hanifler.com Kuran odaklı dindarlık  

Go Back   hanifler.com Kuran odaklı dindarlık > NÜZUL SIRASINA GÖRE TEBYîNÜ'L -KUR'AN İŞTE KUR'AN ve VİDEOLARI Hakkı Yılmaz > İniş Sırası ile Sureler > 49. Kasas (kıssalar) sures

Cevapla
 
Seçenekler Stil
Alt 28. September 2008, 01:51 AM   #1
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Bilindiği üzere “ إسلامİslâm”, مسلمMüslim”, “ مسلمانMüslüman” sözcükleri Arapçadır. Kur’an, ilk kez Arap kavmine ve o kavmin Arap bir mensubuna indiği için bu mesajlar Arapça sözcüklerle ifade edilmiştir. Aslında doğal olarak diğer peygamberler kendi halklarının dili ile konuştuklarından o kavimler “İslâm” ve Müslüman” kelimelerinin kendi dillerindeki karşılığını kullanmışlardır.

Rabbimizin Ehlikitap bilginlerinin Kur’an’a inanacaklarını haber veren 52. ayetteki ifadesi başka ayetlerde de dile getirilmiştir:

Ve şüphesiz ki kitap ehlinden, Allah’a inananlar, size indirilene ve kendilerine indirilene -Allah`a boyun eğerek inananlar vardır. Onlar Allah’ın ayetlerini az bir değere değişmezler. İşte onlar, ücretleri Rableri katında olanlardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. (Âl-i Imran/199)

De ki: Siz ona [Kur’an’a] ister inanın, ister inanmayın; şu daha önce kendilerine ilim verilenler; o [Kur’an] onlara okunduğunda onlar, secde ederek [teslimiyet göstererek] çeneleri üstü kapanırlar. Ve; “Rabbimiz tenzih ederiz. Rabbimizin vaadi mutlaka gerçekleşecektir” derler.
Ve onlar, ağlayarak çeneleri üstü kapanırlar. Ve bu [Kur’an] onların huşuunu [alçak gönüllüğünü] artırır. (İsra/107-109)


Sen kesinlikle iman eden kişilere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak Yahudileri ve ortak koşan kimseleri bulursun. Ve kesinlikle iman eden kimselere sevgi bakımından en yakın olarak da, kendi içlerinde keşişler ve rahipler olduğundan ve onlar büyüklük taslamadıklarından “Biz Hıristiyanlarız” diyen kimseleri bulursun.
Ve onlar elçiye indirileni [Kur’an’ı] dinledikleri zaman, onun hakk olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar; “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şahitler ile birlikte yaz!” derler. (Maide/82, 83)

De ki: “Gördünüz mü [hiç düşündünüz mü]? Eğer bu Kur’an Allah tarafından ise ve siz de onu inkâr etmişseniz, bununla birlikte İsrailoğullarından bir şahit de onun bir benzeri üzerine tanık olup da inanmışsa siz de büyüklük tasladıysanız? Şüphesiz ki, Allah zalimler topluluğuna kılavuzluk etmez.” (Ahkaf/10)

Ve O, size Kitap’ı [Kur’an’ı] ayrıntılı olarak indirdiği hâlde, Allah’tan başka bir hakem mi arayayım? Ve kendilerine kitap verdiğimiz şu kişiler, onun [Kur’an’ın] şüphesiz Rabbinden hakk ile indirilmiş olduğunu bilirler. O hâlde sen sakın şüphecilerden olma. (Enam/114)

Yukarıdaki ayetlerden, Mekke’de yaşayan veya çeşitli zamanlarda Mekke’ye gelip giden Ehl-i Kitabın, Kur’an’ı tasdik ettikleri anlaşılmaktadır. Ama bu durum, onların kendi dinlerini bırakıp Müslüman oldukları anlamına gelmez. Nitekim 53. ayetteki “Kesinlikle biz ondan önce teslim olanlardık” ifadesi de bunu göstermektedir.


54 - İşte onlar; sabretmelerinden ötürü onların mükâfatları iki kere verilecektir. Ve onlar kötülüğü iyilikle savarlar ve kendilerini rızklandırdığımız şeylerden infak ederler.
55 – Ve onlar, boş söz işittikleri zaman, ondan yüz çevirirler ve “Bizim işlerimiz yalnızca bizim için, sizin işleriniz de yalnızca sizin içindir. Size selâm olsun! Biz cahilleri aramıyoruz” derler.

Bu ayetlerde Kur’an’ı hemen kabul etmiş olan Ehlikitap övülmektedir. Bunlar her zaman Allah’ı tanımış, yeni bir kitap ve elçi beklentisi içinde olan, yeni kitaba da inandıktan sonra inancından taviz vermeyen ve hayatlarını Kur’an’daki ilkelere göre düzenleyen kimselerdir. Bunların ilklerinden olanların isimleri 51-53. ayetlerin tahlilinde verilmişti. Ayetlerin ifadesinden anlaşıldığına göre, bu kimseler taşradan gelip giden Ehlikitap değil, Mekke’de yaşayan, baskı ve korku altında tutulan Ehlikitap’tır. Zira inanç turizmine zarar verir kaygısıyla Mekke zorbalarının taşradan gelip gidenlere baskı yapması söz konusu değildir.
54. ayette bu kimselerin çifte ödül alacakları bildirilmektedir. Bizim düşüncemize göre bu ödüllerin birincisi İsa peygambere, ikincisi de peygamberimize iman etmelerinden ötürüdür. Çünkü onlar Mesih`in şahsiyeti karşısında büyülenip zihinlerini donduranlar gibi olmadıklarını ve yalnızca İslâm`ı izlediklerini yeni bir peygamberin gelişiyle karşılaştıkları zorlu imtihanda göstermişler, hiç tereddüt etmeden yeni peygamberin liderliğindeki İslâm yoluna girmişlerdir. Kavmî ve ırkî önyargıları reddederek hakk itikat üzerinde sebat gösteren bu kimseler, gelen yeni peygamberin daha önce Mesih`in tebliğ ettiği İslâm`ı tekrar getirdiğini görerek Hıristiyanlığa takılıp kalmışların yolundan vazgeçmişler ve böylece Mesih`e değil, yalnızca Allah`a taptıklarını davranışlarıyla ispatlamışlardır.
Rabbimiz, bu kimselerin peygamberimize yakın olduklarını Maide suresinde de belirtmiş ve onların bu ayetlerde sözünü ettiği özelliklerini başka ayetlerde de dile getirmiştir:

Sen kesinlikle iman eden kişilere karşı düşmanlık yönünden insanların en şiddetlisi olarak Yahudileri ve ortak koşan kimseleri bulursun. Ve kesinlikle iman eden kimselere sevgi bakımından en yakın olarak da, kendi içlerinde keşişler ve rahipler olduğundan ve onlar büyüklük taslamadıklarından “Biz Hıristiyanlarız” diyen kimseleri bulursun.
Ve onlar elçiye indirileni [Kur’an’ı] dinledikleri zaman, onun hakk olduğunu öğrendiklerinden dolayı gözlerinin yaşla dolduğunu görürsün. Onlar; “Rabbimiz! Biz iman ettik, bizi şahitler ile birlikte yaz!” derler. (Maide/82, 83)

Ve gündüzün iki tarafında ve gecenin yakın saatlerinde namaz kıl; çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlara / Allah’ı unutmayanlara bir öğüttür. (Hud/114)

Ve o kimseler [Rahman’ın kulları], yalan yere tanıklık etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman saygınca geçerler. (Furkan/72)

Ve Rahman’ın kulları öyle kimselerdir ki onlar, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine lâf attığı zaman “Selâm!” derler. (Furkan/63)

Ve o kişiler, Allah’ın birleştirilmesini istediği şeyi birleştirirler. Rabblerine haşyet duyarlar ve hesabın kötülüğünden korkarlar.
Ve o kişiler Rabblerinin rızasını kazanmak arzusuyla sabretmişler, namazı ikame etmişler ve kendilerine verdiğimiz rızklardan gizli ve açık infak etmişlerdir. Ve onlar çirkinlikleri güzelliklerle ortadan kaldırırlar. İşte bu yurdun akıbeti; adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar, atalarından, eşlerinden ve soylarından salih olanlar oraya [adn cennetlerine] gireceklerdir. Melekler de her kapıdan yanlarına girerler: “Sabrettiğiniz şeylere karşılık size selâm olsun! Bu yurdun sonu ne güzeldir!” (Ra’d/21-24)

Hem iyilik de bir değildir, kötülük de. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. O zaman seninle kendi arasında bir düşmanlık olan kişinin, sanki samimi bir dost gibi olduğunu görürsün.
Bu olgunluğa ancak sabredenler kavuşturulur, buna ancak hayırdan büyük bir pay sahibi olan kavuşturulur.
Ve eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa hemen Allah’a sığın. Şüphesiz ki O, en iyi duyan ve en çok bilendir. (Fussılet/34-36)



56 – Kesinlikle sen sevdiğini doğru yola iletemezsin; ama Allah dilediğine doğru yolu gösterir ve O, doğru yola girecek olanları daha iyi bilir.

