![]() |
|
|
|
|
#1 |
|
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() ![]() |
Bu ayetler, azabın ve cehennemin devamlı olmadığını söyleyenlerin çok iyi incelemeleri gereken ayetlerdir. Çünkü Yüce Allah bu ayetlerde kâfir ve zalimleri asla bağışlamayacağını, onların sürekli cehennemde kalacaklarını ve cezalarının devamlı olacağını bildirmektedir. Ayetlerin sonunda yer alan “Bu Allah’a kolaydır” ifadesi ise, cezaların ve cehennemin ebedî olduğuna aklı yatmayanlara ve kimilerinin kanını donduran böylesine bir cezayı Allah’ın adaleti ile bağdaştıramayıp Allah’a adalet dersi vermeye kalkanlara yöneliktir. Bu ifade ile Yüce Allah sanki onlara “Siz kabul etmeseniz de bu böyledir!” demektedir.
Zühruf 74–78: Muhakkak ki kâfirler cehennem azabında ebedîdirler. Kendilerinden azap hiç hafifletilmeyecektir. Onlar kurtulmaktan da ümitlerini kesmişlerdir. Biz onlara zulmetmedik, fakat onlar kendileri zalim kimselerdi. (Cehennem bekçisine) “Ey Malik, artık Rabbin bizim işimizi bitirsin” diye seslenirler. Malik de: “Siz böyle kalacaksınız!” der. Ant olsun ki biz gerçeği getirdik, fakat çoğunuz gerçekten hoşlanmadınız. Cehennem azabının ebedî olduğunu bildiren bu ayetlerdeki “müks, makis” sözcüğü “ikamet etmek, bir yerde durup beklemek” (Lisanü’l Arab; c.8, s.337 mks mad.) anlamına gelmektedir. Yani Malik’in ifadesiyle kâfirlere “Sizin ikametgâhınız burasıdır, siz artık buralısınız, başka yeriniz yok!” denilmektedir. “Müks” sözcüğünden başka, Kur’an’da kullanılan “seva” ve “lübs” sözcükleri de “ikamet edilen yer” anlamındadır. Bu sözcüklerle ifade edilen “ikamet etme” kavramı Kur’an’da hem Zühruf suresinin 77. ayetinde olduğu gibi cehennem için, hem de Kehf suresinde olduğu gibi cennet için kullanılmıştır: Kehf 1–4: Hamd olsun o Allah’a ki, kendi katından şiddetli bir azabı haber vermek ve salih amel işleyen müminlere, içinde ebediyen kalacakları cenneti ve güzel bir mükâfatı müjdelemek ve “Allah çocuk edindi” diyenleri uyarmak için, kuluna içinde hiçbir eğrilik ve tezat bulunmayan dosdoğru kitabı indirmiştir. Kehf suresinin 3. ayetinde geçen “makis” sözcüğü “ikamet edilen, kalınan yer” anlamındadır. Keza, “peltek se, vav, ya” ile yazılan “seva” sözcüğü de “makis” sözcüğü ile eş anlamlı olup yine “ikamet etmek, sabit olmak”(el-Müfredat; svy mad.) anlamına gelmektedir. Rabbimiz “müks” sözcüğünü Ra’d suresinin 13. ayetinde, yağmur suyunun köpüğünün gidip faydalı olan kısmının yerde kalmasını belirtmek için kullanmıştır. Sonuç olarak şu söylenebilir: Ayetler manalandırılırken, ayette bulunan sözcüklerin Kur’an bütünlüğü içinde kazandığı anlamlara dikkat edilmeli, sözcüklerin lügat anlamları arasından ayetteki vakıaya uygun olanı seçilmelidir. Bunu konumuzla ilgili bir örnekle açıklayabiliriz: Allah Kur’an’da ebediyet âleminde sonu gelmeyen nimetler ikram edeceği müjdesini vererek inanan kullarının yüzlerini güldürmekte, zalim ve kâfir kullarının içlerini karartmak için de onları sonsuz azapla tehdit etmektedir. Hâl böyleyken, yukarıdaki ayetlerde geçen “ebedîlik cenneti” ve “devamlı kalınacak yer” anlamları yerine, “geçici cennet” ve “bir müddet kalınacak yer” anlamları konulursa, Allah’ın kullarına olan vaadinin geçici mekânlar için söz konusu olduğu gibi yanlış bir algılama ortaya çıkar. Bu yanlış algılama ise vaadin [mükâfatın] cazibesini, vaîdin [cezanın] de