gönderilmişlerin [elçilerin] haberlerinden bir kısmı gelmiştir de. (En’am/34)

Firavun'un kavminden ileri gelenler, “Muhakkak bu çok bilgili bir sihirbazdır. O, sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor” dediler. [Firavun,] “O hâlde siz ne emredersiniz?” dedi. [Onlar da,] “Onu ve kardeşini alıkoy [beklet], şehirlere de toplayıcılar gönder. Bütün çok bilgili sihirbazları sana getirsinler” dediler. (A’raf/109)

Firavun ise ordusuyla birlikte yüz çevirmiş ve “Bu bir sihirbazdır, ya da bir delidir” demişti. (Zariyat/39)

Biz onların seni dinlediklerinde ne için dinlediklerini, gizli konuşmalarında da o zalimlerin “Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz” dediklerini çok iyi biliriz. (İsra/47)

Ve onlar; “Ey kendisine Zikir indirilen kişi! Şüphesiz sen cinlenmiş / deli birisin. Eğer doğrulardan isen, bize melekler ile gelmeliydin” dediler. (Hıcr/6, 7)

2 - “Allah sana tıpkı diğer elçilerine söylediği şeyleri söylemektedir. Çünkü O, sana da, diğer bütün elçilere de kavimlerinin beyinsizliklerine karşı sabretmelerini emretmiştir. Bu nedenle, itaat edenlerin ümit içinde bulunmaları, O'na isyan edenlerin de O'ndan korkup çekinmeleri gerekir.”
3 - “Sana indirilen ilkeler, verilen görevler, senden önceki elçilere de verilmiş olan ilkelerin ve görevlerin aynısıdır. Tevhid ile il*gili hususlarda yeni şeriat ile eski şeriatlar arasında hiçbir fark yoktur. Senin kendilerini davet ettiğin şey, senden önceki elçilerin davet ettiği şey ile ay*nıdır. Bu bakımdan onların sana karşı inkârda bulunmalarının bir anlamı yok*tur.”

Muhakkak Biz, Nuh’a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a, torunlarına, İsa’ya, Eyyûb’a, Yunus’a, Harun’a ve Süleyman’a da vahyetmiştik. Davud’a da Zebur’u verdik. (Nisa/163)

Kuşkusuz bu ilk sahifelerde vardı;
İbrahim ve Musa'nın sahifelerinde... (A’la/18, 19)

Ya da haberlenmedi mi Musa'nın sayfalarındakiler ile?
Ve de, o çok vefalı İbrahim'in sayfalarındakiler ile? (Necm/36, 37)

O [Allah], dinden Nuh'a tavsiye ettiği şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimiz şeyi şeriat kıldı: “Dini ayakta tutun [yerleştirin] ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de ona kılavuzlar. (Şura/13)

44- Ve eğer Biz onu [zikri] yabancı dilde bir “Kur’an [okuma]” yapsaydık, elbette onlar: “Ayetleri detaylandırılmalı değil miydi?’ Yabancı dil mi, Arapça mı!” diyeceklerdi. De ki: “ O, iman eden kimseler için bir kılavuz ve bir şifadır.” İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve o [zikir; Kur’ân], onlar üzerine bir körlüktür. Onlara çok uzak bir mekândan seslenilmektedir.

Bu ayette Kur’an’ın Arapça gönderiliş nedeni beyan edilerek onun insanlara kılavuz ve şifa olduğu bildirilmiştir.
Klasik kaynaklarda (Razi; el-Mefatihu’l-Gayb) yer aldığına göre, bu ayet, Kur’an’a karşı koyabilmek için inkârcıların Kur’an’ın yabancı bir dilde inmesini istemeleri üzerine inmiştir. Zaten ayetteki açık ifadeden de ayetin böyle bir olay üzerine indiği anlaşılmaktadır.
Akılları sıra, Mekkeli müşrikler Resulullah’a şöyle demek istemişlerdir: “Arapça senin ana dilin olduğuna göre, Arapça bir takım sözler sarf ediyor olman, bizim onu Allah'ın indirdiği bir vahiy olarak kabul edebileceğimiz kadar önemli bir marifet değildir. Fakat sen yabancı bir dilde fasih ve beliğ bir söz getirmiş olsaydın, işte o zaman bunun Allah'ın bir mucizesi olduğuna inanırdık. Yani sen, durup dururken, Farsça, Yunanca veya Rumca olarak fasih bir kelam konuşmaya başlasaydın, o takdirde ‘Bu bir mucizedir’ derdik.”
Müşriklerin bu yaklaşımlarına karşı ayet de onların şöyle bahaneler ileri süreceği mesajını vermiştir:
“Bakın, Araplara bir peygamber gönderilmiş ve bu peygamber yabancı bir dilden konuşmaktadır. Oysa konuştuğu dili ne kendisi ne de kavmi anlamaktadır. Yabancı bir söz, onu anlamayacak Arap bir muhataba nasıl indirilebilir?”
Bu konu birçok ayette farklı açılardan söz konusu edilmiştir:

Ve Biz onu [apaçık kitabı] yabancılardan [Arapça bilmeyenlerden] birine indirseydik de, bunu o, onlara okusaydı, onlar, buna iman ediciler değillerdi. (Şuara/198, 199)

Ve şu kâfirlerin hali, sadece bir çağırma veya bağırmadan başkasını işitmeyerek haykıranın haline benzer; sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden akıl da etmezler. (Bakara/171)

Ve Biz onlara açıkça ortaya koysun diye her peygamberi yalnız kendi kavminin/halkının diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini/dileyeni saptırır, dilediğini/dileyeni de doğru yola iletir. Çünkü O, çok güçlüdür, hikmet sahibidir. (İbrahim/4)

KUR’AN’IN ŞİFA OLUŞU

Ve Biz Kur’an’dan, inananlar için şifa ve rahmet olan şeyleri indiriyoruz. Ve [bu], sadece zalimlerin yıkımını artırıyor. (İsra/82)

Ey insanlar! Size Rabbinizden bir öğüt, göğüslerdekine şifa, inananlara bir kılavuz ve bir rahmet gelmiştir. (Yunus/57)

İşte böylece Biz sana da kendi emrimizden/ kendi işimizden olan ruhu vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nur/ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola; göklerde ve yerde bulunanlar kendisi için olan O Allah’ın yoluna kılavuzluk etmektesin. Gözünüzü açın bütün işler yalnız Allah'a döner. (Şura/52)

44. ayetteki “Onlara çok uzak bir mekândan seslenilmektedir” ifadesi Arap örfündeki bir deyimden gelmektedir. Bu ifa*de, verilen temsilden [örnekten] anlamayan kimseye söylenir. Dilcilerin naklettiklerine göre, konuyu iyice anlayıp kavrayan bir kimseye “Sen yakın*dan anlarsın” denilir; anlamayan kimseye de “Sen kendisine uzaktan sesleni*len bir kimseye benziyorsun” derler. Yani bu deyimle o kişi, uzakça bir yerden seslenildiği için bu seslenişi duymayan ve anlamayan birine benzetilir.

45 – Ve Ant olsun ki Biz Musa'ya Kitab’ı vermiştik de onda ihtilaf edildi. Eğer Rabbin tarafından geçmiş Söz olmasaydı kesinlikle aralarında gerçekleştirilmişti. Ve şüphesiz onlar, bundan [Kur’an’dan] kesinlikle şüpheci bir şekk [yetersiz bilgi] içindedirler.

Bu ayette Kur’an’a yapılan itirazların daha evvel de yapılmış olduğuna dair örnek verilmiştir. Bu örnek Musa ve onun getirdiği Tevrat’tır. Musa’nın getirdiği vahiyler karşısında insanlar ayrılığa düştüler. Bazıları ona iman etti, bazıları da yalanladı. Vahiylere kimi sihir, kimi de yalan dedi.
Bu ihtilafın detayını Kur’an’da görüyoruz:

Şimdi sen, “Ona bir hazine indirilse ya da beraberinde bir melek gelse ya!” diyorlar diye sana vahyolunan vahyin bir kısmını terk edecek olursun ve bundan dolayı göğsün daralır. Sen yalnızca bir uyarıcısın. Allah ise her şeye Vekil’dir. (Hud/12)

İnsanlar tek bir ümmet idi. Sonra Allah, müjdeciler ve uyarıcılar olmak üzere peygamberler gönderdi ve ihtilaf ettikler konularda insanlar arasında hükmetsinler diye onların beraberinde hak ile kitap indirdi. Ve sırf o kitap verilenler, kendilerine bunca deliller geldikten sonra aralarındaki azgınlık yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Allah, kendi izniyle, iman edenlere, onların hakkında anlaşmazlığa düştükleri hakka, kılavuz oldu. Ve Allah, dilediği kimseyi/dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar. (Bakara/213)