Peygamberimize, sevdiği bile olsa kimseyi zorla doğru yola sokamayacağını bildiren bu ayet, aynı zamanda onu teselli de etmektedir. Çünkü Allah, tercih yeteneğine sahip olan insanları özgür bırakmıştır ve yine ayette bildirildiği gibi hidayet Allah’a aittir.
İfadesi genele yönelik olmasına rağmen, bu ayetin peygamberimizin bir türlü imana gelmeyen amcası Ebutalib’in bu durumuna çok üzülmesi üzerine indiği ileri sürülmüştür.

57 - Ve onlar “Biz seninle beraber hidayete uyarsak, yurdumuzdan atılırız” dediler. Biz onları, kendi katımızdan bir rızk olarak, her şeyin semerelerinin toplanıp kendisine getirildiği, güvenli, haram [dokunulmaz] bir yere [Mekke’ye] yerleştirmedik mi? Fakat onların çoğu bilmezler.

Bu ayette, inanmamakta direnen Kureyşli müşriklerin tevhidi kabul etmemek için ileri sürdükleri mazeret açıklanmakta ve onların Kur’an hakk olmadığı için değil, çıkarlarından olmamak için hidayete uymadıkları bildirilmektedir. Bu, onların şirk ve küfür ticareti yaparak sağladıkları kazançtan mahrum kalmamak için peygamberimize uymayı reddettikleri anlamına gelmektedir. Mekkeli müşriklerin bu mantığını tam olarak kavrayabilmek, ancak İslâm`ı kabul etmeleri hâlinde meydana gelmesinden korktukları durumun ne olduğunu görebilmekle mümkündür. Bu da söz konusu olaya tarih perspektifinden bakmayı gerektirmektedir. Hatırlanacak olursa, Kureyş suresinin tahlilinde Kureyş kabilesinin çok önemli bir özelliğine değinmiş, onların Arabistan’da yaygın şekilde İsmail’in torunları olarak bilinip tanındıklarını, Arapların onlara “peygamber çocukları” gözüyle baktıklarını, dokunulmaz kılınmış Mekke’ye gelen hacıların her türlü işlerini görerek geçindiklerini, bundan dolayı da bu işlerden iyi kazanç sağladıklarını dile getirmiştik. İşte Kureyşli müşrikler bu kazançtan, bu geçimden mahrum kalmaktan korkmakta ve bu sebeple küfrü ve şirki tercih etmektedirler.
Dolayısıyla Rabbimizin buradaki “Biz onları kendi katımızdan bir rızk olarak, her şeyin semerelerinin toplanıp kendisine getirildiği, güvenli, haram [dokunulmaz] bir yere [Mekke’ye] yerleştirmedik mi?” şeklindeki sözleri, doğrudan bu anlayıştaki müşriklere yöneliktir. Rabbimiz bu ifadesiyle onların saltanatlarının kendi eserleri olmadığını, sağladıkları kazançları ve güvenliklerini Allah’ın Mekke’de Rabbülbeyt inşasını plânlayıp gerçekleştirmesine borçlu olduklarını bildirmektedir.
Mekke’nin “Güvenli Şehir” olması ile ilgili olarak Kureyş suresinin tahlilinde ayrıntılı bilgi verilmiştir. Bu açıklamaların tekrar okunmasının yararlı olacağı kanaatindeyiz. (Tebyînü’l_Kur’an; c:1, s:582-585)

Bu nedenle, önceki açıklamalara ek olarak aşağıdaki ayeti ve Mukatil’in kaydettiği şu tarihi bilgiyi sunmakla yetiniyoruz:

Şüphesiz, insanlar için mübarek ve âlemlere yol gösterme olarak konulan ilk ev, Bekke’dekidir [Mekke’dekidir] .
Onda apaçık deliller; İbrahim’in makamı vardır. Oraya kim girerse güvende olmuştur. Ve yoluna gücü yeten herkesin Beyt’i haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Kim inkâr ederse, şüphesiz Allah bütün âlemlerden zengindir. (Al-i Imran/96, 97)

Mukatil b. Süleyman, 57. ayetin Kureyşli Haris b. Nevfel b. Abdimenaf’ın peygamberimize yaptığı bir açıklama üzerine indiğini nakletmektedir. Naklettiğine göre, bu kişi peygamberimize şunları söylemiştir:
“Senin dediklerinin hak olduğunu biz çok iyi biliyoruz. Bizim seninle birlikte hidayete uymamızı engelleyen şey, Arapların bizi yurdumuzdan, yani Mekke’den çıkartmalarından korkmamızdır. Çünkü biz, Araplara göre bir baş yiyip doyacak kadar azınlığız ve bizim onlara karşı koyacak gücümüz yoktur.” (Mukatil)

58 – Ve Biz, geçimleriyle şımarmış nice kenti helâk etmişizdir. İşte, onların yerleri! Kendilerinden sonra pek az oturulmuş olan meskenleri. Ve Biz, vârislerin ta kendisiyiz.
59 - Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamberi anakente göndermedikçe, memleketleri helâk edici değildir. Zaten Biz, halkı zalim olmayan memleketleri helâk edici değiliz.
60 – Ve size verilen şeyler, basit hayatın kazanımı ve onun süsüdür. Allah katında olanlar ise, daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Hâlâ akletmeyecek misiniz?

Peygamberimize mazeret ileri süren Kureyşli müşriklere yapılan uyarı bu ayetlerde de devam etmektedir. Bu ayetlerin mesajını şöyle takdir etmek mümkündür: “Kaybederiz korkusuyla haktan yüz çevirip bâtıla yapıştığınız ve bunca övünüp durduğunuz dünya refah ve servetine bir zamanlar Ad, Semud, Sebe’, Medyen ve Lut kavmi de sahipti. Onları helâk ettik, işte onların kalıntıları... Sizden önce helâk edilmiş bu topluluklar da ahlâksızlığa dalmışlardı. Onları son bir kez uyarmak için Allah peygamberlerini gönderdi. Fakat onlar kulak bile asmadılar. Aynı şey şimdi sizin için de geçerli... Siz de ahlâksızlığa daldınız ve sizi uyarmak için size de bir elçi geldi. Eğer küfür ve inkârınızda ısrar ederseniz refah ve rahatınızı korumak yerine onları tehlikeye atmış olacaksınız. Korkup durduğunuz yıkım, inanmanız hâlinde değil, inanmayı reddetmeniz hâlinde sizi yok edecektir.”

MEKKE MÜŞRİKLERİ NİÇİN İMHA EDİLMEDİ?

Şirk ve küfür ticareti ile hayatlarını sürdüren Mekkelilerin peygamberimizin elçilikle görevlendirilmesinden önce helâk edilmeme sebebi, 59. ayetin 1. cümlesindeki “Rabbin, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir peygamberi anakente göndermedikçe, memleketleri helâk edici değildir” ifadesiyle açıklanmıştır. Bu husus başka ayetlerde de belirtilmiştir:

Allah bir şehri misal olarak verdi: [Bu şehir] güvenli, huzurlu idi, Oraya her bir yerden rızkı bol bol gelirdi. Ne var ki onlar Allah’ın nimetlerine karşı nankörlük ettiler. Allah da onlara, yaptıkları işler yüzünden açlık ve korku elbisesini [felâketini] tattırıverdi.
Ant olsun ki, onlara içlerinden bir peygamber de gelmişti. Onu da yalanladılar. Bunun üzerine, onlar zulüm yaparlarken azap da onları yakalayıverdi. (Nahl/112, 113)

Kim doğru yolu bulursa sırf kendi iyiliği için doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz bir Peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. (İsra/15)

Ve senin Rabbin, halkları ıslahatçı [düzeltici, reformist] iken, o memleketleri haksız yere / zulüm sebebiyle helâk edecek değildir. (Hud/117)

Ey cinn ve ins topluluğu [tüm insanlar]! Size âyetlerimi anlatan ve bugününüze kavuşacağınız hususunda sizi uyaran kendinizden elçiler gelmedi mi? Onlar, “Kendi aleyhimize şahidiz” dediler. Basit yaşam onları aldattı ve onlar kendilerinin kesinlikle kâfirlerin ta kendisi olduklarına şahitlik ettiler.
İşte bu; Rabbinin, halkı gafil iken ülkeleri zulüm ile helak edici olmayışıdır.
Ve hepsi için yaptıklarına göre dereceler vardır. Ve senin Rabbin onların yaptıklarından gafil değildir. (Enam/130, 132)