korkusunu sorgulanır hâle getirebilir. Böyle yanlışlara düşmemek ve doğru anlamlara ulaşmak için sözcüklerin Kur’an bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Söz konusu sözcükler Kur’an’da bir örgü gibi birbirini tamamlayacak şekilde ve hep devamlılığı, sonsuzluğu ifade edecek anlamlarda kullanılmıştır. Zaten Kur’an’ın bütüncül mesajı da bu anlamları desteklemektedir. Ayrıca bu sözcükler Kur’an’da soyut birer kavram olarak değil, anlamlarının kavranmasını kolaylaştıracak biçimde belirli bir inanışa, anlayışa dayanan ve temsilî anlatımlarla somutlaştırılmış bir âlemin niteliğini belirtmek için kullanılmıştır. Furkan 13–16: Elleri boyunlarına bağlanmış olarak cehennemin dar bir yerine atıldıkları zaman, oracıkta hemen yok olup gitmeyi isterler. (Onlara) “Bir defa yok olmayı değil, birçok defa yok olmayı isteyin!” denir. De ki: “Bu mu daha iyidir yoksa takva sahiplerine vaat edilen ebedîlik cenneti mi? Orası onlar için bir mükâfat ve gidilecek güzel bir yerdir. Onlara orada temelli kalmak üzere diledikleri her şey vardır. Bu, Rabbinin yerine getirilmesini istediği bir vaattir. CEHENNEM EBEDÎ AMA AZAP SÜRELİ MİDİR? Bu soru ekseninde ileri sürülen iddialarda cennet ehlinin ebedî olarak cennette kalmasında hiçbir mahzur görülmemiştir. Bunlara göre sorun, cehennem ehlinin cehennemde ebedî olarak cezalandırılmasındadır. Cehennem azabının ebedîliği konusu tarih boyunca tartışılmış ve çeşitli gerekçeler gösterilerek değişik kesimler tarafından azabın ebedî olmadığı savunulmuştur. Meselâ Yahudiler, ellerindeki kitapta olmamasına rağmen tahrif sonucu Allah adına bir yalan uydurmuşlar ve ne kadar süre ile suç işlenirse cehennemde de o kadar süre kalınacağına inanmışlardır. Musa peygamberin aralarından ayrıldığı kırk gün zarfında Allah’a inanmayı bırakıp “altın”a tapmaları hakkında da “Biz kırk gün günah işledik, kırk gün yanacağız. Başka günlerde bize ateş dokunmaz” demişlerdir. Ancak “Yahudi mantığı” deyiminin tipik örneği olan “cehennemde sayılı gün kalma” şeklindeki icat Yüce Allah tarafından Âl-i Imran suresinin 24. ayetinde “uydurulmuş bir yalan” olarak nitelenmiş, Bakara suresinin 80. ayetinde de “bilmedikleri bir şeyin Allah’a isnat edilmesi” olarak tanımlanmıştır: Âl-i Imran 24: Bunun sebebi, onların “Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacaktır” demeleridir. Uydurmuş oldukları yalanlar, dinlerinde kendilerini aldatmaktadır. Bakara 80: Dediler ki: “Sayılı birkaç gün dışında ateş bize asla dokunmayacaktır.” De ki: “Allah’tan bir ahit mi aldınız? Allah, ahdine asla ters düşmez. Yoksa siz Allah’a isnat ederek, bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?” Kendilerine verilen kitabı tahrif ettikleri Kur’an ile sabit olan Yahudilerin bu uydurmaları sadece cehennem azabının süreli olduğu inancından ibaret değildir. Onların Yahudi ve Hıristiyanlardan başkasının cennete giremeyeceği (Bakara/111), yalnız kendilerinin Allah’ın dostları oldukları (Cuma/6) gibi başka kuruntuları da vardır. Ancak dünyada işledikleri yüzünden ölümü istememeleri de (Cuma/7) göstermektedir ki, söyledikleri bütün bu yalanlara kendileri de inanmamaktadırlar. Bu yalanları uydurmakla işledikleri günah, sıradan bir günah değildir. Nitekim Kur’an’ın birçok ayetinde Yahudilerin pek çok sebeple kâfirleştikleri bildirilmiştir. Küfür ise süreli değil, sürekli olan