![]() |
|
![]() |
#1 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() ![]() |
![]()
Ve kendi dillerinizin yalan vasfetmesi ile Allah’a yalan uydurmak için, “şu helaldir, şu haramdır” demeyin; aksi hâlde Allah'a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah’a yalan uyduran kimseler kurtulamazlar. (Nahl/116)
Oysa dinin kaynağı tektir ve o da Allah’ın vahyidir. Dolayısıyla dinde ayrılığa düşülmemeli, din adına daima içinde tefrika, ihtilaf olmayan o vahye müracaat edilmelidir. O [Allah], dinden Nuh'a tavsiye ettiği şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimiz şeyi şeriat kıldı: “Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de ona kılavuzlar. (Şûra/13) Ey iman edenler! Allah'ın ve Resulünün önüne geçmeyin! Allah'a karşı takvalı olun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. (Hucurat/1) Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi’ye ve sizden olan emir sahibine itaat edin. Sonra eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve ahiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi’ye havale edin. Bu, daha iyidir ve ilk iş olma bakımından daha güzeldir. (Nisa/59) Dinin asıl kaynağından sapıldığında tefrika kaçınılmazdır. Bilindiği üzere, dinimizdeki ihtilafların pek çoğu, peygamberimize nispet edilen ve hadis, sünnet diye adlandırılan haberlerden kaynaklanmaktadır. O hâlde dindar kişilerin de ilk günden beri “aynı” olan ve bugün de “aynı”lığı devam eden Gerçek Din’e [Kur’an’a] uymaları, parçalanmalara yol açıp bölük bölük olanların yoluna uymamaları gerekmektedir. Aksi takdirde -ayette bildirildiği gibi- “... şüphesiz onların işi Allah’adır (En’am/159)”; yani onlar hakkındaki hüküm Allah tarafından verilecektir: Şüphesiz o iman etmiş kimseler, Yahudi olmuş kimseler, Sabiîler, Hıristiyanlar, Mecusiler ve eş koşmuş olanlar; şüphesiz Allah, kıyamet günü bunların arasını ayıracaktır. Şüphesiz Allah her şeye en iyi tanıktır. (Hacc/17) Gerçek Din'in temel ilkeleri şunlardır: 1- Kâinatın tek ilâhı ve rabbi Yüce Allah’tır. 2- Sıfatlarında, güç ve kudretinde kimse O'nun dengi ve ortağı tutulamaz. 3- Tüm insanların dünyada yaptıklarının hesabını vereceği bir başka âlem kurulacaktır. Bu konu En’am suresinin 159, 160. ayetlerinde detaylandırılmıştı. (Tebyinü’l Kur’an; c. 6 , s. 466- 468) 33, 34 - İnsanlara bir sıkıntı dokununca da, Rabb’lerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra, onlara kendinden bir rahmet tattırınca, bir de bakarsın ki, içlerinden bir gurup, kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etmek için Rabb’lerine şirk koşarlar. -Haydi, faydalanın bakalım! Yakında bileceksiniz.- 35 - Yoksa Biz, onlara bir sultan [delil] indirmişiz de o [delil], onların O'na [Allah’a] ortak koştukları şeyleri mi söylüyor? 36 - Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman da, onunla şımarırlar. Ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle kendilerine bir kötülük isabet ederse, hemen onlar umutsuzluğa düşerler. 