İşte elçiler; Biz onların bazısını bazısı üzerine fazlalıklı kıldık. Onlardan bir kısmı Allah’ın konuştuğu ve bazısının derecelerini fazlalıklı kıldığı kimselerdir. Ve Meryem oğlu İsa’ya açık kanıtlar verdik ve onu Ruhulkudüs ile destekledik. Ve eğer Allah dileseydi onların ardından gelenler, açık mesajlar kendilerine ulaştıktan sonra birbirlerini öldürmezlerdi. Velâkin ayrılığa düştüler de onlardan bazısı iman etti, bazısı inkâr etti. Ve eğer Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Velâkin, Allah dilediğini yapar. (Bakara/253)

Kur’an ise bu ihtilafları gidermek için inmiştir:

Ve Biz, sana Kitab’ı [Kur'ânı] sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyler onlar için açığa koyasın diye ve iman edecek bir topluma bir kılavuz, bir rahmet olarak indirdik. (Nahl/64)

Ayetin son bölümündeki “Ve şüphesiz onlar, bundan [Kur’an’dan] kesinlikle şüpheci bir şekk [yetersiz bilgi] içindedirler” cümlesinde, müşriklerin Kur’an’ı iyi incelemedikleri, Kur’an hakkında yeterli bilgi sahibi olmadıkları açıklanmaktadır. Demek oluyor ki, müşrikler Kur’an hakkında yeterli bilgi sahibi olsalar bu inatlarını sürdürmeyeceklerdir.
Ayetteki “Eğer Rabbin tarafından geçmiş Söz olmasaydı” ifadesi, Allah’ın suçluların cezasını ahirete erteleme ilkesidir.

O hâlde onlardan geri dur [sırt çevir]. O günde Çağırıcı'nın, nüküre [bilinmedik, inkâr edilen, yadırganan bir şeye] çağırdığı o günde gözleri düşkün düşkün, o davetçiye hızlıca koşarak kabirlerinden çıkarlar, sanki onlar darmadağın çekirgeler gibidirler. O kâfirler, “Bu, zor bir gündür” derler. (Kamer/6-8)

Artık azm sahibi peygamberlerin sabrettikleri gibi sen de sabret! Onlar için aceleci olma. Sanki onlar kendilerine vaat edilen şeyi gördükleri gün dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kalmış gibidirler. [Bu], bir tebliğdir. Artık fasıklar topluluğundan başkası helak edilir mi? (Ahkâf/35)

46 - Her kim salihi işlerse artık kendi için yapmış olur. Kim de bir kötülük yaparsa, artık kendi aleyhinedir. Ve senin Rabbin kullara çok zalim biri değildir.

Bu ayette, kendilerine gösterilen tüm olumlu yaklaşımlara rağmen müşriklerin bilgisizlikleri, vurdumduymazlıkları, Kur’an’a ve Elçi’ye gösterdikleri olumsuz tavırlar açıklandıktan sonra burada bir genelleme yapılmıştır: “Her kim salihi işlerse artık kendi için yapmış olur. Kim de bir kötülük yaparsa, artık kendi aleyhinedir. Ve senin Rabbin kullara çok zalim biri değildir.”
Ayetin mesajı şöyledir: “Allah kulların itaatine muhtaç de*ğildir. Kim itaat ederse onun için mükâfat vardır, kim de kötülük işlerse onun aleyhine ceza vardır.”
Ayetteki “Ve senin Rabbin kullara çok zalim biri değildir” ifadesi, azıyla çoğuyla zul*mün Allah hakkında söz konusu olmadığı anlamındadır. Çünkü buradaki nefy [olumsuzluk] ifadesi mübalağa kipi ile gelmiştir. Yani en ufak bir zulüm dahi Allah hak*kında söz konusu olmadığına göre, başkası da söz konusu değildir. O, hiç kimseyi bir günahı olmaksızın muaheze edip cezalandırmaz. Kişilerin yapmış olduğu iyi şeyleri de zayi etmez Bir kimseye ancak aleyhine hüccet konulduktan ve elçi gönderdikten sonra azap eder. Allah’ın mahşerde kullarına herkesin önünde hesap sormasının nedeni de kimseye zerrece zulüm etmediğinin görülmesi içindir.