bir suçtur. Bir kâfirin “On gün kâfirlik edeyim, sonra imana gelirim” diye düşünmesi söz konusu olamaz. Kâfirin ömrü ebedî olsa, küfrü de ebedî olur: Fatır 36–38: Ve şu inkâr eden kişiler, cehennem ateşi kendileri için olanlardır. Onlar hakkında hüküm verilmez ki ölsünler. Kendilerinden, onun [cehennem ateşinin] birazı da hafifletilmez. İşte Biz her aşırı inkârcıyı böyle cezalandırırız. Ve onlar, orada feryat ederler: “Rabbimiz! Bizleri çıkar, yapmış olduklarımızdan başka düzgün amel yapalım.” -Sizi düşünecek olanın düşüneceği kadar ömürlendirmedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. O hâlde tadın! Artık zalimler için bir yardımcı da yoktur.- Kesinlikle, Allah göklerin ve yerin gaybini bilendir. Hiç şüphesiz O, göğüslerin içindekini çok iyi bilendir. En’âm 27, 28: Ve onların, ateşin üzerinde durduruldukları zaman: “Ah, ne olurdu dünyaya döndürülseydik, Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve müminlerden olsaydık!” deyiverdiklerini bir görsen! Hayır, işin aslı daha önce gizleyip durdukları karşılarına çıktı. Geri çevrilselerdi yine menedildikleri şeye mutlaka dönerlerdi. Evet, onlar gerçekten yalancıdırlar. Küfrün ebedî olması gibi, iman da süreli [üç günlük, beş yıllık] değildir. Buna göre, nasıl imanın mükâfatı ebedî ise, küfrün cezası da ebedî olmak durumundadır. Müslümanlar arasında cehennem azabının ebedîliğinin Allah’ın adalet ve sonsuz rahmetiyle, O’nun Rahman ve Rahîm sıfatlarıyla bağdaşmadığını düşünerek cehennem ehlinin cehennemde ebedî olarak kalmayacağını ya da ebedî olarak acı çekmeyeceklerini savunanlar da olmuştur. Kendi akıllarına göre Allah’a din öğretmeye çalışan bu kişilerin başında Muhyiddin-i Arabî gelmektedir. Cehennem azabının geçici olduğunu savunan Müslümanlar, ileri sürdükleri görüşlerine, zayıf rivayetler yanında, bazı ayetlerde geçen sözcüklerin “yan anlamlarını” da delil olarak göstermişlerdir. Bunlardan birisi Nebe’ suresindedir: Nebe’ 21–26: Cehennem, gerçekten azgınları bekleyen bir pusu ve onların dönüp dolaşıp gelecekleri yerleri olacaktır. Orada darlık/kıtlık içinde oldukları hâlde kalacaklardır. Orada, ne bir serinlik, ne de içilecek bir şey tadarlar. Sadece bir kaynar su, bir de irin. Uygun bir ceza olarak. Yukarıdaki 23. ayette geçen “ احقابا ehkaben” sözcüğüne lügatlerde “bir yıldan fazla bir zaman”, “uzun zaman”, “seksen sene” gibi anlamlar verilmiştir. (Müfredat; hkb mad.) Ahiret yurdunun süreli olduğunu iddia edenler, lügatlerdeki bu süreleri ahiret yurdu için yeterli görmemiş olacaklar ki, sözcüğü “asırlarca, çağlar boyu” diye tercüme etmişlerdir. Cehennem azabının ebedî olmadığını ileri sürenler, bu iddialarını ahiret yurdunda kalınacak süreyi ifade eden “ahkaben” sözcüğünün bir zaman dilimini belirtmekte oluşuna dayandırmaktadırlar. “Ahkaben” sözcüğüne aynı zamanda hâl ve durum bildiren bir anlam vermek de mümkündür. Şöyle ki: Dikkat edilirse, sözcüğün geçtiği ayetten sonraki ayetlerde, cehennemde bulunanların serinlik ve içecek bir şey tadamayacakları, aksine kaynar su ve irin içecekleri ve onlar için azaptan başka bir şeyin artırılmayacağı bildirilmektedir. Bu şartlardaki bir insanın kısa sürede “deve semerini bağlayan kayış”a veya “semerin yükünü bağlayan ip”e dönmesi kaçınılmazdır. İşte, “ الحقب el-hakabu” sözcüğünün çoğulu olan “ahkab” sözcüğü de bu anlama gelmektedir. Gerçekten