37 – Onlar, şüphesiz Allah’ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için ayetler vardır. Bu ayetlerde, insanların, özellikle de müşriklerin genel karakteri sergilenmektedir. Putperestlere ait bu genel karakter Kur’an’da birçok kez konu edilmiştir. İşte onlar, gemiye bindiklerinde, dini yalnız Allah’a özgü kılarak O’na yalvarırlar. Sonra ne zaman ki onları karaya çıkarıp kurtardı, bir de bakarsın ki onlar, kendilerine verdiklerimize nankörlük etmek ve kazançlı çıkmak için şirk koşuyorlar. Artık onlar, yakında bilecekler. (Ankebut/65, 66) Ve eğer insana, tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra da onu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o umutsuzdur, çok nankördür. Ve eğer, kendisine dokunan mutsuzluktan sonra, ona mutluluğu tattırsak, elbette, “Kötülükler benden gitti” der. Ve kuşkusuz o, şımarıktır, böbürlenen biridir. (Hud/9, 10) O, sizi bir candan yaratan ve ondan da, kendisine ısınsın diye eşini yapandır. Ne zaman ki o, onu örtüp bürüdü, o zaman o hafif bir yük yüklendi. Ve bununla gidip geldi. Ne zamanki zevce ağırlaştı o zaman onlar [o ikisi] Rabblerine dua ettiler: “Eğer bize sâlih [bir çocuk] verirsen, and olsun ki [kesinlikle] şükredenlerden olacağız.” Ne zaman ki onlara [o ikisine] sâlih [bir çocuk] verdi, o ikisine verdiği şey hakkında O'nun için ortaklar kıldılar. Onların ortak koştuğu şeylerden Allah münezzehtir, yücedir. (A’raf/189, 190) Ayetlerini size göstermek için, şüphesiz, Allah’ın nimetiyle geminin denizde kayıp gittiğini görmedin mi? Şüphesiz bunda, tüm çok sabırlı ve çok şükreden için ayetler vardır. Ve gölgeler gibi bir dalga onları bürüdüğünde, O’nun için dini arındırarak Allah’a yalvarırlar. Ama ne zaman ki karaya çıkararak kurtardı, onlardan bir kısmı orta yolu tutar [iman küfür arasında bir yol tutar]. Ve bizim ayetlerimizi ancak, tam hain ve tam nankör bile bile inkâr eder. (Lokman/31, 32) Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler. O, müstesna [kaybolmaz]. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok nankördür! (İsra/67) O, sizi tek bir nefisten yarattı, sonra ondan eşini kıldı [yaptı]. Ve sizin için hayvanlardan sekiz eş indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, yaratılıştan sonra bir yaratılışla yaratıyor. İşte bu, mülk [krallık, hâkimiyet] yalnız kendisinin olan Rabbiniz Allah’tır. O’ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Öyleyse, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz? Eğer inkâr/nankörlük edecek olursanız, biliniz ki, şüphesiz Allah size hiç bir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için küfre/nankörlüğe rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz, sizin için ona razı olur. Hiç bir taşıyıcı, bir başkasının yükünü çekmez. Sonra dönüşünüz yalnızca Rabbinizedir. Böylece yapmış olduklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı iyi bilendir. İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, bütün gönlünü ona vererek Rabbine dua eder. Sonra kendisine tarafından bir nimet lütfettiği zaman da önceden O’na dua ettiği hali unutur da Allah’ın yolundan sapıtmak için O’na ortaklar kılar [oluşturur]. De ki: “Küfrünle biraz yararlan! Şüphesiz sen ateşin ashabındansın.” (Zümer/6, 8) Ve iyilik olarak sahip olduğunuz ne varsa, işte Allah’tandır. Sonra size bir zarar dokunduğunda, hemen yalnız O’na sığınırsınız. Sonra, zararı sizden giderince, sizden bir gurup, kendilerine verdiklerimizi inkâr etmek/verdiklerimize nankörlük etmek için Rab’lerine şirk koşarlar. – Haydi, şimdi faydalanın! Fakat yakında bileceksiniz.- (Nahl/53- 55) İnsana gelince, Rabbi onu her ne zaman sınayıp da kendisini üstün kılar ve nimetler verirse: "Rabbim beni üstün kıldı" der. Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa: "Rabbim beni aşağıladı" der. (Fecr/15,16) 37. ayette “Onlar, şüphesiz Allah’ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için ayetler vardır” buyrulmaktadır. Burada ekonomik değerlerin Rabbimiz tarafından ayarlandığı; daralttığında kimsenin ümitsizliğe düşmemesi, bollaştırdığı zamanda da kimsenin şımarmaması gerektiği bildirilmektedir. Nitekim bu husus Zuhruf suresinde şöyle açıklanmış idi. Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit hayatta [dünya hayatında] onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. (Zuhruf/32) 38 – Öyleyse, yakınlık sahibine, miskine ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah'ın yüzünü [rızasını] dileyenler için daha hayırlıdır. Ve bunlar felah bulanların ta kendileridir. 39 – Ve insanların malları içinde artsınlar diye ribadan verdikleriniz, Allah yanında artmaz. Allah'ın yüzünü [rızasını] dileyerek zekâttan verdikleriniz… İşte o kimseler, kat kat arttıranların ta kendileridir. Bu ayetler, rızkın Allah tarafından taksim edildiği konusunun devamı mahiyetindedir. 37. ayette “Onlar, şüphesiz Allah’ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için ayetler vardır” buyrulmuştu. İnsanın sahip olduğu mal varlığının esas sahibi Allah olduğuna göre, 38. ayette de kişinin uhdesinde bulunan mal varlığını hak sahiplerine; yakınlara, miskine ve yolcuya vermesi gerektiği bildirilmektedir. 39. ayette ise “Ve insanların malları içinde artsınlar diye ribadan verdikleriniz, Allah yanında artmaz. Allah'ın yüzünü [rızasını] dileyerek zekâttan verdikleriniz… İşte o kimseler, kat kat arttıranların ta kendileridir” buyrularak o günün insanlarının çıkarcılıkları ve açgözlülükleri kınanmaktadır. Bunlar, mallarındaki Allah hakkını yerine vermeyip daha da çoğaltabilmek için yatırım yapan kimselerdir. O devirde kimileri mallarını kendilerine daha çok geri döneceğini gözeterek zenginlere hediye verirlerdi. Böylece mallarını çoğaltmaya çalışırlardı. Yerinde bir tabirle, “Kazın geleceği yerden tavuğu esirgemezlerdi.” Burada konu edilen “ رباًriba [artış]”, Bakara suresinde konu edilen ve ciddi bir insanlık suçu olan “faiz” değildir; çıkar amaçlı hediye vermek, çıkar amaçlı yardımda bulunmak demektir. Bu anlamda riba serbest olmakla beraber, ayetten anlaşıldığına göre hoş bir davranış değildir. Yasaklanan “ الرّبوا riba [faiz]”, Bakara ve Al-i Imran surelerinde yer almaktadır: O, ribayı yiyen kişiler, şeytanın bir dokunuşuyla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu, şüphesiz onların, ”Alış-veriş, riba gibidir” demeleriyledir. Oysa ki Allah, alış-verişi helal, ribayı haram kılmıştır. Kendisine rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah’adır. Ve kim ki yeniden dönerse, işte o dönenler ateşin dostlarıdır. Onlar orada sürekli kalacaklardır. Allah ribayı mahveder, oysa sadakaları bereketlendirir. Allah günahta ve inkârda direnen hiç kimseyi sevmez. Kesinlikle İman eden ve salihatı işleyen, namazı ikame eden ve zekatı veren kişilerin Rabbleri katında mükafatları vardır. Ve onlar üzerine hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar. Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve artık faizin peşini bırakın, eğer gerçekten müminler iseniz. Eğer böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve Resulü tarafından size savaş açılmış olduğunu bilin. Eğer tevbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir. Haksızlık etmezsiniz, haksızlığa da uğramazsınız. (Bakara/275-279) Ey iman etmiş kimseler! Kat kat artırılmış olarak ribayı yemeyin. Felah bulmanız için Allah'a takvalı davranın. Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten de sakının. Merhamet olunmanız için Allah ve Elçi’ye itaat edin. Ve Rabbinizden bağışlanmaya ve eni göklerle yer kadar olan, bollukta ve darlıkta infak eden, öfkelerini yutan ve insanları affeden muttakiler için hazırlanmış olan cennete yarışın. –Ve Allah, Muhsinleri [iyilik güzellik üretenleri] sever. (Âl-i İmran/130-134) 40 - Allah, sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüren ve sizi diriltendir. Hiç sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapacak kimse var mı? Allah, onların ortak koştuklarından münezzeh ve çok yücedir. Bu ayetle pasaj, tevhidi öğreten bir bildiri ile bağlanmaktadır: Yaratan da rızıklandıran da Allah’tır. Yaratma ve rızıklandırma gücü olmayanlardan kesinlikle ortak olmaz, böyleleri ilah da edinilmez, herkes bunu iyi bilmelidir. Allah, onların ortak yakıştırmalarından münezzeh ve yücedir. 41- İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/kargaşa ortaya çıktı. Bu ayette Rabbimiz, yaptıkları yanlışlar yüzünden insanlara hatalarının bir kısmının cezasını tattırmak için yeryüzünde kargaşa; bozulmalar oluştuğunu bildirerek onlardan akıllarını başlarına almaları, yaptıkları işlerle karada ve denizde fesat çıkarmamalarını / doğadaki dengeyi bozmamalarını emretmektedir. İleride bu mesaj farklı bir üslup ile de gelecektir. Şüphesiz Biz, emaneti [güvenliği, düzeni, dengeyi] göklere, yere ve dağlara yaydık da, onlar, onu taşımaya yanaşmadılar, ondan [güvenliğin, düzenin, dengenin alıp götürülmesinden] korktular. Ve onu insan taşıdı [ona ihanet etti]. Şüphesiz o [insan], çok zalim ve çok cahildir. (Ahzab/72) Ve onları yeryüzünde birçok ümmetlere ayırdık. Onlardan bir kısmı sâlihlerdi, bir kısmı da bundan aşağı idi. Ve Biz, onları dönsünler diye iyiliklerle ve kötülüklerle belâlandırdık [imtihan ettik]. (A’raf/168) Burada konu edilen fesat, doğal dengenin bozulmasıdır. Yani mevsimlerin bozulması, yağışların azalması veya çoğalması, bitkilerin verimsizleşmesi, suların kirlenmesi, buna bağlı olarak suda yaşayan canlıların yok olması, atmosferin bozulması, ozon tabakasının zayıflaması ve delinmesi, buna bağlı olarak yüksek radyasyonun neden olduğu kanser ve benzeri hastalıkların çoğalması; tüm bunların sonucunda da yeryüzünde sıkıntılı bir hayatın meydana gelmesidir. Bilinen bir gerçek ki; hazza dayalı bir üretim ve tüketim perspektifi yüzünden insanoğlu kontrolsüz bir teknolojik gelişmeyle doğadaki dengeyi hızla bozmaktadır. Bunun sonucu olarak içilecek temiz su kaynakları, solunacak temiz hava ve yenilecek doğal ve sağlıklı yiyecek temini her geçen gün biraz daha zorlaşmaktadır. Bu zorlukların oluşturduğu biyolojik ve psikolojik komplikasyonların insan sağlığını ciddi olarak tehdit ettiği bilimsel çalışmalarla da teyit edilmiştir. Bugün bu tehlikeli sürecin tüm devletlerce de algılandığı gerçek olmakla beraber, olumsuz sonuçlarının giderilmesi konusundaki uluslararası irade henüz yeterince güçlü değildir. BM şemsiyesi altında yapılan ve Kloro Floro Karbon gazlarının atmosfere salınımı konusunda sınırlamalar getiren Kyoto Protokolü