![]() |
|
![]() |
#1 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() ![]() |
![]()
ALLAH’IN ANILMASI
Allah’ın anılması, “Allah’ın biz kulları üzerindeki haklarını ve bize sunduğu nimetleri düşünmek, O’na karşı sorumluluklarımızı yerine getirip getirmediğimizi ikide bir kontrol etmek, verdiği görevleri eksiksiz yerine getirmek, nimetlerine karşı şükredip nankörlük etmemek ve daima bu bilinç içerisinde olmak” demektir. Bu konuya dair A’raf suresinin sonunda “Zikir, Zikrullah” başlığı altında bir yazımız vardır. (Tebyinü’l Kur’an; c.3, s. 137-145) Detayın oradan okunmasını öneriyoruz. 46- Kendilerinden, zulmedenler hariç, Kitap ehli ile ancak en güzel bir yolla mücadele edin ve: “Biz, bize indirilene ve size indirilene inandık. Bizim ilahımız ve sizin ilahınız birdir. Biz sadece ona teslim olmuş kimseleriz” deyiniz. 47- Ve işte böylece Biz, sana Kitab’ı indirdik de kendilerine Kitap verdiklerimiz ona inanıyorlar. Ve bunlardan [ehlikitabın dışındakilerden; Araplardan] da ona inananlar vardır. Ve Bizim ayetlerimizi, ancak, inkârcılar bile bile reddeder. Bu ayetlerde inananlara müşrik olmayan Kitap Ehli ile yapılacak mücadelenin, tartışmanın usulü ve sınırları bildirilmektedir. Bilindiği gibi, bir süre sonra müminler Medine’ye hicret edecek ve orada Ehlikitap’tan kimselerle karşılaşacaklardır. Bu ayette, hicretten sonra Medine’de muhatap olunacak olan bu insanlar ile nasıl mücadele edilmesi gerektiğinin temel prensipleri vaz’edilmektedir. Onlarla en güzel şekilde mücadele edilecek ve onlara ilk önce “Biz, bize indirilene ve size indirilene inandık. Bizim ilahımız ve sizin ilahınız birdir. Biz sadece ona teslim olmuş kimseleriz” denilecektir. Böylece onlara kendi hedefleri ile müminlerin hedeflerinin aynı olduğu mesajı verilecektir. Bu ayet ile verilen mesaj Ali Imran’da şöyle teyit edilmiştir: De ki: “Ey kitap ehli! Sizinle bizim aramızda ortak olan bir söze geliniz. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım ve Allah'ın astlarından bazımız bazımızı rabler edinmeyelim.” Buna rağmen eğer onlar, yüz çevirirlerse, artık “Şüphesiz bizim Müslümanlar olduğumuza şahit olun” deyin. Al-i Imran; 64: Bu mücadele en güzel bir biçimde; sert ve kaba davranmadan yapılmalıdır: Rabbinin yoluna hikmetle [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkelerle] ve güzel öğütle çağır! Ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir ve O, hidayette olanları da en iyi bilendir. (Nahl/125) Her ikiniz gidin Firavuna. O, gerçekten azdı. Sonra ona öğüt alması ve haşyet duyması için yumuşak söz söyleyin.” (Ta Ha/43, 44): Onlar ki, onlara iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılan, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılmış bulacakları o Ümmî Peygamber, o Elçi'ye uyarlar. O hâlde, o'na iman eden, o'na kuvvetle saygı gösteren, o'na yardımcı olan ve o'nun ile birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (A’raf/157) Ve Allah’a çağırıp/yakarıp salihi işleyen ve “Ben müslümanlardanım” diyen kimseden daha güzel sözlü kim vardır? Ve güzellikle çirkinlik/iyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel şeyle sav. O zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sımsıcak bir Yakın’dır. (Fussilet/33, 34) Sen, kötülüğü en güzel bir şeyle sav, Biz onların yakıştırmakta oldukları şeyleri çok iyi biliriz. (Müminun/96) Sen afvı/malın fazlasını al, ‘urf [örf, Kur’ân ayetleri öbeği] ile emret ve cahillerden de yüz çevir. Eğer sana şeytandan bir vesvese gelirse de hemen Allah'a sığın. Muhakkak ki O, en iyi işiten, en iyi bilendir. (A’raf/199-200) Konumuz olan ayetteki “Kendilerinden, zulmedenler hariç” ifadesindeki “zulmedenler”, bile bile küfreden, küfürde ısrar eden ve şirk içinde olanlardır. Bunların kimliğini şu ayetlerden öğrenmekteyiz: Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Elçi’sinin haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen kimseler ile, alçalmış oldukları halde, elden, cizye verene kadar savaşın. (Tevbe/29) Ve Yahudiler “Allah’ın eli sıkıdır” dediler. —Söyledikleri şeyler sebebiyle onların elleri bağlandı ve onlar lanetlendi.