de cehennemdeki onca azabın içinde kaynar su ve irin içen kimselerin zayıflama sonucunda kayışa veya ipe benzetilmeleri, içinde bulundukları durumu anlatmak için son derece uygun bir benzetmedir. Bize göre bu sözcükle ilgili en isabetli görüşü Zemahşerî dile getirmiştir: (el-Keşşaf) Ayetteki “ehkaben” kelimesi, yağmuru, hayır ve bereketi az olduğunda kullanılan “hakıbe âmünâ” deyimiyle, bol rızık elde edemeyen kimse hakkında kullanılan “Hakıbe fülanün fe hüve hakıbe” ifadesine varıp dayanır ki, bunun çoğulu da “ehkâb” olur. Böylece, ayetteki bu kelime “onlar orada, bir darlık ve kıtlık içinde oldukları halde beklerler ...” takdirinde, “ehkâben” kelimesi hal olarak mensup olmuş olur. “Orada ne bir serinlik, ne de içilecek bir şey tadarlar” ifadesi de bunun tefsiridir. Cehennem azabının geçici olduğunu savunanların delil olarak ileri sürdükleri bir diğer husus da En’âm ve Hud surelerindeki ayetlerde geçen “Allah’ın dilediği hariç” ifadesidir: En’âm 128: O gün Allah onların hepsini oraya toplayacak ve “Ey cinler [şeytanlar] topluluğu! Siz insanlarla çok uğraştınız” diyecek. Onların insanlardan olan dostları da “Ey Rabbimiz! Biz birbirimizden faydalandık. Bizim için tayin ettiğin ecelin sonuna ulaştık” diyecekler. Allah da buyuracak ki: “Allah’ın dilediği hariç, içinde ebedî kalacağınız yer cehennem ateşidir.” Şüphesiz Rabbin hikmet sahibidir. Her şeyi bilendir. Daha önce de söylediğimiz gibi, “Allah’ın dilediği hariç” ifadesi, her zaman ve her koşulda güç ve kudretin Allah’a ait olduğunu, O’nun dilediğini yapacağını vurgulayan bir ifadedir. Bu ifadenin cümlede bildirilen hükmün bir istisnası olduğuna işaret ettiğini düşünmek yanlıştır. Çünkü ayette Rabbimizin “En-nâru mesvaküm halidine fiha [Sizin ebedî kalacağınız ikametgâhınız ateştir].” sözlerine muhatap olanlar, “cinn” ve “ins”den şeytanlara tâbi olan kâfirlerdir. Rabbimiz ise, kâfirler için cehennemin ebedî olduğunu ve onların bağışlanmayacağını, Nisa suresinin 168, 169. ayetlerinde açıkça bildirmiştir. Dolayısıyla bu hükümde bir istisna olduğunu düşünmek, Nisa suresinin ayetleriyle çelişmek olur. Hud; 106, 107: Bedbaht olanlar cehennem ateşindedirler. Onların orada öyle bir soluk alış verişleri vardır ki! Gökler ve yer durdukça onlar orada o ateşin içinde ebedî kalacaklardır. Ancak Rabbinin dilediği müstesna. Şüphesiz Rabbin dilediğini yapmaya kadirdir. Burada da, Hud suresinin 107. ayetinde geçen “Allah’ın dilediği hariç” ifadesinin, bir istisnayı işaret ettiğini düşünmek, aynı ayette geçen “halidine fiha” ifadesini “geçici bir süre” olarak kabul etmeyi gerektirmektedir. Oysa 108. ayete bakıldığında, cennet ve cennetliklerin durumunun da aynı sözcüklerle ifade edildiği görülmektedir: Hud 108: Mutlu olanlara gelince, onlar da gökler ve yer durdukça cennette ebedî olarak kalacaklardır, ancak Rabbinin dilemesi müstesna. Bu ardı arkası kesilmeyen bir ikramdır. Bu durumda her akleden kişi şu soruyu soracaktır: “Halidine fiha” ifadesi cennet için kullanıldığında “sonsuzluk” anlamına geliyor da niçin cehennem için kullanıldığında oranın “süreli” olduğu anlamına gelsin? Cehennem azabının ebedî olması konusuna mantıkî açıdan bakıp sırf bu yönden itiraz edenler de olmuştur. Meselâ bazıları “Azap, doğuştan temiz ve günahsız olan insanın sonradan ürettiği kötülüklerle kirlenmesinden dolayı öngörülen bir