ancak 2005 yılında imzalanabilmiştir. Bu ve benzer antlaşmalarla çevrenin insan ve diğer canlıların sağlığına yeniden uygun hale getirilmesi çabalarına ağırlık verilmeli ve Allah’ın doğaya koyduğu ekolojik denge yeniden sağlanmalıdır. Aksi halde insanlık daha büyük felaketlerle karşılaşacak ve bu felaketler tadımlık olmayacaktır. Ekolojik denge ve bu dengenin korunmasına yönelik son zamanlarda bir hayli bilimsel çalışma yapılmakta ve bir takım tedbirler alınmaktadır. Okurların bu konuyu detaylı olarak bilimsel verilerden okumasını ve takip etmesini öneriyoruz. 42 - De ki: Yeryüzünde gezin de bundan öncekilerin akıbeti nasıl olmuş bir bakın. Onların çoğu ortak koşanlar idiler. 41. ayette “İnsanlar dönerler diye, kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/kargaşa ortaya çıktı” denilmiş ve dikkatler insanoğlunun yeryüzündeki olumsuz tasarruflarına çekilmişti. Bu ayette de bu olumsuz tasarrufların yol açtığı yıkımı insanların bizzat kendi gözleriyle incelemeleri istenmektedir. Gezip inceleyenler, müşrik toplumlarının akıbetlerinin nasıl olduğunu yeryüzünün her tarafında açıkça gözlemleyebilirler. Rabbimizin emri gereğince, yeryüzünde kargaşa çıkaranların sonunun nasıl olduğu, tarihi verilerle de örneklenerek bilimsel olarak ortaya konulmalıdır. O [Karun]; “O [servet], bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi.” dedi. Bilmez miydi ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok topluluğu [taraftarı, birikimi] olan kimseleri kesinlikle helâk etmişti. Ve günahkârlar günahlarından sorulmaz [Allah onların hepsini bilir]. (Kasas/78) |
![]() |
![]() |
![]() |
#2 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() ![]() |
![]()
43 – 45- Öyleyse, Allah’tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün gelmeden önce yüzünü dosdoğru/koruyan dine çevir. O gün onlar, O’nun [Allah’ın], iman eden ve salihatı işleyen kimselere lütfundan karşılık vermesi için bölük bölük ayrılırlar. Şüphesiz O, kâfirleri sevmez. Kim inkâr ederse, artık inkârı kendi aleyhinedir. Kim de salihi işlerse, artık onlar da kendileri için döşek [rahat bir yer] hazırlamış olurlar.
Bu ayetlerde, Resulullah’ın şahsında tüm insanlığa hitap edilerek bir an evvel gerçeğe dönmeleri ve hak dine koşmaları emredilmektedir. Ayetteki “Allah’tan, geri çevrilmesi olmayan bir gün” ifadesi, “Allah'ın bizzat geri çevirmeyeceği, başka birisinin de çeviremeyeceği; reddine kesinlikle imkân bulunmayan gün” demektir." Ayette geçen “dosdoğru din”, Yusuf suresinde şöyle tanıtılmıştı: O [Yusuf]; “Size yiyecek olarak verilecek bir yemek gelmeden önce onun tevilini size bildiririm. Bu, Rabbimin bana öğrettiği şeylerdendir. Şüphesiz ben Allah’a inanmayan bir kavmin –ki onlar ahreti inkâr edenlerin ta kendileridir- milletini terk ettim. Ve atalarım İbrahim, İshak ve Yakub'un milletine uydum. Bizim, Allah’a hiçbir şeyi ortak tutmamız olmaz. Bu, Allah’ın bize ve insanlara bir lütfudur. Velâkin insanların çoğu şükretmiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok rabler mi daha hayırlı, yoksa her şeye hâkim ve galip olan bir tek Allah mı? Sizin, O’nun astlarından o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Ona [bunlara tapmanız konusuna] Allah hiçbir delil indirmiş değildir. Hüküm ancak Allah’a aittir: O, size, kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte bu dosdoğru dindir. Fakat insanların çoğu bilmiyorlar. Ey benim zindan arkadaşlarım! Biriniz efendisine yine şarap sunacak. Diğeri de asılacak da kuşlar onu başından yiyecekler. İşte hakkında fetva istediğiniz iş gerçekleşti” dedi. (Yusuf/37- 41) 46- […….] Bu ayet, teknik ve anlam bütünlüğü itibariyle 25. ayetin devamı niteliğinde olduğundan tarafımızdan oradaki pasajda değerlendirilmiştir.] 