![]() |
|
![]() |
#1 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() ![]() |
![]()
İşte bu, çokça yönelen ve çokça koruyan, Rahman’dan gaybde [tenhada, kimsenin kendini görmediği yerlerde] iken haşyet duyan ve dönen bir kalp ile gelen [gönülden bağlı olan] herkes için söz verilendir. (Kaf/33)
İşte bu kitap; kendisinde kuşku yoktur, gaybde iman eden, salâtı ikame eden, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak eden, sana indirilene ve senden önce indirilene iman eden muttakiler -ki bunlar, ahirete de kesinlikle inanırlar- için bir kılavuzdur. (Bakara/3) Ey iman etmiş kimseler! Kesinlikle Allah, gaybde [tenhada] kimin kendisinden korktuğunu bildirmek için sizi bir şeyle; ellerinizin ve mızraklarınızın erişeceği bir avla sınar. Öyleyse kim bundan sonra haddi aşarsa artık acıklı azap onun içindir. (Maide/94) Ve ant olsun ki, Musa ve Harun’a Furkan’ı ve gaybde Rabblerine haşyet duyan, Saat’ten [kıyametin kopmasından] içleri titreyen takva sahipleri için bir ışığı ve öğüdü verdik. (Enbiya/49) Ve yük çeken bir kimse, başkasının yükünü yüklenmez. Eğer ağır yüklü bir kimse, onun yüklenilmesine çağırsa da ondan hiç bir şey yüklenilmeyecek. -Bir akrabası olsa bile- Şüphesiz sen ancak Rabblerine karşı gaybde haşyet duyan ve salatı ikame edenleri uyarırsın. Her kim arınırsa ancak kendisi için arınır. Dönüş de yalnızca Allah’adır. (Fatır/18) Şüphesiz sen o zikre [Kur’an’a] uyan ve gaybde Rahman’a haşyet duyan kimseyi uyarırsın. Sen hemen onu bir bağışlanma ve çok şerefli bir ödül ile müjdele. (Ya Sin/11) 13 – Ve sözünüzü ister gizleyin, ister onu açığa vurun; şüphesiz ki, O [Allah], göğüslerin özünü en iyi bilendir. 14 - Yaratan bilmez mi/ O, yarattığını bilmez mi? Ve O [Yaratan], Latîf’dir, Habîr’dir. 15 - O [Allah], size yeryüzünü boyun eğer kılandır. Haydiyin onun omuzlarında [dağlarında, tepelerinde] yürüyün ve O’nun [Allah'ın] rızkından yiyin. Ve diriliş, ancak O'nadır. Bu ayetlerde Rabbimiz hem kendi Zatını tanıtmaya devam etmekte, hem de insanlara verdiği nimetleri hatırlatmaktadır. Pasajın mesajı açıktır: “Yaptıklarınız nasıl olursa olsun, Allah için bir şey fark etmez. Allah mutlaka ondan haberdardır. O nedenle günahları açıkça yapmaktan sakındığınız gibi, gizlice yapmaktan da sakınınız. O, açık ve gizli olan şeyleri bildiği gibi, kalplerde bulunanı, düşüncelerinizi de bilir.” 15. ayetteki “onun [yeryüzünün] omuzları” ifadesiyle yeryüzündeki dağlar ve tepeler kastedilmektedir. Buna göre insanlığa “Allah, size en zor mahallerde bile gezme imkânı sunmuştur” tarzında ince bir mesaj verilmektedir. Zira gerek insanın, gerek at veya deve gibi hayvanların omuzları, üzerlerinde durulması, oturulması imkânsız ya da zor olan mahallerdir. Evrenin omuzlarından istifade etmeyi ise Allah insanlara lütfetmiştir. Bu nimetler başka ayetlerde şöyle aktarılmıştır: Ve Allah sizin için yeryüzünü, kendisinden [yeryüzünden] geniş geniş yollarda gidesiniz diye bir yaygı kılmıştır.” (Nuh/19, 20) Görmedin mi gerçekten Allah gökten bir su indirdi? Biz onunla renkleri başka başka meyveler / ürünler çıkarıverdik. Dağlardan da yollar var; beyazlı, kırmızılı çeşitli renklerde [renklerin değişik tonlarında]. Ve kapkara topraklar / yollar da var. (Fatır/27) Görülüyor ki, yeryüzündeki her şey insanın hizmetine sunulmuştur. Her tarafında gezip dolaşsınlar, çalışıp çabalasınlar ve Allah'ın verdiği rızıklardan yesinler diye yeryüzü insanlara boyun eğdirilmiş, içindeki nimetlerden istifade etmeleri kolaylaştırmıştır. Bu ayetlerde Rabbimiz bu nimetlerini hatırlatarak insanlardan sorumluluklarının bilincine varmalarını istemektedir. Pasajın son ayetindeki “O’nun [Allah'ın] rızkından yiyin. Ve diriliş, ancak O'nadır” ifadesinde, insanların yeryüzünden elde ettikleri rızkın gerçekte Allah’ın verdiği rızık olduğuna dikkat çekilerek onlardan bu nimetlerin hesabının sorulacağı ima edilmektedir. Ayrıca bu ifade ile insanlar yeryüzünün her tarafında çalışıp çabalamaya, başkasının değil kendi ürettiklerinin kazancını yemeye teşvik edilmektedir. Sen, Allah’ın yeryüzündekileri size boyun eğdirdiğini ve kendisinin emriyle denizlerde akıp giden gemileri görmedin mi? Göğü de kendi izni olmaksızın yere düşmekten O tutuyor. Şüphesiz Allah insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. (Hacc/65) Allah’ın, göklerde ve yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için boyun eğdirdiğini görmediniz mi? Ve O [Allah], gizli ve açık olarak nimetlerini üzerinize yaymıştır. İnsanlardan kimi de var ki, bilgisiz, kılavuzsuz ve aydınlatıcı bir kitapsız Allah hakkında mücadele ediyor [tartışıyor]. (Lokman/20) Ve O, göklerde ve yeryüzünde bulunan her şeyi Kendinden sizin hizmetinize vermiştir. Şüphesiz bunda düşünen bir topluluk için ayetler vardır. (Casiye/13) Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş üzerine istiva eden, gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş olarak yaratan Allah'tır. İyi biliniz ki yaratma ve emir sadece O'na özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne cömerttir! (A’raf/54) Ve O [Allah], geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için ayetler vardır. (Nahl/12) 16- Gökte olan Kişinin sizi yere batırmasından güvende misiniz? Bir de bakarsın ki çalkalanıvermiştir. 17 – Ya da siz, gökte olan Kişinin üzerinize taş yağdıran bir kasırga göndermeyeceğinden güvende misiniz? Artık uyarımın nasıl olduğunu yakında bileceksiniz. 18 – Ve ant olsun, onlardan öncekiler de yalanladılar. Peki, Beni inkâr ediş nasıl oldu? 19 – Ve onlar, üstlerindeki sıra sıra sıralanmış ve dürülmüş uçan şeylere göz atmıyorlar mı? Onları Rahmân'dan başkası tutmuyor. Şüphesiz O, her şeyi en iyi görendir. 20 – Rahmân’ın astlarından şu size yardım edecek askerleriniz kimlerdir? Kâfirler, sadece bir aldanış içerisindedirler. 21 – Veya eğer O [Allah], rızkını kesiverse, size rızık verecek o kimse kimdir? Aslında onlar azgınlık ve nefrette direnip durmaktadırlar. 22 - Şimdi yüz üstü kapanarak yürüyen mi daha doğru gider, yoksa dosdoğru yolda dümdüz yürüyen mi? Bu ayet grubunda Rabbimiz insanların dikkatini yaşadıkları ortamdaki bazı ayetlerine çekip onlara akıllarını başlarına almaya yöneltecek bir takım eğitici sorular sormaktadır. Bu sorularla insanların her zaman Allah’ın kontrolü altında oldukları, azarlarsa Allah’ın onları cezalandıracağı, rızıklarını kesivereceği, kimsenin azgınlara yardım edemeyeceği ve rızık veremeyeceği ihtar edilmektedir. Bu tarz ihtarlar daha evvel de yapılmıştı: Ve eğer o kentlerin halkı inansalardı ve takvâ sahibi olsalardı, elbette üzerlerine gökten ve yerden olan bollukları açardık. Velâkin onlar yalanladılar. Biz de onları kazanmakta oldukları şeyler sebebiyle [yaptıklarına karşılık] yakalayıverdik. Acaba o kentlerin halkı, geceleyin uyurlarken kendilerine azabımızın gelmesinden güvende oldular mı? Yoksa o kentlerin halkı, kuşluk vakti oynarlarken [anlamsız işlerle uğraşırlarken] onlara azabımızın geleceğinden güvende oldular mı? Öyleyse Allah'ın mekrinden [ince plânından] güvende oldular mı? Ziyana uğramış topluluktan başkası Allah'ın mekrinden [ince plânından] kendini güvende görmez. (A’raf/96-99) Sonra nice kentler de vardı ki, zulüm yaparlarken biz onları helak ettik. Artık damları çökmüş, duvarları üzerine yıkılmıştır. [Geride] Nice terkedilmiş kuyularla bomboş kalmış yüksek saraylar [bırakılmıştır.] (Hac/45) De ki: “O, üstünüzden ve ayaklarınızın altından azap göndermeye yahut sizi fırkalara ayırıp kiminizin kiminize hıncını tattırmaya gücü yetendir.” Bak, onlar iyice anlasınlar diye ayetlerimizi nasıl evirip çeviriyoruz [inceden inceye açıklıyoruz]. (En'am/65) Biz, onların üzerine ufak taş yağdıran bir fırtına gönderdik. Lût'un ailesi müstesnâ. Onları katımızdan bir nimet olarak seher vaktinde kurtardık; Biz şükreden kimseyi böyle mükâfatlandırırız. (Kamer/34) 16, 17. ayetlerde geçen “gökte olan Kişi” ifadesi ile ilgili olarak geçmişte “melekler”, “Cebrail” gibi yorumlar yapılmıştır. Kimileri de sözü edilen “zat”ı “Kudreti, saltanatı, Arşı ve hâkimiyeti göklerde bulunan”, “gökyüzünü yaratan” zat olarak yorumlamıştır. Ayetten anlaşılan, bu “zat”ın bizzat Allah olduğudur. Allah’ın mekândan münezzeh olduğuna dair aklen ve naklen sayısız kanıt mevcut olduğuna göre, bu ifadenin tevili gerekmektedir. Bu ayetin benzerlerini Zuhruf ve En’am surelerinde de görmüştük: Ve O, gökteki ilâh olandır ve yeryüzünde ilâh olandır. Ve O, Hakîm’dir, Alîm’dir. (Zuhruf/84) Ve O, göklerdeki ve yerdeki Allah’tır. O, gizlinizi ve açığınızı bilir. Kazandığınız şeyleri de bilir. (En’am/3) Benzer ifadeler içeren bu ayetleri de kapsayacak şekilde 16 ve 17. ayetlerde geçen “gökte olan Kişi” ifadesinin iki şekilde tevili söz konusudur: 1- Bu ifade Arap örfüne göredir. Zira Araplar Allah’ın gökte olduğuna inanırlardı. Bu nedenle onlara nankörlük etmemeleri, eğer ederlerse inandıkları Allah’ın kendilerini cezalandıracağı uyarısı yapılmıştır. 2- Bu ifadedeki “sema” sözcüğü Dipnot: (“Sema” sözcüğünün detaylı anlamı için Tebyinü’l Kur’an; c. 1, s. 526, 527’ye bakılabilir.) ile evrenin yani yaratıkların ötesi, “en üst nokta” kastedilmiştir. Zira insan, fıtraten, Allah'ı düşünürken gökyüzüne bakar. Nitekim dua edilirken eller havaya doğru kaldırılır. Kişi, sıkıntıya düştüğünde yüzünü semaya çevirerek Allah'a yalvarır. Örfte de olağan dışı olaylar için “gökten düştü” tabiri kullanılır. Allah’tan gelen kitaplara da “Semavi kitaplar” denilir. Demek oluyor ki, insan ne zaman Allah'ı düşünecek olsa, doğasından gelen bir güdüyle yere değil, göğe bakmaktadır. Nitekim Resulullah’ın dua edişi ile ilgili olarak Bakara suresinde de şu ayet yer almaktadır: Doğrusu, biz, yüzünün semaya yöneldiğini, orada şekilden şekle geçerek aranıp durduğunu görüyorduk. Artık seni hoşnut olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Haydi bakalım, yüzünü Mescid-i Haram'a doğru çevir. Siz de ey müminler, nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olanlar da kesinlikle bilirler ki, Rabblerinden gelen o emir haktır. Ve Allah, onların yaptıklarından ve yapmakta olduklarından gafil değildir. (Bakara/144) 19. ayette geçen “üstlerindeki sıra sıra sıralanmış ve dürülmüş uçan şeyler” ifadesini birinci planda “kuşlar” olarak ele alıp Allah’ın onları uçacak şekilde yaratması ve doğa yasalarını kuşların havada durabilecekleri biçimde düzenlemesi” olarak anlayabileceğimiz gibi, bulutlar, yıldızlar, galaksiler ve diğer gök cisimleri olarak da anlayabiliriz. 23- De ki: “O, sizi inşa eden [yaratan], size kulak, gözler ve gönüller kılandır. Ne az şükrediyorsunuz [karşılık ödüyorsunuz]?” 24 - De ki: “O, sizi yeryüzünde dağıtıp yayandır ve siz O'na toplanıp götürüleceksiniz.” |
![]() |
![]() |
![]() |
#2 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() ![]() |
![]()
Rabbimiz insanları eğitip düşünmelerini sağlayacak bir takım açıklamalarından sonra bu ayetlerde de doğrudan elçisine hitap ederek ona toplumlara iletmesini istediği mesajını bildirmektedir. Bir kınama ve azarlama eşliğinde verilen bu mesaj onları hem düşünmeye, ibret almaya, inanmaya sevk edecek araç ve yeteneklerle donatıldıkları gerçeğini, hem de bu araç ve yeteneklerin gerektirdiği sorumlulukları yerine getirip getirmediklerinin hesabını vermek üzere Allah’ın huzuruna çıkarılacakları uyarısını içermektedir.
Ayetteki “sizi inşa eden [yaratan], size kulak, gözler ve gönüller kılandır” ifadesiyle, insanların hayvanlardan farklı, üstün niteliklerle donanmış olarak yaratıldıkları, dolayısıyla bu lütufların hakkını vermeleri, hayvanlar gibi hareket etmemeleri gerektiği mesajı verilmektedir. Ve and olsun ki, cinnden ve insten [tanıdığınız-tanımadığınız] birçoğunu cehennem için yarattık; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar gafillerin [duyarsızların] ta kendileridir. (A’raf/179) Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten [vahye] kulak vereceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Onlar ancak hayvanlar gibidir. Aslında yol bakımından daha sapıktırlar / şaşkındırlar [aşağıdırlar]. (Furkan/44) 25 - Bir de onlar: “Eğer doğru kimselerden iseniz bu söz verilen [tehdit] ne zaman?” diyorlar. 26 - De ki: “Kesinlikle bilgi [onun bilgisi], Allah’ın yanındadır. Ben ise yalnızca apaçık bir uyarıcıyım.” 27 – Artık onlar, onu yakınlaşmış görünce, inkâr edenlerin yüzleri kötüleşti. Ve: "İşte bu, çağırıp durduğunuz şeydir!" dendi. Bu ayetlerde, inkârcıların müminlere yönelttikleri “Eğer doğru kimselerden iseniz bu söz verilen [tehdit] ne zaman?” sorusu nakledilerek Resulullah’a onların bu alaycı sorularına nasıl cevap vermesi gerektiği bildirilmektedir. İnkârcıların samimiyetsizce sordukları bu soru daha evvel Yunus/48, Ya Sin/48, Neml/71, Enbiya/38 ve Sebe/29’da da nakledilmiş ve kendilerine verilen cevaplar aynı surelerde yer almıştır. Burada da Rabbimiz kıyametin vaktinin belirli bir amaç için kimseye bildirilmediğini açıklamıştır: Sonra onun yanına geldiğinde seslenildi: “Musa! Ben, senin Rabbin olan Ben’im. Hemen iki nalınını çıkar, şüphesiz sen temizlenmiş vadide, Tuva’dasın / iki kere temizlenmiş bir vadidesin. Ve Ben seni seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye kulak ver. Hiç şüphesiz ki Ben, Allah’ın ta kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı ikame et. Şüphesiz ki o saat [kıyamet] gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye neredeyse gizleyeceğim.” (Ta Ha/11, 15) İnsanlar sana saatten [kıyametin kopuş vaktinden] soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi, Allahın, münafık erkekleri, münafık kadınları, müşrik erkekleri, müşrik kadınları azap etmesi; Ve Allah’ın, mümin erkeklerin ve mümin kadınların tövbelerini kabul etmesi için ancak Allah'ın nezdindedir. Ne bilirsin belki saat [kıyametin kopuş vakti] yakında olur. Ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (Ahzab/63,73) Sana, Saat'ten soruyorlar: “Ne zaman gelip çatacak?” De ki: “Onun bilgisi yalnızca Rabbimin katındadır. Onun vaktini Kendisinden başkası açıklayamaz. Göklerde ve yerde ağır basmıştır. O size ansızın gelir.” Sanki sen onu çok iyi biliyormuşsun gibi onu sana soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (A’raf/187) O gün kimi yüzler ağaracak, kimi yüzler de kararacaktır. Yüzleri kararanlara şöyle denecektir: “Siz inandıktan sonra yeniden kâfir mi oldunuz? Öyleyse, kâfirliğinizden dolayı tadın cezayı! Ve yüzleri ağaranlar ise, Allah’ın rahmeti içindedirler. Onlar orada temelli kalacaklardır.” (Âl-i İmran/106) Bir vakit de, “Ey Allah’ım, eğer bu Senin katından gelmiş bir hak/gerçek ise, hiç durma, üstümüze gökten taşlar yağdır veya bize çok acı veren bir azap ver” demişlerdi. (Enfâl/32) 28 - De ki: "Gördünüz mü? Eğer Allah beni ve benimle beraber olanları helak etse yahut bize merhamet etse, peki, bu kâfirleri acıklı bir azaptan kim koruyacak? 29 - De ki: “O, Rahman’dır. Biz, O’na inandık ve sadece O’na tevekkül ettik. Artık kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu yakında bileceksiniz.” 30 - De ki: “Gördünüz mü? Eğer suyunuz yerin dibine geçiriliverse, size kim bir pınar suyu getirebilir?” Rabbimiz bu ayetlerde elçisi aracılığı ile seslenerek inkârcıları düşünmeye davet etmektedir. Bu davet biraz da tehdit içermektedir. Hatırlanacağı üzere, bundan evvelki surede [Tur/30’da] müşriklerin Resulullah’ın ölümünü dört gözle bekledikleri nakledilmişti. (İleride, Fetih/12, Tevbe/50 ve Al-i Imran/120’de de Medine’deki inkârcıların aynı şeyi bekledikleri ifade edilecektir.) Pasajın 28. ayetinde inkârcıların bu beklentisine gönderme yapılıp onlara kendilerinin de ölecekleri, inanmadan ölmeleri halinde acıklı bir azaptan kurtulamayacakları ihtar edilmektedir. Dünyada iken kuraklık ve susuz bırakılarak sıkıntıya boğulmaları da ihtimal dâhilindedir. Böyle bir durumda kimsenin kendilerine yardım edemeyeceğini bilmeli ve akıllarını başlarına toplamalıdırlar. O dönemde Mekke’deki su kaynakları kıttı. Mekkeliler Zemzem ve Meymun kuyuları olmak üzere sadece iki kaynaktan yararlanabilmekteydiler. Rabbimiz onlara bu kaynaklardaki suların çekilivermesi durumunda hallerinin nice olacağını hatırlatmaktadır. Bu tehditler uyarı amaçlıdır; yani sahip oldukları nimetlerin Allah’tan olduğuna inanmalarını sağlamaktır. Rabbimiz suyun büyük bir nimet olduğunu insanlara birçok kez hatırlatmıştır: Peki, içip durduğunuz suyu gördünüz mü? Siz mi buluttan indirdiniz onu, yoksa Biz mi indirenleriz? Dileseydik onu tuzlu yapardık. O hâlde şükretmeniz [karşılığını ödemeniz] gerekmez mi? (Vakıa/68, 69) Surenin son ayetteki “Eğer suyunuz yerin dibine geçiriliverse, size kim bir pınar suyu getirebilir?” sorusunun cevabı hiç şüphesiz “Allah!” şeklinde olmalıdır. Allah, doğrusunu en iyi bilendir. |
![]() |
![]() |
![]() |
Bookmarks |
Etiketler |
77mülk, suresi |
|
|