temizlenme sistemidir. Azabın kendisi bizzat amaç değildir. Böyle olunca, günah işlemiş ve bu yolla kirlenmiş olanlar bu kirliliklerinden arındığında azapları da son bulacaktır. Bunun aksini düşünmek Allah’ın azap etmekten zevk aldığını iddia etmek olur. Böyle bir zevk, O’nun ulûhiyetinin şanına yakışmaz, Kur’an’ın verileriyle de bağdaşmaz” diyerek cehennem ve cehennem azabının ebedî olmadığını ileri sürmüşlerdir. Dikkat edilirse, bu görüş, cehennem azabının günahları temizleyeceği varsayımına ve Allah’ın azap etmekten zevk almadığı gerçeğine dayandırılmıştır. Dolayısıyla bu görüşün tahlili de bu iki bakımdan yapılmalıdır. Birinci olarak, bu görüş sahiplerinin gözden kaçırdıkları bir husus vardır: “Temizlenme” kavramı kirlenenler için kullanılabilir ama bizzat kendileri kir olanlar için söz konusu edilemez. Rabbimiz Tövbe suresinin 28. ayetinde “Müşrikler ancak necestir” demek suretiyle, cehennemlik olan müşriklerin doğrudan “pislik” olduğunu çok açık bir şekilde ifade etmiştir. Kendisi “neces” olanın temizlenmesi ise ancak tövbe ve iman ile mümkündür; üstelik bunun yeri de ahiret değil, dünyadır. Çünkü her insana bu fırsat dünyada verilmiş, tövbe etmeye tenezzül etmeyenlerin yerinin cehennem olacağı kendilerine dünyada iken bildirilmiştir. Bu bildirim Allah’ın vaadidir ve Allah asla vaadinden dönmez. İkinci olarak, bu görüş sahiplerinin unuttukları bir başka husus daha vardır: “Zevk almak”, “duygusal davranmak”, “hislerine kapılmak” gibi davranışlar, yaratılmışların özellikleridir. Yaratıcı ise bunlardan beridir. O, insanlara tercihlerinin sonucu olan şeyleri daha onlar dünyada iken vaat etmiştir. Ahirette bu vaatlerini yerine getirmek suretiyle şaşmaz adaletini tecelli ettirecektir. Cehennemdeki azap Allah’ın suçlulara -hâşâ- kızması sebebiyle değil, önceden bildirilmiş vaadin yerine getirilmesi, adaletin sağlanması sebebiyledir. Yüce Allah, suçlulara önceden ilân ettiği cezaları vermek suretiyle adaleti sağlayacağını “intikam” sözcüğünü kullanarak birçok ayette bildirmiştir: Maide 95: ... Bu, yaptığının cezasını tatması içindir. Kim tekrar bu suçu işlerse Allah ondan intikam alır. Allah güçlüdür, intikam sahibidir. Âl-i Imran 4: ... Allah’ın ayetlerini inkâr edenler var ya, işte onlar için şiddetli azap vardır. Allah güçlüdür, intikam sahibidir. İbrahim 47: O hâlde Allah’ın peygamberine verdiği sözden cayacağını sanma! Doğrusu Allah azizdir, intikam sahibidir. Zümer 32: Allah’'a karşı yalan uydurup ve kendisine gelen gerçeği yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Kâfirler için cehennemde yer olmayacak mı? Zümer 37: Allah kimi doğru yola eriştirmiş ise onu saptıracak kimse yoktur. Allah mutlak galip ve intikam sahibi değil midir? Diğer taraftan, ahiretteki cezalar insanların dünyada işlediklerinin doğal sonuçlarıdır. Bu cezalar, dünyada iken haberli oldukları ama inanmadıkları şeylerdir: Casiye 33: Derken işledikleri kötülükler kendilerine belli oldu ve onları, alaya aldıkları şeyler kuşatıverdi. |
|
|
|
|
|
#2 |
|
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() ![]() |
Bir insanın dünyada hayatı boyunca yaptığı işlerin sonuçlarıyla beraber yaşaması nasıl gayet olağan ise, ahiretteki ebedî hayatında da aynı işlerinin sonuçları ile beraber yaşaması o kadar doğaldır. Dolayısıyla, bu durumun adalet ve rahmetle hiçbir çelişkisi yoktur.