47- […….] Bu ayet, anlam bütünlüğü dikkate alınarak tarafımızdan 59, 60. ayetler arasında tertip görmüştür. 48 – Allah, rüzgârları gönderendir. Sonra bunlar [rüzgârlar], bir bulutu savururlar. Sonra O [Allah], onu gökyüzünde nasıl dilerse öyle yayar ve onu parça parça kılar. Sonra da sen, onun derinliklerinde yağmur çıkar görürsün. İşte O [Allah], onu kullarından dilediği kimselere isabet ettirdiği vakit, onlar, müjdelenirler [mutlu olurlar]. 49 - Hâlbuki onlar, önceden; daha önce üzerlerine indirilmeden evvel kesinlikle ümit kesenlerdirler. 50- Öyleyse Allah’ın rahmetinin eserlerine bir bak; yeryüzünü ölümünden sonra nasıl diriltiyor? Şüphe yok ki O, mutlaka ölüleri diriltir ve O, her şeye gücü yetendir. Rabbimiz bu ayetlerde yine Zatını tanıtıp insanlara rahmetinin tecellilerinden biri olan rüzgârlarla onları mutlu edişini açıklamaktadır. Rahmetinin eserleriyle yeryüzünü nasıl canlandırdığına dikkat çekip ölümden sonraki dirilmenin de böyle olacağına işaret etmektedir. Bu gerçeğe başka ayetlerde de işaret edilmişti: Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten su indirip de onunla size rızık olarak çeşitli meyveler çıkarandır. Ve O [Allah], emri gereğince denizde yüzüp gitmeleri için gemileri emrinize verdi, ırmakları da emrinize verdi. Sürekli olarak dönüş halinde olan güneşi ve ayı da emrinize verdi. Geceyi ve gündüzü de sizin emrinize verdi. Ve O, Kendisinden istediğiniz her şeyden size verdi. Allah’ın nimetini saymak isterseniz de sayamazsınız! Şüphesiz insan kesinlikle çok zalim, çok nankördür. (İbrahim/34) Ve O, hatırlarsınız/öğütlenirsiniz diye, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeciler/dağıtıcılar [yayıcılar] olmak üzere gönderir. O rüzgârlar, yağmur yüklü bulutları yüklenince, onu kurak bir beldeye gönderir, sonra onunla suyu indiririz. Böylece onunla ürünün hepsinden çıkartırız. İşte Biz, ölüleri de böyle çıkaracağız. (A’râf/57) 51 - Ve ant olsun ki, Biz, bir rüzgâr göndersek de onu [ekini] sararmış görseler, mutlaka onun arkasından küfretmeye başlarlar. 52 – Bu nedenle sen ölülere işittiremezsin. O daveti, arkalarını dönmüş giderlerken sağırlara da dinletemezsin. 53 – Sen körleri de sapıklıklarından hidayete getiremezsin. Sen ancak ayetlerimizi iman edeceklere duyurursun; artık onlar Müslümanlardır. Bu ayetlerde Rabbimiz, yağmur getirmeyen rüzgârlarla sınadığı nankör insanların cahilce tavırlarını sergilemektedir. Onlar, rüzgârların yağmursuz olarak bulutları hareket ettirmesi sonucu ürünleri, ekinleri sararttığında Allah'a inanmayanlar hemen üzüntü ve umutsuzluklarını dışa vuruverirler. Rabbimiz bu tipleri ölü, kör ve sağır kimseler olarak nitelemiştir. Ölü, sağır ve kör ile kastedilen, vicdanları ölmüş, kendi hevalarına kul olmaları, inatçılıkları ve gözü bağlılıkları yüzünden hakkı anlayıp kabul etme yetenekleri yok olmuş, Allah’ı tanımayan kâfir ve müşriklerdir. Böyle kimseler yaşayan ölüler mesabesindedir. Bunlarda değişme olmaz. Allah’ın Resulü de bu