İşte böylece Biz kentlerin anasını ve onun kıyısındaki kişileri uyarasın ve kendisinde hiç şüphe olmayan toplanma günü ile uyarasın diye sana Arapça bir Kur`an vahyettik. Bir grup cennettedir, bir grup da cehennemdedir. (Şûra/7)

Onlar ki, onlara iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılan, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren yanlarındaki Tevrat ve İncil’de yazılmış bulacakları o ümmî peygamber, o elçiye uyarlar. O hâlde, ona iman eden, ona kuvvetle saygı gösteren, ona yardımcı olan ve onun ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (A’raf/157)

De ki: “Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?”. De ki: “Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Ve sizi ve ulaşan herkesi kendisiyle uyarayım diye bana bu Kur`ân vahyolundu. Allah’la beraber gerçekten başka ilâhlar olduğuna siz gerçekten tanıklık eder misiniz?” De ki: “Ben etmem”. De ki: “O, ancak ve ancak bir tek ilâhtır ve kesinlikle ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım”. (En’am/19)

Artık onlar [dünyayı isteyenler] hiç Rabbinden açık bir belge üzere olan ve kendisini Allah’tan bir şahidin takip ettiği ve de kendinden önce bir önder ve rahmet olarak Musa’nın kitabı bulunan kimse gibi midir? İşte onlar [Böyle olanlar] ona [Kur’an’a] inanırlar. Hangi hizipten olursa olsun kim onu inkâr ederse, ona vaat edilen yer ateştir. İşte bütün bunlardan dolayı sen de bundan [Kur’an’dan] şüphe içinde olma. Kesinlikle o Rabbinden bir haktır/gerçektir. Fakat insanların çoğu iman etmiyorlar. (Hud/17)

Ve hiç bir şehir yoktur ki, kıyamet gününden önce Biz onu helâk etmeyelim yahut şiddetli bir azap ile azaplandırmayalım. Bu, Kitap’ta satırlaştırılmıştır. (İsra/58)

Peygamberimiz kendilerine elçi olarak gönderildikten sonra onunla mücadele etmelerine rağmen Mekkeli müşriklerin helâk edilmemelerinin sebebi ise, yine 59. ayetin 2. cümlesindeki “Zaten Biz, halkı zalim olmayan memleketleri helâk edici değiliz” ifadesiyle açıklanmıştır. Bu ifadeden, Mekkelilerin hepsinin de zalim [şirke batmış] kimseler olmadığı anlaşılmaktadır ki, bu durum herkesin bildiği bir gerçektir. Yüce Allah o gün için iman etmemiş olanların bir kısmının daha sonra iman edeceğini; hayatlarının sonuna kadar iman etmeyecek olanların ise, soylarından gelecek bazı kimselerin iman edeceklerini biliyordu ve bu sebeple de onları helâk etmiyordu. Nitekim bu husus aynen gerçekleşmiş, o günün müşriklerinden ve onların soylarından birçok kişi mümin olmuştur.

61 - Şu hâlde, Bizim kendisine güzel bir vaatle vaatte bulunup da ona kavuşan kimse, basit hayatın kazanımını kazandırdığımız ve sonra kıyamet gününde huzurumuza getirilenlerden [huzurumuzda ‘hazırol’da tutulanlardan] olan kimse gibi midir?

Bu ayet de müşriklerin ileri sürdükleri mazerete karşı verilen bir cevaptır. Burada onlara basit hayatta kazandırılanlar ile Allah’ın gösterdiği yolda gidip Allah’ın vaat ettiklerini hak edenlerin bir olmayacağı söylenmektedir.
Bu ayeti anlamak için iki noktanın dikkate alınması lâzımdır:
Birinci olarak: İnsan, dünya hayatı ile ahiret hayatı arasındaki farkı iyi kavramalı, mukayeseyi iyi yapmalıdır. Dünya hayatı, ister nimet ister külfet itibariyle olsun, basit, iğreti, değişken ve geçicidir. Ahiret hayatı ise sonsuzdur ve değişken değildir. Bu durumda akıllı insanın ahiret hayatını tercih etmesi gerektiği apaçık ortadadır.
İkinci olarak: İnsan, “Rabbimiz kullarından ne istiyor?” bunu iyi bilmelidir. O, insanlardan mal mülk edinmemelerini, bu dünyanın nimetleriyle ilgilenmemelerini, sefil yaşamalarını değil, çok çalışmalarını ve kazandıklarını doğru yolda çokça harcamalarını istemektedir. Burada bize verilen mesaj, “geçici” için “ebedî”nin terk edilmemesi ve “geçici”yi elde etmek için şirk, zulüm, inkâr, fısk ve fücur yollarına tevessül edilmemesidir. Kısaca dünya nimetlerinin meşru sınırlar içinde kazanılması ve yine meşru sınırlar içinde harcanmasıdır:

Ve Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir de ölçülendirir de. Onlar ise basit hayat ile ferahladılar. Oysa basit hayat, ahirette sadece bir kazanımdır. (Ra’d/26)

Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara süslü ve çekici kılındı. Bunlar basit hayatın kazanımıdır[zâlike metâu’l-hayati’d-dünya]. Ve Allah, varılacak güzel yer kendi katında olandır.
De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Takva sahibi olan kişiler için Rabblerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’tan hoşnutluk vardır. Allah kulları en iyi görendir.” (Âl-i Imran/14, 15)

Kendilerine “Elinizi çekin, namazı ikame edin, zekatı verin” denenleri görmedin mi? Sonra savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, Allah’ın haşyeti gibi yahut haşyetçe daha şiddetli olarak insanlara haşyet duyarlar. Ve “Rabbimiz, ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?” dediler. De ki: “Dünyanın kazanımı çok azdır. Ahiret ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz bir hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik kadar bile haksızlığa uğratılmayacaksınız.” (Nisa/77)

Ey iman etmiş kişiler! Ne oldu ki size, Allah yolunda savaşa kuşanın denildiği zaman yere ağırlaşıp kaldınız [çakılıp kaldınız]. Ahiretten cayıp basit hayata mı razı oldunuz? Ama ahirettekine göre, bu basit hayatın kazanımıpek azdır[Fema metâu’l-hayati’d-dünya fi’l-âhıreti illâ kalîl]. (Tövbe/38)

62 – Ve o gün O [Allah] onlara seslenir de der ki: “Yanlış olarak inanmış olduğunuz Benim ortaklar hani nerede?”
63 - Haklarında Söz gerçekleşen kimseler, “Rabbimiz! İşte bunlar bizim azdırdığımız kimselerdir. Biz nasıl azmışsak, işte bunları da öylece biz azdırdık. Biz Sana karşı uzak olduk. Onlar sadece bizlere tapmıyorlardı” derler.
64 – Ve “Ortaklarınızı çağırın!” denir, onlar da çağırırlar. Sonra da onlar kendilerine cevap vermezler ve azabı görürler. -Ne olurdu onlar doğru yola girmiş olsalardı! -
65 – Ve o gün O [Allah], onlara seslenir de “Gönderilenlere [elçilere] ne cevap verdiniz?” der.
66 – İşte, o gün onlara bütün önemli haberler kapkaranlık olmuştur; artık onlar birbirlerine de soramazlar.

Bu ayet grubunda, basit dünya zevklerini ahiret hayatına tercih etmeleri sonucu ahirette kötü durumlara düşenlerin ve onları bu durumlara düşüren zavallıların birbirleriyle davalaşmaları gözler önüne serilmektedir. Bu sahneler Saffat suresinde şöyle canlandırılmıştır:

Ve onların bazısı bazısına, dönmüş [yüz yüze gelmiş] soruşuyorlar [birbirlerini sorumlu tutuyorlar].
Onlar: “Şüphesiz siz bize [uğurlu görünerek] sağdan gelir dururdunuz” derler.
Diğerleri derler ki: “Bilakis, siz müminler olmamıştınız. Bizim size karşı bir gücümüz de yoktu. Bilakissiz azmış bir kavimdiniz. Onun için üzerimize Rabbimizin Söz’ü hak oldu. Şüphesiz biz tadıcılarız. Sonra biz, sizi kışkırttık. Çünkü biz kışkırtıcılar idik.”
Şu halde şüphesiz onlar o gün azapta ortaktırlar. (Saffat/27-33)