- Aksine O’nun [Allah’ın iki eli açıktır; dilediği gibi harcar. Ve ant olsun ki, Rabbinden sana indirilen, onların çoğunda azgınlık ve küfürce artış yapar. Ve Biz, onların aralarına kıyamete kadar düşmanlık ve kin attık. Ne zaman savaş için bir ateş yakmışlarsa, Allah onu söndürmüştür. Ve onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar. Oysa Allah bozguncuları sevmez. (Maide/64) Allah, "Şüphesiz Allah fakirdir, biz zenginiz." diyen kimselerin sözünü kesinlikle duydu. Onların söyledikleri şeyleri ve peygamberleri haksız yere öldürmelerini yazacağız. Ve Biz: "Tadın o yakıcının azabını!" diyeceğiz. (Al-i İmran/181) Şüphesiz ki, “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’in ta kendisidir” diyen kimseler kâfir olmuşlardır. De ki: “Peki, Allah, Meryem oğlu Mesih'i, anasını ve bütün yeryüzündekileri helak etmek istese, O'na karşı kim bir şey yapabilir. Ve göklerin, yeryüzünün ve ikisi arasındakilerin mülkiyeti sadece Allah'a aittir. O, dilediğini yaratır. Ve Allah, her şeye güç yetirendir. Ve Yahudiler, Hıristiyanlar, "Biz Allah'ın oğullarıyız ve O’nun sevgilileriyiz" dediler. De ki: " Madem öyle niçin günahlarınız sebebiyle O [Allah ] size azap ediyor?" Bilakis, siz O'nun yaratıklarından birer beşersiniz. O dilediği kişiyi bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü de Allah'ındır. Dönüş de yalnızca O'nadır. (Maide/17, 18) Ve Biz onda [Tevrat’ta] onlara, Zata zat, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş yazdık. Yaralara kısas vardır. Bununla beraber kim kısas hakkını bağışlarsa, bu kendisi için keffaret olur. Ve kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir. (Mâide/45) Ve siz onları salata çağırdığınız zaman, onu alay ve eğlence edinirler. Bu, onların, akıllarını kullanmayan bir kavim olmalarındandır. (Mâide/58) “Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih’in kendisidir” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, “Ey İsrailoğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah’a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah’a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti haram eder onun barınağı da ateştir. Ve zalimler için yardımcılardan kimse yoktur. “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır. (Mâide/72, 73) Ve onlar, “Rahman, çocuk edindi” dediler. Ant olsun ki, siz çok çirkin bir şey söylediniz. Az kalsın bundan; Rahman’a çocuk isnat ettiler diye gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılacaktı. Hâlbuki Rahman için çocuk edinmek yaraşmaz. Göklerde ve yerde bulunan tüm herkes Rahman’a, yalnızca kul olarak gelecektir. (Meryem/88-93) Onlar ki, onlara iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılan, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılmış bulacakları o Ümmî Peygamber, o Elçi'ye uyarlar. O hâlde, o'na iman eden, o'na kuvvetle saygı gösteren, o'na yardımcı olan ve o'nun ile birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (A’raf/157) 48- Ve sen bundan evvel herhangi bir kitaptan okumuyordun; sen onu [Kur’an’ı] sağ elinle de [kendiliğinden; bilginle, birikiminle] yazmıyorsun. Eğer böyle olsaydı batılcılar [batıla inananlar] mutlaka kuşku duyacaklardı. 49- Bilakis o [Kur’an], kendilerine ilim verilenlerin sinelerinde apaçık ayetlerdir. Bizim ayetlerimizi de ancak zalimler bile bile reddederler. 50- Ve onlar, “Ona Rabbinden ayetler [mucizeler] indirilmeli değil miydi?” dediler. De ki: “Ayetler [Mucizeler] ancak Allah’ın katındadır. Ben ise ancak apaçık bir uyarıcıyım.” 51- Kendilerine okunan Kitap’ı şüphesiz Bizim sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi? Bunda, inanan bir toplum için elbette ki bir rahmet ve bir öğüt vardır.’ 52 - De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde olan şeyleri bilir. Batıla inanan ve Allah’ı inkar eden kimseler; işte onlar, hüsrana uğrayanların ta kendileridir. Bu ayetlerde, Ehlikitap ve Mekkelilerden bir kısmının Kur’an’a inandığı; aslında herkesin normal olarak inanması gerektiği; çünkü Resulullah’ın insanlara daha evvel herhangi bir kitapla iştigal etmeden Kur’an’ı tebliğ ettiği; bunun Kur’an’ın Allah tarafından vahyedildiğine kanıt olarak yeterli olacağı açıklanmıştır. Bu kesin olmasına rağmen onların bir de tabiat olaylarından mucize istemeleri akletmemelerinden dolayıdır. 51. ayetteki “Kendilerine okunan Kitap’ı şüphesiz Bizim sana indirmiş olmamız onlara yetmedi mi?” ifadesiyle Kur'ân'ın onların bekledikleri mucizelerden daha büyük ve daha mükemmel bir mucize olduğu beyan edilmektedir. Kur’an en büyük mucizedir. Zira Rabbimizin yarattığı daha evvelki mucizeler süreli olarak ve belirli bir yerde tahakkuk etmiştir. Hiç birinin sürekliliği yoktur. Musa’nın (as) değneğinin bir yılana dönüşmesi, Elinin kusursuz beyazlaşması, denizin yarılması gibi mucizeler anlık olarak cereyan etmiştir. Kur’an ise inişinden kıyamete kadar her yörede, yapısal yönleriyle, içerdiği hikmetlerle, bilime ve geleceğe dair içerdiği bilgilerle taptaze ortadadır. Kimse de buna “sihirdir”, “efsundur” gibi itirazlar ileri süremez. Peygamberimiz ve Kur’an hakkında yapılan itirazlara başka surelerde de cevap verilmişti: Buna rağmen eğer seninle tartışırlarsa de ki: “Ben kendimi Allah’a teslim ettim. Bana uyanlar da.” Kitap verilenlere ve