![]() |
|
![]() |
#1 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() ![]() |
![]()
41,42.Seni gördükleri zaman da, “Bu mu Allah’ın elçi olarak gönderdiği? Şâyet tanrılarımıza inanmakta direnmeseydik, gerçekten de bizi neredeyse tanrılarımızdan saptıracaktı” diye seni alaya almaktan başka bir şey yapmıyorlar. Ve onlar, yakında azabı gördükleri zaman, kimin yolca daha sapık olduğunu bilecekler!
Bu ayetlerde açıklanan müşriklerin alaycı tavırları, Kur’an’da başka ayetlerde de konu edilmiştir: 36.Ve şu kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedeno kişiler, seni gördükleri zaman, sadece, seni alaya alıyorlar; “İlâhlarınızı anıp duran bu mudur?” Hâlbuki onlar Rahmân’ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’ın] anılmasını, öğüdünü, Kitabı, Kur’ân’ı bilerek reddedenlerinta kendileridir.(Enbiya/ 36) 32.Andolsun ki senden önceki elçilerle de alay edildi. Ve Ben, kâfirlere; Benim ilâhlığımı ve rabliğimi bilerek reddeden/inanmayan kişilere süre verdim. Sonra da onları yakalayıverdim, haydin bakalım Benim azabım nasılmış!(Ra’d/ 32) Ayrıca, En’âm/10, Hicr/10, 11, Enbiya/41 ve Zühruf/6–8. ayetlerde de değinilen bu konu, Hümeze suresinde daha geniş olarak alaycıların akıbetleri ile birlikte yer almıştır. Kâfirlerin kendi dinlerinde gösterdikleri sebat ise Sad suresindeki şu ifadeleriyle açıklanmıştı: “Ve içlerinden kendilerine bir uyarıcı geldiğine şaştılar da o kâfirler; ‘Bu bir sihirbazdır, büyük bir yalancıdır. O bunca ilâhı, bir tek ilâh mı kılmış? Bu gerçekten şaşılacak [çok tuhaf] bir şey!’ dediler. Ve içlerinden ileri gelenler yürüdüler (ve dediler ki): ‘İlâhlarınız üzerinde sabır ve sebat edin. Bu, gerçekten istenen [sizden beklenen] bir şeydir! Biz bunu son [başka bir] dinde işitmedik, bu ancak bir uydurmadır. Zikir [öğüt] aramızdan onun üzerine mi indirildi?’” (Sad/6-8) 43.Kötü duygularını, tutkularını kendine tanrı edinen kişiyi gördün mü/hiç düşündün mü? Peki, onun üzerine sen mi vekil oluyorsun? 44.Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten vahye kulak vereceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidir. Aslında yol bakımından daha sapıktırlar/şaşkındırlar/aşağıdırlar, Bu ayetlerde, inkarcıların geçici çıkarları için ebedî hayatlarını mahvettikleri ve kendilerini felâkete sürükledikleri bildirilmektedir. Ayrıca inkârcıların, kendilerine verilmiş olan akıl nimetini kullanmayarak hayvanlardan beter bir durumda olduklarına dikkat çekilmektedir. Çünkü hayvanların sadece doğal ihtiyaçlarını gidermek üzere içgüdüleriyle hareket eden ama kendilerinin yarar ve zararlarını da bilebilen yaratıklar olmalarına karşılık, zihinsel ve fiziksel birçok yetenekle donatılmış olan insanın kendi yarar ve zararını bilememesi, bu tip insanların dört ayaklı hayvanlardan daha aşağı bir durumda olduklarını göstermektedir. Rabbimiz, kendi yarar ve zararını ayırt edemeyenler hakkındaki bu nitelemesini daha evvel A’râf suresinde de yapmıştı: 179.Ve andolsun ki tanıdıklarınızdan-tanımadıklarınızdan birçoğunu cehennem için türetip ürettik; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar duyarsızların ta kendileridir.( A’râf/ 179) İnkârcıların hayvanlarla mukayesesini biraz daha derinleştirmek mümkündür: – Körü körüne tutkularının ardından giden inkârcıların durumu, sürücüleri tarafından otlağa mı yoksa mezbahaya mı götürüldüklerini bilmeyen hayvanların durumuna benzemektedir. Çünkü böyle insanlar da nereye sürüklendiklerini, felâkete mi yoksa kurtuluşa mı gittiklerini bilmemektedirler. Aradaki fark ise, hayvanların akıllarının olmaması ve götürüldükleri yer konusunda sorumluluklarının bulunmamasıdır. İşte, akıl nimetiyle donatılmış olan insanların hayvanlar gibi davranması, onların durumlarını hayvanlarınkinden çok daha kötü yapmaktadır. – Hayvanlar; kendilerine iyi davranan ile kötü davrananı ayırt ederler; kendilerine faydalı olanı arayıp zarar verenden kaçarlar; kendilerine yem vereni, bakıp gözeteni tanırlar ve ona itaat ederler. İnkârcılar ise; kendilerine yapılmış olan lütuflar ile kendilerinin düşmanı olan şeytanın kötülüğünü birbirinden ayırt etmezler; faydaların en büyüğü olan sevabı talep edip zararların en büyüğü olan ahiret azabından kaçınmazlar; kendilerini bu dünyada yaşatan, gözeten ve kendi iyilikleri için uyaran Allah’a şükür ve itaat etmezler. – Hayvanlar bilgisiz oldukları için bilinçli davranışlarda bulunamazlar. Ama bilgili olan insanların bilinçsiz davranışları, onların hayvanlardan sapık olduğunu gösterir. – Hayvanların ilim sahibi olmamalarının kimseye zararı yoktur. Ama insanların cehaleti büyük bir zarar kaynağıdır. Çünkü cahil müşrikler, Allah’ın yolunu eğri göstermek gayreti içine girerler ve diğer insanları Allah’ın yolundan saptırırlar. – Hayvanların yaratılışlarındaki özellikleri gereği, onlardan bir konuyu araştırıp da o konu hakkında bilgi sahibi olmaları beklenemez. Ama insanların her türlü araştırmayı yapıp bilmedikleri konuları öğrenme imkanları vardır. İşte inkârcılar, araştırma yapmak bir tarafa, kendilerine tepside sunulan hazır bilgileri reddettikleri için hayvanlardan daha aşağı seviyededirler. – Hayvanlar, ilimsizliklerinden dolayı cezalandırılmazlar. Ama inkârcılar, bu sebeple cezalandırılacaklardır. İnkârcıların hayvanlar gibi davranmaları hâlinde karşılaşacakları sonucun korkunç olacağı bellidir. Buradaki amaç inkârcıların uyarılmasını bıraktırmak değil, kâfirleri kınamak suretiyle onları bir kez daha uyarmaktır. Peygamberimize yönelik olan “Peki, onun üzerine sen mi vekil oluyorsun?” ifadesi, onun müşrikleri tevhide yöneltebilmek için ne kadar çok gayret ettiğinin kanıtı ve aynı zamanda Rabbimizin onu teselli edişidir. Bu tarz teselliler birçok kez yapılmıştır: 7.Kâfirler; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmişolan şu kimseler; onlar için şiddetli bir azap vardır. İman etmiş ve düzeltmeye yönelik işleri yapmış kişiler; onlar için bir bağışlanma ve büyük bir ödül vardır. 8Onun için, kötü ameli kendisine süslü gösterilen sonra da onu güzel gören kişi mi? Şüphe yok ki Allah dilediğini/dileyeni şaşırtır, dilediğine/dileyene de kılavuzluk eder. Onun için canın onlara karşı hasretlerle/ üzüntülerle sıkılıp gitmesin. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarını çok iyi bilir.(Fatır/ 7, 8) 45,46.Rabbinin o gölgeyi nasıl uzatmış olduğuna bakmadın mı? Dileseydi onu elbet hareketsiz de yapardı. Sonra Biz güneşi, ona delil yaptık. Sonra da onu kolay bir çekişle Kendimize doğru çektik. 47.Ve O, sizin için geceyi elbise, uykuyu da rahatlık yapandır. Ve O, gündüzü yayılış yapandır. Bir önceki paragrafta, kâfirlerin kendilerine verilmiş olan akıl nimetine rağmen düşüncesiz ve sorumsuz bir davranış örneği olarak şirkte direndiklerini ve bu sebeple de hayvanlardan daha seviyesiz olduklarını vurgulayan Yüce Allah, bu ayet grubunda kendisini tanıtmak için evrene koymuş olduğu yasalardan Güneş ile bağlantılı olan “gölge”ye dikkat çekmektedir. Arabistan gibi kurak ve çöllerle kaplı bir bölgede yaşayan insanlar için, Allah’ın evrene koyduğu yasaların tanıtımında “gölge”nin kullanılması, o bölge halkının gölgenin kıymetini dünyada en iyi kavrayacak insanlar olmaları bakımından bir incelik arz etmektedir. Onlara zımnen denmektedir ki: “Uzayıp kısalan gölgenin delili Güneş’tir. Eğer yeryüzünde gölgenin uzayıp kısalmasıyla gözlemlenen değişiklikler olmasaydı, yani Güneş ışınları kesintisiz olarak gelseydi ya da doğrudan gelmese de yeryüzü hep gölgede kalsaydı, şu anda yaşanmakta olan hayat imkânsızlaşırdı. İşte, gölgenin uzayıp kısalması, yeryüzündeki yaşamın mümkün olabilmesi için gerekli olan düzenin sağlandığının kanıtıdır. Bu düzen ise tesadüf değil, Hakîm [hikmetler sahibi] ve Kadîr Yaratıcı’nın eseridir. O hâlde sizler, gölgenin günlük hayatınızdaki yararlarına dikkat edip düşünmeli, araştırmalı ve bu muhteşem sistemi kuran gücü tanımalısınız.” 48,49.Ve O, rüzgârları rahmetinin önünde müjdeci olarak gönderendir. Ve Biz ölü bir beldeye can verelim, oluşturduğumuz nice hayvanlara ve insanlara su sağlayalım diye gökten tertemiz bir su indirdik. Bu ayetlerde rüzgâr, bulut ve yağmurun Rabbimizin yeryüzünde kurduğu düzendeki rolü dile getirilmekte ve suyun da hayatımız üzerindeki iki önemli fonksiyonuna değinilmektedir: Can bulmak ve temizlik… Dünya üzerindeki tüm canlıların [insanların, hayvanların ve bitkilerin] hayatî ihtiyacı olan su konusunda Rabbimiz özellikle çok durmuş ve birçok ayet göndermiştir: 43-45.Öyleyse, Allah’tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru/koruyan dine çevir. O gün onlar, Allah’ın, iman eden ve düzeltmeye yönelik işler yapan kimselere armağanlarından karşılık vermesi için bölük bölük ayrılırlar. Şüphesiz O, kâfirleri; Kendisinin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenleri sevmez. Kim küfrederse; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddederse, artık bu reddi/ inanmayışı kendi aleyhinedir. Kim de sâlihi işlerse, artık onlar da kendileri için döşek/ rahat bir yer hazırlamış olurlar.(Rum/ 46) 50.Öyleyse Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak; yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, kesinlikle ölüleri diriltir ve O, her şeye gücü yetendir.(Rum/ 50) 57.Ve O, hatırlarsınız/ öğütlenirsiniz diye, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeciler/ dağıtıcılar/ yayıcılar olmak üzere gönderir. O rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir beldeye gönderir, sonra onunla suyu indiririz. Böylece onunla ürünün hepsinden çıkartırız. İşte Biz, ölüleri de böyle çıkaracağız. 58Ve güzel beldenin bitkisi, Rabbinin izniyle/ bilgisiyle çıkar; kötü olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz. İşte Biz, kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödeyen bir toplum için âyetleri böyle türlü türlü, tekrar tekrar açıklarız.(A’râf/ 57) 164.Şüphesiz ki göklerin ve yerin oluşturuluşunda, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yarayan şeylerle denizde akıp giden gemide, Allah’ın semadan bir su indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltmesinde, yeryüzünde her deprenen canlılardan yaymasında, rüzgârları evirip çevirmesinde, gök ile yeryüzü arasında emre hazır olan bulutta, şüphesiz akıllarını çalıştıran bir toplum için elbette alâmetler/göstergeler vardır.(Bakara/ 164) Ve Neml/ 63, Fatır/ 9, Casiye/ 5, Şûra/ 28. Bu konu, Kâf/9’da da geçmiş idi. Yağmurun ölü beldeyi diritme konusu bvilim ve teknik kitaplarında ayrıntılı olarak yer almaktadır. 53.Ve O, iki denizi salıverendir; şu su, tatlı ve susuzluğu giderici, şu da tuzlu ve acıdır. Ve O, aralarına bir engel ve yasak koyandır. 54.Ve O, sudan, bir beşer oluşturup sonra ona bir soy ve evlilik sebebiyle akrabalık oluşturandır. Ve senin Rabbin her şeye güç yetirendir. Bu ayetlerde yine Rabbimizin doğadaki yasalarından birine dikkat çekilmektedir. Buna göre, acı ve tatlı sular aralarına konan bir engel ile birbirine karışmamaktadır. Rabbimiz bu yasasını başka ayetler ile de bildirmiştir: 61.Onların ortak koştuğu şeyler mi hayırlıdır ya da yeryüzünü barınak yapan, aralarında nehirler oluşturan, onun için sabit dağlar koyan ve iki deniz arasına engel koyan mı? Allah ile beraber bir ilâh mı var? Tam tersi onların çoğu bilmiyorlar.(Neml/ 61) 19.İki denizi birbirine kavuşmak üzere salıverdi. 20.Aralarında bir engel vardır, birbirlerine geçip karışmıyorlar. 21.Peki siz ikiniz, Rabbinizin güç yetirdiklerinin; eşsiz gücünün, eşsiz nimetlerinin hangisini yalanlıyorsunuz?(Rahman/ 19–21) Bu yasa; denizlerdeki, göllerdeki, bataklıklardaki suların o su kütlesinde bulunan minerallerden arınarak buharlaşmasını, buharlaşan suyun ise yeryüzüne tatlı su olarak içmeye ve tarıma elverişli özellikte düşmesini ve yeraltı sularının oluşmasını sağlamakta, ayrıca da okyanusların içinde var olan değişik akıntıları izah etmektedir. Bu konu da bilim ve teknik kitaplarında ayrıntılı olarak yer almaktadır. New York Bilimler Akademisi Rektörü ve Amerika Birleşik Devletleri Bilimsel Araştırmalar Kurulu eski üyelerinden A. Cressy Morrissonn şöyle demektedir: “Ay bize 240.000 mil uzaklıktadır. Günde iki kere gerçekleşen med olayı bize ayın varlığını gayet latif bir şekilde hatırlatır. Ayın çekim gücü sonucu okyanuslarda meydana gelen kabarma bazı yerlerde yaklaşık olarak 18 m’ye kadar çıkar. Hatta ay çekimi sonucu, yer kabuğu bile günde iki kere dışa doğru birkaç santim kayar. Bütün bunlar bir dereceye kadar bize düzenli görülür. Ve biz, bütün okyanusun düzeyini birkaç metre kabartan ve son derece sert görünen yer kabuğunu birkaç santim dışa doğru kaydıran korkunç gücü kavrayamayız. Merih gezegeninin de bir ayı vardır. Küçük bir ay. Bu ay sadece gezegene 6000 mil uzaklıktadır. Bunun gibi dünyamızın uydusu olan ay da şu andaki uzaklığı yerine söz gelimi 50.000 mil uzaklıkta olsaydı, ay çekimi sonucu sularda meydana gelen kabarma o kadar güçlü olurdu ki, deniz yüzeyinin altında bulunan bölgeler günde iki defa, dağları aşındıracak güçte tazyikli bir suyun altında kalacaktı. Bu durumda belki de gerekli çabuklukta derinliklerden yükselen dağlar olmayacaktı. Bu basınç sonucu yer kabuğu çatlayacak, havadaki kabarma her gün kasırgaların kopmasına neden olacaktı. Dağların tamamen silindiğini varsayarsak, o zaman bütün yerküresinin üstündeki suyun derinliği bir buçuk mil dolaylarında olacaktır. O zaman da hayat, muhtemelen uçsuz bucaksız bir okyanusun derinliklerinde bulunacaktı. Ne var ki, bu evreni yönlendiren el, iki denizi salıvermiş, ama bu iki denizin arasına hem onların hem de evrenin yapısından kaynaklanan aşılmaz bir engel koymuştur. Her yönüyle uyum içinde hareket eden evrenin planları, her işini yerinde ve bir hikmete göre yapan, her şeyi hikmetle yönlendiren yüce yaratıcının eliyle önceden belirlenmiş, özenle düzenlenmiş olarak uygulanmaktadır. Böylesine düzenli ve sürekli işleyen bu planlama kendiliğinden ortaya çıkmış bir tesadüf olamaz. Bütün bunlar evreni bir amaç için yaratan ve evrene hükmeden ince ve sağlam yasaları, bu amacı gerçekleştirecek özelliklere sahip kılan yüce yaratıcının iradesi ile meydana gelmektedir.”[11] Elli üçüncü ayette verilen mu’cizevi bilgiler, 6 Ağustos 2013 tarihinde tüm medyasında yer almış; ayrıntılı bilgi ve resimler yayınlanmıştır: Meksika’daki Yucatan yarımadası açıklarında okyanusun dibinde bir tatlı su nehri akmaktadır. İspanyolcada “Küçük Melek” anlamına gelen “Cenota Angalita” isimli su altı nehrine, Meksika’nın güneyindeki Tulum arkeolojik bölgesinden 15 dakikalık dalışla ulaşılabiliyor. Nehrin tatlı suyu ile denizin tuzlu suyunu ince bir hidrojen sülfat katmanı birbirinden ayırıyor. Nehir kenarında bulunan bitki ve yapraklar da su altındaki manzarayı gerçeküstü kılıyor…. Yirmi birinci asırda keşfedilen bu gerçeğin, onbeş asır önce Kur’an’da bildirilmiş olması, Kur’an’ın Allah tarafından gönderilen bir kitap olduğunun kanıtlarından bir tanesidir. Rabbinin gücü her şeye yeter 54. ayette Rabbimiz, sudan yarattığı insanlar arasında bir soy ve akrabalık yakınlığı kurduğunu bildirmekte, dolayısıyla insanın bir sosyal varlık olduğu mesajını vermektedir. İnsanoğluna sosyal varlık niteliği kazandıran soy ve sıhrî yakınlık ise, anne babanın tüm özelliklerini taşıyan, son derece küçük ama çok ince hesaplarla plânlanmış iki eşey hücresi ile sağlanmaktadır. Çünkü anne ve babanın özelliklerini taşıyan formülleri içermekte olan iki hücrenin birleşmesiyle oluşan yeni hücre hem annenin hem babanın hücrelerindeki özellikleri taşımakta, böylece iki bağımsız bireyin de [anne ve babanın] soyu durumunda olmaktadır. İşte bu yeni soy bağı, farklı soylardan gelen anne ve babanın kendi soylarındaki bireyler arasında da bir yakınlaşma sağlamakta ve ortaya sıhrî bağlar çıkmaktadır. Allah’ın insanlara bahşettiği hayatın sürekliliğini ve insanların toplum hâlinde yaşamalarını sağlayan bu olay, günlük sıradan bir olay gibi kabul edilmektedir ama bu süreç incelendiğinde görülmektedir ki, olayın gerçekleşmesini sağlayan olağanüstü plân ve plânın gerçekleşmesi sırasındaki hayret verici safhalar, gerçekten de Rabbimizin gücünün her şeye yeteceğine yeterli bir kanıt durumundadır. Anne ve babaya ait o küçük hücrelerde gizli bulunan kalıtımsal özelliklere ilişkin bazı açıklamalar aşağıdadır: “Erkek ya da dişi bütün hücreler kromozomlar ve genler [kalıtım taşıyıcıları] içerir. Koromozom, geni içeren küçük ve sönük bir çekirdektir. Genler kesin olarak herhangi bir canlının ya da insanın temel özelliklerini belirleyen başlıca etkenlerdir. Stoplazma ise, kromozom ve genleri kapsayan hayret verici kimyasal birleşimlerdir. Kalıtım taşıyıcıları olan genler, yeryüzünde yaşayan bütün insanların kişisel özelliklerinden, ruhsal durumlarından, renklerinden ve cinslerinden sorumlu olmalarına rağmen son derece ufaktırlar. Şayet hepsi bir araya getirilirse, bir yere konulsa hacmi bir yüzük taşının hacminden daha az olur. Bu son derece küçük ve ancak mikroskopla görülebilen genler, bütün insanların, hayvanların ve bitkilerin karakterlerinin, özelliklerinin mutlak anahtarlarıdır. İki milyar insanın kişisel özelliklerini kapsayan bir yüzük kaşı hiç kuşkusuz küçük hacimli bir yerdir. Bununla beraber bu saydıklarımız tartışma götürmez gerçeklerdir. Cenin nutfeden (protoplazmadan) cinsiyetinin ortaya çıkmasına doğru bir düzen içinde aşamalı olarak gelişimini tamamlarken tescil edilmiş bir tarihi anlatır. Bu tarih genlerdeki ve sitoplazmadaki atomların diziliş şekli ile korunur ve dile getirilir. Genlerin bütün canlıların yapısında yer alan soya çekim hücrelerindeki atomların en küçük mikroskobik dizilişinden ibaret olduklarını görmüştük. Bu şekliyle genler, yaratılış projesinin, geride kalanların ve bütün canlı varlıkların özelliklerinin korunduğu bir arşiv niteliğindedir. Genler en ince ayrıntısına kadar bütün bitkilerin köklerine, gövdelerine, yapraklarına, çiçeklerine ve meyvelerine egemendir. Başta insan olmak üzere bütün hayvanların şeklini, kabuklarını kıllarını ve kanatlarını belirler.” [12] 55.Onlar da Allah’ın astlarından kendisine yarar sağlamayan ve zarar vermeyen şeylere tapıyorlar. Ve o kâfir; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kişi, Rabbinin aleyhine arka çıkandır/kullarını saptırmak için çalışandır. Surenin başında, 3. ayette değinilmiş olan konuya bu ayette tekrar değinilmiş ve kendisine fayda veya zarar veremeyen şeylerin arkasına düşmeleri sebebiyle kınanan kâfirlerin bu davranışları “Rabbleri aleyhine arka çıkmak” olarak nitelenmiştir. Bu ayetin bir benzeri Ya Sin suresindedir: 74.Bir de onlar, kendileri yardım olunmaları için Allah’ın astlarından ilâhlar/ tanrılar edindiler. 75.Onlar, onlara yardıma güç yetiremezler. Hâlbuki ilâh edinenler, sözde ilâhlar için hazır askerlerdir.(Ya Sin/ 74, 75) 56.Ve Biz seni ancak müjdeleyici ve uyarıcı olmak üzere gönderdik. 57.De ki: “Ben, buna karşılık sizden herhangi bir ücret istemiyorum. Sadece ve sadece Rabbine doğru bir yol tutmayı dileyen kimseler istiyorum.” Bu ayetlerde isyancı, nankör ve inatçı müşriklerin tutumlarına karşı nasıl davranması gerektiği hakkında peygamberimize öğüt verilmekte ve görev sınırları hatırlatılarak peygamberimiz teselli edilmektedir. Çünkü peygamberimiz öğütçüden, uyarıcıdan ve müjdeciden başka bir şey olmadığı gibi, bu görevleri için de kimseden herhangi bir karşılık istememektedir. Bu nedenle kâfirlerin davranışları yüzünden kendini sorumlu tutması gerekmemektedir. Rabbimiz elçisine tek isteğinin herkesin Allah yoluna gelmesi olduğunu söylemesini buyurmaktadır. Yusuf/104, Şuara/109, 127, 145, 164, 180, Sebe/47, Ya Sin/ 21, Sad/86, Yunus/72, Hud/29, 51, Şûra/23, Kalem/46, Tur/40 ayetlerinden de görmekteyiz ki, Rabbimiz hiçbir peygamberine yaptığı görev karşılığında herhangi bir ücret istetmemiştir. Dolayısıyla, peygamberimizin de kimseden herhangi bir ücret istemesi mümkün değildir. Buna, akrabalarının gözetilmesini, sevilmesini istemek de dâhildir. Zira netice itibariyle böyle bir istek de bir çıkardır, menfaat sağlamaktır. Böyle olmasına rağmen, peygamberimizin yakınlarına, ehlibeytine sevgi duyulmasını istediği yolunda asılsız iddiaların bulunduğu yüzlerce rivayetin etkisiyle konumuz olan 57. ayete ve Şûra suresinin 23. ayetine bir istisna ilâvesi yapılmış ve pek çok mealde, Şûra suresinin 23. ayetindeki “yakınlıkta sevgi istiyorum” ifadesi, “yakınlarımı, ehlibeytimi sevmenizi istiyorum” şeklinde yorumlanmıştır. Hâlbuki ayette iyelik belirten herhangi bir sözcük veya bir işaret yoktur. Oradaki ifade de yine “Allah’a giden yolu istemeniz, Allah’a yakınlık için sevgi oluşturmanız” anlamındadır. Aksi durum ise, yani peygamberimizin yakınları için bir talepte bulunması hâli ise mümkün değildir, zira böyle bir istek elçilik ilkelerine aykırı düşmektedir. Zaten ayetlerin siyak ve sibakında hitabın hep kâfirlere olmasından anlaşılacağı gibi, muhatap kâfirlerdir ve onlardan bir karşılık, bir mükâfat beklemek anlamsızdır. Çünkü kâfirler peygamberi kabul etmemekte ve onunla kıran kırana mücadele etmektedirler. Böylesi bir çekişmenin olduğu ortamda taraflardan birinin karşı taraftan, kendi yakınlarının sevilmesini istemesi ise son derece mantıksızdır. Elçilerin yaptıkları görev karşılığında herhangi bir ücret istememeleri, elçiliklerinin gerçek bir kanıtıdır. Zira elçiler görevlerini sadece hiçbir çıkar gözetmeden yapmakla kalmamakta, bunun da ötesinde, rahat hayatlarını bırakarak bütün işlerini terk etmekte; adlarının deliye, yalancıya, sihirbaza çıkmasına göğüs germekte; inanmayan yakınlarıyla ilişkilerinin kopmasını göze almakta ve üstüne üstlük bir sürü işkenceye de katlanmak zorunda kalmaktadırlar. Gerçek elçi olmayan birinin geçici çıkarları uğruna bütün bunları göze alması mümkün değildir. Tam aksine, gerçek elçi olmadığı hâlde bu yolla hükümdar ve önder olmak için hareket eden bir kişi, toplumun hoşuna gitmek için onların geleneklerini, önyargılarını kabullenir ve bunlardan yararlanma yoluna gider. Oysa Kur’an’dan öğrendiğimize göre, peygamberimiz, sadece bu tür önyargıları kökünden baltalamakla kalmıyor, aynı zamanda kabilesinin Arabistan putperestleri üzerinde etki ve egemenlik kurmalarını sağlayan ana unsuru da yerle bir ediyordu. 58.Ve sen, ölmeyen daima diri olana güvenip dayan ve O’nun övgüsü ile birlikte tüm noksanlıklardan arındır. Kullarının günahlarından haberdar olarak O ölmeyen, daima diri olan yeter. Bu ayette, ölümlülerden bir şey istenilmemesi ve onlara bel bağlanılmaması emredildikten sonra, tevekkül edilecek tek merciin hiç ölmeyen الحىّHayy [Allah] olduğu bildirilmektedir. Zira müşriklerin bel bağladıkları tanrılarının kendilerine bile hayırları yoktur; hepsi fanidir ve fani şeylere bel bağlayanlar da sürekli kaybetmeye mahkûmdur. Surenin sonunda ayrıntılı açıklamasını verdiğimiz “tevekkül” kısaca “kişinin azimden [her türlü tedbiri aldıktan] sonra, işin sonucunu Vekil’e [varlığı ayakta tutan, sürdüren, koruyan ve rızk veren Allah’a] bırakması” demek olup Rabbimizin inananlara buyurduğu bir görevdir: 9.O, doğunun ve batının; tüm yönlerin Rabbidir. O’ndan başka, tanrı diye bir şey yoktur. Bu nedenle O’nu vekil et; “tüm varlıkları belirli bir programa göre ayarlayan ve bu programı koruyarak, destekleyerek uygulayan” olarak tanı!(Müzzemmil/ 9) 123.Ve göklerin ve yerin görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği sadece Allah’a aittir. Ve tüm iş/oluş yalnızca O’na döndürülür. O hâlde O’na kulluk et, O’na sonucu havale et. Ve Rabbin, sizin yapmakta olduklarınızdan habersiz, bunlara duyarsız değildir.(Hud/ 123) 29.De ki: “O, yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet edendir. Biz, O’na inandık ve sadece O’na sonucu havale ettik. Artık kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu yakında bileceksiniz.”(Mülk/ 29) |
![]() |
![]() |
![]() |
#2 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() ![]() |
![]()
59.O daima diri olan, gökleri, yeryüzünü ve ikisinin arasındakileri altı evrede oluşturan, sonra en büyük taht üzerinde egemenlik kurandır, yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet edendir. Haydi, sen bunu çok iyi bilene sor.
Kaf suresinin 38. ayetinin tahlilinde belirttiğimiz gibi, ayette geçen “altı gün” ifadesi “altı devre” anlamına gelmektedir. İSTİVA Müteşabih bir anlatım olan “arşa istiva” ifadesi, lâfzen “arşın üstüne kurulmak”, mecazen de “en büyük makama sahip olmak, en büyük gücü elinde bulundurmak” anlamına gelir. Allah’ın mekândan münezzeh olduğu birçok ayetle bildirildiğine ve aklen de sabit olduğuna göre, bu ifadede sözcüklerin “hakikat” anlamlarının murat edilmiş olması mümkün değildir. Dolayısıyla Allah’ın arşa istiva etmesi, Allah’ın en büyük makama sahip olduğunu ve en büyük gücü elinde bulundurduğunu ifade etmektedir. Ayetteki “Habir’e sor” ifadesinden -Rabbimizin bir adının da “Habir” olması sebebiyle- “Allah’a sor” anlamı çıkarmak mümkün gibi görünse de, ayetteki söz akışı buna imkân vermemektedir. Çünkü zaten bu açıklamayı yapan Habir Allah’ın kendisidir ve yaptığı açıklamadan sonra Allah’ın, “sen bunu Allah’a sor” demiş olması uygun düşmemektedir. Biz, güvenilmesi gereken ölümsüz Hayy’in [Allah’ın] başka niteliklerinin de ortaya konulduğu bu ayette, Allah’ın belirtilen bu niteliklerine bilgin kişilerin tanık tutulduğunu ve ayetteki “Habir [çok iyi bilen]” ifadesiyle Ehl-i Kitap bilginlerinin kastedildiğini düşünüyoruz. Nitekim Nahl suresinin 43. ayetindeki “onu Zikir ehline sor” ifadesinden anlaşıldığına göre, yerin ve göklerin altı günde yaratıldığı Ehl-i Kitap bilginlerince bilinmektedir ve onlar bu bilgiyi ellerindeki kitaptan almışlardır: Kitab-ı Mukaddes’te şöyle denilmektedir: 11- Çünkü ben RABB, yeri, göğü, denizi ve bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün dinlendim. Bu yüzden Şabat Günü’nü kutsadım ve kutsal kıldım. [13] Ancak Kitab-ı Mukaddes’te geçen “yedinci gün dinlendim” ifadesi, Kur’an tarafından şöyle tashih edilmiştir: 38.Ve kesinlikle Biz gökleri, yeri ve ikisi arasında olanları altı evrede oluşturduk. Ve Bize hiçbir yorgunluk dokunmadı.(Kaf/ 38) 60.Ve onlara “Rahmân’a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’a] boyun eğip teslimiyet gösterin!” dendiği zaman, “yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah da neymiş? Senin bize emrettiğin şey için mi boyun eğip teslimiyet göstereceğiz?” dediler. Ve bu boyun eğip teslimiyet gösterme emri, onların nefretlerini artırdı. Bu ayette, müşriklerin küstah bir tavır içine girerek Allah’ın (59. ayette vurgulanmış olan) “Rahman” sıfatını yadırgadıkları görülmektedir. Müşriklerin bu tavrı daha önce Firavun tarafından Musa peygambere karşı da gösterilmiştir: 23.Firavun: “Âlemlerin Rabbi dediğin de nedir ki?” dedi.(Şuara/ 23) Aslında müşriklerin “Rahman da neymiş?” demeleri, onların isyanlarından kaynaklanmaktadır. Zira Mekke kâfirleri, onlara göre bir kabile tanrısı olan Rahman’dan habersiz değildirler: 110.De ki: “Allah diye çağırın veyahut Rahmân diye çağırın. Hangi şeyle çağırırsanız çağırın en güzel isimler O’nundur. Salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmanı; toplumu aydınlatmaya çalışmanı] açıkça yapma, gizli de yapma. Ve bu ikisi arasında bir yol ara.”(İsra/ 110) Mekke müşriklerinin Rahman hakkındaki sorunlarının O’ndan habersiz olduklarından değil de gururlarından, isyanlarından kaynaklandığı, ayetin onların bu davranışları yüzünden cezalandırılacakları yönündeki ifadesinden anlaşılmaktadır. Çünkü eğer sadece habersiz oldukları için Rahman’a karşı çıkmış olsalardı, elbette Allah onlara kendisinin Rahman olduğunu yumuşak bir dille anlatırdı. Ayrıca, “Rahman” sözcüğünün eski zamanlardan beri Allah için kullanılıyor olduğu tarihî bir gerçek olup bu da müşriklerin “Rahman” isminden habersiz olmadıklarını göstermektedir. Bu konuyla ilgili olarak Mevdudi’nin tespitleri özet olarak aşağıdadır: Şunun belirtilmesi gerekir ki, Arabistan’da hakiki inancın ışığı tümüyle ilk kez, tarih öncesi dönemde yaşamış olan Hud ve Salih Peygamberler tarafından yayılmıştı. Onları Rasûlullah’tan (s.a) 2500 yıl önce yaşamış olan İbrahim ve İsmail Aleyhisselâmlar izledi. Onlardan sonra ve Rasûlullah’tan 2000 yıl önce Arabistan’a gönderilmiş olan son peygamber Şuayb Aleyhisselâm’dı. Görülüyor ki, bu oldukça uzun bir zaman dilimidir. İşte, bu kavme hiç uyarıcının gelmediği bu yüzden zikredilmektedir ve vakıa da budur. Bu, onlara hiç peygamber gönderilmediği anlamına değil, bu kavmin uzun süredir bir uyarıcıya ihtiyaç duyduğu anlamına gelir. Burada hemen cevaplandırılması gereken bir soru akla gelebilir. Şöyle ki: Rasûllullah’tan önceki yüzlerce yıl Arap toplumuna hiç peygamber gelmediğine göre, cahiliye çağları boyunca sapıklık içinde yaşamış insanlar hangi gerekçeyle hesaba çekileceklerdir? Onlar, kendilerini hata ve sapıklıktan koruyacak bir kılavuza sahip değildirler. Öyleyse, sapmış olmaları durumunda, bu sapıklıklarından ötürü nasıl mesul tutulacaklardı. Cevap şudur: Onlar hakikî inanca dair ayrıntılı bilgiden yoksun olabilirlerdi belki; fakat cahiliye dönemlerinde bu insanlar tevhîd inancından habersiz değildiler; çünkü hiçbir peygamber, takipçilerine putperestliği talim etmemişti. Bu hakikat Arapların kendi beldelerinde doğmuş olan peygamberlerden gelen rivayetlerde de ihtiva edilmekteydi; ayrıca kendi beldelerinin hemen bitişiğinde doğmuş bulunan Musa, Davud, Süleyman ve İsa’nın (Aleyhimüsselâm) öğretilerini de bilmekteydiler. Arap geleneklerinde de çok iyi bilinmekteydi ki, Arapların kadim dönemlerinde izlenen gerçek din, İbrahim’in diniydi ve puta tapmayı onlar arasında başlatan ilk Adam Amr bin Luhayy idi. Şirk ve putperestliğin tüm yaygınlığına rağmen Arabistan’ın birtakım kesimlerinde Şirk’i reddedip, tevhid’i benimseyen ve putlara kurban sunmayı açıkça lânetleyen çok sayıda insan bulunuyordu. Bizzat Rasûlullah’ın (s.a.) zuhuruna yakın dönemde “Hunefa” (hanifler) olarak bilinen çok sayıda insan yaşamıştı ki, bunlardan bazıları şunlardı: Kuss bin Saidet-ül- İyadi, Ümeyye bin Ebi es-Salt, Suveyd bin Amr el-Mustalikî, Vaki bin Selame bin Züheyr el-İyadî, Amr bin Cündüb el-Cühenî, Ebu Kays Serme bin Ebi Enes, Zeyd bin Amr bin Nüfeyl, Varak bin Nevfel, Osman bin el-Huvaris, Ubeyde bin Cahş, Amir bin ez-Zerb el-Advanî, Allaâf bin Şehab et-Temimî, El-Mütelemmis bin Ümeyye el-Kinanî, Zühehyr bin Ebû Selmâ, Halid bin Sinan bin Gays el-Absî, Abdullah b. Kudâî… vd. Bu insanlar açıkça itikadın temeli olarak tevhidi’i tebliğ ediyor ve müşriklerin dininden ayrı olduklarını söylüyorlardı. Apaçık ki, onlar bu kavrama, peygamberlerin talimatından geriye kalanlar aracılığıyla ulaşmışlardı. Dahası, Yemen’de modern arkeolojik araştırmaların sonucu olarak keşfedilmiş olan M.Ö. 4. ve 5. yüzyıllara ait metinler, o dönemlerde buralarda tek tanrıcı dinin var olduğunu ortaya sermektedir. Bu dinin salikleri er-Rahman’ı ve Rabbü’s-Semavati ve’l-Ard’ı (Göklerin ve yerin Rabbi) tek ilâh olarak kabul etmekteydiler. Bir mabedin harabeleri arasında M.Ö. 378 tarihli bir metin bulunmuş ve üzerinde o mabedin yalnızca “Göklerin İlâhı” ve “Göklerin Rabbi”ne ibadet için inşa edildiği kaydı tesbit edilmiştir. M.Ö. 465 tarihli bir diğerinde de tevhid doktrinine açıkça işaret eden kelimeler yer almaktadır. Aynı şekilde Kuzey Arabistan’da Fırat Nehri ile Kınnesrin arasındaki Zebed bölgesinde “Bism-ilâhu la izza illâ lehu, la şukra illâlehu” kelimelerini ihtiva eden M.Ö. 512 tarihli bir metin keşfedilmiştir. Tüm bunlar Rasûlullah’ın (s.a.) gelişinden önce, geçmiş peygamberlerin getirdiği mesajın tümüyle unutulmadığını ve insana hiç değilse şu hakikatı hatırlatacak birçok vesilenin hâlâ mevcut bulunduğunu göstermektedir: “Sizin ilâhınız tek bir ilâhtır” Tarih, eski çağlarda Sebeliler arasında sadece bir tek Allah’a ibadet eden küçük bir topluluğun yaşadığını göstermektedir. Çağımızda yapılan arkeolojik kazılar sonucu Yemen’de bulunan kitabeler bu küçük unsurun varlığına işaret etmektedir. Yaklaşık olarak M.Ö. 650 yıllarına ait kitabeler, Sebe krallığı içinde, sadece Zu-semevi veya Zû-semâvi’ye (yani Rabb es-Sema! Göklerin rabbi) ibadete hasredilmiş evler bulunduğunu söylemektedir. Bazı yerlerde bu ilâhtan Meliken zu-semavi (Göklerin sahibi olan Melik) diye bahsedilmektedir. Sebelilerin bu mirası Yemen’de yüzyıllarca yaşamaya devam etmiştir. M.S. 378 tarihli bir kitabede “İlah zu-semavi” (bu mabet, ilâh zu-semavi’ye aittir) ifadesi bulunmaktadır. M.S. 465 tarihli bir kitabede şöyle bir ifade yer alır: “Bi-nasr ve riza ilâh-in bel semin ve ardin (Göklerin ve yerin sahibi olan ilâhın yardım ve rızasıyla) . M.S. 458 tarihli başka bir kitabede de Rahman kelimesi, bi-rıza Rahmanen (Rahmanın yardımıyla) şeklinde kullanılmaktadır.[14] Klâsik kaynaklarda 60. ayetin Ebucehil hakkında indiğine dair nakiller mevcuttur.[15] Bunlara göre güya peygamberimiz; “Rahman’a secde edin” deyince, Ebucehil, “Rahman Müseyleme’dir. Sen nasıl oluyor da rakibin olan, peygamberlik davası güden Müseyleme’ye secde edin dersin” diyerek peygamberimizi tutarsızlıkla itham etmiş ve bu sebeple de bu ayet inmiştir. Ancak, böyle bir şeyin doğru olması mümkün değildir. Zira bu ayetler Mekke’de Ebucehilin sağlığında inmiştir. Ama Müseyleme Medine döneminin sonlarında, Ebucehilin ölümünden yıllar sonra ortaya çıkmıştır. 61.Gökte burçlar yapan, onların içinde bir kandil ve aydınlatıcı bir ay oluşturan Zat ne cömerttir! 62.Ve O, öğüt almayı veya kendisine verilen nimetlerin karşılığını ödemeyi dileyen kimseler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getirendir. Bu ayetlerde Rabbimiz, kullarına lütfettiklerinden bir kısmını saydıktan sonra cömertliğinin sınırsızlığını vurgulamakta ve öğüt almak, şükretmek isteyenlerin bu bereketten, bolluktan istifade etmelerini istemektedir. Yapılan bu davete ek olarak Rabbimizin tekvinî ayetleri gözler önüne serilmekte, Güneş, Ay ve yıldızların insanoğlunun yaşamındaki önemine dikkat çekilmektedir. Bu gök cisimlerinin yaşamdaki yeri ve önemi başka ayetlerde de dile getirilmiştir: 5.O, güneşi bir aydınlık, ay’ı bir ışık yapan ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye, aya menziller ayarlayandır. Allah bunu ancak gerçek ile oluşturmuştur. O, bilecek olan bir toplum için âyetleri ayrıntılı olarak açıklar.(Yunus/ 5) 15,16.Allah’ın yedi göğü tabakalar hâlinde nasıl oluşturduğunu ve ay’ı onların içinde bir ışık yaptığını, güneşi de bir lamba yaptığını görmediniz mi? (Nuh/ 15, 16) Ve A’râf/ 54, Ya Sin/ 40, Hicr/ 16. 63.Ve Rahmân’ın; yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’ın kulları öyle kimselerdir ki onlar, yeryüzünde alçakgönüllülükle yürürler ve cahil kimseler kendilerine lâf attığı zaman “Selâm!” derler. 64.Rahmân’ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’ın] kulları, Rablerine teslimiyet göstererek ve kulluk görevlerini yerine getirerek gecelerler. 65,66.Ve Rahmân’ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’ın] kulları, “Rabbimiz! Cehennem azabını bizden sav! Doğrusu onun azabı daimî bir değişim ve yıkıma uğramaktır. Orası cidden ne kötü bir karargâh, ne kötü bir ikametgâhtır!” derler. 67.Ve Rahmân’ın kulları, harcadıklarında savurganlık etmezler, sıkılık da etmezler ve bu ikisi arasında bir denge olmuştur. 68-71.Ve işte Rahmân’ın kulları, Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarmazlar. Allah’ın haram ettiği canı öldürmezler. –Ancak hak ile öldürürler.– Zina da etmezler. –Ve kim bunları yaparsa, günahla karşılaşır. Kıyâmet günü azabı kat kat olur ve orada, alçaltılarak sürekli olarak kalır. Ancak tevbe eden, iman eden ve sâlihi işleyenler bunun dışındadır. İşte Allah, onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. Ve her kim tevbe eder ve sâlihi işlerse, kesinlikle o, tevbesi kabul edilmiş olarak Allah’a döner.– 72.Ve Rahmân’ın kulları, yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygın bir şekilde geçerler. 73.Ve Rahmân’ın kulları, kendilerine Rablerinin alâmetleri/ göstergeleri hatırlatıldığında ise, onlar üzerine sağırca ve körce davranmazlar. 74.Ve Rahmân’ın kulları, “Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve bizden sonraki kuşaklarımızdan göz aydınlığı olacak kimseler hibe et/ bağışla. Ve bizi Allah’ın koruması altına girmiş kişilere önder kıl!” derler. Önceki ayetlerde Allah’ın sonsuz cömertliğinden istifade etmeleri için kullara açık davetler yapılmış ve sunulan bu imkânlara sırt çevirenlerin varlığından söz edilmişti. 63–74. ayetlerde ise, bu davete uyarak Rahman’a kul olanların sahip oldukları nitelikler belirtilmekte, böylece herkesin örnek alması gereken ideal insan tipi tarif edilmektedir: Yeryüzünde yürürken böbürlenerek değil tevazu ile yürürler. Rahman’ın kullarının yürüyüşleri onların; yumuşak huylu, güzel ahlâklı, doğru düşünceli olduklarını belli edecek şekilde, tevazu ile olmalıdır. Büyüklenerek yürümek ise zalimlere has bir davranıştır. 37.Ve yeryüzünde kibir ve azametle yürüme! Şüphesiz ki sen asla yeri yaramazsın ve boyca dağlara erişemezsin.(İsra/ 37) 18.Ve insanlara avurdunu şişirme, suratını asma ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Şüphesiz ki Allah, bütün övünen ve kuruntu edenleri sevmez.Lokman/ 18) Firavun bozuntularının yürüyüşleri ise Kıyamet suresinde belirtilmiştir: 31.Fakat o, ne onayladı, ne destekledi. 32Fakat o, yalanladı ve geri durdu. 33Sonra da gerine gerine yakınlarına gitti.(Kıyamet/ 31–33) Cahil kimseler sataştıklarında onlara uymaz, sadece “selâm!” deyip geçerler. Ayette “cahiller” olarak nitelenenler, okuma yazma bilmeyen ve öğretim görmemişler değil, kaba ve küstah kişilerdir. Rahman’ın kulları, kendilerine kaba ve küstahça davranan cahillerle karşılaştıklarında onlara esenlik dileyip yollarına devam ederler ve bu kişilere karşı ne kin beslerler, ne de hınç duyarlar. CEHALET Türkçede “bilgisizlik” anlamında kullanılan bu sözcüğün Arapçası “ جهل cehl, cehalet”tir.[16] Kur’an’da türevleriyle birlikte 24 kez geçer. Kur’an’daki kavramlar konusunda büyük bir otorite kabul edilen Ragıb el-İsfehanî, “cehl” sözcüğüne, Kur’an’a dayanarak üç anlam vermiştir: Birinci anlam: Nefsin bilgiden boş olmasıdır. İkinci anlam: Gerçeğin dışında bir şeye inanmaktır. Üçüncü anlam: Bir konuda yapılması gerekenin veya hakkın tersini yapmaktır.[17] Bu anlamlara göre, İslâm’ın kastettiği cahillik [bilmezlik], kişinin okuryazar olmaması veya fizik, kimya, tarih, coğrafya gibi konularda bilgili olmaması değil, kişinin gerçeğin dışında bir şeye inanması, hakkın tersini yapmasıdır. Nitekim Kur’an, kendinden önceki dönemin inanç ve davranışlarına [atalar dinine] saplanıp kalmaya “cehalet” demiş, peygamberimiz de cehaletten kurtarmak için insanlara fizik, kimya ve benzeri şeyleri değil, gerçeği, gerçeğe inanmayı ve gerçeği yaşamayı öğretmiştir. Kur’an’da cehaleti tanıtan ayetler şunlardır: A’râf/138, 199, Hud/29, 46, Neml/55, Ahkâf/23, En’âm/35, 54, 111, Bakara/67, 273, Yusuf/33, 89, Zümer/64, Kasas/55, Ahzab/33, 72, Nisa/17, Nahl/119, Hucurat/6, Âl-i Imran/154, Maide/50, Fetih/26. Kur’an’ın kendisinden önceki dönemin inanç ve davranışlarını cehalet olarak nitelemesinin istisnası, o dönemdeki toplumlarda yaşamış olup da gerçeği görmüş ve sadece Allah’a kul olmuş kimselerdir. Bu kimseler Kur’an’da övgüyle anılmışlardır: 52.Sözden [vahiyden/Kur’ân’dan] önce kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler; onlar, Söz’e [vahye/Kur’ân’a] de inanırlar. 53.Ve onlara o Söz [vahy/Kur’ân] okunduğu zaman onlar, “Biz, ona inandık. Şüphesiz o, Rabbimizden gelen gerçektir. Kesinlikle biz, ondan önce müslüman olanlardık” dediler. 54.İşte onlar; sabrettikleri için onların ödülleri iki kere verilecektir. Ve onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden harcamada bulunurlar. 55.Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve “Bizim işlerimiz yalnızca bizim için, sizin işleriniz de yalnızca sizin içindir. Size selâm olsun! Biz cahilleri aramıyoruz” derler.(Kasas/ 52–55) 113,114.Hepsi bir değildirler. Kitap Ehli içinde doğruluk üzere bulunan bir önderli topluluk vardır ki onlar, gecenin saatlerinde boyun eğip teslimiyet göstererek Allah’ın âyetlerini okurlar. Allah’a ve âhiret gününe inanırlar, herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emrederler, herkesçe kötülüğü kabul edilen şeylerden vazgeçirmeye çalışırlar, hayırlarda da birbirleriyle yarışırlar. Ve işte onlar, iyi insanlardandırlar.(Âl-i Imran/ 113,114) 199.Şüphesiz ki Kitap Ehlinden, Allah’a inananlar, size indirilene ve kendilerine indirilene –Allah’a samimiyetle saygı duyanlar olarak– inananlar da vardır. Onlar, Allah’ın âyetlerini az bir değere değişmezler. İşte onlar, ücretleri Rableri katında olanlardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir.(Âl-i Imran/ 199) 162.Fakat bu Yahudileşenlerden bilgide derinleşmiş olanlar ve iman edenler, sana indirilene ve senden önce indirilenlere iman ederler. Onlar, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturan, ayakta tutan], vergiyi veren, Allah’a ve âhiret gününe iman edenlerdir. İşte onlar, Bizim büyük bir ödül vereceklerimizdir. ( Nisa/ 162) Bu konuda ayrıca şu ayetlere de bakılabilir: A’râf/159, Maide/82–84, En’âm/114, Ra’d/36, İsra/107–109, Ahkaf/10, Ankebut/47 ve Bakara/121. Rablerine secdeler ve kıyamlar ederek gecelerler Bu ifade ile Rahman’ın kullarının şımarmadığına dikkat çekilmektedir. Allah’ın kendilerine veliy olduğunu bildirmesine ve cehennem ateşinin onlara dokunmayacağını vaat etmesine rağmen, bu kimselerin kulluktan şaşmadıkları ve Rabblerine bağlılıklarını daima sürdürdükleri bildirilmektedir. 16.Onların yanları, yan gelip yattıkları yerlerden uzaklaşır; onlar keyfetmezler, onlar korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan bağışlarlar. Secde 16: 15-19.Şüphesiz Allah’ın koruması altına girmiş kişiler, Rablerinin kendilerine verdiği şeyleri almış olarak bahçelerde ve pınarlardadırlar. Şüphesiz onlar, bundan önce iyilik-güzellik üretenler idiler. Onlar geceleyin pek az uyurlardı. Onlar, seherlerde bağışlanma dilerlerdi ve onların mallarında isteyen ve isteyemeyen için bir hak vardı.(Zariyat/ 17, 18) 9.Ya da gece saatlerinde kalkan, boyun eğip teslimiyet göstererek, dikelerek, ahretten çekinerek daima saygıda duran ve Rabbinin rahmetini uman o kimse, öyle yapmayan gibi midir? De ki: “Hiç bilen kimseler ve bilmeyen kimseler eşit olur mu?” Kesinlikle sadece temiz akıl sahibi olanlar öğüt alırlar/gereği gibi düşünürler.(Zümer/ 9) 15-17.De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Allah’ın koruması altına girmiş; “Rabbimiz! Şüphesiz biz inandık, artık bizim suçlarımızı bağışla ve bizi Ateş’in azabından koru!” diyen, sabreden; direnç gösteren, doğru olan, sürekli saygıda duran, Allah yolunda harcamada bulunan ve seherlerde bağışlanma dileyen kişiler için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’tan hoşnutluk vardır. Ve Allah, kulları en iyi görendir.(Âl-i Imran/ 15- 17) Cehennem korkusu için dua ederler Cehennemden korkma ve cehennem azabından korunmakla ilgili Kur’an’da yüzlerce ayet mevcut olup Rahman’ın kulları bu ayetlere uygun davranırlar. Harcamaları dengelidir Rahman’ın kulları, harcamada bulunurken dengeli hareket ederler. Ne gerekli harcamalarının sınırını aşarak israfta bulunurlar, ne de para biriktirip yığmak için cimrilik ederler. Onlar yalnızca tutumludurlar. 26,27.Yakınlık sahibine; yurtlarından çıkarılan fakirlere, yoksula ve yolda kalmışa da hakkını ver. Ve yersiz/ kötülüğe harcama yapma. –Şüphesiz yersiz/ kötülüğe harcama yapanlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.–(İsra/ 26, 27) Allah’tan başkasına tapmazlar Rahman’ın kulları Kur’an’ın tevhit ve şirk ile ilgili yüzlerce ayetine uygun davranırlar. Haksız yere cana kıymazlar Ayette “haksız yere” ifadesi ile kısas ve savaşta öldürmeler istisna edilmiştir. Kısas ile ve savaş şartlarında cana kıymak Allah’ın emirlerinden olup birer kulluk görevidir. Zina etmezler Rahman’ın kullarının yapmayacakları şeylerden biri de zina fiilidir. Yüzlerce sosyal felâketin sebebi olan bu kötü fiil, ayrıntılı olarak İsra suresinde açıklanacaktır. Yalan şahitliği etmezler Günlük hayatlarında ve mahkemede gerçek dışı bir beyanda bulunmadıkları gibi, yalanı doğru çıkaracak şekilde bir davranışa da yeltenmezler. Yani, yalana, sahtekârlığa, kötülüğe seyirci kalmazlar. İftira, yalan ve boş sözlerin konuşulduğu yerlerde durmazlar Arapçada “lağv” sözcüğü, kişinin amacına ulaşmasında yararı olmayan her türlü boş ve anlamsız şeyleri içine alır ve bu meyanda yalanı, gıybeti, çekişmeyi, çekiştirmeyi, iğrenç şarkıları, müstehcen fıkraları ve benzeri şeyleri de kapsar.[18] İşte, Rahman’ın kulları “lağv”a rastladıklarında onlara iltifat etmezler ve kendilerine herhangi bir pislik bulaşacakmışçasına oradan uzaklaşırlar. Basit dünya hayatında hiç bulaşmadıkları “lağv”, cennette ise Rahman’ın kullarının karşısına hiç çıkmayacaktır: 23.Orada, kendisinde boş söz, saçmalama ve günaha sokma olmayan bir kadehi kapışırlar.(Tur/ 23) 25.Orada boş söz, saçmalama ve günaha sokan şeyleri işitmezler.(Vakıa/ 25) 31-37.Kesinlikle Allah’ın koruması altına girmiş kişiler için, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden; Rahmân’dan [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah’tan] bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak korunaklar/ kurtuluş mekânları; sulak bağlar-bahçeler, üzümler, hepsi bir seviyede tomurcuklar; çiçek bahçeleri, dolu dolu su kapları vardır. Onlar, orada boş bir söz ve yalan duymazlar. –Onlar, O’nun huzurunda söz söylemeye güç yetiremezler.– (Nebe’/ 35) 8-16.Kişiler de var ki, o gün nimetler içindedirler, çalışmaları için hoşnutturlar, yüksek bir cennettedirler, orada boş bir söz işitmezler. Orada akan bir kaynak vardır; orada yükseltilmiş divanlar, konulmuş kadehler, dizilmiş yastıklar, yayılmış halılar vardır.(Ğaşiye/ 11) Allah’ın ayetlerine karşı çok duyarlı davranırlar Rahman’ın kulları, kendilerine uyarı için Allah’ın ayetleri okunduğunda ona karşı kör ve sağırlar gibi davranmazlar. Ayetlerin mesajlarına kulaklarını kapamazlar ve bakıp görmeleri istenen ayetleri görmezden gelmezler. 2-4.Hiç şüphesiz mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen, O’nun âyetleri kendilerine okunduğu zaman, iman açısından güç kazanan ve yalnızca Rablerine sonucu havale eden, salâtı ikame eden [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumlarını oluşturan, ayakta tutan] ve Bizim kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcayan kimselerdir. İşte bunlar, gerçekten inananların ta kendisidir. Onlara Rableri katında dereceler, bağışlama ve saygın bir rızık vardır.(Enfal/ 2- 4) Rabblerinden iyi eş ve hayırlı evlat dileğinde bulunurlar 65. ayette Rahman’ın kullarının kendi kurtuluşları, 74. ayette de eşleri ve çocukları için dua edişleri bildirilmektedir. Görülüyor ki, gerçek müminler bencil değildirler; aynı zamanda çevrelerindeki insanların kurtulmaları ve saygın kişiler olmaları için de Allah’a dua etmektedirler. Allah’tan kendilerin muttakilere önder yapılmasını dilerler. Ayetteki bu ifadede çok ince bir nokta vardır. Rahman’ın kulları, toplumlara yöneticilik veya siyasî liderlik için değil, muttakilere önderlik etmek için dua etmektedirler. Bunun anlamı, “Takva, dindarlık ve salihatı işlemede üst olalım, yani muttakilere rehberlik edelim ki, dünyada fazilet ve takvanın yayılmasında öncüler olalım” demektir. 75,76.İşte Rahmân’ın kulları, sabretmelerine karşılık cennetin en yüksek makamlarında, orada sonsuz olarak kalıcı kimseler olarak ödüllendirilecekler, orada hürmet ve selâmla karşılanacaklardır. –Orası ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir ikametgâhtır!– 63–74. ayetlerde üstün nitelikleri sayılıp dökülen Rahman’ın kullarının ahiretteki konumları da bu ayetlerde açıklanmaktadır. Bu kişilerin akıbetleri, birçok ayette farklı anlatımlarla dile getirilmiştir: 19-24.Peki, şüphesiz Rabbinden sana indirilenin gerçek olduğunu bilen kimse, kör olan kimse gibi midir? Şüphesiz ancak kavrama yetenekleri olan kişiler; Allah’a verdiği sözleri yerine getiren ve antlaşmayı bozmayan, Allah’ın birleştirilmesini istediği şeyi; iman ve ameli birleştiren, Rablerine saygıyla, sevgiyle, bilgiyle ürperti duyan ve hesabın kötülüğünden korkan kişiler, Rablerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmiş, salâtı ikame etmiş [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olma; toplumu aydınlatma kurumları oluşturmuş, ayakta tutmuş], kendilerine verdiğimiz rızıklardan gizli ve açık Allah yolunda harcamış ve çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldıran kişiler öğüt alıp düşünürler. İşte onlar, bu yurdun âkıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından sâlih olanlar Adn cennetlerine gireceklerdir. Görevli güçler/ haberci âyetler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabretmiş olduğunuz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!”(Ra’d/ 20–24) 43,44.O, sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size destek verendir. O’nun doğadaki güçleri/ indirdiği haberci âyetleri destek verirler. Ve O, mü’minlere çok merhametlidir. O’na kavuşacakları gün onların selâmlaşmaları, “Selâm”dır. Allah, da onlar için saygın bir ödül hazırlamıştır.(Ahzab/ 44) 108.Ve şu mutlu olanlara gelince, onlar da gökler ve yer durdukça ardı arkası kesilmeyen bir ikram olarak cennetin içinde sürekli olmak üzere kalacaklardır. –Ancak Rabbinin dilediği müstesnadır.– (Hud/ 108) 20.Lâkin Rablerinin koruması altına girmiş olan o kişiler, kendileri için Allah’ın vaadi olarak altlarından ırmaklar akan, kat kat köşkler olanlardır. Allah vaadinden caymaz.( Zümer/ 20) 147.Eğer kendinize verilen nimetlerin karşılığını ödediyseniz ve iman etmişseniz Allah, size azabı ne yapacak? Allah, yapılanların karşılığını verendir ve en iyi bilendir.(Nisa/ 147) الغرفةGURFE “ الغرفةGurfe” sözcüğü, Arapça’da “yüksek olan” anlamına gelir. Yedinci semaya da gurfe denir.[19] Buna göre, her yüksek bina bir “gurfe”dir. “Rahman’ın kullarının gurfede olmaları”ndan maksat, onların cennette yüksek derecelerde, köşklerde olduklarını bildirmektir. 77.De ki: “Yakarışınız olmasa, Rabbim size değer verir mi ki de siz, kesinkes yakarmadınız, yalanladınız? Artık yakarmama, yalanlama sizin ayrılmazınız olacaktır; kendinizi bu durumdan kurtaramayacaksınız.” Bu ayette Rabbimiz elçisine yalanlayıcılara yönelik bir hitap yaptırmış ve bu hitap ile Rabbine yakarmayan birinin Allah katında herhangi bir değerinin olmadığı ve olamayacağı açıklanmıştır. Nitekim bu ayetin muhatapları olan yalanlayıcıların akıbetleri korkunç olmuş, onlar dünyada iken de rezil ve rüsva olmuşlardır. Onların ahiretteki hâlleri ise, Rabbimizin Kur’an’da açıkladığı gibi, temelli kalacakları cehennemde çok çeşitli azap içinde yaşamalarından başka bir şey değildir. Yalanlayıcılar bu korkunç sonu hesap gününde büyük bir pişmanlıkla hissedeceklerdir: 49.Ve Kitap/ amel defteri konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük-küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye haksızlık etmez.(Kehf/ 49) 30.Ve Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman onları bir görsen! Rableri: “Bu, bir gerçek değil miymiş?” der. Onlar: “Rabbimize yemin ederiz ki gerçektir” derler. Rableri: “Öyleyse küfretmiş; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmişolmanız nedeniyle azabı tadın!” der.(En’âm/ 30) Yüce Allah, yalanlayıcıları, bu tutumlarının nerelere sürükleyeceği ise, “Artık yakarmama, yalanlama sizin ayrılmazınız olacaktır; kendinizi bu durumdan kurtaramayacaksınız” açıklanmıştır. 14.Kesinlikle onların düşündüğü gibi değil! Onların kazandıkları, kalpleri üzerine pas olmuştur.(Mutaffifin/14 Bu âyette yine müşriklerin âhireti yalanlama kapsamındaki inançlarından, Kur’ân için Daha öncekilerin masalları iddiaları reddedilerek gerçek ortaya konmaktadır. İşin aslı, söz konusu inkârcıların kalplerinin pas tutmuş olmasıdır. İşledikleri amellerin kötülüğü kalplerini kirletmiş, bu da kalplerini işe yaramaz bir hale getirmiştir. Bilindiği gibi, iyi ya da kötü bir şeyin sürekli yapılması insanda bir alışkanlık, tutku hâline dönüşür. Kişi sürekli o işi yapmak ister. Hatta elinde olmadan sürekli yapar durur. İnsan sürekli kötülük yaparsa bu durum onda alışkanlık hâline gelir. Kişi giderek bu alışkanlığının tutsağı olur. Hayatını bu tutsaklıkla devam ettirir gider. Âyette konu edilen kâfirler de kötülük ede ede kötülüğü alışkanlık hâline getirip gönülleri paslanmış, başka bir şey yapamaz olmuşlardır. Kalplerin pas tutması ile ilgili olarak Tîn Sûresi’nin tahlilinde Allah’ın Kalpleri Mühürlemesi başlığı altında detaylı bir açıklamamız bulunduğundan, konunun oradan tekrar okunmasını öneriyoruz. Bu durum onlarda alışkanlık haline gelecek ve onların kalbi pas tutacaktır. bu kötü sonun beklediğini başka ayetlerde de anlatmıştır: 7.Eğer küfredecek; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedecek/ iyilikbilmezlik edecek olursanız, biliniz ki, şüphesiz Allah size hiçbir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için, küfre; Kendisinin ilâhlığının ve rabliğinin bilerek reddedilmesine/ nankörlüğe rıza göstermez. Ve eğer kendinize verilen nimetlerin karşılığını öderseniz, sizin için ona razı olur. Hiç bir taşıyıcı, bir başkasının yükünü çekmez. Sonra dönüşünüz yalnızca Rabbinizedir. Böylece yapmış olduklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı iyi bilendir.(Zümer/ 7) 155-157.Ve Kur’ân, “Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa; Yahudi ve Hristiyanlara indirildi; biz ise, o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk” veya “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz diye Bizim indirdiğimiz bereketli bir kitaptır. O nedenle, rahmet olunmanız için ona uyun ve Allah’ın koruması altına girin. İşte size de Rabbinizden açık delil, kılavuz ve rahmet gelmiştir. Öyleyse Allah’ın âyetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha yanlış, kendi zararlarına iş yapan kim olabilir? Âyetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın kötüsüyle cezalandıracağız.(En’âm/ 155–157) Rahman Allah’a kul olanlar ise dünya ve ahirette mutlu olacaklardır: 110.Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Herkesçe iyi kabul edilen şeyleri emreder, vahiy ve ortak akıl ile kötülüğü, çirkinliği kabul edilen şeyleri engeller ve Allah’a inanırsınız. Kitap Ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mü’mindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler.(Âl-i Imran/ 110) Konumuz olan ayetin kâfirlere verdiği mesaj şudur: “Yardım ve himaye için Allah’a dua etmez ve O’na ibadette bulunmazsanız, O’nun yanında hiçbir değer ve öneminiz olmayacak, her şeyiniz boşa gidecektir. Rahmetiyle muamele etmesi için Allah’ın size kendisine dua etme fırsatı tanıması, şüphesiz sizin yararınıza olan bir lütuftur.” Allah doğrusunu en iyi bilendir. [1] (Lisanü’l-Arab; c.7, s. 82- 85, Tacü’l-Arus; frk mad.) [2] (Razi, Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an) [3] (Lisanü’l-Arab; c:1, s:398) [4] (Razi, Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an) [5] Lisanü’l-Arab; c.1, s.655) [6] (Lisanü’l-Arab; c.2, s.331. hcr mad.) [7] (Razi; Mefatihu’l-Gayb) [8] (Razi, Mefatihu’l-Gayb; Kurtubi, el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an) [9] (Lisanü’l-Arab; c.4, s. 61 rtl mad.) [10] (Lisanü’l-Arab; c:7, s:101 Fsr mad.) [11] (İnsan Yalnız Değildir” (İlim iman etmeye çağırıyor); A. Cressy Morrisson) [12] (“İnsan Yalnız Değildir” adlı kitaptan naklen; Fi Zılali’l Kur’an) [13] (Çıkış, Bab 20, 11. cümle) [14] (Mevdudi; Tefhimü’l Kur’an) [15] (Mükatil) [16] (Lisanü’l-Arab; c.2, s.246 chl mad.) [17] (el-Müfredat; chl mad.) [18] (el-Müfredat; lğv mad.) [19] (Lisanü’l-Arab; c.6, s. 608, grf mad.) |
![]() |
![]() |
![]() |
Bookmarks |
Etiketler |
furkan, giriş, sûresi’ne |
|
|