Bazıları da ahiret hayatının -özellikle de cennet ve cehennemin- ebedî olması ile “taaddüdü kudema” oluşacağını, yani ebedîliğin cennet ve cehenneme de izafe edilmesi ile sadece Allah’a ait olan bu özelliğin çoğalmış olacağını ileri sürmüşler ve bu sebeple cehennemin ebedî olması durumunun Kur’an’ın ulûhiyet anlayışına aykırı olacağını iddia etmişlerdir. Bu görüş sahipleri iddialarına Kasas suresinin 88. ayetindeki “Allah’ın zatı dışında her şey helâk olacaktır” ifadesi ile Rahman suresinin aşağıdaki ayetlerini kanıt olarak göstermişlerdir: Rahman 26, 27: Göklerdeki ve yerdeki her şey fanidir; sadece O celâl ve ikram sahibi Allah’ın yüzü baki kalır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, cennet ve cehennemin ebedî olması kesinlikle bir “taaddüdü kudema” değildir. Çünkü ahiret âlemi, cennet ve cehennem irade ve kudret sahibi bir varlık değil, bizzat Allah tarafından kulları için yaratılmış şeylerdir. Dolayısıyla bunların ilâhlık iddiasında bulunmaları söz konusu olamayacağından, bu durumun Kur’an’ın ulûhiyet anlayışına ters olması da söz konusu değildir. Konuya delil getirilen Kasas suresinin 88. ayetinin tamamı ise şöyledir: Kasas 88: Allah ile beraber başka bir tanrıya kulluk etme! Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm O’nundur. Siz de ancak ona döndürüleceksiniz. Görüldüğü gibi, ayette Allah’tan başka ilâhlara, ölümlü olmaları sebebiyle inanılmaması gerektiği, Allah’ın ise baki olduğu bildirilmektedir. Yani, ayetteki o ifadenin, getirilmek istenen anlamla bir ilgisi yoktur. Rahman suresinin 26, 27. ayetlerinde ise tamamen dünya ile ilgili gerçekler dile getirilmekte ve dünyada var olan her şeyin kıyamet ile yok olacağı vurgulanmaktadır. Bu ifadelerin ahiretle, cennet ve cehennemle bir ilgisi yoktur. Biz, dünyaya ve içindekilere geçici olma özelliği veren Yüce Allah’ın ahirete de devamlı olma özelliği verdiğine inanıyor, eğer durum bunun aksi olsaydı, insanların bu müşkülünü asla belirsizliğe bırakmayıp Kur’an’da açıkça beyan etmiş olurdu diye düşünüyoruz. Bu konu asrısaadette de böyle anlaşılmış ve kabul edilmiş olmalı ki, cennet ve cehennemden sonra ne olacağı hakkında peygamberimize tek bir soru bile sorulmamış, literatürde buna ilişkin hiçbir rivayet yer almamıştır. Netice olarak; cehennem de, cehennemdeki azap da daimidir. 26. ayetteki “yaptıklarına uygun bir ceza olarak” ifadesiyle, cehennemliklere verilen cezanın eksik veya fazla olmayıp işledikleri amellere tamı tamına denk bir ceza olduğu kast edilmiştir. Cehennemdeki cezanın kötü amellerin karşılığı kadar olacağı hususu birçok ayette konu edilmiştir: Kötülük kazanmış olan kimseler de, kötülüğün cezası, bir misli iledir. Ve onları bir zillet kaplar. Onlar için Allah'tan, hiçbir koruyucu yoktur. Sanki onların yüzleri karanlık gecelerden bir parçaya bürünmüş gibidir. İşte onlar ateşin ashabıdırlar. Onlar orada ebedî kalacaklardır. (Yunus/26) Ve kim kötülükle gelirse artık yüzleri ateşte sürtülür. -Siz yaptığınız amellerden başkasıyla mı karşılıklandırılacaksınız?- (Neml/90) Kim bir iyilik getirirse ona ondan daha hayırlısı/ ona ondan dolayı bir hayır vardır. Ve kim bir kötülük getirirse; işte o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları şeyler ile karşılıklandırılırlar. (Kasas/84) O zayıf düşürülen kimseler de o büyüklük taslayan kimselere: “Bilakis gecenin ve gündüzün tuzağı! Siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na bir takım eşler kılmamızı emrediyordunuz” derler. Bunlar azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını gizleyeceklerdir. Biz de o küfretmiş olan kimselerin boyunlarına demir halkalar geçirmişizdir. Onlar sadece yapmış olduklarının karşılığını görüyorlar. (Sebe’/33) Her kim bir kötülük yaparsa, ona ancak yaptığının bir misli ile ceza verilir. … (Mü’min/40) Ve bir kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür. Ama kim affeder ve düzeltirse artık onun ücreti Allah’a aittir. Şüphesiz ki O, zalimleri sevmez. (Şûra/40) Bu durumların gerçekleşeceğini ummayan, sürekli olarak ahireti yalanlayan kimselerin yaptıkları bir bir ortaya konup hesabı sorulduktan sonra kendilerine “Haydi tadın! Bundan böyle size azaptan başka bir şey artırmayacağız” denilmektedir. 