Dikkat edilirse, burada hesaba çekilenler “kandırılan akılsız kimseler”dir. Allah ortak koşanlara sormaktadır ama cevap verenler bizzat ortak koşulanlardır. Akılsızlar tarafından suçlanan bu kişiler, güçler, varlıklar, suçlamalar karşısında “Biz bunları zorla yaptırmadık, onları ne görme, ne işitme kuvvetlerinden, ne de düşünme melekesinden mahrum ettik ve ne de onlar hak yola girmek istediklerinde onları zorla bâtıl yola çekebileceğimiz bir durum söz konusu idi. Gerçek şudur ki, nasıl biz kendi özgür irademizi kullanarak saptıysak, onlar da kendi özgür iradeleriyle bizim kendilerine sunduğumuz yanlış yolu tercih ettiler. Dolayısıyla onların yaptıklarından biz sorumlu değiliz; onlar kendi yaptıklarından, biz kendi yaptıklarımızdan sorumluyuz” diyerek suçlamaları kabul etmeyeceklerdir.
Ortak koşanlarla ortak koşulanlar arasındaki bu çekişme, birçok ayette dile getirilmiştir:
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 28. September 2008, 01:51 AM   #2
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Şüphesiz ki bu, ateş ehlinin birbiriyle tartışması / davalaşması gerçektir. (Sad/64)

O gün müttekiler hariç tüm izdaşlar [birbirinin izinden gidenler] birbirlerine düşmandırlar. (Zühruf/67)

Ve ant olsun ki siz, sizi ilk defa yarattığımız zamanki gibi yapayalnız/teker teker Bize geldiniz ve size verdiğimiz şeyleri arkanızda bıraktınız. Ve içinizde kendilerinin ortaklar olduğuna inandığınız şefaatçılarınızı sizinle beraber görmüyoruz. Ant olsun aranızda kesilme olmuş ve yanlış inandığınız şeyler kaybolmuştur. (En’am/94)

Sonra siz kesinlikle kıyamet gününde Rabbinizin huzurunda tartışacaksınız. (Zümer/31)

Ve onlar, kendileri için bir izzet [güç, şan, şeref] olsun diye, Allah’ın astlarından ilâhlar edindiler.
Hayır... Hayır... [Onların zannettikleri gibi değil]... Onlar [edindikleri ilâhlar] onların ibadetlerini inkâr edecekler ve aleyhlerine dönüp karşı olacaklardır. (Meryem/81, 82)

Ve Allah’ın astlarından kıyamet gününe kadar kendisine hiç bir cevap veremeyecek olan kimselere dua eden kimseden daha sapık kim olabilir? Onlar [tapılan kimseler], onların yalvarışlarından habersizler de.
İnsanlar bir araya toplandığı zaman onlar [taptıkları kimseler] kendilerine düşmandırlar. Ve onların kendilerine tapmalarını inkâr ederler. (Ahkaf/5, 6)

O zaman kendilerine uyulan kimseler, azabı görerek kendilerine uyanlardan kaçıp uzaklaşmışlardır. Ve onlarla bağlar kesilmiştir.
Ve onlara uyanlar, “Ah, bizim için dünyaya bir dönüş olsaydı da onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık!” derler. İşte böylece Allah onlara bütün amellerini, üzerlerine yığılmış hasretler [pişmanlık ve üzüntüler] hâlinde gösterecektir. Onlar bu ateşten çıkanlar da değillerdir. (Bakara/166, 167)

Ve o gün O [Allah]: “Yanlış olarak inandığınız benim ortaklarımı hadi çağırın” der. Sonra onlar da onları çağırdılar da onlar kendilerine cevap vermediler. Ve Biz, onların arasına ateşten bir engel kılmışızdır.
Ve günahkârlar ateşi görmüşler de artık kendilerinin ona düşeceklerine kani olmuşlardır. Ondan kaçıp sığınacak bir yer de bulamadılar. (Kehf/52, 53)

63. ayette konu edilen “Söz”, Rabbimizin bizi yarattığında hakkımızda aldığı bir ilke kararıdır:

[Allah] Buyurdu ki: “Hakk budur. Ben de şu hakkı söylüyorum: Ant olsun ki, cehennemi mutlaka senden ve onların sana uyanlarından, hepinizden dolduracağım.” (Sad/84, 85)

Ve eğer Biz dileseydik her nefse [kişiye] hidayetini verirdik. Velâkin Benden: “Bütün cinnlerden ve insanlardan [herkesten] cehennemi elbette tamamen dolduracağım” sözü hakk olmuştur. (Secde/13)

Rabbimizin cehennemin ins ve cinn [herkes] tarafından doldurulmasına yönelik kararında dikkatlerden kaçmaması gereken ince bir nokta vardır ki, bu da cehennemi dolduracak olanların bu sonuca bizzat kendi özgür iradeleri ve seçimleri ile ulaşacak olmalarıdır. Çünkü Rabbimiz, rahmeti gereği insanlara elçi göndermekte, kitap indirmekte, insanları ise seçimlerinde serbest bırakmaktadır. Elçi göndermeden azap etmeyeceği ise zaten Rabbimizin bildirdiği bir ilke kararıdır.
Konuyla ilgili daha ayrıntılı açıklama Kaf suresinin tahlilinde verilmiştir. (Tebyinü’l-Kur’an; c:2, s:110,111)

67 - Fakat tövbe etmiş, iman etmiş ve salihi işlemiş kimseye gelince; o, kurtuluşa erenlerden olmayı umabilir.

Yapılan uyarılardan sonra burada Rabbimiz kurtuluş kapısını göstermektedir: Buna göre, geçmişinde neye inanmış ve hangi ameli işlemiş olursa olsun, kişinin tövbe etmesi, sonra da iman edip salihatı işlemesi hâlinde, Rabbimiz onun kurtulanlardan olmayı umabileceğini söylemekte, böylece insanları tövbeye davet ederek suçlu kullarına kurtuluş yolunu göstermektedir.

Sonra kim yaptığı zulümden sonra tövbe eder ve düzeltirse, bilsin ki şüphesiz Allah, onun tövbesini kabul eder. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. (Maide/39)

Allah`ın [kabulünü] üzerine aldığı tövbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tövbe edenlerinkidir. İşte Allah, böylelerinin tövbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm / hikmet sahibidir.
Tövbe; ne, kötülükleri yapıp-edip de onlardan birine ölüm çatınca: `Ben şimdi gerçekten tövbe ettim` diyenler, ne de kâfir olarak ölenler için değil. Böyleleri için acı bir azap hazırlamışızdır. (Nisa/17, 18)

De ki: “Ey haddi aşarak nefislerine karşı sınırı aşmış olan kölelerim! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Şüphesiz Allah, günahları tümden bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Zümer/53)

Bunlardan başka, tövbenin konu edildiği şu ayetlere de bakılabilir: Enam/54, Meryem/60, Ta Ha/82, Furkan/70, 71, Nur/31, Tahrim/8, Bakara/160, Al-i Imran/89, Araf/153, Nahl/119, Nur/5, Şura/28

68 – Ve senin Rabbin, dilediği şeyi yaratır ve onlar için hayırlı olan şeyleri seçer/ onlar için ise seçim hakkı yoktur. Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir ve yüceler yücesidir.
69 – Ve senin Rabbin, onların sinelerinde gizledikleri şeyleri ve açığa vurdukları şeyleri bilir.
70 – Ve O, kendisinden başka ilâh diye bir şey olmayan Allah’tır. İlkinde ve sonuncuda hamd O’nundur, hüküm yalnızca O’nundur. Ve ancak O’na döndürüleceksiniz.

Bu ayetlerde Rabbimiz, ilk yaratmanın, yaratmanın devamının ve yaratılanlarla ilgili her türlü tasarrufun kendi elinde olduğunu açıklamaktadır. Bu ayetler aynı zamanda şirke bir reddiye mahiyetindedir. Çünkü Rabbimiz, her şeyin kendi kontrolünde olduğunu bildirdiği bu ayetlerde müşriklerin kendi kafalarından bu sözde ilâhlara yağmur yağdırma, şifa verme, bereket sağlama, şefaat etme gibi işler gördürüp onlara sıfatlar, dereceler ve mevkiler biçmelerine karşı çıkmaktadır.
69. ayette dile getirilmiş olan “Allah’ın her şeyi bildiği” hususu, başka ayetlerde de vurgulanmıştır:

Allah, “her dişinin neyi taşıdığını, rahimler neyi eksiltir ve neyi artırır” bilir. Ve her şey O’nun katında bir ölçü iledir.
[Allah], gaybı da açıkta olanı da bilendir, pek büyüktür, yücedir.
Sizden sözü gizleyen kimse ve onu açığa vuran kimse, gece gizlenenle gündüz açığa çıkan kimse eşittir. (Ra’d/8-10)

Gaybın anahtarları da yalnızca onun katındadır. Ondan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın.” (En’am/59)

Rabbimiz, kendisine yakıştırılan noksan sıfatlardan arınık olduğunu ise sadece burada değil, yüzlerce yerde konu etmiştir.


71 - De ki: “Gördünüz mü [Düşündünüz mü hiç], eğer Allah üzerinizde geceyi ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka size ışık getirecek ilâh kimdir? Hâlâ kulak vermeyecek misiniz?”
72 - De ki: “Gördünüz mü [Düşündünüz mü hiç], eğer Allah üzerinizde gündüzü ta kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirse, Allah’tan başka, istirahat edeceğiniz geceyi size getirecek ilâh kimdir? Hâlâ görmeyecek misiniz?”
73 – Ve O’nun [Allah’ın] rahmetindendir ki O, geceyi ve gündüzü; onda [gecede] dinlenesiniz ve [gündüzün] O’nun lütuf ve kereminden arayasınız ve şükredesiniz diye kıldı.

Bu ayet grubunda, peygamberimizden inançsızlara seslenmesi istenmekte ve Allah’ın varlığına, birliğine, ahirette yeniden yaratacağına, hesap soracağına kanıt olarak gece ile gündüzün yaşam üzerindeki etkisi gösterilmektedir.
Yüce Rabbimiz burada, gece ile gündüzün mevcut düzeninin değişmesi, yani sürekli gece veya sürekli gündüz olması hâlinde meydana gelebileceklerin düşünülmesini istemiş ve mevcut düzendeki gece ile gündüz ayarının ne kadar isabetli olduğuna dikkat çekmiştir.
Gece ile gündüze ibret verici bir olgu olarak pek çok ayette işaret edilmiş ve insanlara gece ile gündüz gerçeğini düşünerek akıllarını başlarına alabilecekleri bildirilmiştir.

Rabbinin o gölgeyi nasıl uzatmış olduğuna bakmadın mı? Dileseydi onu elbet hareketsiz de kılardı. Sonra Biz Güneş’i, ona delil kıldık. Sonra da onu kolay bir çekişle kendimize doğru çektik.
Ve O, sizin için geceyi elbise, uykuyu da rahatlık kılandır. Ve O, gündüzü yayılış kılandır. (Furkan/45–47)

74 - Ve o gün O [Allah], onlara seslenip der ki: “Yanlış olarak inandığınız Benim ortaklar hani, nerede?”
75 – Ve Biz her ümmetten bir şahit çekip çıkardık da “Haydi, kesin delilinizi getirin!” dedik. Artık bildiler ki, hakikat Allah’a aittir ve uydurageldikleri şeyler kendilerinden ayrılıp kaybolmuştur.

Bu ayetlerde yeni bir mahşer sahnesi canlandırılarak yine 62-66. ayetlerdeki konuya dönülmektedir. Artık mahkeme başlamıştır. O gün kimsenin yalan söyleyebilecek, mazeret ileri sürebilecek imkânı yoktur. Çünkü tüm uydurma şeyler yok olup gitmiş, ortada sadece Allah’a ait hakikat kalmıştır.
75. ayette geçen “bir şahit” ifadesiyle, toplumu uyaran peygamber kastedilmiştir. Çünkü peygamberler hesap anında tanık olarak bulundurulacaklardır:

elçiler, vakitlendirildikleri zaman,
bunlar hangi gün için ertelendiler ise!
Ayırt etme günü için… (Mürselat/11-13)

Her ümmetten bir tanık getirdiğimiz ve seni de işte onların üzerine bir tanık olarak getirdiğimiz zaman bak nasıl? (Nisa/41)

Ve Biz o gün, her ümmet içinde, kendilerinden kendi aleyhlerine bir şahit göndereceğiz. Seni de onların üzerine şahit getireceğiz. Biz bu kitabı da, her şeyi açıklayan ve Müslümanlara bir kılavuz, bir rahmet ve bir müjde olarak indirdik. (Nahl/89)

Ve yeryüzü Rabbinin nuruyla aydınlanmış, kitap konulmuş, peygamberler ve tanıklar getirilmiş ve aralarında hakk ile karar verilmiştir. Ve onlar zulüm olunmazlar [onlara haksızlık edilmez]. (Zümer/69)

75. ayetteki “Haydi, kesin delilinizi getirin!” ifadesiyle suçlulara sanki şöyle denmektedir: “Mazur olduğunuzu göstermek için ikna edici bir delil getirin! Ya ısrar edip durduğunuz şirkin, elçiliği ve ahireti inkârın doğru bir inanç olduğunu ve bu inancı aklî delillerle benimsediğinizi ispatlayın; yahut eğer bunu yapamıyorsanız, hiç değilse bu hataya karşı sizi uyarmak için Allah`ın hiçbir düzenlemede bulunmadığını, size doğru yolu göstermediğini ispat edin!”

76, 77 – Şüphesiz Karun, Musa’nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, şüphesiz onun anahtarları güçlü kuvvetli bir topluluğa ağır gelirdi. Bir zaman kavmi ona demişti ki: “Şımarma! Şüphesiz ki Allah şımarıkları sevmez. Ve Allah’ın sana verdiğinde ahiret yurdunu iste. Dünyadan da nasibini unutma! Allah`ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun. Ve yeryüzünde bozgunculuğu isteme. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.”
78 – O [Karun]; “O [servet], bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi.” dedi. Bilmez miydi ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok topluluğu [taraftarı, birikimi] olan kimseleri kesinlikle helâk etmişti. Ve günahkârlar günahlarından sorulmaz [Allah onların hepsini bilir].
79 - Derken o [Karun], ziynet [ihtişam] içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını isteyen kimseler; “Keşke Karun’a verilen gibi bizim de olsaydı. Şüphesiz ki o [Karun], çok büyük bir nasip sahibidir” dediler.
80 – Ve kendilerine ilim verilmiş olan kimseler ise; “Yazıklar olsun size! İman eden ve salihi işleyen kimseler için Allah’ın mükâfatı daha hayırlıdır. Ona da ancak sabredenler kavuşabilir.” dediler.
81 – Sonunda Biz onu ve evini yere geçirdik. Artık Allah’ın astlarından kendisine yardım edecek bir taraftar da olmadı ve o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.
82 – Ve daha dün onun yerinde olmayı isteyenler, “Demek ki Allah kullarından dilediğine rızkı genişletiyor ve daraltıyor. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Ve demek ki inkârcılar felâh bulmuyorlar” diyerek sabahladılar.

Hatırlanacak olursa, surenin 57-61. ayetlerinde Mekkeli müşriklerin dünya nimetlerini tercih ederek doğru yoldan çıktıkları belirtilmiş, akıllı insanın dünya kazançlarını değil de kalıcı ahiret kazançlarını tercih etmesi gerektiği yolunda uyarılar yapılmıştı. Bu uyarılara somut örnek teşkil edecek bir kıssanın anlatımı da konumuz olan bu ayet grubunda yapılmaktadır. Akıl sahiplerinin çok büyük ibretler alabileceği bu kıssanın baş aktörü, vurgunun, kapitalist zihniyetin sembolü olarak tanıtılan Karun’dur. İlk bakışta Karun ile ona muhatap olan iki grup insandan söz eden kıssa, pasajın içeriğine bakıldığında sadece o iki grubu değil, tüm zamanların servet düşkünlerini ve onlara imrenen akılsızları gözler önüne sermekte, ayrıca bu servet düşkünlerini ve onlara imrenen akılsızları uyaran bilgili ve bilinçli kişilerin bunu hangi sorumluluk bilinciyle yaptıklarını ortaya koymaktadır.
Kur’an’ın mesajından rahatsız olanlara bakıldığında, eski dönemlerde de olduğu gibi, bu kimselerin daima kendi kurdukları ekonomik ve sosyal düzenlerin alt üst olacağından korkan büyük sermayedarlar, tefeciler ve sömürgenler olduğu görülmektedir. Başka bir ifadeyle tarih, uluslararası ticaret, faiz ve sömürü ile Karunlaşmış kişilerle doludur. Bu kişiler, Hümeze suresinde de bildirildiği üzere, en akıllı işin servet kazanıp biriktirmek olduğuna inanan ve kendi bilgi ve becerisi sayesinde elde ettiğini zannettiği servetleriyle kendilerini zengin hisseden tağutlaşmış kimselerdir:

Hayır… Hayır… Dönüş Rabbine olmasına rağmen insan, kendini yeterli gördüğünde [zengin olduğuna inandığında], kesinlikle azar [tuğyan eder]. (Alak/6-8)

Karun ismi Kur’an’da bu sureden başka iki surede daha geçmektedir:

Karun’u, Firavun’u ve Haman’ı da [yakaladı]. Ant olsun ki, Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Hâlbuki geçiciler değillerdi. (Ankebut/39)

Ant olsun Musa’yı Firavun’a, Haman’a ve Karun’a ayetlerimizle ve açık bir delil ile elçi olarak gönderdik. Onlar da; “Bu bir sihirbaz, büyük bir yalancıdır” dediler. (Mümin/23, 24)


Yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığına göre, Musa peygamber, Karun’a da elçi olarak gönderilmiştir. Bu, Karun’un Firavun’la işbirliği içinde olduğunu ve servetini İsrailoğulları aleyhine kullandığını göstermektedir. Yani Karun, kendi kavmine ihanet eden, İsrailoğullarına zulmeden Firavun’un destekçisi ve işbirlikçisi bir kimsedir; Firavun nezdindeki yerini de kendi halkına ihaneti ile kazanmıştır. Bir İsrailoğlu olan kapitalist Karun’un kazandığı mevki o kadar önemlidir ki, Firavun’un destekçisi ve yandaşı olan saray erkânının adı, onun adının yanında ikinci plânda kalmış, Firavun ve başrahibi Haman’dan sonra Musa peygamberin elçi olarak gönderildiği üçüncü önemli kişi olmuştur.
Kitab-ı Mukaddes’te Karun adı geçmez. Ancak Sayılar, Çıkış, Tarihler ve Tekvin bölümlerinde bahsi geçen “Korah” ile Karun’un ekseriyetle aynı kişi olduğu kabul edilir:

Sayılar; 6. Bab:

Korah, Datan ve Aviram Başkaldırıyor

1, 2- Levi oğlu Kehat oğlu Yishar oğlu Korah, Ruben soyundan Eliavoğulları`ndan Datan, Aviram ve Pelet oğlu On toplulukça seçilen, tanınmış 250 İsrailli önderle birlikte Musa`ya başkaldırdı.
3- Hep birlikte Musa`yla Harun`un yanına varıp, "Çok ileri gittiniz!" dediler, "Bütün topluluk, topluluğun her bireyi kutsaldır ve RABB onların arasındadır. Öyleyse neden kendinizi RABB`in topluluğundan üstün görüyorsunuz?"
4- Bunu duyan Musa yüzüstü yere kapandı.
5- Sonra Korah`la yandaşlarına şöyle dedi: "Sabah RABB kimin kendisine ait olduğunu, kimin kutsal olduğunu açıklayacak ve o kişiyi huzuruna çağıracak. RABB`in seçeceği kişiyi huzuruna çağıracak.
6- Ey Korah ve yandaşları, kendinize buhurdanlar alın.
7- Yarın RABB`in huzurunda buhurdanlarınızın içine ateş, ateşin üstüne de buhur koyun. RABB`in seçeceği kişi, kutsal olan kişidir. Ey Levililer, çok ileri gittiniz!"
8- Musa Korah`la konuşmasını şöyle sürdürdü: "Ey Levililer, beni dinleyin!
9, 10- İsrail`in Tanrısı sizi kendi huzuruna çıkarmak için ayırdı. RABB`in Konutu`nun hizmetini yapmanız, topluluğun önünde durmanız, onlara hizmet etmeniz için sizi İsrail topluluğunun arasından seçti. Sizi ve bütün Levili kardeşlerinizi huzuruna çıkardı. Bu yetmiyormuş gibi kâhinliği de mi istiyorsunuz?
11- Ey Korah, senin ve yandaşlarının böyle toplanması RABB`e karşı gelmektir. Harun kim ki, ona dil uzatıyorsunuz?"
12- Sonra Musa Eliavoğulları Datan`la Aviram`ı çağırttı. Ama onlar, "Gelmeyeceğiz" dediler,
13- "Bizi çölde öldürtmek için süt ve bal akan ülkeden çıkardın. Bu yetmiyormuş gibi başımıza geçmek istiyorsun.
14- Bizi süt ve bal akan ülkeye götürmediğin gibi miras olarak bize tarlalar, bağlar da vermedin. Bu adamları kör mü sanıyorsun? Hayır, gelmeyeceğiz."
15- Çok öfkelenen Musa RABB`e, "Onların sunularını önemseme. Onlardan bir eşek bile almadım, üstelik hiçbirine de haksızlık etmedim" dedi.
16- Sonra Korah`a, "Yarın sen ve bütün yandaşların - sen de, onlar da - RABB`in önünde bulunmak için gelin" dedi, "Harun da gelsin.
17- Herkes kendi buhurdanını alıp içine buhur koysun. 250 kişi birer buhurdan alıp RABB`in önüne getirsin. Harun`la sen de buhurdanlarınızı getirin."
18- Böylece herkes buhurdanını alıp içine ateş, ateşin üstüne de buhur koydu. Sonra Musa ve Harun`la birlikte Buluşma Çadırı`nın giriş bölümünde durdular.
19- Korah bütün topluluğu Musa`yla Harun`un karşısında Buluşma Çadırı`nın giriş bölümünde toplayınca, RABB`in görkemi bütün topluluğa göründü.
20, 21- RABB, Musa`yla Harun`a, "Bu topluluğun arasından ayrılın da onları bir anda yok edeyim" dedi.
22- Musa`yla Harun yüzüstü yere kapanarak, "Ey Tanrı, bütün insan ruhlarının Tanrısı!" dediler, "Bir kişi günah işledi diye bütün topluluğa mı öfkeleneceksin?"
23, 24- RABB, Musa`ya, "Topluluğa söyle, Korah`ın, Datan`ın, Aviram`ın çadırlarından uzaklaşsınlar" dedi.
25- Musa Datan`la Aviram`a gitti. İsrail`in ileri gelenleri onu izledi.
26- Topluluğu uyararak, "Bu kötü adamların çadırlarından uzak durun!" dedi, "Onların hiçbir şeyine dokunmayın. Yoksa onların günahları yüzünden canınızdan olursunuz."
27- Bunun üzerine topluluk Korah, Datan ve Aviram`ın çadırlarından uzaklaştı. Datan`la Aviram çıkıp karıları, küçük büyük çocuklarıyla birlikte çadırlarının önünde durdular.
28- Musa şöyle dedi: "Bütün bunları yapmam için RABB`in beni gönderdiğini, kendiliğimden bir şey yapmadığımı şuradan anlayacaksınız:
29- Eğer bu adamlar herkes gibi doğal bir ölümle ölür, herkesin başına gelen bir olayla karşılaşırlarsa, bilin ki beni RABB göndermemiştir.
30- Ama RABB yepyeni bir olay yaratırsa, yer yarılıp onları ve onlara ait olan her şeyi yutarsa, ölüler diyarına diri diri inerlerse, bu adamların RABB`e saygısızlık ettiklerini anlayacaksınız."
31- Musa konuşmasını bitirir bitirmez Korah, Datan ve Aviram`ın altındaki yer yarıldı.
32- Yer yarıldı, onları, ailelerini, Korah`ın adamlarıyla mallarını yuttu.
33- Sahip oldukları her şeyle birlikte diri diri ölüler diyarına indiler. Yer onların üzerine kapandı. Topluluğun arasından yok oldular.
34- Çığlıklarını duyan çevredeki İsrailliler, "Yer bizi de yutmasın!" diyerek kaçıştılar.
35- RABB`in gönderdiği ateş buhur sunan 250 adamı yakıp yok etti.
36- RABB Musa`ya şöyle dedi:
37, 38- "Kâhin Harun oğlu Elazar`a buhurdanları ateşin içinden çıkarmasını, ateş korlarını az öteye dağıtmasını söyle. Çünkü buhurdanlar kutsaldır. İşledikleri günahtan ötürü öldürülen bu adamların buhurdanlarını levha haline getirip sunağı bunlarla kapla. Buhurdanlar RABB`e sunuldukları için kutsaldır. Bunlar İsrailliler için bir uyarı olsun."
39, 40- Böylece Kâhin Elazar, yanarak ölen adamların getirdiği tunç buhurdanları RABB`in Musa aracılığıyla kendisine söylediği gibi alıp döverek sunağı kaplamak için levha haline getirdi. Bu, İsrailliler`e Harun`un soyundan gelenlerden başka hiç kimsenin RABB`in önüne çıkıp buhur yakmaması gerektiğini anımsatacaktı. Yoksa o kişi Korah`la yandaşları gibi yok olacaktı.
41- Ertesi gün bütün İsrail topluluğu Musa`yla Harun`a söylenmeye başladı. "RABB`in halkını siz öldürdünüz" diyorlardı.
42- Topluluk Musa`yla Harun`a karşı toplanıp Buluşma Çadırı`na doğru yönelince, çadırı ansızın bulut kapladı ve RABB`in görkemi göründü.
43- Musa`yla Harun Buluşma Çadırı`nın önüne geldiler.
44, 45- RABB, Musa`ya, "Bu topluluğun arasından ayrılın da onları birden yok edeyim" dedi. Musa`yla Harun yüzüstü yere kapandılar.
46- Sonra Musa Harun`a, "Buhurdanını alıp içine sunaktan ateş koy, üstüne de buhur koy" dedi, "Günahlarını bağışlatmak için hemen topluluğa git. Çünkü RABB öfkesini yağdırdı. Öldürücü hastalık başladı."
47- Harun Musa`nın dediğini yaparak buhurdanını alıp topluluğun ortasına koştu. Halkın arasında öldürücü hastalık başlamıştı. Harun buhur sunarak topluluğun günahını bağışlattı.
48- O ölülerle dirilerin arasında durunca, öldürücü hastalık da dindi.
49- Korah olayında ölenler dışında, öldürücü hastalıktan ölenlerin sayısı 14.700 kişiydi.
50- Öldürücü hastalık dindiğinden, Harun Musa`nın yanına, Buluşma Çadırı`nın giriş bölümüne döndü.

Çıkış; 6. Bab, 14- 21:

Musa`yla Harun`un Soy Kütüğü

14- İsrailliler`in aile önderleri şunlardır: Yakup`un ilk oğlu Ruben`in oğulları: Hanok, Pallu, Hesron, Karmi. Ruben`in boyları bunlardır.
15- Şimon`un oğulları: Yemuel, Yamin, Ohat, Yakin, Sohar ve Kenanlı bir kadının oğlu Şaul; Şimon`un boyları bunlardır.
16- Kayıtlarına göre Levioğulları`nın adları şunlardır: Gerşon, Kehat, Merari. Levi yüz otuz yedi yıl yaşadı.
17- Gerşon`un oğulları boylarına göre şunlardır: Livni, Şimi.
18- Kehat`ın oğulları: Amram, Yishar, Hevron, Uzziel. Kehat yüz otuz üç yıl yaşadı.
19- Merari`nin oğulları: Mahli, Muşi. Kayıtlarına göre Levi boyları bunlardır.
20- Amram halası Yokevet`le evlendi. Yokevet ona Harun`la Musa`yı doğurdu. Amram yüz otuz yedi yıl yaşadı.
21- Yishar`ın oğulları: Korah, Nefeg, Zikri.


Yahudi rivayetlerine göre Korah o kadar muazzam bir servete sahipti ki, Yahudi ansiklopedilerinde onun hazinelerinin anahtarlarını taşımak için üç yüz katıra ihtiyaç olduğu yazılıdır. (Jewish Encylopedia c: VII. sh. 556) Her ne kadar abartılı ise de, bu ifade Karun’un İsrail kaynaklarına göre de zamanının en zengin insanı olduğunu göstermektedir.
Karun’un zenginliği Kur’an’da sadece konumuz olan 79. ayetteki “Derken o [Karun], ziynet [ihtişam] içinde kavminin karşısına çıktı” cümlesiyle ifade edilmesine rağmen, insanlar bu “ziynet”in keyfiyeti hususunda muhtelif şeyler zikretmişlerdir. Şöyle ki: Onun kendi kavminin karşısına atıyla, katırıyla, altınıyla, gümüşüyle, yüzlerce sırmalı süvarisiyle, binlerce kölesiyle çıktığı tasvir edilmiştir. Karun’un kendi kavminin karşısına ziynetleriyle çıkmasının sebebi, bize göre, İsrailoğullarını kendisine özendirme amacı gütmesidir.
81. ayetteki “Sonunda Biz onu ve evini yere geçirdik” ifadesi, mecaz olarak, en sonunda onun maldan, mülkten, makamdan, mevkiden mahrum bırakıldığını, sefil ve perişan bir şekilde öldüğünü bildirmektedir. Bu ifade klâsik eserlerde hakikat manasına çekilmiş ve bu konuda birçok söylenti nakledilmiştir:

Rivayet edildiğine göre, Karun, Allah`ın Nebisi Hz. Musa [a.s]`ya eziyet eder, Hz. Musa [a.s] ise aralarındaki akrabalıktan ötürü ona müdara ederdi. Derken zekatla ilgili ilâhî emir geldi. Bunun üzerine Hz. Musa [a.s], Karun ile, her bin dinara karşılık bir dinar, her bin dirheme karşılık bir dirhem [zekat vermesi] üzere anlaştı. Karun bunun yekûnunu hesap edince, çok buldu. Dolayısıyla cimrileşti ve İsrailoğullarını toplayarak "Musa [a.s] mallarınızı almak istiyor" dedi. Onlar da: "Sen bizim efendimiz ve büyüğümüzsün, bize dilediğini emret [yapalım]" dediler. Karun, "Falanca günahkâr [zaniye] kadına rüşvet [para] verelim. Musa [a.s]`nın kendisiyle zina ettiğini söylesin. Böylece İsrailoğulları ondan vazgeçerler" dedi. Böylece o kadına altın bir tas dolusu altın verdiler. (Razi; el Mefatihu’l-Gayb)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Alt 28. September 2008, 01:52 AM   #3
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

İbn Abbâs ve Süddî`den bir rivayete göre; Kârûn, fahişe bir kadına Hz. Mûsâ Isrâiloğulları içinde durup onlara Allah`ın kitabını okurken, onların huzurunda Hz. Musa`yı susturması için bir miktar mal vermiş de kadın: Ey Mûsâ, sen bana şöyle şöyle yapmıştın, demişti. Topluluk içinde kadın bu sözleri Hz. Mûsâ [a.s.]ya söylediğinde o korkudan titremiş, kadına doğru gelip iki rek`at namaz kılmış, sonra: Denizi yaran, sizi Firavun`dan kurtaran, şöyle şöyle yapan Allah aşkına, seni bu söylediğine sevk edenin kim olduğunu bana haber vereceksin, demiş. Kadın: Mademki bana Allah aşkına dedin; o hâlde Karun sana bunları söylemem için şunları şunları verdi. Ben Allah`a istiğfar edip O`na tevbe ediyorum, dedi. İşte o zaman Hz. Mûsâ, Allah için secdeye kapandı ve Kârûn hakkında istekte bulundu. Allah Teâlâ Hz. Musa`ya vahyedip: Yeryüzüne, sana onun hakkında itaat etmesini emrettim, buyurdu. Hz. Mûsâ, yeryüzüne Karun`u ve evini yutmasını emretti de, öyle oldu.
Karun`un helâki hakkında, şöyle bir olay da anlatılıyor: Kârûn, [bir gün] zîneti içinde boz renkli katırlara binmiş olarak kavminin yanma çıkmıştı. Onun ve hizmetçilerinin üzerinde erguvan renkli [boyalı] elbiseler vardı. Bu maiyyeti içinde Allah`ın peygamberi Hz. Mûsâ [a.s.]’nın meclisine uğradı. Hz. Mûsâ çevresindekilere Allah`ın günlerini hatırlatıyordu. Karun`u görünce, Hz. Musa`nın çevresindekiler yüzlerini ona döndürerek debdebe ve ihtişamına bakmaya başladılar. Hz. Mûsâ [a.s.] Karun`u çağırıp: Seni bu yaptığına sevk eden nedir? diye sordu. Kârûn: Ey Mûsâ, şayet sen benden peygamberlikle üstün kılınmışsan, şüphesiz ki ben de sana dünya ile üstün kılındım. Dilersen çıkalım; sen bana, ben de sana beddua edeyim, dedi. Hz. Mûsâ ve Kârûn kavmi içinde çıktılar. Hz. Mûsâ: Sen mi duâ edeceksin, yoksa ben mi duâ edeyim? diye sordu, Kârûn: Hayır, ben duâ edeceğim, dedi. Kârûn duâ etti de onun duasına icabet olunmadı. Sonra Hz. Mûsâ: Duâ edeyim mi? diye sordu, Karun`un evet cevabı üzerine: Ey Allah`ım, yeryüzüne bugün bana itaat etmesini emret, dedi. Allah Teâlâ ona: Şüphesiz öylece yaptım, diye vahyetti. Hz. Mûsâ: Ey yeryüzü, onları al [yakalayıp içine al], dedi. Yeryüzü onları ayaklarına kadar içine aldı. Sonra: Onları al, dedi de topuklarına kadar, sonra dizlerine kadar içine aldı. Sonra Hz. Mûsâ: Onların hazînelerini ve mallarını getir, dedi. Yeryüzü, onların hazîne ve mallarını getirdi de onlara baktılar. Hz. Mûsâ eliyle işaret edip: Ey Lâvi oğulları, gidiniz! dedi. Yeryüzü onların üzerine kapandı. İbn Abbâs`tan rivayete göre; o, şöyle demiştir: Onlar yedinci kat yeryüzüne batırıldı. Katâde der ki: Bize anlatıldığına göre onlar, her gün bir adam boyu batırılmaktadır ve kıyamet gününe kadar da orada batmaya devam edeceklerdir. Burada daha birtakım İsrâiliyyât anlatılırsa da, burada onları vermiyoruz. (İbni Kesir)


83 - İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimseler için kılarız. Ve akıbet, takva sahipleri içindir.
84 - Kim bir iyilik getirirse ona ondan daha hayırlısı/ ona ondan dolayı bir hayır vardır. Ve kim bir kötülük getirirse; işte o kötülükleri işleyenler, ancak yaptıkları şeyler ile karşılıklandırılırlar.

Bu ayetlerde, Karun tipindeki azgın, şımarık ve bozguncu kimselerin cennet yüzü göremeyecekleri, güzel sonuca ise yeryüzünde böbürlenmeyen, bozgunculuk yapmayan takva sahiplerinin ulaşacağı bildirilmektedir. Bu müjdeyle insanlar takvaya özendirilmektedir.


85 – Şüphesiz ki Kur’an’ı sana farz kılan kişi [Allah], elbette seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: “Benim Rabbim, kimin hidayetle geldiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu daha iyi bilendir.”

Rabbimiz bu ayette peygamberimize “Şüphesiz ki Kur’an’ı sana farz kılan kişi [Allah], elbette seni dönülecek yere döndürecektir” şeklindeki sözleriyle o’na manevî destek vererek “Seni elçi tayin eden elbette gereğini yapacaktır” demiş olmaktadır. “Kur’an’ı sana farz kılan” ifadesi, “Sana vahyi toplama ve dağıtma görevini veren” demektir. Bu ifadeyle vahyin ilk sözü “ikra’ [oku]!” emrine işaret edilmiştir. Ayetin ikinci kısmındaki “Benim Rabbim, kimin hidayetle geldiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu daha iyi bilendir” ifadesi ise inkârcılara yönelik bir uyarı mahiyetindedir.

85. ayetteki “ معادmead” sözcüğü orijinal anlamıyla “bir kimsenin en sonunda dönmek zorunda olduğu yer” demektir. ( Lisanü’l-Arab, c:6, s:506, “avd” mad.) Sözcük ayette nekre [belgisiz] olarak yer almıştır. Bu sebeple sözcüğü burada “cennet” olarak anlamak mümkün olduğu gibi, hicretten sonra fethedilerek “dönülecek yer” anlamında Mekke olarak anlamak da mümkündür. Ayetin tüm insanlığa yönelik bir mesaj olduğu dikkate alındığında ise sözcükle Allah’ın hidayetinin [doğru yola kılavuzlamasının] kastedildiği de söylenebilir.

86- Ve sen Kitap’ın sana ilka edileceğini [indirileceğini] umuyor değildin. [O] ancak Rabbinden bir rahmet olarak [verildi]. Öyleyse sakın kâfirlere arka çıkma [yardımcı olma].
87 – Ve onlar [müşrikler] sana indirildikten sonra, sakın seni Allah’ın ayetlerinden alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et. Ve asla müşriklerden olma!
88- Ve Allah ile beraber başka bir tanrıya yalvarma. Ondan başka hiçbir ilâh yoktur. O’nun yüzünden [zatından] başka her şey yok olacaktır. Hüküm [yasa-ilke] yalnızca O’nundur. Siz de ancak ona döndürüleceksiniz.

86. ayet, peygamberimizin elçi oluşunun bir delilidir. Tıpkı Musa peygamber gibi, peygamberimiz de hiç beklemediği hâlde, daha önceki yaşantısıyla hiç ilgisi olmayan bir göreve tayin edilmiş, yani peygamberlikle görevlendirilmiştir. Peygamberimizin bu görevlendirmeden habersiz oluşu birçok ayette vurgulanan bir husustur. Bu ayetler peygamberimizin elçiliğine hiçbir akıllı, insaf sahibi insanın reddedemeyeceği birer kanıt durumundadır:

Ve ayetlerimiz onlara açıkça okunduğunda, Bize kavuşmayı ummayanlar; “Bundan başka bir Kur’an getir yahut bunu değiştir.” dediler. De ki: “Onu nefsimin [kendimin] öngörmesiyle değiştirmem benim için söz konusu olamaz. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum. Rabbime isyan edersem, kesinlikle büyük bir günün azabından korkarım.
De ki: “Allah dileseydi, ben onu [Kur’an’ı] size okumazdım ve O [Allah], onu [Kur’an’ı] size bildirmemiş olurdu. Ben de ondan [Kur’an’dan] önce kesinlikle içinizde bir ömür kalmıştım. Hâlâ aklınızı kullanmayacak mısınız?” (Yunus/15, 16)

Ve insanlara dokunan bir sıkıntıdan sonra kendilerine bir rahmet tattırdığımız zaman, ayetlerimiz hakkında onların bir plânı vardır. De ki: “Plân bakımından Allah daha çabuktur.” Şüphesiz ki elçilerimiz plânladığınız şeyleri yazıp duruyorlar. (Yunus/21)

Ve sen bundan evvel herhangi bir kitaptan okumuyordun; onu sağ elinle de [kendiliğinden] yazmıyorsun. Eğer böyle olsaydı batılcılar [batıla inananlar] mutlaka kuşku duyacaklardı. (Ankebut/48)

İşte böylece Biz sana da kendi emrimizden/ kendi işimizden olan ruhu vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat Biz onu, kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle kılavuzladığımız bir nur/ ışık yaptık. Hiç kuşkusuz sen de dosdoğru bir yola kılavuzluk etmektesin. (Şûra/52)

Kaf. Çok şerefli Kur`an`a kasem olsun ki,
kesinlikle sen bundan [şerefli Kur`an`dan] gaflet içinde [duyarsız] idin. Şimdi senden perdeni kaldırdık. Artık bugün gözün keskindir. (Kaf/1,2 [22])

De ki: “O, çok büyük, önemli bir haberdir.
Siz ondan yüz çeviriyorsunuz.
Onlar birbirileriyle tartışırken, benim mele-i A’la’ya dair bir bilgim yok idi.
Ancak ben, evet ben apaçık bir uyarıcı olduğum için bana vahyediliyor.” (Sad/67- 70)

Sana bu Kur’an’ı vahyetmekle Biz, sana kıssaların en güzelini anlatıyoruz. Hâlbuki sen bundan önce kesinlikle gafillerden [duyarsız olanlardan, bilgisizlerden idin]. (Yusuf/3)

88. ayetin sonunda “İltifat” sanatı yapılarak peygamberimizden tüm insanlığa dönülmüş ve “Siz de ancak ona döndürüleceksiniz” denilmek suretiyle herkese ahirete dönüleceği hatırlatılmıştır.
Bu ayetteki “yüz” ifadesi ile Allah’ın “Zatı” kastedilmiş olup burada bir “Cüz’iyyet mecaz-ı mürseli” söz konusudur. Nasıl vesikalık fotoğraftaki bir yüz o kişinin bütün varlığını temsil ediyorsa, varlıkların en belirleyici organı olması sebebiyle “yüz” sözcüğü de Arapçada o yüzün ait olduğu varlığı temsil eder. Bu dil kuralından dolayıdır ki, ayette geçen “O’nun yüzü” ifadesi de Allah’ın tüm varlığını temsil etmektedir.
Bizim “yüz” olarak çevirdiğimiz “ وجهvech” sözcüğü, “Sarf İlmi” kurallarına göre “ جهةcihet” olarak da söylenebilir. Dolayısıyla her iki sözcük de hem “yüz” hem de “yön” anlamında kullanılabilir. Eğer ayette geçen “vech” sözcüğü “yön” anlamına alınırsa, bu takdirde ayet “Allah yönüne olmayan [O’nun tasvip etmeyeceği şekilde olan] her şeyin boşa çıkacağı” anlamını ifade etmiş olur.

HELÂK

“ هلاكHelâk” sözcüğü “değişime, yıkıma uğramak, bozulmak, düşmek” demektir. (Lisanü’l-Arab, c.9, s. 118-121) Genel olarak zannedildiği gibi bu sözcük “yok olmak” anlamına gelmez. Bu sebeple 88. ayette geçen “helâk” sözcüğü de “yok olmak” anlamında anlaşılmamalıdır. Nitekim Rabbimiz yerlerin, göklerin değişimi ile ilgili olarak şöyle bir açıklamada bulunmuştur:

O gün yeryüzü bir başka yeryüzüyle değiştirilecek. Gökler de. Ve onlar, Bir ve gücüne karşı durulmaz olan Allah için ortaya çıkacaklardır. (İbrahim/48)

Allah doğrusunu en iyi bilendir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
ÖmerFurkan Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
khaos (28. April 2012)
Cevapla

Bookmarks

Etiketler
giriş, kassas, sûresi’ne, sûresi’ne


Yetkileriniz
Konu Acma Yetkiniz Yok
Cevap Yazma Yetkiniz Yok
Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok

BB code is Açık
Smileler Açık
[IMG] Kodları Açık
HTML-Kodu Kapalı

Hizli Erisim


Tüm Zamanlar GMT +3 Olarak Ayarlanmış. Şuanki Zaman: 04:00 PM.


Powered by vBulletin® Version 3.8.1
Copyright ©2000 - 2025, Jelsoft Enterprises Ltd.
Hanifler - Kuran odaklı gerçek din islam