ümmilere/Anakentliler’e: “Siz de teslim oldunuz mu?” de! Eğer teslim olurlarsa doğru yola ermişlerdir. Ve eğer sırt çevirirlerse sana düşen sadece tebliğ etmektir/mesajı iletmektir. Allah, kullarını en iyi şekilde görendir. (Al-i Imran/20) Ve “Bizim için yerden bir pınar fışkırtmadıkça sana asla inanmayacağız. Yahut senin hurmalardan, üzümlerden oluşan bir bahçen olmalı. Onların aralarında şarıl şarıl ırmaklar akıtmalısın. Yahut iddia ettiğin gibi göğü parçalar halinde üzerimize düşürmelisin yahut Allah’ı ve melekleri karşımıza getirmelisin. Yahut senin altın süslemeli bir evin olmalı yahut göğe yükselmelisin. Ancak, senin yükselişine, okuyacağımız bir kitabı bize indirmene kadar, asla inanmayız” dediler. Sen de ki: “Rabbim noksanlıklardan münezzehtir. Ben beşer bir elçiden başka bir şey miyim ki!” (İsra/90- 93) Ve “O [Kur’an], yazılı hâle getirilmiş öncekilerin masallarıdır; şimdi de o, sabah akşam [sürekli] kendisine okunmaktadır” dediler. De ki: “Onu, göklerdeki ve yerdeki sırrı bilen indirmiştir. Şüphesiz O, bağışlayandır, merhamet edendir.” (Furkan/5, 6) And olsun Biz Kur’ân'ı düşünme/öğüt için kolaylaştırdık/hazırladık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen? (Kamer/40) Şüphesiz, şu, aleyhlerinde Rabbinin Kelime’si hakk olmuş olan kimseler, kendilerine bütün mucizeler hep birden gelse, yine de o acıklı azabı görünceye kadar iman etmezler. (Yûnus/96,97) Ve Bizi, ayetleri [mucizeleri] göndermekten ancak öncekilerin onları yalanlamış olmaları alıkoydu. Ve Semud’a, açık, gözle görülebilir biçimde o dişi deveyi vermiştik de onun sebep olmasıyla zulmetmişlerdi. Ve Biz, o mucizeleri ancak korkutmak için göndeririz. (İsra/59) Ve İsrailoğulları bilginlerinin onu [kendi kitaplarında sağlam bilginin varlığını] bilmesi, onlar için bir ayet olmadı mı? (Şuara/197) Ve [inkâr edenler]: “Rabbinden bize bir ayet [mucize] getirse ya!” dediler. Onlara ilk sahifelerde olan apaçık deliller gelmedi mi? Ve eğer Biz, onları bundan önce bir azap ile helâk etseydik, muhakkak “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, alçak ve rezil olmadan önce Senin ayetlerine uysaydık!” diyeceklerdi. (Tâ-Ha/133) Ve onlar [müşrikler], kendilerine bir mucize gelirse ona mutlaka iman edeceklerine dair en ağır yeminleriyle Allah'a yemin ettiler. De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır.” Onlara mucizeler geldiğinde de iman etmeyeceklerini anlamıyor musunuz? (En’am/109) Yeryüzünde, bütün ayetleri görseler de onlara iman etmeyen, doğrunun yolunu görseler de o yolu tutup gitmeyen, eğer sapıklığın yolunu görürlerse onu yol edinen şu haksız yere büyüklük taslayanları, ayetlerimizden uzak tutacağım.” –Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gâfil oluşlarındandır [umursamayışlarındandır].– (A’raf/146) Ve onlar “Ona Rabbinden bir ayet [mucize] indirilseydi ya!” diyorlar. “Gayb kesinlikle Allah’a aittir. Hadi bekleyin. Şüphesiz ben sizinle birlikte bekleyenlerdenim” deyiver! (Yunus/20) Ve şu inkâr eden kimseler: “Rabbinden ona bir ayet indirilmeli değil miydi?” diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Ve her kavim için bir yol gösteren vardır. (Ra’d/7) 53- Ve senden azabı çarçabuk istiyorlar. Eğer belirlenmiş/adı konmuş bir ecel [vade] olmasaydı, azap onlara elbette gelmişti. Ve o, hiç farkında olmadıkları bir sırada kendilerine ansızın elbette gelecektir. 54, 55 - Senden azabı çarçabuk istiyorlar. Şüphesiz cehennem de kesinlikle, kendilerini üstlerinden ve ayaklarının altından bürüdüğü günde kâfirleri kuşatıcıdır. Ve ‘ o yapmış olduklarınızı tadın!” der. Bu ayetlerde, Resulullah’tan hem dünyada hem de ahirette karşılaşacakları azabı çarçabuk istedikleri nakledilen müşrik inkârcılara cevap verilmektedir. Müşriklerin bu tutumları Kur’an’da birçok kez dile getirilmiştir: Onlar için cehennemden yataklar, üstlerinden de örtüler vardır. Ve Biz, zalimleri işte böyle cezalandırırız. (A’raf/41) De ki, “Dinimi yalnız kendisine arındırarak Allah’a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz, O’nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız.” De ki: “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyamet gününde kendilerini ve ehillerini [ailelerini ve yakınlarını] kayba uğratanlardır.” -Dikkatli olun! İşte bu, apaçık bir kaybın ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor: Ey kullarım! Bana takvalı davranın.