Şüphesiz ki Allah, insanlara hiçbir şeyce [şekil ve yolla] zulmetmez. Velâkin insanlar kendi kendilerine zulmediyorlar. (Yunus/44)

47 – O saatin bilgisi sadece O’na [Allah’a] bırakılır. Onun bilgisi dışında hiçbir meyve kabuğundan çıkmaz, hiçbir dişi gebe kalmaz ve bırakmaz [doğurmaz, düşük yapmaz]. Ve O [Allah], onlara: “Benim ortaklarım nerede?" diye seslendiği gün, onlar: “Bizden hiçbir şahit olmadığını Sana arz ederiz” derler.
48 - Önceden tapmakta oldukları şeyler de, kendilerinden uzaklaşıp kayboldu. Onlar kendileri için kaçacak bir yer olmadığını da iyice anladılar.

Bu ayetlerde kıyametin ne zaman kopacağını ancak Allah’ın bildiği; O’nun bilgisi dışında hiçbir şeyin olmadığı, olamayacağı; Allah’ın en küçük ayrıntıyı bile bildiği beyan edilmektedir. Dolayısıyla hiç kimse hayatını O'na aldırış etmeden geçirme gafletine düşmemelidir. Nitekim bu gaflete düşerek Allah’a şirk koşanlar, pasajın sonundaki birkaç sahnede konu edilerek kıyamet gününde düşecekleri perişanlıkları dile getirilmiştir:

Ve şu, inkâr eden kimseler, “Biz kesin olarak, bu Kur’an’a inanmayız, ondan öncekine de...” dediler. Sen o zulmedenleri, Rableri huzurunda tutuklanmış, sözü bazısının bazısına geri çevirdiğini bir görsen! Za’fa uğratılan kimseler, büyüklük taslayan kimselere, “Eğer sizler olmasaydınız, kesinlikle bizler mü'minler olurduk” diyecekler.
Büyüklük taslayan kimseler, zayıf düşürülen kimselere: “Size kılavuz geldikten sonra, sizi ondan biz mi çevirdik? Bilakis, siz kendiniz suçlular oldunuz” derler.
O zayıf düşürülen kimseler de o büyüklük taslayan kimselere: “Bilakis gecenin ve gündüzün tuzağı! Siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na bir takım eşler kılmamızı emrediyordunuz” derler. Bunlar azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını gizleyeceklerdir. Biz de o küfretmiş olan kimselerin boyunlarına demir halkalar geçirmişizdir. Onlar sadece yapmış olduklarının karşılığını görüyorlar. (Sebe'/31- 33)

Sana o saten soruyorlar; Onun demir atması ne zaman?
Onun anılmasından sende ne var ki?
Onun sonucu sadece senin Rabbine aittir. (Nâziât/42- 44)
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 25. April 2009, 10:18 PM   #2
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.093
Tesekkür: 3.632
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Sonra onun yanına geldiğinde seslenildi: “Musa! Ben, senin Rabbin olan Ben’im. Hemen iki nalınını çıkar, şüphesiz sen temizlenmiş vadide, Tuva’dasın / iki kere temizlenmiş bir vadidesin. Ve Ben seni seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye kulak ver. Hiç şüphesiz ki Ben, Allah’ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et. Şüphesiz ki o saat [kıyamet] gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim.” (Ta Ha/15)

Sana, Saat'ten soruyorlar: “Ne zaman gelip çatacak?” De ki: “Onun bilgisi yalnızca Rabbimin katındadır. Onun vaktini Kendisinden başkası açıklayamaz. Göklerde ve yerde ağır basmıştır. O size ansızın gelir.” Sanki sen onu çok iyi biliyormuşsun gibi onu sana soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (A’raf/187)

Gaybın anahtarları da yalnızca onun katındadır. Ondan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın. (En’am/59)

Ve Allah sizi bir topraktan, sonra nutfeden yarattı. Sonra sizi çiftler kıldı. Dişi ancak O’nun bilgisi ile hamile olur ve bırakır [doğurur / düşürür]. Kendisine ömür verilenin de ömründen yaşadığı ve ömründen eksilen mutlaka bir kitapta yazılıdır. Şüphe yok ki bu, Allah’a çok kolaydır. (Fâtır/11)

Ve günahkârlar ateşi görmüşler de artık kendilerinin ona düşeceklerine kani olmuşlardır. Ondan kaçıp sığınacak bir yer de bulamadılar. (Kehf/53)

Bütün bu ayetler, müşriklerin kınanarak ve korkutularak şirkten vazgeçmelerinin sağlanmasına yöneliktir.

