![]() |
|
![]() |
#1 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() ![]() |
![]()
Pasajdaki ana temayı yansıtan şu ayetlerin okunmasını, konunun daha iyi anlaşılması bakımından özellikle gerekli görüyoruz:
Ad’ı, Semud’u, Ress ashabını ve bunlar arasında daha birçok nesilleri de. (Furkan/38) Ve ant olsun ki Biz senin önünden nice elçiler gönderdik. Onlardan kimini sana anlattık onlardan kimini de anlatmadık. Hiçbir elçi, Allah'ın izni olmaksızın bir ayet getiremez. Artık Allah'ın emri gelince de hak ile gerçekleştirilir. Batılcılar, işte burada hüsrana uğradılar. (Mü'min/78) Ve yakında seni arzdan [yurdundan] çıkarmak için, muhakkak ki rahatsız edecekler. O takdirde senden önce elçilerimizden gönderdiğimiz kişiler hakkındaki sünnetimize göre onlar da senin ardından pek az kalacaklardır. -Bizim sünnetimizde herhangi bir değişme göremezsin.- (İsrâ/76, 77) Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler dediler ki: “Ey Şu‘ayb! Ya seni ve seninle beraber inananları kentimizden muhakkak çıkarırız, ya da bizim milletimize dönersiniz!” [Şu‘ayb da] dedi ki: “İstemesek de mi! Allah bizi ondan kurtardıktan sonra tekrar sizin milletinize dönersek, kesinlikle Allah'a karşı yalan uydurmuş oluruz. Rabbimiz Allah'ın dilemesi hariç ona geri dönmemiz bizim için olacak şey değildir. Rabbimiz ilmi ile her şeyi kuşatmıştır. Biz sadece Allah'a güvenip dayandık.” –Ey Rabbimiz! Bizimle kavmimiz arasında hakk ile hükmet. Çünkü Sen hükmedenlerin en hayırlısısın!– (A'râf/88-89) Onlar ki, başka değil, sırf “Rabbimiz Allah’tır” dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak surette, içlerinde Allah’ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yerle bir edilirdi. Allah, kendisine yardım edenlere muhakkak surette yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, güçlüdür, galiptir. (Hacc/40) Lut’u da (elçi olarak kavmine gönderdik). Hani o, kavmine; “Göz göre göre hâlâ o aşırılığı [hayâsızlığı] yapacak mısınız? Şehvet yönünden kadınlardan aşağı olan erkeklere yaklaşacak mısınız? Aslında siz cahillikte devam edegelen bir kavimsiniz!” demişti. Sonra da kavminin cevabı sadece “Lut ailesini memleketinizden çıkarın; baksanıza onlar temiz kalmak isteyen insanlarmış!” demeleri oldu. Bunun üzerine onu ve geride kalmasını takdir ettiğimiz karısı dışındaki yakınlarını kurtardık. Ve onların üzerlerine öyle bir yağmur yağdırdık ki! Ne kötü idi uyarılanların yağmuru! (Neml/54- 58) Hani bir zaman, şu küfretmiş olan kimseler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı. Ve onlar tuzak kurarken Allah da tuzak kuruyordu. Ve Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır. (Enfal/30) Peki, kazandığı şeyler ile birlikte her bir nefsin [kişinin] üzerinde ayakta duran o kişi kimdir? Onlar ise Allah'a ortaklar kıldılar. De ki: “Onları isimlendirin! Yoksa siz O’na yeryüzünde bilmediği bir şey mi haber vereceksiniz? Yoksa sözden açık olanı mı? Aslında şu, küfre sapmış olan kişilere planları güzel gösterildi de Yol’dan saptırıldılar. Allah kimi saptırırsa, artık onun için yol gösteren kimse yoktur. (Ra'd/33) Şüphesiz şu, Allah'ın ayetlerini inkâr eden ve haksız yere peygamberleri öldüren ve insanlardan adaleti emreden kişileri öldürten kişiler; hadi onlara acıklı bir azabı müjdele! İşte bunlar, dünyada ve ahirette de bütün yaptıkları boşa gitmiş olan kimselerdir. Onlar için yardımcılardan da yoktur. (Al-i Imran/21-22) Bu [Elçilik], Allah'ın, dilediği kişiye verdiği lütfudur. Ve Allah, büyük lütuf sahibidir. (Cuma/4) Allah meleklerden, elçiler seçer, insanlardan da… Şüphesiz Allah en iyi işiten, en iyi görendir. (Hacc/75) 15 – 17- Onlar [elçiler], fetih istediler. Tüm inatçı zorba da hüsrana uğradı. Ardından cehennem vardır. Ve kendisine irinli sudan içirilecektir. Onu [irinli suyu] yudum yudum içecek; yutamayacak. Ve her yandan kendisine ölüm gelecek, fakat o ölü değildir [hiç ölmeyecek]. Arkasından da çok kaba bir azap gelecektir. Bu ayetlerde, elçilerin direnen inkârcılar hakkındaki talepleri ile Rabbimizin bu talepleri kabul ederek direnen müşrikleri cezalandırması nakledilmiştir. Elçiler sıkıştıkları dönemlerde daima Allah’tan yardım istemişlerdir. Rabbimiz de elçilere yardım ederek tüm zorbaları perişan etmiştir. Bu zorbaların ahiretteki yerleri de cehennem olacaktır: O [Nuh]: “Rabbim! Şüphesiz onlar [Kavmim] bana isyan etti. Malı ve evlâdı kendisine zarardan başka bir şey vermeyen kimseye uydular. Ve onlar büyük tuzaklar kurdular. Ve ‘Sakın ilâhlarınızı bırakmayın. Ve sakın Ved, Suvâ’, Yagûs, Yeûk ve Nesr’i bırakmayın’ dediler. Kesinlikle birçoklarını da saptırdılar. Sen de o zalimlere sadece sapıklığı arttır.” dedi. Ve Nûh dedi ki: “Bu yerde dolaşan kâfirlerden bir tek kişi bırakma. Şüphesiz ki sen onları bırakırsan kullarını yoldan çıkarırlar ve sadece ahlâksız ve kâfir çocuklar doğururlar. Rabbim! Benim için, anam-babam için, mümin olarak evime giren kişiler için ve mümin erkekler ve mü’min kadınlar için mağfiret et! Zalimlere de sadece yok oluşu arttır.” (25) Onlar, hatalarından dolayı suda boğuldular sonra da ateşe sokuldular. Sonra da kendileri için Allah'ın astlarından yardımcılar bulamadılar. (Nuh/21-28) Ve Musa: “Rabbimiz! Şüphesiz Sen Firavun’a ve ileri gelenlerine basit hayatta ziynet ve mallar verdin. -Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye- Rabbimiz! Onların mallarını sil süpür ve kalplerine sıkıntı düşür. Çünkü onlar o acıklı azabı görmedikçe iman etmeyecekler” dedi. O [Allah] “Her ikinizin de duası kesinlikle kabul olundu. Öyleyse ikiniz doğru yolda devam edin. Ve bilmeyen kişilerin yolunu sakın izlemeyin!” dedi. (Yunus/88, 89) O zaafa uğratıla gelmiş olan kavmi de bereketlendirdiğimiz yerin doğularına, batılarına [her tarafına] mirasçı yaptık. Ve böylece Rabbinin, İsrailoğulları’na olan o pek güzel sözü, sabırları yüzünden tamam oldu [yerine geldi]. Biz de Firavun ile kavminin yapa geldikleri sınai eserlerini ve yükseltmekte oldukları şeyleri yerle bir ettik. (A'raf/137) Siz, şüphesiz, mutlaka erkeklere gidecek, yol kesecek ve toplantılarınızda edepsizlik yapacak mısınız?” dedi. İşte kavminin cevabı da sadece “Doğru söyleyenlerden isen Allah'ın azabını bize getir!” demeleri oldu. O [Lut]: “Rabbim! Şu bozguncular toplumuna karşı bana yardım et!” dedi. (Ankebut/29, 30) Ayetlerde konu edilen “kaynar su” ve “irin içirme” şeklindeki cezalandırmalar, korkutarak uyarma maksadıyla birçok kez dikkatlere sunulmuştur: Şu ikisi, Rableri hakkında tartışmaya girmiş iki hasımdır. Artık küfretmiş kimseler; kendileri için ateşten elbiseler biçilmiştir. Başlarının üstünden kaynar su dökülür. Bununla karınlarındaki şeyler ve derileri eritilir. Ve onlar için demirden topuzlar vardır. Gamdan dolayı, oradan ne zaman çıkmak isteseler, oraya geri çevrilirler. Ve, “Yakıcı azabı tadın!” (Hacc/19-22) De ki, “Dinimi yalnız kendisine arındırarak Allah’a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz, O’nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız.” De ki: “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyamet gününde kendilerini ve ehillerini [ailelerini ve yakınlarını] kayba uğratanlardır.” -Dikkatli olun! İşte bu, apaçık bir kaybın ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor: Ey kullarım! Bana takvalı davranın.- (Zümer/16) Takvalı davranmışlara vaat edilen cennetin örneği: “Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rablerinden bir bağışlanma vardır. Bunlar, ateşte ebedî olarak kalacak olan ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar su içirilen kimse gibi olur mu? (Muhammed/15) Ve de ki: “O hak [gerçek], Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Şüphesiz Biz zalimler için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O ne kötü bir içecektir! Dayanma/sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür! (Kehf/29) -Onu yakalayın sonra da bağlayın. Sonra cehenneme yaslayın onu. Sonra da onu yetmiş arşın zincir içerisinde onu oraya [cehenneme] sokun! Şüphesiz o, büyük Allah'a inanmıyordu. Miskinin yiyeceği üzerine teşvik de etmiyordu. Bu sebeple bugün burada onun için hiçbir sıcak dost yoktur. Sadece hata edenlerin yiyeceği olan bir irinden başka yiyecek de yok.- (Hakkah/30 37) De ki: “Şüphesiz öncekiler ve sonrakiler malûm bir günün belli vaktinde/ randevu yerine mutlaka toplanacaklardır. Sonra şüphesiz siz, ey sapıklar, yalanlayıcılar! Kesinlikle zakkumdan bir ağaçtan yiyeceksiniz de karınlarınızı onunla dolduracaksınız. Sonra da onun üstüne kaynar su içeceksiniz. Hem de susuzluk illetine tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz.” İşte bu, din gününde onların ziyafetleridir. (Vakıa/52) Onlar kızışmış bir ateşe yaslanırlar, kızgın bir kaynaktan sulanırlar. (Gaşiye/4, 5) İşte o kaynar su ve irindir. Artık onu tatsınlar [tadıp dursunlar]! Ve onun şeklinden çifter çifter diğerleri vardır. (Sâd/57-58) Şüphesiz o [zakkum ağacı], cehennemin dibinde çıkan bir ağaçtır. Tomurcukları şeytanların [boynuzlu yılanların] başları gibidir. İşte, kesinlikle onlar, ondan yiyecekler de karınlarını bundan dolduracaklardır. Sonra şüphesiz onlar için, bunun üzerine kaynar su karışımı bir içecek vardır. Sonra da şüphesiz dönecekleri yer, kesinlikle Cahim’dir [cehennemdir]. (Saffat/64-68) Rabbimiz elçilerine yardım edip onları her zaman muvaffak kılacağını birçok kez ilan etmiştir: Ve ant olsun ki, gönderilen kullarımız [elçilerimiz] hakkında bizim sözümüz geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip gelenlerin ta kendisidir.” (Saffat/171-173) Allah: ”Elbette Ben ve elçilerim galip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir, Aziz’dir. (Mücadile/21) Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O’da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar. (Muhammed/7) O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye müminlerin kalplerine sekine [güven, moral, mutluluk] indirendir. Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah'ındır. Ve Allah, en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır. (Fetih/4) Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz. (Al-i Imran/139) Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şahitlerin kalktığı [şahitlik edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz. (Mümin/51) 18 - Rablerini inkâr eden kimselerin durumu; onların yaptıkları tıpkı fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiçbir şeyi elde tutamazlar. İşte bu, uzak sapıklığın ta kendisidir. Bu ayette, geçmişten günümüze tüm inkârcıların ortaya koydukları işlerin, akılsızca yaptıkları tercihin bir sonucu olarak bir hiç hükmünde olacağı mesajı bir örnekle verilmektedir. İnkârcıların amelleri rüzgârda savrulan kül gibidir. Yaptıklarının hiçbir değeri, ağırlığı, dayanıklılığı yoktur. Hafif bir rüzgâr ile bile savrulur gider, ortada hiçbir şey kalmaz. Birçok yerde değinildiği gibi, amellerin Allah tarafından değerlendirilmeye tabi tutulması için o amellerin öncelikle Allah rızası için yapılmış olması gerekmektedir. İnkârcıların küfrü, ortaya koydukları bütün işlerin temelini yok etmekte, ortada amel diye bir şey bırakmamaktadır. Küfredenlerin amellerinin boşuna oluşu ile ilgili birçok benzetme yapılmıştır: Ve Biz onların [Bize kavuşmayı ummayanların] amelden her yaptıklarının önüne geçtik de onu saçılmış toz zerreleri hâline getiriverdik. (Furkan/23) |
![]() |
![]() |
![]() |
#2 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() ![]() |
![]()
Onların bu basit hayatta harcadıklarının durumu, kendilerine zulmeden bir toplumun ekinlerine isabet edip de onları helak eden kavurucu rüzgârın durumu gibidir. Ve Allah, onlara zulmetmedi. Fakat onlar, kendilerine zulmediyorlar. (Al-i Imran/117)
Ey iman etmiş kimseler! Allah’a ve son güne inanmadığı halde malını insanlara gösteriş için bağışlayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakarak ve eziyet ederek boşa çıkarmayın. İşte onun durumu, üzerinde biraz toprak bulunup da üzerine bir sağanak isabet ettiği zaman, sağanağın cascavlak olarak bıraktığı kayanın durumu gibidir. Onlar, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Ve Allah, kâfirler topluluğuna hidayet etmez. (Bakara/264) 19, 20 - Gökleri ve yeryüzünü Allah’ın gerçek ile yarattığını görmedin mi? O dilerse sizi giderir ve yepyeni bir halk/yaratılış getirir. Bu, Allah’a göre zor değildir. Ayetteki soru, uyarmak amacıyla müşriklere yöneltilmiştir. “Göklerin ve yerin gerçek ile yaratılması”, Nahl/3’ün tahlilinde detaylı olarak açıkladığımız gibi, bu varlıkların geçici, süreli, ölümlü olarak yaratılmış olması demektir. Gökleri ve yeryüzündeki olay ve olguları gözlemleyen, araştıran herkes, evrenin ömrünün süreli olduğunu ve o vakte doğru akıp gittiğini bilir, anlar. Ayrıca insan kendi varlığına baktığında da ölümlü bir varlık olduğunu fark eder. Ayette ölüm sonrasına işaret edilerek hesaba hazırlanılması, yaratılıştaki gerçeğin unutulmaması istenmektedir. Çünkü ilk yaratılışı anlamayan yeniden yaratılışı kavrayamaz. Onlar, şüphesiz gökleri ve yeryüzünü yaratan ve onları yaratmakla yorulmamış olan Allah’ın ölüleri diriltmeye de kadir olduğunu görmediler mi? Evet şüphesiz ki, O, her şeye gücü yetendir. (Ahkaf/33) Ve o insan [o kişi], kendisini bir nutfeden [bir damla sudan] yarattığımızı görmedi mi de şimdi o, apaçık bir hasımdır [düşmandır]. Ve kendi yaratılışını dikkate almayarak Bize bir örnekleme yaptı: Dedi ki: “Kim diriltecekmiş o kemikleri? Onlar çürümüş iken!” De ki: “Onları ilk defa yaratan, onları diriltecektir. Ve O her yaratmayı çok iyi bilendir. O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş yapandır. Şimdi de siz ondan yakıp duruyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibilerini de yaratmaya kadir değil midir? Evet [elbette kadirdir]! Ve O çok mükemmel yaratandır, çok iyi bilendir. Şüphesiz ki O bir şeyi dilediğinde, O’nun buyruğu / işi o şeye “Ol!” demektir; o da hemen oluverir. O hâlde her şeyin melekûtu [tam hükümranlığı] kendi elinde olan [Allah] her türlü noksanlıklardan arınıktır. Siz de yalnız O’na döndürüleceksiniz. (Ya Sin/77-83) Konumuz olan ayetin ilk bölümünde Rabbimiz “O dilerse sizi giderir ve yepyeni bir halk/yaratılış getirir. Bu, Allah’a göre zor değildir”buyurarak inkârcıların her zaman bir felaket beklentisi içinde olmalarını ihtar etmiştir. Ey insanlar! Allah’a muhtaç olanlar sizlersiniz. Allah ise; O, zengin ve hamde lâyık olandır. Eğer O dilerse sizi giderir [yok eder] ve yepyeni bir yaratmayı / halkı getirir. Bu, Allah’a hiç güç de değildir. (Fâtır/15-17) İnkâr eden kişiler ise, artık yıkım onlara! Ve O [Allah], onların amellerini saptırmıştır. (Muhammed/38) Ey iman etmiş olan kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında öyle bir toplum getirir ki O [Allah], onları sever, onlar da O’nu [Allah’ı] severler; müminlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, Vasi’”dır, Çok İyi Bilen’dir. (Mâide/54) Eğer O [Allah] dilerse sizi giderir ey insanlar! Ve başkalarını getirir. Ve Allah, buna güç yetirendir. (Nisa/133) 21 – Onlar, toplu olarak Allah için ortaya çıktılar. Sonra da zayıf olan kişiler, büyüklük taslayan kişilere: “Şüphesiz bizler, sizlere uyan kimseler idik. Peki, şimdi siz, Allah'ın azabından bir şeyi bizden savar mısınız?” dediler. Onlar: “Allah, bize kılavuz olsaydı biz kesinlikle size kılavuz olurduk. Bizler sızlansak ya da sabretsek bizim için birdir. Bizim için kaçacak herhangi bir yer yoktur” dediler 22 – Ve iş bitince şeytan onlara, “Şüphesiz ki Allah size gerçek vaadi vaat etti, ben de size vaat ettim, hemen de caydım. Zaten benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi çağırdım siz de bana icabet ettiniz. O nedenle beni kınamayın, nefsinizi [kendinizi] kınayın! Ben sizi kurtaramam, siz de benim kurtarıcım değilsiniz! Şüphesiz ben, önceden beni Allah’a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim.” dedi. -Şüphesiz zalimler, kendileri için acı bir azap olanlardır!- 23- Ve iman eden ve salihatı işleyenler, Rablerinin izniyle içinde sürekli kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere girdirilirler. Oradaki selamlaşmaları, “selâm!”dır. Dünyanın geçiciliği, amellerin niteliğine dair açıklamalar ve detaylı uyarılar yapıldıktan sonra, bu ayet grubunda da ahırete ait sahneler ortaya konmuştur: Birinci sahne: Bu sahnede, kendilerini güçlü kabul edenler ile onlar tarafından zayıf bırakılmış [müstez’af] olanlar ahırette yüzleştirilmektedir. Zayıflar sözde büyüklere: - “Şüphesiz bizler, sizlere uyan kimseler idik. Peki, şimdi siz, Allah'ın azabından bir şeyi bizden savar mısınız?” diye sorarlar. Büyüklük taslayanlar da: - “Allah bize kılavuz olsaydı biz kesinlikle size kılavuz olurduk. Bizler sızlansak ya da sabretsek bizim için birdir [Şimdi sızlansak da, sabretsek de fark etmez]. Bizim için kaçacak herhangi bir yer yoktur” diye cevap verirler. Bu sahne Kur’an’ın başka ayetlerinde de verilmiştir: Ve onlar, ateş içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara: “Şüphesiz bizler size uyan kimseler idik. Şimdi siz bizden, ateşten bir bölümü savabiliyor musunuz?" derler. Büyüklük taslayanlar: “Şüphesiz hep onun içindeyiz. Şüphesiz Allah, kullar arasında hükmünü vermiştir” dediler. (Mü’min/47-48) [Allah onlara,] “Sizden önce geçmiş cinn ve insden [tanıdığınız- tanımadığınız] ateş içindeki ümmetlerin [toplumların] içine girin!” dedi [der]. Her toplum girdikçe kardeşine lânet etti [eder]. Nihayet hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında, “Rabbimiz! İşte şunlar bizi saptırdı. Onlara ateşten kat kat azap ver” dediler [derler]. [Allah,] “Herkese kat kattır, fakat siz bilmiyorsunuz” dedi [der]. Öncekiler de sonrakilere, “Sizin bize karşı fazlalığınız yoktur. O hâlde yaptıklarınızdan dolayı azabı tadın” dediler [derler]. (A’raf/38-39) O gün yüzleri ateş içinde çevrilirken: “Ah keşke Allah’a itaat etseydik ve Elçi’ye itaat etseydik!” derler. Ve dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi onlar yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara azaptan iki kat ver ve kendilerini büyük bir lânet ile lânetle.” (Ahzab/66-68) Ve şu, inkâr eden kimseler, “Biz kesin olarak, bu Kur’an’a inanmayız, ondan öncekine de.” dediler. Sen o zulmedenleri, Rableri huzurunda tutuklanmış, sözü bazısının bazısına geri çevirdiğini bir görsen! Za’fa uğratılan kimseler, büyüklük taslayan kimselere, “Eğer sizler olmasaydınız, kesinlikle bizler müminler olurduk.” diyecekler. Büyüklük taslayan kimseler, zayıf düşürülen kimselere: “Size kılavuz geldikten sonra, sizi ondan biz mi çevirdik? Bilakis, siz kendiniz suçlular oldunuz.” derler. O zayıf düşürülen kimseler de o büyüklük taslayan kimselere: “Bilakis gecenin ve gündüzün tuzağı! Siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na bir takım eşler kılmamızı emrediyordunuz.” derler. Bunlar azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını gizleyeceklerdir. Biz de o küfretmiş olan kimselerin boyunlarına demir halkalar geçirmişizdir. Onlar sadece yapmış olduklarının karşılığını görüyorlar. (Sebe'/31-33) Bu sahnenin mesajı, toplumdaki elitlerin, liderlerin, azizlerin bu tür zavallıları kurtaramayacağı, herkesin daha dünyada iken kendi başının çaresine bakması gerektiğidir. Ve, hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir kimseden şefaatin kabul edilmediği, kimseden fidyenin alınmadığı ve onların yardım olunmadığı günden sakının. (Bakara/48) İkinci sahne: Bu sahnede suçlular, içine düştükleri durumun sorumluluğunu şeytanın [İblis’in] üstüne yıkmaya çalışmaktadırlar. Şeytan da onlara: -“Şüphesiz ki Allah size gerçek vaadi vaat etti, ben de size vaat ettim, hemen de caydım. Zaten benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi çağırdım siz de bana icabet ettiniz. O nedenle beni kınamayın, nefsinizi [kendinizi] kınayın! Ben sizi kurtaramam, siz de benim kurtarıcım değilsiniz! Şüphesiz ben, önceden beni Allah’a ortak koşmanızı da kabul etmemiştim” demek suretiyle kendisini savunmaktadır. O [Şeytan] onlara vaat eder ve onları kuruntulandırır. Oysa şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez. (Nisa/120) Ve Allah’ın astlarından kıyamet gününe kadar kendisine hiç bir cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir? Üstelik onlar [tapılan kimseler], o kimselerin yalvarışlarından habersizler de. İnsanlar bir araya toplandığı zaman da onlar [taptıkları kimseler] kendilerine düşmanlar oldular. Ve onların kendilerine tapmalarını inkâr edenler idiler. (Ahkaf/5,6) Onun karîni [yaşıtı olan arkadaşı] dedi ki: “Rabbimiz! Ben onu azdırmadım. Fakat kendisi uzak bir dalâlet [kayboluş/sapıklık] içindeydi.” (Allah) buyurdu ki: “Benim huzurumda çekişmeyin! Ben size daha önce tehdit göndermiştim.” (Kaf/27, 28) Üçüncü sahne Ve iman eden ve salihatı işleyenler, Rablerinin izniyle içinde sürekli kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere girdirilirler. Ve onlar daima her türlü rahaysızlık veren şeyden uzak olarak esenlik içindedirler. Rablerine karşı takvalı olanlar da cennete bölük bölük sevk edildi. Nihayet oraya vardıkları, kapıları açıldığı ve bekçileri onlara: "Selâm sizlere, tertemiz geldiniz!” dediği zaman; “Ebedî olarak içinde kalmak üzere haydi girin oraya!" dediler [denilecek]. (Zümer/73) Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu İsa, sen mi insanlara: ‘Beni ve annemi, Allah’ın astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” O [İsa], Sen münezzehsin, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam, Sen bunu mutlaka bilmiştin. Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben ise senin nefsinde olanı bilmem. Şüphesiz Sen; gaybleri bilen yalnız Sensin, Sen! Ben onlara sadece, Senin bana emrettiklerini söyledim; benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin, dedim. Ve ben aralarında olduğum müddetçe onlar üzerine tanıktım. Ne zaman ki Sen beni vefat ettirdin, onları gözetleyen yalnız Sen oldun Sen. Ve şüphesiz Sen gaybleri en iyi bilensin. Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır ve eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen, Aziz ve Hakîm’in ta kendisisin.” Allah dedi ki: "Bu, doğru kimselere doğruluklarının fayda sağladığı gündür. Onlar için altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır". Allah onlardan razı olmuş, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte bu, büyük kurtuluştur. (Mâide/116, 119) İşte onlar [Rahman’ın kulları], sabretmelerine karşılık ğurfede [cennetin en yüksek makamlarında], orada ebedî kalacaklar olarak mükâfatlandırılacaklar, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır -orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir ikametgâhtır!- (Furkan/75) Ve o kişiler, Allah’ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştirirler. Rablerine haşyet duyarlar ve hesabın kötülüğünden korkarlar. Ve o kişiler Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmişler, salâtı ikame etmişler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak etmişlerdir. Ve onlar çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldırırlar. İşte bu yurdun akıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından salih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selam olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!” (Ra'd/23, 24) Onların oradaki duaları “Allah’ım, Sen her türlü eksiklikten münezzehsin!”dir. Ve onların oradaki selâmlaşmaları, “selâm!”dır. Dualarının sonu da “Âlemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun!”dur. (Yunus/10) Gerçekten cennetin ashabı [cennetlik olanlar] bugün bir meşguliyet içinde sefa sürmektedirler. Kendileri ve eşleri gölgeler içinde koltuklar üzerine kurulmuşlardır. Yalnızca onlara, orada bir meyve vardır. İsteyecekleri her şey de onlarındır. Söz olarak [onlara] Rahîm Rabbden “selâm” [vardır]. (Ya Sin/55- 58) Burada ve daha birçok ayette cennette akan ırmaklardan bahsedilmiştir. Bu ırmakların niteliğini şu ayetlerden öğrenmekteyiz: İnanmış ve salihatı işlemiş kimselere, ‘şüphesiz kendileri için altlarından ırmaklar akan cennetlerin olduğunu” müjdele. Onlardaki herhangi bir meyveden her rızıklandırılışlarında: ‘Bu, bizim daha önce rızıklandığımız şeydir’ derler. Ve onlara onun benzeşenleri verildi. Orada çok temiz eşler de yalnızca onlarındır. Ve onlar, orada sürekli kalanlardır. (Bakara/25) Muttakilere söz verilen cennetin misali şöyledir: Onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgeleri süreklidir. İşte bu, takvalı davrananların akıbetidir. Kâfirlerin akıbeti de ateştir. (Ra'd/35) Takvalı davranmışlara vaat edilen cennetin örneği: “Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rablerinden bir bağışlanma vardır. Bunlar, ateşte ebedî olarak kalacak olan ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar su içirilen kimse gibi olur mu? (Muhammed/15) 24, 25 - Görmedin mi? Allah nasıl bir misal verdi; güzel bir söz, aslı [kökü], sabit, dalı-budağı gökte olan, Rabbinin izniyle her an ürün veren güzel bir ağaç gibidir. Ve onlar öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller verir. Rabbimiz, insanların irşadı amacıyla Kur’an’da her cinsten örnekler vermektedir: Şüphesiz Allah bir sivrisineği, hatta daha üstün bir şeyi misal getirmekten çekinmez. İşte iman eden kimseler bilirler ki, şüphesiz o, haktır, Rabblerindendir. O küfretmiş olan kimseler de artık “Allah böyle bir misal ile ne demek istedi?" derler. O [Allah], onunla birçoklarını şaşırtır, onunla birçoklarını kılavuzlar. O [Allah], onunla sadece fasıkları şaşırtır. (Bakara/26) O [Allah], gökten bir su indirdi de vadiler, kendi ölçüsünde sel olup aktılar. Sonra da Sel, suyun yüzüne çıkan bir köpük yüklendi. Bir ziynet eşyası veya bir yarar sağlamak için, ateşte erittiklerinin üzerinde de benzeri bir köpük vardır. –Allah, hak ve batılı böyle vurur.- sonra köpük atılır gider, insanlara faydası olan ise yerde kalır. İşte Allah böyle örnekler verir. (Ra’d/17) Eğer Biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, Allah’ın haşyetinden onu baş eğmiş, parça, parça olmuş görürdün. Ve Biz bu misalleri tefekkür ederler diye insanlara veriyoruz. (Haşr/21) Biz bu örnekleri insanlara veriyoruz. Ama bilginlerden başkası akletmez. (Ankebut/43) Rabbimiz, konumuz olan ayette iyi, güzel sözün/bilginin [imanın] her zaman, her şartta ve her ortamda yararlı olacağına dair temsili bir açıklamada bulunmaktadır. “Güzel-hoş bir söz”, kökü sağlam, dalları-budakları göğe yayılmış, her an ürün veren güzel bir ağaca benzetilmiştir. Burada “güzel-hoş söz” ile kastedilenin “Lâ ilahe illallah” sözü olduğu; ağaca benzetilen bu sözün iman olgusunu simgelediği; ağacın dal-budağının toplumsal hayat, her an verdiği ürünün de iyi davranışlar olduğu anlaşılmaktadır. Rabbimiz tevhid inancını Al-i Imran suresinde “kelime” olarak nitelemiştir. De ki: “Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ın astlarından bazımız bazımızı rabler edinmeyelim.” Buna rağmen eğer onlar, yüz çevirirlerse, artık “Şüphesiz bizim Müslümanlar olduğumuza şahit olun” deyin. (Al-i Imran/64) 26 – “Kötü bir söz”ün durumu da, yerden koparılmış, sabit kalma imkânı olmayan kötü bir ağaca benzer. “İyi, güzel söz”ün “güzel bir ağaç”a benzetildiği yukarıdaki ayetten sonra, bu ayette de “çirkin söz” köksüz, topraktan koparılmış, sabit kalma imkânı olmayan bir ağaca benzetilmiştir. “Kötü söz”, imanın karşıtı olan dinsizlik, küfür ve şirki temsil etmektedir. Kâfirlerin, müşriklerin [inançsızların] hiçbir ameli değerlendirilmeyeceğinden, kötü ağacın meyve vermesinden de bahsedilmemiştir. Kötü sözün mahiyeti ile ilgili şu ayetlerin hatırlanması çok yerinde olacaktır: Rabblerini inkâr eden kimselerin durumu; onların yaptıkları tıpkı fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Kazandıklarından hiçbir şeyi elde tutamazlar. İşte bu, uzak sapıklığın ta kendisidir. (İbrahim/18) İşte böyle! Ve kim Allah’ın yasaklarına saygı gösterirse, bu, kendisi için Rabbinin katında şüphesiz hayırdır. Size bildirilegelenden başka bütün hayvanlar size helal kılınmıştır. O halde Allah’a yönelmişler olarak, O’na şirk koşanlar olmayarak o putlardan olan kirlilikten kaçının, yalan sözden de kaçının. Bilin ki, Allah’a ortak koşan kimse, gökten düşüp de kuşların kaptığı veya rüzgarın kendisini ıssız bir yere sürüklediği şey gibidir. (Hacc/31) 27 - Allah, iman edenleri, basit yaşamda [bu dünyada] ve ahirette sabit bir söze [imana] sabitler. Allah, zalimleri de saptırır. Ve Allah, dilediği şeyi yapar. Bu ayette Sünnetullah’ta cereyan eden ilkeler açıklanmıştır. Allah, iman edenleri hem dünyada hem de ahırette sağlam tutacaktır. Yani inanmışlar dünyada, sosyal, siyasal, askeri ve ekonomi alanlarında daima üstün olacaklardır. Ahırette de cennetlerde de sefa süreceklerdir. Enfal/60’ın gereği olarak müminler her zaman askerî, sosyal, siyasi ve ekonomik alanlarda Allah’ın düşmanlarından ve kendi düşmanlarından daima üstün olmak zorundadırlar. Böyle olmadıkları takdirde her türlü bela ve musibete hazır olmalıdırlar. Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz. (Al-i Imran/139) 28, 29 - Allah'ın nimetlerini nankörlüğe değiştiren ve toplumlarını helak yurduna; cehenneme sokanları görmedin mi? Onlar, ona [cehenneme] girecekler. O ne kötü bir karargâhtır! 30- Ve onlar [nankörler], O’nun yolundan saptırmak için Allah’a eşler kıldılar [oluşturdular]. De ki: “Yararlanınız, artık, şüphesiz dönüşünüz ateşedir.” Bu ayetlerde, zalimlerin neler yaptığı ve Rabbimizin de onlara neler yapacağı bildirilmiştir. Allah’ın bunca nimetini görmezden gelen, insanları tevhid inancından alıkoyarak şirk hallerinin devamını isteyen, üstelik toplumlarını saptırmak için bir takım sahte ilahlar ortaya koyan kimseler, kesinlikle helak yurdu olan cehenneme gireceklerdir. Her ne kadar dünya nimetlerinden yararlansalar da, akıbetleri böyle olacaktır. Ayetin mesajı genel olmakla birlikte ilk muhatap Mekkeli müşriklerdir. Bu durumdakilerin benzerleri geçmişte de yaşamıştır. Rabbimiz bu nitelikteki insanların nankörlüğüne, şirklerine ve putçuluklarına rağmen onlara “Yararlanınız, artık, şüphesiz dönüşünüz ateşedir” buyurmaktadır. Bu çok ciddi bir tehdittir. Ayetteki “Yararlanınız …” ifadesi gösteriyor ki, Rabbimiz bu tip insanları hemen cezalandırmamaktadır. Konumuz olan ayetin benzerleri Fussılet ve Zümer surelerinde de geçmişti: Şüphesiz ayetlerimiz hakkında doğruluktan ayrılıp inkâra sapan kimseler Bize gizli kalmazlar. O halde ateşe atılacak olan kişi mi daha hayırlıdır, yoksa kıyamet günü güven içinde gelecek kişi mi? İstediğinizi yapın. Şüphesiz ki O [Allah], yaptığınız şeyleri en iyi görendir. (Fussılet/40) İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, bütün gönlünü ona vererek Rabbine dua eder. Sonra kendisine tarafından bir nimet lütfettiği zaman da önceden O’na dua ettiği hali unutur da, Allah’ın yolundan sapıtmak için O’na ortaklar kılar [oluşturur]. De ki: “Küfrünle biraz yararlan! Şüphesiz sen ateşin ashabındansın.” (Zümer/8) Biz onları biraz yararlandırırız. Sonra kendilerini yoğun bir azaba doğru zorlarız. (Lokman/24) (O şeyler) Dünyada bir kazanımdır. Sonra dönüşleri yalnızca Bizedir. Daha sonra da inkâr ettikleri şeyler nedeniyle kendilerine o çetin azabı tattıracağız. (Yunus/70) Ayette işaret edildiği gibi, Allah’ın nimetlerini [gönderdiği elçiyi, indirdiği kitabı, toplumda oluşturulmuş kardeşliği, huzur ve mutluluğu] nankörlüğe dönüştürenlerin başında Sebe halkı, İsrailoğulları, Karun ve Kureyş kabilesi yer almaktadır. Ve hani Musa kavmine: “Ey kavmim! Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani O [Allah], içinizden peygamberler kıldı. Sizi de hükümdarlar kıldı. Ve âlemlerden hiçbir kimseye vermediğini size verdi” dedi. (Maide/20) |
![]() |
![]() |
![]() |
#3 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() ![]() |
![]()
Ve hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın, ayrılmayın ve Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O [Allah], kalpleriniz arasında ülfet oluşturdu. Sonra da siz O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oradan sizi O kurtarmıştı. İşte Allah doğru yolu bulasınız diye ayetlerini sizin için böyle ortaya koyar. (Al-i Imran/103)
Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın sizin üzerinizde olan nimetini hatırlayın. Hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti de, O [Allah], onların ellerini sizden çekmişti. A Ve Allah’a takvalı davranın. Artık müminler de yalnızca Allah'a tevekkül etsinler. (Maide/1l) Ey iman etmiş kimseler! Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti de Biz, onların üzerlerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Ve Allah, işlemiş olduklarınızı hakkıyla görüyordu. (Ahzab/9) Surenin “Giriş” bölümünde de beyan ettiğimiz gibi, konumuz olan 28 ve 29. ayetlerin Medeni olduğuna dair nakiller vardır. Söz konusu ayetlerin pasaja olan uyumu dikkate alındığında, bu nakillerin ciddiyeti kalmamaktadır. 31 - İman eden kullarıma söyle: “Salâtı ikame etsinler, alış-veriş ve dostluğun olmadığı bir günün gelmesinden önce, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden açık ve gizli olarak infakta bulunsunlar.” Bu ayetlerde Rabbimiz, elçisinin müminler topluluğuna “Salâtı ikame etsinler, alışveriş ve dostluğun olmadığı bir günün gelmesinden önce, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden açık ve gizli olarak infakta bulunsunlar” şeklindeki mesajını iletmesini buyurmaktadır. Allah’ın nimetlerini nankörlüğe dönüştürenlere yapılan tehdide mukabil, bu buyrukta da müminleri şükre yöneltme vardır. Ayette üzerinde durulan en önemli konu “Salâtın ikamesi”dir. Salât, Resulullah’ın da nitelediği gibi, dinin direğidir. Salâtın ikame edilmediği [oluşturulmadığı ve ayakta tutulmadığı] hiçbir toplum iflah olmamıştır. Bu ayette mü’minlerin artık kendi destek kurumlarını [okullarını açmaları, Bağkur, Sigorta, Emekli Sandığı, Kızılay, Yeşilay gibi tüm yardım kurumlarını] oluşturmaları ve oluşturdukları kendi destek kurumlarını ayakta tutmaları, yaşatmaları emredilmiştir. (Salât ve namaz konularına ait geniş açıklamamız inşaallah Ankebut/45’in tahlilinde ve aynı surenin sonundaki ekte verilecektir.) Ayette geçen “alışveriş ve dostluğun olmadığı bir gün” ifadesi, kimsenin fidye vererek kendisini kurtarma imkânına sahip olmayacağı, herkesin kendi derdine düşeceği, dost geçinenlerin birbirine düşman olacağı “Hesap Günü” anlamındadır. O gün Muttakiler hariç tüm izdaşlar [birbirinin izinden gidenler], birbirlerine düşmandırlar. (Zuhruf/67) İşte bunlar da sizinle birlikte atılırcasına giren bir gruptur. Onlara bir merhaba [rahat] yok. Şüphesiz onlar cehenneme sallandılar [atıldılar]. Derler ki: “Hayır, asıl size merhaba yok. Onu [cehennemi] önümüze siz getirdiniz. O ne kötü bir duraktır!” Derler ki: “Rabbimiz! Bizim önümüze bunu kim getirdiyse onun ateşteki azabını kat kat arttır!” Ve yine derler ki: “Kendilerini kötülerden saydığımız bir takım adamları niye göremiyoruz? Biz onları alaya almıştık/aşağılamıştık. Yoksa gözler onlardan kaydı mı?” Şüphesiz ki bu, ateş ehlinin birbiriyle tartışması/davalaşması gerçektir. (Sad/59-64) (Allah onlara) “Sizden önce geçmiş cinn ve insden [tanıdığınız- tanımadığınız] ateş içindeki ümmetlerin [toplumların] içine girin!” dedi [der]. Her toplum girdikçe kardeşine lânet etti [eder]. Nihâyet hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında, “Rabbimiz! İşte şunlar bizi saptırdı. Onlara ateşten kat kat azap ver” dediler [derler]. [Allah,] “Herkese kat kattır, fakat siz bilmiyorsunuz” dedi [der]. Öncekiler de sonrakilere, “Sizin bize karşı fazlalığınız yoktur. O hâlde yaptıklarınızdan dolayı azabı tadın” dediler [derler]. (A’raf/38, 39) Kesinlikle Allah kâfirleri hayırdan uzak tutmuş ve içinde ebedi olarak kalmaları üzere onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. Onlar orada, bir yakın ve yardımcı bulamazlar. O gün yüzleri ateş içinde çevrilirken: “Ah keşke Allah’a itaat etseydik ve Elçi’ye itaat etseydik!” derler. Ve dediler ki: “Ey Rabbimiz! Biz efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi onlar yoldan saptırdılar. Ey Rabbimiz! Onlara azaptan iki kat ver ve kendilerini büyük bir lânet ile lânetle.” (Ahzab/64- 68) O [İbrahim] dedi ki: “Siz, sırf aranızdaki dünya hayatında sevgi için Allah’ın astlarından birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi tanımayacak, kiminiz kiminizi lanetleyecektir. Varacağınız yer de cehennemdir. Ve sizin için yardımcılardan yoktur.” (Ankebut/25) Ey iman etmiş kimseler! Kendisinde hiçbir alış verişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin bulunmadığı bir gün gelmeden önce, size verdiğimiz rızıklardan infak edin. Ve kâfirler, zalimlerin ta kendileridir. (Bakara/254) Kimsenin kimse yerine bir şey ödemeyeceği, kimseden fidye kabul edilmeyeceği, şefaatin hiç kimseye yarar sağlamayacağı ve onların yardım olunmadığı günden sakının. (Bakara/123) Ve, hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için karşılık ödemediği, hiçbir kimseden şefaatin kabul edilmediği, kimseden fidyenin alınmadığı ve onların yardım olunmadığı günden sakının. (Bakara/48) Bugün artık sizden fidye alınmaz, kâfirlerden de. Sizin varacağınız yer ateştir. O, size yaraşandır. O, ne kötü bir dönüş yeridir!” (Hadîd/15) Ayetteki “… alışveriş ve dostluğun olmadığı bir günün gelmesinden önce … infakta bulunsunlar” ifadesi, “ölmezden evvel infakta bulunsunlar” anlamındadır. Çünkü öldükten sonra infak imkânı olmayacak, infak edilmediğine pişman olunacaktır. Sizden birinize ölüm gelip de: ‘Rabbim, beni yakın bir süreye [ecele] kadar geciktirsen ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam’ demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. (Münafıkûn/10) Yine aynı ayette infakın nasıl yapılması lazım geldiği de beyan edilmiştir. Bu beyandan, gizli veya aşikâr yapılacak infak türleri olduğu anlamı çıkmaktadır. Aşağıdaki ayetlerin delaletiyle “zekât” gibi zorunlu infak türünün aşikâr [açıktan] yapılabileceği; sadaka, tatavvu [gönüllü, ihtiyarî] infakların ise gizlice yapılmasının daha erdemli bir davranış olduğu anlaşılmaktadır: Sadakaları açıkça verirseniz, artık o, ne iyi olur; ve eğer onları gizlerseniz fakirlere verirseniz artık bu, sizin için daha hayırlıdır ve günahlarınızdan bir kısmını kapattırır. Ve bilin ki, Allah, işlemiş olduğunuz şeylere haberdardır. (Bakara/271) Ve o kişiler, Allah’ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştirirler. Rablerine haşyet duyarlar ve hesabın kötülüğünden korkarlar. Ve o kişiler Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmişler, salâtı ikame etmişler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık infak etmişlerdir. Ve onlar çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldırırlar. İşte bu yurdun akıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından salih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selam olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!” (Ra'd/21- 24) 32- 34- Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip de onunla size rızık olarak çeşitli meyveler çıkarandır. Ve O [Allah], emri gereğince denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi, ırmakları da emrinize verdi. Sürekli olarak dönüş halinde olan güneşi ve ayı da emrinize verdi. Geceyi ve gündüzü de sizin emrinize verdi. Ve O, Kendisinden istediğiniz her şeyden size verdi. Allah’ın nimetini saymak isterseniz de sayamazsınız! Şüphesiz insan kesinlikle çok zalim, çok nankördür. Verdiği nimetlere karşı kullarından şükretmelerini, salâtı ikame etmelerini ve gizli-aşikâr infakta bulunmalarını isteyen Rabbimiz, bu ayetlerde de kullarına lütfettiği çeşitli nimetlerini hatırlatarak insanoğlunu kendi tabiatındaki zulüm ve nankörlük eğilimlerine karşı uyarmaktadır. Rabbimizin nimetleri gerçekten de sayılamayacak kadar çoktur. O, gökten yağmur indirerek insanları ve onların yararlandığı tüm bitki ve hayvanları beslemektedir. Denizleri ve nehirleri insanın emrine vermesi, güneş ve ayı döndürerek insanlığın hizmetine sunması, gece ve gündüzü insanların maişet ve dinlenme düzenini sağlayacak şekilde düzenlemesi, yeryüzündeki yararlı ve gerekli her şeyi insanın emrine amade kılması bu nimetlerden sadece bir kısmıdır. “Allah’ın nimetini saymak isterseniz de sayamazsınız!” ifadesi gerçeği tam olarak yansıtmaktadır. Allah’ın nimetleri o kadar çoktur ki, hepsini saymak gerçekten de mümkün değildir. Konumuz olan ayetlerde hatırlatılan bu nimetler ile ilgili Kur’an’da birçok ayet vardır: Ey insanlar! Takvalı davranasınız diye, sizi ve sizden öncekileri yaratan, yeryüzünü sizin için bir döşek, göğü de bir bina yapan, gökten su indirip de onunla sizin için rızık olarak ürünlerden çıkaran Rabbinize kulluk edin. Öyleyse siz de, bile bile Allah’a ortaklar koşmayın. (Bakara/21, 22 Allah’ın yedi göğü tabakalar halinde nasıl yarattığını ve Ay’ı onların içinde bir ışık kıldığını, güneşi de bir lamba kıldığını görmediniz mi? (Nuh/15, 16) O, Güneş’i bir aydınlık, Ay’ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, Ay’a menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile yaratmıştır. O, bilecek olan bir kavim için ayetleri detaylandırır. (Yunus/5) Ve Biz, Geceyi bir elbise yaptık. Ve Biz, Gündüzü bir geçim zamanı kıldık. Ve sizin üstünüze yedi sağlamı bina ettik. Ve ışık saçan bir kandil kıldık. (Nebe/10-11) O [Allah], içinde dinlenesiniz diye sizin için geceyi, göresiniz diye de gündüzü kılandır. Şüphesiz bunda kulak verecek bir kavim için ayetler vardır. (Yunus/67) Güneş’in Ay’a erişip çatması uygun olmaz. Gece de gündüzü öne geçici değildir. Hepsi de bir yörüngede yüzerler. (Ya Sin/40) Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş üzerine istiva eden, gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah'tır. İyi biliniz ki yaratma ve emir sadece O'na özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir! (A'raf/54) O [Allah], geceyi gündüze sokuyor, gündüzü de geceye sokuyor. Güneş’i ve Ay’ı emre amade kılmıştır. Hepsi adı konmuş bir müddet için akıp gidiyor. İşte bu, mülk kendisinin olan sizin Rabbinizdir. O’nun astlarından yakardığınız kimseler bir hurma çekirdeğinin zarına bile sahip olamazlar. Onları çağırırsanız onlar, çağrınızı işitmezler, işitseler bile size cevap veremezler, Kıyamet günü de ortak koştuğunuzu inkâr ederler. Sana her şeyden haberdar olan [Allah] gibi (kimse) haber veremez. (Fatır/13, 14) O [Bir tek, Kahhar; Allah], gökleri ve yeri hak ile yarattı, geceyi gündüzün üstüne bürüyor, gündüzü de gecenin üstüne bürüyor. Güneş’i ve Ay'ı emre âmâde kılmıştır. Hepsi de adı konmuş bir ecele akıp gitmektedir. İyi bilin ki, O, çok güçlü ve çok bağışlayıcıdır. (Zümer/5) Ve O’nun [Allah’ın] rahmetindendir ki O, geceyi ve gündüzü; onda [gecede] dinlenesiniz ve [gündüzün] O’nun lütuf ve kereminden arayasınız ve şükredesiniz diye kıldı. (Kasas/73) 35- 41- Ve hani bir zaman İbrahim: "Rabbim! Bu şehri güvenli kıl! Beni ve oğullarımı putlara tapmamızdan uzak tut! Rabbim! Şüphesiz onlar [putlar] insanlardan birçoğunu saptırdılar. Şimdi kim bana uyarsa, artık o, şüphesiz bendendir; kim bana karşı gelirse, ….. Artık Sen şüphesiz çok bağışlayan ve çok merhamet edensin. Rabbimiz! Şüphesiz ben çocuklarımdan bir bölümünü salâtı ikame etmeleri için, senin dokunulmazlaşmış Ev’inin yanında, ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Rabbimiz! Onların şükretmeleri için artık Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir. Ve onları bazı meyvelerden rızıklandır. Rabbimiz! Şüphesiz Sen bizim gizlediğimiz şeyleri ve açığa vurduğumuz şeyleri bilirsin. -Ve yerde ve gökte, hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.- İhtiyarlık halimde bana İsmail'i ve İshak'ı lütfeden Allah'a hamd olsun. Şüphesiz ki Rabbim duamı çok iyi işitendir. Rabbim! Beni salâtı ikame eden kıl! Soyumdan da. Rabbimiz! Duamı da kabul et! Rabbimiz! Hesabın kurulduğu günde benim için, anam-babam için ve müminler için mağfirette bulun!" demişti. Bu ayetlerde İbrahim peygamberin duasına yer verilmiştir. Gerek bu ayetlerden, gerekse İbrahim ile ilgili diğer Kur’an pasajlarından anlaşıldığı üzere, bu dualar İbrahim peygamberin değişik zamanlarda ve ortamlarda yaptığı dualardır. Bu dualar aynı zamanda onun hayatından bazı kesitleri de vermektedir. Burada nakledilen duasının bir benzeri Bakara suresinde de verilmiştir: Ve hani İbrahim, Beyt'ten temelleri yükseltirler: Rabbimiz, bizden kabul buyur, şüphesiz Sen en iyi işitenin, en iyi bilenin ta Kendisisin. Rabbimiz! Bizim ikimizi Senin için teslim olanlar kıl. Soyumuzdan da senin için teslim olan bir ümmet kıl [getir]. Ve bize kulluk yöntemlerini göster, tövbemizi de kabul et. Şüphesiz Sen tövbeleri çokça kabul edenin ve çok merhametli olanın ta Kendisisin. Rabbimiz, bir de onlara içlerinden bir peygamber gönder ki, onlara senin ayetlerini okusun, onlara kitabı ve hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] öğretsin, onları arındırsın. Hiç şüphesiz Aziz sensin, hikmet sahibi [zulüm ve fesada engel olacak yasaları koyan] Sensin. (Bakara/127-129) Konumuz olan ayette İbrahim peygamberin putlar ile ilgili olarak “Rabbim! Şüphesiz onlar [putlar] insanlardan birçoğunu saptırdılar” dediği dikkat çekmektedir. Bu bir mecaz ifadedir. Zira putlar cansız varlıklardır. Cansızlar ise hiçbir şey yapamazlar. Fakat onlara tapmada bir saptırma [dalâlet] söz konusu olduğu için, bu saptırma işi mecazen onlara nispet edilmiştir. Yine konumuz olan pasajda, Kâbe ile ilgili olarak “Haram [dokunulmazlaşmış] Ev …” ifadesinin geçtiği görülmektedir. Kâbe “muharrem [dokunulmazlaşmış]” olarak nitelenmiştir. Kur’an incelendiğinde, Kâbe’nin bu statüsünün orada kavga-dövüş etme, oraya saygısızlık etme gibi davranışların ve dışarıda yapılanların orada yapılmasının yasaklanmışlığından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. |
![]() |
![]() |
![]() |
#4 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() ![]() |
![]()
Yoksa kenarlarında insanların zorla kapılıp götürülmesine rağmen orayı güvenli, harem [dokunulmaz] yaptığımızı görmediler mi? Hâlâ batıla inanıp Allah’ın nimetine nankörlük mü ediyorlar? (Ankebût/67)
Şüphesiz, insanlar için mübarek ve âlemlere yol gösterme olarak konulan ilk ev, Bekke’dekidir [Mekke’dekidir] . Onda apaçık deliller; İbrahim’in makamı vardır. Oraya kim girerse güvende olmuştur. Ve yoluna gücü yeten herkesin Beyt’i haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden zengindir. (Al-i Imran/96, 97) İbrahim peygamber bu yakarışında Allah’tan kentin güvenliği, şirkten korunma, neslinin çevrece sevilmesi, rızıklandırılması, kendisinin ve soyunun salâtı ikame edenler olması, duasının kabulü ve ahırette kendisinin, ana-babasının ve müminlerin bağışlanması gibi taleplerini dile getirmiştir. İbrahim’in (as) ana-babası için istiğfarda bulunmasıyla ilgili olarak şu noktanın özellikle açıklaması gerekmektedir: Bilindiği üzere, müşrik biri için duada, istiğfarda bulunulamaz. Sadece onların doğru yola iletilmesi için dua edilebilir. Kendilerine, cehennem ashabı oldukları iyice belli olduktan sonra peygambere ve iman etmiş kişilere, akraba bile olsalar, müşrikler için istiğfar etmek yoktur. İbrahim'in babası için istiğfar etmesi de yalnızca ona vermiş olduğu bir sözden dolayı idi. Sonra onun Allah için bir düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca ondan [istiğfardan] vazgeçti. Şüphesiz İbrahim, çok içli, çok halim birisi idi. (Tevbe/114) İbrahim (as), babası hakkındaki hükmü bilmediğinden babası için istiğfarda bulunmuştu. Kitap’ta İbrahim’i de an / hatırlat. Şüphesiz ki o, sıddık [özü, sözü doğru] biri idi, peygamberdi. Bir zaman o, babasına: “Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere niçin ibadet ediyorsun? Babacığım! Şüphesiz sana gelmeyen bir ilim bana geldi. O hâlde bana uy da, sana dosdoğru bir yolu göstereyim. Babacığım! Şeytana kulluk etme. Şüphesiz şeytan Rahman’a asi oldu. Babacığım! Şüphesiz ben, sana Rahman’dan bir azap dokunur da şeytan için bir veliy [yardımcı] olursun diye korkuyorum” demişti. O [Babası]: “Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, ant olsun seni recm ederim [taşlayarak öldürürüm]. Haydi, uzun bir müddet bana uzak ol! [defol!]” dedi. O [İbrahim]: “Selâm sana olsun, senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Şüphesiz O, bana çok lütufkârdır. Ve ben, sizden ve Allah’ın astlarından kulluk ettiğiniz şeylerden çekilip ayrılıyorum. Ve Rabbime dua edeceğim. Rabbime yalvarışımda bedbaht olmayacağımı umuyorum” dedi. (Meryem/41- 48) İbrahim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, “Biz sizden ve sizin, Allah’ın astlarından taptıklarınızdan uzağız. Biz sizi inkâr ettik. Ve siz bir tek olarak Allah’a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda ebedi bir düşmanlık ve buğz belirmiştir” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in babası için, “Senin için mutlaka mağfiret dileyeceğim. Ve Allah’tan olan hiçbir şeye gücüm yetmez” demesi hariç. -Rabbimiz! Yalnız sana dayandık, sana yöneldik. Ve dönüş ancak sanadır. Rabbimiz! Bizi inkâr edenler için bir fitne kılma! Bizi bağışla! Rabbimiz! Şüphesiz Sen Aziz ve Hakîm’in ta kendisisin!- (Mümtehıne/4) 42, 43 - Sakın zalimlerin yaptıklarından Allah'ın gâfil [duyarsız] olduğunu sanma! Ancak O, onları, başlarını dikerek koşacakları, gözlerin dışa fırlayacağı bir gün için erteliyor. Onların bakışları kendilerine dönmez ve onların gönülleri bomboştur. Bu ayetlerde Rabbimiz, yaptıklarından dolayı zalimleri hemen cezalandırmamasının yanlış yorumlanmamasını hatırlatarak onlara dünya hayatında uyguladığı sünnetini açıklamaktadır. Bu açıklama aynı zamanda peygamberimize de bir teselli mahiyetindedir. “Şüphesiz Allah zalim nankörlerin yaptıklarına karşı duyarsız değildir, onlara ilgisiz kalmamıştır. İbrahim’in sabrettiği gibi sen de sabret ve müşriklere şunu bildir ki; azaplarının ertelenmesi, yaptıkları işlere Allah’ın razı olduğundan veya göz yumduğundan dolayı değildir. Bilakis isyankârlara mühlet vermek Allah'ın bir sünnetidir. Onlar, başlarını dikerek koşacakları, gözlerin dışa fırlayacağı bir gün mutlaka cezalandırılacaklardır.” Gerek “başlarını dikerek koşacakları, gözlerin dışa fırlayacağı bir gün”, gerekse “bakışları kendilerine dönmez ve onların gönülleri bomboştur” sözleri mahşerin dehşetini ortaya koyan ifadelerdir. İnsanlar bu dehşet uyandırıcı ifadelerle yargılanacakları gün konusunda uyarılmaktadırlar. Mahşerin dehşeti şu ayetlerde de yansıtılmıştır: O hâlde onlardan geri dur [sırt çevir]. O günde Çağırıcı'nın, nüküre [bilinmedik, inkâr edilen, yadırganan bir şeye] çağırdığı o günde gözleri düşkün düşkün, o davetçiye hızlıca koşarak kabirlerinden çıkarlar, sanki onlar darmadağın çekirgeler gibidirler. O kâfirler “Bu, zor bir gündür” derler. (Kamer/6- 8) Sen onları hemen bırak da, vaat edilen günlerine kavuşuncaya dek boşa uğraşsınlar ve oynayadursunlar. O gün onlar, kabirlerinden fırlaya fırlaya çıkarlar. Sanki dikili bir şeye koşuyorlar gibi. Gözleri horluktan aşağı düşmüş ve kendileri zillete bürünmüş bir halde. İşte bu, onların tehdit edilegeldikleri gündür! (Mearic/42-44): O gün, hiçbir eğriliği olmayan o davetçiye uyarlar ve Rahman için sesler kısılmıştır. Artık sadece hafif bir ses duyacaksın. O gün, Rahman’ın kendisine izin verdiği ve sözce hoşnut olduğu kimseler hariç şefaat fayda vermez. Allah, onların [yardım görmeyenlerin] önlerindeki ve arkalarındaki şeyleri bilir. Onlar ise O’nu bilgice kuşatamazlar. Ve yüzler [kişiler], Hayy [Diri] ve Kayyum [bütün yarattıklarını gözetip duran Allah] için baş eğmiştir. Bir zulüm taşıyan kimseler gerçekten zarara uğramıştır. (Ta Ha/108-111) 44, 45 – Ve sen insanları, azabın geleceği gün ile uyar. Artık o zalim kimseler [müşrikler], “Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de senin davetine uyalım ve elçilere tâbi olalım.” derler. -Daha önce siz, sizin için zeval olmadığına dair yemin etmemiş miydiniz? Hem siz, kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl yaptığımız size apaçık belli olmuştu. Ve size örnekler de vermiştik.- Rabbimiz, elçisine, insanları “azabın geleceği gün” ile uyarma görevi verdikten sonra, bu ayetlerde de müşrikler ile ilgili mahşere ait bir sahneyi nakletmektedir. Bu sahnede müşrikler “Ey Rabbimiz! Bizi yakın bir süreye kadar ertele de senin davetine uyalım ve elçilere tâbi olalım” diye yakarmaktadırlar. Onların bu yakarışlarına Rabbimiz “Daha önce siz, sizin için zeval olmadığına dair yemin etmemiş miydiniz? Hem siz, kendilerine zulmedenlerin yurtlarında oturdunuz. Onlara nasıl yaptığımız size apaçık belli olmuştu. Ve size örnekler de vermiştik” diye cevap vermektedir. Müşriklerin ahiret hakkındaki kanaatleri, bunların yanlışlığı ve sonunda teslim oluşları birçok ayette bildirilmiştir: Ve onlar [kâfirler], “Allah ölen kimseyi diriltmez” diye en kuvvetli yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. Hayır, Allah ölüleri, üzerine aldığı gerçek bir vaat olarak, onların, hakkında ihtilaf ettikleri şeyi onlara açığa koymak ve inkâr eden kimselerin, yalancıların ta kendisi olduklarını bildirmek için diriltecektir. (Nahl/38, 39) Her emir kararlaştırılmış, en üstün seviyede yeterli bir hikmet olduğu hâlde onlar yalanladılar ve tutkularına uydular. Şüphesiz onlara vazgeçirecek haberler de gelmişti. Buna rağmen uyarılar fayda vermiyor. (Kamer/3-5) (O kâfirler), kendilerine zulmetmiş kimseler olarak, meleklerin, vefat ettirdikleri kimselerdir. Artık teslimiyeti koyarlar: "Biz, hiç bir kötülükten yapmıyorduk." Bilakis, şüphesiz Allah, sizin yapmakta olduklarınızı çok iyi bilendir. “O halde içinde sürekli kalanlar olarak cehennemin kapılarına girin!” denir. İşte, büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür! (Nahl/28, 29) Ve bu adam, kendine zulmederek bağına girdi: “Ben, bunun hiç yok olacağını sanmıyorum. Ben Saat’in kopacağını da zannetmiyorum. Velev ki, Rabbime geri götürüldüm, kesinlikle orada bundan daha iyi bir sonuç bulurum” dedi. (Kehf/35, 36) Onlar [Kâfirler] dediler ki: “Rabbimiz! Sen bizi iki kere öldürdün, iki kere dirilttin. Artık günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi çıkışa bir yol var mı?” İşte bu, şu sebeptendir: Siz, “bir ve tek” olarak Allah'a davet edildiğiniz zaman inkâr ettiniz. O'na ortak koşulunca da inandınız.” Artık hüküm, o çok yüce ve çok büyük Allah'ındır. (Mü'min/11, 12) Suçluları, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de salih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz.” derlerken bir görsen! Ve eğer Biz dileseydik her nefse [kişiye] hidayetini verirdik. Velâkin Benden: “Bütün insanlar ve cinlerden [herkesten] cehennemi elbette tamamen dolduracağım.” sözü hak olmuştur. Öyleyse bu gününüzle karşılaşmayı unuttuğunuzdan dolayı tadın azabı! Hiç şüphesiz ki Biz unuttuk [cezalandırdık] sizi. Ve yapmış olduğunuza karşılık sonsuzluk azabını tadın!” (Secde/12-14) Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapmış olduklarımızdan başka düzgün amel yapalım.” -Sizi, düşünecek olanın düşüneceği kadar ömürlendirmedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. O hâlde tadın! Artık zalimler için bir yardımcı da yoktur.- (Fatır/37) Dediler ki: “Rabbimiz! Azgınlığımız bizi yendi ve biz, bir sapıklar topluluğu olduk. Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha aynısını yaparsak işte o zaman gerçekten biz zalimleriz. O [Allah], dedi ki: “Alçaldıkça alçalın orada! Bana konuşmayın da. Şüphesiz Benim kullarımdan bir gurup: "Rabbimiz! Biz iman ettik; artık bizi bağışla, bize merhamet et, sen, merhametlilerin en iyisisin." diyorlardı. (Mü'minun/106- 108) Ve ansızın azap gelmeden, kişinin, “Allah’ın yanında, yaptığım ölçüsüzlüklerden dolayı yazık bana! Doğrusu ben alay edenlerdendim” demesinden yahut “Allah bana doğru yolu gösterseydi, her halde ben muttakilerden olurdum” demesinden veya azabı gördüğü zaman, “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik-güzellik üretenlerden olsaydım” demesinden önce Rabbinizden size indirilenin en güzelini izleyin.” Bilakis, sana ayetlerim geldi de sen onları hemen yalanladın, büyüklük tasladın ve kâfirlerden oldun. (Zümer/58, 59) O, az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” Onlar derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi de biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik. Ve onlar derler ki: “Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin ashabı içinde olmazdık Böylece günahlarını itiraf ettiler. Artık, uzaklık, çılgın ateş ashabı içindir. (Mülk/10) Nihayet onlardan birine ölüm geldiğinde, "Rabbim, terk ettiğim şeylerde salihi işlemem için beni geri döndür” dedi. Hayır… Hayır… Bu, şüphesiz onun söylediği bir sözdür. Onların tekrar diriltilecekleri güne kadar onların arkalarında bir engel vardır. (Mü'minûn/99-100) Ey iman edenler, ne mallarınız ne çocuklarınız sizi Allah'ı zikretmekten ‘tutkuya kaptırarak-alıkoymasın’; kim böyle yaparsa, artık onlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. Sizden birinize ölüm gelip de: ‘Rabbim, beni yakın bir süreye [ecele] kadar geciktirsen ben de böylece sadaka versem ve salihlerden olsam’ demezden önce, size rızık olarak verdiklerimizden infak edin. (Münâfikûn/9-10) Ve onların, ateşin üzerinde durduruldukları zaman, “Ah, ne olurdu dünyaya döndürülseydik, Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve müminlerden olsaydık!” deyiverdiklerini bir görsen! Aksine, işin aslı daha önce gizleyip durdukları açığa çıktı. Geri çevrilselerdi yine men edildikleri şeye mutlaka dönmüşlerdi. Evet, onlar gerçekten yalancıdırlar. (En’am/27-28) 46 – Ve gerçekten onlar, tuzaklarını kurdular. Onların tuzakları, Allah katındadır. Tuzakları, dağları yerinden oynatacak olsa bile… Bu ayette Mekkeli zalim müşriklerin planları deşifre edilip Rabbimizin hepsinden haberi olduğu, boyutu ne kadar büyük olursa olsun bu planların hiçbir öneminin olmadığı ve Allah’ın onları kesinlikle cezalandıracağı açıklanarak peygamberimiz motive edilmektedir. Ayetteki “ … onların tuzakları” ifadesi ile Mekkelilerin şirkleri kastedilmiştir. İnsanoğlunun işlediği en ağır suç “şirk”tir. Az kalsın bundan; Rahman’a çocuk isnat ettiler diye gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılacaktı. (Meryem/91-92) Onlar hangi miktarda ve ne tür suçlar işlerse işlesinler, hangi tuzakları kurarlarsa kursunlar, Allah hepsini noksansız bilmektedir. Onlar, insanlardan gizlenmek isterler de Allah'tan gizlenmek istemezler. Halbuki O [Allah], onlar O’nun sözden razı olmadığı şeyleri gece kurarlarken kendileriyle beraberdir. Ve Allah, onların yaptıklarını kuşatıcıdır. (Nisa/108) Göklerde olan şeyleri ve yeryüzünde olan şeyleri, Allah'ın bildiğini görmedin mi? Üç kişinin gizli konuştuğu yerde O,mutlaka dördüncüleridir. Beşte de O, mutlaka altıncılarıdır. Bunlardan az veya çok olsunlar ve nerede bulunurlarsa bulunsunlar O, mutlaka onlarla beraberdir. Sonra kıyamet günü onlara yaptıkları şeyleri haber verecektir. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir. (Mücâdele/7) 47 - O halde sakın Allah'ın, elçilerine olan vaadinden cayacağını sanma! Şüphesiz Allah, Azîz’dir, İntikam Sahibi’dir. Resulullah’a moral takviyesi yapıldıktan sonra, bu ayette de ona “O halde sakın Allah'ın, elçilerine olan vaadinden cayacağını sanma!” denilerek Rabbimizin inkârcılara olan değişmez tavrı vurgulanmaktadır. Allah onların yaptıklarına duyarsız değildir. Resulüne karşı çıkan, mesajlarının duyulmasına engel olmaya çalışan, ona ve beraberindekilere eza-cefa eden kişilerden mutlaka intikam alacaktır; yani onları yakalayıp cezalandıracaktır, böylece adalet sağlanmış olacaktır. Bu kesindir, Allah bu kararından asla caymamıştır, cayması da söz konusu değildir. Ayetin ilk muhatabı Resulullah olmakla beraber verdiği mesaj geneldir. Rabbimiz her zaman hakkı galip getirecek, haktan yana olanlara destek verecektir. Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şahitlerin kalktığı [şahitlik edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz. (Mü'min/51) Allah’a ve elçisine kafa tutanlar en aşağılık kişiler arasındadırlar. Allah: ”Elbette Ben ve elçilerim galip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir, Azîz’dir. (Mücadele/20, 21) Ve eğer onlar, sana hile yapmak isterlerse, Bil ki şüphesiz sana Allah yeter. O, seni kendi yardımıyla ve müminlerle güçlendirendir. (Enfal/62) Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Hâlbuki Allah, sadece, kâfirler hoş görmeseler de Kendi nurunu tamamlamaya dayatıyor. (Tevbe/32) 48- 51 - O gün, Allah’ın her nefsi kazandığı ile karşılıklandırması için, yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek, gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. O gün, suçluları zincire vurulmuş olarak görürsün. Onların gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplayacaktır. Şüphesiz Allah, hesabı çok çabuk görendir. Bu ayette Rabbimizin ne zaman intikam alacağı [suçluyu yakalayıp da cezalandıracağı], böylece adaleti sağlayacağı açıklanmaktadır. Kıyamet koparılacak, gökler ve yer değiştirilecek, bütün zalim ve inkârcılar huzura çıkarılacaktır. Bu zalimler zincire vurulacaklar, katrandan gömlekler giyinecekler ve yüzlerini ateş saracaktır. Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah'ındır; yaptıklarıyla kötülük sergileyenleri cezalandırması, güzel davranıp güzel düşünenleri de güzellikle ödüllendirmesi için. (Necm/31) Sana dağlardan soruyorlar, de ki: “Rabbim onları savurdukça savuracaktır. Böylece onları dümdüz boş bir hâlde bırakacak. Orada bir çukur ve bir tümsek görmeyeceksin.” (Ta Ha/105-107) Ayetteki “Onların gömlekleri katrandandır” sözüyle hem zalimlerin ahiretteki perişanlığı, hem de cezalarının işledikleri suça uygun oluşu ifade edilmiştir. Katran Bu sözcük, Arapçadaki anlamıyla aynen Türkçeye de geçmiştir. Ardıç, çam, hurma, köknar gibi ağaçlardan elde edilen sıvı yağ kıvamında ve siyah renkli, ağır is kokulu, suda erimeyen bir özsudur. Katran bazı madenlerden de elde edilir ve bu türleri “madenî katran” olarak da adlandırılır. Zift gibi bir şeydir. Araplar katranı genellikle kaynatarak uyuz develere sürmekte kullanırlar. Ayette yer almasının nedeni de Arapların bu uygulamasıdır. Günahkârların yüzlerini, derilerini ateş yalayınca, elbise olarak onlara da kaynar katran giydirilecektir; üzerlerine, yaralarına, yanıklarına katran sürülecektir. 52 – İşte bu [sana indirilen kitap], kendisiyle uyarılsınlar, Allah'ın ancak bir tek ilâh olduğunu bilsinler ve sağduyu sahipleri öğüt alsınlar diye insanlara bir tebliğdir [duyurudur]. Sure, Kur’an’ın insanlığa tevhid içerikli, öğüt dolu bir tebliğ olduğu duyurusu ile son bulmaktadır. Ayette, surenin ilk ayetine işaret edilerek “ هذاhâzâ [işte bu]” denilmiştir. Bunun anlamı, insanlara tebliğ edilenin [duyurulanın] sadece cehennem ahvali olmadığı, Kur’an’ın bütünü olduğu gerçeğidir. De ki: “Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Ve sizi ve ulaşan herkesi kendisiyle uyarayım diye bana bu Kur'an vahyolundu. Allah’la beraber gerçekten başka ilâhlar olduğuna siz gerçekten tanıklık eder misiniz?” De ki: “Ben etmem.” De ki: “O, ancak ve ancak bir tek ilâhtır ve kesinlikle ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım.” (En’am/19) Bu [Kur’an], insanlar için bir açıklama ve muttakiler için bir yol gösterme ve bir öğüttür. (Al-i Imran/138) Şüphesiz bunda [Kur'ân'da] kulluk eden toplum için kesinlikle bir tebliğ [iletilen mesaj] vardır. (Enbiya/106) Allah doğrusunu en iyi bilendir. |
![]() |
![]() |
![]() |
Bookmarks |
Etiketler |
giriş, sureine, İbrahim |
|
|