- (Zümer/16) Bu küfretmiş kişiler, ateşi, yüzlerinden ve sırtlarından men edemeyecekleri ve kesinlikle yardım da olunmayacakları zamanı, bir bilseler! (Enbiya/39) 55. ayetin sonundaki “Ve, ‘ o yapmış olduklarınızı tadın!” ifadesi bir tehdit, suçlama ve azarlamadır ki, bu da nefislere manevî bir azap olacaktır. O gün yüzleri üzere ateşte sürüklenirler: “Sekar’ın [cehennemin] dokunuşunu tadın!” Şüphesiz ki, Biz her şeyi; evet onu [her şeyi] bir kader [ölçü, ayar] ile yarattık. (Kamer/ 48-49) O gün onlar [yalanlayıcılar], cehennem ateşine itildikçe itilirler. —İşte bu, yalanlayıp durduğunuz ateştir! Peki, bu da mı bir sihir? Yoksa siz görmüyor musunuz? Yaslanın oraya! İster sabredin ister sabretmeyin, artık sizin için birdir. Siz sadece yaptıklarınızın karşılığını alacaksınız! – (Tur/13-16) Nihayet onu, vadilerine doğru gelen geniş bir bulut halinde gördüklerinde: “Ha işte! Bu, bize yağmur getirecek bir bulut!” dediler, Hayır, aksine o, çabuklaştırmaya çalıştığınız şeyin ta kendisi; Rabbinin emriyle her şeyi yerle bir eden, içinde acıklı bir azap olan rüzgâr... Sonunda o hale geldiler ki, konutlarından başka hiçbir şey görünmüyordu. Biz, günahkârlar topluluğunu işte böyle cezalandırırız. (Ahkaf/24, 25) De ki: “Gördünüz mü [ne düşünürsünüz]? O’nun azabı size geceleyin uykuda veya gündüzün gelecek olsa!” Suçlular bundan neyi acele isterler? (Yunus/50) Allah, bu kitabı ve teraziyi/ ölçüyü hakla indiren Zat’tır. Ve sana ne bildirir ki, belki de o Saat [kıyamet] çok yakındır! O’na inanmayan kimseler onun [kıyametin] çabuk gelmesini istiyorlar. İnananlar ise ondan korkuyla titrerler ve onun gerçek olduğunu bilirler. İyi bilin ki, saat [kıyamet] hakkında tartışanlar kesinlikle uzak [geri dönüşü olmayan] bir sapıklık içindedirler. (Şura/17-18) Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah sözünden asla caymayacaktır. Bununla beraber Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir. (Hacc/47) 56 - Ey iman etmiş kullarım! Şüphesiz Benim yeryüzüm geniştir. O halde yalnız bana kulluk edin. 57 - Her nefis [kimliği olan varlık] ölümü tadıcıdır. Sonra da yalnızca Bize döndürüleceksiniz. 58, 59- Ve iman etmiş, salihatı işlemiş kimseler; elbette Biz, onları, içinde sürekli kalacakları cennette, altlarından ırmaklar akan köşklere yerleştireceğiz. Çalışanların; sabretmiş olan ve sadece Rablerine tevekkül etmiş olan kişilerin ödülü ne güzeldir! 60- Kendi rızkını taşıyamayan nice dâbbeh [canlı] da vardır ki, onları da, sizi de Allah rızıklandırır. Ve O, en iyi işitendir, en iyi bilendir. |
![]() |
![]() |
![]() |
#2 |
Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000 ![]() ![]() |
![]()
Hatırlanacağı üzere, surenin başından bu yana ısrarla tevhid ilkesi vurgulanmıştır. Bu ısrarın bir devamı olarak bu ayetlerde de bazı zorbaların baskısıyla tevhidi yaşayamayanlara başka yerlere göç etmeleri mesajı verilerek kesinlikle tağuta itaat etmemeleri emredilmektedir
Müminlere Ehlikitap ile nasıl mücadele edeceklerini emreden 46, 47. ayetlerde olduğu gibi, bu ayetlerde de Mekke’de sıkıntı içindeki Resulullah’a ve arkadaşlarına üstü kapalı olarak hicret işaret edilmektedir. Bir bakıma Müslümanlara: “Sizler bulunduğunuz yerde imanınızı açıkça ortaya koymakta sıkıntı çekiyor ve zorlanıyorsanız, o takdirde başka ülkelere gidiniz! Oralarda şirk koşmadan yaşayınız. Emeğiniz, gayretiniz boşa gitmeyecek; her nefis ölümü tadıp Bize dönecektir” denilmektedir. Gerek bu ayetten, gerekse aşağıdaki ayetlerden de anlaşıldığı gibi, şirk için hiçbir mazeret söz konusu değildir: Şu, kesinlikle meleklerin, kendilerine zulmederlerken vefat ettirdikleri kimseler; Onlar [melekler], "Ne işte idiniz?" derler. Onlar: "Biz yeryüzünde güçsüzleştirilmiş kimselerdik." derler. Onlar [Melekler]: "Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi, siz orada hicret etseydiniz ya?" derler. Artık, -erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan göçe güç yetiremeyen, yol bulamayan kimseler hariç- işte bunların varacakları yer cehennemdir. Ve o ne kötü gidiş yeridir. (Nisa/97, 98) Ve zulme uğradıklarından sonra Allah yolunda hicret eden kişiler; kesinlikle Biz onları; şu sabretmiş ve sadece Rablerine tevekkül eden kimseleri bu dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Ötekinin [ahiretin] ücreti ise daha büyüktür. Keşke onlar, bilselerdi. (Nahl/41, 42) 58 ve 59. ayetlerde ise, Allah yolunda yokluğu, kıtlığı, her türlü sıkıntıyı ve ölümü göze alarak ve sonucu Allah’a havale ederek yola çıkan o “inanan ve salihatı işleyen” kimseleri bekleyen ödül açıklanmaktadır. O nedenle Allah’ın mesajlarını dünyaya ulaştırmaya çalışan yiğitler, hiçbir dünya sıkıntısını göz önünde bulundurmaksızın, hayatlarını sadece Allah'a emanet edip tevekkül ederek yola koyulmalıdırlar. Zafer sabırdadır. Bu ayetlerde konu edilen ödülü Duhan suresinde de görmüştük: Şüphesiz ki takvalı davrananlar Rabbinden bir lütuf olarak güvenli bir makamdadırlar; Bahçelerde ve pınardadırlar. Onlar karşılıklı oturarak ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerler. İşte böyle! Biz onları iri siyah gözlülerle eşleştirdik. Onlar orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Ve O [Allah] onları cehennem azabından korumuştur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. (Duhan/51-57) Çok enteresandır ki, bu pasajda yer alan İslami öğreti eldeki İncillerde de yer almakta ve İsa peygamberin ağzından insanlığa iletilmektedir: 19- Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin. Burada güve ve pas onları yiyip bitirir, hırsızlar da girip çalarlar. 