29. ayette Rabbimiz “Oysa Biz her şeyi yazarak saydık döktük” buyurmaktadır. Rabbimizin bu sözü, dünya hayatında iken insanın her konuştuğu sözün, ortaya koyduğu her davranışın kayda alındığı gerçeğini ifade etmektedir: Ve and olsun insanı Biz yarattık. Nefsinin kendisine neler fısıldadığını da biliriz. Ve Biz ona şah damarından daha yakınız. Onun sağından ve solundan oturmuş [yerleşik] iki tespitçi tespit edip dururken, o [insan] hiçbir söz söylemez ki yanında hazır gözetleyen bulunmasın. (Kaf/16- 18) O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah onları bir bir saymıştır. Onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye şahittir. (Mücadele/6) Ve Kitap [amel defteri] konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez. (Kehf/49) Şüphesiz ki ölüleri ancak Biz diriltiriz Biz. Onların önceden yapıp gönderdiklerini ve eserlerini de yazarız. Zaten Biz her şeyi bir “imam-ı mübin”de sayıp tespit etmişizdir. (Ya Sin/12) Ve her insanın kendi kuşunu ayrılmayacak şekilde boynuna doladık. Ve biz kıyamet günü açılmış bulacağı kitabı onun için çıkarırız. -“Oku kendi kitabını! Bugün nefsin [kendi zatın], kendine karşı hesap sorucu olarak sana o yeter!”- (İsra/13, 14) Ve inkâr etmiş kişiler ateş üzerinde yayılacakları gün: “Siz iğreti hayatınızda bütün güzel şeylerinizi giderdiniz, onlar ile yararlandınız, artık yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanız ve fasıklık edip durduğunuzdan dolayı bu gün alçaltıcı bir azap ile karşılık göreceksiniz!” (Ahkaf/20) Ve ateşin ashâbı, cennetin ashâbına, “Biraz su veya Allah'ın sizi rızıklandırdığı şeylerden bize aktarın” diye seslendiler. Onlar da, “Allah, dinlerini alaya ve eğlenceye alan, basit, iğreti hayata aldanan inkârcılara ikisini de gerçekten yasaklamıştır!” dediler. –Bu günle karşılaşacaklarını umursamadıkları, ayetlerimizi bile bile inkâr ettikleri gibi, Biz de bu gün onları umursamayacağız [cezalandıracağız]–. (A’raf/50) Onlar içlerine işleyen bir ateş ve kaynar su içindedirler, serin olmayan, sevimli olmayan kapkara dumandan bir gölge içindedirler. Şüphesiz onlar [solun ashabı] bundan önce mütref [varlık içinde sefahate dalanlar] idiler. Ve büyük günah [şirk] üzerine ısrar ediyorlardı. Ve “Biz ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra mı, biz gerçekten kaldırılacağız? Önceki atalarımız da mı?” diyorlardı. (Vakıa/42- 48) Takvalı davranmışlara vaad edilen cennetin örneği: “Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rablerinden bir bağışlanma vardır. Bunlar, ateşte ebedî olarak kalacak olan ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar su içirilen kimse gibi olur mu? (Muhammed/15) 31- 37- Kesinlikle muttakiler için, Rabbinden; göklerin, yerin ve bu ikisi arasındakilerin Rabbinden; Rahman’dan bir karşılık ve yeterli bir bağış olarak korunaklar/kurtuluş mekânları; sulak bağlar-bahçeler, üzümler, hepsi bir seviye tomurcuklar [çiçek bahçeleri], dolu dolu su kapları vardır. Onlar, orada boş bir söz ve yalan duymazlar. -Onlar, O’nun huzurunda söz söylemeye güç yetiremezler.- Cehennemliklerin ahirette neyle karşılaşacakları bildirildikten sonra bu ayetlerde de muttakilerin güzel ve mutlu konumları haber verilmektedir. Benzer bilgiler başka ayetlerde de verilmektedir: İşte bu bir öğüttür/şereftir/hatırlatmadır. Şüphesiz ki takva sahipleri için güzel bir dönüş yeri; içlerinde yaslanarak birçok meyve ve içecekler istedikleri ve de yanlarında hepsi de aynı yaşta bakışları dikililerin olduğu [gözleri karşılarındakinden başkasını görmeyen hizmetçilerin bulunduğu] kapıları kendilerine açılmış olan Adn cennetleri vardır. (Sad/52) De ki: “Ey iman etmiş olan kullar! Rabbinize takvalı davranın. Bu dünyada iyilik-güzellik yapanlara bir güzellik vardır. Şüphesiz Allah’ın arzı [yeryüzü] geniştir. Ancak sabredenler, mükâfatlarını hesapsız tastamam