ölü, kör ve sağır kimseleri hisseder, görür ve işitir hale getirmekle mükellef değildir. Ona ancak iman etmiş Müslümanlar kulak verirler. Bu gerçek daha evvel Neml suresinde de yer almıştı: Şüphesiz ki sen, ölülere dinletemezsin ve arkasını dönüp kaçtıkları zaman sağırlara da çağrıyı işittiremezsin. Sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici de değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere -ki onlar teslim olanlardır- dinletebilirsin. (Neml/80, 81) Ve eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse, haydi gücün yetiyorsa yerin içinde bir delik, ya da gökte bir merdiven ara da onlara bir ayet getir! Allah dileseydi, kesinlikle onları hidayet üzerinde toplardı. O hâlde sakın cahillerden olma! Ancak dinleyenler icabet eder. Ölüleri; onları da Allah diriltir. Sonra yalnızca O'na döndürülürler. (En’am/35, 36) 54 – Allah, sizi güçsüz olarak yaratandır. Sonra güçsüzlüğün arkasından kuvvet kıldı. Sonra kuvvetin arkasından güçsüzlük ve ihtiyarlık kıldı. O, dilediğini yaratır. Ve O, en iyi bilendir, en iyi güç yetirendir. 55 - Ve kıyametin kopacağı gün günahkârlar bir saatten fazla durmadıklarına yemin ederler. Onlar işte böyle döndürülüyorlardı. 56 - Kendilerine ilim ve iman verilen kimseler de diyecekler ki: “Ant olsun ki, Allah'ın kitabında, dirilme gününe kadar kaldınız. İşte bu, ölümden sonra dirilme günüdür. Fakat siz bunu bilmiyordunuz. 57- Artık o gün zulmedenlere mazeretleri fayda vermez. Onlar, bağışlanmazlar da. Bu ayetlerde Rabbimiz, insanı yaratma ve aşama aşama kendisine döndürme sürecini açıklayarak inanan ve inanmayan kimselerin ahiretteki ilk hallerini nakletmektedir: Önce insan güçsüz olarak [çocukluk evresi] yaratılmıştır, sonra kuvvet kazandırılmıştır [gençlik ve olgunluk evresi]. Sonra ihtiyarlayarak yine güçsüzleşecektir. Kıyamette inançsız insanlar, dünyada çok az bir süre kaldıklarına yemin ederler, yani öldükten sonra mahşere [tekrar dirilişe] kadar binlerce yıl geçmiş bile olsa suçlular birkaç saat önce uyuduklarını ve ani bir felaketin onları uyandırdığını sanırlar. İnananlar ise Allah’ın diritme gününe kadar [yeterli bir süre] kaldıklarını beyan etmektedirler: Sonra onlar onu [kıyameti] görecekleri gün, dünyada bir akşam veya kuşluğundan başka durmamış gibidirler. (Naziat/46) Allah onların hepsini tekrar dirilttiği gün… İşte size yemin ettikleri gibi O'na da yemin edecekler ve kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını, sanacaklardır. Gözünüzü açın onlar, yalancıların ta kendileridir. (Mücadele/18) Sonra, onların fitneleri “Rabbimiz, Allah'a kasem olsun ki, ‘Biz müşriklerden değildik’ demekten başka bir şey değildi.” Bak, kendi aleyhlerine nasıl yalan söylediler! O uydurdukları şeyler de kendilerinden ayrılıp kayboldu. (En’am/23-24) Ve O, yaratmayı başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Ve bu O'na çok kolaydır. Ve göklerde ve yerde en yüce örnek O'nundur. Ve O, Azîz’dir, Hakîm’dir. (Rum/27) Şimdi eğer onlar sabrederlerse [şirki, yalanlamayı sürdürürlerse], artık onlar için konaklama yeri ateştir. Ve eğer özür bildirmeye çalışsalar, onlar, özrü kabul edilecek kimseler değildirler. (Fussilet/24) 58 – Ve ant olsun ki Biz, insanlar için bu Kur'ân'da tüm örneklerden kesinlikle örnekler getirdik. Ve ant olsun ki sen, onlara bir ayet de getirsen o küfretmiş kimseler: “Siz, sadece, batıl şeyleri ortaya koyanlarsınız” diyeceklerdir. 