20- Bunun yerine kendinize gökte hazineler biriktirin. Orada ne güve ne pas onları yiyip bitirir, ne de hırsızlar girip çalar. 21- Hazineniz neredeyse, yüreğiniz de orada olacak. 22- Bedenin ışığı gözdür. Gözünüz sağlamsa tüm bedeniniz aydınlık olur. 23- Gözünüz bozuksa tüm bedeniniz karanlık olur. Buna göre, içinizdeki `ışık' karanlıksa, ne korkunçtur o karanlık! 24- Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrı'ya, hem de paraya kulluk edemezsiniz. 25- Bu nedenle size şunu söylüyorum: `Ne yiyip ne içeceğiz?' diye canınız için, ya da `Ne giyeceğiz?' diye bedeniniz için kaygılanmayın. Can yiyecekten, beden de giyecekten daha önemli değil mi? 26- Gökte uçan kuşlara bakın! Ne eker, ne biçer, ne de ambarlarda yiyecek biriktirirler. Göksel Babanız yine de onları doyurur. Siz onlardan çok daha değerli değil misiniz? 27- Hangi biriniz kaygılanmakla ömrünü bir anlık uzatabilir? 28- Giyecek konusunda neden kaygılanıyorsunuz? Kır zambaklarının nasıl büyüdüğüne bakın! Ne çalışırlar, ne de iplik eğirirler. 29- Ama size şunu söyleyeyim, tüm görkemine rağmen Süleyman bile bunlardan biri gibi giyinmiş değildi. 30- Bugün var olup yarın ocağa atılacak olan kır otunu böyle giydiren Tanrı'nın sizi de giydireceği çok daha kesin değil mi, ey imanı kıt olanlar? 31- Öyleyse, `Ne yiyeceğiz?' `Ne içeceğiz?' ya da `Ne giyeceğiz?' diyerek kaygılanmayın. 32- Uluslar hep bu şeylerin peşinden giderler. Oysa göksel Babanız tüm bunları gereksindiğinizi bilir. 33- Siz önce O'nun egemenliğinin ve O'ndaki doğruluğun ardından gidin, o zaman size tüm bunlar da verilecektir. 34- O halde yarın için kaygılanmayın. Yarının kaygısı yarının olsun. Her günün derdi kendine yeter. (Matta; 6.Bab; 19-34. Cümleler) 22- İsa öğrencilerine şöyle dedi: «Bu nedenle size şunu söylüyorum: `Ne yiyeceğiz?' diye canınız için, ya da `Ne giyeceğiz?' diye bedeniniz için kaygılanmayın. 23- Can yiyecekten, beden de giyecekten daha önemlidir. 24- Kargalara bakın! Ne eker, ne biçerler; ne kilerleri, ne ambarları vardır. Tanrı yine de onları doyurur. Siz kuşlardan ne kadar daha değerlisiniz! 25- Hangi biriniz kaygılanmakla ömrünü bir anlık uzatabilir? 26- Bu küçücük işe bile gücünüz yetmediğine göre, öbür konularda neden kaygılanıyorsunuz? 27- Zambakların nasıl büyüdüğüne bakın! Ne çalışırlar, ne de iplik eğirirler. Ama size şunu söyleyeyim, tüm görkemine rağmen Süleyman bile bunlardan biri gibi giyinmiş değildi. 28- Bugün var olup yarın ocağa atılacak olan kır otunu böyle giydiren Tanrı'nın sizi de giydireceği ne kadar daha kesindir, ey imanı kıt olanlar! 29- Ne yiyeceğiz, ne içeceğiz?' diye düşünüp tasalanmayın. 30- Dünya ulusları hep bu şeylerin peşinden giderler. Oysa Babanız, bunları gereksindiğinizi bilir. 31- Siz O'nun egemenliğinin ardından gidin, o zaman size bunlar da verilecektir. 32- Korkma, ey küçük sürü! Çünkü Babanız, egemenliği size vermeyi uygun gördü. 33- Mallarınızı satın, sadaka olarak verin. Kendinize eskimeyen keseler, göklerde tükenmeyen bir hazine edinin. Orada ne hırsız ona yaklaşır, ne de güve onu yer. 34- Hazineniz neredeyse, yüreğiniz de orada olacak. 35- Kuşaklarınız belinizde bağlı ve kandilleriniz yanar durumda hazır olun. 36- Düğün şenliğinden dönecek olan efendilerinin gelip kapıyı çaldığı an kapıyı ona hemen açmaya hazır bekleyenler gibi olun. 37- Efendileri geldiğinde uyanık bulunan kölelere ne mutlu! Size doğrusunu söyleyeyim, efendileri beline kuşağını bağlayacak, kölelerini sofraya oturtacak ve gelip onlara hizmet edecek. 38- Efendi gecenin ister ikinci, ister üçüncü nöbetinde gelsin, uyanık bulacağı kölelere ne mutlu! 39- Ama şunu bilin ki, ev sahibi, hırsızın hangi saatte geleceğini bilse, evinin soyulmasına fırsat vermez. 40- Siz de hazır olun. Çünkü İnsanoğlu, ummadığınız bir saatte gelecektir.» 41- Petrus, «Rab» dedi, «bu benzetmeyi bizim için mi anlatıyorsun, yoksa herkes için mi?» 42- Rab da şöyle dedi: «Efendinin, uşaklarına yemek paylarını vaktinde vermek için üzerlerinde yetkili kılacağı güvenilir ve akıllı kâhya kimdir? 43- Efendisi eve döndüğünde işinin başında bulacağı o köleye ne mutlu! 44- Size gerçeği söyleyeyim, efendisi onu tüm malının üzerinde yetkili kılacak. 