49 - İnsan hayır istemekten usanmaz, kendisine bir kötülük dokununca da hemen, üzgündür, ümitsizdir.
50- Ve eğer kendisine dokunan sıkıntıdan sonra, kendisine tarafımızdan bir rahmet tattırsak, hiç kuşkusuz “Bu benim hakkımdır. Ve Saat’ın geleceğini sanmıyorum. Ve eğer Rabbime döndürülürsem, O’nun katında hiç şüphesiz, benim için en güzeli vardır” der. Bu nedenle inkâr eden kimselere, yaptıklarını kesin bildireceğiz ve onlara, kesinlikle kaba bir cezadan tattıracağız.
51 – Ve Biz insana nimet verdiğimiz zaman o yüz çevirir, yan çizer. Kendisine bir kötülük dokunduğu zaman da geniş geniş dua sahibidir.

Bu ayetlerde insanın genel karakteri, yani mala, makama, otoriteye düşkünlüğü, nankörlüğü, ehlikeyif oluşu, sıkıntıya düşünce umutsuzlaşması, sıkıntıdan kurtulunca şımarması gibi psikolojik özellikleri ortaya konmuştur.
Bu konuyla ilgili daha evvel de pek çok ayetle karşılaşmıştık. İnsanın psikolojik yapısını daha iyi kavrayabilmek için bu ayetlerden birkaçını hatırlatmayı yararlı görüyoruz:

Ve Biz onların [Bize kavuşmayı ummayanların] amelden her yaptıklarının önüne geçtik de onu saçılmış toz zerreleri hâline getiriverdik. (Furkan/23)

Firavun ise ordusuyla birlikte yüz çevirmiş ve “Bu bir sihirbazdır, ya da bir delidir” demişti. (Zâriyât/39)

Ve insana sıkıntı dokunduğu zaman, yan yatarken, otururken, dikilirken Bize yalvardı. Kendisinden sıkıntısını gideriverdik mi de sanki kendisine dokunan o sıkıntı için Bize hiç yalvarmamış gibi aldırmadan geçip gitti. Haddi aşanlara yaptıkları şeyler işte böyle süslenmiştir. (Yûnus/12)

Ve Biz insana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirip uzaklaşır. Ona fenalık dokununca da ümitsizliğe düşer. (İsra/83)

Ve eğer, kendisine dokunan mutsuzluktan sonra, ona mutluluğu tattırsak, elbette, “Kötülükler benden gitti” der. Ve kuşkusuz o, şımarıktır, böbürlenen biridir. (Hud/10)

Şüphesiz insan dayanıksız ve huysuz yaratılmıştır; Kendisine kötülük dokundu mu sızlanır. Kendisine hayır dokundu mu da engelleyicidir [küçük bir yardımı bile engeller]. (Mearic/19- 21)

Ben Saat’in kopacağını da zannetmiyorum. Velev ki Rabbime geri götürürdüm, kesinlikle orada bundan daha iyi bir sonuç bulurum." (Kehf/36)

52 - De ki: “Gördünüz mü [hiç düşündünüz mü]? Eğer o [Kur’ân], Allah katından olup da sonra siz onu inkâr etmişseniz, kendisi uzak bir ayrılığın içinde bulunan kimseden daha sapık kim olabilir?”
53- Onun hakk olduğu ortaya çıkıncaya kadar, hem afakta [dış dünyada], hem enfüslerinde [kendi içlerinde] ayetlerimizi onlara göstereceğiz. Rabbinin şüphesiz her şeye tanık olmuş olması da yetmedi mi?

Önceki ayetlerde insanın bencilliği, aç gözlülüğü, ikiyüzlülüğü gibi temel karakter özelliklerine değinilmiş ve insanın değişken bir tabiatta yaratıldığı, şayet kendisinde kuvvet görürse alabildiğine kibirlenip büyüklük tasladığı; zayıflık, kuvvetsizlik ve gevşeklik gördüğünde de zillet ve miskinliğini iyice ortaya koyduğu açıklanmıştı. Bu ayetlerde ise Kur’an ile ilgili bunca açıklamaya rağmen Kur’an’ı hâlâ tanımamakta ısrar edenlere bir uyarı daha yapılmıştır. Bu uyarıya göre, Kur’an’ın hak olduğu, afak ve enfüsten mucizeler ile ortaya konacak, ispat edilecektir:

Ve inananlar için, yeryüzünde ve kendi içinizde nice ayetler vardır. Hâlâ görmüyor musunuz? (Zariyât/21)

Konumuz olan ayetin işaret ettiği mucizeler klasik kaynaklarda çok yüzeysel olarak açıklanmıştır. Hemen hemen hepsi de enfüsteki ayeti Mekke’nin fethi, afaktaki ayeti de İslam’ın Mekke dışına yayılması olarak açıklamışlardır.
Halbuki ayet açıkça insan bedeninden, çevredeki varlıklardan ve sistemlerden Kur’an’ın hak kitap olduğu gerçeğinin anlaşılacağı mesajını vermektedir.
Bu gün açıkça görüyoruz ki, Kur’an bize insan bedeninde ve evrende binlerce mucize olduğunu göstermiştir. Bu mucizelerden bazısı, yeri geldikçe bu çalışmada da dile getirilmiştir. Bu mucizelerin on beş asır önce Kur’an’da yer almış olması, onun bir beşer derlemesi olmayıp Allah’ın indirmesi olduğunun kanıtıdır.
2008 yılı itibariyle, Kur’an’da ortaya konan enfüsi ve âfâki mucizelerden bir kısmı şunlardır:

ENFÜSİ MUCİZELER:

Her insanda koruyucu hücrelerin varlığı, eşler halinde yaratılma, meninin bir karışım olduğu, cinsiyetin belirlenmesi, rahim duvarında asılı olma, bir çiğnemlik et parçası olma, kemiklerin oluşumu ve etle kaplanması, üç karanlıkta yaratılma...

AFAKÎ MUCİZELER:

Evrenin sürekli genişlemesi, yokluktan yaratılma, evrenin gaz aşaması, evrendeki mükemmel yörüngeler, Güneş’in akıp gitmesi, Güneş ve Ay’ın farkı, ayın yörüngesi, gökyüzünün tabakaları, yeryüzünün tabakaları, gökyüzünün korunmuşluğu, göğün geri çevirdikleri, gökyüzünün direksiz yükselişi, dünyanın geoit [Devekuşu yumurtasına benzeyen, tam küre olmayan, kutuplardan basık, küremsi] şekli, dünyanın ve uzayın çapları, döndükçe kutupların basıklaşması, dünyanın dönüşü, aşılayıcı rüzgârlar, yağmurdaki ölçü, suyun çevrimi, kazık şeklindeki dağlar, petrolün oluşumu, solunum ve fotosentez, gökyüzüne yükselmenin zorluğu, bitkilerdeki erkeklik ve dişilik...
Saydığımız bu biyolojik, fiziksel ve kevnî olgular, Kur’an’ın indiği dönemde bilinmeyen şeylerdir. Bu nedenledir ki, bilimin yeni keşfettiği sistemlerin Kur’an’da yer alması, Kur’an’ın Allah’tan gelme hak kitap olduğuna çok açık ve büyük bir kanıttır.

Fakat Allah, sana indirdiğine -ki onu kendi ilmiyle indirmiştir- şahitlik eder. Melekler de şahitlik ederler. Şahit olarak da Allah yeter. (Nisa/166)

Ve Hamd, Allah’a mahsustur. O, ayetlerini size gösterecek de siz onları tanıyacaksınız. —Ve Rabbin, yaptıklarınızdan habersiz değildir.- (Neml/93)

‘Kendilerine okunan Kitap’ı Bizim kesinlikle sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.’ (Ankebut/51)

54 – Gözünüzü açın! Şüphesiz onlar Rablerine kavuşmaktan bir şüphe içindedirler. Gözünüzü açın! Şüphesiz O [Allah], her şeyi kuşatandır.

Surenin bu son ayetinde, müşriklerin öldükten sonra diriltilecekleri ve Allah’a hesap verecekleri konusunda kuşku içerisinde bulunduklarına işaret edilmiş, Allah’ın ilim ve kudretiyle her şeyi kontrolü altında tuttuğu ve müşriklerin her hareketinin kaydedildiği ihtar edilmiştir. Yani hiçbiri Allah’tan kaçamayacaktır.
Allah doğrusunu en iyi bilendir.









العصمة للّه وحده - el-Ismetü lillâhi vahdeh

[Kusursuzluk sadece Allah’a mahsustur]…
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
61fussilet, suresi


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 08:16 AM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam