![]() |
|
![]() |
#1 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() |
![]()
40 ASIRLIK TÜRK YURDU - ANADOLU (4)
Atatürk, 3 Ocak 1921'de İçişleri Bakanlığına gönderdiği müstacel (acil ve zaruri) bir yazıda: "Amerikalılar tarafından numune çiftliği ve sair benzeri müesseseler husule getirilip buralarda kendi tebaamızdan olan binlerce çocuğun Türk hükümeti ve milletine karsı dostane ve sadıkane olmayan hissiyatla donanmış olarak yetişmelerine asla müsaade ve müsamaha edemeyiz" denmekte ve hükümetleri vatan topraklarını yabancılara satmaktan men etmektedir. İktisadi, sınai (endüstriyel) amaçlar ile bu amaçların tahakkuku ile mukayyet muvakkat satışa izin veren ve fakat bunun haricindeki satışlara kesinlikle ve asla izin vermeyen “Köy Kanunundaki düzenlemeler” Atatürk tarafından yapılmıştır. Köy Kanununda yer alan “Yabancılara gayrimenkul satışına ilişkin” yasakları kaldırarak, yasada amir usul ve esasları değiştiren hükümetlerin ne denli Türk, ATATÜRK ve ANADOLU düşmanı olduklarını varın siz taktir edin. Üstelik, mütekabiliyet ilkesinin tabii bir gereği olan “milli değerleme” norm, ilke ve kriterlerinin satış şarlarına dahil edilmemiş olması, mezkür eylemin (1974 yılı itibarıyla yargı ve Anayasa Mahkemesi kararları mucibi) tam bir “vatana ihanet” suçunu oluşturduğu ayan beyan malûmdur. Oysa, ANADOLU, tefessüh etmiş Avrupa’nın gelecekteki “en ideal yaşam alanı” olarak seçtiği ve asırlardır ele geçirmeyi hayâl ettiği “efsanevi” bir coğrafya, mucizevi bir toprak parçası ve yer yüzünün en mükemmel iklim ve yaşam koşullarına sahip alanıdır. Yer yüzünde ANADOLU kadar değerli başkaca bir toprak parçası yoktur. Merhum, adı Anadolu ile müsemma ve müstesna büyük ATA bakınız Anadolu’yu nasıl algılıyor, ne kadar veciz, edebi, duygusal ve eşsiz, harikulâde bir lisan ile anlatıyor: ANADOLU ve VATAN SEVGİSİ Bu bölüm içinde Atatürk’ün, (muhtemelen) yıllardır gizlenen ve gün ışığına çıkartılmayan “ANADOLU ve VATAN SEVGİSİ” üzerine çok veciz bir söylemini, belki de ilk defa olmak üzere sizlerle paylaşmak istiyorum: "Aziz ülke, Büyüklüğün ve iyiliğin ezeli perestijkarı (sevdalısı olan Anadolu evlatları, Son hayat ve istiklal cenginde, beşeriyetin yaratamayacağı varlıkları imanlı kalplerinden taşan bir kuvvetle vücuda getirirlerken, onun içinde bulunmayanlar, o mukaddes heyecanı yaşamayanlar, kim bilir, o büyük kuvvetin ilhamını milletimizin hangi membadan aldığını tasavvur ve tahayyül ederler; Ve kim bilir bu büyük işi ne yanlış bir muhakeme ile tahlil ve tetkik ederler. Anadolu'yu dışından ve içinden sezmeyenler, yeşil, sık ormanlarının dallarını yararak, bereketli ve sonsuz ovalarına inmeyenler; tufanların yardığı keskin kayalarıyla semayı delen dağların demir ve bakır sinesinden aşarak büyük ovalar içinden gürültüler, kıyametler koparıp çağlayan ırmakların soğuk sularından içmeyenler; Ve yanık sesleriyle hasret türküsü çağıran memleket kızlarını, dertli kavalına uzun ve eski hatıraları üfleyen engin ruhlu Anadolu çobanlarını karşısına alıp dertleşmeyenler, o kudret ve kuvveti bir türlü anlayamazlar. Anadolu... Ey gönülleri hicran ve hasret dolu anaların evlatlarını göğsünde barındıran sevimli ve tarihi yurt!... Ey büyük kahramanların her bucağında at oynattığı aziz ülke... Sen o kadar esrarlı ve tılsımlı güzelliklerin, yüksekliklerin içtimagâhısın ki: Fırtınalardan ilham alan şairlerin kalemi ancak senin bir ağacının dalı ve tabiatının güzelliğinden levha yaratan ressamların eseri, senin güzelliğin yanında nihayet bin bir renk ve manzaranın bir parçasıdır. Anadolu'da sönmeye mahkûm aşklar, bülbüllerin candan gelen ve cana tesir eden sesiyle, sönmek üzere bulunan hayatlar taze çam ağaçlarının keskin ve zevk-aver kokularıyla, hasretten eriyen gönüllerde saz şairlerinin ruhtan ruha ateşli bir sel halinde süzülen feryatlarla verilir. Korkunç ölüm, bu diyarın üzerinden korkarak geçer. Ölmeyecek milletin bu ebedi mekanı üzerinde baykuş feryadını bülbül sesi boğar, hasta, alil ihtiyarların son iniltilerini cenk havası içinde bir kasırga gürültüsü koparan genç Anadolu çocukları dindirir. Burada her dermansız; kahramanlar karargahına kurş’un ve gülle taşımak için yerinden kımıldanır ve gökten inen bir ses, bütün ruhlara hayat ve hareketi emrettiği zaman, Anadolu'da boş duran bir tek Türk'e rast gelmiş bir çift göz bulunamaz. İstiklal ve zafer uğrunda dökülen kanlarla sinesini süsleyen Anadolu'da renksiz ve soluk bir manzara yok gibidir. Orada her şey ateşli rengiyle gözleri yakar. Bu diyarda yaşayanlar dünden bugüne ve bugünden yarına kahramanlık, şeref ve fedakarlık taşımaya memur edilmiş, ümit ve iman telkinine gönderilmiş manevi birer heyet gibidir. Her evin içinde dünün şerefini yaşatmak için bugününü feda edenlerin isimleri, her mübarek günde en derin hürmetlerle anılır. Ekseri çocukların gözlerinde daima iki damla yaş ve göz bebeklerinde titreyen solgun bir hayal görürsünüz. Bu çocuklar meçhul kahramanların yadigarlarıdır. Yurdun her bucağından esip gelen rüzgarları, büyük şehidlerin kahramanlık hislerini küçüklerin kalbine bırakır. Onun içindir ki her evde yaşayan küçük kalplerin içinde büyükler vardır ve her Anadolu evi kimsesizlere kapısını şefkat ve hürmetle açan birer yuvadır. Anadolu'yu gezenler, gördükleri şekle bakarak hükümlerini vermeye kalkarlarsa aldanırlar. Tabaka tabaka onu saran tarihi yaprakları birer birer çevirmedikten tetkik etmedikten sonra, Anadolu için rey vermek doğru olamaz. Anadolu'da saf ruhların bağlı kaldığı ölümsüz hatıralar vardır. Mübarek günlerde ziyaret edilmesi, miras gibi, ecdattan intikal etmiş öyle mezarlar vardır ki, bunlarda çok uzak zamanlara ait gazaların kahramanları yatar. Anadolu köylüsü bu ziyareti ifada kusur etmeyi en büyük günah bilir ve bu ziyaret her gün; ölen ve yaşayan kahramanların gurur veren destanlarını yad ve tekrar ile eda edilir. Anadolu yavrusunun süzgün ve kayıtsız gibi görünen bakışlarının altındaki vefakar ve asil nurunu görmek ve anlamak için ruhunu bilmek lazımdır. Anadolu evladı, bulutlar içindeki yıldızlara benzer: Küçük bir heyette gizlenmiş koca bir âlem. Yabancılara açılmayan kalbinin ifadesini yalnız gözleri ifşa eder. Onlar büyük tahammüllerin timsalidirler. İhtiyar tarih, hiçbir vakit bu kadar sabur (sabırlı bir millete tesadüf etmemiştir. Anadolu evladı, bugüne kadar gözü kapalı girdiği muharebelerden bin bir zaferle dönmüştür. Bugün ise gözleri açık olarak atıldığı mücadeleden, mutlaka istiklaline sahip bir devlet vücuda getirerek çıkacaktır. Çünkü Anadolu evladının mukadderi bu!... Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk Milleti ve özümüzden aldığımız güç ve güvendir." Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK (*) Şimdi tekrar günümüze dönelim. ABD-Papa destekli AB kisve ve maskesi ardında uygulanan menfur projenin son aşamasına bakalım: Yukardan itibaren anılan ve açıklanan bu, kapitalist-emperyalist psikolojik harp planına göre 1071 tarihinin (bazı gafil iç unsurlar ve hattâ çok milliyetçi geçinen kesimler dahil olmak üzere) inatla tekrarlanıp durulmasının altında; Özellikle ve bilhassa vahşi, hırsız, yolsuz ve emperyalist batının ezeli ‘şark meselesi’, Vatikan’ın ‘hilâli-salip” çatışması, dinler arası (!) diyalog konsepti; Büyük Britanya İmparatorluğu’nun (İngiltere’nin) 21 Temmuz 1923’de Lord CURZON önderliğindeki İngiliz delegasyonu ile genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Lozan heyeti adına İsmet İNÖNÜ tarafından (Türkiye ile İngiltere arasında) imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ÖZERK ancak, sonuç olarak İngiliz Milletler Topluluğu üyesi olduğunu kabul eden anlaşma”; Ve dahi, 1939 ile 1950 arasında Türkiye ile başta ABD olmak üzere Yunanistan, İngiltere, Almanya ve diğer ülkeler arasında (Türkiye ve Türk-İslâm halkı aleyhine) akitli “GİZLİ ANLAŞMALAR” kullanılarak Anadolu’ya el koyma niyetleri ile bu amaç ve istikamette 1945’li yıllarda ABD’nin planladığı "Yeşil Kuşak projesi” ürünü: ‘günümüz söylem biçimi’ ile bir nevi ‘ılımlı İslâm’ tarzında tanımlanan “tarihi anlam, önem, dini değer ve içeriğinden soyutlanmış, içi boşaltılmış” Türk-İslam sentezi” yatmaktadır. Yani, emperyalizme karşı verilen efsanevi bir red, direniş ve başkaldırı sonucu Mustafa Kemal ATATÜRK ve arkadaşları tarafından kurulan milli-laik, özgür, hâkim ve hükümran, tam bağımsız ve bağlantısız Türkiye Cumhuriyeti yerine; 1750–1900 “Bir İmparatorluğun Yağması” yıllarını yaşayan “Batıya kul-köle, dinini, diyanetini, milliyetini, milli, ilmi ve kültürel değerlerini unutmuş, AB ve ABD’ye açık Pazar olmuş, yüksek değer ve tarihi devlet geleneğinden arınmış "Ilımlı İslam" veya ‘dejenere bir yeni Osmanlı’ (!) sistemi... Yahut da, evanjelist sahte peygamberlerin insani yönden mutasyona uğramış din tüccarları için yazıp hazırladıkları “gerçek furkan” ve buna dayalı olarak BOP ve BİP, Hiçbir dini, ilmi ve İslâm’ i hükmü (değer ve gerekliliği) haiz olmayan halifeliğin ihyası v.s.. Bu ne enteresan ve ham bir hayâldir. Lâkin, son Osmanlı halifesi dahil, pek çok Osmanlı din adamı (!) ile vükelâsının mason, misyoner, dönme, devşirme yahut sabetay olmasından cesaret alınarak geliştirilmiş bir ‘menfur’ plân. Yani ütopya... Aslında Proje, Batılı Hıristiyanlar tarafından, yaklaşık 2000 yıl önce Anadolu’ya gelerek yerleşmiş Türklere karşı bir tedbir olarak ilk kez 19 Haziran 325 tarihli İznik Konsüller toplantısında ele alınmış ve yürürlüğe konulmuştur. 625 yılında tekrarlanan toplantıda; Bu menfur projenin pekiştirilmesi yanında, 2533 İncil arasından 4’ü seçilip, Barnaba İncili aforoz edilmek suretiyle “kapitalizm ve emperyalizm” İncil’le bütünleştirildi. Engizisyon mahkemelerinin kurulmasına karar verildi. Hızla ilerleyen ve genellikle Hun, Ak Hun, Avar, Bulgar, Çuvaş ve Peçeneklerin itibar ettikleri Bogomile mezhebine karşı en vahşi önlemlerin alınmasında mutabık kalındı. Mevcut İnciller her türlü İslâm’ i mesaj, ima-imaj, Kur’an la uyuşan ve örtüşen söz, söylem ve son peygamberin adı ile Müslümanların yaşam biçimlerini anımsatan kelime ve kavramlarından ayıklandı. Barnaba İncil’i ise “Muhammet veya Ahmet isminde bir peygamberin ‘son peygamber’ olarak geleceğini ve bütün İsevilerin Muhammed’e intisap etmesi gerektiğini müteakip yerlerinde ‘açık birer ayet olarak’ ihtiva ettiği (Kur’an da yazılı olduğu biçimde haber verdiği) ve çoğu yerinde Müslümanların kitabı ile uyuşup örtüştüğü için dışlandı. Bütün dünyada toplatıldı, Yakıldı ve yok edildi. Bu kararlar doğrultusunda, 1071 öncesi asırlardı Anadolu’da mukim ve fakat Müslüman Türkleri asimile etmek ve sonrasında ardı arkası kesilmeyen Türk ilerleyişini durdurmak, Kudüs ve Hıristiyanların diğer kutsal saydıkları yerleri geri almak için 1096-1270 yılları arasında toplam sekiz Haçlı Seferi ve bir dizi küçük sefer düzenlendi. Netice alınamadığı görülünce bu defa Papalar, Haçlı Seferleri boyunca ve sonrasında "Anadolu ve Rumeli'yi istila etmekte (kurtarmakta) olan Türklere karsı Avrupa milletlerini ayaklandırmak için bütün teşkilatlarıyla harekete geçtiler" ve buna rağmen Haçlı Seferlerinin sonuç vermediği görülünce 1208 yılında fiilen misyonerliğe (içten bölme hareketine) başladılar. 1312 yılında yeniden İznik Konsüllerini topladılar. Bu defa özellikle Anadolu Türklüğüne karşı 19 Haziran 1312’de çok kapsamlı ve ayrıntılı bazı kararlar aldılar. Bu tarih, Türk-Müslümanlara karşı verilen fiili, fikri (psikolojik) ve sosyal-kültürel savaşta derin bir taktik ve strateji değişikliğini ifade eder. Bu toplantıda: “Osmanlı Devleti’nin büyümeden, gelişmeden ve her ne pahasına olursa olsun Anadolu’ da tekrar Türk birliği sağlanmadan yıkılıp yok edilerek; Yeni bir Türk devletinin mutlaka ve behemahal önüne geçilmesi. 1299’da başlayan devlet olma ve devlet kurma eğiliminin yok olması ve temelli çökertilmesi için bilumum fiili tedbir ve tedhişe ek olarak; Başta Türk ve Müslümanların aile yapısı olmak üzere, askeri düzen dahil ‘itaat, sadakat ve inanç’ sistemlerinin zamanla bertaraf olmasını (işlemez hale gelmesini) sağlayacak strateji ve metot (de’jenerasyon) psikolojik harp kararları alındı. Ayrıca, Müslüman Türklerin (Arap, Acem, Suriyeli ve diğer Türk asıllı olmayan halklar üzerinde bu tarih itibarıyla plânlanan bozulum-yozlaşma sağlanmış ve beklenir dejenerasyon tezahür ederek sonuçlarını vermiş idi) genel ve güncel yaşamları ile iktisadi, siyasi, dini, ilmi, sosyal ve kültürel hayatlarının (yaşam boyutundaki) uygulama yönünden zayıf (geri) tarafları tespit edilerek, casus ve misyonerler için bir dizi strateji, propaganda ve çalışma programları hazırlandı.” Dahası, Haclı seferleri sırasında Cluny papazı Peter, birçok kaynakta adı Robert Keton olarak geçen "Ketton'lu Robert'ten Kur’an-ı Kerimi Latince'ye çevirmesini istedi. "Ketton'lunun tercümesinde Kur'an-ı Kerim 'Zındıklığın (dinsizliğin) kaynağı, Hıristiyan (İsevi) kilisesinin varlığını tehdit eden yıkıcı hareketlerin sebebi' olarak gösteriliyor, cihat bir saldırı ve vahşet unsuru olarak ile sürülüyor ve 'Eğer Kur'an'ın verdiği zararlar dirayetli bir karşı mücadele ile bertaraf edilmek isteniyorsa, onu mutlaka öğrenmek gerekir'" deniliyordu. 1311'de Papa' nın emriyle "Şark Dilleri Kürsüsü" kuruldu. 1312'de Viyana Konsulü' nde, Avrupa'nın Oksford, Paris, Roma gibi ünlü üniversitelerinde Arapça’nın da okutulması kararlaştırıldı. Bütün papaz okullarında ise Kur’an eğitimine geçildi. Anadolu'da 1208’den sonra "en teçhizatlı misyonerlerin" faaliyeti esas olarak bu karar, tedbir ve teşebbüslerden itibaren başlar. Önce Katolikler, daha sonra Protestan (Amerikalı, İngiliz, Fransız ve Alman) misyonerler Osmanlı İmparatorluğu'ndaki etnik unsur ve gayrimüslimleri kullanarak, kışkırtarak, milli bilinç çalışmaları yaparak ve bölerek merkezi otoriteye karşı çıkmaya yönelttiler. İsyan edenleri teşvik ve himaye ettiler. Onlara ırk, din, ahlâk, dil ve tarih konusunda ayrılıkçı-bölücü bir misyon ve motivasyon aşıladılar. Okullarla, yurtlarla, yuvalarla, kilise ve havralarla tahkim ve en ileri, modern silâhlarla teçhiz ettiler. Bu tarihten itibaren Yahudi ırkı (Musevi) ve İsevi millet, mensup (mansıp) ve mezheplerine ait ne kadar Kilise, Havra ve dini kurum görüntüsü altında faaliyet gösteren bina, tesis ve mütemmim cüzü varsa tamamı adeta bir askeri üs, ihanet şebekeleri (hain) eğitim merkezi, silâh-mühimmat sevk, intikal, destek ve tahkim (istihkâm) merkezi olarak faaliyet gösterdi. (*) Devlet yönetiminde en ileri ve etkin, güçlü ve muktedir; Dini, ilmi ve askeri müesseselerde ise; Ayırıcı, bölücü, tefrika yaratan, örgütlü fesat unsurları haline getirip, elçilik, ataşelik ve konsoloslukları marifetiyle (açık-gizli) himaye ettiler. (*) F.A., 25 Nisan 2005'te Yeşim Seliz ve B.Aslan (*) Son 4 yılda Anadolu’da 40 bin adet kilise açılmış bulunmaktadır. (basın) Yazarın Diğer YazılarıKIRK ASIRLIK TÜRK YURDU : ANADOLU (6) Son40 ASIRLIK TÜRK YURDU ANADOLU (5)40 ASIRLIK TÜRK YURDU - ANADOLU (3)40 ASIRLIK TÜRK YURDU : ANADOLU (2)KIRK ASIRLIK TÜRK YURDU (1)Kıbrıs için “acilen ve derhal” lâhey’e |
![]() |
![]() |
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | HelenSayha (13. May 2009) |
![]() |
#2 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() |
![]()
40 ASIRLIK TÜRK YURDU ANADOLU (5)
Osmanlı'nın, 1535'te, gücünün ve özgüveninin zirvesinde iken Kanuni Sultan Süleyman Hân zamanında Fransızlara tanıdığı kapitülasyonlar sayesindedir ki, ilk kez bir Hıristiyan kral, Osmanlı Devleti nazarında padişahla ‘eşit taraf’ muamelesi gördü. 1583, Sultan Üçüncü Murad döneminde ise; Fransız elçisi ve Papa' nın temsilcisinin isteği kabul edilerek, egemenlik haklarını ortadan kaldıran bir karar daha alındı: Böylece, kendi halkının bir başka devletin göndereceği öğretmenler tarafından eğitilmesi kabul edilmiş oldu. İşte, bu (dönem itibarıyla son derece masum, makul, iyi niyetli ve insani amaçlarla vaki ilişki ve anlaşmaların yapıldığı tarihten itibaren Osmanlı coğrafyasında yüzlerce misyoner okulu, kilisesi, yetimhane vb. merkez açıldı. Güçlü ve hakim devlet dönemi için bunlar bir tehlike olarak görülmedi. Verilen haklar bir lütuf, inayet ve iyi niyet göstergesi olarak kabul edilmekte idi. Ama, gelecekte nelerin olabileceği (ve muhatap tarafın bu anlaşmaları kötü niyetler, menfur-sinsi amaçlarla kullanabileceği ve olabildiğince istismar ve suistimal edeceği) hiç kimsenin aklına bile gelmedi. Umuru devlet tarafından hesap edilemedi. Sonradan gelenler de maalesef gereken beka ve basireti göstererek tedbir alamadı, veya batının etkisi altında kalarak alınamadı. Kapitülâsyonlar ve müteakip anlaşmalar ile devam eden süreci bakın, Ermeni araştırmacı Levon Panos Dabagyan, misyonerlerin verdiği zararı nasıl izah ve ifade ediyor: “Ermenilerin Milli Kilisesi ile birlikte, milli bütünlüğü bölünmüş ve böylece Türkiye Ermenileri, kapitalist-Emperyalist Devletlerin adeta oyuncağı durumuna düşerek çok büyük kayıplara uğramışlardır". TARİHİ GERÇEK Gerçekte Türkler, kutsal kitaplar ve başta ‘Dedem Korkut” olmak üzere pek çok efsanede açıklandığı, anlatıldığı ve Kur’an-ı Kerim ile İslâm’ i kaynaklarda kayıtlı olduğu üzere; Hazreti Nuh’un oğlu Yasef (YUSUF)’in soyundan gelmektedirler. Hazreti Nuh zamanında yıllarca ikamet ettikleri yurtları Mezopotamya (Sümerler), doğu ve güneydoğu Anadolu havalisi (dahil) olduğu halde, tufandan sonraki ilk yerleşim yerleri Ağrı Dağı ve Anadolu’nun doğu ve yine güneydoğu çevresidir. (22) Bu tarihi gerçekten hareketle, batı kaynaklarında Orta Asya dahil Anadolu Trakya hariç bütün bölümleri “TÜRKİYE” olarak adlandırılır ve eski haritalarda böylece gösterilir. Ancak, Hazreti Nuh belirli bir aradan sonra Yasef/Yusuf ailesi ve ahvadını Orta Asya taraflarına göndermiş, (M.Ö. 4500 yıllarında) gidenler de, bu günkü Tanrı Dağları ile Amuderya ve Siri Derya nehirlerini içine alan iklimi müsait ve çok verimli bir coğrafyada yerleşmişlerdir. Orta Asya’da, Atamız Yusuf’un sülâlesi genişleyip büyüdükçe etrafına sığmaz olmuş, bir bölümü orada kalmaya devam ederken, sülâleden bir kısım Türkler, tekrar Ana Vatan Anadolu taraflarına göç ederek Hazreti Nuh’dan sonra ilk defa M.Ö. 3500 yıllarında, yani bu günden 5500 yıl önce gelip Anadolu’ya yerleşmişlerdir. (23) Dahası, aynı dönemlerde Hazar Denizi (adını Hazar Türklerinden almıştır) Volga, Dinyeper ve Dinyester’i geçerek bu günkü Romanya steplerini aşan Türklerin büyük bir bölümü Balkanlar ve Anadolu’ya yerleşmişlerdir. İleriki yıllarda oluşan Bogomile (Bojnak) Mezhebi tarihi incelendiğinde bazı gerçekler çok daha açık ve net bir biçimde ortaya çıkmaktadır. O dönemde Kıt’a Avrupa’sında yaşayan kavimlerin ne kadar zalim, adi, alçak, insanlık düşmanı, hain, ilkel ve vahşi olduklarını anlamak bakımında da bu kesitin incelenmesinde fayda ve zaruret vardır. TÜRKLER, İSLÂMİYET VE ŞAMANLIK Kur-an’ı kerimde açıkça sabit ve inancın (Amentü) temel ilkesi olması nedeniyle kabul etmek gerekir ki; Hazreti Nuh (bütün peygamberler gibi) Müslüman’dı. Dolayısıyla Türklerin atası Yasef/Yusuf’ da sadık, samimi ve muttaki, iyi bir Müslüman idi ve İslâm’ın döneme raci akaidine-ilkelerine sadık kaldığı ve Hazreti Nuh’un şeriatını özenle yaşattığı anlaşılmak gerekir. Oğuz Kağan Destanına göre, Oğuz Han’da Müslüman olarak doğmuş, üç gün süreyle annesinin memesini ağzına almamış, Annesi büyük bir endişe ve üzüntüyle yalvarınca ise üç günlük çocuk “Anne, ben Müslüman’ım, sen değilsin. Eğer Müslüman olmazsan sütünü içemem” demiştir. Hazreti İbrahim’in de baba tarafından Türk olduğu ve Peygamberimiz Efendimizin de bu cihetle Türk soyuna dayandığı söylenir. Türklerin tarih boyunca sergilediği yüksek medeni vasıf, insan odaklı kültür, saygı, sevgi, hoşgörü ve yüksek toleransın temelinde ola ki bu manevi gerçek vardır. Bu nedenle, sonraki bin yıllar içinde oldukça değişen ve (zaman zaman, yer yer) Şamanlığa dönüşen inanç ve ibadet biçiminin temelinde İslâm inancı (Müslümanlık) vardır. Diğer bir anlamda, bütün milletler gibi Türkler de, Müslüman olarak hayata başlamış ve fakat, diğer milletlerden (kavimlerden) farklı olarak inançlarının özünü-esasını muhafaza ederek tarih sahnesinde yürümüşlerdir. Türklerin MS 760 – 800 yıllarından itibaren geniş kitleler halinde İslâm’ı kabul etmelerinin ana sebeplerinde biri: Şamanlık ile İslâmiyet arasında, bin yıllar boyunca değişen çok az unsur hariç büyük bir örtüşme ve benzeşme olmasıdır. Nitekim, bu anlamda Türkler akın akın İslâm’a katıldıktan sonradır ki, daha büyük devletler ve yüksek medeniyetler kurmuşlar ve dönem itibarıyla bilimin, kültürün ve bilincin gelişmesine çok büyük katkılarda bulunmuşlardır. Tam yeri gelmişken burada, Büyük İslâm Peygamberi’nin Türkler hakkında ne buyurduğunu bilhassa hatırlatmak isterim. O Yüce Peygamberimiz, bize bahşedilen ‘Türk’ ismi için: “BEN ALLAHI’IN YARATICI AŞKIYLA CİLÂLANMIŞ TERTEMİZ, SAF BİR AYNA’ YIM. BU YÜZDENDİR Kİ; BANA BAKANLAR, BU MÜCELLÂ AYNADA KENDİ YÜZLERİNİ VE YÜREKLERİNİ TEMAŞÂ EDERLER. TÜRK GİBİ GÜZEL VE AYDINLIK OLANLAR, BU NUR’DAN IŞIKTAN OLAN AYNADA, KENDİ GÜZELLİKLERİNİ GÖRÜRLER” buyurmuşlardır. İşte TÜRK budur. Bu, (böyle) olmak durumunda ve zorundadır. (24) Peki, bu muhteşem, istisnai övgüye ve muazzam mazhariyete sebep ne ? Cevabı bizzat Kur’an-ı Kerim vermektedir. Okuyunuz: "Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah onların yerine öyle bir kavim getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever. Onlar müminlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler. Allah yolunda cihad ederler ve dil uzatanların kınamasından da korkmazlar" (Mâide: 54) Size çok önemli bir Hadisi Şerif daha nakledeyim: "Fitne, fesat çoğaldığında ve kan gövdeyi götürdüğünde Allah bu ümmete mevaliden (Efendiler. Mevleviyyet pâyesine ulaşmış sarıklı alimlerden) bir ordu gönderecektir (TÜRKLER); Onlar ata binmede Araplardan çok daha üstün ve silah kullanmada onlardan daha çok mahirdirler. İşte Allah (c.c.) bu dini onlarla yeniden bir kere daha güçlendirecektir." Hz. Muhammed (s.a.v.) Aynı Nûr’ un devamı olan gönüller sultanı Hz. Mevlâna’ mız ise; “ŞU SONSUZ DERYÂDA AKIP GİDEN GEMİNİN MANÂSINA-KAPTANINA TÜRK DENİLİR, TÜRK ! ELBETTEKİ SÛRETA YAŞAYANLARA DENİLEMEZ. O, YÜCE MANÂNIN GERÇEĞİNİ İDRAK EDEREK YAŞAYANLARA SADECE TÜRK DENİLİR !” (25) diyerek; Türk’ün gerçek anlamda olgunluğun, kemalâtın ifadesi olduğunu belirtmiştir. Bu kemalât, yüce dağların, göklerin ziynetleri olan yıldızların, ayın, güneşin anlamlarına kadar ululanmıştır. Son olarak, Yunus Emre Hazretleri de şöyle der: "BİLMEYEN NE BİLSİN BİZİ, BİLENLERE SELAM OLSUN" Yer, yer (dünya) olalı hiçbir kavim/millet/halk/topluluk bu kadar övülmemiş ve yüceltilmemiştir. Bütün Türk alemi bu hakikatleri bilmeli ve ona göre motive olmalıdır... MESELE DİN’SE EĞER... Ve insanlık adına batı, ABD ve diğerleri; Sözde insan hakları, demokrasi, adalet gibi (samimi olmayan) iddia ve kavramlar ileri sürerek; 11 Eylül (ikiz kuleler) gibi oyun, iftira ve senaryolar düzerek, Türk-İslâm alemini tehdit ve Anadolu’yu tasallut-tarumar edip, aslında ‘yüceltmek-kutsamak, mümin ve muteber kullar olmak için’ tanrıyı (Allah’ı arıyorlarsa eğer; Önce Türk tarihine bakmalıdırlar. Tanrı (Allah) orada. Gerçek İslam oradadır. Gerçek kültür, medeniyet, saf, temiz, berrak, namuslu, dürüst, ilkeli, onurlu, sevgili, saygılı, hoşgörülü ve değerli “İNSAN”, insanca yaşam biçimi orada. Makro ve mikro bazda kozmik, sosyolojik, sosyometrik, epistomolojik bakımdan “elektik”(gerçek insan formu) ontolojik ve tarihi diyalektik sırlar ile kâinat/evren, Türk aleminin, on bin yıllık “gizlenen tarihinin” ve İslâmiyet sonrası tasavvuf güncesinin tertemiz, pırıl-pırıl sinesinde gizlidir. Okusun okumasını bilenler ve araştırsınlar. MEDENİYETLER BEŞİĞİ ANADOLU Hiç düşündünüz mü ? Niçin medeniyetler beşiği Anadolu’dur ? ve 5700 yıllık Yahudi inancına göre “her milenyumda (bin yılda bir) Anadolu’dan büyük bir medeniyet zuhur eder (çıkar) ? Çünkü, Anadolu barışsever atalarımızın insan sevgisi, barış, anlayış, adaletle yönetim, eşitlikle himaye, tolerans ve hoşgörüsü nedeniyle; Yunanlı İskender, Haçlı taarruzları, Aksak Timur (!) ve yine vahşi batının tahriki sonucu vuku bulan din savaşları ve kardeş kavgaları dışında ciddi bir tahribat ve yıkıma maruz kalmamış, bu sayede, başta Türk kültür ve medeniyeti olmak üzere, çok farklı kültür ve medeniyetler burada gelişme imkânı bulmuşlardır. Dünyanın hiçbir coğrafyasında, ülke veya devletinde bu himaye, sahiplenme ve hoşgörü yoktur. Örneğin IX asıdan XI. asrın sonlarına kadar Sicilya İslâm Devleti’nden günümüze intikal bir eser var mıdır ? Ya, Amerika’da Kristof Kolomb’dan 25 yıl önce Osmanlı himayesinde kurulduğu yenilerde açıklanan ve varlığı ileri sürülen devletten !.. Tekrarlamakta fayda var. Endülüs medeniyetine ne oldu. Ya, Hun, Avar, Türk-Bulgar ve Peçenek eserlerine ne oldu. Tarihi ve kültürel eserler bir yana; Neden Avrupa 1760 yıllarında başlattığı Avrupa’ nın Müslüman ve Türk soykırımları ile Türklerin tam bir vahşetle tahliyesinden (tarihin en büyük tehcirinden) bahsetmez !.. Aslında, Türk tarihinin derinliklerinde, gün yüzüne kasıtlı olarak çıkarılmayan, Cumhuriyet hükümetlerinin de yeterince sahip çıkmadığı gerçekler, bu günün sorularının hepsine cevap verecek derecede, kapsam ve nitelikte büyük bilgiler içermektedir. Tıpkı, bütünüyle yalan ve iftiradan ibaret Ermeni soykırım iddiaları gibi, mevcut ve muhtemel pek çok iddia ve iftiranın yolu böylece kesilebilir. Günümüzde tefessüh etmiş sözde Avrupa medeniyeti geçmişinden korkmakta utanç ve hicap duymaktadır. Bu nedenle tarihi karartmakta kendince haklıdır. Ama bizim korkacak neyimiz var ? Türkler bilgeliklerini İslam’la kazanmadılar, bilakis İslâm’la ivme kazandılar. Ama ne zaman ki, arı-duru, saf ve gerçek İslâm’ı sulandırmaya kalktılar, işte o zaman kaybettiler. Bu sözüm yanlış anlaşılmasın. İslam’ın içindeki bilgelik ve kemâl derecesi / olgunluk saklı sırlar yine Türklerin bilgeliğiyle insanlık alemine çok farklı ufuklar açmıştır. Daha sonraları hurafelerle yozlaştırılan, din tüccarlığına ve siyaset simsarlığına alet edilen ve başkalaştırılan İslam yüzeysel ve taklidi hale gelince yani, iktidarı yobazlar ele geçirince Türkistan'da doğan bilgelik de şimdilerde yeraltına indi. Hala o yobazların çelişkili ilmihalleriyle insanımız, bu bilgelikten, olgunluktan ve safiyetten mahrum kaldı. Şimdilerde kadınların saçalarıyla, başlarıyla, yazma ve baş örtüleriyle uğrasan bizler o zamanlar evrenin sırlarıyla ilgileniyorduk. Ne oldu da İslam bugün ki haline geldi? Neden bazı adetlerimiz, gelenek ve törelerimiz batıl inanç olarak bir kenara itildi, atıldı ve Şamanizmden gelen derin kültür ve bilgelik birikimimiz İslam’ı doğru yorumlarken birden necis (pis) Arapların; Tıpkı Museviler ve İseviler gibi tahrif ve tahrip ettikleri suni ve sapık (sözde) dine inanmaya başladık ? (sapık din derken asla gerçek İslam’ı kastetmiyorum) İste çözülmesi ve çözümlenmesi, aşılması gereken soru ve sorun bu.. TEKRAR HATIRLATALIM Orta Asya’dan göç edip gelen Türklerin İlk yerleştikleri yerler Güney Doğu Anadolu’da bu günkü Diyarbakır, Cizre, Mardin, Musul, Kerkük ve Zagoros Dağları’nın batı etekleri olup; Yaklaşık 500 sene buralarda hüküm sürdükten sonra bir bölümü Orta Asya’ya tekrar geri dönmüş, kalanları ise Anadolu içlerine doğru ilerlemiş, buralarda uygarlıklar kurarak, çoğalıp çeşitli kabileler, boy ve soylara bölünerek muhtelif devletler kura gelmişlerdir. Nuh Tufanı efsanelerinde bu hususta çeşitli bilgilere rastlanmaktadır. Önemine binaen tekrarlamakta fayda var. İslamiyet gelmeden çok önceleri de TÜRK vardı. Dahası, zaten Türkler evvelinde de Müslüman idi. Yukarda da değindiğimiz üzere, Şamanlık, orijini NUH şeriatı olan; Hazreti Muhammedi (SAV) in vesile olduğu “EKMEL DİN” in belki de sadece bir alt versiyonu idi. Şamanizmi incelediğimizde bunu açıkça anlamak, taktir etmek ve görmek mümkündür. Ahmet Yesevi’den intikal ve Yahudi asıllı bozguncu Abdullah Bin Sebe (sebailik) ile hiçbir ilgi ve alâkası olmayan, bütünüyle ‘nev-i şahsına münhasır’ Şii-Batıni karakterinde uzak, saf İslâm ve ‘ehli Sünnet ve’l Cemaat’ esasını baz alan Hacı Bektaş-ı Veli Aleviliğini incelediğimiz taktirde de aynı izlere ulaşırız. Zira, Şamanizm ile İslâm arasında kayda değer ciddi çelişkiler yumağı yoktur. Bu tarihi süreçte “orijinal İslâm, adeta bir Türk İslâm’ı” biçiminde şekillenmiştir. Şüphesiz ATATÜRK’ de bunu anlamış ve görmüştür. (26) Bütün bu tarihi ve tabii-doğal gerçekleri inkâr eder ve yaklaşık 4000 yıldır bu toprakların TÜRK olduğunu görmezden gelirsek, o zamanda düşman/batı derki sana "mademki Anadolu’ya yeni geldiğini kabul ediyorsun, o halde çek git" buradan. Ya terk et Anadolu’yu, ya da benim dayattıklarımı kabul et. 1500 yıldır özellikle Türklere, 1400 yıldır da bütün insanlık ve İslâm alemine Papalıkça oynanan oyun bu değil mi ? Ak-at Kralı Naram-Şin’in (M.Ö 2200) Anadolu seferlerini anlatan "Şartamhari" beyannamesinin (kil tabletler) 15. maddesinde şöyle yazılıdır. “Türki kralı İlsu-Nail” Yine Ak-at tabletlerinde; Mardin merkez olmak üzere, güney Anadolu ve Musul,Kerkük dolaylarında yerleşik Hurriler de Türk kavmidir. Hurri dilinin filolojik kökeni ve özelliği Türkçe’ dir. Hurriler’in torunları Urartular da Hurri dili özelliği taşıyan dile sahiptir. Hurriler proto-Türk kavimleridir. Tıpkı Sümerler gibi. Anadolu Türk ün ikinci Vatanı değil, Orta Asya ile birlikte en eski Yurtlarından biridir. Anadolu ya (MÖ 700) Kafkaslardan gelen İskitler (Sakalar) Türk kavmidir. Urartular’a devamlı saldıran Asurları tarih sahnesinden silen İskitlerdir. Urartu başkenti Tuşpa (Van) da Şamran suyu diye bilinen su kanalları Urartu mühendisliğinin şaheseridir. Bugün Orta Asya da (Doğu Türkistan, Sincan) Şamran suyundan çok daha ileri teknikte 4500 yıllık (yer üstü ve yer altı Karız ve Jinhan kanalları vardır. Karız ve Jinhan kanalları, bu gün Çin sınırları dahilinde yer alan üç mimarı harikadan biri olarak kabul edilmektedir. Büyük göçe neden olan bölgesel kuraklık sırasında Tanrı Dağlarındaki suyu buharlaşmaması için 60 kilometre mesafeye taşıyan Karız kanallarının toplam uzunluğu 5100 kilometreyi bulmaktadır. Uzunlukları 4 ile 60 km. arasında değişen Karızların sayısı 1800 civarındadır. Bu muazzam kanallar ve su yolları, en az Mısır piramitleri veya Aztek / İnka tapınakları kadar, hattâ onlardan çok daha önemli, gerekli, değerli ve insani amaçlarla inşa edilmiş olup; Aynı dönemde demir ve bakırı işleyen ve modern tarım yöntemlerini büyük bir başarıyla uygulayan (27) Atalarımızın eseridirler. Bu eserler ve benzerleri, bu günkü Tanrı Dağı ve civarından, Mezopotamya ve Anadolu dahil çok geniş bir coğrafyada net bir biçimde görülür. Dikkat edilirse, atalarımızın tarih boyunca inşa ettiği bütün eserler insanlık yararına, üretim ve hizmete yöneliktir. Hepsinde “kamu yararı” baz alınmıştır. Çok önemli bir kültürel değer ve eser olan ve Türk tarihine ışık tutan “Orhun Kitabeleri” ise, son derece mütevazi boyutlarda inşa edilmiştir. Bunda ibret alınacak dersler vardır. Evet, şimdi Nuh Tufanını ve Sümerleri baz alırsak bu topraklar, gerçekten de Atatürk’ün dediği gibi yaklaşık 7000 yıllık; (*) Orta Asya’dan ilk göç dikkate alındığında ise, en azından kırk asırlık (4000 yıllık) Türk Yurdudur. Doğu Roma tarihi ayrıntılı bir biçimde incelenirse eğer, günümüz için sürpriz sayılacak çok enteresan bilgilere de ulaşmak mümkün görülmektedir. Dış düşmanlar ve iç işbirlikçileri, bunun içindir ki; TÜRK’ e tekrar "yüksek, asil ırkını, nadir harsını-kimliğini, kişiliğini, nadir kültür ve medeniyetini öğreten” ATATÜRK e düşmandırlar. Burada Atatürk tarafından ortaya atılan “Güneş Dil” teorisini de çok iyi anlamak ve bu bağlamda inceleyip-irdelemek gerekir. Ancak, bu tez-teori Atatürk zamanında her nedense fazla işlenmemiş, bir şekilde göz ardı edilmiş ve 1938’den itibaren tarihi bir sır gibi saklanması cihetine gidilmiştir. 1960’dan sonra ise kamusal ve kurumsal alandan bütünüyle çıkartılmış bir teoridir. Ne yazık ki, hiçbir Üniversite konuyla ilgilenmemektedir !.. Mezkür çarpık zihniyetin fanatik ve dış bağlantılı, işbirlikçi taraftarları işte 1938’ den bu yana, bazen açıkça çoğunlukla da gizlice-sinsice ATATÜRK İlke ve inkılâplarını, yani ‘KEMALİZMİ” menfur bir ‘grek orijinli’ karşıdevrimle yok ederek, planlı bir şekilde rejimi ne olduğu belirsiz (dejenere) ve ABD tarafından tam bir haçlı zihniyeti ile yazılan GERÇEK FURKAN doğrultusunda "ılımlı İslam" modeline çevirmek için var güçleriyle çalıştılar, çalışıyorlar, çalışmaktalar. Atatürk’ün cumhuriyetin geleceğini emanet ettiği saf ve masum Türk gençleri ve çocuklarına, emperyalist işbirliğiyle hazırlanan Atatürk sonrası Tarih kitaplarına inatla "sen Anadolu’ya 1071 de geldin, medeni değilsin, vahşisin, göçebesin, 1071 öncesinde Anadolu’da sen yoktun” anlamına gelen ifade ve ilhamlarla, hattâ açıkça-alenen yazıp, çizerek, niteliği henüz netleşmemiş ve orijini tanımlanmamış “Türk-İslam sentezi” adı altında, namazsız, niyazsız, imansız, şuursuz, takva dışı uyduruk bir “takiyye” (din, inanç tüccarlığı aşılamak için ellerinden geleni yaptılar. Yapmaktalar. Bu günde: "Türk sen azınlıksın Anadolu zaten mozaiktir, sen geleli 1000 yıl bile olmadı, senden önce burada halklar vardı" tezini işliyorlar. Alt kimlik, üst kimlik gibi, milli devletle örtüşmeyen saçma sapan görüşler ileri sürüyorlar. Her biri asli-esas kurucu unsurlar konum ve durumunda bulunan ve aralarında insani, medeni ve yasal (vatandaş hakları bakımından en küçük bir ayrılık-gayrılık olmayan insanlar arasına fitne-fesat ve tefrika tohumları ekmeye çalışıyorlar. Atatürk’ün Anayasası’ndan (1928) bu nedenle ve bu art niyetle, bilinçli olarak “MİLLİ” sözcüğü kaldırılmış (1961) ve parçalardan biri veya ‘bir kümenin elemanı/birim’ anlamına gelen ve bu anlama yol açarak ‘ırkçılığı çağrıştıran, ayrımcılığı teşvik ve tahrik eden’ milliyetçilik deyimleri konulmuştur. Bu nedenle: “Cumhuriyetin en büyük ihanet ve kırılma hareketi” 27 Mayıs 1960 başkaldırısı (ihanet hareketi) dir. 22. Kaynak: Pitman, Walter; Ryan, William, "Noah's Flood:The New Scientific Discoveries About The Event That Changed History," Simon Schuster, 1998, ISBN 0-684-81052-2 23. Direnen Türkler, Müslüm Ulusoy, Tanı Yayın-Ankara, 2006 24. ÖZKAYNAK, 2006-49 – Aylık Dergi, s. 3, Ankara 25. ÖZKAYNAK, 2006-49 – Aylık Dergi, s. 3, Ankara 26. Atatürk’ün Kur’an Kültürü, Yard. Doç. Dr. Abdurrahman Kasapoğlu – İlgi Yayınları, 2006-İstanbul ve Seni Anlasaydık Bu Hale Gelmezdik, İbrahim Candan – Akasya Yayınları, 2005-Ankara. 27. Belde Gazetesi, 12 Eylül 2006 – Ankara |
![]() |
![]() |
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler: | HelenSayha (13. May 2009) |
![]() |
#3 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.076
Tesekkür: 3.618
1.093 Mesajina 2.442 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() |
![]()
KIRK ASIRLIK TÜRK YURDU : ANADOLU (6) Son
Şimdi tam yeridir. Kıvamı, zamanıdır. Tekrar Mustafa Kemal’e kulak verelim. Bakınız ne diyor büyük önder: “Bu memleket, (ANADOLU) dünyanın beklemediği, asla ümid etmediği bir müstesna mevcudiyetin ‘Yüksek tecellisine’ sahne oldu. Bu sahne en aşağı yedi bin senelik öz Türk yurdu ve Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı; Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı, O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; Sonra onlara alıştı; Onları tabiatın babası tanıdı onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğun tabiatı oldu; Şimşek, yıldırım, güneş oldu, Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, Türk; Dünyayı aydınlatan güneştir.” Devamla: “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına ‘Türk Milleti’ denir. Dünya yüzünde ondan daha büyük, ondan daha eski, ondan daha namuslu, dürüst, temiz ve onurlu bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir.” (Mustafa Kemâl ATATÜRK) İşte Anadolu ve Anadolu Türk’ü budur !... Bilindiği üzere Atatürk, büyük bölümü tarihi konulara ait olmak kaydı şartıyla yaklaşık 5000 kitap okumuştur. Günümüz okuma özürlü insanlarımız ve kahir ekseriyeti gaflet-dalâlet uykusunda olan sözde yönetici kadrolarımız (idareci kitleler) yönünden bu muazzam bir rekordur. Bu rekoru nefsinde yaşayan ve geleceği ilmiyle-deneyimi, basiret, feraset ve bekası ile aydınlatan ‘kurucu lider’ bu konuyu nasıl bütünleyip, tamamlıyor !.. “BEN HER ŞEYDEN ÖNCE BİR TÜRK MİLLİYETÇİSİYİM. BÖYLE DOĞDUM. BÖYLE ÖLECEĞİM. ‘TÜRK BİRLİĞİNİN’ BİR GÜN (mutlaka) HAKİKAT OLACAĞINA İNANCIM VARDIR. BEN GÖRMESEM BİLE, GÖZLERİMİ DÜNYAYA ONUN RÜYALARI İÇİNDE KAPAYACAĞIM. TÜRK BİRLİĞİNE İNANIYORUM, ONU GÖRÜYORUM. YARININ TARİHİ, YENİ FASILLARINI TÜRK BİRLİĞİYLE AÇACAKTIR. DÜNYA SÜKÛNUNU BU FASILLAR İÇİNDE BULACAKTIR. TÜRKÜN VARLIĞI BU KÖHNE ÂLEME YENİ UFUKLAR AÇACAK, GÜNEŞ NE DEMEK, UFUK NE DEMEK, O ZAMAN GÖRÜLECEK." “Büyük Türk milleti asildir. Asaletinden doğan ve vicdanları dolduran yüksek ve manevi bir kuvvet ve kudret sahibidir. "YÜKSEL TÜRK! SENİN İÇİN YÜKSEKLİĞİN SINIRI YOKTUR." İşte, parola budur. (M. K. ATATÜRK) Yani Atatürk, Türk milletinin “ANA/ÖZ YURDU’nun” Anadolu olduğunu bilmiş, anlamış, öğrenmiş ve bu gerçeği yaşadığı sürece Türk milleti ve gençliğine öğretmiştir. (11.Kasım.1938’de İsmet İnönü ve yandaşları ile Atatürk düşmanı kadrocular ve siyasete dönen bazı yüzellilikler tarafından başlatılan karşı devrim sürecinde, ne yazık ki bu ve benzer dersler, Kur’ an-ı Kerim öğretimi dahil olmak üzere peyderpey müfredatlardan kaldırılmıştır.) O’na (büyük önder Atatürk’e) göre: Türk milletinin Kâbesi, esas kalesi ve tarihi/tabii/doğal karargâhı “KALBİ” Anadolu’ dur. Yeni ve büyük Türk Medeniyeti Anadolu’dan yükselecek, beklenen, özlenen-müstakbel ‘TÜRK BİRLİĞİ’ Anadolu da yoğrulup güçlenecek ve şekillenecektir. Şu kadar ki; Milli Şair Mehmet Akif ERSOY’ un İstiklâl Marşı ile işâret ve ilân ederek ruhlandırdığı hakikat “Hakkıdır Hakka (ALLAH’a) Tapan Milletimin İstiklâl” mısraı hayat bulmak, manâsı madde olmak ve Anadolu insanı ile birleşmek-bütünleşmek (yaşanır olmak) zorundadır. Zira tarihi verilere göre; Türk insanı ve milleti 7000 yıldır değil, yaklaşık 10 bin yıldır Anadolu dadır. Hattâ bu tarihin M.Ö. 14.000 yıllarına kadar dahi uzanması çok mümkündür. Ancak, bunu zaman gösterecektir. Gerçek şu ki: Anadolu, öz be öz Türk yurdu ve toprağıdır. Bunun aksini hiç kimse iddia ve ispat edemez. Muhtemel hainlere karşı Atatürk şöyle demektedir: “Türk ulusunun tarihini ve (milli) toplum düzenini bozmağa yönelik didinmeler boğulmaya mahkumdur. Türk ulusu, kendinin ve ülkesinin yüksek (milli) çıkarlarına karşı çalışmak isteyen fesatçı, alçak, soysuz, ağzı kalabalık kişilerin saçma sapan sözlerindeki gizli ve kirli (menfur) emelleri anlamayacak ve onlara hoşgörü ile bakacak bir toplum değildir. O, şimdiye değin olduğu gibi ‘doğru yolu’ görür. O’ nu (Türk Milletini) yolundan saptırmak isteyenler, daima ezilmeğe ve tepelenmeğe mahkumdurlar.” Bu toprak, sonradan olma değil; Anadan doğma Türk’tür. Burada ANA’ dan maksat: Onur ve iffeti, erdemi yüksek, namuslu-dürüst, ilkeli ve sorumlu, (adi, sünepe, miskin, tembel, onursuz ve ahlâksız, haymatlos yapılı dalkavuklar değil) kahramanlar doğuran ve Türk medeniyetini cihana şamil kılan yiğitler yetiştiren, Atatürk çağı ve zihniyetini geleceğe taşıyan kadınların, “ATATÜRK ANA” ların yurdudur. Tarihte cihan kahramanları yetiştiren bu toprakta, en az ANA’ lar kadar Türk erkekleri de namuslu, dürüst, ilkeli, onurlu, şahsiyetli ve haysiyetlidir. Bu bağlamda bir örnek verecek olursak: Kadının bekâreti ne denli önemli, hayati değeri haiz ve kutsal ise; Erkeğin bekâreti de en az o kadar önemli, hayati değeri haiz ve kutsaldır. Şânı yüce Türk için bu zorunludur... Gerçek şu ki : Anadolu temizliğin, dürüstlüğün, adaletin, hikmetin ve hakikatin yurdudur. Türk hakka (Allah’a) tapar. Türk, samimi, onurlu ve hakiki Müslüman’dır. Türk budur. Gelin şu tarihe son kez bir daha bakalım. Medeniyet neymiş ? insanlık neymiş ? adalet ve hakikat-hikmet neymiş bir kez daha görelim: Hani, İskit kralı İdandir, Pers kralı Darius a; özbe öz TÜRK karakteri taşıyan şu metni göndermişti. “Ama siz ille de savaşmak istiyorsanız, bizim atalarımızın orada (Anadolu’da) mezarları var. Onları bulun, onlara el kaldırın, o zaman görürsünüz. Mezarlarımız için savaşıyor muyuz, yoksa savaşmıyor muyuz. Ama daha önce keyfimiz istemediği sürece sizinle savaşmayacağız". Sen, Ata mezarları için savaşan ceddini TÜRK’ e öğretme. Ama, Türkiye’ye gelen Suudi Kralı "geleneklerimizde mezar ve mezar ziyareti yoktur" diyerek TÜRK ün ATA’ sının mezarı ANITKABİR e gitmeme saygısızlığın görmezlikten gel. Ondan sonrada TÜRK çocuğuna inatla "sen 1071 de Anadolu’ ya geldin" de. Yalan söyle. İftira et. Kandır. Vehhabi Kral, kendi ağzıyla "benim Ata mezarım yoktur" diyor. Ama sen işbirlikçiliğine inadına devam et. Oysa; Alıntı: Öngre'den Mustafa Kemal bu meşhur sözü çatalhöyük kazılarından sonra 1936 yılında söylemiştir. Ortaya çıkan gerçek 1960larda c14 ile en az 6500 yıllık olduğu.Evet son 2 yıllık bir kazıda söz edeyim Erzurum Pasinler ovasında yapılan kazıya göre yaklaçık 8550 yıl önce gelmişiz bu topraklara.Yine Erzurum karayazı ilçesi salyamaç köyü cunni mağrasında kazım mirşan hocamızın okuduğu ve hiyeroglife menşe olan ısub ög yazıtları ise yaklaşık 7000 yıllık.Evet M. Kemal benim en büyük hayran olduğum 2 tarihçden biri (diğeri Kazım Mirşan) ve kesinlikle bir vatansever. Dediği gibi Cumhuriyeti biz kurduk Onyu yükseltecek ve yaşatacak sizlersiniz. Kaynak:Buradan alınmıştır |
![]() |
![]() |
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi: | HelenSayha (13. May 2009), kuman (14. April 2013) |
![]() |
Bookmarks |
Etiketler |
12 adalar, asırlık, atatürk, ismet inönü, kerkük, kırk, musul, türk, yurdu |
|
|