alacaklardır.” (Zümer/10) 38- 40 -Ruh ve melekler saf saf dikildikleri gün, Rahman’ın izin verdikleri dışında hiç kimse konuşamaz. Ve o [izin verilen], doğruyu söyler: “İşte bu, hak gündür. Artık dileyen Rabbine bir sığınak edinir. Şüphesiz Biz sizi yakın bir azap ile uyardık.” O gün, kişi iki elinin[iki gücünün; mal ve çevresi] ne takdim ettiğine bakar [yaptıklarıyla yüz yüze gelir] ve kâfir der ki: “Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım.” İnkârcıları bekleyen akıbetin haber verildiği bu ayetlerde, uyarı amacıyla kıyamet gününün dehşeti ve insanın çaresizliği dile getirilmektedir. O gün en büyük tanık Allah’ın gönderdiği vahiyler olacaktır. İlahî kitaplar o gün saf saf dizilecek, insan hakkında tanıklık edecektir: “İşte bu, hak gündür. Artık dileyen Rabbine bir sığınak edinir. Şüphesiz Biz sizi yakın bir azap ile uyardık.” Saf saf dizilip insanı uyaran melekler ve ruh, Allah’ın insanlığa gönderdiği kitaplar, yani vahiylerdir. Hayır… Hayır… Yer üst üste sarsıntılarla dümdüz edildiği zaman, Rabbinin geldiği ve meleklerin saf saf dizildiği zaman, o gün cehennem de getirilmiştir; o insanın, o gün aklı başına gelecektir, artık aklının başına gelmesinin kendisine ne yararı var ki! (Fecr/21- 23) O saflar halinde dizilenlere/ dizenlere, sonra da haykırıp sürükleyenlere, sonra da [haykırıp sürükleyince de] öğüt okuyanlara kasem olsun ki, [bunlar, o saflar halinde dizilenler kanıttır ki,] sizin İlahınız kesinlikle Bir Tek’tir. O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir. Doğuların da Rabbidir. (Saffat/1- 5) Ve "Bizden her birimizin mutlaka belli bir makamı vardır. Ve biz kesinlikle saf saf dizilenlerin/dizenlerin ta kendisiyiz. Biz, tesbih edenlerin de [Allah’ı noksanlıklardan arındıranların da] ta kendisiyiz” derler. (Saffat/164- 166) Biz yalnızca Rabbinin emri ile ineriz. Önümüzdeki ve ardımızdaki [bütün geçmiş ve gelecek şeyler] ve bunların arasındakiler yalnızca O’nundur. Ve senin Rabbin unutmuş değildir. O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir. Öyleyse, O’na ibadet et ve O’na ibadet etmekte sabırlı ol. Hiç sen O’nun ismiyle isimlenen birini bilir misin? (Meryem/64, 65) Elif, lam, ra. (Bu,) Allah'tan başkasına kulluk etmeyin [sadece Allah’a kulluk edin] diye ayetleri hikmet içertilmiş / bozulması engellenmiş, bir de Hakim [hikmetler koyan/ engelleyen], Habir [her şeyden haberdar olan Allah] tarafından detaylandırılmış bir kitaptır: “Şüphesiz ben sizin için O’nun tarafından bir uyarıcı ve bir müjdeciyim. Ve Rabbinize istiğfar edin [bağışlanma isteyin], sonra O’na tövbe edin ki, sizi adı konmuş bir süreye kadar güzelce yararlandırsın. Ve her fazilet sahibine lütfunu versin. Ve eğer yüz çevirirseniz, ben sizin aleyhinize olan büyük bir günün azabından korkarım. Dönüşünüz yalnızca Allah'adır. Ve O her şeye gücü yetendir.” (Hud/1-4) Öyleyse Allah’a kaçın. Şüphesiz ki ben, sizin için O’ndan apaçık bir uyarıcıyım. Ve Allah ile beraber başka bir tanrı kılmayın [oluşturmayın]. Şüphesiz ben sizin için O’ndan apaçık bir uyarıcıyım. (Zariyat/50, 51) O gün geldiğinde O’nun [Allah’ın] izni olmadan hiç kimse konuşmaz. İşte o gün onlardan [insanlardan] bir kısmı bedbaht ve [bir kısmı da] mutludur. (Hûd/105) Surenin son ayetinde “… ve kâfir der ki: ‘Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım!’ ” ifadesi yer almaktadır. Bu ifadeyi “Keşke ben, hesap için yeniden diriltilmeseydim ve toprak halinde bırakılsaydım”, “dünyaya hiç gelmemiş olsaydım”, “yükümlülük verilen bir varlık olmasaydım” şeklinde anlamamız mümkündür. Ve kitabı solundan verilen kimseye gelince; işte o: “Keşke kitabım bana verilmeseydi, hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Ne olurdu o iş bitmiş olsaydı. Malım bana hiç fayda vermedi. Gücüm [otoritem] de benden yok olup gitti” der. (Hakka/27) İnkar edip peygambere isyan edenler, o gün toprağa karışıp gitmeyi isterler. Allah’tan hiçbir sözü gizleyemezler de. (Nisa/42) Allah, doğrusunu en iyi bilendir. |
|
|
|
![]() |
| Bookmarks |
| Etiketler |
| 80nebe, suresi |
|
|