59 – İşte, bilmeyen kimselerin kalpleri üzerine Allah böyle damga vurur. 47 – Ve ant olsun ki Biz, senden önce birtakım elçileri kavimlerine gönderdik de, onlar, onlara, apaçık delilleri getirdiler. Sonra Biz, günah işleyen kimselerden intikam aldık. Müminlere yardım da, Bizim üzerimize bir hak idi. Bu ayetlerde Rabbimiz, hangi deliller getirilirse getirilsin inkârcıların inanmayacaklarını ve mutlaka bir bahane uyduracaklarını beyan ederek Resulullah’ı teselli etmektedir. Resulullah’a teselli olan bu ifadeler kâfirler için açık birer tehdittir. Bu ayetlerin indiği dönem Mekke müşriklerinin eziyetlerinin en ileri seviyeye çıktığı dönemdir. O nedenle Rabbimiz elçisini teselli etmektedir. Allah’ın müminlere yardımı, Allah’ın kendi üzerine aldığı bir haktır. Ayetlerin mesajı ve indiği süreç dikkate alındığında, o günlerde hicret planı yapan peygamberimize ve müminlere bu ayetlerle umut verilmektedir. Rabbimiz müminlere yardım edeceğini Kur’an’da birçok kez taahhüt etmiştir: Allah: ”Elbette Ben ve elçilerim galip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah Kaviyy’dir, Aziz’dir. (Mücadele/21) Ve ant olsun ki gönderilen kullarımız [elçilerimiz] hakkında bizim sözümüz geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle galip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle galip gelenlerin ta kendisidir.” Artık sen, bir süreye kadar onlardan yüz çevir. Ve onları gözetle. Onlar da yakında göreceklerdir. (Saffat/171-175) Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şahitlerin kalktığı [şahitlik edecekleri] günde [kıyamette] kesinlikle yardım ederiz. (Mü’min/51) Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O’da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar. (Muhammed/7) Kendilerine savaş açılan kimselere kendileri zulme uğramaları nedeniyle izin verildi. Ve şüphesiz ki Allah onları zafere ulaştırmaya gücü yetendir. (Hacc/39) Şüphesiz, şu, aleyhlerinde Rabbinin Kelime’si hakk olmuş olan kimseler, kendilerine bütün mucizeler hep birden gelse, yine de o acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler. (Yunus/96, 97) Ve ant olsun ki, sana ve senden öncekilere vahyedildi ki: “Ant olsun ki, eğer şirk koşarsan amelin kesinlikle boşa gidecek ve mutlaka kaybedenlerden olacaksın. Onun için, tam aksine, yalnız Allah’a kulluk et ve şükredenlerden ol.” (Zümer/65) 60 - Şimdi sen sabret. Şüphesiz Allah'ın vaadi haktır. Sakın kesin inanmamış kimseler seni hafifleştirmesinler. Bu ayetteki “sabret!” emri birinci planda Resulullah’a yönelik olmakla beraber tüm müminleri kapsayan bir emirdir. Müminler herhangi bir dönemde, herhangi bir ülkede kâfirlerin ağır baskısı altında kalabilirler. Böyle koşullarda müminlerin bu baskılardan kurtulmaları için sabretmeleri; yani planlı, programlı bir şekilde var güçleriyle direnmeleri gerekmektedir. Sabır sözcüğü ile ilgili detay daha evvel birçok kez verilmiştir. (Tebyinü’l Kur’an; c. 1, s. 108, 264) Surenin bu son ayetindeki “Sakın kesin inanmamış kimseler seni hafifleştirmesinler!” tembihi ile başta Resulullah’a olmak üzere tüm müminlere kâfirlerin tuzaklarına kanarak gevşememeleri ve her türlü tedbiri alarak sürekli güçlü ve donanımlı olmaları emri verilmektedir. Allah, doğrusunu en iyi bilendir. |
![]() |
![]() |
![]() |
Bookmarks |
Etiketler |
84rum, suresi |
|
|