45, 46- Ama o köle kendi kendine, `Efendim gelmekte gecikiyor' derse ve kadın erkek diğer hizmetkârları dövmeye, yiyip içip sarhoş olmaya başlarsa, efendisi, onun beklemediği bir günde, ummadığı bir saatte gelecek, onu şiddetle cezalandıracak ve imansızlarla bir tutacaktır. 47- «Efendisinin isteğini bilip de hazırlık yapmayan, onun isteğini yerine getirmeyen köle çok dayak yiyecek. 48- Oysa bilmeden köteği hak eden davranışlarda bulunan, az dayak yiyecek. Kime çok verilmişse, ondan çok istenecek. Kime çok şey emanet edilmişse, kendisinden daha fazlası istenecektir. 49- «Ben dünyaya ateş yağdırmaya geldim. Keşke bu ateş daha şimdiden alevlenmiş olsaydı! 50- Katlanmam gereken bir vaftiz var. Bu vaftiz gerçekleşinceye dek nasıl da sıkıntı çekiyorum! 51- Yeryüzüne barış getirmeye mi geldiğimi sanıyorsunuz? Size hayır diyorum, ben ayrılık getirmeye geldim. 52- Bundan böyle bir evde beş kişi, ikiye karşı üç, üçe karşı iki bölünmüş olacak. 53- Baba oğluna karşı, oğul babasına karşı, anne kızına karşı, kız annesine karşı, kaynana gelinine karşı, gelin kaynanasına karşı olacaktır.» (Luka; 12. Bab, 22-53. Cümleler) 61 – Yine ant olsun ki, onlara sorsan: “Gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş’i ve Ay’ı kim kontrol altına aldı?” Kesinlikle, “Allah” diyeceklerdir. O halde nasıl çevriliyorlar? 62 - Allah, kullarından dilediğine rızkı genişletir ve onun için ayarlar. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir. 63- Ve Ant olsun, eğer onlara sorsan: “Kim gökten suyu indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti?” Kesinlikle, “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Hamd Allah’a özgüdür.” Bilakis onların çoğu akıllarını kullanmazlar. Bu ayetlerde Rabbimiz müşrikleri ilzam ederek evreni yaratanın, güneş ve ayı kontrol edenin, gökten su indirerek yeryüzünü onunla canlandıranın Allah olduğunu kabul etmelerine rağmen onların tevhidden yüz çevirmiş olmalarını hayret edilecek bir akılsızlık olarak ayıplamaktadır. Hayret ifadeleriyle yapılan bu kınama, tevhidden uzak olan ve tevhide karşı duran müşrikleri ikna etmek içindir. 62. ayette ise Rabbimiz rızkın da Kendi kontrolünde olduğu, onu da istediği gibi ayarladığı mesajını vermektedir. Ve daha dün onun yerinde olmayı isteyenler, “Demek ki Allah kullarından dilediğine rızkı genişletiyor ve daraltıyor. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Ve demek ki inkârcılar felâh bulmuyorlar” diyerek sabahladılar. (Kasas/82) 64 – Ve bu iğreti yaşam, sadece bir eğlence ve oyundur. Şüphesiz son yurt ise kesinlikle hayatın ta kendisidir. Keşke onlar, bilmiş olsalardı. Bu ayette, hâlihazırdaki statü ve çıkarlarını kaybetme endişesiyle tevhid inancına yönelmekten kaçınanlara açık bir uyarı mesajı vardır: Sımsıkı sarıldıkları basit hayatın gerçek yüzü hatırlatılarak insanlara dünya hayatının bir oyun ve oyalanmadan ibaret olduğu anlatılmaktadır. Dünya hayatı geçici olduğu gibi, değersizdir de… İçinde bulunulan iyi ya da kötü hallerden hiç biri ebedi değildir. Makamlar, mevkiler, zenginlik, sağlık, fakirlik, hastalık, hepsi geçicidir. Bu ayetle insanlığa dünya hayatının sanki tiyatro sahnesiymiş gibi algılanması gerektiği; rollerin ve hallerin sürekli değişeceği; hangi rol ve halde olunursa olunsun hepsinin bir gün sona ereceği mesajı verilmektedir. “Bilin ki, iğreti yaşam ancak bir oyun, ‘[eğlence türünden] tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme [süresi ve konusu], mal ve çocuklarda bir çoğaltma yarışıdır. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin [veya kâfirlerin] hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk [rıza] vardır. İğreti yaşam, aldanış metaından [malından, malzemesinden] başka bir şey değildir.” (Hadid/20) Ve basit hayat [dünya hayatı], sadece eğlence ve oyundur. Son Yurt [Ahiret yurdu] ise, takvalı davrananlar için kesinlikle daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız? (En’am/32) Ancak dinleyenler icabet eder. Ölüleri; onları da Allah diriltir. Sonra yalnızca O'na döndürülürler. (En’am/36) De ki: “Kendinizi gördünüz mü [düşündünüz mü], Allah’ın azabı size ansızın veya açıkça gelirse, zalimler kavminden başkası mı helake uğratılmış olur?” (En’am/47) Dünya hayatının misali, “Bizim gökten indirdiğimiz su gibidir. Ki gökten indirdiğimiz suyla insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü süslerini takınıp süslendiği, sahipleri de kendilerinin ona gücü yetenler olduklarına inandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzün ona emrimiz gelivermiştir de ansızın, sanki dün orada hiçbir şenlik yokmuş gibi onu ta kökünden biçivermiştir.” Biz ayetlerimizi düşünecek bir toplum için işte böyle detaylandırırız. (Yunus/24) Şüphesiz şu, basit hayat [Dünya hayatı] ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman eder ve takvalı davranırsanız o [Allah], size ödüllerinizi verir, sizden mallarınızı da istemez. Eğer O [Allah], sizden onları [mallarınızı] isteyip de sizi zorlasaydı cimrilik ederdiniz. Sizin kinlerinizi de çıkarırdı. İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağrılan kimselersiniz. Öyleyken sizden kimileri cimrilik ediyor. Ve kim cimrilik ederse kendi benliğinden cimrilik ediyordur. Ve Allah zengindir, siz ise fakirlersiniz. Eğer siz yüz çevirirseniz O [Allah], yerinize sizden başka bir toplum getirir. Sonra onlar, sizlin benzerleriniz olmazlar. (Muhammed/36- 39) İşte, verilen herhangi bir şey basit hayatın kazanımıdır. Sadece dünya hayatının geçici bir menfaatidir. Allah katında bulunanlar ise; iman etmiş ve sadece Rablerine tevekkül eden kimseler, günahın büyüklerinden ve hayâsızlıktan kaçınan ve öfkelendikleri zaman bağışlayan kimseler, Rablerinin çağrısına cevap veren, salâtı ikame eden, işleri de kendi aralarında Şura [görüşme, danışma] olan, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak eden kimseler ve kendilerine bağy [bir zulüm ve saldırı] isabet ettiği zaman birbirleriyle yardımlaşan/ intikam alan kimseler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır. (Şura/36) Ve sen onlara basit hayatın misalini ver: O [basit hayat], gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sebebiyle yeryüzünün bitkileri birbirine karışmış sonra da rüzgârın savurup durduğu bir çöp kırıntısı oluvermiştir. Ve Allah her şeye muktedirdir. Mal ve oğullar, basit hayatın süsüdür. Bakî [kalıcı] salihat ise, Rabbinin katında sevapça daha hayırlıdır, ümit bağlama yönünden de daha hayırlıdır. (Kehf/45, 46) Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara süslü ve çekici kılındı. Bunlar basit hayatın kazanımıdır [Zâlike metâu’l-hayati’d-dünya]. Ve Allah, varılacak güzel yer kendi katında olandır. De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Takva sahibi olan kişiler için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’tan hoşnutluk vardır. Allah kulları en iyi görendir.” (Ali Imran/14, 15) Ve Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir de ölçülendirir de. Onlar ise basit hayat ile ferahladılar. Oysa basit hayat, ahrette sadece bir kazanımdır. (Ra’d/26) 65, 66- İşte onlar, gemiye bindiklerinde, dini yalnız Allah’a özgü kılarak O’na yalvarırlar. Sonra ne zaman ki onları karaya çıkarıp kurtardı, bir de bakarsın ki onlar, kendilerine verdiklerimize nankörlük etmek ve kazançlı çıkmak için şirk koşuyorlar. Artık onlar, yakında bilecekler. Bu ayetlerde müşriklerin kaypaklık, nankörlük ve döneklik özelliklerine vurgu yapılarak ortak koşanların bu psikolojik zaafların pençesine çarçabuk düştükleri açıklanmaktadır. Şöyle ki: Müşrikler tehlikelerle dolu deniz yolculuklarının riskini azaltma endişesiyle gemide dini yalnız Allah’a özgü kılarak O’na yalvarırlar. Ne var ki, ayakları karaya değip kendilerini güven içinde hisseder hissetmez, çıkarları uğruna nankörlüğü tercih edip Rabblerine şirk koşmaya başlarlar. Müşrik inkârcıların deniz yolculuklarındaki bu tavırlarıyla dünya hayatlarındaki temel davranışları arasında her zaman bir paralellik vardır. “Gemideki mümin halleri” ile “karaya çıkar çıkmaz şirke yönelmeleri” arasındaki bu geçişkenlik, inkârcıların “korku” ve “menfaat düşkünlüğü” gibi iki psikolojik etken yüzünden hayattaki ahlakî savrulmalarına da işaret eder niteliktedir. Putperestlerin denizdeki ve karadaki bu iki farklı tavırları başka ayetlerde de konu edilmiştir: Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler. O, müstesna [kaybolmaz]. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok nankördür! (İsrâ/67) Ve insana sıkıntı dokunduğu zaman, yan yatarken, otururken, dikilirken Bize yalvardı. Kendisinden sıkıntısını gideriverdik mi de sanki kendisine dokunan o sıkıntı için Bize hiç yalvarmamış gibi aldırmadan geçip gitti. Haddi aşanlara yaptıkları şeyler işte böyle süslenmiştir. (Yunus/12) Ve iyilik olarak sahip olduğunuz ne varsa, işte Allah’tandır. Sonra size bir zarar dokunduğunda, hemen yalnız O’na sığınırsınız. Sonra, zararı sizden giderince, sizden bir gurup, kendilerine verdiklerimizi inkâr etmek/verdiklerimize nankörlük etmek için Rabblerine şirk koşarlar. – Hadi şimdi faydalanın! Fakat yakında bileceksiniz.- (Nahl/53-54) O, sizi bir candan yaratan ve ondan da kendisine ısınsın diye eşini yapandır. Ne zaman ki o, onu örtüp bürüdü, o zaman o hafif bir yük yüklendi. Ve bununla gidip geldi. Ne zamanki zevce ağırlaştı o zaman onlar [o ikisi] Rabblerine dua ettiler: “Eğer bize sâlih [bir çocuk] verirsen, and olsun ki [kesinlikle] şükredenlerden olacağız.” Ne zaman ki onlara [o ikisine] sâlih [bir çocuk] verdi, o ikisine verdiği şey hakkında O'nun için ortaklar kıldılar. Onların ortak koştuğu şeylerden Allah münezzehtir, yücedir. (Araf/189, 190) 67- Yoksa kıyılarında, insanların zorla kapılıp götürülmesine rağmen, orayı [Mekke’yi] güvenli harem [dokunulmaz] yaptığımızı da görmediler mi? Hâlâ batıla mı inanıyorlar ve Allah’ın nimetine nankörlük mü ediyorlar? 68- Ve Allah’a karşı yalan uyduran yahut kendisine geldiğinde, hakkı yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Kâfirler için cehennemde bir yer mi yok! Rabbimiz Mekkeli müşrikleri bu ayetlerde de kınamaya devam etmektedir. Çünkü onlar Rabblerinin kendilerine verdiği nimetlerin bilincinde değilmiş gibi davranmaktadırlar. Çevrelerindeki hiçbir kentin güvenliği ve bereketi yokken, ilahi program gereği Mekke “dokunulmaz” kent yapılmış, bu sayede orası hem güvenli, hem de ticaret ve ziyaret merkezi olmuştur. Bu sayede oraya bolluk ve bereket akmıştır. Bütün bunları görmezden gelmeleri hayret edilecek bir nankörlüktür. Bu konu, İslam’ın ilk yıllarında Kureyş suresinde de gündeme getirilmişti: Kureyş’in güvenliği esenliği için -kış ve yaz seferlerinde güvenlik esenlikleri-… Öyleyse kendilerini açlıktan kurtararak beslemiş olan ve her korkudan onları güvene kavuşturmuş olan bu Beyt’in Rabbine kulluk etsinler. (Kureyş/1-4) Cahiliye döneminde hiçbir kabilenin güvende olmadığı bir ortamda, Mekke’deki Kureyşliler bütün bu tehlikelerden tamamen emindiler. Çünkü Mekke’ye bir düşman saldırısı olması söz konusu değildi. Kureyşliler “Kâbe’nin hizmetçileri” sıfatıyla ülkenin her tarafında serbestçe dolaşırlar, büyük veya küçük kafilelerle gittikleri herhangi bir bölgede hiçbir tacizle karşılaşmazlardı. Hatta tek başına seyahat eden bir Kureyşlinin “Ben Haremliyim” ya da “Ben Allah’ın haremindenim” demesi bile, saldırılardan kurtulması için ona yeterli bir güvence sağlardı. Kureyşliler, Kâbe’ye hacc ve umre için gelen binlerce insana verilen hizmetleri kendi aralarında paylaşmışlardı. Her sülâlenin belirli bir görevi vardı. Kâbe’nin bekçiliği, bakıcılığı, hacılara su dağıtımı, hacılara yardım, hacılara para toplama, yemek yedirme, hacıların mahkemeleşmesi gibi birçok iş Kureyş tarafından yapılmaktaydı. Bu kutsal turizm, Kureyşlilere tarifi zor bir üstünlük ve saygınlığın yanında, bol kazanç da sağlıyordu. Ne var ki, Kureyşlilerin Mekke’de sürdükleri bu sefa onların kendi gayretlerinin değil, Allah’ın Kâbe ile ilgili plânlarının bir sonucuydu. Bu konu daha evvel Kureyş suresinin tahlilinde ele alındığından, detayın oradan (Tebyinü’l-Kur’an; c: 1, s: 581-585) okunmasını öneriyoruz: 69 – Ve Biz, Bizim yolumuzda gayret gösterenleri, elbette Kendi yollarımıza kılavuzlayacağız. Ve şüphesiz Allah muhsinlerle [iyilik-güzellik üretenlerle] beraberdir. Bu ayet, surede verilen mesajların tümünü içermektedir. Allah yolunda gayret sarf edenler, Allah’ın nimetlerine ulaşan yollara mutlaka kılavuzlanacaktır. Allah iyilik güzellik üretenler ile beraberdir. Onlara dünyada ve ahirette rahmet edecektir. Bunun üzerine Rableri onlara karşılık verdi: "Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun -Ki bazınız bazınızdandır [hepiniz aynısınızdır]- çalışanın amelini zayi etmem. Binaen aleyh göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler; elbette onlardan kötülüklerini örteceğim ve Allah katından bir sevap olarak, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Ve Allah, sevabın güzeli Kendi katında olandır. (Al-i Imran/195) “Kuşkusuz şu inanan ve hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar ve barındırıp yardım edenler, evet işte bunlar, bazısı bazısının velisi olanlardır. İnanan ve hicret etmeyenlere gelince, hicret edene kadar, onlara yakınlık söz konusu değildir. Ve din uğrunda yardım isterlerse, aranızda antlaşma bulunan bir halk zararına olmaksızın, onlara yardım etmeniz gerekir. Ve Allah yaptıklarınızı çok iyi görür.” (Enfal/72) Ve zulme uğradıklarından sonra Allah yolunda hicret eden kişiler; kesinlikle Biz onları; şu sabretmiş ve sadece Rablerine tevekkül eden kimseleri bu dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Ötekinin [ahiretin] ücreti ise daha büyüktür. Keşke onlar, bilselerdi. (Nahl/41) Sonra şüphesiz senin Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret eden, sonra cihad eden ve sabreden kimseler içindir. Şüphesiz senin Rabbin bundan sonra kesinlikle çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. (Nahl/110) Allah, doğrusunu en iyi bilendir. |
![]() |
![]() |
![]() |
Bookmarks |
Etiketler |
85ankebut, suresi |
|
|